İbn Teymiyye ve Selefilik
İBN TEYMİYYE, TAKIYYÜDDİN
Ebü’l-Abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî (ö. 728/1328)
Görüş ve eleştirileriyle İslâm düşüncesinin gelişmesine tesir eden Selefi âlimi, müctehid.
10 Rebîülevvel 661’de (22 Ocak 1263) Harran’da doğdu. Mensubu bulunduğu İbn Teymiyye ailesinin ve bilhassa dedesi Mecdüddin İbn Teymiyye ile onun amcası Fahreddin İbn Teymiyye’nin bölgede Hanbelî mezhebinin gelişimine önemli katkıları olmuştur. Babası Abdülhalîm aile geleneğini Harran’da devam ettiren bir Hanbelî âlimiydi. 656 (1258) yılında Mo-ğollar’ın Bağdat’ı istilâ etmeleri ve akınlarının bölgeye kadar uzanması üzerine 667’de (1269) Dimaşk’a göç etti. Sükkeriyye Dârülhadisi’nde müderrislik yaptı. O dönemde Suriye ve Filistin, özellikle de Dımaşk, klasik gelişimini tamamlayıp olgunluk devresine giren Hanbelî mezhebinin merkezi durumundaydı. İlk eğitimine Dımaşk’ta babasının müderrislik yaptığı Sükkeriyye Dârülhadisi’nde başlayan İbn Teymiyye, başta bu medresenin hocaları olmak üzere bölgenin önde gelen âlimlerinden ders aldı. Tabakat müellifleri, onun ZOO’den fazla hocadan ders gördüğünü kaydederse de bunların içinde düzenli biçimde öğrencilik yaptıklarının yanı sıra hadis dinlediği, İcazet aldığı, ilmî müzakerede bulunduğu veya küçük yaşta ilim meclisine katıldığı âlimler de vardır. Hocaları arasında Mecdüddin İbn Asâkir, İbn Ebü’1-Yüsr et-Tenûhî, Kasım el-İrbilî, Ebü’l-Ferec İbn Kudâmeel-Makdisî, Şemseddin İbn Atâ, Zeynüddin İb-nü’l-Müneccâ, İbn Abdüddâim, Zeyneb bint Mekkî gibi âlimler sayılabilir.
İbn Teymiyye, babasının vefatından bir yıl sonra Z Muharrem 683 (21 Mart1284) tarihinde ondan boşalan Sükkeriyye Dârülhadisi’nde hocalığa, aynı yılın 10Safe-rinde de (28 Nisan 1284) Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye başladı. 691pde (1292) hacca gitti. 693’te (1294) Assâf en-Nasrânî adlı bir hıristiyanın Hz. Peygamber’e küfretmesinin büyük tepki toplaması üzerine İbn Teymiyye ve dârül-hadis hocası Zeynüddin el-Fâriki, saltanat naibi Emîr İzzeddin Aybeg’e giderek adı geçen hıristiyanın cezalandırılması gerektiğini söylediler. Ancak yargılama sürecinde bazı taşkınlıklar meydana gelince Emîr İzzeddin her iki âlimi bundan sorumlu tutarak onlara sopa attırdı ve göz altına alınmalarını emretti. Olaylar daha fazla büyümeden Assâf müslüman oldu ve affedildi, Emîr İzzeddin de iki âlimi serbest bıraktı. Bu olaydan sonra İbn Teymiyye. Hz. Peygamber’e küfreden kişinin cezalandırılmasıyla ilgili olarak es-Şâri-mü’1-meslûl aiâ şâtimi’r-Resûl adlı kitabını yazdı. Zeynüddin İbnü’l-Münec-câ’nın yerine 17 Şaban 695’te (20 Haziran 1296) Dımaşk’taki Hanbeliyye Medrese-si’nde ders vermeye başladı.
Geniş halk kitleleri ve yöneticiler nezdinde etkin bir nüfuza sahip olan İbn Teymiyye’nin VIII. (XIV.) yüzyılın başlarından itibaren çeşitli dinî ve siyasî tartışmalar içine girdiği görülmektedir. el-Melikü’l-Mansûr Lâçin’in hâkimiyeti döneminde (1297-i299) halkı Ermenistan Krallığı’na karşı cihada teşvik için görevlendirildi. 698’de (1299) Hamalılar’ın akaidle ilgili çeşitli sorularına cevap vermek için el-‘Akîdetü’l-Hameviyye’yİ yazdı ve başta Eş’arîlik olmak üzere klasik kelâm mezheplerine ve kelâm anlayışına sert eleştirilerde bulunarak özellikle sıfatlar ve mü-teşâbihat hakkındaki Selef anlayışını savundu. Bu kitaptaki bazı görüşlerinden ve bilhassa sıfatlar konusundaki yaklaşımından dolayı kendisini teşbihle suçlayan bir grup-kelâma ve fıkıhçı, onu Hanefî kadısı Celâleddin Ahmed er-Râzrnin huzurunda bir toplantıya davet ettiyse de İbn Teymiyye gitmedi. Bunun üzerine kitap aleyhinde çeşitli dedikodular yayılmaya başladı. Ancak Emîr Seyfeddin Çagân’ın İbn Teymiyye’yi desteklemesi ve onun aleyhinde görüş belirten kişileri tutuklatması üzerine olay kapanmaya yüz tuttu. Daha sonra Şafiî kadısı İmâmüd-din Ömer el-Kazvînî’nin huzurunda gerçekleştirilen bir toplantıya iştirak eden İbn Teymiyye, kendisine karşı yapılan bütün itirazları cevaplandırarak oradakileri ikna etti. Bu toplantıda söz konusu kitapta aşırı görüşler bulunmadığı sonucuna varıldığından İbn Teymiyye aleyhinde gelişen olaylar sakinleşti.
699’daki (1300) Moğol saldırısında halkın ve pek çok âlimin Dımaşk’ı terketme-sine rağmen İbn Teymiyye şehirden ayrılmadı ve bir grup âlimle birlikte Moğol Hükümdarı Gâzân Han’ın karargâhına giderek Dımaşk halkı için eman diledi, böylece büyük bir katliamı önledi. Aynı yıl şevval (haziran) ayında Memlûk ordularıyla beraber. Franklar ve Moğollar’a yardım etmekle itham edilen, dinin temel esaslarına aykırı davranışlarıyla tanınan Kis-rüvân Şiîleri’ne karşı düzenlenen sefere katıldı. 700 (1301) yılında yeni bir Moğol saldırısı üzerine halkı cihada teşvik etti ve aynı yılın cemâziyelevvelinde (Ocak 1301) Memluk Sultanı Muhammed b. Kalavun’ dan Moğollar’la savaşmasını istemek amacıyla Kahire’ye gitti. Kendisi de Moğollar’a karşı cephede savaşa katıldı ve 4 Ramazan 702 (22 Nisan 1303) tarihinde Dımaşk civarındaki Şehâb bölgesinde Moğollar büyük bir yenilgiye uğratıldı.
704 (1304) yılında, halk arasında derbeder bir kıyafetle dolaşıp birtakım aşırı görüşlerin propagandasını yapan ve uyuşturucu kullandığı ileri sürülen mutasavvıf İbrahim el-Kettân ile ahlâkî zaaflarla itham edilen Muhammed el-Hab-bâz’a karşı mücadele verdi. Bu arada, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin felsefî görüşlerini benimseyen İttihâdiyye fırkasına karşı tavır alarak Baybars el-Çaşnigîr’in şeyhi Nasreddin el-Menbicî’ye bir mektup gönderdi ve İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vü-cûd felsefesini tenkit etti. Aynı yılın sonuna doğru Kisrüvân Şiîleri üzerine düzenlenen ikinci bir sefere katıldı. Sefer dönüşünde şeyhlerinin bir Moğol sempatizanı olduğu ileri sürülen Rifâîler ile çeşitli tartışmalara girişti. Bölgede bazı insanların nehir kıyısındaki bir kayayı ziyaret edip adakta bulunduğunu öğrenince bir grup öğrencisiyle birlikte gidip o yeri ortadan kaldırdı. Bid’at ve hurafelerle mücadelesi ve eleştirilerinde kullandığı sert üslûp sebebiyle pek çok kesimi karşısına alan İbn Teymiyye’nin, daha önce Vâsıt kadılarından Radıyyüddin ei-Vâsı-tînin isteği üzerine kaleme aldığı ei-Vd-şıtıyye adlı risâlesindeki görüşleri etrafında çeşitli dedikodular yayılmaya başladı. Bu sebeple 8 ve 12 Receb 705 (24 ve 28 Ocak 1306) tarihlerinde Şam naibi Cemâleddin el-Ef-rem başkanlığında iki toplantı yapıldı ve İkinci toplantıda Safiyyüddin el-Hindî, el-Vâşjfiyye’nin Kur’an ve Sünnet esaslarına uygun olduğunu açıkladı. Ancak olaylar bununla kalmadı ve Şâfıî kadısı Nec-meddin İbn Sasrâ. konuyu yeniden gündeme getirerek İbn Teymiyye’nin pek çok öğrencisiyle birlikte hadisçi Mizzî’yi dövdürdü ve hapse attırdı. Bunun üzerine 7 Şaban 705’te (22 Şubat 1306) sultanın emriyle valinin başkanlığında üçüncü bir toplantı daha yapıldı. Bu toplantıda da el-Vâşitıyye’de dinin esaslarına aykırı bir görüş bulunmadığına karar verildi. Fakat olay sebebiyle Kadı İbn Sasrâ görevinden istifa etti ve bu iki ilim âlim Kahire’ye gönderildi. İbn Teymiyye, Kahire’ye varışından kısa bir müddet sonra dört kâdıl-kudât ile çeşitli devlet adamlarının yer aldığı bir toplantıda muhakeme edildi. Burada Allah’ı insan suretinde kabul etmekle (teşbih) suçlanarak iki kardeşiyle birlikte Kahire Kalesi’nde hapsedilmesine karar verildi.
İbn Teymiyye yaklaşık bir buçuk yıl sonra 26 Rebîülevvel 707 (25 Eylül 1307) tarihinde, Emîr Sâlâr ile kendisine eî-‘Aki-detü’t-Tedmüriyye’yi yazmış olduğu Be-devî emîri Mühennâ b. îsâ’nm aracılığı sonucunda hapisten çıkarıldı, ancak Suriye’ye dönmesine izin verilmedi. Kahire’-de de Selefî görüşlerini savunup bid’at ve hurafelerle mücadeleye devam eden İbn Teymiyye’nin karşısına bu defa Mısır’ın en meşhur iki mutasavvıfı. Ebü’l-Abbas İbn Atâullah ile Dârü Saîdi’s-sua-dâ’nın başı Kerîmüddin el-Âmülî çıktı. Bunlar İbn Teymiyye aleyhine kamuoyu oluşturdular, bazı ithamları dile getirdiler. Nihayet İbn Teymiyye, 707 Şevvalinde (Nisan 1308) İttihâdiyye aleyhine yazmış olduğu bir reddiyeden dolayı tekrar çağrıldı ve bilhassa tevessül konusundaki görüşleri sebebiyle sorguya çekildi. İbn Teymiyye’nin. ortaya koyduğu delillerle muhaliflerini susturduğu için önce Suriye’ye dönmesine izin verildiyse de daha sonra bu karardan vazgeçilerek Kahire’de kadılara mahsus bir hapishaneye kapatıldı ve bir buçuk yıl hapis yattı. 7O9’da (1309) serbest bırakıldı, ancak birkaç gün sonra safer ayının son gecesi (8 Ağustos 1309) İskenderiye’ye götürülerek sultanın sarayında bir kuleye kondu ve burada sekiz buçuk ay göz hapsinde tutuldu. Bu esnada yazı yazmasına ve ziyaret edilmesine izin verilmişti. Bu süre içerisinde özellikle Mağribli kişilerle görüşme imkânı buldu ve er-fîed Cale’l-Mantıkıyyîn gibi bazı önemli eserlerini yazdı. 1 Şevval 709’da (4 Mart 1310) yeniden tahta geçen el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Ka-lavun İbn Teymiyye’yi serbest bırakarak kendisiyle görüştü. Kahire’de yaklaşık üç yıl kalan İbn Teymiyye burada öğretim ve fetva faaliyetlerine devam etti. es-Siyâ-setü’ş-şerHyye adlı eserinin ilk müsveddelerini de muhtemelen bu dönemde yazmaya başladı ve kitabı 711-714 (1311-1314) yılları arasında tamamladı.
Yeni bir Moğol saldırısı üzerine el-Me-likü’n-Nâsır’la birlikte Şevval 712’de (Şubat 1313) Dımaşk’a geri dönmek üzere yola çıkan İbn Teymiyye. Kudüs’te kısa bir süre kalıp yedi yıl aradan sonra Dımaşk’a ulaştı ve tekrar müderrislik görevine başladı. Bu arada İbn Teymiyye’den bir hafta önce Dımaşk’a gelen el-Melikü’n-Nâsir hacca gitti, hac dönüşü bölgede çeşitli idarî ve malî düzenlemeler yaptı. Emîr Tenkiz de Rebîülâhir 712’de (Ağustos 1312) Dımaşk’a vali olarak tayin edildi. İbn Teymiyye, Emîr Tenkiz döneminde Dımaşk’ta beş yıl kalarak öğretim ve telife devam etti. Gerek o zamana kadar sürdürdüğü faaliyetleri gerekse çeşitli felsefî cereyanlar, dinî anlayış ve uygulamalar karşısında ortaya koyduğu mücadeleci tavrı ona İslâm dünyasında haklı bir şöhret kazandırdı; etrafında görüşlerini benimseyip savunan, onu müctehid ve imam olarak kabul eden bir öğrenci halkası oluştu. Şâfıî mezhebine mensup Sübkî ailesinin, özellikle de Şafiîliğin ve Eş’arîliğin Suriye ve Mısır’daki en meşhur temsilcileri arasında yer alan Takıyyüddin es-Sübkî ve oğlu Tâceddin es-Sübkî ile pek çok mutasavvıfın muhalefetine rağmen halk ve idareciler üzerinde büyük bir nüfuza sahip oldu. Talebeleri ve sevenleri içinde diğer mezheplere mensup kişiler de vardı. Meşhur öğrencileri arasında İbn Kayyim el-Cevziyye’den başka en fakih talebesi sayılan Şemseddin İbn Müflih, Şemseddin İbn Abdülhâdî, İbn Kâdi’1-Ce-bel, Vâsıftaki Rifâiyye tarikatının şeyhinin oğlu olan İmâdüddin el-Vâsıtî, Üm-mü Zeyneb, Mizzî, Zehebî ve Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr bulunmaktadır. İbn Kayyim el-Cevziyye, sadece hocasının sadık bir talebesi olarak onun görüşlerinin yayılmasına hizmet etmekle kalmamış, aynı zamanda birlikte sorgulanıp hapiste yatarak her türlü sıkıntı ve mihneti onunla paylaşmıştır. Bu dönemde de Hanbelîler’-le Eş’arîler arasındaki tartışma ve gerginlikler devam etmiş, bu olaylarda İbn Tey-miyye en etkili isimlerden biri olmuştur.
İbn Teymiyye, İlhanlı Hükümdarı Mu-hammed Hudâbende ile (Olcaytu Han) iyi ilişkiler kuran ve Mekke’de Şiî taraftarı bir politika takip eden Mekke Emîri Hu-meyde ile 716 yılının son ayında {Şubat 1317) tartışmaya girişti. Bu tartışmalar münasebetiyle bilhassa İmâmiyye Şîası’-nın önde gelen âlimlerinden olan Allâ-me el-Hilirye birtakım tenkitler yönelttiği Minhâcü’s-sünne adlı eserini kaleme aldı. 718(1318) yılında sultanın bir fermanı ile, talâk konusunda Hanbelî mezhebinin klasik görüşlerinin aksine fetva vermekten menedildi. Çünkü İbn ‘Teymiyye “talâk şartı ile yemini (aş. bk), hem Hanbelî mezhebindeki hâkim görüşün hem de diğer mezheplerin genel kabullerinin aksine reddediyordu. Bu konuyla ilgili olarak 718 (1318) ve 719 (1319) yıllarında Emîr Tenkiz’in nezâretinde iki ayrı toplantı yapıldı. 20 Receb 720’de (26 Ağustos 1320) yapılan yeni bir toplantıda İbn Teymiyye sultanın bu yasağını çiğnemekle itham edilerek Dımaşk Kalesi’ne hapsedildi. S ay 18 gün sonra 10 Muharrem 721’de (9 Şubat 1321) el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’un emriyle serbest bırakıldı.
Bu tarihten sonra da Mısır ve Suriye’deki çeşitli dinî ve siyasî olayların içerisinde yer almaya devam eden İbn Teymiyye 16 Şaban 726’da (18 Temmuz 1326). peygamberlerin mezarları ile mukaddes makamların ziyaret edilmesi hakkında verdiği fetvalar ve bu konuya dair yazdığı risaleler sebebiyle yine tutuklandı ve sultanın emriyle fetva vermesi yasaklandı. Bu sırada öğrencileri hapsedildiyse de bunların çoğu kısa zamanda serbest bırakıldı ve hapishanede hocasıyla beraber sadece İbn Kayyim el-Cevziyye kaldı. Diğer taraftan sayıları gittikçe artan muhalifleri arasına Mısır Mâliki kâdılkudâtı Takıyyüddin el-Ahnâî ile İbnü’l-Arabfnin öğrencilerinden olup Kahire’deki Dârü Saîdi’s-suadâ’nm şeyhliğini yapan ve 727 (1327) yılında Dımaşk’a Şafiî kâdılkudâtı olarak tayin edilen Alâeddin el-Konevî de katılmıştı. İbn Teymiyye’nin Dımaşk Kale-si’ndeki hapis hayatı iki yıldan fazla sürdü; ancak hapiste eser yazmaya devam etti. Bu eserler arasında Refu’l-melâm ve Takıyyüddin el-Ahnâî’nin mezarları ziyaret ve tevessülle ilgili görüşlerine sert eleştiriler yönelttiği Kitâbü’r-Red iale’l-Ahnâ’î adlı risaleleri de bulunmaktadır. Bu reddiyeden rahatsız olan Takıyyüddin el-Ahnâî’nin sultana yaptığı şikâyet üzerine 9 Cemâziyelâhir 728 (21 Nisan 1328) tarihinde elinden kâğıdı, kalemi ve mürekkebi alındı. Bu muamele ona çok ağır geldi; kendisini ibadete verdiyse de üzüntüsünden hastalandı ve 20 Zilkade 728′-de (26 Eylül 1328) hapishanede vefat etti. Cenaze namazını kardeşi Zeynüddin Abdurrahman kıldırdı ve Sûfiyye Kabris-tanı’nda kardeşi Şerefeddin Abdullah’ın kabri yanına defnedildi. Cenazesine yaklaşık 200.000 erkekle 15.000 hanımın katıldığı rivayet edilmektedir. Ölümü üzerine Zeynüddin İbnü’l-Verdî ve İbn Fazlul-lah el-ömerî birer mersiye yazdılar.
İbn Teymiyye güçlü bir hafızaya, engin bir Kur’an ve Sünnet bilgisine sahipti. Döneminde müslümanlar ve diğer din mensupları arasında mevcut olan felsefî-iti-kadî akımları da çok iyi biliyordu. Üslûbuna da yansıyan sert, mücadeleci ve ısrarcı bir tabiatı vardı. Geniş halk kitleleri üzerindeki etkisinde, eserlerinden ziyade vaaz ve tartışmalarında ortaya koyduğu güçlü hitabetinin ve cedelci tutumunun payı vardır. Hanbelî geleneğinin ana çizgisi olan Selefîliği tavizsiz savunur, emir bi’1-ma’rûf nehiy ani’l-münker ilkesini titizlikle uygular, yanlış olduğuna inandığı görüş ve davranışları şartlar ne olursa olsun tenkit etmekten ve bilfiil müdahalede bulunmaktan çekinmezdi. Bundan dolayı devlet adamlarıyla, geleneksel dinî anlayışı savunan çevrelerle çok defa çatışma içinde oldu; müderrislik dışında hiçbir görev almadı. Başta akaid ve fıkıh olmak üzere çeşitli alanlardaki görüşleri, ulemâ ve halk nezdinde yaygınlık kazanmış ve kurumlaşmış telakki ve uygulamalara getirdiği sert eleştirileriyle yaşadığı zamana ve özellikle Bahrî Memlük-leri dönemine damgasını vuran İbn Teymiyye’nin etkisi bu dönemle sınırlı kalmamış, İslâm düşünce tarihinde derin izler bırakan bir çizginin de en önemli temsilcisi sayılmıştır. Onun görüşleri zamanındaki devlet adamları. İlim çevreleri ve geniş halk kitlesi arasında yeni tartışma ve kutuplaşmaları beraberinde getirmiş, her dönemde görüşlerinin savunucuları yanında sert muhalifleri de olmuştur.
Kendi zamanında birçok devlet adamının İbn Teymiyye’ye karşı tavır almasına rağmen Dımaşk hâcibi Ketboğa el-Man-sûrî ve Halep Valisi Ergun en-Nâsıri gibi şahsiyetler ona saygı duymuşlardır. Bur-cî Memlükleri döneminde İbn Teymiyye’nin etkisinin kamuoyu nezdinde kısmen azaldığı gözlenmekle beraber ilim çevrelerinde aynı şekilde devam etmiştir. Görüşleri uğruna verdiği tavizsiz mücadele ve katlandığı sıkıntılar dolayısıyla onu takdir eden birçok âlimin yanı sıra acımasız şekilde eleştirenler de vardır. İbnü’l-Verdî. İbrahim b. Hasan el-Kûrânî, Takıyyüddin İbn Dakikul’îd. Kadı Şehâbeddin el-Huveyyî, Ali el-Kârî, İbn Hacer el-Askalâ-nî. Bedreddin el-Aynî ve Süyûtî gibi âlimler ondan övgüyle söz etmişlerdir. İbn Nâ-sırüddin ed-Dımaşkî, İbn Teymiyye’yi sağlığında gören, vaaz veya derslerine katılan ya da kitaplarını okuyan, onun ilmî şahsiyeti, üstün ahlâkı ve karakteri hakkında şehâdette bulunan seksen yedi âlimin adını ve İbn Teymiyye hakkındaki görüşlerini zikretmiştir.Bunun yanında başta kendi döneminde yaşayan birçok mutasavvıf olmak üzere İbn Battûta, İbn Hacer el-Hey-temî. Takiyyüddin es-Sübkî ve oğlu Tâced-din es-Sübkî, Kemâleddin İbnü’z-Zemle-kânî, İzzeddin İbn Cemâa ve Ebû Hayyân el-Endelüsî gibi şahsiyetler onun muhalifleri arasında yer almış, görüşlerini red ve tenkit için çeşitli eserler kaleme alınmıştır.
Osmanlılar’ın Suriye ve Mısır’ı fethetmelerinden sonra Hanbelî mezhebinin gelişim seyrinde bir yavaşlama hissedilmekle beraber İbn Teymiyye’nin görüşleri yayılmaya devam etmiştir. Bu dönemde onu destekleyenler arasında hadisçi Ali el-Kârî, tarihçi Ebü’1-Yümn el-Uleymî ve İbn Teymiyye hakkında müstakil eserler yazan Meri b. Yûsuf el-Kermî bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlılar döneminde Hicaz bölgesinde yetişen Muhammed b. Ab-dülvehhâb akaid, fıkıh ve özellikle bid’at ve hurafelerle mücadele konusunda İbn Teymiyye’nin fikirlerinden etkilenerek yeni bir hareket başlatmış, Vehhâbîlik adıyla gelişen bu hareket daha sonra siyasî bir nitelik kazanıp Suudi Arabistan Kral-lığı’nın kurulmasında etkin rol oynamıştır, öte yandan İbn Teymiyye’nin görüşleri, özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren Kuzey Afrika’dan Hint Okyanusu’na kadar çeşitli İslâm ülkelerinde ıslah, yenilik ve tecdid hareketlerine ilham kaynağı olmuştur. Ahmed b. Hanbel’den sonra Hanbelî mezhebine en büyük canlılık ve yenileşmeyi sağlayan kişilerden biri olan İbn Teymiyye, bugün sadece Hanbeiî mezhebi coğrafyasında değil bütün İslâm dünyasında etkisini sürdürmekte olup hayatı, görüşleri ve mücadelesi hakkında pek çok eser yazılmıştır.
Eserleri.
Hayatı mücadele ve hapislerle geçen İbn Teymiyye’nin yine bu mücadelesinin bir parçası olarak çeşitli konularda birçok eser telif ettiği, hatta İslâm dünyasının en veiûd müelliflerinden biri-olduğu bilinmektedir. İbn Kayyim el-Cev-ziyye, İbn Teymiyye’nin eserlerinin bir listesini Esmâ3ü mü’ellelâti Şeyhilislâm İbn Teymiyye adlı kitabında vermiş bazı çağdaş araştırmacılar da onun kaynaklarda adı geçen 702 eserini saymışlardır.Muhammed İbrahim eş-Şeybânî müellifin Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut kitaplarının isimlerini, çeşitli ilim dallarına ayırarak ve baskılarına da işaret ederek Mecmû’atü mifellefâü Şeyhilislâm İbn Teymiyye adıyla bir kitapta toplamıştır (Kuveyt i 414/1993). İbn Teymiyye’nin neşredilen belli başlı eserleri şunlardır:
A) Akaid ve Kelâm.
1. el-Akidetü’l-Vâsıuyye. Muhtasar bir risale olup Vâsıt kadılarından Radıyyüddinel-Vâsıtî’nin isteği üzerine yazılmıştır.Bu risaleyi Muhammed Halîl Her-râs Muhammed Salih el-Useymîn (Riyad-Cidde 1416/1995) ve Salih b. Fevzân b. Abdullah el-Fevzân Şerhu’l-‘Akideti’l-Vâşıtıyye (Dımaşk 1414/1994). Abdülazîz b. Nasır er-Reşîd et-Tenbîhâtü’s-seniyye ‘ale’l-‘Aki-deti’l-Vâşıtıyye (Riyad 1400/1980, 1416/ 1995), Abdurrahman Nasır es-Sa’dîet-Tenbîhâtü’l-latîfe fîmâ ihtevet’aley-hi’1-Vaşıtıyye mine’1-mebâhişi’l-münî-ie (Riyad 1380/1960) ve Zeyd b. Abdullah Âlü Feyyaz er-Ravzatü’n-nediyye: Şer-hu’l-‘Akideti’l-Vâşıtıyye Sünnî Creed: The ‘Aqida Wâsitiya of İbn Taymiya” başlığıyla İngilizce’ye Henri Laoust La prolession de foi d’ibn Taymiyya adıyla Fransızca’ya (Paris 1986) tercüme etmiştir.
2. Minhâ-cü’s-sunne. Şîa’nın ve Kaderiyye’nin kelâmî görüşlerini red amacıyla yazılan eseri Zehebî el-Müntekö min minhâci’l-i’tidâl il nakzı kelâmı ehli’l-itizâl ve Abdullah b. Muhammed el-Ganîmân Mahtaşaru Minhâci’s-sünne li’bn Teymiyye başlığıyla İhtisar etmişlerdir. Ali b. Muhammed el-İmrân, el-KavâHd ve’l-fevâ’idi’l-hadîşiyye min Minhâci’s-sünneti’n-nebeviyye adlı eserinde (Mekke 1417/1996) Minhâcü’s-sünne’de bulunan bazı konu ve kuralları incelemiştir.
3. Muvafakatti şahîhi’l-menkûl li-şarîhî’l-makül. Akaid, kelâm ve fıkıh usulü gibi klasik İslâmî ilimlerin temel tartışma konularından biri olan akıl-nakil çatışmasıyla ilgili bir kitaptır. Eser önce eksik olarak basılmış daha sonra Muhammed Reşâd Salim tarafından çeşitli nüshalarına dayanılarak Der’ü te’druzi’I-ıakl ve’n-nakl adıyla tam neşri yapılmıştır. Selef akîdesini savunup bid’at ehlinin görüşlerini reddeden bu eseri Muhammed Ömer Memon ibn Taymiya’s Struggle Against Popular Religion adıyla İngilizce’ye tercüme etmiş (Paris 1976), Abdurrahman Abdül-cebbâr da bazı ilâve ve çıkarmalar yaparak Mühezzebü İktiiâ i’ş-şırâti’I-müs-takim adıyla yeniden düzenlemiştir (Medine 1400/1980).
5. eş-Şârimü’l-meslûl ‘alâ şâtimi’r-Resûl. Asıl konusu Hz. Peygamber’e dil uzatan kişiye verilecek ceza olmakla birlikte iman, nifak, küfür, zimmîlerin ahdi bozmaları, cihad, mürted. münafık, zındık ve yol kesicilerin cezası; Allah’a, peygamberlere ve ashaba sövmenin cezası gibi hususlar da eserde ele alınmıştır.
6. el-Akidetü’l-Hameviyye (Kahire 1320, 1323).ef-Fetva’i-Hameviyyetü’I’kübrâ adıyla da basılan eser İbn Teymiyye’nin 698 (1299) yılında Hamaiılar’ın akî-deyle ilgili çeşitli sorularına verdiği cevapları ihtiva etmektedir. Muhammed Salih el-Useymîn. bazı bölümlerini özetleyip bazı ilâveler yapmak suretiyle eseri Fethu Rabbi’l-beriyye bi-telhîşi’l-Hameviyye adı altında ihtisar etmiştir. Allah’ın sıfatlarıyla ilgilidir.Fâtih b. Mehdî Alü Mehdî eseri et-Tuh-îetü’î-Mehdiyye: Şerhu’r-Risâleti’t-Tedmüüyye adıyla şerhetmiştir (Riyad 1385/1965, 1414/1993).
8. el-îmân. Eser Telhîşu Kitâbi’l-İstiğâ-§e el-ma’rûf bi’r-Red ‘ale’l-Bekri el-îstiğâşe ve el-îstiğüşe fi’rred’ale ‘l-Bekri adlarıyla da basılmıştır.
10. el-Furkân beyne evliyâ’i’r-rahmân ve evîiyâ’i’ş-şeytân. Eser et-luhietü’l-‘lrâkiyye fi’1-a’mâ-li’1-kalbiyyeadıyla da neşredilmiştir.Genevieve Gobillot, L’âpître du discours sur la fıtra de Taqi-l-dîn Ahmad Ibn Taymîya adıyla Fransızca’ya tercüme etmiştir. Serajul Haque tarafından “The Qâ’ida Marâkushîya of Ibn Taimiya” adıyla İngilizce’ye tercüme etmiştir. el^Arşiyye adıyla da basılmıştır. Ayrıca Sü’âlân ti’1-kazâ1 ve’l-kader adıyla da neşredilmiştir. Tefsir usulüyle ilgili genel kurallardan ve müfessirler arasındaki çeşitli ihtilâflardan bahseden eser İbn Kesîr, Zerke-şî ve Süyûtî gibi müelliflerin temel kaynaklarından biri olmuştur.
2. Dekâ’iku’t-tefsîr. A’lâ, Şems, Leyi, Alak, Beyyine ve Kâfirûn sûrelerinin tefsiridir.
5. et-Tefsîrü’l-kebîr. Ayrıca Fevâ’id müstenbata min sûreti’n-Nûr adıyla da neşredilmiştir (Delhi 1295/1878).
13. Tefsîrü’l-Mu’avvizeteyn. İbn Teymiyye’nin rivayet ettiği bu kırk hadis sayesinde onun kendilerinden hadis aldığı hocalarının isimleri de öğrenilmiş olmaktadır.
2. iîimü’i’hadîş. ve Şerhu hadîsi “Yâ ‘ibâdî innîharramtü’z-zulme adlarıyla da basılmıştır.
6. Ehâdîşü’l-kuşşâş.
10. Şerhu hadîsi “İnneme’I-a’mâlü bi’n-niyyât.Muvaffakuddin İbn Kudâme’nin el-cUmde adlı kitabının sadece ibadetler kısmına dair bir şerh olup bazı konular geniş bir tarzda incelenmiştir.
2. es-Si-yâsetü’ş-şer’iyye fî ışlâhi’r-râ’î ve’r-raHyye. Devletin esas teşkilât ve İdaresiyle ilgili olup birçok defa basılmış.başta Türkçe olmak üzere pek çok dile çevrilmiştir. Eser çeşitli dillere çevrilmiştir. Eser ayrıca Mensekü ‘i-İmâm İbn Teymiyye li’l-hac ve’l-Sımreti’l-cedîde ve Ehemmü’i-ahkâm fî menâsiki’1-hac ve’l-‘umre caîâ hedyi hayri’1-enâm (Tâİf 1380/1960) adlarıyla da neşredilmiştir.
5. el-Emr bi’1-ma’rûf ve’n-nehy. Jean R. Michot risaleyi Musique et danse selon ibn Taymiyya adıyla Fransızca’ya tercüme etmiştir (Paris 1991).
15. Risale fîzi-yâreti Beyti’l-Makdis ve mâ verede fîhâ min ehâdîş (Kahire 1323).
16. Ziyâretü’1-ku-bûr ve’1-istincâd bi’1-makbûr (Kahire 1340; Riyad 1413/1992, 1416/1995).
17. Nazariyyetü’l-akd. T. Homerin îbn Taimiya’s al-Sûfiyah wa-al-Fuqarâ başlığıyla İngilizce’ye çevirmiştir.
23. Fetâva’n-nisâ’.
26. el-Hilâfe ve’1-mülk. îbn Teymiyye’nin dedesi Mec-düddin İbn Teymiyye tarafından yazılmaya başlanmış olan esere babası Ebü’l-Mehâsin Şehâbeddin ilâvelerde bulunmuş ve müellif müsveddelere bazı bilgiler eklemişse de bu yazıları temize çekmeye fırsat bulamamıştır. İbn Teymiyye’nin ölümünden sonra öğrencilerinden Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Harrânî müsveddeleri temize çekerek eseri düzenlemiştir. Kitapta geçen “şey-hünâ” ifadesiyle Takıyyüddin İbn Teymiyye, “vâlidü şeyhinâ” ile babası kastedilmiş olup bu ifadelerin anılmadığı metin kısımları ise dedesine aittir.
2. el-KavâH-dü’n-nûrâniyye.Fıkhî kaidelere dair olan eser klasik fıkıh kitapları sistematiğine göre tasnif edilmiş olup her konuyla ilgili hukuk! kurallar verildikten sonra fakihlerin ihtilâfları çeşitli örneklerle açıklanmıştır.
3. Nakdü merâtibi’1-icmâ. adıyla da yayımlanmıştır.
6. Refu ‘1-melâm ani’1-e’immeti’İ-ahâm. Hıristiyanlığa reddiye mahiyetinde olup Sayda Piskoposu Pavlus’a (Paul) nisbet edilen bir risaleye cevap olarak yazılmıştır. Kitap, Thomas F. Michel tarafından A Müslim Theologian’s Re-sponse to Christianity: ibn Taymiyye’s Al-Jawab al-Sahih adıyla İngilizce’ye çevrilmiştir(NewYork 1984).
2. Fetvâfi’n-Nuşayriyye.Risâletü İbn Teymiyye fi’r-red Cale’n-Nuşay-riyye adıyla da yayımlanmıştır (Kahire 1323).
3. KavâHdü’l-edyân. Aristo mantığına reddiye niteliğinde olan eseri Celâleddin es-Süyûtî Cehdü’l-karîha fî tecridi’n-naşîha adıyla ihtisar etmiş, daha sonra da buna çeşitli ilâveler yaparak Şavna’l-mantıkadlı kitabını meydana getirmiştir.Wael B. Hallaq bu kitabı Cehdü’l-karîha’yı ibn Taymiyya Against the Greek Logicians adıyla İngilizce’ye tercüme etmiştir (Oxford 1993).
2. Naiül-mantık. Eser Me-kânü re’si’l-Hüseyin adıyla da yayımlanmıştır. Mecmû’atü’r-re-sâ’ili’l-kübrâ Mecmûtatü’r-resâil ve’î-mesâla el-Fetâva’1-küb-râ bütün eserlerini ihtiva eden Mecmûcu Fe-tâvâ Şeyhilislâm Ahmed İbn Teymiyye ve Mecmû’atü’l-fetâvâ li-Şeyhi-lislâm Takıyyiddîn Ahmed b. Teymiyye ei-Harrdnî bunlara örnek olarak gösterilebilir. İbn Teymiyye’nin Mısır’da verdiği fetvalar el-Fetve’/-Mjşriyye adıyla bir araya getirilmiş olup Ebû Abdullah Bedreddin Muhammed b. Ali el-Ba’lî bunları Kitâ-bü’î-Fetâvâ adlı eserinde İhtisar etmiştir.Mecmû’u fetâvâ, Tevhid Yayınları tarafından İbn Teymiyye Külliyatı adıyla Türkçe’ye çevrilmeye başlanmışsa da tamamlanamamıştır. Mecdî b. Mansûr b. Seyyid eş-Şûrâ, el-Hâvî tî tahrîci ehâdîşi Mecmu i’l-fetâvâ adlı eserinde (Beyrut 1415/1995) Mecmû’u fetâvâ’mn hadislerini tahrîc etmiştir.
Literatür.
A) Biyografik Çalışmalar.
Şemseddin İbn Abdülhâdî el-Makdisî, el-‘Uküdü’d-dürriyye fîmenâkıbı Şeyhilislâm Ahmed İbn Teymiyye Ebû Hafs Sirâcüddin Ömer b. Ali el-Bezzâr, ei-Aclâmü’l-Caliyye fî menâkıbı Şeyhilislâm İbn Teymiyye Mer’î b. Yûsuf el-Kermî. el-Kevâkibü’d-dürriyyefî menâkıbı İbn Teymiyye Safıyyüddin el-Hanefîel-Buhârî, el-Kav-lü’1-ceîî fî tercemeü’ş-Şeyh Takıyyüddin İbn Teymiyye eJ-Hanbe Muhammed Yûsuf Kokan Ömerî, İmâm İbn Taymiyya (Urduca, Madras 1959); Muhammed Behçet el-Baytâr, Ha-yâtü Şeyhilislâm İbn Teymiyye, muhâ-darât ve makâîât ve dirâsât (Dımaşk 1960); Muhammed Saîd İsmail, Mihrecâ-nü’î-İmâm İbn Teymiyye Abdüsselâm Hâşim Hafız, el-İmâm İbn Teymiyye (Kahire 1389/1969); İbrahim b. Ahmed el-Gayyânî. Nahiye min hayâtı Şeyhilislâm İbn Teymiyye Selâhaddinel-Müneccid, Şeyhülislâm İbn Teymiyye; Sîretühû ve ahbâ-ruhu inde’l-müıerrihîn (Beyrut 1976); Muhammed Ebû Zehre, İbn Teymiyye: Hayâtühû ve Wuhû, ârâ’ühû ve fıkhuh Muhammed Yûsuf Mûsâ,İbn Teymiyye Ebü’l-Hasan Ali en-Nedvî, Hâs bi-hayâti Şeyhilislâm el-Hâfiz Ahmed b. Teymiyye Sâib Abdülhamîd, İbn Teymiyye, hayâtühû ve’akü’idühû (Beyrut 1414/1994); Abdurrahman en-Nahlâvî, İbn Teymiyye (Dımaşk 1406/1986); Sa’d Sâdık Muhammed, Şeyhülislâm İbn Teymiyye: İmâmü’s-seyf ve’1-kalem (Riyad 1407/1987); Kâmil Muhammed Muhammed Uveydâ, Ebü’l-‘Abbâs Takıy-yüddin Ahmed İbn Teymiyye: Şeyhülislâm (Beyrut 1413/1992); Abdülmün’im Abdürradî el-Hâşimî, İbn Teymiye: el-‘Âlimü’1-cer (Dımaşk 1414/1993); Bu-hûşü’n-nedveü’l-âîemiyye an Şeyhilislâm İbn Teymiyye ve acmâîihi’l-hâ-lide.Şehâbeddin İbn Cebel el-Halebî, el-Hakâ^iku’1-ceiiyye fi’r-red ıalâ İbn Teymiyye îîmâ evre-dehû fi’1-fetve’l-Hameviyye İbn Nâ-sırüddin ed-Dımaşki, er-Reddü’î-vâfir alâ men ze’ame bi-enne men semmâ İbn Teymiyye “şeyhalisiâm” kâfir MerT b. Yûsuf el-Kermî, eş-Şehâ-detü’z-zekiyye fîsenâ’i’i-e’imme ‘ala İbn Teymiyye Dâvûd b. Süleyman el-Hâlidî, Şulhu’l-ihvân min ehli’l-îmân ve beyânü’d-dîni’î-kayyim fî teb-ri’eü İbn Teymiyye ve İbni’l-Kayyim (Bombay 1306); Ebû Bekir Hâmid el-Mih-dâr, eî-Kavlü’1-kayyim mimmâ yervîhi İbn Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim (Cidde 1406/1986); Nu’mân b. Mahmûd el-Âlûsî, Cilâ’ü’l-‘ayneyn fî muhâkeme-ti’l-Ahmedeyn(Kahire 1278; Bulak 1298); Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’1-tıak fi’î-istiğâşe bi-seyyidi’I’halk (Kahire 1323); Ebü’l-Meâlî es-Sülemî, Göyefü’J-emâ-nî fi’r-red fale’n-Nebhânî (Kahire 1325); Dâvûd b. Süleyman b. Cİrcîs el-Bağdâ-dî, Kitâbü Şulhi’l-ihvân (Bombay 1306/ 1889); Muhammed Mehdî el-Kâzımî, Minhâcü’ş-şerfa fi’r-red zaîâ İbn Teymiyye (Necef 1346); Mansûr Muhammed Muhammed Uveys, İbn Teymiyye leyse selefiyyen (Kahire 1970);Seyyid el-Cümeylî.Münâzardfü İbn Teymiyye ma’a fukahâ3i’aşrihî (Beyrut 1405/1985); Süleym el-Hilâlî, İbn Teymiyye el-müfterâ ‘aleyh (Amman 1405); Abdurrahman eş-Şerkâvî, İbn Teymiyye: el-Fa-kihü’1-mu’azzeb (Kahire 1410/1990); Ali b. A\i el-Harb, Keşfü’I-estâr li-ibtâli id-dfâ’i fenâ’i’n-nâr el-mensûb li-Şeyhi-lislâm İbn Teymiyye ve tilmîzihî İbn Kayyım el-Cevziyye (Mekke – Riyad 1410/ 1990); İbnü’ş-Şeyh el-Hazzâmîn et-Tezkire ve’1-i’tibâr ve’1-intişâr li’1-ebrâri difâ Takıyyüddin el-Hısnî, Fetva fî İbn Teymiyye.Muhammed Seyyid el-Celyend, eî-İmâm İbn Teymiyye ve mevkıiühû mine’t-teîl (Kahire 1393/1973; Cidde 1983); Ebü’l-Hasan İbnü’l-Lahhâm, el-İhtiyârâtü’1-hk-hiyye min fetâvâ Şeyhilislâm İbn Teymiyye Muhammed Hüsnî ez-Zeyn, Mantıku İbn Teymiyye ve menhecühü’l-fikrî (Beyrut 1979); Abdurrahman b. Salih el-Mahmûd. Mevkıfü İbn Teymiyye min kadâyâ ‘aşrihî (Riyad 1400/1980). Mevkıfü İbn Teymiyye mine-eşdire (Riyad 1416/ 1995); Mustafa Kara. İbn Teymiyye’ye Göre İbn Arabî Muhammed Reşâd Salim, Mukörene beyne’l-Gazzâlî ve İbn Teymiyye (Kuveyt 1400/ 1980); Sabrî el-Mütevellî, Menhecü İbn Teymiyye fî tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm (Kahire 1401/1981); Abdüllatîf Muhammed Abd, Dirâsât fî fikri İbn Teymiyye (Kahire 1981); Mahmûd Sa’d et-Tıblâvî, Mevkıfü İbn Teymiyye min feîsefeti İbn Rüşd (Kahire 1401/1981, 1409/1989) ve et-Taşavvuf fî türâsi İbn Teymiyye Muhammed Hanîf Nedvî, ‘Akliyyâtü İbn Teymiyye (Lahor 1981); Mustafa Hilmî, İbn Teymiyye ve’t-taşavvuf (İskenderiye 1403/1982); Muhammed Halîl Herrâs, BâHşü’n-nehdati’î-İsîâmiyye: İbn Teymiyye es-Selefî, nakdühû li-mesâîiki’î-mütekellimîn ve’1-felâsife ti’1-ilâhiy-yât (Tanta 1372/1952. 1405/1985; Beyrut 1404/1984); Salih b. Abdülazîz Alü Mansûr, Uşûlü’1-fıkh ve İbn Teymiyye (Kahire 1985); Meryem Abdurrahman Abdullah Zâmil, Mevkıfü İbn Teymiyye mine’n-Naşrâniyye (Mekke 1405/1985); Hamd b. Muhammed b. Sa’d el-Feriyyân, Ârâiü İbn Teymiyye fi’1-hükm ve’î-idâ-re (Riyad 1405); Abdülazîz el-Âbidî et-Ti-cânî, el-‘Akîdetü’ş-şahîha beyne’ş-şûfiyye ve İbn Teymiyye (Kahire 1985); Nasır b. Muhammed el-Humeyd, İbn Teymiyye ve menhecühû ve eşeruhû fi’t-tefsîr(Riyad 1405/1985); Mâcid İrsân el-Kalânî, el-Fikrü ‘t-terbiyevî ‘inde İbn Teymiyye (Amman 1985); Kadriyye Abdülhamîd Şehâbeddin, Mevkıfü Şeyhilislâm İbn Teymiyye mine’S-menzile fî mesâ’iîi’l-‘akide (Mekke 1404-1405); As-sâf Abdülazîz el-Gumârî, el-Man0k Hn-de İbn Teymiyye (Kahire 1985); Abdurrahman b. Abdullah ed-Debbâsî, İbn 7ey-/niyye: Menhecühû ve ihtiyârâtühü’l-fıkhiyye fi’İ-cinâyât ve’1-hudûd (Riyad 1406); Mahmûd Sayd el-Kürdî, E§erü’l-Kurân falâ menheci’t-tefkîri’n-nakdî Hnde İbn Teymiyye (Bingazi 1986); Sub-hî Abdülhamîd Muhammed Abdülkerîm, İbn Teymiyye ve’I-kırâ’ât (Kahire 1986); Ahmed b. Muhammed Bennânî, Mev-kıfü’1-İmâm İbn Teymiyye mine’t-ta-şavvuf ve’ş-şûfiyye (Mekke 1406/1986); Hammû Nakkârî, eJ-Menheciyyefü’J-usûliyye ve’î-mantıku’1-Yûnânîminhi-Mü Ebî Hâmid el-öazzâlî ve İbn Teymiyye (Rabat 1987-1988); Muhammed b. Abdülvehhâb b. Süleyman, el-Mesâ’il elletî lahhaşahâ Şeyhülislâm Muhammed b. ‘Abdilvehhâb min fetâvâ İbn Teymiyye Muhammed Harbî, İbn Teymiyye ve mevkifühû min ehemmi’l-fırak ve’d-diyânât îcaşriftî (Beyrut 1407/1987); Su-ûd b. Salih el-Utayşân, İbn Teymiyye ve menhecühû ü’l-tıkh (Medine 1407); Şevki Beşîr el-Mecîd, Nakdü İbn Teymiyye li’t-taşavvuf(Hartum 1987); Fevziyye Rızâ Hayyât, el-Ehdâfü’t-terbiyetü’s-sülû-kiyye ‘inde Şeyhilislâm İbn Teymiyye (Mekke 1408/1987); Muhammed Sennân Seyf, el-Hiiâf ti’l-kavâHdi’l-uşûlivye el-müte’allika bi-delâleti’1-eîfâz min hayşü’ş-şümûl ve ‘ademihî ve mevkı-fü Şeyhilislâm İbn Teymiyye (Medine 1408); Râşid el-Gannûşî, el-Kader ‘inde İbn Teymiyye (Tunus 1989); Muhammed b. Abdülazîz el-Avâcî, Fcâzü’l-Kur’ân ün-de Şeyhilislâm İbn Teymiyye ma’a’l-mukârane bi-Kitâbi İ’câzi’l-Kuriân li’l-Bâkıllânî Ahmed Mahmûd el-Cezzâr, eJ-VeJâye beyne’f-Cîlânive İbn Teymiyye (Kahire 1410/ 1990); Ömer Ferruh, İbn Teymiyye el-müctehid beyne ahkâmi’l-fukahâ’ ve hâcâü’l-müctemcf (Beyrut 1411/1991); Hasan Kûnâkâtâ, en-Nazariyyetü’s-si-yâsiyye Inde’1-İmâm Ahmed b. Teymiyye (Demmâm – Riyad 1415/1994); Abdürradî Muhammed Abdülmuhsin. Men-hecü ehli’s-sünne ve’1-cemâ’a ti’i-ied ‘ale’n-Naşârâ: Dirâse ‘ilmiyye min hilâli cühûdi’1-İmâm İbn Teymiyye (Kahire 1412/1992); Ebû Bekir b. Abdülazîz el-Bağdâdî, en-Nehy yektazi’l-fesâd beyne’l-‘Alâ’î ve İbn Teymiyye (Demmâm 1414/1993); İbrahim Ukaylî, Tekâ-mülü’l-menheci’l-ma’rifî inde İbn Teymiyye (Mariland 1415/1994); Abdülkâdir b. Muhammed Atâ Sûfî, el-Uşûl elletî benâ ‘aleyhâ el-mübtedicatü mezhe-behüm ü’ş-şjfât ve’r-red ‘aleyhâ min keîâmi Şeyhilislâm İbn Teymiyye Süleyman b. Salih el-Gusn, A’mâlü’l-kulûb inde Şeyhilislâm İbn Teymiyye (Riyad 1416/1995); Ahmed Mevâvî, Teysîrü’1-fıkhi’l-câmi’ li’l-ih-tiyârâü’l-hkhiyye li-Şeyhilisîâm İbn Teymiyye (Demmâm 1416/1995); Hâlid Abdurrahman el-Ak, el- Usûlü ‘1-ükriy-ye Ii’1-menâhici’s-selefiyye Hnde Şeyhilislâm İbn Teymiyye (Beyrut 1415/1995); İbtisâm bint Uveyd b. İyâz el-Mutarrafî. Tercîhâtü Şeyhilislâm İbn Teymiyye fi’n-nikâh Abdullah b. Reşîd b. Muhammed el-Hûşâ-nî, Menhecü Şeyhilislâm İbn Teymiyye fi’d-da’ve iîeîîühi Tecâlâ (Riyad 1417/1996); Nâcî b. Hasan b. Salih Hudayrî, el-Hisbe: en-Nazariyye ve’l-‘ameliyye ‘inde Şeyhilislâm İbn Teymiyye (Medine 1417/1996); Muhammed b. Ahmed es-Sâlih, Fıkhü’1-üsre ‘in-de’1-İmâm Şeyhilislâm İbn Teymiyye fi’z-zevâc ve âşârihî (Riyad 1416/1996); Abdurrahman b. Abdülcebbâr el-Ferye-vâî. Şeyhülislâm İbn Teymiyye ve cü-hûdühû fi’1-hadîş ve ‘ulûmih Salih Özer. İbn Teymiyye ‘nin Minhâcü’s-sünne Kapsamında Rivayetleri Kabul ve Red Kriterleri Meryem Muhammed İvaz b. Laden. Devru İbn Teymiyye fi’1-cihâd zıdde’1-Moğü-le’1-İlhâniyyîn min 661 ilâ 728 (Mekke 1403/1983); Takıyyüddin el-Hısnî, Defu şübehimen şebbehe ve temerrede ve nesebe zâlike ile’1-İmâm Ahmed (Kahire 1931).
D) Batı Dillerinde İbn Teymiyye Üzerine Yapılan Çalışmalar.
Henrİ LaouSt, Essais sur les doctrines sociales et polî-tiguesd’lbn Taimiya “Quelques opinions sur la theodicee d’lbn Taimiya Une risala d’lbn Taimiya sur le serment de repudiation Contribution â une etüde de la methodologie cano-nique d’lbn Taimiya (Le Caire 1939); “La biographie d’lbn Taimiya d’apres ibn Ka-tîr” “Le Han-balisme sous les Mamlouks bahrides” “Unefetwâ d’lbn Taimiya sur İbn Thumart “L’influen-ce d’lbn Taymİyya Le reformisme d’lbn Taymiya L’influence d’lbn Taymiyya George Makdisi. “The Tanbih of Ibn Taymiya on Dialectic: The Pseud Aqi-lian Kİtâb al-Farq İbn Taymiya : A Süfi of the Qâdiriya Order Charles D. Matthews, “A Müslim Iconoclast on the Merits of Jerusalem and Paletsine Donald P. Little, “Did Ibn Taymiyya Have a Screw Loose The Historical and Historio-graphical Sİgnifıcance of the detention of Ibn Taymiyya Aifred Morabia, “Ibn Taymiyya, dernier grand thĞoricien du ğihâd medieval “Ibn Taymiyya, lesjuifsetlaTora Majid Irsan al-Kaylani, Ibn Taymiya on Education: An Analytical Study of Ibn Taymiya’s Views on Education Victor Emmanuel Makarİ, Ibn Taymiyyah’s Ethics. The Social Fac (Chicago-California 1983);Abdul Azim Islahı, Economic Concepts of İbn Taimiyyah (Leicester 1988); Khaliq Ah-mad Nizami, “The Impact of Ibn Taymiyya on South Asia Wael B. Hallaq. “Ibn Taymiyya on the Existence of God Niels Henrik Olesen, Cuîte des saints et peîerinages chez İbn Taymiyya (Paris 1991); a.mlf., “Etüde compareedes idees d’lbn Taymiyya (1263-1328) et de Martin Luther (1483-1546) sur le culte des saints Binyamin Abrahamov. “Ibn Taymiyya on the Agreement of Reason with Tradition a.mlf.. “Ibn Taymiya and the Doc-trine of Isman Sherman A. Jackson, “İbn Taymiyyah on Trial in Damascus” Benja-min Jokisch, Qamaruddin Khan, The Political Thought of ibn Taymiyah (Islamabad 1973); Serajul Haque, imâm İbn Taymî-ya and his Projects of Reform (Dhaka 1403/1982); Muhammad Amin, Ijtihad JbnTaymiyyah ( akarta 1991).
Fıkhî Görüşleri. İbn Teymiyye, Abbasî Devleti’nin Moğollar tarafından ortadan kaldırılmasıyla müslümanlann siyasî otoriteden yoksun hale geldiği, başta kültür ve medeniyet şehri Bağdat olmak üzere pek çok yerleşim biriminin tahrip edildiği. Haçlı saldırılarının devam ettiği, bid’at ehli veya sapık fırkaların iç isyanlara giriştiği ve ümmet içinde birçok yeni tartışma ve temayülü alevlendirdiği, mezhep taassubunun son derece yaygın olduğu, dinî ve siyasî her fırkanın kendi görüşlerinin üstün gelmesi için muhaliflerini yok etmeyi göze aldığı ve hurafenin alabildiğine yayıldığı bir dönemde yaşamıştır, Hanbelî mezhebinin doktriner gelişimini büyük ölçüde tamamlayıp dört büyük Sünnî mezhebin istikrar kazandığı ve bölgede Hanbelîliğinbir hayli güçlü olduğu bir devirde ve bu mezhebe olan hizmetleriyle ünlü bir aile muhitinde yetişen İbn Teymiyye küçük yaştan itibaren köklü bir fıkıh eğitimi almış, mezhebin temel kaynaklarını okuyarak yetişmiştir. Bu kaynaklar arasında mezhep fıkhının tedvininde önemli rol oynayan âlimlerden Ebû Bekir el-Hallâl’in, Muvaffakuddin İbn Ku-dâme’nin ve dedesi Mecdüddin İbn Teymiyye’nin eserleri başta gelir. Ancak İbn Teymiyye, kendi mezhebine ait eserler yanında diğer fıkıh ve kelâm mezheplerinin temel kaynaklarını da okumuş, özellikle felsefe ve tasavvuf literatürüne derinlemesine vâkıf olmuştu. Bu birikim sayesindedir ki akaid. fıkıh, mezhepler tarihi, tasavvuf, felsefe ve mantık gibi çeşitli alanlarda eserler telif etmiş, dönemindeki gruplar arasında cereyan eden tartışmalara katılarak reddiyeler kaleme almış, çok defa bakış açısı ve tezi tartışmanın odağını teşkil etmiştir. İbn Teymiyye, fikirlerinde ve mücadelesinde ilhamını öncelikle Hanbelî kaynaklarından almış olmakla beraber doymak bilmeyen okuma ve araştırma arzusu neticesinde diğer mezhep ve fırkaların görüş ve delillerinden de yararlanarak daha kapsamlı bir bakış açısına ulaşmayı başarmıştır. Ona göre kelâmcılar sistemlerini sadece akıl, hadisçiler nakil, sûfîler ise irade üzerine kurmuşlardır. Kendisi akıl. nakil ve iradeyi bir bütün halinde uzlaştırmaya, bunlar arasında bir senteze ulaşmaya ve denge kurmaya çalışmıştır ki bu yaklaşıma Henri Laoust’un ifadesiyle “muhafazakâr reformculuk” adı verilebilir. İbn Teymiyye’ye göre şeriat kapsamlı bir kavram olup hem sûfîle-rin manevî hakikatini, hem filozof ve ke-lâmcıların aklî hakikatini hem de hukuku içine alır. Bundan dolayı sahih nakille aklın açık verileri anlamlı bir şekilde birbirine karşıt olamaz. İbn Teymiyye’nin akılla nakli uzlaştırma çabası, sûfî ve filozoflara karşı Selefi geleneğin müdafaası anlamını taşıdığı gibi bazı naslar arasında çelişki veya akla (kıyas) aykırılık görüp te’vi-le. istihsan veya örf deliline giden fakih-lere de bir cevap teşkil eder. Onun genel teorisinde ve ıslah projesinde merkezî bir öneme sahip olan ictihad fikri ve takiid karşıtlığı da bu nakil-akıl uzlaşımı eksenine oturur. Kur’an. sahih sünnet ve eserle aklın açık ilke ve ön kabullerinin daima uyum içinde bulunacağını söyleyen İbn Teymiyye, bu iki kaynağın ferdî ve içtimaî dindarlığın inşası için yeterli olacağını sıkça tekrarlar. Ancak onun, nakli ve naslan merkeze alıp akla onu doğrulayan ve anlamlı kılan bir İşlev yükleyerek bu iki kaynak arasında müslüman filozofların aksine bir iç hiyerarşi kurduğu da görülür. Öte yandan İbn Teymiyye hakkında tes-bitler kolaylıkla yapılabilirse de dinî ve aklî ilimlerin bunun gibi hemen her dalında birçok eser telif eden bu büyük İslâm âliminin dinî ilimlerin çeşitli alanlarındaki görüşlerini kategorik bir çerçeveye oturtmak belli zorluklar taşır. Onun eserlerinde yer alan ifadelerden hareketle bazı genellemelere gitmenin her zaman isabetli olmayacağı açıktır. İbn Teymiyye hakkında kaleme alınan eserlerde ona isnat edilen görüşler arasında zaman zaman bazı farklılıkların görülmesi de bundan kaynaklanır.
İbn Teymiyye’nin tefsir konusunda yaptığı çalışmalar Selefî tefsirin klasik örneklerini oluşturur. İslâm tarihinde ilk bid’at-ların Kur’an’ı yanlış anlamadan doğduğunu söyleyen müellif, bunun öncelikli şartının Allah’ın kitabını te’vil ve tahriften kaçınarak bu konuda Selef yolundan gitmek olduğunu söyler. Hz. Peygamber ve Selef tarafından yapılan açık/amalar; bir tarafa bırakıp âyetlerin zahirî ve lafzî mânalarına bâtını-tasavvufî anlamlar yüklemeye yönelik çabaları veya sırf akla dayalı yorumları, belli bir görüşün müdafaasını yapan grupların âyetlere bu görüşleri doğrultusunda anlam yüklemelerini hep te’vil olarak nitelendirir ve şiddetle eleştirir. Kur’ân-ı Kerîm’i başından sonuna kadar tefsir ettiği bir eseri bulunmamakla beraber, gerek medresedeki tefsir derslerinde gerek camideki vaazlarında ve gerekse günümüze kadar ulaşan tefsire dair eserlerinde öncelikle Kur’an’ı Kur’an’la tefsir etmeye çalışmış, eğer herhangi bir âyeti tefsir eden başka bir âyet bulamazsa sünnetle, daha sonra da sahabe ve tabiîlerin sözleriyle açıklamıştır. Tefsirde sünnete kaynağının masum olması sebebiyle ayrı bir önem atfetmiş. Selef arasındaki ihtilâfın ahkâmda bulunduğunu, tefsir alanında ise yok denecek kadar az olduğunu belirtmiştir. Onun tefsirinde esas olan bu hiyerarşi, genel Selefi çizgiyi yansıttığı gibi hadis ve fıkıh alanında izlediği metodolojiyle de uyum içerisindedir. Mücerret re’y ile Kur’an’ı tefsir etmeyi ise yine Selefîliğinin bir gereği olarak haram görmüş ve bu şekilde davranan kişileri kendi arzularına uyan, bilgi sahibi olmadığı bir şeyin peşine düşen ve bunun sorumluluğunu yüklenen kişiler olarak nitelemiştir. Her vesileyle Allah’ın kitabına ve O’nun resulünün sünnetine dönme fikrine vurgu yapan İbn Teymiyye, âyetlere anlam verirken Kur’an ile yaşanan hayat arasında sıkı bir irtibat kurmaya, bilhassa kendi döneminin problemlerini Kur’an âyetleri ışığında çözmeye ve ileri sürdüğü görüşleri âyet ve hadislerle temellendirmeye özel bir önem verir.dört kademede ele alır. Resûl-i Ekrem’den nakil değerine sahip icmâ İle Hz. Osman’ın şehid edilmesi öncesi döneme ait amelî ittifaka kaynak değeri yükler, delillerin çatışması halinde tercih kriteri olarak kullanır. İleri dönemlere ait icmâ iddialarına güvensizliği, biraz da çeşitli fırkaların ve aşın görüşlerin ortaya çıkmasıyla dinî anlayışın saflığının bozulduğu kanaatine dayanır.Zannî icmâ. ileri dönemlerde fakihlerin tümevarım yoluyla ulaştıkları sonuçtan ibaret olup neticede onların herhangi farklı bir görüşü bilmedikleri şeklinde anlaşılmalıdır. Zannî icmâ İle amel etmek caiz olsa bile ona dayanarak bir nas devredışı bırakılamaz. İcmâ olduğu zannedilen pek çok hususta gerçekte ic-mâın bulunmadığını ileri süren İbn Teymiyye, talâkla ilgili konularda icmâ gerçekleştiği iddiasına rağmen çeşitli müc-tehidlerin veya mezheplerin aksi kanaatte olduklarını belirtir. Ona göre dört büyük müctehid imamın veya diğer bazı fakihlerin görüşlerinin bir noktada birleşmesi bağlayıcı bir icmâ niteliğinde olmadığı gibi bütün müslümanların ittifakıyla meydana gelmiş bir icmâ anlamına da gelmez. Müslümanların bir konuda ihtilâfa düşmesi halinde o meseleyi Allah’a ve Resulü’ne götürmeleri. Kitap ve Sünnet hangi görüşe delâlet ediyorsa ona uymaları gerekir. Ayrıca bir konuda icmâ bulunduğunu zanneden kişinin bu zannı onun adı geçen konuda ihtilâf bulunduğunu bilmemesine dayanmaktadır. O takdirde, hakkında sahih bir delil bulunmadığı, hatta Kitap ve Sünnet’e, sahabeden gelen haberlere ve sahih kıyasa aykırı olduğu halde zayıf bir görüş üzerinde ümmet nasıl icmâ eder?.İbn Teymiyye’nin bu görüşü ile Ahmed b. Hanbel’in. “Bir kimse herhangi bir konuda İcmâ bulunduğunu iddia ederse bu yalandır; belki de insanlar ihtilâf etmişlerdir. Bu iddia Ebû Bekir el-Esam ile Bişrb. Gıyâs’ın iddiasıdır. Bilmiyoruz, belki de insanlar ihtilâf etmişler, fakat bu haber ona ulaşmamıştır sözü arasında hemen hemen hiçbir fark yoktur ve İbn Teymiyye’nin icmâ konusunda mezhep imamının kanaatini sürdürdüğünü göstermektedir. Ayrıca onun bu yaklaşımında, ümmet arasında icmâ bulunduğu kabul edilen bazı konularda farklı ictihadlara ulaşmasını meşrulaştırma ve bu ictihadlarının isabetli olduğunu İspat edebilme gayretlerinin de etkili olduğu söylenebilir.
İbn Teymiyye kıyası “birbirine benzer şeyleri birleştirmek, farklı şeyleri de ayrı tutmak” şeklinde açıklayarak ve dinde sahih kıyasa aykırı hiçbir nassın bulunmayacağını söyleyerek âdeta fıkhî kıyastan çok mantıkî kıyası ön plana çıkarmaktadır. Sahih kıyas aynı zamanda adalete tâbi olmak demektir ve sahabe ile tabiînin kullandığı bir yoldur. Kıyas nassa aykırı düşüyorsa o takdirde fâsid kıyastan söz edilir. Bu sebeple de “musarrât” hadisinde olduğu gibi bir nassın kıyasa aykırılığını ileri süren veya icâre akdinde olduğu gibi bazı hukukî işlemleri kıyasa aykırı bulan fakihleri sert bir dille eleştirerek kıyas-nas uyumuna fıkhın çeşitli alanlarından örnekler verir. Kitap ve Sünnet merkezli bir fikrî oluşumun sözcülüğünü yapan İbn Teymiyye’nin diğer mezhepler tarafından daha kolaylıkla kullanılan kıyas, özellikle de re’y karşısında çekimser hatta muhalif bir tavır sergilediği ve kıyası nas bulunmadığında başvurulabilecek istisnaî bir yol olarak gören Selefi-Hanbelî çizgiyi sürdürdüğü görülür. Nitekim Ahmed b. Hanbel ve hatta hocası İmam Şâfıî. diğer iki mezhep mensuplarını nassın bulunduğu yerde kıyasa başvurdukları için eleştirmişlerdir. İbn Teymiyye, delilleri araştırıp ilgili konuda herhangi bir nas bulunmadığına dair zann-ı gâlib meydana geldikten sonra kıyasa gitmenin caiz olduğunu ifade ederek mezhebin genel çizgisini savunur.Ancak bir konuda nassın bulunup bulunmadığı veya ne ölçüde o konuya delâlet ettiği hususu sadece hadis bilgisiyle değil fakihin ve fıkıh mezheplerinin metodolojisiyle de yakından bağlantılı, kısmen de sübjektif bir nitelik taşır. Ayrıca İbn Teymiyye’nin bir taraftan fıkhî kıyasa az başvururken diğer taraftan çeşitli din ve mezhep mensuplarıyla yaptığı cedel ve tartışmalarda mantıkî kıyası oldukça sık kullandığı görülür.
Genelde Hanbelî fakihlerinin. özellikle de İbn Teymiyye’nin Selef çizgisinde bir dinî anlayışı savunması, itikad sahasında aklî istidlalin ve yorumun alanına bir daraltma getirse de fıkıh alanında âdeta aksi yönde sonuç vermiştir. Çünkü Kur’an ve Sünnet merkezli bir metodoloji geliştirip diğer fıkıh mezheplerinin bu iki kaynaktan hüküm çıkarma konusunda sonradan geliştirdikleri çeşitli metot ve delillere fazla sıcak bakılmaması, nasların fıkhî olaylara nisbetle çok daha sınırlı kalması sebebiyle zorunlu olarak fıkıh alanında akla ve yoruma çok geniş bir yer bırakmıştır. Her ne kadar İbn Teymiyye, bunun bir akıl yürütme ve re’y faaliyeti değil nassın doğrudan veya dolaylı delâletini araştırmaktan ibaret olduğunu ifade eder ve geniş Kur’an ve hadis kültürüyle bunu destekler bir görüntü vererek nasların sınırlı olduğu tezini reddederse de yapılan iş, bir problemin veya çözüm önerisinin nasla ilişkilendirilmesinden başka bir şey değildir. Bu sebeple İbn Teymiyye, ilk bakışta fıkhî kıyasa ve geleneksel usul kurallarına fazla itibar etmiyor olsa da netice itibariyle fıkhın muamelât alanında diğer fıkıh mezheplerine göre daha esnek, değişikliğe açık bir tavır ortaya koymuştur. Öte yandan İbn Teymiyye’nin kıyas ve re’y konusundaki çekimser tavrının hukuk alanında yol açabileceği donukluğu maslahat düşüncesine geniş bir yer vererek hatta buna Hanefî ve Mâlikiler’in istihsan ve aklî tahsinini de içine alacak tarzda geniş bir içerik kazandırarak giderdiği görülür. İbn Teymiyye, maslahat metodunu belirli kural ve şartlara bağlayarak sıkça kullanırken mefsedet karşısında maslahat yönünü tercih etme prensibi onun fıkıh usulündeki en önemli özelliklerinden biri haline gelmiş, bu sebeple de hukukî işlemlerde objektif ölçülerle yetinme yerine her davranışın sebep-sonuç ilişkisi içerisinde yol açabileceği muhtemel sonuçları göz ardı etmeyen, tarafların niyet ve maksadını da devreye sokan bir yaklaşım sergilemiştir. Şerî kurallardan amacın bunların lafızları değil maksatları olduğunu belirten İbn Teymiyye, akidlerin yorumunda iç iradenin üstünlüğü ilkesini savunmuş, akid ve hukukî işlemlerde kast ve sâike öncelik tanıyan ve yol açabileceği olumsuz sonuçlara göre davranışlara değer biçen bir tavır ortaya koyarak Mâlikîler’le aynı çizgide yer almıştır. Bundan dolayı maslahat düşüncesi kadar sedd-i zerâi’ ilkesi de İbn Teymiyye’nin metodolojisinde önemli bir yer tutar.
İbn Teymiyye’nin çeşitli fürû-i fıkıh konularında bazan kendi mezhebinin, bazan da bütün mezheplerin görüşlerinden farklı düşündüğü olmuştur. Meselâ İbn Teymiyye. mukayyet su ile meyve suyu, gül suyu gibi hadesten taharetin, mesafenin uzun veya kısa olmasına bakılmaksızın her yolculukta dört rek’atlı namazların farzlarının iki rek’at olarak kısaltılmasının caiz olduğunu, kasten bir namazı terkeden kimsenin o namazı kaza etmesinin caiz olmayıp bunun için tövbe etmesi ve çokça nafile namaz kılması gerektiğini, tilâvet secdesi yapabilmek için taharetin (abdest) şart olmadığını, cuma ve bayram namazı gibi namazların vaktinin geçmesinden korkan kişinin su bulunmasına rağmen hemen teyemmüm alarak namazı kılmasının caiz olduğunu, ramazanda akşam olduğu kanaatiyle, fakat gerçekte gündüz vakti yiyen kimsenin bu orucu kaza etmesinin gerekmediğini, mestlerin iki ayağı tam bir şekilde kapatmış olma şartlan bulunmadan üzerine mesh yapmanın caiz olduğunu, hayızlı kadının tavaf yapabileceğini, müslüman bir kişinin Ehl-i kitap’tan olan bir zimmîye vâris olabileceğini, süt emzirme sebebiyle sıhrî haramlığın doğmayacağını, süs amacıyla kullanılan gümüş takıların birbiriyle aynı fiyata değil de fazlaya satılabileceğini ve fiyattaki bu fazlalığın işçilik karşılığı olduğunu savunmuş ve bu görüşleriyle ulemânın çoğunluğuna aykırı düştüğü gibi birçok tartışmayı da başlatmıştır.Ancak İbn Teymiyye’nin fıkıh alanında en çok tartışılan görüşleri talâk konusuyla ilgili olanlardır. İbn Teymiyye. bir kişinin hanımını bir mecliste aynı anda üç talâkla boşaması halinde, hem kendi mezhebinin hem de diğer mezheplerin hâkim görüşlerinin aksine bununla üç talâkın değil sadece tek bir talâkın gerçekleşeceğini ve bunun geri dönüşü mümkün olan (ric’î) bir talâk sayılacağını, bu görüşünün kitaba ve Hz. Peygamber’in sünnetine daha uygun düştüğünü ileri sürmüştür. Yine İbn Teymiyye, üç talâkla boşanmış bir kadının tekrar eski kocası tarafından nikâhlanabilmesi için boşaması şartıyla başka bir erkekle evlendirilmesini (tahlîl. hülle) reddetmiş, kadının âdet zamanında yapılan talâkların da hükümsüz olduğunu savunmuştur. Onun birinci görüşü genelde Hanbelîler’in. özelde İbn Teymiyye’nin sedd-i zerâie önem verip her türlü hiyele karşı gösterdiği sert muhalefetle, ikinci görüşü ise sünnete aykırılığı hukukî işlemin sonucunu değiştirici bir müeyyideye bağlamış olmasıyla açıklanabilir. Talâk konusunda onun belki de en çok tepki toplayan ve hapsedilmesine yol açan görüşü ise yemin maksadıyla yapılan talâkın geçersiz olacağı, bunun talâk değil sadece yemiaden cayma sayılacağı ve dolayısıyla boşama değil yemin hükümlerinin gerçekleşeceği görüşüdür. İbn Teymiyye, toplumda yaygın bir şekilde kullanılan ve pek çok ailevî problemin yaşanmasına sebep olan, “Şunu yaparsam veya yapmazsam hanımım boş olsun”; “Şunu alırsam, şunu yersem, şunu giyersem … hanımım boş olsun” gibi sözlerin talâk amacıyla söylenmediğini, sadece söze güç ve kuvvet vermek için kullanıldığını, dolayısıyla vaad edilen iş gerçek-leşmediği zaman talâkın değil yemin kefaretinin söz konusu olacağını ileri sürmüştür.Gerçekten bu görüş, mezheplerin meşhur olan genel kabullerine aykırı yeni bir yaklaşım ve ic-tihaddır. Bu görüş yüzyıllardır süren anlayış ve uygulamalara aykırı düştüğü, yargı kararlarını etkileyecek ve toplumda kargaşaya yol açabilecek bir boyuta ulaştığı için İbn Teymiyye’nin fetva vermesi yasaklanmış ve kendisi döneminin yöneticileri tarafından çeşitli defalar uyarılmıştır. Ancak İbn Teymiyye. bu konunun ictihadî bir mesele olduğunu ve yöneticilerin bu hususta kendisine müdahale etme hakkının bulunmadığını, ayrıca bir âlimin ulaştığı bir hakikati yöneticilerden korkup gizlemesinin caiz olmadığını belirterek kendi görüşünü savunmaya devam etmiştir.İbn Teymiyye bu görüşü için de özellikle Resûl-i Ekrem’in, “Ancak üç mescidi ziyaret için yol hazırlığı yapılır: Mekke’deki Mescid-i Haram, Kudüs’teki Mescid-i Aksa ve benim mescidim mealindeki hadisini delil getirmiş, hatta yalnızca Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret amacıyla yapılan seyahatin dahi günah olduğunu ileri sürmüştür. İbn Teymiyye tarihî ve dinî mekânları, enbiya ve sâlih kişilerin türbelerini ibret almak gibi sebeplerle ziyaret etmede, eski millet ve kavimlerin yaşadıkları bölgeleri gezmede dinen bir sakınca görmediği, fakat İbadet olduğu inancıyla bu tür yerleri ziyareti aynı zamanda tevessül inancını da içermesi sebebiyle tevhid akidesini zedeleyici, insanları şirk ve hurafe bataklığına sevkedici bir davranış olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Onun bu konuda sert bir muhalefet göstermesinde halk arasında yaygın çeşitli inanış ve âdetlerin önemli payı olmalıdır. Hayatının sıkıntılarla geçmesinde, halk ve ulemâ katında birçok ciddi tepkiye muhatap olmasında, nüfuz ve se-lâhiyet sahibi çeşitli şahsiyetlere yönelik tenkitlerinin de etkisi bulunmaktadır. Meselâ Gazzâlî, İbn Rüşd, Muhyiddin İb-nü’l-Arabî, İbnü’l-Fârız gibi âlim ve sûfî-lere şiddetli hücumlarda bulunmuş, özellikle Gazzâlî’nin el-Münkız mine’d-da-îâl ile İhyâ’ü ‘ulûmi’d-dîn adlı eserlerindeki felsefî fikirlerini sert bir şekilde eleştirmiştir.
Esasında İbn Teymiyye’nin geniş tartışmalara yol açan mukaddes üç mescid dişındaki yerler İçin özel yolculukların yapılmaması, yemin kastıyla yapılan talâkın geçersizliği, Allah’ın sıfatları, bid’at ve hurafelerle mücadele gibi konular ehl-i hadîs ile ehl-i re’y veya Selenler ile Mu’te-zile ve daha sonrada Eş’arîler arasında yüzyıllardır tartışılan meselelerdir. Ancak İbn Teymiyye’nin görüşlerini savunurken veya karşı görüşü eleştirirken takındığı sert, tavizsiz ve kırıcı üslûbu, tebliğinde heyecanlı ve ısrarcı olması, hatalı ve sakıncalı gördüğü bir hususa dikkat çekebilmek için zaman zaman abartılı ifadeler kullanması etrafındaki muhalefeti güçlendirmiş ve harekete geçirmiştir, öyle ki bizzat İbn Teymiyye’yi seven ve sayan birtakım Hanbelî âlimleri dahi onun bazı fetvalarının alınmaması gerektiğini söylemişlerdir.Ancak döneminde yol açtığı tartışmalar ve tepkiler, ıslah ve tebliğ konusunda sadece konuşmak veya yazmakla kalmayıp fiilen de mücadele etmesi. Kitap ve Sünnet yanında sadece sahabe, tabiîn ve tebeu’t-tâ-biînden oluşan selef-i sâlihînin görüşlerini merkeze alıp bid’atlara ve taklide karşı mücadelesi, aynı zamanda onun fikirlerinin İslâm dünyasında geniş ve kalıcı bir etkiye sahip olmasının da temel âmilini teşkil etmiştir. İbn Teymiyye’nin Se-lefî tavrı, bir taraftan dinî düşünceyi du-rağanlaştırıp belirli bir tarihî ve coğrafî alana hapsederken diğer taraftan bid’at anlayışının geniş tutulmasına ve bid’atla mücadelenin sert bir şekilde yapılmasına sebep olmuştur. İslâm düşüncesiyle ilgili ilk ve sahih kaynakların Kur’an, Sünnet ve selef-i sâlihînin görüşleri olması sebebiyle onun bu düşüncesi bugün de birçok kişi ve hareket tarafından genel kabul görmüş, tevhid akidesini zedeleyici türden bid’at ve hurafelerle mücadelesi pek çok âlimin ve İslâmî hareketin ilgisini çekmiştir. Bid’at ve hurafelere karşı çıkmak, taklide karşı çıkmanın ve aklîleşme sürecinin de ilk basamağını teşkil etmiş ve bu sebeple söz konusu âlimler ve İslâmî hareketler, bazı araştırmacılar tarafından İslâm düşünce tarihinde İslâm mo-dernizminin temsilcileri olarak nitelendirilmiştir. İbn Teymiyye, inanç-ahlâk alanındaki sapmaları giderme ve fıkıh alanındaki donukluğu açma yönünde bir ıslah projesini başlatmış, en azından döneminde belli belirsiz var olan ıslah düşüncesine hareket kazandırmış, bunun teorik çerçevesini oluştururken dinin aslî kaynaklarına ve bu kaynakların ortaya çıktığı tarihî-içtimaî sürece başvurmuştur. Bu sebeple kendisinden iki yüzyıl önce Gazzâlî’nin yaptığına benzer şekilde İslâmî karakteri gölgeleyebilecek mistik ve felsefî akımlara, halkın yanlış inanış ve uygulamalarına karşı dinin aslî kaynaklarına dönüş çağrısı yapmış, bid’at ve taklide karşı çıkmıştır. Böyle olunca İbn Teymiyye’nin Selefîliği dinin aslî unsurları olan inanç ve ibadetler alanında öze dönüşü ve saflığı amaçlasa da hukuk sahasında akla ve yoruma geniş bir alan bıraktığından İslâm toplumlarına geçmişi tekrar yaşatmayı değil dönemi ve sonrası için çözüm üretmeyi, hatta devamlı kendini yenilemeyi hedefleyen ıslahatçı bir çizgiye sahiptir. Bu açıdan bakıldığında onun Selefi tavrı ile ıslahatçı çizgisi birbirini tamamlamaktadır.
Bibliyografya :
Buhârî, “Şalât”, 1, 6; Müslim, “Hac”. 415, 512; Ebû Dâvûd. “Menâsik”, 94; Tirmizî, “Şalât”, 126; Takıyyüddin İbn Teymiyye, e/-Müseu-uede{nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1983, s. 330-331; a.mlf.. Mecmuu fetâuâ (nşr. Abdgibi açık ifadelerle çeşitli âyetlerde bu delillere işaret eder. Dolayısıyla dinde hüccet olan sert deliller. Hz. Peygamber’in haber verdiği ve Kur’an’ın delâlet ettiği naklî delillerin yanında mevcudatın şehâdet ettiği aklî delilleri de ihtiva etiği için akıl ve nakil bütünlüğünü sağlar. Dinen meşru olmayan deliller ise bunların dışında kalan, cedele dayalı mesnetsiz iddialardır. Meselâ tevhid, peygamberlerin doğruluğu, ilâhî sıfatların ve haşrin ispatı gibi akılla bilinebilen konularda vahiy yol gösterir ve çeşitli ipuçları verir. Dolayısıyla vahyin işaret etmesi şartıyla bazı aklî burhan ve kıyaslar da şerl delil sayılabilir. Ayrıca delilin aklî veya sem’î diye nitelenişi medih yahut zem İfade etmez, yalnızca o delilin bilinme şeklini ortaya koyar; diğer bir ifadeyle sert delil aklînin zıddı değildir. Çünkü serinin mukabili bidtdir (bidat oluş); bu çerçevede sertlik nitelemesi övgü ifadesi iken ikincisi bunun zıddı bir anlam taşır.Hatta filozofların burhan dedikleri kesin (yakinî) öncüllerden oluşan kıyaslar da buna dahildir; yani bunların sert kaynaklarda bulunanı veya onlarla destekleneni aklî, diğerleri bidtdir. Öte yandan Kur’an’da yer alan meseller de sonuçta birer kıyastır yani aklî istidlallerdir.bu delillerin ve meselelerin ihmal edildiği düşünülemez. Hatta naslarda yer alan aklî deliller sonradan filozoflar ve kelâmcı-larca ortaya konan aklî delillerden daha kuvvetlidir.Bundan dolayı arazların hudûsüyle âlemin hudûsüne istidlalde bulunmak gibi aklî yöntemler İbn Teymiyye’ye göre usûlü’d-dînden olmadıkları gibi güçlü deliller de değildir. Nitekim Eş’arî ve gerçeği görebilen diğer bazı ince görüşlü kelâmcılar, bu tür istidlallerin peygamberlerin ve onları takip edenlerin yöntemi olmadığını itiraf etmişlerdir.Ona göre esasen ehl-i hak (Selef ulemâsı) aklî delillere ve aklın doğru kabul ettiği hükümlere itiraz etmez; onların itirazda bulunduğu şey aklın Kitap ve Sünnet’e muhalif sonuçlara varabildiği iddiasıdır. Halbuki tam aksine dinle çelişen her şey akıl tarafından da yanlış bulunur.Bununla birlikte diğer kelâmcılar gibi İbn Teymiyye de dinî kaygı taşımayan, dinî kaynakları tanımayan ve yalnızca akli delillere dayanarak tartışma yapanlara karşı kendi yöntemleri ve kendi dilleriyle mücadele etmenin onların karşısında susmaktan daha hayırlı olduğunu kabul eder. Bu durum, tıpkı şerrinden korunabilmek için düşman ordusunun kıyafetini giymekten başka çare bulunmamasına benzer. Böyle bir durumda düşman elbisesi giyerek savaşmak, onlara benzememek düşüncesiyle oturup ülkenin işgal edilmesine razı olmaktan daha iyidir.Nitekim insan, kâinatın bir yaratıcısının olması gerektiğini hudûs veya imkân delilini aklına getirmeden de bilir. Mârifetullahın fıtrî bir karakter taşıması, istidlalde bulunmanın zorunlu olmaması, peygamberlerin insanları dine davetlerinde onları ibadete yöneltmekle işe başlamaları, müminlerin kalplerinin derinliklerinde Allah sevgisinin bulunması ve bunun tezahürlerinin her an görülmesi gibi psikolojik ve sosyal deliller, dolayısıyla dış ve iç gözleme dayalı bir tefekkür ve sevgiye dayalı bir iman, sırf teorik istidlallere ihtiyaç bırakmadan daha kolay bir şekilde inanmayı sağlar.Öte yandan sıfatlar, Allah’ın zâtından ayrı ve bağımsız gerçeklere işaret eden kavramlar olmadığı için sıfatların kabulüyle zât ve sıfatlar arasında bir terkipten de söz edilmiş olmaz. Esasen varlığı zorunlu olan yalnız zât veya yalnız sıfatlar değil kemal sıfatlarıyla nitelenen zâttır, dolayısıyla sıfatlar zâttan ayrı düşünülemez. Vasıfları bulunmayan bir varlığın dış dünyada mevcudiyetini düşünmek mümkün olmadığından sıfatların reddedilmesi mantıkî olarak zâtın varlığını da tehlikeye sokmuş olur.Bu genel tesbit, antropomorfizmi en fazla çağrıştırdığı ileri sürülen istiva ve nüzul gibi nitelemeler için dahi geçerlidir. İbn Teymiyye’ye göre âyetlerde Allah’a izafe edilen kelâm veya basar sıfatları hakkında kelâmcılar tarafından herhangi bir teşbih tehlikesinden söz edilmediğine göre aynı mahiyetteki istiva ve nüzulün de İslâm itikadının genel sıfat telakkisinden ayrı tutulmaması gerekir. Zira sıfatların bazılarını kabul edip bazılarını mevhum bir teşbih düşüncesinden dolayı başka mânalara çekmek tutarsızlık olur.”bir şeye bir yönden benzeyip başka bir yönden benzememe” şeklinde bir anlam yükler. Ona göre gayb âlemine dair tasvirler bu anlamdaki müteşâbihler kategorisine girer. Meselâ çeşitli âyetlerde cennet nimetlerini ifade eden kelimeler, dünya nimetlerine de delâlet etmekle birlikte onlara benzememeleri sebebiyle müteşâbihtir. İbn Teymiyye müteşâbihi birçok mânayı ifade edebilen müşterek isme benzetir.İbn Tey-miyye’nin. bir yandan teşbih ve tecsimin İslâm akaidinde bulunmadığını kabul etmekle birlikte Ehl-i sünnet kelâmcılarının bu tehlikeye düşmemek, dolayısıyla tenzihe halel getirmemek gibi niyetlerle arş, istiva, yed vb. haberi sıfatları te’vil etmeye çalıştıklarını hatırlatarak bu tür çabalara sert bir şekilde karşı çıkarken öte yandan naslarda zikredilen âhiret nimetleri hakkındaki açıklamaları müteşâbih kabul edip bunların başka anlama gelebileceğine işaret etmesi birinci görüşünde aşırı tepkisel davrandığını göstermektedir.Çünkü bir gaye ve hikmete göre iş yapması Allah’ın kudret ve dilemesiyle olup Eş’arîler’in iddiasının aksine bu Allah’ın bir şeye ulaşma ihtiyacında olduğu kuşkusunu doğurmaz. Diğer bir ifadeyle. Allah’ın bir hikmete dayalı iradî bir fiilde bulunduğu ileri sürülürse bundan O’nun kemale ihtiyacı olduğu sonucunun çıkacağı endişesine kapılmak yersizdir.Bu suretle İbn Teymiyye, Allah’ın fiillerinin kendi zâtı dışında bir kadîm illete bağlı olmadığını düşünmekle birlikte hadis bir illetle ilgisini kabul etmiş olur. Zira varlıkların bir başlangıcı bulunduğundan O’nun fiil ve hikmeti de hadistir. Bu durumda söz konusu hikmete başka bir hikmet ya da hadis illete başka bir illet gerekmez.Buna göre İbn Teymiyye. Eş’arîler’in tahsîn-i aklîyi ve dolayısıyla hikmeti tamamen reddetme yoluna gitmek suretiyle filozofların aksi istikametinde bir aşırılığa saptıklarını düşünmekte ve böylece Allah’ın fiillerinin ta’lîli konusunda daha çok Mu’tezile’nin görüşüne yaklaşmış bulunmaktadır.ve Resû-lullah’in, bir âmâya gözlerinin şifa bulması için kendi adını anarak Allah’a dua etmeyi öğretmesi bu çerçevede ele alınmalıdır. Aynı şekilde âhirette Hz. Pey-gamber’den şefaat talep edileceği rivayetleri de dua muhtevalı tevessülün cevazına delil teşkil eder.Resûl-i Ekrem dışında birini dua vesilesi yapmayı ise uygun görmez.
İbn Teymiyye kabir ziyaretine genel anlamda cevaz vermekle birlikte bunun belli zamanlarda ve periyodik olarakyapılma-sını, bu niyetle seyahate çıkılmasını, Hz. Peygamber’inki dahil olmak üzere kabirleri öpmeyi, kabirlerin başında namaz kılıp adak kurbanı takdim etmeyi veya ölüden yardım talebinde bulunmayı, söz konusu mekânların takdis ve tazim edilmelerine yol açacağı için tevhid inancını zedeler nitelikte bulur.imanın iç boyutu açısından dikkat çekicidir. Günah işleyen mümin kalpteki tasdiki muhafaza etmekle birlikte günah ondaki haşyet ve huşu özelliklerini kaybettirir.
Allah’ın emirlerine uymamanın bir bakıma geçiciyi kalıcıya, azı çoğa tercih etme cehaleti olduğu göz önüne alındığında imanın ilimle alâkası daha iyi anlaşılır. Burada ilim kelimesi pragmatikanlamda, yani kişinin kendi nihaî fayda ve zararları hakkındaki bilgisi mânasında kullanılmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm son derece vurgulu bir teşbihle geçici olanı akarsu üzerinde oluşan köpüğe benzetmiş ayrıca kötü davranışta bulunmayı cehaletle ilişkilendirmiştir.İmansızlığın sebep olduğu kötü akıbetin Kur’an’da akletmeme neticesi olarak gösterilmesi de Ayrıca İbn Teymiyye. Kur’an ve Sünnet’in ilkelerine aykırı ve onlardan bağımsız bir akılcılığı reddetmekle birlikte açıkça şunu da ifade eder: “Bilinmelidir ki bu meselelerde biri yanlış yola kaymış yahut gerçeği bilmede acze düşmüşse bunun sebebi Peygamber’in getirdiklerine uymakta kusur etmesi, kendisini hakka ulaştıracak olan tefekkür ve istidlal yolunu terketmesidir” İbn Teymiyye, bu noktada zaman zaman sertleşerek kelâmcıların usulü için usûlü’d-dîn yerine “usûlü’ş-şeytân” veya “usûlü muhalefeti’r-resûr tabirlerini kullanır.Bazı Mu’tezile kelâmcılannın ulaştıkları aklî hükümlere muhalif kalanları tekfir etmelerini de eleştiren İbn Teymiyye. sadece akılla bilindiği iddia edilen konulardaki ihtilâfın şer’î bir kavram olan küfürle bağdaştırılmasını tutarsızlık olarak görür. Çünkü tekfir dini ilgilendiren bir kavram olup ancak Peygamber’in haber verdiklerinin tekzip veya inkâr edilmesi durumunda söz konusu olabildiğine, özellikle yalnız akılla bilinebilen bir şeye muhalif davrananın kâfir olacağına dair dinde bir hüküm bulunmadığına göre akılla bilinebilen bir hususa muhalefet eden kimse kesinlikle tekfir edilemez.Bu konuda dinin ortaya koyduğu esas özette şudur: Küfür, bir kimsenin Peygamberi getirdiği haberler (vahiy) konusunda tekzip etmek veya doğru olduğunu bilmesine rağmen yine de ona tâbi olmamakta direnmektir. Buna göre gerek iman gerekse küfür vahiy ve risâletle sınırlı kavramlardır. Eğer din, yalnız akılla bilinebilen şeyleri reddetmenin küfür olduğuna dair genel bir hüküm koysaydı kelâmcılar haklı sayılabilirdi, fakat dinde böyle bir şey yoktur.İbn Teymiyye kelâma ve kelâmcılara sert eleştiriler yöneltirken kendi deyimiyle “gerçek usûlü’d-dîn”e ve Kur’an’a dayalı kelâma açık olduğunu da sık sık ifade etmiştir. Ona göre mezmûm olanın aksine gerçek usûlü’d-dînin neh-yedilmesi caiz değildir. Selef de şüphe ve bid’at ehli olan kelâmcıları kötülerken Allah’ı bilmeye deliller getiren, O’na uygun olan ve olmayan vasıfları açıklayan gerçek kelâmcıları itham etmemiştir. Selefin kınadığı kelâm özünde bâtıl ve yalan olan, yani Kitap ve Sünnefe uymayan ve bid’at ehli ile münazara ederek onlardan etkilenmek suretiyle doğru yoldan uzaklaştıran kelâmdır.Nitekim Hz. Peygamber’in bildirdiği hususlara icmâlen inanmak farz-ı ayın, tafsili olarak inanmak farz-ı kifâyedir. Ayrıca tedebbür, tezekkür, akletme, fehmetme, Allah’ın yoluna hikmet ve güzel öğütle çağırma ve en güzel şekilde mücadele etme gibi aklî hususların hepsi bizzat Kur’an’ın emirleri arasındadır. Şu halde bunlar usû-lü’d-dînden olup bu hususlarla meşgul olmak farz-ı kifâyedir.Öte yandan kelâmcılar tarafından aklın nasların önüne geçirilmesinin hiçbir haklı gerekçesi olmadığı gibi bu iddia kendi istidlâlleriyle de çelişmektedir. Meselâ Mu’tezile ile onların takipçisi olan Şîa’nın tevhid ve adi prensipleri kendilerince kesin aklî delillerle bilinirken Sıfâtiyye bunun tam aksinin aklî delillerle bilindiğini söyler. Nefiy ve İsbâtı savunanların her biri zekâ ve akıl sahibi olup ilmî seviyeleri de yüksek olduğu halde bunlardan bir tarafın sarih aklın nefye, öteki tarafın isbâta delâlet ettiğini ileri sürmesi nasıl izah edilebilir? Sıfatlarda bile çekişen kelâmcıların cevher-i ferd, cisimlerin temâsülü. arazların bekası gibi meselelerde ihtilâfları çok daha fazla olmuştur. İbn Teymiyye’ye göre bunun sebebi sünnetten uzaklaşmadır, uzaklaşma arttıkça aradaki ihtilâflar daha da büyümüştür. Mu’tezile’deki iç ihtilâflar isbât ehli olan kelâmcılara göre daha fazla olmuştur. Şîa’ya gelince onlar sünnetten daha çok uzaklaştıkları için gruplaşma ve ihtilâfta Mu’tezile’yi de geride bırakmıştır. Ebü’l-Hüseyin el-Basrî, İmâmü’1-Hare-meyn el-Cüveynî. Fahreddin er-Râzî gibi mensubu bulundukları mezheplerin en zeki şahsiyetleri de bir yandan sözlerinin kat’î, burhanı ve aklî olduğu iddiasında bulunmuşlar, öte yandan riyâziyyât ve ta-bîiyyât konularında bile bazan kesin kanaat bildirirlerken bazan tevakkuf etmişlerdir. Hatta bu yüzden bir kısmı sonradan pişman olduğunu ve Kur’an metoduna dönüş yaptığını bildirmiştir.Aklî yöntemler kullanan kelâmcılar birbirine böylesine zıt sonuçlara varabildiklerine göre sem’in delâletine kıyasla aklın delâletinde daha çok zan bulunmaktadır; şu halde nihaî kaynak Kitap ve Sünnet’tir. Kelâmcıların halku’l-Kur’ân, rü’yetullah, vahyin mahiyeti gibi konulara dair açıklamaları Kur’an’a uygun düşerse kabul edilir, aykırı olursa reddedilir. Kitap ve Sünnet’te delâleti kesin olan bir şeye ise delâletinde ihtilâf bulunan aklî bir delille karşı çı-kılmaması gerekir.İbn Teymiyye’ye göre Kur’an ve Sünnet metodu kelâm metodundan farklıdır. Çünkü Allah kullarına ruhî olgunluk ve İyiliğin son derecesini emrederken ke-lâmcıların yaptığı gibi bunu sadece sözlü ikrarla sınırlı tutmamaktadır. Kelâm muhteva olarak Kur’an’ın ne delil ne de hükümleriyle uygunluk arzeder. Çünkü Kur-‘an’ın delilleri fıtrî olup bizzat maksadın kendisine ulaştırırken kelâmcıların kullandığı kıyasa dayalı deliller maksadın kendisine değil onun ancak benzerine ulaştırabilir. Makâsıd konusunda ise Kur’an hem bilme hem de amel etmeyi öne çıkararak insanı kendi bütünlüğü içinde hedefe götürür. Buna karşılık kelâm yalnızca kulun ikrara ulaşmasına yardımcı olur. yani nazarî olarak varlığın kabulünü sağlar, amele götürmez.Bu sebeple birçok âyette Kitap ve Sünnet’in dışında çözüm aramanın yanlışlığı vurgulanmıştır.Meselâ kelâmda çokça kullanılan hudûs delilinde arazların değişkenliğinden hareketle cevher ve cisimlerin hudûsü ispatlanmaya çalışılır. Zihnî bir kavram olan cevherlerin hadis oluşu ile istidlal etmenin Kur’an’ın metoduna uymadığı üzerinde duran İbn Teymiyye, buna karşılık doğrudan a’yânın Allah tarafından yaratılmasına dayalı yöntemi tercih eder. Çünkü eşyanın yoktan yaratılması istidlale ihtiyaç bırakmayacak kadar bedîhîdir. Kur’an’da da varlıkların cevher ve arazlardan oluşması değil Allah’ın dilemesiyle kendileri dışında başka somut nesnelerden yaratılması konu edilmektedir. Buna karşılık kelâmcıların sık sık dile getirdikleri cisimlerin mürekkep olması, arazların iki zaman birimi içinde devam etmemesi gibi teorik iddialar gözlem alanına girmediği, ayrıca kesin ve bedîhî olmadığından usû-lü’d-dînden sayılamayan hususlardır.Hudûs delilinin önemli bir önermesini teşkil eden illetlerin teselsülünün imkânsızlığı, yani sebep-sonuç ilişkisine dayalı hudûsün sonsuza kadar gidemeyeceği ilkesine de eleştiriler yönelten İbn Teymiyye’ye göre bu aslında herhangi bir şeyin yaratıcısız meydana gelmesine de İmkân tanımaktadır.Cehmiyye ve Mu’tezile kadîm bir muhdisi ispat ettiklerini zannetmelerine rağmen bu konudaki istidlalleri daha çok Allah’ın kadîm olmadığı sonucuna götürme tehlikesi taşımaktadır. Yine Eş’a-riyye ve Kerrâmiyye âlemin yaratıcısını ispat ettiklerini ileri sürerlerse de kullandıkları yol böyle bir ispat neticesi vermemektedir. Halbuki vâcibü’l-vücûd ve kadîm bir muhdisin varlığı fıtrî ve zarurî olarak bilinmekte, varlığının delilleri müşahede edilen nesne ve olaylarda kendilerini göstermektedir.öte yandan İbn Teymiyye’nin tesbitine göre hudûs delilini kabul etmenin bir neticesi olarak meselâ Cehm b. SafVân cennet ve cehennemin sona ereceği. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf cennet ehlinin hareketlerinin bir noktadan sonra nihayet bulacağı, bazıları da cennet nimetlerinin tat ve kokusunun sürekli olmadığı gibi din ve akıl açısından yanlış fikirlere saplanmışlardır.Aynı şekilde Kur’an’da meâdın vukuu da -kelâmcı-ların iddiasının aksine- onun zihnen imkânı noktasından ele alınamaz. Çünkü bir şeyin zihinde mümkün oluşu onun sadece imkânsızlığını ortadan kaldırır, hariçte de mümkün olduğunu göstermez; aksine zihnen imkân dahilinde bulunan gerçekte mümteni olabilir. Şu halde ispatın geçerliliği ancak zihin dışında da imkânının gösterilmesine bağlıdır. Çünkü bir şeyin hariçte mümkün olduğu ispatlanırsa imkânsızlık ihtimali tamamen ortadan kalkar.İnsanlar hâriçteki imkânı tesbit etmeye bazan bir şeyin kendisinin varlığını, bazan onun benzerinin varlığını, bazan da ondan daha üstün olan -dolayısıyla var kılınması daha güç bulunan- başka bir şeyin var olduğunu bilmek suretiyle ulaşırlar. Böylece mümkün oluş ortaya çıktıktan sonra bunun Allah’ın kudretiyle bağlantısı kurulur.İbn Teymiyye, imkânla ilgili temel yaklaşımını böylece ortaya koyduktan sonra bu çerçevede meâd ile ilgili âyetlerin izahlarını yapmaya, meâdın imkânına ve tevhide dair Kur’an’da yer alan aklî istidlallerden Örnekler vererek bunları incelemeye çalışır.Dehriyye’nin âlemin kıdemi görüşüne karşı, kelâmcıların yaptığı gibi arazlarla onun hudûsünü ispat etmeye uğraşmak, İbn Teymiyye’ye göre Kur’an metodunun dışına çıkıp yanlışa diğer bir yanlışla mukabele etmek demektir.Nitekim kelâmcıların metoduyla inanmanın hâsıl olmadığı tecrübe ile sabittir.Bu sebeple kelâmcılar bazan “tekâfüü’l-edille”den, yani delillerin eşit değerde olması sebebiyle hangisinin doğru olduğunun bilinemeyeceğinden söz ederler. Hatta İbn Vâsıl el-Hamevî gibi bir kısım âlimlerin, ilâhiyyât konularında deliller yeterli bilgi vermediği için bunları bırakıp astronomi konularıyla ilgilenmeye başladıkları rivayet edilmektedir.İbn Teymiyye. Kur’an’da nehyedilmiş olmasına rağmen kelâmcıların metodunda yer aldığını ileri sürdüğü bazı tenkit noktalarını şöyle sıralamaktadır Bilgi sahibi olmadan Allah hakkında tartışmak Allah’a gerçek dışı şeyler isnat etmek ilimsiz cedel yapmak hakikat ortaya çıktıktan sonra yine cedele girişmek yanlış olan delillerle cedel yapmak Allah’ın âyetleri üzerinde cedel yapmaya kalkışmak Allah’ın tartışılmasını yasakladığı konularda tefrikaya düşmek.İbn Teymiyye, bu münasebetle Hz. Peygamber’in ashabını itikadî konuları tartışmaktan menettiğine dair rivayetlere de yer verir.İbn Teymiyye, yukarıda belirtilen yanlışlara düşmemek şartıyla gerçekten usûlü’d-dînden olan konular hakkında bilgi edinme gayretlerinin Kur’an ve Sünnet tarafından mene-dilmesinin bazı özel durumlar dışında söz konusu olmadığını da özellikle ifade eder.Halbuki dinî konularda kullanılan terimlerin naslarda kastedilen mânaya uygun olma zorunluluğu vardır. Ayrıca kelâmcılar ve felsefeciler, görüşlerini birkaç anlama gelen mücmel lafızlara dayandırdıkları ve bunların ihtiva ettiği farklı anlamlar karışıklığa sebep olduğu için kullanımda bazan doğru, bazan da yanlış sonuçlar ortaya çıkmaktadır.Meselâ akıl. madde, suret, cevher, araz, cisim, tahayyüz. cihet gibi kelimeler böyledir. Öte yandan kelâmcılar özel Kur’ânî terimlere de kastedilenden farklı anlamlar yüklerler; meselâ tevhid kelimesine “sıfatı bulunmama” gibi olumsuz bir anlam verirler. Halbuki Hz. Peygamber’in haber verdiği tevhid, Allah’a ilâhlık (mâbudluk) nisbet etme gibi olumlu bir anlamdadır. Diğer bir ifadeyle ilâh teriminin kapsamı, Sıfâ-tiyye kelâmcılarının dediği gibi yalnızca “yaratmaya muktedir olan” mânasından ibaret değildir. Zira Mekke müşrikleri de “tevhîdü’r-rubûbiyye” denilen bu ilkeyi, yani yaratıcı Tanrı inancını kabul ediyorlardı. İbn Teymiyye, müşriklerin bu inancı hakkında bilgi veren âyetlerden örnekler aktararak İslâm’ın ortaya koyduğu tanrı inancının rubûbiyyet tevhidi yanında ulû-hiyyet tevhidini de kapsadığını, buna göre ilâh kavramının aynı zamanda “ibadet edilen, ibadet edilmeye lâyık olan” anlamını taşıdığını özellikle vurgulamakta bu sebeple kelâmcıların ıstılahlarının usûlü’d-dîne uygun düşmediğini ileri sürmektedir. Ancak İbn Teymiyye’-nin. İslâm’ın ulûhiyyet anlayışında hem rubûbiyyet hem de ulûhiyyet tevhidinin bulunduğu şeklindeki görüşü önemli olmakla birlikte bu hususta bütün kelâm-ciları eleştirmesi haklı görünmemektedir. Zira bu suçlama, ancak amelin imandan cüz olmadığını savunan Eş’arî sonrası Ehl-i sünnet âlimleri için haklı sayılabilir.
2. Filozoflar ve Mantıkçılar.
İslâm dünyasında felsefenin zuhurunun, kelâmcıların ortaya attığı mebde ve meâdla ilgili bazı nazariyelerin başkalarınca sarih akla uygun görülmeyip tenkit edilmesiyle başladığını ileri süren İbn Teymiyye filozofları eski Yunan düşünürlerine tâbi olmak, Aristo metafiziğini, Harran Sâbiîleri’nin inançlarını dine sokmak ve böylece eserlerinde İslâm inançlarına uymayan nazariyelere yer vermekle suçlar. Bununla birlikte İbn Teymiyye’ye göre felsefeyi toptan kabul etmek de reddetmek de doğru değildir. Çünkü ilâhiyyât. meâd, peygamberlik ve diğer dinî meselelerde, hatta tabiat bilimleri, matematik ve mantıkta bile birden çok felsefî anlayış mevcuttur.Bu sebeple filozoflar arasında peygamberlerin sadece amelî hikmet hakkında bilgi sahibi olduklarını, ilmî hikmeti bilmediklerini ileri sürenlerin yanında peygamberlerin hakikatleri bildiklerini, fakat sıradan insanların soyut gerçekleri kavramaktan âciz olduğunu düşünerek bunları sembolik bir anlatımla ifade ettiklerini düşünenlerin de bulunduğunu belirtir.İbn Teymiy-ye’nin, filozoflar arasında hakikati bilme konusunda peygamberleri kendilerinden daha aşağıda gösterenlerden söz ederken Fârâbî. İbn Fâtik gibi isimler yanında İb-nü’l-Arabî’yi de zikretmesi ilgi çekicidir. Bu arada İbn Teymiyye, İbn Sînâ gibi bazı filozofların peygamberleri filozoflardan üstün tuttuğunu da kabul eder. İbn Teymiyye, “tahrif ve te’vil ehli” diye nitelediği filozofların peygamberlere ait beyanların sembolik anlatımlar olduğunu, dolayısıyla te’vil edilmesi gerektiğini ileri sürmelerini de eleştirerek onların aslında gerçeği ortaya çıkarmak niyetiyle değil savunma psi-kolojisiyle te’vile başvurduklarını, bu yüzden dinî metinlerdeki kelimeleri geleneksel olarak bilinen anlamından saptırıp garip mecazlar ve istiarelerden faydalandıklarını ve bu suretle kendi görüşlerine uydurmaya çalıştıklarını söyler.Âlemin kıdemi konusunda filozofların kesin delil ortaya koymak şöyle dursun zannî delilleri bile yoktur. Zira kullandıkları illet-ma’lûl, esermüessirveya fâil-i muhtar gibi nitelemelerin her biri, âlemde hiçbir şeyin kadîm olmasına imkân vermeyen ve hu-dûsü zorunlu kılan unsurlardır.Ayrıca, “Birden ancak bir doğar” şeklindeki sudur teorisi de akla ve Allah’ın irade sahibi oluşuna aykırıdır. Nitekim İbn Rüşd gibi filozoflar buna karşı çıkmışlardır.Sudur nazariyesi Allah’ın yaratmasıyla bağdaşmadığı gibi bu nazariyedeki “bir” kavramı da muğlaktır, burada “bir” sadece hariçte varlığı olmayan zihnî bir kavram olup kendisiyle âlemin mi yoksa Allah’ın mı kastedildiği anlaşılmamaktadır.olan Allah’ın dışındaki bütün varlıkların zorunsuz (mümkün) olduğu ve bunların var edicisinin bulunması gerektiği öncüllerine dayalı olan imkân deliline de tenkitler yönelten İbn Teymiyye’ye göre âlemin zorunsuzluğunun felsefî olarak ispatlanmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü Kur-‘an’da bildirildiği gibi Allah’tan başka her şey O’na muhtaçtır, başkasına muhtaç olan da ister istemez zorunsuz varlıktır.İbn Teymiyye’ye göre filozofların bu yaklaşımı, İbnü’l-Arabî gibi vahdet-i vücûd görüşünü benimseyen mutasavvıf düşünürlerin varlığın tamamını birleştirip tek-leştirmelerine, Âmidî gibi filozof kelâm-cıların da zorunlu varlığın kanıtlanama-yacağı görüşünü iddia etmelerine yol açmıştır.Şu halde Kur’an’a dayalı olarak yaratılmışların hem ortaya Çıktıkları zamanda hem de var oldukları süre boyunca Allah’a muhtaç oluşları kabul edildiği takdirde İbn Teymiyye’ye göre bu delile ihtiyaç kalmayacaktır. Çünkü Allah âlemin hem faili hem rabbi hem de sevilen ve ibadet edilen ilâhıdır, yani âlemin sadece gâî değil aynı zamanda fail sebebidir.Aristocular’ın, “herhangi bir tasavvurun tanımsız elde edilemeyeceği” şeklindeki hükümleri İbn Teymiyye’ye göre geçerli olamaz, çünkü bir defa önerme selbîdir, o yüzden bedîhî değildir. Dolayısıyla Aristocu mantığın ilk önermesi daha baştan yanlış bir temel üzerine oturtulmuştur. İkincisi, bir tasavvuru tanımlayan mantıkçı bu fikrî ameliyesini ya önceden yapılan bir tanım yardımıyla veya herhangi bir tanım olmadan icra eder. Eğer önceki bir tanım vasıtasıyla yapıyorsa bu devir ve teselsüle yol açar; herhangi bir tanım olmadan yapıyorsa o takdirde mantıkçıların. “Tanım olmadan kavramlar elde edilemez” sözü çürütülmüş olur. Ayrıca çeşitli eğitim düzeyindeki insanlar genellikle ihtiyaç duydukları konularda mantıkî tanımlara başvurmadan bilgi edinir ve uygulamada bulunurlar; nitekim ilim ve meslek otoriteleri de bu tanımları kullanmaz.
Öte yandan mantıkçıların ölçülerine tamamen uyan bir tanım da yoktur. Meselâ, “İnsan düşünen canlıdır” gibi en meşhur tanıma karşı bile çok sayıda itiraz ileri sürülmüştür. Mantıkçıların tesiriyle nahivciler meselâ ismin, fıkıh usulcüleri kıyasın birçok tanımını yapmışlarsa da bunların hiçbiri itirazdan kurtulamamıştır. Eğer nesnelerin tasavvuru muhakkak surette hadlere bağlı olsaydı şu ana kadar insanların hiçbir şeyi tasavvur edememiş olması, eğer tasdik tasavvurlara bağlı bulunsaydı insan oğlunun herhangi bir ilme sahip bulunmaması gerekirdi. Mantıkçılara göre gerçek tanımlar, cins ve fasılları bulunan neviler yani mürekkep nesneler için yapılır. Bu sebeple onlar, basit varlıklar olarak düşündükleri kozmik akıllar gibi varlıkları tanımlanamaz varlıklar grubuna dahil ederler. Bu durumda Ibn Tey-miyye’ye göre söz konusu basit varlıkların ya tasavvur edilememesi veya tasavvur edilebildiğine göre- bunların tanıma muhtaç olmaması gerekir. Bu da tasavvurların mutlaka bir tanıma muhtaç olmadığına delil teşkil eder.
Tanımlar her biri bir anlam ifade eden çeşitli terimleri içerir. Kişinin bu terimleri ve anlamlarını önceden bilmeden tanımı anlaması mümkün değildir. Ekmek, su, yer, gök, anne ve baba lafızlarının gerçek karşılıklarını(müsemmâ) tasavvur edemeyen lafzın delâletini de bilmez. Bu sebeple kelâmcıların da dediği gibi tanımlar kavramlaştırmayı (tasvir) değil ayrıştırmayı (temyiz) sağlar. Tanımdan beklenen ayrıştırma olunca onların eşyaya konan isimler gibi en kısa, en veciz, en kuşatıcı ve en uygun olmaları beklenir. Bu durumda, “İnsan düşünen canlıdır” önermesinde olduğu gibi tanımlar bir veya birkaç ismin bir araya gelmesinden başka bir anlam taşımazlar.
İbn Teymiyye’ye göre lafızlara ihtiyaç duyulmadan da mânaların tasavvuru mümkündür. Tanım ise Önceden tasavvur edilen mânaların söze dönüştürülmesinden başka bir şey değildir. Tasavvur edilen varlıklar ise ya tat, renk. koku gibi dıştan gelen veya açlık-tokluk, sevgi – nefret, sevinç-üzüntü, lezzet-elem. arzu-tiksinti. bilgibilgisizlik gibi iç duyularla idrak edildiklerinden ayrıca bir tanıma ihtiyaç duymazlar. Bunların dışındakilere ise ancak görünene İtibarla kıyas uygulanabilir. Ayrıca mantıkçılar tanımların çürü-tülebileceğini ve aksinin savunulabileceğini kabul ederler. Bir şeyin çürütülmesi veya aksinin savunulması onun önceden tasavvurunu gerektirdiğine göre tanımsız tasavvur mümkündür. Yine onlar be-dîhî olan tasavvurların tanıma muhtaç olmadığını, aksi takdirde devir veya teselsülün gerekeceğini kabul ederler. Bir şeyin bedîhîya da nazari oluşu ise kati ve zannî kavramlar gibi izafîdir. Birinin zannî saydığı bir şeyi başkası kati kabul edebileceği gibi birinin ancak mantıkî çıkarımla bilebildiği şeyi başka biri doğrudan kavrayabilir. Hatta kesbî olduğu kabul edilen bazı bilgiler de İdrak kapasiteleri ölçüsünde bazıları için tanıma ihtiyaç bırakmayacak derecede apaçık olabilir. O halde bilgiyi tanıma bağımlı kılmak doğru değildir.hadis ehlini de eleştirmekten geri durmayan İbn Teymiyye. onların arasında bilgi azlığı yahut kavrayış noksanlığı sebebiyle delil olamayacak derecede zayıf hatta mevzu hadislerle istidlalde bulunanların veya nasların mânalarını anla-mayıp onları alâkasız yönlere çekenlerin bulunduğunu söyler. Bununla birlikte fırkâ-i nâciyeden olmayı en fazla hak edenler olarak ehl-i hadîsi görür. Kelâmcılara yönelttiği metodolojik eleştirilerinde daha çok başta Mu’tezile ve müteahhirîn Ehl-i sünnet kelâmcıları olmak üzere bütün kelâm ekollerini hedef almakla birlikte en ağır tenkitlerini Cehmiyye. Revâfız (Şia). Havâric. Kaderiyyeve Mürcie’yeyöneltir. Felâsifeye nisbetle Mu’tezile’yi, Mu’tezile ve genel olarak Horasan ehline nisbetie de Kalânisî, Eş’arî, Bâkıllânî gibi kelâmcıları Ehl-i sünnet’e ve Ahmed b. Hanbel’in yoluna daha yakın bulan İbn Teymiyye’ye göre, bazı meselelerde Mutezile’nin görüşüne meyleden İbn Akil ve İbnü’l-Cevzî gibi müteahhirîn Hanbelîler’inden birçoğuna nisbetle Ebü’l-Hasan el-Eş’arî. Ahmed b. Hanbel’e daha yakın olmakla birlikte onun görüşleri de tamamen hakkı yansıtmamaktadır. Eş’arî ve onun düşüncesinde olanlar Seleften doğru olan kelâmı almışlar, fakat sahih olduğunu zannederek Cehmiyye’nin yanlış metotlarını da benimsemişlerdir. Selef çizgisinde olanlardan Eş’arî’ye yönelenlerin bulunması yanında Cüveynî gibi Cehmiyye çizgisinde olup ona meyledenler de vardır. Râzî ve diğer müteahhirîn kelâm-cılanna gelince, onlar Selef yolundan uzaklaşmada Mu’tezile’yi bile geçmişlerdir.İbnü’l-Mutahhar el-HilIfnin imametle ilgiü görüşlerini, özellikle onun imameti dinî hükümlerin en önemlisi ve müslü-manlann en ciddi meselesi sayan iddiasını eleştirirken imametin naslarda İslâm’a giriş şartları veya iman rükünleri arasında gösterilmediğini, bu sebeple kesinlikle bir inanç konusu yapılamayacağını belirtir. Eğer nasların mefhumundan veya yorumlanmasından böyle bir sonuç çıkarılabiliyorsa bu aslî değil fer”î bir hüküm sayılabilir, halbuki bütün iman konuları tereddüde yer vermeyecek şekilde sarih olarak bildirilmiştir Ayrıca Şia’nın sıfatlarla ilgili görüş ve delillerini ele alarak tenkit ettikten sonra imamların masumiyetine dair tezlerinin zayıf olduğunu. Kitap ve Sünnet’e uymadığını kaydeder.Şîa’ya yönelttiği diğer eleştiriler arasında on iki imamın faziletleriyle ilgili rivayetler, buna karşılık sahabenin büyük bir kısmı aleyhinde sarfedilen sözler, imamların nasla tayin edildiği tezi, Hz. Ali’nin imameti hakkında çok sayıda ilgisiz âyetin delil gösterilmesi ve bir kısım mevzu hadislerle Hz. Ali’ye nisbet edilen gizli ilim veya efsanevî özellikler bulunmaktadır. Bu arada İbn Teymiyye. zaman zaman Şia’yı Ehl-i kitaba benzetmek gibi aşırı tepkisel tavırlar da sergilemiştir.
İbn Teymiyye’nin Adî b. Müsâfir’i rehber kabul eden bir gruba yumuşak bir üslûpla yaptığı tavsiyeler, onun mezhep ve tarikata bağlılıkla ilgili görüşlerini tesbit bakımından önemlidir Buna göre İslâm bir itidal dini olup bu husus onu diğer dinlerden ayıran önemli bir özelliğidir. Bu sebeple bir yönüyle dinde aşırılık demek olan bid’at-tan ve bid’atçılardan uzak durmak gerekir. İnsanların çok önemli kişiler de olsa şeyhlerini ve liderlerini övmede aşırı gidip hıristiyanların Hz. îsâve gulât-ı Şîa’nın Hz. Ali hakkında yaptıkları yanlışlıklara düşmemeleri, yalnızca Allah’a kulluk edip şeyhleri veya başka herhangi birini tazim ve takdiste bulunmamaları gerekir.
İbn Teymiyye eserlerinde Yahudilik, Sâ-biîlik, Mecusîlik gibi dinlere de temas etmesinin yanında özellikle Hıristiyanlığı reddetmek üzere bir de müstakil eser telif etmiştir. Hz. Peygamber’in risâletinin Araplar’la sınırlı bulunduğunu, Hıristiyanlığın son büyük din olduğunu iddia eden ve teslîsi aklen ispat etmeye çalışan bir piskoposa karşı el-Cevâbü ‘ş-şahîh Ji-men beddele dîne’l-Mesîh adıyla kaleme aldığı bu reddiyesinde Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı yanında özellikle cihanşümullüğü üzerinde durur. Ona göre Kur’an’ın Arapça olması hidayetinin evrenselliğine engel teşkil etmez. Nitekim diğer ilâhî kitaplar da gönderildikleri peygamberin diliyledir. Hıristiyanlığın İslâm’dan daha eski bir din olup insanlığın ideali olan ahlâkî fazileti temsil ettiği, dolayısıyla başka bir dine ihtiyaç bırakmadığı şeklindeki iddia tatmin edici değildir. Zira İslâm dini, bütün ihtiyaçlara denge ve itidal içinde yer vererek en mükemmeli ortaya koymuştur. Kur’an’da diğer peygamberler hakkında zikredilen övücü ifadeler, iddia edildiği gibi Hz. Peygamber’in noksanlığını değil aksine onun doğruluğunu ve nübüvvet zinciriyle bağlantısını gösterir. İbn Teymiyye reddiyesinde aklî delillerin yanı sıra Kitâb-ı Mu-kaddes’ten alıntılara da yer verir. Yine bir hıristiyanın Resûl-i Ekrem’e dil uzatması üzerine bunun hükmüyle ilgili olarak kaleme aldığı eş-Şârimü’İ-meslûl calâ şâümi’r-Resûl adlı eserinde Hz. Peygamber’in dindeki konumu üzerinde durarak onun şahsiyetine halel getirmemenin bizzat İslâm’ın muhafazası ile eşdeğer bir görev olduğunu ve geçmiş bütün İslâm âlimlerinin bu konuda hassasiyet gösterdiklerini ifade eder.
Değerlendirme. Hanbelî ilim geleneğine bağlı köklü bir aileye mensup olan İbn Teymiyye, Haçlı seferlerinin müslüman-lar üzerinde bıraktığı derin tesirlerin devam etmesi yanında dönemin siyasî, ilmî. fikrî ve manevî bakımdan mâruz kaldığı en yıkıcı hadise olan Moğol istilâsından birkaç yıl sonra doğmuş ve bu istilânın çok yönlü tesirlerini yoğun bir şekilde yaşayarak yetişmiştir. İbn Teymiyye, hadis ve fıkıhta genç yaştan itibaren başladığı ders verme süreci içinde elde ettiği birikimin yanında başta kelâm olmak üzere felsefe, mantık ve tasavvuf gibi tefekküre dayalı ilimler alanında temayüz etmiş bir âlimdir. Eserleri, görüşleri ve katıldığı ilmî tartışmalar, bilhassa nazarî tasavvufa yönelttiği eleştiriler yüzünden hayatının yaklaşık son yirmi yılında aralıklarla hapis cezalarına mâruz kalmasına, hatta zaman zaman kâğıdı ve kalemi elinden alınmasına rağmen inandığı çizgiden tâviz vermemiş ve hapiste vefat ettiği ana kadar saf İslâm’ı yozlaştırdığına kanaat getirdiği akımlarla mücadele ederek Hz. Peygamber’in ve ilk müslümanların akidesini ve yaşayış biçimini eserleriyle savunmaya devam etmiştir.
Kendisinden önce İslâm düşüncesine yön vermiş olan Gazzâlî, İbn Rüşd gibi ilim ve fikir adamlarının eserlerine vâkıf olan İbn Teymiyye bilhassa Gazzâlî’nin filozoflara. İbn Rüşd’ün de Eş’arîler’e yönelik tenkitlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Ancak onun tenkitleri tek bir grup veya mezheple sınırlı kalmamış. Selefi düşünce, inanç ve hayat anlayışına aykırı bulduğu birçok görüşe eleştiriler yöneltmiştir. Yazılarında bazan mutedil olup eleştirilerini fikir çerçevesinde yaparken bazan da muhaliflerini Firavun’a veya şeytana benzetecek kadar aşırı ithamlarda bulunmuş, bu yüzden kendisi de çeşitli çevrelerin düşmanlık derecesinde tepkilerine mâruz kalmıştır.
Selef ve ehl-i hadîs çizgisini bir düşünce ekolü haline dönüştüren İbn Teymiyye zühd ve takvaya dayalı, ruhanî ve ahlâkî gelişmeyi hedefleyen tasavvufu kabul etmekle birlikte hulul ve ittihad gibi unsurları ihtiva eden ve İbnü’l-Arabî ile özdeşleşen “mütefelsif tasavvuru reddetmiş, velî veya şeyh adı altında bir kısım tasavvuf ehlinin zihniyet ve uygulamalarına şiddetle karşı çıkmıştır. İbn Teymiyye’nin nazarî tasavvufa ağır bir şekilde hücum etmesinin temelinde fikrî sebeplerin yanında zamanla bu tasavvufun amelî hayatta ortaya çıkardığı yaşama biçiminin, dünya görüşünün kurumlaşma şeklinin ve eleştirilere tahammülsüzlüğünün de büyük ölçüde tesiri olmuştur.
İbn Teymiyye’nin eleştirilerini yaparken istidlal ve tartışma usulünü yoğun bir şekilde kullanması güçlü bir mütefekkir, tenkitlerinin de önemli ölçüde metodolojik olduğunu göstermektedir. Onun, filozofları ve kelâmcıları istidlallerinde müşahede ve tecrübe verilerini bırakıp sadece soyut ve spekülatif kanıtlar ileri sürmekle, ayrıca ilk dönem İslâmî gelenekte bulunmayan kavramlar üretmek veya mevcut terimlere yine bu gelenekte bulunmayan anlamlar yüklemekle suçlaması son derece önemlidir. Aynı kesimlere bir diğer tenkidi de dinî meselelerde akla Kur’an ve Sünnet’ten bağımsız olarak söz söyleme sorumluluğu vermeleri ve bu sebeple görüşlerinde bir kesinliğe ulaşmayıp aralarında sürekli ihtilâf etmiş olmalarıdır.
İman esaslarını ve diğer itikadî konuları halka sunarken Kur’an ve Sünnet çerçevesinde her türlü ilâveden arınmış bir yöntem uygulamaya çalışmak elbette doğrudur. Ancak kelâmcı ve felsefecilerin İslâm tefekkürünü temsil ettikleri, adına usûlü’d-dîn veya el-hikmetü’l-ilâhiyye de deseler ulûhiyyet ve nübüvveti bilgi ve varlık düşüncesi etrafında temellendir-dikleri ve bu sebeple muhtevayı genişlettikleri hususu göz ardı edilmemelidir. Bu noktada mütefekkirler arasında görüş ayrılığı, metot farklılığı veya fikir değişiminin bulunması garipsenecek bir durum değildir. İbn Teymiyye de eleştirel düşüncesini oluştururken aynı şekilde yoğun bir anlama ve temellendirme ihtiyacı duymuştur. Bir filozof kadar felsefe ve mantıkla, ayrıca en az bir mütekeliim kadar kelâmla haşir neşir olmuş ve ancak bu sayede ciddi tenkitler yapabilmiştir. Öte yandan sadece Kur’an terminolojisiyle sınırlı bir aklîlik pratikte mümkün görünmemektedir. Aslında vahyi anlamak veya tefsir etmek de neticede beşerî bir çabadır. Dolayısıyla naslar üzerine söylenecek her söz İbn Teymiyye’ninki dahil beşerî bir akılcılıktır. Naslarda zikredilen terim ve yöntemlere hasredilen bir akılcılık anlayışı. Eş’arî’nin haklı olarak ifade ettiği gibi fıkıh ve tefsir usulü tekniklerinin meşruiyetini de tehlikeye sokar. Kaynağını Kur’an’dan almakla beraber giderek genişleyen ve zenginleşen bir aklîliği savunmak Kur’an’ın akletmeyi teşvik eden mesajına daha uygun olur. Vahyin çok yönlü rehberliğini sadakatle benimsemek gerekirse de sürekli bir sapma korkusuna kapılarak düşüncenin önünü kapatma yanlışlığına da düşmemek gerekir.
İbn Teymiyye. kelâma ve filozoflara yönelttiği bütün eleştirilere rağmen temellerini açıkladığı gerçek usûlü’d-dîn ve tefekküre karşı olmadığını açıklamıştır. Ancak telif ettiği hacimli eserlerinin düzensizliğinden ve üslûbundaki ıtnab eğiliminden kaynaklanan tekrarlar, hem görüşlerinin hem de tenkitlerinin anlaşılmasını zorlaştırmış ve onlardan gereği gibi fay-dalanılmamasına sebep olmuştur. Bununla birlikte İbn Teymiyye kendi dönemine kadar kelâma, felsefeci ve tasav-vufçuların yarattığı müstakil dünyalar arasındaki inanç ve metot hâkimiyeti mücadelesini aşabilmiş, ortaya çıkan düşünce buhranını aslî kaynaklar olan Kur’an. Sünnet ve bunlara doğrudan muhatap olan Selef çizgisi doğrultusunda çözme amacına ömrünü adamış bir İslâm mütefekkiri olarak görülmeli ve çeşitli kesimlere yönelik çıkışları bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Tasavvufla İlgili Görüşleri.
İbn Teymiyye. tasavvufun zühd ve ahlâk boyutunu kabul edip ilk dönem mutasavvıflarına olumlu yaklaşımda bulunurken tasavvuf felsefesine, özellikle de hulul, ittihad, vah-det-i vücûd gibi kavramlarla ifade edilen görüşlere sert tenkitler yöneltmiştir. Vah-det-i vücûd felsefesinin en önemli temsilcilerinden olan İbnü’l-Arabfnin ölümünden yirmi üç yıl sonra doğan ve ömrünün uzun bir kısmı İbnü’l-Arabî’nin medfun bulunduğu Dımaşk’ta geçen İbn Teymiyye, genellikle “mütefelsife” diye nitelediği tasavvuf ehliyle bu konuda pek çok tartışma yapmış, söz konusu düşüncenin açıkça tevhidi zedelediğini, bu sebeple usû-lü’d-dîni ilgilendirdiğini ifade etmiştir. Vahdet-i vücûd anlayışında kâinatın varlığının Allah’ın varlığı şekline dönüştürüldüğünü belirten İbn Teymiyye, Cüneyd-i Bağdâdî’nin, “Tevhid muhdesle kadîmi birbirinden ayırmaktır” şeklindeki cümlesini naklederek ilk dönem sûfîlerinin vahdet-i vücûdcular gibi düşünmediğini vurgulamıştır. Fuşûşü’l-hikem’i okuyunca-ya kadar İbnü’l-Arabfye hüsnüzan besleyen İbn Teymiyye bu eseri gördükten sonra fikrini değiştirmiş, onun buradaki görüşlerini dinî esaslarla bağdaştırmanın mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. İbnü’l-Arabî’nin yanında İbn Sebln, İbnü’l-Fânz, Şehâbed-din es-Sühreverdîel-Maktûl, Afîfüddin et-Tilimsânî ve Sadreddin Konevîgibi şahsiyetleri de vahdet-i vücûd ve Selefi akîde-ye ters düşen diğer görüşleri sebebiyle hemen her eserinde yeri geldikçe şiddetle tenkit etmiştir. İbn Teymiyye, İbnü’l-Ara-bî ve onun takipçileri dediği İbn Seb’în, Sadreddin Konevî gibi mutasavvıfları varlığı tanrılaştırma anlamına gelen vahdet-i vücûd düşüncesine İbn Sînâ felsefesinin götürdüğünü ileri sürer.İbn Teymiyye’nin ilk dönem sûfîleri arasında asıl eleştirdiği mutasavvıf ise Hal-lâc-ı Mansûr’dur.
Muhtemelen Farsça bilmediği için Keş-fü’1-mahcûb, Tezkiretü’l-evliyâ ve Mesnevi gibi eserlere temas etmeyen İbn Teymiyye, Sülemî’nin Tabakütü’ş-şû-iyye’si, Kuşeyrfnin er-Risâle’sı, İbnü’İ-Kayserânî’nin Şafvetü’t-taşavvuf’u, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Kütü’l-kulûb’u, Ebû Nuaym’ın Hilyetü’l-evliyâ’ı ve Gazzâlf-nin İhyâ’ü ‘ulûmi’d-dîn’ı gibi eserlerde yer alan görüşlerle ilgili kanaatini, “İçlerinde doğrular da vardır yanlışlar da” şeklinde ifade etmiştir. Buna karşılık Gazzâ-lî’nin el-Maznûn bih falâ ğayri-ehlih adlı eserini Sâbiî kültürüyle dolu olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Aynı şekilde GazzâTnin Mişkâtü’l-envâr’ma da atıfta bulunarak filozof mutasavvıfların kelâm sıfatı telakkilerini ve genel anlamda vahyin velînin kalbinde bir doğuş olduğu yolundaki görüşlerini bu eserden aldıklarını öne sürmüştür. İbn Teymiyye’nin anlattığına göre Gazzâlî, filozofların kanunu üzerine kurduğu bu eserde Allah’ın Hz. Musa’ya konuşmasını (dolayısıyla vahyi) O’nun ruhlara ilham ettiği bilgiler türünden saymıştır.Sûfi-lerin kendilerine has bir kıyafet şekliyle dolaşmaları yanlıştır. Yün elbise (sof) giyerek kişinin inanç veya takvası artmaz. Hırka ile ilgili olarak rivayet edilen hadisler sahih değildir. Bu görüşleri sebebiyle İbn Teymiyye, Melâmîliğin şekil ve kurallara karşı ortaya koyduğu olumsuz tavrı tasvip etmektedir.Zikir Allah’ın emri olup şeklini Hz. Peygamber tayin etmiştir. Bununla birlikte “lâ ilahe illallah” halkın. “Allah Allah” havassın, “hû hû” ise ha-vâssü’l-havâssın zikridir yolundaki iddia asılsızdır. Ayrıca halvete girenlere namaz ve oruç yerine bu tür zikirler tavsiye edilmemelidir.tabirinin kullanılması gerektiğini ileri sürmüştür.
Tasavvufî hal ve makamların varlığını kabul etmekle birlikte bu konuyla ilgili bazı terimlerin sûfîler tarafından yanlış kullanıldığını söyleyen İbn Teymiyye, bu sebeple tasavvufî literatürdeki haller ve makamlara dair tasnifleri yanlış bulur. Ona göre sabır, havf, recâ, rızâ, tevekkül, ihlâs, şükür gibi kavramlar dinin aslî unsurlarından olmakla birlikte meselâ tasavvufî eserlerde yer alan ve üzerinde önemle durulan hüzün böyle değildir. Allah ve Resulü hiçbir zaman hüznü emret-memiştir. Allah korkusuna yer vermeden sadece aşk ve muhabbeti öne çıkarmak da bir anlam ifade etmez.Semâ meclislerini “şeytânı” olarak niteleyip semâ yapanları Kabe’de ıslık çalıp el çırpan müşriklerle irti-batlandırır. İlk üç nesil zamanında böyle bir uygulama olmadığı gibi ilk dönem sûffleri arasında da bu tür törenlere rastlanmadığını hatırlatır.İbnTeymiyye tasavvufî kültürle yakın münasebeti bulunan kabir ziyareti, yatırlara saygı, istigâse, tevessül, şefaat gibi konularda da genellikle sûfîlerden farklı düşünmüş, tekke muhitlerinde bu konular etrafında oluşan düşünce ve uygulamaları bid’at, hatta şirk saymıştır.
İbn Teymiyye. kendi dönemine yakın meşhur şahsiyetlerden biri olan Abdül-kâdir-i Geylânfye müsbet gözle bakmış, onun Fütûhu’1-ğayb adlı eserini şerhet-miştir. Yaşadığı yüzyıldaki mensuplarıyla tartışmalar yapmakla birlikte Ahmed er-Rifâfyi de saygıyla anmış, onun Kur’an ve Sünnet’e aykırı bir tavır sergilemediğini söylemiştir. Yine İHikâdü Ehli’s-sünne ve’1-cemâ’a adlı eserin yazarı ve Adeviyye tarikatının kurucusu Adî b. Müsâfır’i överken ona tâbi olanlara tenkitler yöneltmiş, tavsiyelerde bulunmuştur.
İbn Teymiyye, kendi zamanına kadar gelen düşünce ekollerine karşı Kitap ve Sünnet çizgisinden ayrıldıkları şeklindeki temel gerekçeye dayanarak başlattığı fikrî mücadele çerçevesinde, tasavvufa da bir taraftan metot ve muhteva açısından tenkitler yöneltirken diğer taraftan tasavvuf kaynaklı bazı uygulamaları İslâm’a aykırı görerek bunlarla mücadele etmiştir. Fakat kendisi de âyet ve hadislerde vurgulanan zühd ve takva hayatını benimsemiş, hatta bunu bizzat yaşamaya gayret etmiştir. İbn Teymiyye’nin tasavvufî yorumlardaki sübjektifliğe karşı sergilediği keskin tavrı ve bunları bid’at olarak nitelemesi, daha aşın fikirlerin ortaya çıkmasına ve bunlardan kaynaklanan İslâm’ın ruhuna zıt uygulamaların halk arasında daha fazla yayılmasına engel olmuştur. Onun tasavvufa ve özellikle vah-det-i vücûd anlayışına yaptığı eleştiriler kendisinden sonraki âlimler arasında hayli etkili olmuş, görüşlerini destekleyen eserler telif edilmiştir, öte yandan İbn Teymiyye’nin tasavvufî düşünceye yönelik eleştirilerine de başta Fuşûşü’l-hikem sarihleri olmak üzere kendisinden sonraki bazı sûfîler tarafından cevaplar verilmiştir. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İbn Teymiyye maddesi)