-
4th Haziran 2010

İslam Düşüncesinde Evrim Teorisi_Hayrettin Karaman

posted in YARATILIS |

İSLAM DÜŞÜNCESİNDE EVRİM TEORİSİ

Başörtüsü, din eğitimi, İmam Hatip okulları gibi konular yanında bir de Darwin ve evrim teorisi var; bunlardan biri hakkında dinli olanlar bir şeyler yapar veya söylerlerse hemen dinsiz olanlar tepki gösterir, dinsizliklerine ve dinsizliğin yayılması faaliyetlerine bir zarar gelmesin diye tedbirlere başvururlar. Tabii karşı taraf da tersinden benzer tepkiler gösterirler. Son zamanlarda Darwin’in ve evrimci teorinin her iki tarafça yeniden tartışılmaya başladığını görüyoruz. Tartışmaya inanç, ideoloji ve duygu karıştığı için mantık ve ilim zaman zaman bunların gölgesinde kalabiliyor. Yakınlarda ABD Başkanı George Bush’un, Amerikan okullarında evrim teorisinin yanı sıra evrenin üstün bir zekanın ürünü olduğu teorisinin de okutulması yönündeki sözleri büyük bir tartışmaya sebep oldu ve konuyu güncelleştirdi. İşte bütün bu olup bitenler sebebiyle evrim teorisi üzerine vaktiyle yazdığım bir yazıyı küçük değişikliklerle bir daha vermeyi faydalı buldum.

Allah’a inanmayan maddeci filozoflar yaratmaya inanmaz, varlıkların nasıl vücuda geldiği konusunda hiçbir mantıki tutarlığı olmayan “tesadüf”ten (kendi kendine, rastgele oluştan) başka bir açıklama yapamazlar. Kendiliğinden var olan cansız maddeden canlı varlıkların ve bunlar içinde de en gelişmişi olan insanın nasıl var olduğu konusunda tutundukları düşünce evrim teorisidir. Bu teorinin eski Yunan düşünürlerine kadar uzanan kökleri bulunmakla beraber sistematik evrim teorisi Lamarck ve Darwin’e aittir. Lamarck 1809’da neşrettiği Zoolojik Felsefe isimli kitabında, Darwin de 1859 da yayımladığı Türlerin Menşei isimli kitabında evrim teorisini ileri sürmüşlerdir. Lamarck evrimin, türlerin tabiatında var olan evrimleşme özelliğinden kaynaklandığına inanırken Darwin evrimleşmenin böyle bir özellikten değil, tamamen dış şartlardan kaynaklandığını ve tabîî seleksiyonla oluştuğunu iddia eder. İlmî gelişmeleri uzaktan/geriden izleyen ve bilimi ideolojiye alet eden geri kalmış ülke bilimcileri evrim teorisini bilimin ispat ettiği bir gerçek gibi ileri sürmüş ve buna dayanarak, bazan bilim adına sahtekârlıklar da yaparak (örnekler için bak.M. Bayraktar, İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, İst. 1987, s.196 vd.) yaratılış inancına karşı çıkmışlardır. Konuya tarafsız ve bilim açısından yaklaşanlara göre evrim teorisi adı üstünde bir teoridir; bilimin ispat ettiği, benimsediği bir gerçek değildir. Darwin gibi evrim teorisini oluşturanların samimi itirafları ve tereddütleri vardır, Darwin’den sonra da biyolojide ve paleontolojide çeşitli/farklı görüşler ve tespitler olmuştur (Örnekler için bak. Y. Sezen, Maddeci Felsefenin Çıkmazları, İst. 1996, s. 144 vd.).

