-
18th Ağustos 2008

Hadisleri Kur’an’a denetletmek-Ahmet Keleş

posted in RİVAYETLER(Hadis) |

HADİSLERİ KUR’AN’A DENETLETMEK

 

Hanefîler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Mâlikîler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Mû’tezile ve Hadis’in Kur’an’a Arzı (Kur’an’la denetlenmesi)

Haricîler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Muhaddisler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Çağdaş İslam Âlimlerinin Arz Uygulamaları ve Arz Hakkındaki Görüşleri

Çağdaş Türk-İslam Âlimlerinin Görüşleri

“Din Sadece Kur’an’dır” Görüşü Çerçevesinde Arzı Değerlendirenler

Hadisleri Kur’an’a Arzın(Kur’an’la denetlenmesi) Lehindeki Görüşlerin Kur’an’dan Delilleri

Kur’an’a Arz(Kur’an’la denetlenmesi) Etmeyi Emreden Hadisler (Arz Hadisi )

Arz(Kur’an’la denetlenme) Hadislerinin Değerlendirilmesi

Hadisleri Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi) Aleyhindeki GörüşlerŞâfiîlerin Görüşleri

Hanbeliler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

 

 

 

Hanefîler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Hanefî mezhebi Irak re’y ekolünün, en büyük temsilcisi olan bir mezheptir. Ebû Hanîfe’nin (150/772)[105] künyesine izafeten bu isimle meşhurdur. Mezhep, Ebu Hanîfe ile en büyük temsil noktasına ulaş­mıştır. Hadis’in Kur’an’a arzının bir usûl olarak değerlendirildiği mez­hep Hanefîliktir.

Şafiî (204/824), Ebû Hanîfe için, “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe’nin çocukları hükmündedir.” der.[106] Gerçekten de O, fıkhının enginliği ve aklî melekesinin üstünlüğü ile ün salmıştı. Onun usa vurmaları, o devir fakîhlerini şaşırtacak kadar başarılı ve mükemmeldi.[107] Kendi fıkhının dayandığı esasları cem eden şu sözü hem meşhurdur, hem de konumuz bakımından oldukça önemlidir.” Ben Allah’ın Kitab’ını alırım. Onda bulamaz isem, Rasûlulah’ın (a.s.) Sünnet’ini alırım. Onda da bulamaz isem, sahabeden dilediğimin sözlerini alırım. İş gelip, İbrahim’e (96/714), Şa’bî ‘ye (103/721), İbn Sîrin’e (110/728), Atâ’ya (135/752) dayandı mı, onlar ictihad ettikleri gibi ben de ictihad ederim.”[108]

 

Hanefiler, Sünnet’i Kur’an karşısında üç konumda ele alırlar:

Beyan-ı Takrir: Burada Sünnet, âyetteki anlamları takviye edici gö­rev yapar.[109]

Beyan-ı Tefsir: Âyetlerdeki kapalı olan kısımları açıklar. Müşkil, mücmel ve müşterek kelimeleri açıklamak gibi.

Beyan-ı Tebdil: Bu, âyeti nesih(iptal) demektir. Hanefîlerce Kur’an, Kur’an ile nesh(iptal) olur. Kur’an’ın Sünnet ile nesh olması(iptal olması) için, Sünnet’in mütevatir(kitlesel aktarımlı hadis) veya meşhur(çok kanallı hadis) olması gerekir. Haber-i vâhidler(tek kanallı hadis) Kur’anı-ı neshedemez. Hem de haber-i vâhidler, Kur’an’ın umumuna muhalif olacak bir dere­ceye yükselemezler. Bu nedenle, Kur’an’ın umumuna muhalif olan ha­ber-i vâhidler reddolunur. Onların Rasûlullah’a (a.s.) isnadı kabul edi­lemez.[110] İşte Hanefîlerin, arz uygulaması yaptıkları bu kısma giren ha­dislerdir. Bu türden rivayetleri Hanefî usûlculeri, “Manevi İnkıta'” ola­rak değerlendirmekte ve kabul etmemektedirler.[111]

Ebû Hanîfe’nin şu ifadeleri, onun arzı hangi anlayış ile yaptığını göstermesi bakımından önemlidir. “Eğer bir kimse, ‘Peygamber’in (a.s.) her söylediğine inanıyorum, çünkü Nebî (a.s.) hakkın dışında konuş­maz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse, bu onun Peygamber’e (a.s.) inandığını ve Peygamber’i (a.s.) Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Peygamber (a.s.) Kur’an’a muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah Teala: “Eğer, Peygamber (a.s.) bize karşı olarak Kur’an’a bazı sözler katmış olsa idi, biz onu kuvvetle ya­kalardık, sonra onun şah damarını keserdik de hiçbiriniz de ona yar­dımcı olamazdınız.”[112] kavline uygun olarak onu kuvvetle yakalardı ve şah damarını keserdi. Allah’ın Rasûlü (a.s.) Allah’ın Kitab’ına muhalefet etmez. Allah’ın Kitab’ına muhalefet eden de, Allah’ın Rasûlü (a.s.) ola­maz. Peygamber’den (a.s.) Kur’an’a muhalif hadis rivayet edeni red, Peygamber’i (a.s.) red ve onu yalanlama değildir. Bu ancak Peygam­ber’den (a.s.) batıl rivayet eden kimseyi reddir. Töhmet bu kimseyedir. Bu nedenle, Peygamber’in (a.s.) söylediği herşey, işitelim işitmeyelim başımız gözümüz üzerinedir. Buna iman eder ve Allah’ın Rasülü’nün (a.s.) söylediğine olduğu gibi şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki, O (a.s.) Allah’ın nehyettiği bir şeyi asla emretmez. Allah’ın bağladığı bir şeyi koparmaz. Allah’ın tavsif etiği bir şeyi, başka şekilde tavsif etmez. Şehadet ederiz ki, O (a.s.) bütün işlerinde Allah’a muvafıktır. Bidat ola­cak bir şey yapmamış ve Allah’ın sözüne bir şey katmamıştır. Zorlayıcı­lardan olmamıştır. Bu yüzden Allah; ‘Kim Rasûle (a.s.) itaat ederse, Al­lah’a itaat etmiş olur.’[113] buyurmuştur.”[114]

Ebû Hanîfe’nin kendisine ait olan bu ifadeler, onun; Kur’an-Sünnet ilişkisine ve arz anlayışına âit görüşlerini gayet açık olarak göstermek­tedir. Esas olarak İmam, Sünnet’in asla Kur’an’a muhalif olmayacağı te­zi ve prensibi ile hareket etmektedir. Şayet bir muhalefet var ise o tak­dirde, hakkında şüphe olmayan Kur’an alınır ve ona muhalif olan riva­yet reddedilir. Bu rivayeti reddetmek de, asla Rasûlullah’ı (a.s.) reddet­mek değildir. Bu anlayış, daha sonra mezhebin usûlî bir prensibi olacak ve Hanefî usûlcüler, haber-i vahidin hüccet olması ile ilgili birçok me­seleyi bu prensibe göre yorumlayacaklardır. Hanefîlerce, hem sübûtu katî hem de delaleti katı olan Kur’an’a haber-i vâhid ile gelen bir hadis asla ziyade yapamaz, nesh yapamaz, âyetin âmmını tahsis edemez. Ha­nefî fıkhında haber-i vâhidle amele âit prensipler, büyük ölçüde bu esas üzerine bina edilmiştir. Bu esası zorlayacak ve daha sonra gelen Hanefî usûlcülerin izahında güçlük çekecekleri uygulamalar da vardır. Biz, burada hadisin Kur’an’a arzına da örnek sayılacak bir iki örnek vermek­le yetineceğiz.[115]

Hanefîler, haber-i vâhid ile Kur’an’a ziyadeyi kabul etmemelerine rağmen, dâru’l-harbde hadlerin uygulanmayacağını bildiren”[116] hadisle, amel ettiklerinden dolayı tenkit edilmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin bu uygu­lamasını kendi usûlleri açısından doğrulamak için Hanefî usûlcüler olağan üstü bir zorlamaya ve tevillere gitmişlerdir.[117] Halbuki imam, bu görüşünün nedenini kendisi şöyle açıklamaktadır: “Dârul-harbde had uygulanmamasının sebebi, düşmana iltihak etmesi endişesindendir.” İmam bu ifadesiyle, içtihadının nedenini belirtmiştir.[118]

İbn Ebî Şeybe (235/1679), Musannefinde Ebû Hanîfe’nin amel et­mediği hadisler için bir bölüm açmış ve söz konusu hadisleri nakletmiştir. Tabiî orada Ebû Hanîfe’nin, o hadisler ile neden amel etmediği­ne dâir bir açıklama yapılmamıştır. [122]

Mezhebin arz ile ilgili görüşünü gerekçeleri ile ifade eden Serahsî (490 / 1112), usûlünde şunları söylemektedir: “Bidatların ve hevâya ta­bî olmanın kaynağı, haber-i vâhidleri Kur’an’a ve meşhur hadise arz et­memedir. Bir kısım kimseler, yakin(kesinlik) ifade etmeyen haberleri Rasûlullah’a (a.s.) isnad ediyorlar ve onu -âhad haberi- bir kısım meselelerde esas kabul ediyorlar, işte bundan da, bidat ve hevâ meydana gelmekte­dir. En selametli yol ise bizim âlimlerimizin, selefimizin yoludur ki, Kur’an’ı ve meşhur hadisi, asıl yapmaktadır. Bu asla göre rivayetleri de­ğerlendirip ona uyanları kabul etmekte, ona uymayanları ise reddet­mektedir.”[123] Bu ifadeler gayet açık olarak Hanefîlerin, Kur’an ve meş­hur hadisi, diğer rivayetler için bir kriter ve asıl olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Diğer mezhepler ile yer yer tartıştıkları, haber-i vâhid ile amelde ise Hanefîler, o haberi ya meşhur saymışlar veya Kur’an’a muvafık olmasını yeterli görmüşlerdir. Nitekim, yukarıda verdiğimiz hırsızın elinin kesilmesi konusundaki haber ile, daru’l-harbde hadlerin uygulanmaması misallerinde de, bu esasın gereği ile amel etmişlerdir. Yâni, haberi meşhur kabul etmişlerdir.[124]

Ebû Hanîfe’nin, hadislerin Kur’an’a uygunluğu konusunda göster­diği hassasiyet talebelerine de sirayet etmiş ve onlar da bu noktanın üzerinde titizlikle durmuşlardır. Talebelerinin arasında bu konudaki hassasiyeti ile dikkat çeken Ebû Yûsuf’tur. Konu ile ilgili şöyle söyle­mektedir: “Rivayetler çoğaldıkça, bunlar arasından, bilinmeyen, fıkıh ehlinin bilmediği, Kitab’a ve Sünnet’e uygun olmayan rivayetler ortaya çıkar. Şaz hadislerden sakın, hadisçilerin ve fukahânın bildikleri ile, Ki­tap ve Sünnet’e uygun olanları al. Diğerlerini buna göre değerlendir. Çünkü, Kur’an’a muhalif olan, Rasülullah’tan (a.s.) rivayet edilmiş dahi olsa ondan değildir.”[126]

 

 

Mâlikîler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Medine’nin imamı, imam Mâlik b.Enes (179/795), muhaddis bir fakîhtir. Meşhur eseri olan Muvattâ’ı hadis sahasında verilen ilk devir eserlerindendir. Sahih hadis külliyatları arasında sayılmıştır.[129] İma­mın mezhebinde Sünnet’in, üç görevi vardır: Kur’an’ı takrir eder; Kur’an’ı tefsir eder; Kur’an’da olmayan konularda hüküm koyar. O: “Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi, ancak Sünnet ile mümkündür. Sünnet olmadan Kur’an anlaşılmaz” derdi.[130]

İmam Mâlik, bazen haber-i vahidi Kur’an’a muhalefeti dolayısıyla reddederdi. Bazı ahvalde de, Kur’an’ın umumunu tahsis, mutlakını takyid ederdi. Özellikle hadis, Medîne ehlinin ameli ile de destekleniyor ise, onunla amel ederdi.[131]

İmam Mâlik, “rü’yet” konusunda gelen rivayetleri; “O gün birtakım yüzler, Rab’lerine bakıp parlayacaktır.”[132] ayetlerine arz ederek, Kur’an’a uygun bulmuş ve söz konusu hadisleri reddedenleri Kitab’a tâ­bi olmamakla itham etmiştir.[133]

 

Mû’tezile ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

İslam’ın ilk rasyonalist mezhebidir. Aklı temel ölçü olarak kabul et­mişlerdir. Bu nedenle de dînî meseleleri, aklî ölçüye göre yorumlamış­lardır. Felsefelerine ters düşen Kur’an ve hadisi te’vil ve reddetmekten çekinmemişlerdir. Bu redlerine bir gerekçe olarak Kur’an’a aykırılığı da dikkate almışlardır. Ancak bu Kur’an’a uygunluğu, felsefelerine ve mez­heplerine uygun olduğunda kabul etmişlerdir. Hadisi reddederken aynı zamanda, sahabeye de dil uzatmışlar ve onları da yalancılık ve başka töhmetler ile cerh etmişlerdir. Ebû Hureyre’yi, yalancıların en yalancısı saymışlardır. İbn Mesud’u, kişinin anne karnında sâit veya şaki olacağı rivayetinden dolayı, yalancı saymışlardır. Özellikle en ayrıcalıklı görüş­lerinin olduğu; kader, rü’yet ve günah-ı kebîre gibi konularda gelen ha­disleri kabul etmemişlerdir. Haber-i vâhidleri özellikle Kur’an’a muhale­fet gerekçesiyle reddetmek, Mu’tezilenin genel görüşüdür diyebiliriz.[137]

Kardâvî, Mû’tezile’nin hadisleri hem akla, hem de Kur’an’a arz ede­rek reddetmekte aşırılığa gittiklerini ifade eder ve onların, Kur’an’a mu­halif olduğu gerekçesiyle reddettikleri birçok Hadis’in, Kur’an’a muhalif olmadığını göstermeye çalışır.[138] Özellikle şefaat hakkındaki sahih ha­disleri Kur’an’a muhalif olmakla reddederken, alakası olmayan âyetlere arz edilmesini eleştirir ve bunun, içine düşülen fahiş bir yanlışlık oldu­ğunu göstermeye çalışır.[139]

Mûtezile’nin arz uygulamalarını doğru değerlendirebilmek için, onların Kur’an anlayışlarını gösteren şu örneği vermekte fayda görüyoruz: Amr b. Ubeyd’in bir gün yanında şu âyet okundu:

“Doğrusu bu şerefli Kur’an’dır ve Levh-i Mahfuzdadır.”[140] Hemen şöyle dedi; “Peki, şu âyette Levh-i Mahfuzda mı?: ‘Ebû Leheb’in eli ku­rusun'”[141] Adam; ‘evet’ dedi. O da, “o halde Allah’ın kullarına karşı bir delili yok demektir” dedi.[142]Amr b. Ubeyd’in bu sözleri, Mû’tezile’nin nasıl bir Kur’an anlayışında olduğunu göstermesi bakımından önemli­dir.

İbn Kayyım (751/1371), Î’lâmu’l-Muvakkıîn adlı eserinde, “Kur’an’ın Zahiri İle Sünnet’i Terk Edenler” başlıklı bir bahis açmış ve hangi âyetler ile kimler hangi hadisleri reddettiklerini uzun uzadiya nakletmiştir. Mûtezile’yi de bu meyanda sayan İbn Kayyım, onların da, şefaat ve rü’yet ile ilgili hadisleri reddettiklerini yazar. Cehmiyye, Al­lah’ın sıfatları ve onlar ile ilgili rivayetleri reddetmişlerdir.[143] Kaderiyye, Cebriyye’de Kur’an âyetlerinin zahirleri ile hadisleri reddetmişler­dir.[144]

F. Râzî tefsirinde, Kadı Abdul-Cebbâr’ın (415 / 1024) Hz. Peygamber’e (a.s.) sihir yapıldığını bildiren hadisi, “Allah seni insanlardan ko­ruyacaktır.”[145] ve “Her nasıl gelirse gelsin sihirbaz asla kurtuluşa ere­mez.” âyetine muhalif bularak reddetmiş olduğunu nakletmekte­dir.[146]

Mû’tezile mezhebinin konumuz ile ilgili görüşlerini şu ifade ile özetlemeye çalışacağız: İbn Hazm (456/1064), Mû’tezile imamlarının, “Biz hükmünü Kur’an’da bulamadığımız bir hadisi asla kabul etmeyiz.” dediklerini nakleder.[147] Bu ifade bize, Mu’tezilenin hadisleri Kur’an’a arz etmenin gerekli olduğuna inandıklarını göstermektedir.[148]

 

Haricîler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Haricîler, İslam tarihinde câhil ve bedevi kişilerin oluşturduğu bir fırka olarak bilinir. Güya Kur’an’ı kendilerine rehber ettiğini söyleyen bu fırka mensupları gerek Kur’an’ı, gerekse Hadis’i gereği gibi anlaya­mamış ve anlayacak ilim ehline sahip olamamışlardır. Âyet ve hadisleri yorumlarken ne sebeb-i nuzûlü ne de sebeb-i vurûdu dikkate almışlar­dır. Kimseyi tekfirden çekinmemişler ve büyük günah işleyenlerin küf­re gireceğini ilk defa gündeme getirmişlerdir. Hem Hz. Ali’yi, hem de hakem olayına rıza gösteren bütün sahabeyi kâfir saymaktan çekinme­mişlerdir. Genel görüşleri bu şekilde olan Hâricîler’in, nasıl bir Kur’an ve Sünnet anlayışında olacakları açıktır.[149]

Kur’an anlayışlarına bir misal vermek istiyoruz: Al-i İmran süresin­deki; “Gücü yetenler için Allah’ın beytini ziyaret, Allah’ın kulları üzerinde bir hakkıdır. Kim de bundan imtina ederse, Allah âlemlerden müstağnidir.”[150] Bunun için Haricîler, “kim hacca gitmez ise, kâfirdir” demişlerdir.[151]

Haricîler de Mû’tezile gibi, şefaat ile ilgili hadisler ile, âsî mü’minlerin Cehennem’den çıkacaklarına dâir hadisleri; Müddesir/48; Al-i Imran: /192 ve Nisa: /14 âyetlerine arz ederek reddetmişlerdir.[152]

 

 

 

Muhaddisler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Muhaddislerin hadisi tashih ederken, Kur’an’ı bir kriter olarak al­dıklarını gösteren herhangi bir metod, eserlerinde yok görünmektedir. Muhaddislerin hadisleri sahih kabul etmedeki ölçülerinin ne olduğunu gösteren şu açıklamada bu husus şöyle ifade edilmiştir: “Hadisleri delil olarak veya hükmün kendisi olarak alırken temel kriter, isnadının(rivayetçi kişilerin) sa­hih(güvenilir) olmasıdır. Metnini Kur’an’a arzetmek, meşhur Sünnet’e veya akla uygunluğunu araştırmak yersizdir. Aynca fukahâda olduğu gibi, hadis ile amel edilip edilmemesi de bir ölçü değildir.”[153].

Muhaddislerin, sahih hadis tanımlarına bakılacak olur ise, zahiren Mehmet Görmez’in ifadesindeki gibi anlaşılmaktadır. Ancak durumun böyle olmadığını, sahih hadis’in bir tarifini verdikten sonra göstermeye çalışacağız.

Sahih Hadis:

“Adil ve zabıt sahibi bir râvînin, yine kendisi gibi bir râvîden sonu­na kadar muttasıl olarak naklettikleri şaz ve muallel olmayan hadisdir.”[154]

Sahih Hadis’in tarifinden anlaşılacağı üzere, aranan şartlar iki ana noktaya işaret etmektedir. Birincisi, hadis metnine âit şartlar, ikincisi ise, hadis senedine âit şartlardır. Metne âit şartlara baktığımızda, ha­dis’in Şaz ve Muallel olmamasını görmekteyiz. Şaz rivayet; güveni­lir bir râvînin, cemâatin rivayetine muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetinde tek kaldığı hadistir.[155] Sika ve güvenilir bir râvînin, toplu­luğun rivayetine muhalif, olan hadis’inin kabul edilemeyeceği ve zayıf sayılacağı şartını sahih hadis’in bir şartı sayan muhaddislerin, aynı ha­disin sahihliği için, onun Kur’an’a uygun olması gerektiği şartını dikka­te almamış olmalarını kabul etmek zordur. Kanâatimizce, muhaddisle­rin, sahih bir hadisin asla Kur’an ile çelişmeyeceğine olan inançları o derecededir ki, “Kur’an’a Uygunluğu” ayrı bir şart olarak sahih hadisin tanımı içinde zikrine gerek görmemişlerdir. Değilse onlar, sahih ha­dis’in tarifinin başına; “Kur’an’a muhalif olmamak kaydı ile…” cümlesi­ni ekleyeceklerdi, diye düşünüyoruz. Bizim bu yaklaşımımızı destekle­yen bir delil, muhaddislerin mevzu hadisin tanınma yollarından bahse­derken, “Kur’an’ın Açık Anlamına Aykırılık” prensibini koymalarıdır. Uydurma hadisin tesbiti için gerekli gördükleri bir ölçüyü, sahih hadi­sin tesbiti için de gerekli görmeleri, muhaddislerin bu konudaki hassasiyetleriyle de örtüşen bir durumdur.[156]

 

 

 

Çağdaş İslam Âlimlerinin Arz Uygulamaları ve Arz Hakkındaki Görüşleri

Daha Hz. Peygamber (a.s.)’in sağlığında, kendisinden sonra meyda­na gelecek gelişmeler ve bunların neden olacağı fikrî ayrışmalar ile hi­zipleşmelere dikkat çekmiş ve ümmetine nasıl tedbir alacakları konu­sunda tavsiyelerde bulunmuştur. Sahabe, bu bahsedilen gelişmeleri fi­ilen yaşamış, Rasûlullah (a.s.) adına söylenen pek çok yalan haberlere uydurma sözlere şahid olmuşlardır. Bu tehlikeli akımın durdurulması için Hz. Peygamber’in (a.s.) tavsiyeleri doğrultusunda tedbirler düşü­nülmüş, ilim ehli olanlar bu konuda ölçüler ve kriterler geliştirmeye çalışmışlardır. Hadis usûlünde bahsedilen bütün kriterler, Hz. Peygamber’e (a.s.) isnad edilen sözlerin doğrusunu yanlışından ayırt etmeye matuf olduğu malumdur. Bu kriterlerden biri olarak da, “Kur’an’a uy­gunluk” prensibi konulmuş ve bundan büyük ölçüde de yararlanılmış­tır. Gerek iyi niyetle, gerekse kötü niyetle ortaya çıkan uydurma hadis­ler karşısında Kur’an’ı birincil kriter olarak kabul etmişlerdir. İslam’ın bu uzun zaman diliminde karşılaştığı dahilî ve haricî bir çok tehlikeler karşısında korunabilmesi ve nesilden nesile ulaştırılması, Kur’an-Sünnet bütünlüğünün iyi korunması ölçüsünde olmuştur. Bu bütünlüğün korunamaması, uydurma hadislerin ve hurafelerin din içine sızmasına neden olmuştur. Genellikle uydurma haberleri tesbitte Kur’an’ın ana kriter olmasında bu noktanın tesiri büyüktür. Sonuç olarak; çağımıza kadar olan geçmiş devirlerdeki âlimlerin bir çoğu, yıkarda zikretmeye çalıştığımız şartlar ve gerekçelerle arz uygulamasında bulunmuşlardır.

‘Bugün hadislerin Kur’an ışığında anlaşılıp, Kur’an’a uygunluğunun yeniden belirlenmesi gerekir’ görüşüne karşılık olarak; ‘artık hadisler yeteri kadar araştırılmış ve tashih işlemi tamamlanmıştır, biz ancak biz­den öncekilerin sıhhat derecelerini belirledikleri rivayetler ile, onlara bağımlı olarak amel ederiz’ denilmemelidir. Bugün için de, Hadis-Kur’an bütünlüğü aynı hassasiyetle ele alınmalıdır. Zîrâ, dün bir prob­lem teşkil etmeyen bir rivayet, bugün için problem oluşturabilir. Dün problem oluşturmadığı için arz edilmemiş ve bu şekilde bir tashihe tabi tutulmamış bir rivayet, bugün tutulabilir, işte bu görüşler, bugün ses­lendirilen ve Hadis’in Kur’an’a arzı çerçevesinde duyulan genel bir söy­lemdir.

 

Çağdaş Türk-İslam Âlimlerinin Görüşleri

“Hilâfetin Kureyşîliği” adlı makalesinde Mehmed Hatipoğlu, Hadis’in Kur’an’a arzı ile ilgili görüşlerini de belirtmiştir. Söz konusu “İmamların Kureyş’ten Olacağı” nı bildiren hadisi Kur’an âyetleri ile değerlendiren Hatiboğlu, görüşünü şu şekilde ifade eder: “Muhakkak Al­lah size emanetleri ehline vermenizi emreder.”[177] Âyetinden anlaşıl­maktadır ki, işin başına getirilecek kimsede iki şart aranmaktadır. Ehil olmak ve mü’min olmaktır. Âyet, ‘Ey imanlılar’ diye başlayıp, ulû’l-emr’i de ‘sizden’ şeklinde takyid etmektedir. İslam olmak hiçbir kavmin inhisarında olmadığına, mü’minler ailesine isteyen herkes girebildiğine göre, İslam idarecilerinin her kavimden olabileceği neticesi Kur’ani bir hakikat olarak tecelli eder.” Bu ifadelerinden sonra, İbn Teymiyye’den (728/1328) söz konusu meseleye âit şu nakilde bulunur: “…Layık ve uygun olanın yerine, kendi ırkından olduğu için bir Arab’ı, İranlı’yı, Türk’ü veya Rum’u tercih eden, ‘Ey İman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hiyanet etmeyin! Bile bile emanetlerinize hiyanet etmiş olursu­nuz.’[178] âyeti gereğince, Allah ve Rasûlü’ne hiyanet etmiş olurlar.”[179]

“Kur’anî zihniyetin ışığında rivayetlere değer biçmek durumunda­yız. ‘Kur’anî zihniyet ışığında’ diyoruz, çünkü bu zihniyetin kaynağı elimizdedir ve onu en iyi anlamış ve tatbik etmiş kimse olan Hz. Pey­gamber’in (a.s.) ondan ayrı düşünmüş olması da mümkün değildir. Hz. Peygamber’den (a.s.) mervî hadislerin Kur’an’ı Kerim’e ibra ettirilmesi diyebileceğimiz bu tenkit usûlü, yeni birşey olmayıp tatbik târihî bakımından sahabe devrine kadar gider. Mesela Hz. Âişe, sahabe tarafından yanlış anlaşılmış hadisleri düzeltirken, böyle meselelerde Kur’an-ı Kerim’in yeterli delil olduğunu beyan etmiştir.”[180]

Hadis tenkidinde Kur’an’ın hakemliğine başvurma yolu islam âlimlerince benimsenmiş bir keyfiyyettir. Hususîyle, ilk iki asırda İslam tefekkür dünyasını meşgul eden siyâsî, fikri v.b. her türlü meselenin Hz Peygamber’e (a.s.) çözdürülmek istenmesi, ortalığı sayısız rivayet­lerin kaplamasına sebep olmuştu. Bunların tahkik usûlünden en tesirli­si şüphesiz onları’ tahrifsiz kalmış bir kaynağın yâni Kur’an’ın süzgecinden geçirmektir. Nitekim, II./VIII. asrın ilim muhitlerince malum bir rivayette bu çare, Hz. Peygamber’e şöyle ifade ettirilmiştir: ‘Size benden bir söz ulaşırsa onu Kur’an’a arzedin.’ Bu ibarenin Hz. Peygam­ber sözü olmadığı muhakkak ise de, prensip olarak doğruluğunda şüp­he yoktur.”[181]

Sünnet’in dâima Kur’anî bir asla dayandığı görüşünün temellendiği ana fikir Hz. peygamber’in (as) aslâ Kur’an’a ters düşmeyeceğidir. İşte bu esas bu çerçevedeki bütün görüşlerin özünü teşkil etmektedir. “Hz. Peygamber’in sözleri sonradan yazılmıştır. Bu nedenle de birçok uydur­ma sözler ona isnad edilmiştir. Hadislerden yararlanırken çok dikkatli olunmalıdır. Şurasını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir ki, Hz. Muhammed’in (a.s.) sözleri asla Kur’an ile çelişmez, Kur’an’a ters düş­mez Çünkü onun görevi Kur’an’a ters düşmek değil, aksine ona uygun hareket etmektir.[182]

Salih Akdemir, İlhan Arsel’in; “Şeriat ve Kadın” adlı eserinde kadın­lar ile ilgili naklettiği hadisleri sıraladıktan sonra konumuz ile ilgili şu ifadeleri’ serdetmektedir: “Şurasını hemen belirtelim ki, bu zikredilen ve gerçekten de kadını aşağılayıcı mahiyette olan sözleri, âlemlere rah­met olarak gönderilen Hz. Peygamberin (a.s.) söylemesi asla mümkün değildir. Zîrâ bu sözler Kur’an’ı Kerim ile çelişki halindedir. Oysa böyle bir şeyin vuku bulması, «yâni Hz. Peygamber’in (a.s.) Kur’an’a aykırı bir şey söylemesi, aslâ mümkün değildir. Bu hadisler uydurma hadislerdir.”[183]

Hadislerin Kur’an’daki asıllarına dayandırılması görüşünün, Hicri III yüz yıl mühendislerinin eserlerine de yansımış olduğunu ifade eden Suat Yıldırım bu hususu şöyle değerlendirmektedir: “Üçüncü asrın ha­dis mecmualarının musanniflerine de aynı düşüncenin hâkim olduğu­nu, bu kitapların tertibinden çıkarmak mümkündür. Bu durum en ba­riz bir şekilde Buhâri’nin Sahih’inde görülür. Bu eserin hemen her ye­rinde rivayet edilen hadisler, Kur’an’daki asıllarına rabt edilir. Birçok kitap ve bâbın unvanını bir âyet teşkil eder. Böylece o kitap ve bâbta olan hadislerin, baştaki âyetin tefsirinden ibaret olduğu anlatılmak istenir. Aynı durum, daha az uygulanmakla beraber, Müslim, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî gibi muhaddislerin mecmualarında da görülür.”[184]

Bu konudaki diğer görüşler için, dipnotta vermiş olduğumuz kay­naklara bakılabilir. [185]

 

Diğer İslam Âlimlerinin Görüşleri

Çağdaş âlimlerin görüşlerini aktarmadan önce yapmış olduğumuz giriş kısmında, belirtmeye çalıştığımız dünyanın içine girdiği yeni deği­şimden ilk önce etkilenenler, müstemleke ülkeler olmuştur. Başta Hind bölgesinde yaşayan müslümanlar olmak üzere, Mısır, Cezayir -Mağrib ülkeleri- ve nihayet Osmanlı Devleti’nin merkezi durumunda olan Ana­dolu bu etki alanının içine girmiştir. Hindistan’da Seyyid Ahmed Han ile başlayan, modernleşme ve Kur’an’ı yeniden yorumlama hareketi gi­derek bütün İslam coğrafyasına yayılmış ve temsilciler bulmuştur.[186] Kendilerine daha çok modernistler denilen bu âlimlerin, gelenekçi de­nilen âlimlerden farklı olarak seslendirdikleri düşünceleri, Kur’an’ın ye­niden anlaşılması ve “asrın idrâkine söyletilmesi” idi. Daha sonraları, Cemâleddin Afgânî, M. Abduh, Reşid Rızâ, M. Akif gibi âlimlerin tem­sil edeceği bu görüşler zamanla yaygınlaşıp savunulan bir kurtuluş re­çetesine dönüşecektir.

