Peygamberin peygamber olacağı önceden bilinmiyordu
RAHİP BAHİRA OLAYI DOĞRU DEĞİLDİR!
“Tirmizi’nin rivayetine göre Bahira olayı şöyledir: “Ebu Talib, Şam’a ticarete çıktı. Muhammed de Kureyş’in ileri gelenleri ve amcasıyla beraber gitti. Rahib’in oraya vardıklarında konakladılar ve hayvanlarının palanlarını çözdüler. Bu esnada rahip yanlarına geldi. Daha önceleri ona uğradıkları halde, yanlarına gelmez, onlarla ilgilenmezdi. Hayvanların palanlarını çözerken rahip aralarında gezinmeye başladı, gelip Muhammed’in elini tuttu ve şöyle dedi: “Bu âlemlerin efendisidir. Bu alemlerin Rabb’inin Rasuludur. Allah onu alemlere rahmet olarak gönderecektir.” Kureyş’in bazı ileri gelenleri, “Nereden biliyorsun?” diye sordular. O da şöyle dedi: “Sizler tepeden bu tarafa seğirttiğinizde bütün ağaçlar ve taşlar secdeye kapandı. Oysa onlar, sadece bir peygamber için secdeye kapanırlar. Ayrıca ben onu omuz kıkırdağının altında elma gibi duran peygamberlik mühründen de tanırım.”
Rahip daha sonra döndü ve onlara yemek hazırlayıp getirdi. Muhammed o an develerle ilgileniyordu. Rahip “Onu da çağırın” dedi. Muhammed kendisini gölgelendiren bir bulutun altına geldi. Topluluğa yaklaştığında, onların kendisinden önce ağacın gölgesinde oturduklarını gördü. Muhammed oturunca, ağacın gölgesi onun üzerine yöneldi. Rahip “Ağacın gölgesine bakın, onun üzerine yöneldi!” dedi. Rahip yanlarında durup, “Rumlar görürlerse tanırlar ve öldürürler. Bu sebeple Rum diyarına götürmeyin” diye ısrar edip durdu. Bu esnada Rum tarafından yedi kişinin geldiğini gördü. Onları karşıladı ve “niçin geldiniz?” diye sordu. “Şu peygamber bu ayda çıkacak diye geldik. Her tarafa adam gönderildi, onun haberi bize de ulaştı ve senin bu yola gönderildik” dediler. Rahip “Arkanızda sizden daha hayırlı (fazla bilgi sahibi) kimse var mı?” diye sordu. Onlar, “Bize sadece onun senin bu yolda olduğun haber verildi” dediler. Rahip onlara “Allah’ın yapmak istediği bir işi herhangi bir insanın engelleyebileceğini düşünebilir misiniz?” diye sordu. Onlar “hayır.” cevabını verdiler. Sonra ona beyat edip birlikte bekleştiler. Rahip daha sonra (Kureyşliler’e dönerek) “Allah için söyleyin, bunun velisi hanginiz?” diye sordu. Onlar “Ebu Talib’tir.” dediler. Rahip ısrarla Muhammed’i geri göndermesini istedi. O da geri gönderdi. Ebu Bekir de Bilal’i onun yanına kattı. Rahip, Muhammed’e azık olarak çörek, (katık olarak) zeytinyağı verdi.” (Tirmizi, menakıb 50, babu ma cae fi bedi nübüvveti’n-nebi (3), rakam 3620. Tarih, siyer ve benzeri başka kaynaklar için de bakınız; Enbiya Yıldırım, Age, 198-199.)
Bu ve başka rivayetlerde “Rahip, olağanüstü bir şekilde görür görmez Hz. Peygamber’i tanıyor ve peygamber olacağını bildiriyor, Hz. Peygamber kafile ile beraber tepeyi aştığında taşlar ve ağaçlar secdeye kapanıyor, Rasulullah kendisini gölgelendiren bir bulutun altında yürüyor, ağacın altına oturduğunda ağacın gölgesi insanların üzerinden Rasulullah’ın üzerine kayıyor, rahip, Hz. Peygamber’in son Rasul olduğunu anlıyor ve sırtındaki nübüvvet mührünü keşfediyor, Rum diyarına-başka rivayetlerde yahudilerin yanına-götürülmemesini, çünkü öldüreceklerini söylerken, çıkacak son Peygamber’in yolda bulunduğunu tesbit eden yedi Rum da Hz. Peygamber’in oraya geldiğini önceden tespit ediyor ve çıkıp geliyorlar. Şüphesiz bütün bunlar senaryonun birer karesi olarak kurgulanmıştır. Şöyle ki:
1- Hz. Peygamber ölünceye kadar bu yolculuk sırasında karşılaştığı olaylardan ve rahipten hiç sözetmemiştir.
2- Acaba tüm bu bilgiler Hz. Muhammed’in son peygamber olacağını açıkça ortaya koyar ve Yahudisi, Rum’u, Papazı herkes bunu görüp kendisini teşhis ederken, onun en yakınları, akrabaları, çevresi, büyükleri, Mekke ve Medine’deki Kitap Ehli’nin neden hiç ilgisi ve bilgisi olmamıştır?
3- Acaba bütün bu olaylar ve durumlar kafilede bulunan insanların hiç mi ilgisini çekmedi? Hiç mi bunun ne olduğunu, niçin olduğunu, kimin için olduğunu, niçin yalnız onu gölgelendirdiğini sormadılar veya görmediler?
4- Mekke ile Rahib’in memleketi Busra arası yüzlerce kilometre uzak olup yol boyunca taşların ve ağaçların Hz. Muhammed’i selamlayıp ona secde ettiğini, bulutun onu gölgelendirdiğini bu insanlar görmediği halde Rahip nasıl gördü ve anladı?
5- Rasulullah’ın peygamberliğini gösteren bu kadar olağanüstü şeyler meydana gelir ve deliller ortaya çıkarken, yolculuğa katılanlardan onun peygamberliğine yetişenler bunu hatırlayarak neden İslam çağrısını kabul etmediler? Neden Muhammed’i yanında götüren ve sözde olaya tanık olan Ebu Talib kendisi ona inanmadı ve bundan kimseye söz etmedi?
6- Bütün bunları insanlar gördüğü ve bildiği halde, Rasulullah dini tebliğe başladığı zaman tepki gösterenler neden bu olayı gündeme getirmemiştir? Neden bu kadar tepki görüp yalnız kalırken ve sıkıntılarla karşılaşırken, bunu bilenlerden biri çıkıp olayı hatırlatmamış ve inanmaları gerektiğini söylememiştir? Bu kadar harika halleri görülen bir insana niçin hemen inanıp itaat etmemişlerdir?
7- Acaba bu muhteşem olayları görenlerin en azından Mekke’ye dönünce bütün halka olanları anlatması ve Rasulullah tebliğe başlayınca zaten kabule hazır olan büyük bir kitlenin birden İslam’ı kabul etmesi gerekmez miydi?
8- Hz. Muhammed’ten önce nice peygamberler geldi geçti ama hiçbirine ağaçlar ve taşlar secdeye kapanmadığı, onları ağaçlar ve bulutlar gölgelendirmediği, çocuk yaşta peygamberliklerini kimse tanımadığı ve öldürmek için insanlar seferber olmadığı halde, neden Hz. Peygamber için bütün bunlar olmaktadır? Daha sonra belirteceğimiz gibi, ağaçların, taşların, hayvanların bir insana secde etmesi tevhide ve Allah’ın sosyal yasalarına aykırı değil midir? ( -Allah, yerde ve göklerde olan herkesin/herşeyin kendisine secde ettiğini söyler. Mesela bakınız, Rad, 15, Nahl, 49, Hac, 18 )
9-Bu kadar olağanüstü halleri yaşayan ve bilgi sahibi olan Hz. Peygamber Hira’da ilk vahye muhatab olduğunda neden şok oldu? Önceden bu halleri yaşayıp bazı bilgilere sahip birisi olarak bunu soğukkanlılıkla karşılaması gerekmez miydi?
10-Rahip, Hz. Peygamber’in tanınıp kendisine zarar verilmesinden korkarak geri gönderilmesini sağlıyor. Oysa Hz. Peygamber daha sonra Hatice adına Şam tarafına ticaret kervanları düzenleyip, bizzat başlarında bulunuyordu. Bu ikisi nasıl bağdaşır? O yaşlarda yabancı yerlere gitmesi tehlikeli olan Hz. Muhammed için genç yaşlarında aynı tehlike mevcut değil miydi?
11- Rivayetlerden anlaşıldığına göre bu yolculuk, Hz. Peygamber henüz 13 yaşında, Ebu Bekir de 11 yaşında iken olmuştur. Bilal bu yolculuğa katılmadığı gibi, Ebu Bekir’le de henüz bir ilgisi yoktur. Hatta Bilal henüz doğmamıştır. Hz. Peygamber’den iki yaş küçük olan Hz. Ebu Bekir’in Hz. Muhammed’e korumalık yapmak için zaten yaşı elverişli değildi.
12- Ayet, “Ey inananlar! Yoldan çıkmış/fasık biri size bir haber getirirse, onun içyüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete kötülük edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.” (49 Hucurat/6) dediği halde, Peygamberlik gibi önemli bir konuda Müslüman olmayan birinin şahitliğine nasıl itibar edilir?
13- Ve nihayet Kur’an’ın “Sen, sana bu Kitab’ın verileceğini ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir…”(28 Kasas/86) “İşte sana da buyruğumuzla Cebrail”i gönderdik; sen önceden Kitap nedir, iman nedir bilmezdin…”(42 Şura/52) gibi ayetler, Hz. Muhammed’in böyle bir olayı yaşadığını yalanlamaktadır. Çünkü böyle bir olayı yaşasaydı, en azından peygamber olacağına ilişkin bilgisi ve beklentisi olurdu. Kur’an ise, böyle bir bilgisinin ve beklentisinin olmadığını söylemektedir.
Öyle anlaşılıyor ki Rahip Bahira ve Rum diyarından gelenler olayı olsun, Hz. Muhammed’in doğumu öncesinde ve sırasında meydana geldiği iddia edilen olaylar olsun, Hz. İsa’nın doğumunu anlatan İncil’in şu söylediklerinin Hz. Muhammed için uyarlanmış versiyonu gibidir:
“İsa, kral Herodes zamanında, Yahudiye’nin Beytlehem şehrinde doğduğu zaman, Kudüs’e müneccimler geldiler 2. Ve şöyle dediler: “Yahudilerin yeni doğan kralı nerede? Çünkü doğuda onun yıldızını gördük ve ona secde etmeye geldik.” 3. Bunu işitince kral Herodes ve onunla birlikte bütün Kudüs telaşlandı. 4. Herodes halkın bütün başkahinlerini ve yazıcılarını biraraya toplayarak onlardan Mesih’in nerede doğacağını soruşturdu. 5. Yahudiye’nin Beytlehem’inde, cevabını verdiler, çünkü peygamber tarafından şöyle yazılmış bulunmaktadır: 6. Ve sen ey Beytlehem, Yahuda diyarı, başlıca Yahuda şehirleri arasında en önemsizi kuşkusuz sen değilsin; çünkü kavmim İsrail’e çobanlık edecek önder senden çıkacaktır.” 7. Bunun üzerine Herodes müneccimleri gizlice çağırttı ve onlardan yıldızın ne zaman gözüktüğünü iyice öğrendi. 8. ve şöyle diyerek onları Beytlehem’e gönderdi: “Gidin, çocuk hakkında tam bilgi alın. Onu bulduğunuz zaman bana bildirin ben de gelip ona secde edeyim.” 9. Kralın bu sözleri üzerine müneccimler yola çıktılar ve baktılar ki, doğuda gördükleri yıldız önlerinde gitmektedir, yıldız çocuğun bulunduğu yerin üzerine gelince durdu. 10. Yıldızı görüp büyük bir sevince kapıldılar. 11. Eve girip, çocuğu anası Meryem ile birlikte buldular ve yere kapanarak ona secde ettiler ve hazinelerini açarak, ona hediye olarak altın, günlük ve mür sundular. 12. Daha sonra, rüyada kendilerine Herodes’in yanına dönmemeleri bildirildiğinden, başka bir yoldan ülkelerine döndüler. 13. Onlar yola çıktıktan sonra Rabbin meleği, Yusuf’a(1) rüyasında görünüp, şöyle dedi: “Kalk, anası ile çocuğu al ve Mısır’a kaç. Ben sana söyleyinceye kadar orada kal, çünkü Herodes çocuğu yok etmek için arayacaktır. 14. Yusuf kalktı, gece annesiyle çocuğu aldı ve Mısır’a kaçtı. 15. Herodes’in ölümüne kadar orada kaldı. Böylece peygamber aracılığı ile Rabbin bildirdiği şu sözler yerine gelmiş oldu: “Oğlumu Mısır’dan çağırdım.” (Matta, 2/1-15 )
Görüldüğü gibi Şam’daki Bahira yerine Kudüs’teki Yusuf, Bulut yerine Yıldız, Rum diyarından adamlar yerine Rum kral’ının müneccimleri, ticaret kafilesindekiler yerine Meryem ve İsa, Kudüs yerine Mekke figür olarak kullanılmıştır. İncil’in anlattıklarının devamında Kral ölüyor, Yusuf, korkusundan Kudüs’e değil, Meryem ve İsa ile beraber Celile’ye dönüyor ve Nasıra’ya yerleşiyor. (Matta, 1/19-23) Bahira olayında da Muhammed’in yanına Bilal verilerek kurtulması için Mekke’ye gönderiliyor.
Nitekim Fıkhu’s-Sîre yazarı Muhammed Gazali, Rahip Bahira olayını anlatan rivayetlerde, anlatılan olayın bazıları tarafından Buda’nın ve Hz. İsa’nın düşmanları tarafından arandığını anlatan olaylarla benzerlik taşıdığını söylediklerini ve dolaylı olarak içine sinmediğini belirtmektedir .(2)
Sonuç olarak, bu rivayetlerin tarihe ve realitelere aykırı, abartmalarla dolu, senedi çürük olup yüceltmeci zihniyet tarafından İncil’den uyarlanarak Hz. Muhammed için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki Rasulullah’ı çocuk yaşta bir papazla irtibatlandırmanın, İslam’ı lekeleyip, Rasulullah’ın küçüklüğünden itibaren Kitap Ehli’nden bilgi aldığını iddia ederek İslam’ın Yahudilik ve Hıristiyanlıktan devşirme bir din olduğunu göstermek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir yararı yoktur.
Nitekim Kur’an’ın Allah’ın vahyi olduğunu kabul etmeyen ve Muhammed’in Yahudilik ve Hıristiyanlıktan İslam’ı devşirdiğini iddia eden kimi oryantalistler(3) , Kur’an’ın, Kitap Ehli ve Orta Doğu kültürlerinden Muhammed’in derleyip şaheser bir anlatımla meydana getirdiği bir kompozisyon olduğunu iddia etmektedirler.(4) Örneğin, fanatik Fransız oryantalistlerden Baron Carra De Vaux, yazdığı Bahira Kur’anı kitabında bunu seslendirerek Kur’an’ın Bahira’nın öğrettiği bilgiler olduğunu iddia etmektedir. Yine onlardan biri olan Corci Zeydan, yazdığı tarihsel hikaye ve romanlarında Müslümanların Kuzey Arabistan bölgesinde yaptıkları fetihlerde başrolü oradaki manastırlarda görev yapan rahiplerin oynadığını ve bütün faziletin onlara ait olduğunu ileri sürmektedir. Şüphesiz Rahip Bahira senaryosu da bu gibilere ballı kaymak bir malzeme vermektedir. (5)
Araştırmacı bir Siyer ve İslam Tarihi yazarı olarak bildiğimiz İmaduddin Halil’in başkaları gibi bu rivayetleri eleştirmeden kabullenip Hz. Muhammed’in hayatından bir kesit olarak kitabında anlatmasını (6), yine değerli araştırmacı yazar Celaleddin Vatandaş’ın çok değerli bir siyer çalışması olarak gördüğümüz ve uzun alıntılar yaptığımız “Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti” kitabında yüklenen işlevi eleştirmekle beraber söz konusu olayı kabullenmesini(7) yanlış bulduğumuzu belirtmeliyiz. Hz. Muhammed hakkında yapılan abartma ve aşırı yüceltmeleri Dr. Hatice Kelpetin Arpaguş şöyle değerlendirir:
“Hz. Peygamber’in yanında bulunan ashabın doğal kabul ettiği birçok husus sonraları beşer muhayyilesine ağır gelmeye başlamış, sevgi ve hürmetin eklenmesiyle de Rasul-i Ekrem beşeri sıfatlardan tecrit edilerek gerçek varlığının ötesine götürülmüştür. Beşerin temel vasfı faniliktir. Hz. Peygamber de herkes gibi ölümü tatmıştır. Hicri ilk asırda ortaya çıkmaya başlayan Peygamber’i beşer üstü görme temayülleri Süyuti’de (ö. 911/1505) en kesin ifadesini bulmuştur. Rasul-i Ekrem’in ruhen ve bedenen canlı olup tassarrufta bulunduğu fikri doğmakla kalmamış, Hz. Muhammed’i canlı olarak görüp onunla konuşma anlayışı da yayılmaya başlamış ve muhaddisler tarafından incelenip zayıf bulunan hadisler bu metotla sahihleştirilmeye çalışılmıştır. Hicri 3. yüzyılda Tüsteri (ö. 283/896) tarafından ortaya konulan Allah’ın kendi nurundan Muhammed’in nurunu yarattığı görüşüyle gelişen Nur-u Muhammedî anlayışı da bu fikrin en büyük destekçisi olmuştur. Çünkü “vücud-u mutlak’ın taayyün ettiği (ortaya çıktığı, şekillendiği) ilk mertebe Hakikat-i Muhammediyye’dir. Bundan dolayı Hz. Peygamber’in vefat etmesi diye bir şey söz konusu değildir(8 ) . Bu nur ezeli ve ebedidir. Birbirini destekleyen bu anlayışlar neticesinde Hz. Peygamber’in bedenen vefat etmiş olsa da ruhen canlı olduğu, mülk ve melekut âlemindeki tasarruflarına devam ettiği fikri doğmuş ve yayılmıştır.” (9). Kaynak: İbrahim Sarmış, Hz. Muhammedi doğru anlamak, 1.Cilt Ekin yay. sa.55-60