İslam düşüncesinde üç ekol bulunduğunu biliyoruz: Kelam, felsefe ve tasavvuf.
Kelamcılar da sünnî olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Sünnî olmayan kelam mezheplerinden Mutezile’ye mensup Nezzam (öl. 835 veya 845 m.), Câhız (öl. 869 m.) gibi bazı alimler ile zühd döneminden sonra yetişen bazı mutasavvıflar “evrimci yaratılış teorisi” diye isimlendirilmesi mümkün olan bir teori ileri sürmüşlerdir. Hemen zikretmeliyiz ki bu teori, İslam inancı ile bağdaştırılması mümkün olmayan materyalist ve ateist varlık ve evrim düşüncelerine karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır ve ortak unsur yaratılış inancıdır; yani her şeyin yok iken Allah tarafından yaratıldığına inanmaktır. Her şeyi yok iken yaratan Allah, evrimci yaratılış teorisini ileri süren İslam düşünürlerine göre türleri ayrı ayrı ve birden yaratmamış, birinin diğerinden evrimleşme yoluyla oluşmasını sağlamıştır. Bu “birinin diğerinden oluşması” da, ilk yarattığı maddenin, aslın, çekirdeğin, kendinden sonra meydana gelecek bütün türleri bilkuvve (onda gizlenmiş olarak) içermesi sebebiyle olmakta, bu özelliğe dayanmaktadır. Bu konuda değerli bir çalışma yapmış bulunan M. Bayraktar’a göre İslam düşünürlerinin evrimci yaratılış teorileri bilim bakımından darwinizm ve lamarckizmden daha sağlam temellere oturmaktadır (ag.esr. s. 195 vd.).
Ehl-i sünnet kelamcılarına (sahih İslam inancını açıklayan ve farklı inançlara karşı savunan alimlere) göre Allah Teâlâ bütün türleri birden ve ayrı ayrı yaratmıştır. Türler arsında evrimleşme yoluyla geçişler yoktur, evrim türlerin kendi içinde olabilmektedir. Bu inanç ve düşüncenin dayandığı naslar(insanın yaratılışı ile ilgili olanları) ve kısaca açıklamaları şöyledir:

İnsan suresinin 1. âyetine göre “İnsanın (varoluş tarihinde) adının sanının bulunmadığı bir zaman parçası şüphesiz gelip geçmiştir”. Bu âyet, insan yok iken yani bir varlık değilken kesinlikle üzerinden bir zaman geçtiğini, yaratılışı tamamlanıp mükemmel bir insan haline gelinceye kadar varlıklar arasında bulunmadığını ifade eder. Çünkü insan yaratılışı tamamlanmadan önce yeryüzünde toprak, sonra babasının sulbünde bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim Yüce Allah 2.âyette insanı “katışık bir nutfe”den yani ana rahminde döllenmiş bir yumurtadan yarattığını ifade buyurmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lütfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tabi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır (insanın yaratılış aşamaları hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15; Kıyamet 75/37).

İnsanın yaratılışını anlatan bir başka âyetin meali de şöyledir: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının” (Nisâ:4/1).

Kur’an’da nefis (en-nefs) ve çoğulu enfüs, “insan, insanın veya başka bir şeyin kendisi, insanın hayatta iken insan olmasını sağlayan (insanın onun sayesinde, ona sahip olduğu için insan olduğu), ölünce de ebedî varlığını devam ettiren unsuru” mânalarında kullanılmıştır. Bazı âlimler, filozoflar ve sûfîler ruh ile nefsi aynı varlığın iki adı olarak açıklamışlar (Gazzâlî, İhyâ, II, 2 vd.), bazıları ise nefs ile ruhu farklı mahiyetler olarak tanımlamışlardır. İkinci tanımlamaya göre Allah Teâlâ her bir insan için tıpkı bedeni gibi bir de nefis yaratır, Şah Veliyyullah’ın “neseme” adını verdiği bu nefis, insanın hayatı boyunca yapıp ettiklerine göre mânevî bir yapı ve kişilere göre farklı özellikler kazanır. Ruh ise şahsî değil, umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampülleri aydınlatan elektrik gibidir ve ilâhîdir, Allah’a aittir, halk âlemine değil, emir âlemine dahildir, nefis için Allah’ın rızasına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında Allah’ın rızasına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır, ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye; emmâre (kötüye çeken, kötüyü emreden) nefis olmaktan kurtularak, levvâme (kendini tenkit eden, kınayan), mülheme (ilâhî ilhama mazhar olan), mutmainne (şüphelerden ve geçici zevk bağımlılığından kurtularak huzura eren), râdıye (Allah’ın takdirine razı olan), merdıyye (Allah’ın rızasına mazhar olan) nefis basamaklarına veya derecelerine tırmanmaya çalışır (Şah Veliyyullah, et-Tefhîmâtü’l-ilâhiyye, Haydarâbâd, 1967, I, 222; II, 216 vd.; Hüccetullâhi’l-bâliğa, I, 38-40, 58-61).