Kur’an ve Hadis anlayışları ve yorumculuklarını ifadeye çalışacağı­mız bu âlimlerden en meşhur olanı, görüşlerini ve fikirlerini “El-Mecel-letü’l-Menâr” adlı dergide yayınlayan M. Abduh ile, daha sonra bunları birleştirip, meşhur “Tefsîru’l-Menâr”ı meydana getiren Reşid Rızâ’dır. Konumuzla ilgili şu görüşlerini veriyoruz: “Kur’an’ın zahiriyle çelişen bir hadis veya sahâbî sözünün -râvîleri ne kadar güvenilir olursa olsun-senedinin sahih olduğuna inanmıyorum. Kötü niyetli olduğu halde dış görünüşüne aklanılarak güven duyulan nice râvîler vardır. Eğer senet­leri açısından tenkit edildikleri kadar metinleri açısından da tenkit edil­se, birçok hadis çürüğe çıkacaktır.[187]Bir metin kati(kesin) naslara ve olay­lara ters düşmüyorsa ancak o zaman senedin sıhhatinden söz edilebilir. Tearuz var ve cem’ imkanı da yoksa, Kur’an hadislere mukaddemdir. Yapılan rivayetlerde kalbi mutmain olmayan bir kimse, kati surette Kur’an’ı tercih edip râvîlerin hatalı olduklarını kabul etmekten kaçamaz.”[188] Reşid Rızâ, M.Abduh’un hayatına dair yazdığı eserinde şeyhi­nin Sünnet-Kur’an münasebeti ile ilgili görüşlerini de bize nakletmek­tedir: “Hadis ilminde esas, Kur’an’ın naslarına muhalefet eden zayıf ha­dislerin atılması suretiyle, hadisin Kur’an için bir açıklama ve yorum kaynağı olarak değerlendirilmesi ve zahiri itibariyle Kur’an’la çelişme hissini uyandıran sahih hadislerin, Kur’an’a sunulması için içtihad edil­mesidir.”[189]

Rasûlullah’ın (a.s.) Abdullah b. Übeyy b. Selül’ün cenaze namazını kıldırması ile ilgili rivayetleri, Kur’an’a aykırı olması nedeniyle kabul edilemeyeceği görüşünü M. Abduh’tan nakleden ve kendisinin de aynı görüşte olduğunu söyleyen R. Rıza, “bu mesele Kur’an’ın âyetlerine muhaliftir.”[190] demektedir ve arz uygulamasında bulunmaktadır.

 

“Din Sadece Kur’an’dır” Görüşü Çerçevesinde Arzı Değerlendirenler

“Kur’an’a Göre Araştırmalar” adlı eserinde Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Hüseyin Atay, konumuz ile ilgili görüşlerini gayet açık bir biçimde ifade etmektedir: “Hadis mütevâtir de olsa, yine de Allah’ın sözü olan Kur’an’a denk olmayacağını ve Kur’an’ın dâima tercih edileceğini kabul edenlerden yana olduğumu söylemek istiyorum.” “Kendi tutumuma gelince, Kur’an ana kaynak, Kur’an’da olan bir hükümde hadise gitmeye hacet yoktur. Çünkü Kur’an’da olan açık hükümler hadisler ile yanlış yorumlanmış, daha doğrusu, önce yorumlanmış ve sonra bu yorumlar hadis sayılmıştır. Sa­habenin ve tabiînin sözlerinin hadis sayılması gibi. Uydurma hadisler ile fıkıh ve hadis kitapları hele tasavvuf kitapları hınca hınç doldurul­muştur.” “Hadisler birinci kaynak din kültürü olup, benzerlerine birer örnek teşkil ederler. Kur’an’ı anlamaya yardımcı olurlar. Ama Kur’an’a ters olamazlar.”[203]

Atay, hayız halindeki kadının tavaf yapması ve Kur’an okuması ile ilgili rivayetleri kabul etmemiştir. Bu rivayetlerin Kur’an’da bulunan açıklamalara uygun olmadığını şu ifadeleri ile bildirir: “Kur’an’a gittiğimiz zaman, hayız yalnız bir tek şeye engel sayılmaktadır. Kur’an, hayzı sadece, cinsi münasebete engel saymaktadır.”[204]

Hadislerin Kur’an’a uygunluğu ve dinin sadece Kur’an’dan ibaret olduğu görüşünü hem yazılı hem de sözlü savunması ile tanınan bir di­ğer çağdaş âlim de, Prof. Yaşar Nuri Oztürk’tür. Daha önceki eserlerinin ona göre tashih edilmesini istediği, “Kur’an’daki İslam” adlı eserinden ko­nuyla ilgili görüşlerini nakledeceğiz.

Dinin içeriğini, çerçevesini Kur’an çizer. Bunun dışında hüküm kaynağı aramak aldanış, kabullenmekse şirktir. Kur’an’ın tebliğcisi olan Hz. Peygamber, bu ana kaynağın dışında hiçbir şey söylememiştir. Onun yaptığı, ana kaynağın zaman üstü buyruklarına açıklama getir­mek ve o buyrukları canlı örnekler ile, insan hayatına kazandırmaktır. O halde Hz. Peygamber’e isnad edilen bir söz veya bir fiîl, Kur’an’daki buyruklar ile çelişir yahut Kur’an’da olmayan bir hüküm koyma duru­munda görülürse, o söz veya fiilin Hz. Peygamber’e isnadı kabul edile­mez. Bunun aksini söylemek, Allah dışında din sahibi, koyucusu icat etmek olur ki, bunun Kur’an’dan onay alması mümkün değildir. Ne ya­zık ki, Hz. Peygamberin bu dünyaya gözlerini yumduğu andan itiba­ren, Kur’an’ın bu temel anlayışına ters bir gidiş başlamış; ilâhî din önce Arab-Emevî müdahalesiyle yozlaştırılmış, sonraki devirlerde bu yozlaş­ma yüzlerce mezhep ve klik tarafından derinleştirilerek ortaya Kur’an’a nisbeti yüzde ellilerin altına düşen bir karmaşık kurum çıkarılmıştır. Bu karmaşık kurumun oluşturulması esnasında, Allah Rasûlü’ne bin­lerce yalan söz isnad edilmiş ve bunlar Hadis ve Sünnet adı altında in­sanlığın karşısına çıkarılmıştır. Bu uydurmalara karşı çıkanları, “hadise” karşı çıkmakla itham edenler olabilmektedir. Biz de bunları Kur’an’a karşı çıkmak veya Kur’an’ın kontrolünden çıkmakla itham ediyoruz. Sonunda onların savunucusu uydurma rivayetler, bizim savunucumuz ise Kur’an olacaktır. Hz. Peygamberin hadis’ine “evet”, Hz. Peygamber’e isnad edilen yalanlara “hayır”. Bizim imanımız budur. Uydurma rivayetlere dayanan kurum, Allah’ın tek hüküm sahibi, Hz. Peygamber’in tek mübelliğ olduğu din değildir.”[205]

“Hadisler ve Sünnet konusunda, biz bir keyfiyet olarak Sünnet’e saygı duyar, bağlılığımızı bildiririz. Ancak hadis ve Sünnet’le, hadis ve Sünnet diye ortaya sürülen rivayetleri eşitlemeyiz. Rivayeti Kur’an süz­gecinden geçirir; o süzgeçten onay alanları kabul eder, ötekileri hiç çe­kinmeden kaldırıp atarız. Allah’ın dinine hizmet ve sadakatin başka bir yolu olduğunu söyleyenlerin samimiyetine de asla inanmayız. Hadisçilerin kendi aralarındaki, sahih, müttefekun aleyh v.s. gibi terimler Allah ölçüsü değildir. Bizi bağlamaz.”[206]

Öztürk, “Arz Hadisi” ile de ilgili görüşlerini bildirmiştir. Kısaca on­ları da burada veriyoruz: “Kur’an’dan onay alan söz ve fiîl hadisdir, sünnet’tir. Başımızın üstünde yeri vardır. Kur’an’ın filtresinden onay almayan söz ve fiîllerse Allah Rasûlü’ne (a.s.) iftiradır, bizim dünyamız­da yeri yoktur. Bu ölçü bizzat Peygamberimiz (a.s.) tarafından konmuş­tur. Buyuruyor ki: ‘Bana isnad edilen sözler çoğalacaktır. Size benden rivayet edilip de Kur’an’a uygun olanlar bendendir. Bana isnat edilip de Kur’an’a uygun olmayanlar bana âit değildir.[207]

“Benim mızrabımı vurduğum, parmağımı tuttuğum yer Kur’an’dır. Çünkü ben, Kur’an’ın dışında kalan şeyin İslam olduğuna inanan bir insan değilim”[208] Temel argümanı bu şekilde özetlenebilecek olan. Öztürk, hadislerin Kur’an’a arz edilmesi gerektiğini savunmakla birlikte, “Arz Hadisi”ni de sahih kabul etmektedir. Bu görüşlerini,”Kur’an’daki islam” eserinde koruyamamış olduğunu da burada belirtmek istiyoruz. Yukarda altını çizdiğimiz ifadelerinde, Kur’an dışında hüküm koyan, hüküm getiren hadislerin kabul edilemeyeceğini söylemesine rağmen, kitabında bu kabil hadislerle amel etmiştir. Nitekim aşağıda bunun bir örneğini vereceğiz. Kanâatimizce Öztürk, amel ettiği hadisleri neye gö­re sahih sayıp onlar ile amel etmiş olduğunu belirtmiş olsaydı, kendi argümanıyla ters düşmeyecek ve daha tutarlı olacaktı. Çünkü, amel et­tiği hadisler Kur’an’a uygun olmakla tashih edilemez. Çünkü, kendi ifa­desiyle “Kur’an’da olmayan” bir hüküm getirmektedir. Şimdi bu ifade­lerimizi şu örnek üzerinde göstermeye çalışalım:

“Allah dileseydi, namaz vakitlerini beş olarak belirlerdi. Hiçbir tar­tışmaya da meydan vermezdi. Ama o zaman cem’ imkanı kalmazdı. Bu açık alandan yararlandığı içindir ki, Hz. Peygamber (a.s.) cem’ imkanını kullanmış, ümmetine örnek olmuştur. Öğle ile ikindi, akşam ile yatsı bir birlerinin vakitlerinde cem’ edilerek kılmabilir. Bu cem’ etmenin ön­ceden belirlenmiş özür kalıplarıyla kayıtlanması da doğru değildir. Müslüman birey, kendi içinde gerek gördüğü durumlarda bu cem’ yolu­na rahatlıkla gidebilir. Hz. Peygamber’in (a.s.) bu cem’i en rahat za­manlarda bile uyguladığı kesindir. Cem’in yalnızca hac sırasında kulla­nılacağını söylemek tamamen yanlıştır.[209]

Namazların cem’ edilmesinin sadece hacda olacağı görüşü başta hanefiler olmak üzere birçok fukahânın görüşüdür. Cem ile ilgili hadisleri zayıf gördüklerinden, hem Kur’an’a ziyade hüküm getirdiğinden, hem de Rasûlullah’tan nakledilen meşhur hadise muhalif olduğundan amel etmemişlerdir. İşte Hanefiler başta olarak bu şekilde düşünenlerin gö­rüşleri aslında, Öztürk’ün devamlı savunduğu, kendi ifadesiyle mızra­bını vurduğu, görüştür. Ancak, yukarda görüldüğü gibi kendi tezine ters düşmüştür. Kendi aslî tezine tam anlamıyla uygun olan Hanefîlerih görüşüne de, “tamamen yanlıştır” demektedir.

Öztürk, Fatiha Süresi’nin son âyetindeki, “Dâll ve Mağdub aleyh” olanların, Hristiyanlar ve Yahudiler olduğunu söyleyen hadisi kabul et­memiştir ve şöyle demiştir: “Bu söz uydurmadır. Kur’an’ın beyanlarına terslik veya ilave anlamında bir sözün Hz. Peygamber tarafından söy­lenmesi mümkün değildir.”[210]

Miraç ile ilgili rivayetleri de, Atay ile aynı görüşte olduğunu ifade edip ondan nakleden Öztürk, bunların da Kur’an ile çeliştiğini vurgula­yarak kabul etmemiştir.[211]

 

Hadisleri Kur’an’a Arzın(Kur’an’la denetlenmesi) Lehindeki Görüşlerin Delilleri Kur’an’dan Deliller

Hadisin Kur’an’a arzını gerekli görenler; Rasûlullah’ın (a.s.) Kur’an’a muhalif olamayacağını, zaten hadisin büyük bir ekseriyetinin vahiy olması nedeniyle, hadislerle Kur’an arasında çelişki düşünmenin mantıken imkansız olduğunu söylemektedirler. Necm Suresi’ndeki “O, hevasından konuşmaz; O’na vahyolunanı söyler”[215] âyetini, sahih Sünet’in asla Kur’an ile çelişmeyeceğine delil sayarak, sahih olmayan süneti belirlemede Kur’an bir ölçü olarak alınmalıdır, görüşünü savun­muşlardır. “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”[216] âyetine dayana­rak, Hadis’in de bu anlamda Kur’an’a râci’ olacağını söylemektedirler. “Sana herşeyi açıklayan Kur’an indirdik.”[217] Bu âyetin, hadise de şâmil olduğu, yâni hadisteki konuları, asıllar ve esaslar halinde Kur’an’ın içerdiğini söylemişlerdir.[218]

Bütün Sünnet’in sonuçta mutlaka Kur’an’dan bir asla dayanacağı görüşünün büyük savunucusu Şâtıbî, arzın Kur’an’dan delillerine deği­nirken, “Sen en yüce bir ahlak üzeresin”[219] âyetini, Hz. Âişe’nin “Onun ahlakı Kur’an idi”[220] sözü ile birleştirip, şöyle bir neticeye ulaşır: “Âyetin ve Hz. Âişe’nin ifadeleri, Sünnet’in kavlî, fîlî ve takrîrî bütününün, neti­cede Kur’an’a dayanacağını gösterir.” Bu ifadeleri ile Şâtıbî, söz konusu âyeti de delil sayar. [221]

Haricîlerin konuyla ilgili delil olarak kullandıkları bir diğer âyet de, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendisidirler.”[222] âyeti ile, “Hüküm ancak Allah’a aittir.”[223] âyetidir.[224]

 

Kur’an’a Arz(Kur’an’la denetlenmesi) Etmeyi Emreden Hadisler (Arz Hadisi )

Benden size gelen şeyi, Allah’ın Kitab’ına arzedin. Ona uygunsa, onu ben söylemişimdir. Ona uygun değilse, ben onu söylemedim.”[226]

İmam Şâfî’i, bu hadis ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Bunu, hadisi büyük ya da küçük herhangi bir konuda sabit bir kimse rivayet etmemiştir. Yine, rivayet meçhul bir kişiden olduğu için munkatı’dır ve biz böyle bir rivayeti, hiçbir şey hakkında kabul edemeyiz.”[227]

Benden sonra size çok hadis rivayet edilecektir. Size, benden bir hadis rivayet edildiğinde, onu Allah’ın Kitab’ına arz edin. Eğer ona uy­gun ise kabul edin ve biliniz ki o bendendir. Ona muhalif olur ise, onu reddedin ve biliniz ki ben ondan beriyim,” Bu hadisi Serahsî, Kur’an’a muhalif rivayetlerin kabul olunamayacağı ve onunla amel edilmeyeceği konusunu işlerken nakletmektedir. Hadis hakkında ise, hiçbir olumsuz bilgi vermemektedir. Delil olarak kullanmasından da, sahih kabul ettiği anlaşılmaktadır.[228]

Benden size ulaşanı Allah’ın Kitab’ına arzediniz. Şayet Allah’ın Kitab’ına uygun ise onu ben söylemişimdir. Eğer Allah’ın Kitab’ına uygun değilse onu ben söylemedim. Ben ancak Allah’ın Kitab’ına muvafakat ederim ve Allah beni Kitab’ıyla doğruya ulaştırmıştır.” Bu rivayetten sonra İbn Abdi’l-Berr (463/1083), “bu rivayet ilim ehli olanlarca sahih olarak Rasûlullah’dan (a.s.) nakledilmemiştir. Ayrıca ilim ehli olanlar, biz bu hadisi Allah’ın Kitab’ına arz ederiz ve onun kendisinin Allah’ın Kitab’ına muhalif olduğunu görürüz. Çünkü Allah, Kitab’ında, peygam­berine tabi olmayı böyle bir şarta bağlamamıştır.”, dediklerini nakletmektedir.[229]

Size bir hadis rivâyet olunduğunda, veya rivayet edilir ise, veya bir hadis söylendiğinde, onu Allah’ın Kitab’ına arz ediniz. Eğer uyar ise ka­bul ediniz. Şayet uymaz ise reddediniz.” Fîrûzâbâdî (817/1437), “bu hadis mevzuların en mevzuudur”, der. Şevkânî (1255/1877) de bu ha­disi mevzu olarak kabul etmektedir.[230]

Ayrıca bu hadis hakkında Aclûnî (1162/1784), Sagânî’nin (650/1272) bu hadisi mevzuatında zikrettiğini söyledikden sonra, bu konuda gelen rivayetlerin bütününün üzerinde söz söylenmiş olduğu­nu nakletmektedir.[231]

Yahudilere Hz. Musa’dan (a.s.) soruldu ve onun hakkında çok şey söylediler. İlavede bulundular, eksiltme yaptılar ve nihayet küfre düştü­ler. Hrıstiyanlara da Hz. İsa (a.s.) hakkında soruldu. Onlar da onun hakkında çok şey söylediler, ilave ettiler, eksiltme yaptılar ve nihayet küfre düştüler. Pek yakında benden de hadisler yayılacaktır. Size bana ait bir sözüm ulaşırsa, Kur’an’ı okuyup ona itibar ediniz. Allah’ın Kitab’ına uygun ise, ben onu söylemişimdir. Allah’ın Kitab’ına uygun de­ğilse, ben onu söylemedim.”[232]

Aclûnî, “bu hadis, şeyhimiz İbn Hacer’e soruldu, şu cevabı verdi: ‘Bu hadis hangi tarikten gelmiş ise, aleyhinde söz söylenmiştir.”‘[233]der.

Heysemî (807/1405), bu hadisi Taberânî’nin (360/971) el-Kebirde naklettiğini söyledikden sonra şöyle dediğini naklediyor: “Hadis’in senedinde bulunan Ebû Hâzır Abdulmelik b. Abdi Rabbih, münkeru’l-hadisdir.” [234]

Sevban, Rasûlullah’tan (a.s.) naklediyor: ‘Dikkat edin İslam’ın gidi­şatı değişecek.’ ‘Bu durumda nasıl yapacağız Ya Rasûlallah (a.s.)?’ de­nince buyurdular ki; ‘benim sözümü Allah’ın Kitab’ına arzedin, ona uy­gun ise o bendendir ve ben onu söylemişimdir.’

Hadisin senedinde, Yezîd b. Rebîa vardır. Bu râvî metruk ve münke-ru’l-hadistir. [235]“Ebû Hüreyre Rasûlullah’tan (a.s.) şunu nakleder: Hadis ikidir. Farz hakkında olan hadis ile farzların dışında olan hadistir. Farz hak­kında olan hadisin aslı Allah’ın Kitab’ındadır ve onu almak hidâyettir, terki de dalalettir. Aslı Kitabullah’ta olmayan hadise gelince onu almak fazilet, terketmek ise hata değildir.” Bu hadisi Taberânî, el-Evsat’ta riva­yet etmiştir.[236] Suyûtî (911/1531), bu hadisi Beyhakî’nin sahih saymadı­ğını nakleder.[237]

Kim benim hakkımda Allah’ın Kitab’ına ve benim Sünnet’ime uy­gun güzel bir söz söylerse, ben onu söyledim. Kim de benim hakımda Allah’ın Kitab’ına ve benim Sünnet’ime muhalif yalan bir söz söylerse, Cehennem’deki yerini hazırlasın.”[238]

“Hz. Ali’den nakledilmektedir: “Yakında benden hadis nakleden in­sanlar geleceklerdir. Kim size, Kur’an’a benzeyen bir söz söylerse ben onu söyledim. Kim de Kur’an’a benzemeyen bir söz söylerse, ben onu söylemedim. O sadece ateşten bir yudumdur.” İbn Hazm, ‘hadiste ge­çen, Hüseyin b. Abdullah zenadıkadandır. Hadisi de sakıttır’, demekte­dir.[239] Bunun benzeri bir hadis yine Hz. Ali’den nakledilmiştir; “Ölü­mümden sonra benden hadis rivayet eden çok râvîler olacaktır. Onların hadislerini Kur’an’a arzediniz. Eğer Kur’an’a uygunsa onları alınız. Uy­gun değilse almayınız.” Beyhakî ve Dârekutnî (385/995), bu hadiste vehm olduğunu, râvî Asım’ın Zeyd b. Ali’den rivayetinin munkatı’ ol­duğunu söylemişlerdir.[240]

Benden nakledilen hadis üçtür: Benden size gelen herhangi bir ha­disi Allah’ın Kitab’ında buluyorsanız hemen kabul ediniz. Benden size ulaşan, herhangi bir hadisin yerini Kitap’ta bulamıyorsanız ve durumu­nu da tanımıyorsanız kabul etmeyiniz. Benden size ulaşan herhangi bir hadisden dolayı tüyleriniz ürperiyor, kalbleriniz titriyor ve Kur’an’a da muhalif bir şey buluyorsanız, onu reddediniz.” İbn Hazm, “hadis mürseldir, râvî el-Esbâ’ da meçhuldür” diyerek hadisi kabul etmemekte­dir .[241]

Gerçekten ben bilmiyorum belki siz benden sonra, benim söyle­mediğim şeyleri söyleyeceksiniz. Size söylenen benim sözümden, Kur’an’a uygun olanı tasdik ediniz, Kur’an’a uygun olmayanı da tasdik etmeyiniz.” Hadis mürseldir. Râvî, Amr b. Ebû Amr da meçhuldür. İbn Hazm bu rivayeti verdikden sonra, “Allah, Rasûlü’nü Kur’an ile hidâyet etmişken Hz. Peygamber (a.s.) nasıl olur da Kur’an’a muhalif bir söz söyler?!” der.[242]

Şüphesiz benden sonra râvîler, benden hadisler rivayet edecekler­dir. Onların hadislerini Kur’an’a arzediniz. Kur’an’a uygunsa alınız. Eğer Kur’an’a uygun değilse almayınız.” Beyhakî, “hadiste vehm vardır”, demiştir.[243] “Ebû Ca’fer, Rasûlullah’tan şunu nakletmektedir: “Allah Rasûlü (a.s.) Yahudileri çağırdı ve onlara sordu. Onlar da naklettiler ve nihayet Hz. İsa hakkında yalan söylediler. Bunun üzerine Allah Rasülü minbere çıktı ve insanlara hitap etti: Pek yakında benden hadisler yayılacak, size Kur’an’a uygun olarak gelen bendendir. Kur’an’a muhalif olarak gelen ise benden değildir.” Beyhakî (458/1078), ‘hadisin senedindeki Hâlid b. Ebî Kerime meçhuldür, Ebû Ca’fer de sahabe değildir. Hadis munkatı’dır.’ demektedir.[244]

Size benden çeşitli hadisler geldiğinde, onlardan Kur’an’a ve be­nim Sünnet’ime uygun olanlar bendendir. Onlardan Kur’an’a ve benim Sünnet’ime uygun olmayanlar benden değildir. “[245]

Benden hadis yayılacaktır. Size Kur’an’a uygun bir şey gelirse bilin ki o bendendir. Benden Kur’an’a muhalif bir şey gelirse o benden değildir.”[246]

Arz(Kur’an’la denetlenme) Hadislerinin Değerlendirilmesi

Yukarda nakletmiş olduğumuz rivayetler, Hadislerin Kur’an’a arzedilmesi konusunda Hz. Peygamber’e (a.s.) isnad edilen hadislerdir. El­bette bu naklettiklerimizden başka da rivayetler bulanabilir. Ancak bu naklettiğimiz rivayetlerin, konuya ışık tutması için yeterli olduğunu düşünüyoruz. Şimdi bu rivayetlerin bir değerlendirmesini yapacağız. Önce bu hadislerin sıhhatleri açısından iki noktanın üzerinde durmak istiyoruz.

1- Arz Hadisleri olarak verdiğimiz rivayetlerin büyük bir çoğunlu­ğu, muhaddislerin büyük bir ekseriyeti tarafından “mevzu” kabul edil­miştir. Verileri referanslardan da anlaşılacağı üzere, bu rivayetlerin ekseriyeti mevzuat kitaplarında zikredilmektedir. Mevzuat kitaplarının dışındaki (ulaşabildiğimiz) kaynaklarda ise, hadis için “mevzu” hük­münün verildiğini göstermiş bulunmaktayız. Konuya bu açıdan bakı­lınca, arz hadislerinin kabul edilmesi ve hadislerin Kur’an’a arzında on­larla delil getirmenin mümkün olmadığını görmekteyiz. Bu noktanın üzerinde aşağıda değişik bir açıdan tekrar duracağız.

2- Arz hadislerinden bazıları muteber hadis mecmualarında da zik­redilmiş ve tahriç edilmiştir. İmam Ahmed b.Hanbel[263] Dârekutnî[264] İbn Hibban[265], Buharı[266] gibi muhaddisler ile, Ebû Yûsuf[267], Serahsî[268], Cessas[269], Pezdevî ve Abdulaziz Buharı[270] gibi Hanefî âlimler de eserle­rinde söz konusu Arz hadislerinden bazılarını rivayet etmişlerdir. Arz hadislerinin bu şekilde sahih kabul edilerek rivayet edilmesi, bu konudaki hadislerin bütününün birden “mevzu” sayılıp geçilmesinin isabetli olmayacağını bize göstermektedir.

Arz hadislerinin sıhhati ile ilgili göz önünde bulundurulması gere­ken bir diğer önemli nokta da, bu hadisleri rivayetleri açısından sahih kabul etmeseler bile, manasının sahih olduğunu söyleyen âlimlerin görüşleridir.[271] Bu yaklaşımın aşağıda yapmaya çalışacağımız, Arz hadisle­rinin “mevzûluğu” ve “uydurulma nedenleri” açısından önemli bir noktayı teşkil ettiklerini göreceğiz. Bu nedenle Arz hadislerinin, anlam­ları bakımından bir problem taşımamış olduklarını dikkate almamız ge­rekmektedir.

Bu hususda dikkate alınması gereken bir diğer önemli nokta da, tâ­rihî arz uygulamalarıdır. (Bize göre) Hz.Peygamber (a.s.) ile başlayan, sahabe ve diğer bir çok imam tarafından tatbik edilen bu uygulamalar da, Arz hadisleri ile anlatılmak istenilen mananın, İslâmî esaslar ile çe­lişmediğini göstermektedir. Arz uygulamalarının bu târihî geçmişi, Arz hadisleri için destekleyici bir unsur olmak durumundadır. Bu noktalar­dan hareketle yapacağımız değerlendirmede, Arz hadislerinin sıhhati ile ilgili bu iki noktadan sonra, bu hadislerin neden ve kim tarafından uydurulduğunu ve bu konuda âlimlerin yaklaşımları ile, kendi müta­laamızı belirtmeye çalışacağız.[272]

 

Arz Hadislerinin Mevzu Oluşu

Gerek Rafızî ve Zındıkların uydurmuş olmalarını esas alalım, ge­rekse iyi niyetle müslümanların uydurmuş olduklarını dikkate alalım, sonuç olarak bu hadislerin uydurma olduğu neticesine ulaşılmaktadır. Halbuki biz, Arz hadislerinin sıhhati hakkındaki değerlendirmemizde yukarda ifade ettiğimiz gibi, hem bazı büyük muhaddislerin bu hadisle­rin bazısını rivayet etmelerinden hareketle, hem de özellikle Hanefî âlimlerin bu hadisleri -bütününü değil- sahih kabul etmelerinden hare­ketle, bu rivayetlerin bütünü hakkında mevzu kararı vermenin tam isabetli olmayacağını düşünüyoruz. Arz hadisleri içinde, senet açısından ve metin açısından mevzu olan rivayetlerin mevcudiyeti, bu konudaki bütün rivayetlerin mevzu olması sonucuna bizi göturmemelidir. Biz bu hadislerin değerlendirilmesinde şu noktaların da dikkate alınmasında yarar olduğu kanaatindeyiz:

1- Zındıkların ve Râfızîlerin dîne zarar vermek kasdıyla bu hadisleri uydurduklarını söylemek ne derece isabetlidir? Bu sorunun cevabı üzerinde durulmalıdır. Çünkü, başta Zındıklar olmak üzere dine zarar vermek isteyen diğer fırka mensuplarının uydurdukları söylenilen bu hadisleri, bir çok büyük âlim sahih kabul ediyor ve onunla kendi mez­heplerinde önemli bir ölçü olarak hüküm çıkarıyorlar. Hak ve büyük bir mezhebin, kısmen de başka imamların sahih sayıp amel ettikleri bir hadisi, dîne en büyük zaran vermek maksadıyla Zındıkların uydurdu­ğunu söylemek, bu mezhep ve âlimler için ciddî bir itham olacaktır. Bu noktanın dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bu imamların söz konusu hadise karşı tutumlarını doğru buluyorsak, onları Zındıkla­rın uydurduğunu söylemek yeterince isabetli görünmemektedir. En azından, ifade edilen uydurma gerekçesi yerine oturmamaktadır. Şayet Zındıkların uydurduğunu kabul edersek, bu imamların bu kadar dik­katsiz olmalarını izah etmek oldukça zordur.

2- Zındıklar böyle bir hadisi nasıl uydurmuşlar ki, bu hadisin anla­mının doğruluğunu çoğunluk kabul ediyor.[280] Yine bu hadisin gereği ile, sahabe devrinden itibaren amel edilip arz uygulaması yapılıyor. Bu târihî arz uygulamaları ışığında da konuya bakıldığında, bu hadislerin Zındıklara ve Râfızîlere isnadının çok kolay olmayacağı, isnad edilirse bu türden çelişkilerden kurtulamayacağı kanaatindeyiz. Zîrâ, bu hadis dîne o kadar zarar veriyorsa, bu zararı, bu hadislerle ilk defa amel edenler vermiş olduğunu kabul etmeliyiz. Kaldı ki, ‘bu hadisleri Zın­dıklar uydurmuş’ diyen âlimler, bu hadisler ile Zındıkların hangi uygu­lamaları sonunda nasıl Sünnet’e zarar verdiklerine dâir bir örnek de vermemişlerdir.

3- Bu rivayetleri uydurma kabul edecek olsak bile, bunu Zındıklara ve Râfızîlere isnad etmektense, bize göre; Hz. Peygamber’den (a.s.) iti­baren var olan arz uygulamasının zamanla hadis şeklinde formüle edil­miş olduğunu kabul etmenin daha tutarlı olacağı ve târihî arz uygula­masının dini geleneğimiz içindeki yerini izah açısından da daha kolay olacağı kanaatindeyiz.

4-Arz hadisleri hakkında belirtilen görüşlerin arkaplanına baktığı­mızda da, bu hadisleri Zındıklara vb. nisbet etmenin çok tutarlı olmadığını farkedebilmekteyiz. Başta İmam Şafiî olmak üzere, bu hadisleri kabul etmeyenler, Sünnet’in müstakil teşri’ değerinin zarar göreceği en­dişesinden hareket ettiklerini veya Kur’an’da aslı bulunmayan bir takım hadislerin reddedileceği endişesinin bu görüşlerin arkasında gizli oldu­ğunu görüyoruz. Ayrıca o dönemde Sünnet’i bütünüyle inkarın ciddi olarak tartışılması da, bu türden rivayetlere karşı daha tedbirli bakmaya ve tavır almaya sevketmiş olacağı düşünülebilmektedir. Bu nedenle, arz ile ilgili rivayet edilen hadislerin, bu türden bir târihî arkaplandan kay­naklanan şartlı bir bakışın hükmüne müncer olduğu da gözden ırak edilmemelidir.

5- Bu konudaki hadisleri, hakîkaten Rafızî ve Zındıklar da kötü ni­yetli olarak kullanmak istemiş de olabilirler. Bunların da bu hadisleri dillerine dolamış olmaları, toptan bu rivayetleri uydurma olmaya mah­kum etmemelidir, diye düşünüyoruz. Sû-i niyetle, bir çok sahih hadis­ten hatta Kur’an âyetlerinden de uygun olmayan anlamlar çıkarmak ve kullanmak mümkündür. Bu açıdan “kötü niyet” ölçü alınarak hüküm bina edilmemelidir.

6- Arz hadislerinin uydurma oluşunu ifade eden âlimler, bu hadis­lerin kendi içlerinde çelişki taşıdıklarını, bu hadislerin kendilerini Kur’an’a arz ettiğimiz zaman, Kur’an’ın bunları reddedeceğini söylemiş­lerdir.[281] Söz konusu arz hadisini Kur’an’a arz edince de, “Rasûl size ne­yi verirse onu alın.”[282] âyetine arz etmişlerdir. Biz böyle bir arzın isabet­li olmadığını düşünüyoruz. Sahabenin arz uygulamalarını değerlendir­diğimiz yerde de ifade etmiştik; bu âyete yapılacak arz sağlıklı bir so­nuç vermez. Çünkü, âyet kendi bağlamından kopuk olarak anlaşılmak­tadır. Bu âyete yapılacak bir arz ile bütün hadisler kabul edilmelidir. Arz Hadisi de dahil! Dolayısıyla biz, bu hadisler arz edilecekse, Kur’an’ın bu âyetine değil, Hz. Peygamber’in (a.s.) yalan ve yanlış ko­nuşmayacağını bildiren, Allah’ın onun yanılmasına izin vermediğini bildiren, sahih rivayetlerde varid olduğu şekilde, ancak hakkı söylediği ifade edilen sahih Sünnet’e ve âyetlere arz edilmelidir.

Şâtıbî bu hadisin Allah’ın Kitab’ından şu âyetlere arz edilmesi ge­rektiğini, o takdirde hadisin Kur’an’dan onay alıp kabul edilebileceğini Tahâvî’den naklen söylemektedir: “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer.”[283], “Rablerinden korkanların bu Kitab’dan tüyleri ürperir. Sonra hem derileri hem de kalbleri Allah’ın zikrine yumuşar ve yatışır.”[284], “Peygamber’e indirilen Kur’an’ı işittiklerinde gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolduğunu görürsun.”[285] İşte bu âyetlere, bizim yukarda rivayetini nakletmiş olduğumuz şu hadis arz edilirse Kur’an’ın bunu reddetmediğinin “görüleceği ifade edilmiştir: “Benden bir hadis duyduğunuz zaman, onu kalbleriniz tanır. Tüyleriniz ve tenleriniz ona yatışır ve onu kendinize yakın görürsünüz. İşte ben o hadise hepinizden daha yakınım. Yine benden bir hadis duyduğunuzda, kalbleriniz onu yadırgar, tüyleriniz ve tenleriniz ondan ür­perir, onun bir münker olduğunu görürsünüz, işte o hadise ben hepi­nizden daha uzağım.”[286]

İşte mü’minler hadisi dinlerken aynen Kur’an’i dinlerkenki ruh haletine girmeleri, o hadisin doğruluğuna delil olur. Çünkü, eğer hadis Kur’an’a muhalif olsaydı, o zaman dinlenirken deriler ürpermez, kalp­ler yatışmazdı.[287] Bu Kur’an âyetlerine arz edildiği takdirde arz hadisi­nin kabul edildiğini ve Kur’an’a muhalif olmadığını görmekteyiz. Bu da bize, “Arz hadislerini Kur’an’a arzederiz ve Kur’an onları reddeder.” sözünün peşin bir fikirle, tek bir Kur’an âyetine arz ile yapılmış olması nedeniyle isabetli olmadığı ve kabul edilemeyeceğini göstermektedir.

Sonuç olarak Arz hadisleri, hadis kriterleri açısından değerlendiril­diğinde bir çok lafızlarıyla “mevzu” olduğu görülmektedir. Tabiî bunun yanında, yukarda ifadeye çalıştığımız sahih isnadların da bulunduğunu, bu babda gelenlerin bütününü “mevzu” saymanın imkansız olduğunu da kabul etmek durumundayız. Ancak, senede ait bu değerlendirmenin yanında metni ve târihî uygulamayı da esas alıp değerlendirecek olur­sak, Arz hadisleri; hadislerin Kur’an’a arzı konusunda, diğer delilleri destekleyici bir delil sayılabilir.[288]

 

Hadisleri Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi) Aleyhindeki Görüşler Şâfiîlerin Görüşleri

İmam Şafiî (204/624), Sünnet’in Kur’an ile beraber aynı bağlayıcı­lıkta ve teşriî değerde olduğunu kabul edip bu görüşlerini kendi telif ettiği eserlerinde ifade eden ilk imam olarak kabul edilir.[299] İmam Şafiî hadisler ile ameli, Allah’ın Kitab’ında açık bir şekilde açıklamış olduğu üzere farz olarak kabul eder. Risale, Ümm ve diğer eserlerinde bu nokta üzerinde geniş bir şekilde durmaktadır. Zehebî, İmam Şafiî’nin: “Ben bir sahih hadis rivayet eder de, onun ile amel etmez isem, şahid olun ki aklımı kaçırmışımdır.” dediğini nakletmektedir.[300]

İmam Şâfî’, “Arz Hadisi” olarak nakledilen bir rivayeti Risâle’sinde nakletmiş ve bu rivayetin kabul edilemeyeceğini ve hiç bir delil teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir. (Bunu daha önce zikretmiştik.) O, bu riva­yetin tam aksine Risâle’sinde, sahih olarak kabul edip naklettiği şu ha­disi delil gösterir:

Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış ve benim kendisiyle emretti­ğim veya nehyettiğim bir emrim geldiğinde, ‘biz Allah’ın Kitab’ında bulduğumuza uyarız’, derken bulmayayım.”[301] .

Şafiî bu hadisi, Arz Hadisi’ni tamamen reddeden bir hadis olarak değerlendirir. Onun görüşüne göre, Hadis asla Kur’an’a muhalif olmaz ve bu mümkün de değildir. Çünkü sahih olan bir hadis, Rasûlullah’a (a.s.) Allah’tan gelmektedir ve Kur’an’da zikredilen “Hikmet” bu vahyedilen hadistir.[302] İmam Şafiî ayrıca, Hadis’in Rasûlullah’ın (a.s.) kalbine Cebrail tarafından indirildiğine dâir de, Risâle’de delil getirir:

“Dikkat edin! Cibril benim kalbime kimsenin rızkını tamamlama­dan ölmeyeceğini koydu. Rızık talebinizi güzel yapın.”[303] imam Şafiî bu rivayetten sonra, “İşte Rasûlullah’ın (a.s.) kalbine konulan hadis, Al­lah’ın Kitab’ın da zikrettiği hikmettir.” demektedir.[304]

İmam Şafiî, Sünnet’in Kur’an’ı tefsir ettiğini, takyid ettiğini ve Kur’an’ın bir nass getirmediği konularda da hüküm koyduğunu kabul eder. Bu, onun genel Sünnet anlayışıdır. İmam Şafiî’nin temsil ettiği bu Sünnet anlayışı, “Sünnet’in müstakil bir teşri’i kaynak” olduğu görüşü­nü doğurmuştur. Bu anlayışa göre Sünnet, Kur’an’ın hüküm getirmedi­ği konularda, Kur’an’a uygun olup olmadığı tartışılmaksızın hüküm ge­tirir. Böyle düşünüyor oluşlarındaki temel esas, Sünnet’in Kur’an ile çe­lişmeyeceği prensibidir. Çünkü İmam; “Sünnet ebediyyen Kur’an’a mu­halif olmaz.” demektedir.[305] İmam Gazâlî de aynı kanâati belirtir. “Eğer Hadis ile Kur’an arasında bir çelişki görülür ise, bu maksadın tayinine delalet eden karinelerin bilinemeyişinden kaynaklandığına işarettir”,der[306].

İmam Şâfî’nin; “Hadis sahih ise, benim mezhebim odur”, sözü meş­hurdur. Yine imam, sahih bir hadis için şöyle söylemektedir: “Anam babam ona feda olsun, bir konuda ondan bir hadis geldi mi, artık hiçbir şey için onu terk etmek helal değildir.”[307] İmam Şafiî’nin hadisi değer­lendirdiği şu ifadesi de, konumuz bakımından oldukça önemlidir. “Ra­sûlullah’ın hükmettiği herşey, onun Kur’an’dan anladıklarıdır.”[308] imam, Hadis’i bu anlamı ile değerlendirince, zaten arz için gerek kal­mamaktadır.

Îhtilâfu’l-Hadis adlı eserinde İmam Şafiî, Sünnet Kur’an’a muarız olur ise, Kur’an’ın zahirini alınız ve Sünnet’i terk ederiz demek cehalet­tir, demek suretiyle, arz yapmaya karşı tutumunu gayet belirgin bir dil ile ifade eder.[309]

Vermiş olduğumuz bu görüşleri ile bilinen İmam Şâfiî’inin, el-Ümm adlı eserinde bu görüşlerine tam zıd olan ve arzı kabul eden görüşleri de vardır. Önemine binâen o görüşlerini özetleyerek buraya alıyoruz.

Hadis, Kur’an’a muhalif olur ise Rasûlullah’a âit değildir. İsterse o hadisi pek çok râvî rivayet etmiş olsun.” Devamında şöyle tenbihte bu­lunuyor: “Sana çoğunluğun bildiği hadisi tavsiye ederim, şaz olandan sakın. Çünkü bize, İbn Ebî Kerime, Ebû Ca’fer’den; o da, Rasûlullah’tan şunu rivayet etti: Rasûlullah (a.s.) Yahudileri çağırdı onlara sordu ve ni­hayet onlar da Hz. İsa’yı (a.s.) inkar ettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.) minbere çıktı ve şöyle buyurdu: “Benden sonra sözlerim yayıla­cak, size Kur’an’a uygun olarak gelen sözlerim bendendir. Kur’an’a mu­halif olarak gelen benden değildir.” İmam Şafiî, daha başka bu mealde rivayetleri verdikten sonra, sika râvîlerin naklettiğini söyleyerek şu ri­vayeti verir: Rasûlullah hasta yatıyordu. Şöyle buyurdu: “Ben Kur’an’ın haram kıldığını haram kıldım. Allah’a yemin ederim ki benim adıma (beni bahane ederek) herhangi bir şeye yapışmasınlar.”[310]

Birbirine, zıd olan bu görüşlerin, İmam Şafiî’nin kadim/ilk görüşleri olduğu, daha sonra bu görüşlerinden vazgeçtiği düşünülmektedir. Çün­kü, Hadis’in Kur’an’a arzına muhalif olarak verdiğimiz görüşleri, Risâle’den nakledilmiştir. Risale de İmam Şafiî’nin en son ve katı görüşleri­nin yer aldığı eseridir. Bu nedenle İmam’ın görüşleri arasındaki çelişki­nin, bir önceki görüşünden vazgeçmiş olması şeklinde değerlendirme­nin, daha uygun olacağı kanaatindeyiz. Ancak, vazgeçilmiş bir görüş bile olsa, bir zamanlar Şafiî’nin de arza kail olması, önemli bir noktadır. Bunun üzerinde değerlendirme kısmında duracağımız için burada dur­muyoruz.[311]

 

Hanbeliler ve Hadis’in Kur’an’a Arzı(Kur’an’la denetlenmesi)

Büyük muhaddis İmam Ahmed b. Hanbel (241/861), Sûnnet’i Kur’an’dan sonra gelen bir kaynak olarak görürdü. Ona göre, Sünnet’in delil olduğunu bildiren Kur’an idi. O halde delil olması Kur’an’a bağlı idi ve ondan sonra gelmesi gerekiyordu.[312]

Ahmed b. Hanbel, prensip olarak arzı uygun görmezdi. Ona göre, Kur’an’ın zahiri ile hadis reddolunmaz. Kur’an’ın manasını ve delaletini Sünnet tayin eder. Bu yüzden de, Kur’an’ın umumuna muhalif diye ha­dis reddedilemez. Kur’an’ın zahiri anlamı hadis ile tayin edilir. Tearuz söz konusu edilemez. Tearuz var zannedilen hadis, beyan ve açıklama olarak kabul edilir.[313] Ona, Sünnet’in Kur’an üzerine kadi -hâkim- oldu­ğunun söylendiği nakledilince; “Ben bunu söylemeye cesaret edemem ama, hadis Kur’an’ı tefsir eder ve açıklar” dedi.[314]

Bu ifadelerinden Ahmed b. Hanbel’in, Kur’an karşısında Sûnnet’i değerlendirirken, temel hareket noktasının Sünnet’in Kur’an’ı açıklıyor olması olduğu anlaşılıyor. Yâni, İmam’a göre Sünnet’in birinci derecede görevi “tebyin” (açıklama)dir. Müslümanlar da Sünnet’in bu açıklama­sına muhtaçtırlar. Bu yaklaşıma göre bir değerlendirme yapacak olur­sak, İmam’ın kendisi arzı kabul etmeyip gerekli görmese de, bu görüş­leri arz uygulaması ile çok çelişmediğini söylemeliyiz. Çünkü, Sünnet Kur’an’ı açıklar demekle, Sünnet mutlaka Kur’an’a raci’dir demek bir birinden çok farklı şeyler ifade etmemektedir. Bununla birlikte İmam’ın bir muhaddis olması, arza gerek olmadan hadislerin tashih edileceği görüşünde olması neticesini vermiştir.[315]

 

Hadis’in Kur’an’a Arzını(Kur’an’la denetlenmesi) Kabul Etmeyen Diğer Muhaddis ve Fakıhler

Bu kısımda, Hadis’in Kur’an’a arzını kabul etmeyen değişik mezhep ve görüşlerde olan, muhaddis ve fakîhlerden tesbit edebildiklerimizin görüşlerini vermeye çalışacağız.[316]

İbn Hazm (456/1076);

Nasların zahirleri ile amel edilmesi, temel ilkeleri olan Zahirî mez­hebinin önde gelen temsilcilerinden olan İbn Hazm, Hadis’in Kur’an’a arzı konusunu en şiddetli bir şekilde reddeden ve tenkit eden âlimler­dendir. El-İhkam fi Usûli’l-Ahkâm adlı eserinin “Sünnet” ile ilgili bölü­münde, bu hususun üzerinde durur. Sünnet’in de aynı Kur’an gibi va­hiy eseri olduğunu iddia eder ve Necm 3-4 âyetlerini delil gösterir. Literatüre geçen, “Vahy-i Metlüv, Vahy-i Gayr-i Metlüv” fikrinin en önemli savunucusudur. Bu görüşlerden hareketle İbn Hazm; “Sünnet ile Kur’an her ikisi de vahiy iken, Sünnet’in Kur’an’a muhalif olmasını söylemek, vahyin kendi içinde çelişkisi anlamına gelir ki, bu zaten mu­haldir. Allah Kur’an’da; “Eğer bu Kur’an Allah’dan başkasından gelse idi, onda mutlaka tezadlar bulurlardı.”[317] buyurmaktadır. Demek olu­yor ki, vahiyde tezad olamaz. O halde Sünnet ve Kur’an’da da tezat ba­his mevzu değildir, görüşünü ortaya koymaktadır. Bu konudaki farklı görüş sahiplerini tenkit eder ve şöyle der: “Bazı kimseler, Kur’an’ın bir kısmını bir kısmı ile muârız, sahih hadisin bir kısmının da, diğer bir kısmı ile çelişik olduğunu, hatta Kur’an’ın Sünnet ile çelişik olduğunu söylemeleri cahilliklerindendir.”[318]

İbn Hazm, Rasûlullah’ın vahiy olarak konuştuğuna dâir birçok âyetleri delil getirmektedir. “De ki, ben sizi ancak vahiy ile sakındırmaktayım.”[319] Onun vahiy olan hükümlerine tabî olmanın vâcibliğine dâir de yine Kur’an âyetlerinden deliller getirir. Yine Kur’an’ın, “Zikri biz indirdik onu koruyacak olan da biziz.”[320] âyetinin Hadis’i de kapsa­dığı ve Rasûlullah’ın din olarak söylediği herşeyin koruma altında ol­duğu görüşünde ısrar eder. Zîrâ, hadisler de vahiy/zikirdir ve koruma taahhüdü onun için de geçerlidir. Bu konuda, hiçbir âlimin ve dil bilgi­ninin ihtilaf etmediğini de kaydeder.[321]

Sika bir râvînin, yine kendisi gibi bir sika râvîden yaptığı ve Rasûlullah’a ulaşan hadisin ilim ifade edeceği ve bunun haber-i vâhid olarak zan ve vehim içereceği anlayışının, yanlış olduğunu savunur. Aksi gö­rüşte olanları şiddetle eleştirir. Bizim görüşümüzün aksini savunanlara soralım: Allah, Kitab’ında; “Ey Rasûl! Sana Rabb’inden indirileni tebliğ et. Eğer tebliğ etmez isen risâlet görevini yapmış olamazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır.[322]” buyurmuyor mu? Rasûlullah bu görevini yerine getirip tebliğ etti mi, etmedi mi? Şayet ‘evet’ diyorlar ise, bu teb­liğ sadece onun yaşadığı devir ile mi sınırlıdır, yoksa kıyamete kadar şumûlü var mıdır? Eğer onun risâleti ebedî ve tebliği de kıyamete kadar bakî ise, bu ancak onun tebliğinin sika râvîler tarafından nakli ile bize ulaşacaktır. O halde ondan gelen bu rivayetler kesindir ve hem ameli hem de ilmi gerektirir.[323]

Usûlünün hadis ile ilgili kısmında “Nasların tearuzunu(karşıtlığını) iddia eden­ler” diye bir fasıl açmış ve burada, arz konusu ile ilgili bir kısım riva­yetleri reddetmiştir. İ’rbad b, Sariye’den nakledilen; “Sizden biriniz koltuğuna yaslanır da, Allah’ın Kur’an’ında haram kıldığından başka, haram kılmadığını mı zanneder? Allah’a yemin ederim ki ben, emrettim, nehyettim, öğüt verdim ve birçok şeyi de yasakladım. Onlar Kur’an ka­dardır.”[324] Hadis’inden sonra kendisi, “Allah Rasûlü doğru söylüyor. Onlar Kur’an kadardır. Her ikisi de vahiydir.’Onlara itaatte üzerimize vacibdir.”der. Kur’an’ın dışında Sünnet’i kabul etmeyenler için de İbn Hazm, çok sert bir dille şöyle söyler: “Bir kimse, biz ancak Kur’an’da bulduğumuzu alırız derse, ümmetin icmâı ile kâfir olur.”[325]

 

 

İbn Kayyım (526/1146)

Hadis’in Kur’an’a arzı konusunda, aynen İbn Hazm gibi düşünen ve Kur’an-Sünnet anlayışlarında büyük bir parallelik olan bir âlimdir. İ’la-mu’l-Muvakkıin’de, Hadis’in Kur’an’a arzı fikrine ve Hadis’in hangi sebepten dolayı olur ise olsun, terk edilmesine çok şiddetli bir şekilde karşı çıkar. Ne Kur’an’a muarız olması nedeni ile, ne de Kur’an’a ziyade olması nedeni ile Hadis’i terk edenler tutarlı değillerdir. Din’deki, Kur’an-Sünnet bütünlüğüne karşı büyük bir hata içindedirler, demekte­dir.

İbn Kayyım, “Kur’an’ın zahiri ile Hadis’i terk edenler” başlığı altında, sayfalarca onların görüşlerinin yanlışlığını göstermeye çalışmıştır. Cehmiyye, Kaderiyye, Cebriyye, Mû’tezile, Haricîler gibi fırkaların, hangi görüşleri nedeniyle, hangi hadisi terk ettiklerini anlatır.[329]

Özellikle Hanefîleri ve uygulamalarını hedef alan, “Kur’an’a Ziyade Olan Hadis ve Hükmü” başlığı altında ise, bu görüşün tutarsızlığını göstermeye çalışır. Hanefîleri, sık sık, kendi kaidelerine uymamakla suçlar. Çünkü, ‘Kur’an’a ziyade nesihtir’, diyerek Sünnet ile amel etmeyen Hanefiler, pek çok yerde bu şekildeki bir Sünnet’le amel etmekle çelişkiye düştüklerini söyler. Daha sonra Hanefîlerin bu şekildeki amellerine mi­saller sıralar.[330]

İbn Kayyım, Sünnet’i bu şekilde kabul etmeyip amel etmeyenleri, “Yakında, karnı tok koltuğuna oturmuş bir adam, kendisine benim em­rimden bir emrim gelince, biz Allah’ın Kitab’ında bulduğumuza uyarız diyecektir.”[331] hadisinin hükmü altına girmiş olmaları ile tehdit eder.

İbn Kayyım Sünnet’in Kur’an karşısındaki durumunu üç noktada ele alır. Bunlardan üçüncüsünde, Sünnet’in Kur’an’ın bir hüküm getir­mediği konularda müstakillen hüküm koyucu olduğunu söyler. Bizim bu durumlarda, Rasûlullah’a itaatimiz vaciptir. Allah’ın Kitab’ında em­rettiği, Rasûl’e itaat budur, der. “Kim Rasûl’e itaat eder ise Allah’a itaat etmiş olur.[332] Hem, Allah’a itaatin ile Rasûl’e itaatin ayrı ayrı zikredil­mesi de, Rasûlullah’ın müstakillen emirlerine bir işarettir, görüşünü ifa­de etmektedir.

 

İbn Ebî Şeybe( 235/1679):

Musannef sahibi İbn Ebî Şeybe de, Hadis’ in Kur’an’a muhalefetten veya ona ziyadeden dolayı terk edilmesine karşı çıkan âlimlerdendir. Özellikle Musannef in bir bölümünde, Ebû Hanîfe’ye âit bir reddiye yazmış olması, onun bu konudaki görüşlerini yansıtmaya yetecek şekil­dedir.[335]

 

Suyütî (911/1531):

Miftahu’l-Cenne fi’l-İhticaci bi’s-Sünne adlı eserini, Hadis’in Kur’an’a arzı ile ilgili hadise ve “Bize Kur’an yeter” diyenleri, zecreden hadislere ve rivayetlere tahsis etmiştir.

Suyûtî eserinin girişinde; “İstedim ki bu eserimde, insanlara bu hadisin ne kadar bâtıl olduğunu izah edeyim ve bu büyük tehlikeden on­ları sakındırayım. “[336]

Suyûtî, Hadis’in Kur’an’a arzını ifade eden, hemen bütün rivayetleri nakleder ve bu rivayetlerin hüccet durumunu ve değerlerini de belirtir. Netice olarak vardığı sonuç ise, bu hadisler’in asla delil olamayacağı şeklindedir.[337]

Suyûtî’nin arz hadisi hakkında varmış olduğu böyle bir sonuçtan hareketle, onun arza karşı olduğu sonucunu çıkaramaz isek de, en azından Arz Hadis’ine karşı olan tutumunu arzın lehinde de olmadığı şeklinde anlamanın mümkün olduğunu düşünüyoruz.[338]

 

İbn Abdi’l-Berr (463/1083):

Câmiu Beyâni’l-İlm adlı eserinde, Arz Hadisi’ni nakletmiş ve bunun Zındıklar ve Haricîler tarafından uydurulduğunu söylemiştir. Hadis’in, Kur’an karşısındaki durumunu belirttikten sonra, “Allah, Rasûlü’ne mutlak olarak itaati emretmiştir. Ona itaati, herhangi bir şart ile kayıtlamamıştır. Bazı kalbi bozukların zannettiği gibi, Kitab’a uygun olması ile de kayıtlamamıştır.” şeklinde kanaatini belirtir.[339]

 

Kurtubî (656/1258):

Hadis’in Kur’an’a arzını bildiren haberi yalanlamış ve kabul etme­miştir. Kur’an’ın asıl, Sünnet’in ise onun beyanı olduğunu ifade eden Kurtubî, Sünnet’in de vahiy olduğunu kabul eder ve bu görüşünü des­tekleyen Hassan b. Atıyye’nin “Cibril, Kur’an’ı getirdiği gibi, Sünnet’i de getiriyordu” sözünü zikreder.[340]

 

Diğerleri:

Hadis’in Kur’an’a arzına, prensip olarak karşı çıkanlardan bazıları da şunlardır: Arz Hadisi’ni mevzu sayıp onu kabul etmeyenlerden hare­ket edecek olur isek şayet, muhaddislerin kahir bir ekseriyeti ki, biz is­tisnaları yukarıda vermiş bulunuyoruz, bu hadisin mevzu olduğunda ittifak içindedirler. Bu açıdan bakılınca, Ebû’I-Ferec İbn Cevzi, Şevkânî, Sagânî, Fettenî, Îbnu’l-Arrak, Aliyyü’l-Kârî gibi birçok mevzuat yazarı muhaddis, Arz Hadisi’ni reddetmişlerdir. Bu görüşleriyle onların, “Arz Hadisi”ne dayanan bir arz uygulamasına taraftar olmadıkları düşünüle­bilir. Ancak bu âlimlerin hepsi, mevzu hadisi belirlemede Kur’an’a uy­gunluğu bir ölçü kabul etmişlerdir. Bu noktanın dikkate alınmasında yarar olduğu kanâatindeyiz.[341]

 

Çağdaş Âlimlerin Görüşleri

A. Hamdi Akseki, Hadis’in Kur’an’a arzı konusundaki endişelerini şöyle dile getirir: “Rivayet olunan bu Arz Hadisi’ne Peygamber’in (a.s.) sözü olarak bakacak olur isek, Kur’an’ı Kerim’de açık bir şekilde hükmü bulunmayan hadislerin hiçbiri, Peygamber’e âit değildir diye hük­metmek lazımdır. Bu ise, dini yıkmaktan başka bir şey değildir.”[342]

Sünnet’in müstakil teşri’i değeri olduğu görüşünden hareketle arzı uygun bulmayan bir âlim de Sıbâî’dir. Eserinde mevzu hadislerin bilin­me yollarını sayarken, “Kur’an’ın sarih hükmüne muhalif olmak” şek­linde bir madde de koymuş olmasına rağmen, arzı kabul etmez. Sünnet’i hem Kur’an’a arz ederek hem de genelde kabul etmeyerek redde­den Tevfik Sıdkî’yi de tenkid eden Sıbâî, arz uygulamasını Sünnet’in dindeki yerine uygun bulmamaktadır.[347]

 

Arz Fikrinin Dayandığı Temel Esas

Kur’an ile sahih Hadis asla çelişmez.

Kur’an ile çelişen bir Hadis var.

O halde o Hadis sahih değildir.[382]

İşte bu mantıksal çıkarsamadan hareketle, bu ilke ve prensibi arzın en temel ilke ve esası olarak kabul ediyoruz. Bu ilkenin, arzın târihî uy­gulamasını verirken, daha çok arza muhalif olanlar tarafından öne sürüldüğünü, bu prensipten hareketle, arza gerek olmadığını iddia etmiş olduklarını naklettik. Bu ilkeyi, arza taraftar olanlar da yer yer ifade et­mişler ve kabul etmişlerdir. Hatta İmam-i A’zam Ebû Hanîfe’nin, “Bir peygamber Allah’a muhalif olamaz. Muhalif olan da peygamber ola­maz.” mantıksal önermesi, aynen bizim mantıksal çıkarsamamıza ben­zemektedir. Arzın lehinde ve aleyhinde olanların bu esasta birleşmeleri­ne rağmen, arz uygulaması konusunda ihtilaf devam etmiş kesilmemiştir.

Biz bu ilkeyi, arza muhalif olan görüş sahiplerinin kendilerine delil almalarını bir çelişki olarak değerlendiriyoruz. Eğer, sahih hadis Kur’an’a muhalif olmaz ise ki, bu görüşte ittifak olduğunu söyledik, bu durumda kimse ‘Kur’an ile çelişmeyen hadisi arz yapalım’, demiyecektir ve demesi de abes olacaktır. Arz fikri ve uygulaması, ittifakla kabul ettiğimiz bu ilkenin bozulduğu -zahiren- bir durumda devreye girmek­tedir. Yâni, bu yaklaşımımıza göre Arz, Kur’an’ın Hadis ile çelişmeye­ceği görüşünün garantörüdür. Her ne zaman bir hadis Kur’an çelişirse, arz uygulaması ile problem çözülecek ve söz konusu ilke korunmuş olacaktır.

Arzı kabul etmeyenler ise, böyle bir durumu, muhaddislerin koy­muş oldukları sahih hadisin tesbitine âit prensipler ile çözeceklerini söylemektedirler. Halbuki biz, yukarıdaki incelemelerimizde gösterme­ye çalıştık ki, bütün muhaddisler uydurma hadisin tesbit yöntemlerinden biri olarak, “Kur’an’a Aykırılığı” prensip olarak kabul etmişlerdir. Bu noktada gözden kaçan bir inceliğe dikkat gerektiği görüşündeyiz: Muhaddisler, neden mevzu hadisin bilinme yöntemi olarak arzı kabul etmişlerdir de, sahih hadisin tanımında ya da kabulünde böyle bir prensip ve yöntem koymamışlardır? Çünkü, Kur’an ile çelişecek olan mevzu hadistir. Ancak uydurma olan bir hadis Kur’an ile çelişir. O hal­de muhaddisler bu prensibi, kullanmaları gereken en uygun yerde kul­lanmışlardır. Muhaddislerce sahih olan hadise gelince, onun Kur’an ile çelişme problemi yoktur ki, onun için böyle bir prensip vaz’ etmiş ol­sunlar. Bu noktadan dolayı, muhaddislerin yaklaşımını tutarlı görmek­teyiz.

Burada şu sorulabilir ; “Bir sahih hadis Kur’an’a aykırıdır denilirse durum ne olacaktır?” Hadis usûlünde, Sahih Hadis’in bilinme şartları içtihadı olarak belirlenmiştir. Bu nedenle bir âlimin bir hadis için ‘bu sahihtir’ demesi, o hadisin Kur’an ile çelişmesine mani değildir. Çünkü, bir hadisi sahih kabul etmek için belirlediği şartlar yetersiz kalmış ola­bilir ya da sahih hükmünü verdiği rivayetteki bir hata ve kusuru göre­memiş olabilir. İşte arz uygulaması, Kur’an’a muhalefetin olduğu, göz­den kaçan bu noktayı tesbit edip giderme yöntemidir.

Muhaddislerin senede âit belirledikleri şartların, metne âit şartlar­dan daha ağırlıklı olduğu bir gerçektir. Bu nedenle, âlimlerin, (muhad­dislerin) sahih hadis için geliştirdikleri bu şartlar, çok iyi ise de, yeterli olmadığı, yine onların birbirlerinin sahih saydıkları hadise, hasen, za­yıf, hatta mevzu bile diyebilmeleri, bu şartlar ile varılan sonucun nihâî olmadığını göstermektedir. Bu nedenle özellikle çağdaş âlimlerin, yeni hadis tanımı ve tarifi yapılması gereği üzerinde durmaları, hatta Sahih Hadis’in de yeniden tanımının yapılması gerektiğini ifade etmeleri, gö­rülen bu eksikliği doldurmanın bir imkanını aramaktan ibarettir. Yâni, tartışmasız bir sahih hadis tanımı ve tesbit yöntemini bulmak ve ‘bu ha­dis sahihtir’ denildikten sonra da artık kimsenin ‘bu hadis Kur’an’a mu­haliftir’, diyebilmesine imkan tanımamaktır.

Kur’an’ın ana kriter olması ve geliştirilecek yeni metodolojilerde bu noktanın en birinci rolü üstlenmesi görüşü de bunu yansıtmaktadır. Sa­habenin kendi aralarında birbirlerine naklettiği bir hadis, elbette sahih şartlarını haizdi ama, yine de Kur’an’a arz ediyorlardı. Bu ifadelerimizle anlatmaya çalıştığımız şey şudur: Bizim için Sahih Hadis’in anlamı hiç­bir zaman, sahabenin Hz. Peygamber’den duydukları bir hadisin, onlar için sahih olduğu anlamında sahih değildir. Eğer böyle olsaydı, arz hiç gündeme gelmeyecekti.[383]Ama, Sahih Hadis’in insan aracılığıyla bize ulaşmış olması ve mütevâtir olmaması nedeniyle, dâima yanlış olabil­mesi ve bir beşerî nakil kusuru taşıması söz konusudur, işte bu kusuru meydana çıkarma mihengi Kur’an’dır. Bir muhaddis, kendi şartlarıyla sahih saydığı bir hadisi Kur’an’a arz ihtiyacı duymaz, duymaması da ge­rekir. Aksi takdirde, kendi koyduğu prensipleriyle çelişkiye düşer. Ama bir fakîh, bir hadiste, bir muhaddisin görmek istediğinden daha farklı şeyler görmeyi arar. Bu anlama ve yorum yaklaşımını ileriki bölümlerde göreceğiz. Bu da, muhaddisin sahih dediği bir rivayetin, bir fakîhin ba­kışı ve ölçüsüyle, Kur’an’a muhalif olmakla illetli olarak karşımıza çık­masını sağlar. Bu açıdan arz uygulaması, Hz. Peygamber’e, yazılı metin­ler ve sözlü aktarımlar ile muhatap olan bizler için, kaçınılmaz bir metod ve yöntem olmak durumundadır.

 

Arz Aleyhine Getirilen Delillerin İstidlal Yanlışlığı

Gerek âyetlerden, gerekse hadislerden, arz aleyhine getirilen delille­ri, yanlış istidlal olarak değerlendiriyoruz. Kur’an’da ifade edilen Rasûl’e uyma ve onu dinleme, ona itaat v.b. bütün emirler, arz uygulamasın­da bulunan âlimler için de aynı derecede geçerli ve bağlayıcıdır. Bunda bir problem yoktur.

Nakledilen hadislerde de, aynı durum söz konusudur. O rivayetle­rin hiçbirisinin doğrudan muhatabı, arz uygulayanlar değildir. Verilen bütün rivayetler, hadis inkarcılarını ve ‘Din yalnız Kur’an’dan ibarettir’ diyenleri hedef almaktadır. Dikkat edilirse, ‘din yalnız Kur’an’dan iba­rettir’ demekle, ‘Kur’an bizim için en baş kriter ve doğrulama ölçüsü­dür’ demek bir ve aynı değildir. Bu görüşte Sünnet’i kabul vardır. Ebû Hanîfe’nin ifadesiyle; “İşitelim ya da işitmeyelim Hz. Peygamberin söy­ledikleri başımız gözümüz üstünedir.” anlayışı vardır. Bu nedenle, hem’ Kur’an’dan hem de hadis’ten getirilen delilleri, arz fikrinin engellenme­sine bir gerekçe olarak görmemekteyiz.

Daha önce bu konuyla ilgili görüşlerini verdiğimiz Dümeynî’nin, arz konusunu değerlendirmek üzere söylemiş olduğu sözlerini buraya almakta yarar görüyoruz:

“Bu araştırmalarımızın bir neticesi olarak, Hadisler’in Kur’an’a arzı konusunda gelen rivayetlerin sahih olmadığını gördük. Bu nedenle de onlarla delil getirmek caiz değildir. Ancak, Hanefîler ve Mâlikîler başta olmak üzere birçok fukahânın ise, bu ölçüyü kullanıp arz yapmış ol­duklarını da gördük. O halde bu konunun doğru bir değerlendirilmesi­nin yapılması gerekmektedir, işte bu değerlendirmeyi yapmak için, arz fikrine karşı çıkanların, hatalı bir delil istidlaline gittikleriyle başlıyo­rum. Arza muhalif olanlar zannediyorlar ki, arz taraftarları, bütünüyle Sünnet’i reddetmektedirler. Halbuki bir çok şer’i ahkam Sünnet’le sabit olmuştur. Allah da Rasûl’üne itaati emretmiştir. Hem de Rasûlullah; “Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış, benim emrettiğim veya nehyettiğim bir emrim kendisine ulaştığı zaman, ‘ben bilmem, biz Kur’an’da bulduğumuza uyarız’ derken bulmayayım.” buyurmuştur. İşte bu yak­laşımlarıyla, arza karşı çıkanlar yanlış bir bakış içindedirler. Çünkü ar­za kail olanlar, Allah’ın Kitab’ı bize yeter, biz başka bir delil istemiyoruz demiyorlar. Bilakis, Kitap ve mütevâtir Sünnet ikisi de şer’î bir asıldır, asla birbirleriyle çelişmezler demektedirler. Ancak, âhâd tarikiyle sabit olmuş bir hüküm Kur’an ile çelişiyor ise, o zaman sübûtu katı olan Kur’an’ı almakta ve haber-i vahidi terk etmektedirler.

İşte bu yaklaşımlarından dolayı arz fikrinde olanlar, muarız olanla­rın anladıklarından daha geniş bir anlamı arzdan anlamaktadırlar. Bunu şöylece özetleyebiliriz; rivayet edilen haber, mütevâtir veya meşhur ise, Kur’an’a da muarız bir durum varsa, bu durumda, bu rivayet, ya Kur’an’ın umûmunu tahsis eder, ya mutlakını takyîd eder. Eğer âyetten sonra oluşu tesbit edilirse, nesheder. İşte onların arzdan anladıkları an­lam budur. Yoksa, arz denilince akla hemen geldiği gibi, Sünnet’i bütü­nüyle reddetmek veya terk etmek değildir.”[384]

Dümeynî’nin de tesbiti ile arz, zannedildiği gibi; Hadis’i terk etme­nin bir yolu değildir.[385] (Prof. Ahmet Keleş, Hadislerin Kur’an’a Arzı, İnsan Yayınları)

[105] Ebû Hanîfe ile ilgili bkz: İbn Kesîr, d-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 107; İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, VIII, 449-450; İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzîb X, 449-452; Zehebî, Mizan, IV, 265; Zehebî, Tezkire ,168; Zehebî, Siyer, VI, 390-403.

[106] Zehebî, Tezkire, I, 168.

[107] Ebû Hanîfe’nin aklî melekesi ile ilgili misaller için bkz: Avvâme, Muhammed, İmamların Fıkhi İhtilaflarında Hadislerin Rolü, 61.

[108] İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzib, X, 451.

[109] Sünnet’in bu görevi, Hz. Peygamber’in ve sahabenin yapmış olduğu gibi bir çeşit arz uygulaması sayılabilir.

[110] Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, 292-294.

[111] Buhârî, Abdulaziz, Keşfu’l-Esrâr, III, 19, 29.

[112] Hâkka: 44-47.

[113] Nisâ: 4/80 .

[114] Ebû Hanîfe, el-Alim ve’l-Müteallim, 26-27.

[115] Ebû Hanîfe’nin bu konudaki görüşleri ve Hanefî usûlcülerin görüşleri için bkz: Serahsî, Usûl, l, 364-382;

Tehânevî, Kavâid fi İlmi’l-Hadis, 140, 145; Ebû Zehra, Ebû Ha­nife, 292-294.

[116] Aynî, el-Binâye fî Şerhi’l-Hidâye, VI, 261.

[117] Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı, 141-142.

[118] Aynî, Binâye, VI, 261-262.

[121] Aynî, Binâye, VI, 374-381.

[122] İbn Ebî Şeybe, Muasannef, VllI, 363-432.

[123] Serahsî, Usûl, I, 367-68.

[124] Aynî, Binâye, VI, 384.

[125] Cessâs, Ahkâmu’l Kur’an, IV, 201.

[126] Ebû Yûsuf, er-Red ala Siyeri’l-Evzâî, 31.

[127] Apaydın, Yunus, Hanefî hukukçuların Hadis Karşısındaki Tavırlarının Bir Göster­gesi Olarak Manevi İnkıta Anlayışı, 159, 163; Hanefi’lerin ve özellikle Ebû Hanîfe’nin arz anlayışı ve uygulamalarından örnekler için bkz: Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanife’nin Hadis Anlayışı, 84, 88.

[128] Dümeynî, Mekayîs, 333-334.

[129] İmam Mâlik için bkz: Zehebi, Tezkire, l, 207-208; Ebû Zehra, İmam Malik.

[130] Ebû Zehra, İmam Mâlik, 260-267 .

[131] Ebû Zehra, a.g.e, 289.

[132] Kıyâme:75/22-23.

[133] İbn Abdilberr, İntikâ, 36.

[137] Mû’tezile mezhebi ile ilgili olarak ve mezhebin görüşleri için bkz: Bağdadî, Abdulkâhir, el-Fark Beyne’l-Firak, 89; Şehristânî, el-Müel ve’n-Nihal, 1, 57; Koçyiğit, Talat, Hadis Târihî, 133; Mû’tezilenin Haber-i Vâhid ile görüşleri için bkz: İbn Hazm, İhkâm, I, 114; Amidî, İhkâm, II, 68; Mûtezile’nin hadis anlayışı konusunda geniş bilgi için bkz: Bakan, Tevhid, Mû’tezilenin Hadis Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 1987.

[138] Kardâvî, Yûsuf, Sünnet’i Anlamada Yöntem, 113.

[139] Kardâvî, a.g.e., 114-116.

[140] Burûc: 85/ 21-22.

[141] Tebbet: 111/1.

[142] Koçyiğit, Talat, Kelamcılar ile Hadisciler Arasındaki Münakaşalar, 229.

[143] Şûrâ: 42/11; Meryem: 19/65

[144] Bu konuda geniş bilgi için bkz., İbn Kayyım, İ’lâm, 219-220 v.d.

[145] Mâide: 5/67.

[146] Râzî, Fahruddîn, Mefâtîhu’I-Gayb Tefsîru’l Kebir, XXXII, 187.

[147] İbn Hazm, İhkâm, II, 197-8.

[148] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 42-43.

[149] HarîcîIer ve görüşleri için bkz: Bağdadî, Fark, 72; Şehristânî, Milel, I, 135.,

[150] Al-i İmran: 3/97.

[151] Koçyiğit, Talat, Kelamcılar ile Hadisciler Arasındaki Münakaşalar, 37-38.

[152] Daha geniş bilgi için bkz., İbn Kayyım, İ’lâm, II, 219. Söz konusu âyetlerin me­alleri şöyledir. Müddessir: 74/48, “Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.”, Al-i İmran: 3/192 “Rabbimiz sen ateşe kimi sokarsan, şüphesiz onu rezil etmiş olursun. Zulmedenlerin hiç yardımcıları yoktur.” Nisa: 4/4, “Kim Allah’a ve Peygamber’ine baş kaldı­rır ve yasaklarını çiğnerse, onu ebedî Cehennem’e sokar. Alçaltıcı azab onadır.”

[153] Görmez, Mehmet, Sûnnet’i Anlamada Yöntem, 130-31.

[154] İbn Salâh, Ulûmu’l-Hadîs, 11; Sahih hadis ve onun ile ilgili bahisler için bkz: İbn Hacer, Nüzhetü’n-Nazar Şerhu Nuhbetü’l-Fiker, 29-30; Aliyyü’l-Kârî, Şerhu Şerh-i Nuhbeti’l-Fiker, 243; Suyûtî, Tedribu’r-Râvî fi Şerh-i Takribi’n-Nevevî, 63; Irâkî, Elfiyetü’l-Hadîs, 7-9; İbn Kesir, el-Bâiu’l-Hasîs Şerhu İhtisâri Ulûmi’l-Hadis, 21; Koçyiğit, Talat, Hadis Istı­lahları, 383.

[155] Koçyiğit. Hadis Istılahları, 405-406.

[156] Mevzû Hadis’in tanınması ile ilgili ve Kur’an’a uygunluk şartı için bkz: İbn Cevzî, Kitabu’l-Mevzüat, l, Mukaddime; AIiyyu’I-Kârî, el-Esrârul-Merfûa fi Ahbâri’l-Mevzûa, 452.

[177] Nisâ: 4/59.

[178] Enfal: 8/27.

[179] Hatiboğlu, Mehmet Sâid, Hilâfetin Kureyşîliği, 43.

[180] HatiboğIu, a.g.m., 186.

[181] Hatiboğlu, a.g.m., 186-87; ayrıca bu konuda bkz. Hz. Aişe’nin Hadîs Tenkitçiliği, 59,68.

[182] Akdemir, Salih, Tarih Boyunca ve Kur’an’da Kadın, 264.

[183] Akdemir, Salih, a.g.d, 261.

[184] Yıldınm, Suat, a.g.m., 112-113.

[185] Sabrî, Mustafa, Mevkıfu’l-Akli ve’l-İlmi ve’1-Alimi mine’r-Rabbi’l-AIemîn ve İbâdi-hi’1-Mürselîn, IV, 68-69; Ünal, İsmail Hakkı, Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mez­hebinin Hadis Metodu, 84; Hadisleri Değerlendirmede Akılcı Yaklaşım, 145; Bayraktar, İb­rahim, Metin Tenkidi ve Müşkil Hadisler, 80; Güler, İlhami, Kutsallık ve Dini Metinlerin Dogmalştırılması, 310. İlhami Güler’in tebliğinde Ebû Hanîfe’nin Kur’an’dan edindiği mantık ile reddedtiğini söylediği, alış-veriş yapanların ayrılmadıkları sûrece muhayyer olduklarını bildiren hadisi reddetmiyor. Bilakis onunla amel ediyor. Ancak oradaki, “ay­rılmadıkça” lafzına farklı bir anlam veriyor. Bu mekana değil, sözlü akdin ayrılmasına işaret eder, diyor. Bu konuda İlhami Güler’in, delil olarak getirdiği misalde isabetsizlik olduğunu belirtmek isteriz. Bu hadis ve yorumları için bkz: Tehânevî, Zafer Ahmed, İâu’s-Sünen, XIV, 6; Avvâme, Muhammed, İmamların Fıkhi İhtilaflarında Hadislerin Rolü, 64-65; Apaydın, Yunus, Hanefi Hukukçuların Hadis Karşısındaki Tavırlarının Bir Göster­gesi Olarak Manevi İnkıta Anlayışı, 192; Ateş, Ali Osman, Kıır’an ve Hadîslere Göre Cinler-Büyü, 268-85, 342-43; Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, 64, 65, 82, 119; Rıza, Reşid, Tefsîru’l-Menâr, X, 580; Hâtemî, Hüseyin, Modern Mahrem ve İslam’ın Kadına Bakışı; Özkan, Ercüment, Soruşturma, 83; Zeyveli, Hikmet, Kur’an’ın Aktüel Değeri Üze­rine, 289. Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1998: 51-53.

[186] Hodgson, İslam’ın Serüveni, III, 183 v.d.

[187] Rızâ, Reşid, Tefsirul-Menâr, X, 288.

[188] Rızâ, Reşid, a.g.e, X, 580.

[189] Rızâ, Reşid, Târihu’l-Üstâz, II, 347-349.

[203] Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar, IV, 26, 27, 28.

[204] Atay, a.g.e, 149-150.

[205] Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an’daki İslam, Önsöz, 8.

[206] Öztürk, Yaşar Nuri, a.g.e, 139.

[207] Öztürk, Yaşar Nuri, a.g.e, 351

[208] Öztürk, I. İslam Düşüncesi Sempozyumu, “Kur’an Dininin Evrensel Boyutları”, 228, 199.

[209] Öztürk, Yaşar Nuri, a.g.e., 577.

[210] Öztürk, Yaşar Nuri, a.g.e., 26.

[211] Öztürk, Yaşar Nuri, a.g.e., 180, 183.

[212] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 59-60.

[213] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 69.

[214] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 69-70.

[215] Necm : 53/3,4.

[216] En’am: 6/38.

[217] Nahl: 16/89 .

[218] Daha geniş bilgi için bak: Şâtıbî, Muvafakat, IV, 11- 56; Ayrıca, Kırbaşoğlu, a.g.e.,

144-166.

[219] Kalem: 68/5.

[220] MüsIim, Müsâfirûn, 18; Ebû Dâvûd, Salâh, 316; Nesâi, Kıyâmü’l-Leyl, 2; İbn Hanbel, VI ,544

[221] Şâtibî, Muvafakat, IV, 11.

[222] Maide: 5/44 .

[223] En’am: 6/57.

[224] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 70.

[225] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 70-71.

[226] Şâfî’i, Risale, 224, 225.

[227] Şâfi’i, Risale, 225.

[228] Serahsî, Usûl, I, 364, 365.

[229] İbn Abdi’1-Berr, Cami’, II, 191.

[230] Fîruzâbâdî, Sifru’s-Saâde, 146; Ayrıca bkz : Şevkânî, Fevâidü’l-Mecmüa, 291; Sagânî, Mevzuat, 76.

[231] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 86.

[232] Aclûnî, a.g.e. I, 86.

[233] Aclûnî, a.g.e, I, 86.

[234] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 170.

[235] Heysemi, a.g.e., I, 170; Hadisde geçen W kelimesinin anlamı için bkz.İbn Esir,Nihaye,ll.Cilt,211.

[236] Hindî, Kenzu’l-Ummâl, X, 231.

[237] Suyûtî, Miftâh, 16.

[238] Hindî, a.g.e., X, 231.

[239] İbn Hazm, İhkâm , II, 205.

[240] Suyûtî, Miftâh, 37.

[241] İbn Hazm, İhkâm, II, 206., Ayrıca bkz, Suyûtî, Mitfah, 15. Suyûtî, bu hadis için, Beyhakî’nin munkatı’ olduğunu söylediğini nakletmektedir.

[242] İbn Hazm, İhkâm, II, 206.

[243] Suyûtî, Miftah, 15.

[244] Suyûtî, Miftah, 14. Hadis râvîsi Ebû Ca’fer için Ebû Gudde, Lemehâtün min Tanhi’s-Sünne, adlı eserinde şu bilgileri vermektedir: Söz konusu hadisi Miftâhu’I-Cenne’den naklettikden sonra, Ebü Ca’fer hakkında yapılan bir yanlışlığa dikkat çekmekledir. Bu hadisde geçen Ebû Ca’fer, Ebû Ca’fer el-Medâinî’dir. O da vazzâ’ ve kezzabdır. Halbuki bu zat, tabiî olan Ebû Ca’fer el-Bâkır ile karıştırılmaktadır. Zehebî de bunu el-Mizan, II/504’de naklediyor ve söz konusu hadisteki Ebû Ca’fer için, ‘sika değildir’ der. Ahmed b. Hanbel ve başkaları, ‘hadisleri mevzudur’ demişlerdir. Nesâî ve Darekutni de, ‘met­ruktür’ demişlerdir. Yine İbn Hacer, Lisanu’l-Mizan’da (III/361) bu konuda bilgi vermek­tedir.

[245] Bağdâdî, Hatîb, Kifâye, 603.

[246] Dârekutnî, Sünen, I, 208.

[263] İbn Hanbel, Müsned, V, 425.

[264] Dârekutnî, Sünen, I, 208.

[265] İbn Hibban, Sahîh, I, 264. İbn Hibban bu hadisin Müslim’in şartına uygun oldu­ğunu bildirmiştir.

[266] Buharî, Târîhu’l-Kebir, III, 474. Buhârî burada bu hadisi mürsel olarak nakletmiş­tir.

[267] Ebû Yûsuf, Red, 31.

[268] Serahsî, Usûl, I, 367-368.

[269] Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’an, IV, 201.

[270] Buhâri, Abdulaziz, Keşfu’l-Esrâr, III, 19-26.

[271] Şâtıbî, Muvafakat, IV ,19; Kâsımî, Kur’an’ı Anlamak, 170.

[272] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 78-80.

[280] Arz Hadisi’nin anlamının doğruluğu için bkz: Şâtıbî, Muvafakat, IV, 19; Kasımî, Kur’an’ı Anlamak, 170.

[281] İbn Abdi’l-Berr, Cami’, II, 191; Suyütî, Miftâh, 3; Ebû Gudde, Lemehâtün min Târihî’s-Sünne, 12-13.

[282] Haşr: 59/7.

[283] Enfal: 8/2.

[284] Zûmer: 39/23.

[285] Mâide: 5/83.

[286] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 1, 149-150.

[287] Şâtıbî, Muvafakat, IV, 20.

[288] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 80-84.

[299] İmam Şâfi’î ve hadis ile ilgili görüşleri için bkz: Şafi’i, Risale, 85-105; Umm, Kitâbu Cimâ’u’l’İlm, VII, 275,87; Îhtilafu’l-Hadis, 11, 31; Zehebî, Tezkire, I, 354; Ebû Zehra, Şafi’i, 197, 224.

[300] Zehebî, Tezkire, I, 362 .

[301] Şâfî’, Risale, 89.

[302] Kur’an’da geçen “hikmet” kelimesinin, hadîs anlamında olduğu hakkında bkz: Şâfi’î, Risale, 76-89.

[303] Şâfî’i, Risâle, 93. Söz konusu hadis ve açıklamaları için aynı hadisin dip notunda, Ahmed Muhammed Şakîr’in açıklamalarına bakılabilir. Orada, bu hadis ile ilgili başka vâyetleri vermektedir.

[304] Şâfi’î, Risale, 103. 307 nolu rivayet.

[305] Şâfi,i Ümm, Kitâbu Cimâi’1-İlm, VII, 273,286.

[306] GazâIî, Ebû Hâmid, Mustasfâ, I, 179.

[307] Kâsımî, Kavâidu’t-Tahdîs, 51. “Hadis sahih ise benim mezhebimdir.” sözünü İbn Abdi’l-Berr, bütün imamlara nisbet.eder. Bkz: Cami’, II, 148; İbn Abidîn, Haşiye, I, 67.

[308] Kâsımî, Kavâid, 58; Ayrıca geniş bilgi için bkz: Şâfî’i, Risale, 85, 103 .

[309] Şâfî’i, İhtilâfu’l-Hadîs bi-Hâşiyeti’l-Ümm, VII/ 45.

[310] Şâfî”i, Ümm, VII, 307-308. Yukarıda yapmış olduğumuz alıntının sonundaki, Rasûlullah’ın ölüm döşeğindeki hadisini İmam Ebû Yûsuf da rivayet etmektedir. Bkz: Ebû Yûsuf, Red, 31.

[311] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 87-90.

[312] Ebû Zehra, Ahmed b. Hanbel, 239.

[313] Ebû Zehra, a.g.e, 241.

[314] Bağdâdi, Hatîb, Kifâye, 46.

[315] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 90.

[316] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 90.

[317] Nisâ: 4/82.

[318] İbn Hazm, İhkâm, I, 96 .

[319] İlgili âyetler. Enbiyâ: 21/45; Necm: 53/3-4; NahI: 16/44; Nisa: 4/59.

[320] Hicr : 15/9.

[321] İbn Hazm, a.g.e, I, 114-115.

[322] Mâide: 5/67.

[323] İbn Hazm, a.g.e. I, 117.

[324] İbnHazm, a.g.e, II, 157-8.

[325] İbn Hazm, İhkam, ll, 208.

[329] Bu konuda geniş bilgi için bkz: İbn Kayyım, İ’lâm, 11, 210-219.

[330] İbn Kayyım, İ’lâm, II, 220, v.d.

[331] Mıkdâm b. Ma’dîkerib’den ve başka sahabilerden de rivayet edilen bu ve benze­ri rivayetleri deliller kısmında detayıyla inceleyeceğimizden burada, sadece bu rivayeti naklediyoruz, İbn Kayyım, a.g.e: 220.

[332] Nisâ: 4/80.

[333] İbn Kayyım, a.g.e, II, 226. Müellif, yukarıdaki “sizin ve babalarınızın koydu­ğu…” ifadeleri ile, tenkit ettiği görüşü reddederken aynı zamanda, Necm: 24. âyetindeki ‘O putlar başka değil, sizin ve babalarınızın koymuş olduğu isimlerdir. Allah onlara bir kuvvette vermemiştir.’ âyetine telmihte bulunmuştur.

[334] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 92-93.

[335] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 363-432. Bu kısımda görüleceği gibi oldukça uzun bir şekilde Ebû Hanîfe’nin hemen her konudaki uygulamalarını tenkid etmiştir.

[336] Suyûtî, Miftâh, 2.

[337] Konu ile ilgili rivayetler ve değerlendirmeleri İle ilgili bkz, Suyütî, Miftâh, 2- 56.

[338] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 94.

[339] İbn Abdi’1-Berr, Cami’, II. 190.

[340] Kurtubî, Tefsir, I, 38.

[341] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 94-95.

[342] Akseki, A. Hamdi, Riyâzu’s-Sâlihin Tercemesi, 1, XX-XXI.

[343] Cihan, Sâdık, Günümüzde Hadis’in Anlaşılmamasının Temel Sebepleri, 175-178.

[344] Ebû Zahve, Muhammed, Mekânetü’s-Sünne fi’1-İslam, 32-36.

[345] Ebü Şehbe, Muhammed, Sünnet Müdafaası, I, 58.

[346] Accâc, Muhammed, es-Sünnetû kable’t-Tedvin, 49-50.

[347] Sıbâî, es-Sünnetü ve Mekânetühâ fi’t-Teşri’i’l-İslâmî, 81-83, 98-100.

[382] Mantıkta akıl yürütmenin üç türü vardır: a- Dedüksiyon (Tümdengelim), b-Endüksiyon (Tümevarım), c- Anoloji. Bu üç türden en geçerli akıl yürütme, dedüksiyon akıl yürütmedir. Bu nedenle mantıkçılar, “Her geçerli akıl yürütme bir dedüksiyondur.’ demişlerdir. Yukarda vermiş olduğumuz, Kur’an – Sünnet ilişkisine dâir olan önerme de bir dedüksiyondur. Bu açıdan konumuz, mantıksal tutarlılık arz etmektedir. Bu konuda geniş bilgi için bkz: Özlem, Doğan, Mantık, 36 – 43.

[383] Bu ifademiz, sahabenin arz yapmış olmasıyla çelişkili olarak değerlendirilmemelidir. Biz bu ifademiz ile, sahabenin Hz. Peygamber’den tam ve eksiksiz duyduğu ha­disleri kasdediyoruz. Yoksa kendilerinin birbirlerinden naklettikleri hadislerde, beşeri kusur daima söz konusudur. Onlar da zaten bu tür rivayetleri Kur’an’a arz etmişlerdir.

[384] Dümeynî, a.g.e, 300 – 303, özetleyerek verdik.

[385] Ahmet Keleş, Hadislerin Kuran’a Arzı, İnsan Yayınlan, İstanbul, 1998: 103-107.

This entry was posted on Pazartesi, Ağustos 18th, 2008 at 13:24 and is filed under RİVAYETLER(Hadis). You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz