-
17th Nisan 2011

Şefaat-Hayrettin Karaman

posted in ŞEFAAT |

ŞEFAAT

Şefâat kelimesi mânâ bakımından tevessülle oldukça yakındır; tevessül daha ziyade dünyadaki aracılıklar, aracı koymalarla, şefâat ise âhirettekilerle ilgili olarak kullanılır. Aynı mânâda ve yerde kullanıldıkları da vardır.

Şefâat için şöyle bir tarif yapılabilir: “Bir kimsenin bağışlanması için onun adına af dileme, maddî veya mânevî bir imkânı elde etmesi için yetkilisi nezdinde aracılık yapma”, özellikle dinî bir terim olarak “günahkâr bir müminin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için, Allah nezdinde mertebesi yüksek olan birinin O’na dua etmesi, dilekte bulunması” ve daha çok “bu yüksek mertebeli kulların, âhirette günahkârların bağışlanması yönünde vukû bulacak aracılık ve dilekleri“.

Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse başkası için bir şey ödeyemez; hiç kimseden şefâat kabûl olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz” (Bakara:2/48) meâlindeki âyete ve benzeri delîllere dayanan Mu’tezile bilginleri, âhirette günahkârlara şefâat edilmesinin sözkonusu olmayacağını, ancak sadece sevaba müstahak olanlara mükâfatlarının arttırılması yönünde şefâat edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri ise her iki durumda da şefâatin mümkün olduğunu, günahkâr kullara peygamberler ve Allah nezdinde itibarı yüksek olan, diğer seçkin insanlar tarafından şefâat edilebileceğini savunurlar. Ancak Allah’ın izin vermediği hiçbir kimse şefâat edemeyecektir (meselâ bk. Bakara 2/255; Meryem 19/87; Tâhâ 20/109).

Allah’a ortak koşan kâfirlerin bir kısmı, bu ortakların O’na denk olduğuna değil, O’nun nezdinde reddedilemez şefâat, geri çevrilemez aracılık hakkına sahip bulunduklarına inanmakta ve putlara bu anlayış içinde tapınmaktadırlar. Âyetü’l-kürsî içinde yer alan “Allah katında, O izin vermedikçe hiçbir kimse şefâat edemez” meâlindeki cümle bu inancın asılsızlığını ortaya koymakta, şefâatin de izne bağlı bulunduğunu, O izin vermedikçe ve dilemedikçe kimsenin böyle bir yetki ve imkâna sahip olamayacağını özlü ve etkili bir şekilde zihinlere yerleştirmektedir. Allah katında kendisine şefâat izni verilenlerin durumu ve yetkileri, ödül törenlerinde ödülleri vermek üzere kürsüye çağırılan şeref konuklarınınkine benzemektedir. Ödülün kime verileceğini bilen ve belirleyen onlar değildir; ancak bu merâsimi tertipleyenlere göre onlar, şerefli, saygıya lâyık, büyük kimseler olduklarından kendilerine böyle bir imtiyaz verilmiştir. Allah katında şefâatlerine izin verilecek olanlar da Allah’a yakın ve sevgili kullar olacaktır. Ayrıca bunların başkaları hakkında istediklerinin Allah tarafından kabûl şansı daha fazladır.

Kur’ân’ın ilgili âyetlerinin üslûbundan, âhirette şefâat mümkün olmakla birlikte bunun son derece sınırlı tutulacağı ve insanların şefâate bel bağlamadan, kendi kurtuluşları için yine kendilerinin çaba göstermesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında insan için gerekli olan şey, zaman kaybetmeden tevhid inancına sarılarak, Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmek ve ahlâkını düzeltmek, geçmişteki günahlarından dolayı da tövbe etmektir. Çünkü gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadîslerde içtenlikle yapılacak tövbelerin geri çevrilmeyeceğine dair çok açık ve kesin açıklamalar vardır. Kur’ân’ın şefâat konusundaki -2/48. âyette olduğu gibi- ümit kırıcı üslûbu, şefâat beklentisinin insanları dinî ve ahlâkî hayatlarında gevşekliğe sürüklemesinden; yine Kur’ân’ın tövbelerin kabûl buyurulacağına dair çok net ifadeleri ise, tövbenin kişiye hatâlı inanç ve davranışlarını terk ettirmesinden, böylece düzeltici ve ıslâh edici bir fonksiyon icrâ etmesinden ileri gelmektedir. İşte peygamberlerinin kendilerine şefâat edeceklerine güvenerek İslâm’ı kabûl etmemekte ve Hz. Muhammed’e (s.a.v.) inanmamakta direnen Yahudileri uyarmakta olan bu âyet, aynı zamanda bütün insanlar ve müslümanlar için de bir ikaz anlamı taşımakta; insanın asıl kurtuluşunun, yanlışlardan dönmesine ve başta imanı olmak üzere, dünya hayatında kendisinin yaptığı hayırlı işlere bağlı olduğunu vurgulamaktadır.

Buhârî, Müslim gibi sahîh hadîsleri toplayan müelliflerin kitaplarında yer alan birçok hadîs, bütün insanların mahşerde, korku içinde bekleşirken işlemin bir an önce başlaması konusunda Peygamberimiz’e (s.a.v.) mahsus şefâatten ve bunun yanında gerek O’nun ve gerekse diğer peygamberlerin, salih kulların, hocaların, talebelerin, dostların şefâatlerinden söz etmekte, bu şefâatlerin hak ve gerçek olduğunu söylemektedir. Dünyada insanların Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kabrini ziyaret etmek, O’na salât ve selâm okumak, ezan okunduktan sonra vesîle duasını yapmak, iyi insanlarla beraber olmak, onların sevgisini kazanmak, iyi evlât ve öğrenci yetiştirmek gibi amellerinin (iş, hizmet ve eserlerinin) ilgililerin şefâatlerini hak etme bakımından tesirleri olduğunu ifade eden sahîh hadîsler de mevcûttur.

Bütün bu delîller karşısında bir kimse, diğerine “bana şefâat et” derse bunda bir yanlışlık olmaz. “Şefâat yâ Resûlallah!” demek de böyledir. Bunu diyen kimse, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şefâatini istemektedir. Bunu isterken de Allah’ın O’na şefâat selâhiyet ve izni verdiği bilgisine dayanmaktadır. “Allah izin versin vermesin sen bunu yapabilirsin” diyen yoktur ve bu talebin açık veya gizli bir şirkle alâkası bulunamaz. Olsa olsa şu denebilir: “Hz. Peygamber vefât etmiştir, bu durumda kendisinden şefâat dilemenin anlamı ve faydası yoktur”. Böyle düşünenler öldükten sonra O’nun, başkalarına eşit hale geldiği kanâatinde oluyorlar. Şefâat isteyenler ise, O’nun Allah katındaki derece ve konumunu bildikleri için, öldükten sonra da O’ndan şefâat istemenin yararlı olabileceği kanâatinde oluyorlar. Bu iki kanâatin kesin olarak biri siyah diğeri beyaz değildir.

http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0377.htm

This entry was posted on Pazar, Nisan 17th, 2011 at 12:26 and is filed under ŞEFAAT. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 10 responses to “Şefaat-Hayrettin Karaman”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Temmuz 2nd, 2011, Ahmet Hilmi TAKTAK said:

    Hocam anlatımından tam bir anlam çıkaramadım. İki görüş ortaya atıyorsun sonunu bağlarkende şefaatın varlığı ve yokluğu konusu açık olmadığını anlatıyorsun buda kafa karışıklığı yapıyor daha açık ve net anlatırmısın.

  2. 2 On Kasım 28th, 2011, Serdar KÖSE said:

    hocam gel-gitler yaşanmış yazınızda.

    şefaatin boyutuna girmek yerine Şefaat ya rasulallah sözünün şirk sözü olduğu vurgusunu yapsaydınız daha iyi olurdu..

    yazınızda efendimizin ölmesi nedeniyle şefaat istemenin yanlış olmadığınıvurgulamışsınız.

    yarın kalkıp birileri efendimizdem yardım isterse ne yapaçaksınız, kaldıkı ki efendimizin ölmedeğini, çağırıldığında geldiğini düşünenler var.

    şefaat ya rasulallah dendiğinde efendimizin bizi işittiği anlamı çıkmıyor mu? bu da onun ölü değil diri olduğunu göstermiyor mu?

    ölen biri kim olursa olsun bizi işiteceğini mi söylüyorsunuz?

    ayette onlar sizi işitemezler, varsay ki işitiyorlar sizi cevap sveremezler demiyor mu?

    şefaat ya rasulallah denilince bizi işittiğini, ve çağrımıza cevap vereceğini (ahirette) söylerek nasıl bir yanlışa insanları sürüklediğinizin farkında mısınız?

    efendimizin kızı fatımaya, halasına “sakın bana güvenmeyin, size bir faydam olmayacak ve ben sonumun ne olcağını bilmiyorum” dediği halde nasıl kurtacıdan kurtarmak diye bir olgu içinde yer alırsınız?

    bu şirk inançtır. hüküm sahibi hükmüne ortak kimseyi kabul etmez.. şefaatte buna dahildir.

    ya konuya girmeyin, yada girince doğruları söyleniz..

  3. 3 On Temmuz 22nd, 2012, Hasan Özkaya said:

    Serdar Köse Bey , sorularınızı bir bir cevaplayalım ki aklınızda soru işareti kalmasın, bilgi doğru aktarılmadığı için insanların kafasında soru işareti oluşuyor..
    Bu yüzden bu konuyu açıklamayı gerekli gördüm ,yazımı okuyunuz …

    1) Şefaat haktır

    Şefaat : kelime olarak; birinden, başkası adına bir ricada bulunma, kusurlarının bağışlanmasını dileme, bir suçlu veya ihtiyaç sahibinin af ve iyiliğe kavuşması için vâsıtalık etme , manevi aracılık ve yardımda bulunma anlamına gelir..

    Kıyamet günü , peygamberlerin , şehidlerin , alimlerin ve bazı salih kimselerin şefaatte bulunması haktır ve gerçektir..

    Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah ;

    ”Ey Muhammed! Bil ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendi günahın için, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah’tan bağışlanma dile…”
    (Muhammed Suresi 19.ayet) buyurmuştur…

    Resulullah sallallahu aleyhi vesellem günahsızdır. Çünkü peygamberlerin İsmet sıfatı vardır. İsmet :Günahsız , masum demektir.. Ayette;

    Gerçeğin böyle olduğunu şimdi kıyamet kopmadan önce bil. Bil de hem kendi günahın için mağfiret iste, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için. Nerede dolaşıp, nerede karar kılacağınızı Allah bilir. Halinizin ne olduğunu dünya ve ahirette istikbalinizin nereye varacağını yalnız Allah bilir. Onun için olmuş veya olması mümkün olan her türlü günaha o şekilde istiğfar et anlamındadır..

    Şefaati inkâr edenlere sormak lazım: Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v) mü’minler için af dilemesinin faydası olmayacaksa bu ayetin manası nedir?

    Yine buyrulmuştur ki;

    “Artık şefaatçıların şefaati onlara (kâfirlere) fayda vermez” (Müddesir Suresi 48.ayet)

    Bu ayetin üslubundan ve ifade tarzından da anlaşılmaktadır ki şefaat vardır

    Yani; ey kâfirler, siz öyle kötü ve zor durumdasınız ki, herkese faydası olan şefaatin bile size yararı olmaz, denilmek istenmiştir …

    Şefaat ile ilgili bazı ayetler;

    ”…Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir?…” (Bakara suresi 255.ayet)

    ”Rabbiniz o Allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva etti (arşı hükmü altına aldı,hükmü arşı kapladı, ), işi tedbir eyliyor. O’nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’na ibadet ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?(Yunus Suresi 3.ayet)

    ”(O gün) Rahmân (olan Allah)’ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.”(Meryem Suresi 87.ayet)

    ”O gün, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.”(Taha Suresi 109.ayet)

    ”Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, Allah’ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O’nun korkusundan titrerler.”(Enbiya Suresi 28.ayet)

    ”Allah’ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna. Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman “Rabbiniz ne buyurdu?” derler. (Şefaat sahipleri de): “Hakkı söyledi” derler. O, her şeyden yüksek ve büyüktür.”

    (Sebe Suresi 23.ayet)

    ” De ki: “Bütün şefaat(Şefaat ile ilgili tüm izinler) Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.”(Zümer Suresi 44.ayet)

    Göklerde nice melek var ki Allah’ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatları hiç bir işe yaramaz.(Necm Suresi 26.ayet)

    Duha Suresinin 5.ayeti kerimesi ”Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.”

    Allahü teâlânın, Peygamberine bütün ilimleri, bütün üstünlükleri, ahkam-ı İslamiyeyi, düşmanlarına karşı yardım ve ümmetine kıyamette her türlü şefaat ve tecelliler ihsan edeceğini vaad etmektedir.

    Bu âyet-i kerime gelince Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, Cebrail aleyhisselama bakıp, (Cehennemde bir müminin kalmasına razı olmam) buyurdu.

    Bütün bu ayetler şefaatin var olduğunu ve Rabbimizin izin ve müsaade verdiği kulların Allah katında şefaate ihtiyaç duyan kimselere şefaat edeceğini belirtmektedir.

    Resulullah’tan şefaat talep etmek ;

    Şefaat Ya Rasulallah sözü asla şirk değildir. Buna şirk diyenler ,bunun tevhid inancıyla ters düştüğünü ileri sürerek reddetmişlerdir.Halbuki bu inkarları inceliği kavrayamamalarından kaynaklanmaktadır.

    Resulullah sallallahu aleyhi vesellem , bu dünyadan göçüp gittiyse de , duymaz işitmez bir değildir.. Nitekim ölen bedendir , ruh ise diridir.

    (Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]

    (Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la];

    (Mirac gecesinde, Musa aleyhisselamın kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.) [Buhari, Müslim]

    Buhari’de ve Müslim’de, (Allahü teâlâ, Mirac gecesinde, bütün Peygamberleri, Peygamberimize gönderdi. Onlara imam olup, iki rekat namaz kıldılar) yazılıdır. Namaz kılmak, rüku ve secde yapmakla olur. Bu haber, diri olarak, ceset ile, beden ile kıldıklarını gösteriyor. Musa aleyhisselamın, kabrinde namaz kılması da, bunu göstermektedir.

    Ebu Davud’un Ebu Hüreyre’den haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse bana selam verince, onun selamını işitir, cevap veririm) buyuruldu. İbni Asakir’in haber verdiği hadis-i şerifte, (Kabrim yanında, bana salevat okununca, o salevatı işitirim) buyuruldu.

    Ümmetin amelleri Resulullah efendimize gösterilmektedir.

    Abdullah ibni Mesud hazretleri dedi ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:
    (Hayatım, sizin için hayırlıdır. Bana anlatırsınız. Ben de size anlatırım. Öldükten sonra, vefatım da, sizin için hayırlı olur. Amelleriniz bana gösterilir. İyi işlerinizi gördüğüm zaman, Allahü teâlâya hamd ederim. Kötü işlerinizi gördüğüm zaman, sizin için af ve mağfiret dilerim.) [Bezzaz]

    (Kıyamette ilk şefaat eden ben olacağım.) [Müslim]

    (Bütün Peygamberler şefaat edecektir.) [Buhari]

    (Kıyamette Peygamberler, sonra âlimler ve şehidler şefaat eder.) [İbni Mace, Deylemi]

    (Kıyamette Allahü teâlâ, “Melekler, Peygamberler ve salihler şefaatlerini yaptılar. Bundan sonra benim büyük rahmetim kaldı” buyurur.) [Buhari]

    Eshab-ı kiram da, Peygamber efendimizden şefaat talep etmiştir. Hazret-i Enes, (Yâ Resulallah, bana kıyamet gününde şefaat eder misin?) deyince, Peygamberimiz, (İnşallah şefaat ederim) buyurmuştur. (Tirmizi)

    Eshab-ı kiramdan Sevad bin Karib hazretleri de, Resulullahın yanında okuduğu bir şiirde şöyle demiştir:
    (Sen, Peygamberlerden Allah’a vesile kılınmaya en layık olanısın. Mahşer günü Sevad bin Karib’e de şefaât eyle!) [Beyheki, İbni Abdilberr, İbni Hacer]

    Görüldüğü gibi, Eshab-ı kiram da, Resulullah’tan şefaat istemiştir. Allah’ın ve Resulullah’ın şefaat emri için (Allah’tan peygambere sığınmak olur) demenin ne kadar çirkin bir iftira olduğunu bu vesikalar göstermektedir. Üç âyet-i kerime meali de şöyledir:

    (Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.) [Meryem 87] (Bu âyet, Allahü teâlânın izin verdikleri şefaat edecek başkaları edemez diye açıkça bildiriliyor.)

    (Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.) [Necm 26] (Görüldüğü gibi melekler de şefaat edebiliyor. Allah’tan meleğe mi sığınılıyor?)

    (Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] (Demek ki çok şefaat edecekler vardır ki, hepsi de Allahü teâlânın izniyle şefaat edeceklerdir.)

    Allahu Teala katında belli bir mertebesi olduğu sabit olan kişileri (peygamberleri, sahabeleri velileri) vesile ederek , aracı ederek , onları vasıta ederek Allahu Teala’dan istemek ve Allah’a dua etmek şirk değildir..Aynı Şekilde onlardan şefaat talep etmekte asla şirk değildir

    Burada aranan şart şudur :

    Vesile ederek dua ettiğiniz kişi ; Allah katında mertebesi olduğu sabit olan biri olmalıdır..

    Herkesi vesile ederek dua edilmez.

    Bu konuyu ayet ,hadis ve sahabelerin uygulamasını inceleyerek anlatalım;

    Kur’anı Kerim’de Yüce Allah Maide Suresinin 35.ayetinde;

    ”Ey iman edenler Allah’tan korkun , O’na vesile arayın…” buyruluyor…

    Vesile’den kasıt nedir?

    Rabbimizin adeti, herşeyi bir sebebe ve hikmete bağlamaktır…
    Hikmetsiz hiç bir işi yapmaz.
    Biz kullar;Bu sebep ve hikmetleri , bazen biliriz,bazen de bilemeyiz..

    Mevla ; rızasını ibadetlerde gizlemiş ,

    öfkesini günah ve haramlarda gizlemiş…

    Haramları,Günahları ve kötülükleri cehenneme girmeye sebep kılmış…

    İyilikleri, ibadetleri ,Cennete ve rızasına vesile etmiştir…

    Bu alem sebepler alemidir… Herşeyin bir sebebi vardır…

    Bir kulu vesile etmenin şirk olup olmadığını Resulullah ve sahabelerin tatbikatını(uygulamasını) inceleyerek açıklayalım;

    Resulullah sallallahu aleyhi vesellem’in Tirmizi’de geçen Hadisi Şerifinde ; Bu hadisi Şerif , Osman ibni Huneyf Hadisi olarak ta geçer ve bilinir..

    -Bir âmâ(Kör), Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek: “Yâ Rasûlüllâh, Allâh’a dua et de, bana âfiyet versin” dedi.

    -Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “İstersen dua edeyim, istersen sabret” buyurdu.

    -O, “Dua et” deyince,

    -Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını ve güzelce abdest aldıktan sonra, iki rekat namaz kılarak:

    “Ey Allâh! Ben Senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan Muhammed Peygamberin ile Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben bu isteğimin yerine gelmesi hususunda seninle Rabbime yöneldim! Ey Allâh! Onun benim hakkımdaki şefaatini kabul et” diye dua etmesini emretti. İbn-i Huneyf (Radıyallâhu anh) şöyle anlattı: “Vallahi biz henüz meclisten ayrılmamıştık, çok da uzun konuşmamıştık, o âmâ kişi yanımıza geldiğinde sanki onda hiçbir hastalık yokmuş gibi gözleri açılmıştı.”

    (İbn-i Mâce, İkamet, 189, no:1385, 1/441; Tirmizî, De’avât, 119, no: 3578, 51569; Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, no: 17240-41, 6/106; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, no:8311, 9/30; Hâkim, el-Müstedrek, no: 1180, 1909, 4/ 458,700)

    O kör sahabe , Resulullah’ı vesile , aracı ederek Allah’tan istemiş , Allahu Teala’da Resulünün hürmetine o kör sahabenin isteğini kabul etmiştir.

    Soru 2 : Ama o olay, Resulullah’ın sağlığındaydı ?

    Cevap 2 :

    Zaten Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu duayı kendi huzuruna ve hayatına tahsis etmemiş, bilakis “Bir ihtiyacın olursa, yine böyle yap” buyurmuştur. (Ebu’l Haseneyn el-İdrîsî, er-Resâil fî tahkîki’l-mesâil, 1/35)

    Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu hadîs-i şerîfte dara düşenlere, kendisine nidâ etmelerini emretmektedir.

    Çünkü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o kişiye “Ey Allâh!” demesini emretmekle yetinmemiş, tam tersine onun ardından: “Sana rahmet peygamberi Muhammed peygamberinle yöneliyorum” demesini emretmiş, bununla da yetinmeyip bizzat kendisini muhatap alarak ona nida etmek üzere: “Ya Muhammed! Ben Seninle Rabbime yöneliyorum” demesini emretmiştir ki bunun, ondan tam anlamıyla şefaat istemeyi ve himmet-medet talep etmeyi emretmekten başka manası yoktur.

    ….

    -Osman ibn-i Huneyf, Hz. Osman (Radıyallâhu anh) zamanında ona bir işi düşen, fakat Osman (Radıyallâhu anh)’ın ilgisine nâil olamayan kişiye bu abdesti, namazı ve duayı yaptıktan sonra Osman (Radıyallâhu anh)’ın yanına gitmesini tavsiye etmiş; adam bunu yapıp halifenin kapısına gidince, kapıcı gelip elinden tutarak onu halifenin huzuruna sokmuş, Osman (Radıyallâhu anh) da onu alıp yanına oturtmuş ve işini görmüştür. Hatta o kişi Osman ibn-i Huneyf’in Osman (Radıyallâhu anh)’la kendisi hakkında konuştuğunu sanmış, konuşmadığını duyunca da şaşırıp kalmıştır.

    ….

    İbn-i Ömer (Radıyallâhu anh) ‘ın bir kere ayağı uyuştuğunda ona: “En sevdiğini an” denilince, “Yâ Muhammed!” diye Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e nida etti ve uyuşması hemen geçti.
    (Buhârî, el-Edebü’l –Müfred, no:993, sh:261-262)

    ….

    İbn-i Kesîr’den nakledilen: “Yemâme vâkasında Müslümanların şiarı (kendilerini tanıtıcı vasıfları): ‘Ey Muhammed! (Bize yetiş!)’ demeleriydi” (el-Bidâye ve’n-Nihaye, 6/324) rivayeti, sahabe-i kiramın Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ismi hürmetine Allah-u Te’âlâ’dan yardım istediklerinin en büyük delili ve örneğidir

    ….

    Soru – 3 :Fakat Allahu Teala,Kur’an’da Fatiha Suresinde :

    ”Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz. ”
    (Fatiha suresi 4.ayet) buyuruyor.
    Bu ayete göre vesile etmek Şirktir.

    Cevap-3: Bu ayetin anlamı, yaratma bakımından bir kuldan yardım istemektir ve bu şirktir…
    Yani,Yaratma bakımından Allah’tan başka birinden istemek Şirktir…

    Fakat kişi ,Yaratanın ve isteğini verenin Allah olduğunu bilip, vasıta ettiği kişinin de duasının kabulüne sebep,vesile olduğunu bilirse şirk olmaz…

    Yaratma bakımından Allah’tan başka kimseden istenmez…

    Fakat sebepleri inkar edemeyiz..

    O zaman bir müslüman dese ki ; Bu yıl ağaç çok güzel meyve verdi.”

    Bu da şirke girmeli.. Çünkü Meyveyi veren Allah’tır. Ağaç mı meyve verdi??

    Ağaç sadece meyvenin oluşmasına bir sebeptir.. Meyveyi yaratan, Allah’tır..

    Bir müslüman dese ki : ”O doktor beni iyileştirdi” O zaman bu da şirktir..

    Çünkü O kişiyi iyileştiren Allah’tır. Şifayı yaratan , o kula şifayı indiren Allah’tır. .

    Doktor mu şifa verdi de iyileşti..?? Hayır , Allahu Teala şifa verip iyileştirdi..

    Fakat bunlarda İsnad-ı Mecazi vardır..

    Ne demek İsnadı Mecazi?

    Şu demek ;bir sözün mecaz anlamını tercih etmek.

    Müslümanın böyle konuşmalar yapması şirk olmaz. Çünkü Müslüman, meyveyi de , şifayı da verenin Allah olduğunu bilir. Ağaç ve Doktorun ise vesile , sebep olduğunu bilir..

    Şimdi Kur’an dan Delil : Ali İmran Suresinin 49.ayetinde Hz.İsa aleyhisselam ;

    Ve übriul ekmehe (Körü iyileştiririm.) , vel ebrasa(Alacalıyı iyi ederim) , Ve ühyil Mevta(ölüyü diriltirim) buyuruyor…

    Hz.İsa Kafir mi oldu ?? Şirke mi düştü??

    Körü iyileştiren, alacalıyı iyileştiren , ölüyü dirilten , bunların olmasını yaratan İsa mıdır??

    Hayır Allahu Teala’dır…İsa aleyhisselam vesiledir…

    Ama,hemen arkasından bi iznillah(Allah’ın izniyle) diye devam ediyor ayet…

    Yani Allah’ın izniyle yapabilirim demektir…

    Sonuç olarak .. Resulullah’ı , sahabeyi , velileri vesile ederek Allah’tan istemek ,dua etmek şirk olmaz..Daha önce de dediğimiz gibi , Vesile ettiğiniz kişinin Allah katında makamı sabit olan biri olması gerekir. Örneğin bir Resulullah ise ya da bir Sahabe ya da gerçekten bir Allah dostu ise bu kişileri dua ederken vasıta etmek şirk değildir.

    Bir kişiden,Yaratma bakımından İstemek Şirktir..

    Dese ki biri ; ey peygamber benim şu isteğimi yap , bana şunu ver derse bu şirktir… Peygamber birşey yaratamaz ki!! Nasıl yaratsın??.

    ….

    Resulullah ; Mirac gecesi Allah ile görüştü.. Ve Allahu teala; bir gün bir gece de 50 namazın farz olduğunu bildirdi…

    Resulullah dönüşe geçtiğinde, Altıncı Kat Gökte ; Musa ile karşılaştı ..

    Hz.Musa: Rabbin ümmetine neyi farz etti ?diye sorunca

    Resulullah: Allah, ümmetime 50 namazı farz etti dedi ;

    Musa: Ben İnsanları çok denedim,imtihan ettim.. İsrailoğullarından da çok çektim..Senin ümmetin ,ümmetlerin en zayıfıdır..Günde 50 namazı kılmazlar .Rabbine dön hafiflik iste dedi

    Resulullah; Rabbiyle görüştüğü manevi makama döndü .Ve Allahu Teala’dan Hafiflik istedi. Allahu Teala ‘da 5 namaz azalttı.

    Resulullah dönüşe geçti, Yine Musa ile karşılaştı.

    – Hz.Musa kendisine Allah neyi farz etti ?diye sordu

    – Resulullah: 50 namazı 5 namaz azalttı dedi

    Musa:Ümmetin onu da kılmaz. Dön Rabbinden hafiflik iste dedi..

    Resulullah, tekrar Rabbinin huzuruna çıktı hafiflik istedi

    Böylelikle ,Resulullah; Allah ve Musa arasında gitti geldi .. Her seferinde namaz azaltıldı. En sonunda 5 vakite indi.Resulullah dönüşe geçti.
    Musa ile karşılaştı.

    Musa :Rabbin neyi farz etti deyince ;

    Resulullah: Allah, farzı 5’e indirdi. Ve 5 vakit namazı ümmetime farz etti.

    Musa: ‘Dön Rabbine hafiflik iste . 5’te kılmazlar dedi

    Resulullah:Ben aldım , kabul ettim, razı oldum .. Rabbim’in huzuruna çıkıp ümmetim 5’te kılmaz demekten utanırım ..Allah’ın hükmüne razı oldum buyurdu…Ve Bir daha dönmedi…

    Resulullah; Sahabelerine bu Miraç mucizesini anlattı ve dedi ki ;

    -Mirac’a çıkarken bana karşı en heybetli duran Musa idi. Fakat dönerken Ümmetime karşı en şefkatli onu buldum .Musa size ne güzel şefaatçi oldu buyurdu…

    Musa aleyhisselam öleli çok uzun yıllar olmuş.. Eğer ölen ruhun , dirilere şefaati ve yardımı olmasaydı , Neden Resulullah: Musa ne güzel şefaatçi oldu buyurdu??? Nasıl Musa Namazın 50’den 5’e indirilmesinde vasıta oldu??

    ….

    Taberânî, İbn-i Hıbbân ve Hâkim’in sahih kabul ettiği bir rivâyete göre

    Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hz. Ali’nin annesi Fâtıma binti Esed (Radıyallâhu anha) ’ i kabre indirirken yaptığı duada:

    “Ey Allâh! Peygamberin ve ondan önceki peygamberler hakkı için annem Fâtıma binti Esed’i bağışla ve kabrini genişlet” demiştir.
    (Taberânî, el- Mu’cemü’l-kebîr, no:871,24/352)

    Zaten “Onların hakkı” demek onların Allâh katındaki derece ve makamları demektir, yoksa Allâh-u Te’âlâ’ya bir şey vacip olur anlamında değildir.

    Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şirke mi düştü??

    Diyor ki duasında Ya Rabbi , peygamberin ve önceki peygamberlerin hakkı için…Önceki peygamberler ölmediler mi??

    Geçmiş peygamberlerin ölmelerine rağmen ; Resulullah;onları duasında vasıta etmiştir.

    …..

    İbn-i Mâce’nin Bilâl ve Ebû Sa’îd el-Hûdrî (Radıyallâhu anhüma) gibi zatlardan naklettiği namaza çıkma duası da vasıta etmeye delildir.

    Buna göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namaza çıkarken:

    “Ey Allâhım! Ben Senden, Senden isteyenlerin hakkı hürmetine ve Sana (ibadete) doğru şu yürüyüşümün bahşı hürmetine…
    İstiyorum ki, beni ateşten sığındırasın, beni cennete sokasın ve benim günahlarımı bağışlayasın, çünkü günahları Senden başkası affedemez” derdi ve bunu okuyanlara büyük mükâfatlar vaad ederdi.
    (İbn-i Mâce, Mesâcid, 14, no:778, 1/256)

    Resulullah , Duasında ; Ya Rabbi senden isteyenlerin hakkı hürmetine buyuruyor… Allah’tan isteyen kulları duasında vasıta yapmıştır.

    …..
    Soru 4 : Ölüleri de vasıta ederek Allah’a dua edilebilir mi??

    Yine Şehidlerle ilgili ayette Yüce Allah;

    Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz bilemezsiniz.(Bakara Suresi 154.ayet)

    Şehidlerin ölmelerine rağmen , bizim bilmediğimiz bir hayat ile diri olduklarını belirtiyor…Çünkü Peygamberlerin,şehidlerin ,velilerin ruhları salıverilmiş ruhlardır. Allah’ın izniyle ,dirilere yardımda ve şefaatte bulunurlar..

    Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]

    (Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la]

    Her canlı ölümü tadacağı için peygamberler,ölümü tatmışlardır.
    dünya aleminden ebediyet alemine geçmişlerdir… Fakat bizim bilmediğimiz bir hayat ile diridirler.. Ve Allah’ın izniyle yaşayanlara yardım ederler…

    Eğer Resulullah’tan şefaat istemek , şirk olsaydı sahabeler Resulullah’tan şefaat talep ederler miydi? Ya da ettikleri için şirke düşüp kafir mi oldular? Elbette ki hayır ,Şefaatin hak olduğu Ayet ve Hadislerle sabittir. İnkarı mümkün değildir, ilme ihanettir.. Şefaati inkar edenler Resulullah’ın şefaatinden mahrum kalacaklardır.

    (Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.) [Şir’a]

  4. 4 On Temmuz 23rd, 2012, admin said:

    (Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] (Demek ki çok şefaat edecekler vardır ki, hepsi de Allahü teâlânın izniyle şefaat edeceklerdir.)

    Zümer, 44 ayetinde şefaatler diye çoğul bir ifade geçmez. Şefaat sözcüğü tekil olarak verilmiştir. Doğru çeviri şöyledir:

    “De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir.” Zümer, 44

    Meal kontrollerini çok sayıda mealin bulunduğu şu adresten yapabiliriz:
    http://depo3.hasenat.net/hasenat/Hasenat4Kur.rar

    Şefaat konusuna gelince, Kur’an’da bildirilen şefaat, hakkı tanıklıktan ibarettir:
    43Zuhruf/86- “Bilerek hakka şahitlik eden kimseler hariç, O’nun (Allah’ın) dışında dua ettikleri kişiler asla şefaatte bulunamazlar.”

    İslam’da Allah’tan başka hiç kimseye mutlak şefaat yetkisi verilmemiştir. Mutlak şefaat yetkisinin Allah’tan başkasına verilme inancı Hıristiyanlıkta vardır. Onlara göre Hz. İsa’ya mutlak şefaat yetkisi verilmiştir.

    Zümer: 44-De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
    Secde: 4-Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?
    En’am: 51-”Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an’la) uyarıp korkut; onlar için ondan başka ne velileri vardır ne şefaatçileri. Umulur ki sorumluluk bilinciyle davranırlar. “

    İslam’da şartlı şefaat vardır. Buna göre, Allah şefaata izin verirse peygamberler ve iyi insanlar şefaatte bulunabilirler. Bakara, 255

    Diğer ayetlerle birlikte bu izin konusu ele alırsak, Allah uygun gördüğü kişilere izin verebilir. Allah kime, kimin hakkında böyle bir izin verirse o kişi bunu kullanabilir. Ancak bizler %100, kime ve kimin hakkında şefaat izni verildiğini kesin olarak bilmiyoruz. Allah’ın izin vereceğinden emin olmadığımız bir durum hakkında, o kişiden talepte bulunamayız. Ancak Allah’tan bağışlanma dileriz ve dilemeliyiz. Diyelim ki Allah Hz. Peygamber’e şefaat izni verecek, bu iznin bizim hakkımızda olduğunu da bilemeyiz.

    Bakara: 255-Allah -O’ndan başka ilah yoktur-; Her zaman diridir, bütün varlıkların kendi kendine yeterli yegane kaynağıdır. Ne uyuklama tutar O’nu, ne de uyku. Yeryüzünde ve göklerde ne varsa O’nundur. O’nun izni olmaksızın nezdinde şefaat edebilecek olan kimdir? O, insanların gözlerinin önünde olanı da, onlardan gizli tutulanı da bilir; oysa O dilemedikçe insanlar O’nun ilminden hiçbir şey edinemez, hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun sonsuz kudreti ve egemenliği gökleri ve yeri kaplar ve onların korunup desteklenmesi O’na ağır gelmez. Gerçekten yüce ve büyük olan yalnızca O’dur.
    Yunus: 3-Gerçek şu ki, sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede yaratan, sonra da kudret ve egemenlik makamına geçip varlığı yöneten Allah’tır. O’nun izni olmadıkça şefaat edecek kimse yoktur. İşte böyledir sizin Rabbiniz: öyleyse (yalnızca) O’na kulluk edin: artık bunu (iyice) aklınızda tutmayacak mısınız?
    Sebe: 23-O’nun katında, bizzat kendisi için izin verdiği kimseden başkasına şefaat yarar sağlamaz. Sonunda, kalplerinden korku giderilince: “Rabbimiz ne dedi?” derler. “Hakkı söyledi, O’dur yüce, O’dur büyük.“

    Peygamberler ve iyi insanlar ise ancak Allah’ın razı olduğu, yani zaten Cennet’e gidecek insan hakkında şefaatte bulunabilirler.
    Necm: 26-Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; uygun göreceği (meşiyet) ve razı olacağı kimselerden Allah’ın izin vermesi durumu dışında hiçbir şey savamaz.
    20Taha: 109-O Gün, hakkında sınırsız rahmet Sahibi’nin izin verdiği, sözünden razı olduğu kimseden şefaatin (aracılığın) bir yararı olmayacaktır.
    21Enbiya: 28-Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.
    9Tevbe: 100-… Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır…

    78Nebe’: 38- Cebrail (ruh) ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.
    39Zümer: 69- Yeryüzü, Rabbi’nin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahitler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.

    Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah ;
    ”Ey Muhammed! Bil ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendi günahın için, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah’tan bağışlanma dile…”
    (Muhammed Suresi 19.ayet) buyurmuştur…
    Resulullah sallallahu aleyhi vesellem günahsızdır.

    Peygamberler de insandır. Onlar büyük günah işlemekten, bile bile günah işlemekten, yüz kızartıcı bir günah işlemekten uzak dururlar. Onları kusursuz ve bütünüyle hatasız ve günahsız takdim etmek vahye uygun değildir. Nitekim sizin de verdiğiniz Muhammed suresi, 19. ayetinde “Kendi günahın için bağışlanma dile” ifadesi bu gerçeği teyit etmektedir.

    Hz. Adem’den yasağı çiğnemekle Cennet’ten çıkarılmıştır. Taha, 121
    Hz. Musa kazara da olsa bir insanın ölümüne neden olmuştur. (Taha, 40; Kasas, 19, 33; Şuara, 14) Hatta Hz. Musa bu fiiliyle kendisinin yaptığı işin bir günah (zenb) olduğu Şuara, 14’de ifade edilmiştir.

    Hz Yunus da halkından kaçmakla ciddi yanlış yaptığını itiraf etmiştir. Enbiya, 87
    Hz Peygamber de Abese, 1-10 arasında, Enfal, 67-68 arasında uyarılmıştır.

    PEYGAMBERLER GAYBI BİLMEDİKLERİ İÇİN DÜNYA’DA OLUP BİTENLERDEN HABERDAR DEĞİLDİRLER. DİĞER TARAFTAN PEYGAMBERLER KÖTÜLÜK YAPAN İNSANLARA NEDEN TARAF OLSUNLAR Kİ? HANGİMİZ KÖTÜLÜK YAPANLARA TARAF OLMAK İSTER Kİ! ZATEN ALLAH ONLARIN GİZLİ VE AÇIK HER ŞEYLERİNİ BİLMİYOR MU? AFFETMEYİ HAK EDİYORLARSA ELBETTE RABBİMİZ BAĞIŞLAYICIDIR.
    Maide, 109-Allah o gün, peygamberleri bir araya toplar ve der ki: “Siz(den sonra davetiniz)e nasıl bir karşılık verildi?” Onlar da, “Bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Gaypleri hakkıyla bilen ancak sensin” dediler.
    Maide, 117-(İsa:)”Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen’din. Her şeyin üzerine şahid olan Sensin.“ (Bkz. Hadis No: 5059)
    Ahkaf, 9-“De ki: “Ben peygamberlerden bir bidatçı(ilk defa icat eden biri) değilim. (Diğer peygamberler gibi) Ben de, benim başıma ne geleceğini ve sizin başınıza ne geleceğini bilemem. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum çünkü ben sadece açık bir uyarıcıyım.“

    BU KONUDA HADİSLERDEKİ GERÇEK ŞUDUR:
    Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre “Kabilenin en yakınlarını uyar.”(26Şuara: 214) âyeti inince Allah’ın elçisi şöyle bir konuşma yaptı:
    “Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size bir faydam olmaz. Ey Abdumenaf oğulları! Allah’ın yanında size bir faydam olmaz. (Amcasına döndü:) Ey Abdulmuttaliboğlu Abbâs! Allah’ın yanında sana bir faydam olmaz. (Halasına döndü:) Ey Safiyye! Allah’ın yanında sana bir faydam olmaz. (Kızına dönerek) Ey Muhammed kızı Fatma! Benim malımdan dilediğini iste. Ama Allah’ın yanında sana bir faydam olmaz.” dedi. (Buhârî, Vesâyâ, 11)

    Osman b. Maz’un… ölümüne sebep olan hastalığa tutuldu. Vefat edince yıkandı ve kendi elbiseleri içine kefenlendi. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem içeri girdi. O sırada dedim ki, “Osman b. Maz’ûn! Allah sana rahmet eylesin. Allah’ın sana gerçekten ikramda bulunduğuna şahidim.” Bunun üzerine Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Allah’ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?” Dedim ki, “Ey Allah’ın Elçisi, Allah ya kime ikram eder?” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Evet ona kaçınılmaz gerçek geldi. Vallahi onun için hep hayırlar bekliyorum. Ama ben Allah’ın Elçisi olduğum halde nasıl karşılanacağımı vallahi bilmiyorum.” Ümmü’l-alâ dedi ki, “Vallahi bundan sonra hiç kimseyi temize çıkarmam.”(Buhari Cenaiz-3) (Hadis No-6615-Elfiye)

    HZ. PEYGAMBER, TANIK OLDUĞU İNSANLAR HAKKINDA TANIKLIKTA BULUNABİLİR(ŞEFAAT); VEFATINDAN SONRA OLUP BİTENLERDEN HABERDAR DEĞİLDİR
    5059-“Resulullah,… dedi ki:”Ey insanlar! Sizler (kıyamet günü) Allah’ın yanında yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak toplanacaksınız… Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı kimseler getirilir ve sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben:”Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır(sahabemdir)!” derim. Bana:”Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar” denilir. Ben salih kul (İsa)’nın dediği gibi diyeceğim:”Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat sen beni (içlerinden) aldın, onları görüp gözeten yalnız sen oldun. (Zaten) sen (her zaman) her şeye hakkıyla şahitsin.
    5059-…Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen mutlak galib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten sensin sen”(Maide 117-118).] Resulullah devamla dedi ki:”Bunun üzerine bana: “Onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye hiç ara vermediler!” denilecek.”Bir rivayette şu ziyade var: “Ben: “Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!” derim.” [Buhârî, Rikak 45, Enbiya 8, 44, Tefsir, Maide 14, 15, Tefsir, Enbiya 2; Müslim, Cennet 57, (2860); Tirmizî, Kıyamet 4, (3329); Nesâî, Cenaiz 118, (4, 114).]
    5059-…AÇIKLAMA: “Bunlardan murad, Aleyhissalâtu vesselâm zamanında Müslüman olarak yaşayıp sonradan irtidat edenlerdir” denmiştir. Resulullah bunlara da, -üzerlerinde abdest nuru olmasa da- sağlığında onları Müslüman bildiği için nida eder. Ancak “Bunlar irtidat ettiler!” denilir. 3)“ Bunlar, tevhid üzerine ölen büyük günah sahipleri ve kişiyi dinden çıkarmayan bid’atlara düşen ehl-i bid’atdır” denmiştir.
    Bunların alınlarında ve abdest uzuvlarında nur olması da mümkündür. Bunlar, Resulullah zamanında veya ondan sonra da yaşamış olabilirler. Bunları hususi alâmetleriyle tanımış olacaktır. İbnu Abdilberr der ki: “Dinde bid’at çıkaranların hepsi havuz’dan kovulacaktır; Haricîler, Rafizîler ve diğer ehl-i heva.”
    Devamla “Zalimlerin, haksızlıkda ileri gidenlerin, hakkı gizleyenlerin ve büyük günah işleyerek asi olanların” da bu hükme girdiklerini, bu sayılanların hepsinin, sadedinde olduğumuz hadiste haber verilen azaba maruz kalacaklarından korkulduğunu belirtir.
    Esma’dan gelen şu rivayet bize Hz. Peygamber’in çıkacak fitnelere karşı, ashabını uyarmada değişik üsluplara başvurduğunu göstermektedir: “Ben (cennette bana has olan) havuzumun başında yanıma gelecekleri beklerken, bir bölük insan (cehenneme atılmak üzere) yakalanıp getirilir. Ben: “Bunlar benim ümmetimdir” diyerek müdahale ederim. Ancak, “Sen bunların arkandan yüz geri olup, dinden çıktıklarını bilmiyorsun” derler.” Fitne bölümünün açıklama kısmında 4758 no’lu hadisin öncesinde

    AYRICA KONUYLA İLGİLİ ŞU MAKALELERİ OKUYABİLİRSİNİZ:
    http://www.erdemyolu.com/sefaat/sefaat-prof-suleyman-ates-kuran-ansiklopedisi.html
    http://www.erdemyolu.com/coktanriciliksirk2/kur%E2%80%99an-isiginda-sefaat-inanci-6-prof-abdulaziz-bayindir.html
    http://www.erdemyolu.com/sefaat/hadislerde-sefaat.html
    http://www.erdemyolu.com/anasayfa/sefaat_suleymaniye-vakfi.html
    http://www.erdemyolu.com/anasayfa/sefaat_hakki-yilmaz.html
    http://www.erdemyolu.com/anasayfa/ahirette-iltimas-olur-mu.html
    http://www.erdemyolu.com/sefaat/sartli-sefaat.html
    http://www.erdemyolu.com/sefaat/kuranda-sefaat-kavrami.html
    http://www.erdemyolu.com/sefaat/sefaat-anlayisi.html

  5. 5 On Ekim 2nd, 2012, Ahmet Hilmi TAKTAK said:

    Hasan Özkaya bey sen cevap vermemişsin sadece bu güne kadar yazılan ve söylenenleri anlatmışsın.Sana bir soru Peygamberimiz bana nasıl şefaat edecek. Beni tanımıyor bilmiyor. Allah Teala demez mi ben bunu babasının belindeyken den itibaren biliyorum sen neyini biliyorsun. Yine peygamberimizi bir hadisin ben kardeşim İsa gibi diyeceğim derken ben onların içindeyken onları biliyordum Vefat edince onların murakıbı sensin diyecek. İstersen düşünceni bu yönde bir yoğunlaştır bakalım. Allah bildirdi diyerek itiraz edenler de var, ben de onlara, “ahirette vahiy devam mı ediyor” diye soruyorum

  6. 6 On Ekim 22nd, 2012, Hasan Özkaya said:

    Peygamberler küçük, büyük günah işlemezler. Peygamber Zelle işleyebilir. Zelle ise günah değildir. En efdali ve en evlayı yapmayıp, fadılı, yani fazileti tercih etmektir. (Riyad-ün-nasıhin)

    Fetih suresinde Peygamber aleyhisselama hitaben (Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti. Üzerindeki nimetini tamamladı ve seni doğru yola iletti) buyurulan bu âyet-i kerimede, Allahü teâlâ, Resul-i ekremini her türlü ayıplardan teberri ve Onun ismetini, günahsızlığını beyan buyurmaktadır (Şifa-i şerif) Bazı âlimler de bu âyet-i kerimeyi şöyle açıklamışlardır:
    (Allahü teâlâ, seni geçmişte ve gelecekte günah işlemekten korudu.)

    Tebliğ ettiği sözlerde yanılmasının caiz ve mümkün olması, üzerinde durmayıp derhal farkına varması şartı iledir. Bu da icra ettiği şeydeki hikmetleri bilmeyi ve ona tâbi olmayı ve unutmanın faydasını bildirmek içindir. Resulullahın bu husustaki yanılma haline sebep, ilmin anlatılması ve dinin açıklanmasıdır. Nitekim hadis-i şerifte, (Ben hiçbir hususta unutup yanılmam. Böyle bir şey vaki olursa, bu sadece bildirmek istediğimi açıklamam içindir) buyuruldu. Bu durum, onun için bir noksanlık değil, bilakis tebliği genişletmek ve nimeti tamamlamak içindir. Fakat bir tebliğde bulunmak, fiillerindeki hükümleri açıklamak, dini emirleri bildirmek ve kalbine gelen vahiy haberlerini anlatmak maksadı bulunmayan hususlarda bütün mutasavvuflar ve kalb ilmine sahip âlimler, yanılmanın, unutmanın, gaflet ve gevşekliğin imkansız olduğunu bildirmişlerdir.

    Kadı İyad hazretleri, Şifa-i şerif isimli kitabında buyuruyor ki:
    (Küçük günahları Peygamberlere caiz görenler, bu cevazlarına birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin zahirlerini delil olarak almaları, büyük günahları caiz görmeye, icmayı parçalamaya ve müslüman kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri söylemeye sevk etmiştir.)

    Peygamberlerin Tevbe ve İstigfar etmesinin manası bizim İstigfarımızdan farklıdır..

    Resulullah (s.a.v) buyuruyor ; Benimde kalbimin perdelendiği oluyor .Günde yüz kez tevbe ve istigfar ediyorum Hadisi Şerifi ,bir diğer hadiste günde 70 kez İstigfar ediyor..

    Hz.Peygamberin her geçen gün Allah’a olan yakınlığı artıyor ,Allah’A yaklaşmanın sonu yok,sürekli makamı yükseldiği için bir geri makamada kaldık diye İstigfar ediyor … O’nun kalbindeki perdeler ,nur perdeleri.. Devamlı perdeler açıyor , makamı yükseliyor.. Yine bu perdelenmenin anlamı Allah’ı anma ve zikretme konusundaki kesikliktir.. Hz.Peygamer devamlı Allahu Tealayı hatırlama şuuru ile yaşamakta araya giren dünya hayatının gereği olan işler ve olaylar sebebiyle tevbe ve istigfar ediyor.Herşeyden önce tevbe–istigfar bir ibadettir.Peygamberler örnek şahsiyetlerdir.Ümmetlerine hal ve hareketleriyle örnek olurlar…

    Demek ki Resulullah’ın İstigfar etmesi ,günahları var da pişman olup tevbe etmesi anlamına gelmeyip başka hikmetler taşıyor …

    Kainatın Efendisi Kendisine ve ümmetine verilen lutuf ve ihsanlar karşısında kendi ibadetini yeterli görmeyip veya bu nimetlere şükür maksadıyla ibadeti’de istigfarı’da çok yapıyor idi..

    Bizim kalbimizdeki perdeler zulmet perdeleri ,biz tevbe ve istigfarla günahlarımızı sildirmeye uğraşıyoruz .Ama büyüklerin istigfar ile makamları ve yakınlıkları artıyor .. İyilerin iyiliklerini dostlar günah sayarlar..

    Günah işlemekten korunmuşlardır

    Allahü teâlâ, Peygamberleri, Peygamberlikten önce de, sonra da günah işlemekten korumuştur. (Nuhbet-ül-Leali)

    Peygamberler nübüvvetten [Peygamberlikten] önce de günah işlemekten korunmuştur. (Kadı Iyâd / El- Millet-ül Meşhure)

    İbrahim ve İsmail aleyhimüsselam ile ilgili âyetin meali şöyledir:
    ([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Ey Rabbimiz, bizi Müslümanlıkta sabit kıl. Soyumuzdan da Müslüman bir ümmet yetiştir. Bize menasiklerimizi [Haccın usullerini] öğret. Tevbemizi kabul et. Çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak sensin.) [Bekara 128]

    Peygamberler, günah işlemekten masumdur. Hazret-i İbrahim ile Hazret-i İsmail, Kâ’beyi yaptıktan sonra bu yerlerde daha çok duanın ve tevbenin kabul edileceğini öğretmek için böyle dua etmişlerdir. Bu, bizim masumiyetimizi [günah işlemeyişimizi] devamlı kıl demektir. (Kurtubi)

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı. (İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir) buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Taha suresinin, (Âdem unuttu, azim ile, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerimesi bunu bildiriyor.

    Demek ki Hazret-i Âdem günaha azmetmedi. Kasten yapmadı, unutup yanılarak yaptı. Bunun için de affa uğradı. Ama İblis kararla, azimle yaptı ve ebedi lanetlendi. İkisinde de emre muhalefet var; ama birinde unutmak ve yanılmak, ötekinde azim ve karar var.

    Hazret-i Musa’nın Kıpti’yi öldürmesi hakkında Tefsir-i Kurtubi’de bildirilen malumat şöyledir:
    1- Hazret-i Musa, o zaman 12 yaşında idi.
    2- Kavgayı aralamak için iki kişinin arasına girdi. Kıpti hafif itelemekle düşüp öldü.
    3- Bu işte Hazret-i Musa’nın öldürmek için bir kastı yoktu, yanlışlıkla yani kazayla bu olay meydana geldi. Buna rağmen Hazret-i Musa yine de Allahü teâlâdan af diledi. Allah da onu affetti.

    Hazret-i Musa’nın yanındaki Hızır aleyhisselamın günahsız çocuğu öldürmesi ise Allah’ın emri ile idi. Çocuk büyüyünce kâfir olacağı ve ailesine zulmedeceği bildirildiği için, yerine hayırlı bir evlat vermesi için o çocuk öldürülmüştü. Bunda Hazret-i Hızır’ın bir suçu yoktur.

    Peygamberler aya güneşe tapmaz

    Hiçbir Peygamber, Peygamberliğini tebliğ etmeden önce de günah işlemez, hele Allahü teâlâya şirk koşmaz. Müşrikler gibi (Güneş benim Rabbim) demez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O gerçekten Allah’ı tanıyan doğru bir müslümandı. Müşriklerden de olmadı.) [Al-i İmran67]

    (Andolsun ki bundan önce, İbrahim’e de rüşdünü [büluğundan önce hidayeti] verdik. [Onun buna ehil ve müstahak olduğunu] biliyorduk.) [Enbiya 51]

    Bu âyet-i kerimeler de İbrahim aleyhisselamın büluğundan önce de hidayet üzere olduğunu göstermektedir. (Beydavi)

    Durum böyle iken, İbrahim aleyhisselamın yıldıza, aya ve güneş taptığını söylemek, Kur’an-ı kerimdeki ifadeleri anlamamak demektir. Hemen bütün tercüme ve meallerde, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) diye yazılmıştır. Hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu bakımdan Kur’an-ı kerim tercümelerinden fıkıh, akaid gibi ilimler öğrenilmez.

    Tefsir-i Mazharide, Enam suresinin 76-79. âyetlerinin açıklaması şöyledir:
    İbrahim aleyhisselam, yıldızları, ay ve güneş gösterip Bu mu benim Rabbim diyerek bunlara tapanları ilzam etmek [susturmak] istemiştir. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde de böyle bildirilmektedir.

    Tibyan’da (Acaba Rabbim bu mu?) şeklinde tercüme yapılmış. Bu ifadede bile şüphe var. Ancak tefsirlerden aldığı dört açıklama şöyledir:
    1- İbrahim aleyhisselam, müşriklerin cehaletlerini bildirmek için böyle söylemiştir.

    2- Müşriklerin yaptıkları şeyleri başlarına kakmak, doğruyu öğretmek için (Bunun gibi şeyden hiç Rab olur mu, bu mu benim Rabbim) demek istemiştir.

    3- Müşriklerin aleyhine hüccet için, (Sizce benim Rabbim bu ha) demek istemiştir.

    4- (Kavmim Rabbimin bu olduğunu söylüyor) demek istemiştir.

    Bu dört açıklama da Hazret-i İbrahim’in; yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) demediğini, yani müşriklerden olmadığını açıkça göstermektedir. Ay veya güneş için Bu benim Rabbim demek şirktir. Halbuki Peygamberler, şirk değil, günah bile işlemezler. (Feraid)

    Bekara suresinin, (İbrahim, “ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” dediğinde, Rabbi “İnanmıyor musun” dedi. İbrahim, inanıyorum ama, kalbimin tatmin olması için görmek istedim, dedi) mealindeki 260. âyetinden dolayı da bazı sapıklar, (Hazret-i İbrahim, Allah’ın yaratmasından şüphe ediyordu) diyorlar. Halbuki yukarıdaki âyetlerde, İbrahim aleyhisselamın, büluğundan önce de rüşd sahibi doğru bir müslüman olduğu açıklanmıştı. Buna rağmen böyle söylemek, cahillik değil ise, art niyettir.

    Hazret-i İbrahim’e bu çeşit saldırılar olduğu gibi, İslam’ın iki göz bebeğinden birisi olan Hazret-i Ömer’e de İbni sebeciler, (Ömer Hudeybiye’de, Resulullahın Peygamberliğinden şüphe etmişti) diyebiliyorlar. Orada da, Hazret-i Ömer aynen, Hazret-i İbrahim gibi, Allah ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulallah sen Allah’ın Peygamberi değil misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?) mealindeki sözlerinden dolayı ona saldırıyorlar. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, (Sen elbette Allah’ın resulüsün, bizim yolumuz elbette hak, kâfirler elbette bâtıl yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden taviz verilmemiştir) demek istediğini bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. (Kurret-ül-ayneyn)

    Kur’an tercümesi denilen kitapların ne kadar yanlış ve zararlı oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu bilgileri Kur’an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu bilgileri, nakli esas alan ilmihallerden öğrenmemiz gerekir.

    Peygamberler günah işlemez. Zelle işleyebilirler. Zelle, doğrular içinde, en doğruyu bulamamak demektir. Âdem aleyhisselam, kasten yasak meyveden yemedi. Unutarak yediği için mazur görüldü. Taha suresinin, (Âdem unuttu, azimle, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerimesi Âdem aleyhisselamın mazur olduğunu, günahsız olduğunu göstermektedir. Âdem aleyhisselamın mazur olduğu şu hadis-i şerifle de bildirilmektedir:

    (Âdem aleyhisselam ile Mûsa aleyhisselam, Rableri nezdinde münazara ettiler ve Âdem aleyhisselam, Mûsa aleyhisselama galip geldi. Mûsa aleyhisselam dedi ki:
    — Sen o Âdem’sin ki, Allahü teâlâ, seni iki eli ile [vasıtasız olarak] yarattı ve sana ruhundan üfledi, melekleri sana secde ettirdi ve seni cennete yerleştirdi. Sonra da sen bir hatan sebebiyle, insanları yeryüzüne indirdin.
    Âdem aleyhisselam ona dedi ki:
    — Sen o Mûsa’sın ki, Allahü teâlâ seni Peygamber seçtiği gibi, kendisi ile konuşmana izin verdi. Sana her şeyin açıklanmasını ihtiva eden kitabı verdi. Onunla konuşmak, Ona yalvarmak suretiyle seni kendisine yanaştırdı. Şu halde benim yaratılmamdan ne kadar önce Tevrat’ı yazdığını gördün değil mi?
    — Evet gördüm. Kırk yıl önce.
    — Ya Musa, şu halde orada Âdem hata etti yazısını da gördün mü?
    Gördüm.
    — Allah’ın beni yaratmasından kırk yıl önce işleyeceğimi yazdığı işi yapmam üzerine beni nasıl suçlarsın ki?
    Âdem aleyhisselam böylece Mûsa aleyhisselama galip geldi.) [Buhari, Müslim]

  7. 7 On Ekim 22nd, 2012, Hasan Özkaya said:

    Masum olmak, kusursuz ve günahsız olmak, Peygamberlere mahsustur. (Merec-ül-bahren)

    Her Peygamber, büyük küçük her günahtan masumdur. (Riyad-ün-nasıhin)

    Peygamberler günah işlemekten masumdur, temizdir, günah işleyemezler. (Mekt. Rabbani 2/44)

    İmam-ı Gazali hazretleri, Ravda-tüt-talibin isimli eserinde buyuruyor ki:
    (Resulullah, icma ile büyük-küçük günahlardan ve mekruh işlemekten uzaktır. Unutmaktan, gafletten, verdiği haberlerde hata edip yanılmaktan da uzak olduğu icma ile sabittir.

  8. 8 On Ekim 23rd, 2012, Hasan Özkaya said:

    Hz. Yunus’un (a.s.) zellesine gelince:

    Hz. Yunus (a.s.) peygamberlikle vazifelendirildikten sonra, kavmini îmâna davet etmeye başladı. 33 yıl gibi uzun bir müddet tebliğde bulunduğu halde, yine de halk üzerinde bir tesir vücuda gelmemişti. Bu durum Yunus Aleyhisselâmın canını sıktı. Bu sıkıntıdan kurtulma ümidiyle, Cenab-ı Hakkın izni olmadan kavmini bırakıp ayrıldı. Bir peygamber, Rabbinden izin almadan bulunduğu yerden ayrılamazdı. Hz. Yunus (a.s.) bu hareketiyle efendisinden kaçmış bir köle durumuna düşmüştü. (Hülâsatü’l-Beyan , 2: 4748)

    Ancak Hz. Yunus’un (a.s.) bu hareketi vazifeden kaçış veya vazifeyi verene karşı bir isyan mânâsında anlaşılmamalıdır. Yunus (a.s.) sadece İlâhî davete uymayan halktan uzaklaşmıştır. Bu hareket peygamberlerin dışındaki insanlar için hata sayılmaz. Peygamber için de azabı gerektirecek bir günah değildir.

    Bununla beraber, Cenab-ı Hak, zor şartlar altında kalsa da Hz. Yunus (a.s.) gibi davranmamasını Peygamberimize (a.s.m.) tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammedi Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret. Balık sahibi Yunus gibi olma.” (Kalem Sûresi, 48)

    Evet, peygamberlerin “zelle”lerine bir günah gözüyle bakmamak gerekir. Çünkü, günah azabı gerektiren bir şeydir. Peygamberler ise zellelerinden dolayı herhangi bir cezaya uğramayacaklardır.

  9. 9 On Kasım 6th, 2012, admin said:

    Peygamberler örnek insanlardır. Örnek insanlar büyük günahlardan kaçınırlar. Ancak bu, onlar yanılmaz, unutmaz ve kusursuz oldukları anlamına gelmez. Böyle olmadıkları Kur’an’da ifade edilir:

    2Bakara/35-Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” 36-Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik. 37-Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, bunun üzerine (Allah) tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır. 38-“İnin oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.

    20TaHa/117-Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.” 118-“Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.” 119-“Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.” 120-Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” 121-Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı. 122-Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi. 123-Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”

    20TaHa/94-Hârûn: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum” dedi.

    26Şuara/14-“Bir de onlara karşı ben suçlu(günahkar) durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım.”

    28Kasas/15-Mûsâ, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ, “Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi. 16-Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 17-“Rabbim! Bana verdiğin nimetle asla suçlulara arka çıkmayacağım” dedi.

    40Mümin: 55-o halde sıkıntılara karşı sabırlı ol; çünkü, Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir, günahların için bağışlanma dile ve Rabbinin şanını sabah akşam yücelt.
    47Muhammed: 19-O halde, bil ki Allah’ın yanı sıra ilah yoktur ve (hala vakit varken) kendi günahlarının ve öteki bütün mümin erkek ve kadınların (günahlarının) bağışlanmasını dile! Çünkü Allah bütün geliş gidişlerinizi ve (dinlenmek için) bütün kalışlarınızı bilir.

    8Enfal: 67-Kıyasıya girdiği zorlu bir meydan savaşı sonucu değilse, esir almak bir peygamber için yakışık almaz. Siz bu dünyanın geçici kazançlarına talip olabiliyorsunuz, ama Allah (sizin için) sonraki hayatın (güzel: iyi olmasını) murad ediyor: çünkü, Allah doğru hüküm ve hikmetle edip eyleyen en yüce iktidar sahibidir.

    80Abese: 1-O(Peygamber), suratını astı ve uzaklaştı, 2-çünkü kör bir adam o’na yaklaşmıştı! 3-Nereden bilebilirsin (ey Muhammed,) belki de o arınacaktı, 4-yahut (hakikat) hatırlatılacak ve bu hatırlatma kendisine fayda verecekti. 5-Ama kendini her şeye yeterli görene gelince, 6-sen bütün ilgiyi ona gösterdin, 7-halbuki onun arınmaktan geri kalmasının sorumlusu sen değilsin; 8-ama sana büyük bir istekle geleni 9-ve (Allah) korkusu ile (yaklaşanı) 10-sen görmezden geldin! 11-Elbette, bu (mesaj)lar yalnızca birer hatırlatma ve öğütten ibarettir.

    48Fetih: 1-Gerçek şu ki (ey Muhammed,) Biz senin için apaçık bir zaferin önünü açtık, 2-böylece Allah, senin hem geçmişte hem de gelecekteki bütün günahına karşı bağışlayıcılığını gösterecek; ve (böylece) bütün nimetlerini sana verecek ve seni dosdoğru bir yola sevk edecektir.

    4Nisa/105-Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma. 106- Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 107- Kendilerine hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.

    9Tevbe/43- Allah, seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?

  10. 10 On Aralık 11th, 2015, Mustafa ÜNAL said:

    Kuran-ı Kerim eksenli bilgi yazıp onla çelişen yorum düşünceleri devletin resmi sitesinde yayınlamak talihsizlik,edepsizliktir.Kınıyorum.Aşağıda bir yazarınızdan alıntı cümleyi bir kez okuyun.Kuran-ı Kerimle uzaktan yakından bağı olmadığını ümmi birisi bile size söyleyebilir.

    Olsa olsa şu denebilir: “Hz. Peygamber vefât etmiştir, bu durumda kendisinden şefâat dilemenin anlamı ve faydası yoktur”. Böyle düşünenler öldükten sonra O’nun, başkalarına eşit hale geldiği kanâatinde oluyorlar. Şefâat isteyenler ise, O’nun Allah katındaki derece ve konumunu bildikleri için, öldükten sonra da O’ndan şefâat istemenin yararlı olabileceği kanâatinde oluyorlar. Bu iki kanâatin kesin olarak biri siyah diğeri beyaz değildir.

Yorum Yaz