“İlk insan ve onun eşi aynı özden yaratıldıktan sonra ilk üreme ve onu takip eden nesillerin oluşması nasıl gerçekleşmiştir” sorusuna cevap arayan alimlerin bir kısmı, “Havva’nın ikiz doğurması ve aynı batında doğmayanların (bir sonrakinde doğanların) öncekilerle evlendikler gibi” akıl ve nakil yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan formüller ileri sürmüşlerse de bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ’nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah’ın ruhundan üflemesinden kayıtları ve şekilleri vardır. Son şekil Hz. Îsâ’nın yaratılması ile ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah’ın ruhundan üflemesi (Enbiyâm 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan “ruhun insan şekline bürünüp Meryem’e görünmesi” (Meryem 19/17) ile hamile kalmış ve Allah’ın ona ulaştırdığı bir kelimesi (Nisâ 4/171) olarak Hz. Îsâ’yı doğurmuştur. Kezâ Hz. Zekeriyyâ bir zürriyet vermesi için Rabbine dua etmiş, Rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ’yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine “kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini ifade ederek” bunun nasıl olacağını sormuştu, Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur: “İşte böyledir, Allah dilediğini yapar” (Âl-i İmrân 3/40), “…bu benim için kolaydır, sen hiçbir şey değilken seni de yarattım” (Meryem 19/9). Hz. Âdem’in yaratılmasında ana da yoktur baba da, Hz. Îsâ’nın yaratılmasında yalnızca ana vardır, Hz.Yahyâ’nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma/doğurma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve sağlam rivayetlerde “kardeşlerin birbiri ile evlendikleri” bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkek ile kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek bize daha uygun görünmektedir.  Darwin hakkında kısa bir ek bilgi:

“Darwin’in inançlı bir Hıristiyan olarak yetiştirildiği, ancak inancının giderek zayıfladığı bilinen bir gerçektir. Çoğu yorumcu da ‘agnostik’ (bilinemezci) olarak öldüğü kanısındadır. Bazılarına göre ise aslında ateizm noktasına varmıştır, ama dindar bir Hıristiyan olan eşi Emma Darwin’i üzmemek için bunu açıkça ifade etmemiştir. İşin ilginç bir yönü, Darwin’in inancındaki erimenin, gördüğü bilimsel kanıtlardan ziyade, yaşadığı psikolojik travmayla ilgili oluşudur. Onu dini inançtan soğutan en büyük etken, kızı Annie’nin 10 yaşında iken hastalanarak ölmesidir. Darwin’in üç kuşak sonradan torunu olan Randal Keynes, ‘Annie’nin Kutusu: Darwin, Kızı ve İnsan Evrimi’ adlı kitabında bunu detaylarıyla anlatır. Aslında bu travma Darwin’e has da değildir. New York Üniversitesi psikoloğu Paul C. Vitz, ‘Ateizmin Psikolojisi’ adlı 1999 basımı kitabında, önde gelen ateist düşürlerin çoğunun şaşırtıcı biçimde sorunlu aile hayatlarına sahip olduğunu inceler. Vitz’e göre, “Tanrı’ya inancın önündeki engeller rasyonel değil, genel anlamda, psikolojiktir.” Eğer Vitz düşüncesinde haklı ise, o zaman ateist Freud’un “Tanrı’ya inanç, çocukluktan kalma bir duygusallıktan gelir” şeklindeki iddiasının neredeyse tam aksi bir sonuca varmak gerekiyor. Kaldı ki zaten Freud’un kendisi de içinde bol miktarda ensest bulunan hayli ‘sorunlu’ bir ailenin ürünüdür…”

(Prof. Hayrettin Karaman http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/laikduzen/4/0020.htm )

This entry was posted on Cuma, Haziran 4th, 2010 at 12:42 and is filed under YARATILIS. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz