-
7th Aralık 2008

Dinin Fanatik Yüzü: Haricilik

posted in MEZHEPLER-ANLAYIŞLAR |

HARİCÎLER

Dinî ve siyasî konulardaki aşırı görüşleri ve faaliyetleriyle tanınan fırka.

Haricî, “çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek” anlamındaki hurûc kökünden “ay­rılan, isyan eden” mânasında bir sıfat olan hâriç kelimesine nisbet ekinin İlâve edilmesiyle meydana gelmiş bir terim olup topluluk ismi için hâriciyye ve havâ-ric kullanılır. Fırkanın adı konusunda çe­şitli görüşler ileri sürülmüştür. Kendile­rine karşı isyan ettikleri yöneticilerle fır­kanın muhalifleri Havâric ismini “insan­lardan, dinden, haktan veya Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar” anlamında kullan­mışlardır. Meselâ Şehristânfye göre ha­ricî, ümmetin ittifak ettiği meşru bir ha­lifeye baş kaldıran herhangi bir kimsedir [el-Milel, i, 114). Bu baş kaldın Hulefâ-yi Râşidîn’e veya daha sonraki devlet baş­kanlarına karşı olabilir. Yine muhalifleri tarafından Haricîler hakkında kullanıl­mış diğer bir isim de “dinden çıkmış” an­lamında mârikadır. Kendileri ise Havâric ismini, “kâfirlerin arasından çıkarak Al­lah’a ve peygamberine hicret edenler” (krş. en-Nisâ 4/100), “kâfirlerle her türlü bağı koparanlar” anlamında kullanırlar. Hâridler’in beğendikleri ve kendilerini ifade için kullandıkları başka bir isim de “Allah yolunda savaşıp O’nun rızâsı için canlarını ve mallarını satan ve Allah’ın da bunları cennete karşılık satın aldığı kim­seler” anlamındaki (krş. et-Tevbe 9/111) surattır. Hâricîler’e, aralarında bazı grup­lara ayrılmadan önceki dönemde, Sıffîn olayının ardından taraflarca benimsenen hakemlere rızâ göstermeyi reddetmele­rinden dolayı muhakkime, Hz. Ali’den ay­rıldıktan sonra ilk toplandıkları yer olan Harûrâ’ya nisbetle Harûriyye ve burada­ki reisleri Abdullah b. Vehb er-Râsibî*ye izafeten Vehbiyye adlan da verilmiştir.

Hâriciler’in doğuşu, hemen hemen bü­tün tarihçiler tarafından Sıffîn Savaşı’nda hakem meselesinin ortaya çıkışına bağlanmıştır. Buna göre Havâric, hakem tayinini (tahkim) kabul etmesinden dolayı Ali b. Ebû Tâlib’den ayrılanların meyda­na getirdiği bir fırkadır. Fırkanın doğu­şunun böyle bir olaya bağlanması isabet­li gibi görünürse de tahkimden çok önce Hz. Osman’ın hilâfetinin son yıllarında vuku bulan sosyal karışıklıklar sebebiyle müslümanların zihinlerini meşgul eden bazı fikir ve davranışlar göz önünde tu­tulduğu takdirde, Hâricîliğin tahkim ola­yı üzerine birden bire varlık kazanmış bir fırka olmadığı anlaşılır. Esasen Hâricî-ler’in, “Osman’ı hepimiz öldürdük” şek­lindeki sözlerine ve daha o dönemlerden itibaren İhtilâlci unsurların devamı olduk­ları yolundaki iddialarından hareketle menşelerinin Hz. Osman’ın 35 (656) yı­lında şehid edilmesinden önceki zaman­lara kadar götürülmesi daha isabetli olur.

Hz. Osman’ın halife oluşundan itibaren takip ettiği yönetim tarzı, yakınlarına karşı davranışları, Medine’de ve Medine dışında yaşayan ashabın halifeyi kıyasıya tenkit etmesi İslâm toplumunda huzur­suzluklara sebep olmuştur. Asr-ı saâdet’i ve ilk iki halife dönemini gören müslü-manlar o devirlerin disiplinli ve huzurlu ortamını aramaya başlamışlardı. Halife Osman’a karşı çıkanlar valilerinin ida­resinden, Emevî ailesinin taşkınlık ve kabile taassubu dolayısıyla başkalarına tahakküm etmesinden şikâyetçiydiler. Hâricîliğin doğuşuna sebep olarak zikre­dilen şikâyet konuları ve sosyal düzensiz­likler arasında, Hz. Osman’ın belli kişile­re Irak’ta toprak bağışlarında bulunması, önemli valiliklere tayinler yaparken top­lum tarafından sevilmeyen Abdullah b. Âmir, Velîd b. Ukbe ve Abdullah b. Sa’d b. Ebû Şerh gibi yakınlarını tercih etme­si, savaş ganimetlerini dağıtırken sefer­lere katılmayan yakınlarına da pay ayır­ması, Ehl-i Bedr’in paylarını kısması, se­leflerinin aksine bazı cezaların icrasında yavaş davranması veya bunları hiç uygu­lamaması gibi sebepler sayılmaktadır. Doğrudan üçüncü halifenin icraatıyla il­gili olan bu hususlar, her ne kadar kay­naklarda onun şehid edilmesiyle ilgili me­seleler tartışıldığı sırada ileri sürülmek-teyse de ona karşı girişilen hareketlerde sadece bu sebeplerin rol oynadığını söy­lemek güçtür. Aslında o dönemle ilgili şi­kâyetlerin altında yatan asıl etken içti­maî, iktisadî ve siyasî bünyede vuku bu­lan ciddi değişmelerde ve bunlara uyum sağlamada güçlük çeken bedevî zihniye­tinde aranmalıdır. Bedevilerin bu uyum­suzluğu, yönetime karşı güvensizlik ve hayal kırıklığını da beraberinde getirmiş­ti. Öyle ki değişen şartlar onların eski ha­yatlarına göre olumsuz şartlardı ve dü­zeltilmesi gerekliydi. Kayıtsız şartsız çöl hayatından teşkilâtlı bir devlet içinde ya­şamaya geçişin getirdiği sıkıntılar bede-vîler için hissî gerginlikler doğurmuş ve bu gerginlikler sonunda patlama nokta­sına ulaşmıştır. Ayrıca İslâm’ın gelmesiyle eski kültürleri zarar gören yahut orta­dan kalkan kimselerin düşmanlıkları ve müslümanlar arasında ayrılık ve fitne çı­karmaları da huzursuzluk sebepleri ara­sında düşünülmelidir. Nitekim Hz. Os­man’ın şehid edilmesi, “fitne” diye anı­lan siyasî ve içtimaî patlamaların en önemlisi ve İslâm tarihinde zümreleşme faaliyetlerinin başlangıcı olarak görülebi­lir. Bununla birlikte Haricî ayrılmasının bir zümreleşme faaliyeti olarak vücut bulma­sı Sıffîn Savaşı sonrasına rastlar.

37 yılının Safer ayı başında (Temmuz 657) fiilen başlayan Sıffîn Savaşı 10 Safer (28 Temmuz) sabahına kadar bütün şid­detiyle devam etti. Ali b. Ebû Tâlib, ünlü kumandanı Ester vasıtasıyla Muâviye or­dusuna son darbeyi vurmak üzere iken (Müberred, III, 1232; Taberî, 1, 3330) Mı­sır fâtihi Amr b. Âs, Muâviye’nin imdadı­na yetişti ve çarpışmayı durdurarak çö­züm için Allah’ın kitabının hakemliğine başvurulması şeklindeki meşhur önerisi­ni ortaya koydu. Hezimete doğru giden Suriyeliler. Amr’ın tavsiyesiyle büyük Şam mushafını beş mızrağın ucuna bağlaya­rak IrakJılar’ı Allah’ın kitabının hakemli­ğine davet ettiler. Bu hareket, savaştan yorulmuş ve karşısında kendi kabilesin­den olanlara, dindaşına kılıç çekmede te­reddütlere düşmüş bulunan İraklılar üze­rinde Amr’ın beklediği tesiri gösterdi. Hz. Ali tereddüde düşen ordusuna bunun bir tuzak olduğunu, gerçekte Şamlılar’in Al­lah’ın kitabını bir kenara ittiklerini söyle­diyse de etkili olamadı, hatta tehdit bile edildi. Bunun üzerine savaşı durdurup Eşter’i geri çağırmak zorunda kaldı.

Hz. Ömer döneminde çeşitli fetihlere katılan, Hz. Osman ve Ali zamanında va­lilik yapan Eş’as b. Kaystahkîme gidilme­sinde ısrar etti ve Ali’nin karşı çıkmasına rağmen kendisine katılanlarla birlikte Ebû Mûsâ el-Eş’arfyi Iraklılar’m hakemi olarak ilân etti. Muâviye’nin hakemi ise Amr b. Âs idi. Hakemlerin anlaşmayı im­zalaması üzerine Eş’as anlaşma metnini kimseye danışmadan askerler arasında okumaya başladı. Askerlerin pek çoğu ve özellikle Temîm kabilesine mensup olan­lar, “lâ hükme illâ lillâh” (hüküm ancak Al­lah’a aittir) sloganıyla anlaşmaya karşı çık­tılar. Halife Ali’nin bütün açıklamalarına rağmen başlangıçta savaşın durdurula­rak hakeme başvurulması hususunda ıs­rar eden bu kişiler öyle anlaşılıyor ki piş­manlık duymaya başlamıştı. Onlar, sava­şa haklı olarak girdikleri inancını taşıdık­ları halde bu defa bozguna uğramış ve haklılıklarında şüpheye düşmüş bulundukları intibaına kapılmışlardı. Bunun üzerine anlaşmayı bozması ve tövbe ede­rek tahkimi reddetmesi hususunda hali­feyi ikna edemeyince onu terkedip Küfe yakınındaki Harûrâ’ya çekildiler ve böyle­ce ilk Haricî zümreyi oluşturdular.

Hz. Ali Döneminde Hâriciler. Harurâ’da toplanan 12.000 dolayındaki Haricî, Sıffîn’de Hz. AH ordusunun sol kanadına kumanda eden Şebes b. Ribt et-Temîmî’yi askerî kumandan, Abdullah b. Kev-vâ el-Yeşkürryi de namaz kıldırmak üze­re imam seçtiler ve idareyi ellerine aldık­tan sonra bundan böyle İslâmî hususla­rın şûra yoluyla icra edileceğini, biatin Allah’a olduğunu ve iyiliğin emredilip kö­tülüğün yasaklanacağını ilân ettiler. Öte yandan onlarla görüşmek üzere Hz. Ali Abdullah b. Abbas’ı görevlendirdi. İbn Abbas, çeşitli delillerle Hâricîler’i davra­nışlarının yanlışlığı konusunda ikna et­meye çalıştıysa da onlar bu delilleri ken­di kanaatlerine uygun biçimde yorumla­yarak baştan beri ortaya koydukları dar ve katı anlayışlarını sürdürdüler. Bu defa Hz. Ali karargâhlarına kadar bizzat gide­rek imamları İbnü’l-Kevvâ ile ayrılmaları­nın sebepleri ve davranışlarının yanlışlığı hakkında bir görüşme yaptı. Bu görüş­menin sonunda İbnü’l-Kevvâ da dahil ol­mak üzere yaklaşık 6000 kişi, halifenin tahkimden caydığını sanarak onunla bir­likte Kûfe’ye gittilerse de Hz. Ali bundan caymadığını söyleyince geri döndüler. Bu­nun üzerine Hz. Ali yine Abdullah b. Ab­bas’ı gönderdi. İbn Abbas’ın telkinleriyle 2000 kadar Haricî fırkadan ayrıldı. Geri­de kalanlar üstün zekâsı, ileri görüşlülü­ğü, hitabeti ve ibadete düşkünlüğü ile tanınan Abdullah b. Vehb er-Râsibî’yi kendilerine emîr seçtiler {19 Şevval 37/ 30 Mart 658). Küçük gruplar halinde giz­lice Kûfe’den çıkarak Dicle’nin sol kıyısın­da Bağdat ile Vâsıt arasındaki N eh revan kasabasında toplandılar.

Hz. Ali Hâricîler’e bir mektup yazarak meşru bir sebebe dayanmadıklarını, Ki­tap ve Sünnefle amel etmediklerini be­lirttikten sonra kendisine itaat etmeleri­ni ve düşmana karşı savaşmalarını iste­di. Ancak Haricîler bunu kabul etmediler. Hz. Ali. Şamlılar’a karşı savaş hazırlıkla­rına başlamayı tasarlarken gittikçe tu­tumlarını sertleştiren Haricîlerdin sırf ken­di görüşlerini paylaşmadığı için ashaptan Abdullah b. Habbâb b. Eret’i ve hamile karısını öldürmeleri, Osman ve Ali’yi tek­fir etmeyenin kâfir olduğunu ve bu se­beple Öldürülmesi gerektiğini ilân etme­leri, görüşlerine katılmayanlara hayat hakkı tanımamaları üzerine onların üs­tüne yürüdü. Nehrevan’da önce kendile­riyle konuşup şehid edilen müslümanla-rın katillerinin teslim edilmesini istedi; red cevabını alınca da son olarak Kays b. Sa’d b. Ubâde ile Ebû Eyyûb el-Ensârfyi nasihat için gönderdi. Bunun üzerine Hâ-ricîler’in bir kısmı Ferve b. Nevfel el-Eş-caî ile birlikte topluluktan ayrılıp Bende-nîcîn’e gitti. Bu duruma sinirlenen Ha­ricîler savaşı başlattılar; sonuçta Hâricî-ler’in tamamına yakını katledildi (9 Safer 38/17 Temmuz 658).

Daha sonra Şamlılar’a karşı savaşa çık­mak için Küfe yakınlarındaki Nuhayle’de konaklayan Hz. Ali, bir taraftan yanında-kilerden Kûfe’ye gidip hazırlıkyapmalan-nı isterken diğer taraftan Nehrevan’da Abdullah b. Vehb er-Râsibî’den ayrılarak Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye sığınan ve ken­dilerine Ehl-i Nuhayle denilen yaklaşık 2000 kişilik bir Haricî topluluğuna hitap edip kendisine katılmalarını İstedi. Bu teklifi kabul edilmeyince çıkan çatışma­da pek çoğu öldürüldü. Öte yandan Hz. Ali’nin Kûfe’ye giden adamları yeniden bir savaşa girişmek konusunda çekimser davranınca halife de şehre girdi. Nehre-van ve Nuhayle savaşları siyasî tarih açı­sından birer büyük zafer sayılırsa da sa­vaştan kaçıp kurtulan Haricîler ve onla­rın gelecek müntesiplerinde bir intikam arzusu doğurdu. Nitekim Hz. Ali, böyle bir intikam duygusuyla Abdurrahman b. Mülcem tarafından hançerlendi ve bu­nun tesiriyle 21 Ramazan 40 (28 Ocak 661) tarihinde vefat etti.

Nehrevan ve Nuhayle’den İtibaren Hz. Ali’nin şehid edilmesine kadar iki yılı aş­kın süre içinde Haricîler zaman zaman kü­çük mahallî isyanlar çıkardılar. Bunların en önemlisi, Nehrevan’dan kurtulup Şeh-rezûr’a kaçan Ebû Meryem es-Sa’dTnin isyanıdır. Ebû Meryem, Arap asıllı altı ki­şi hariç mevâlîden oluşan 400 kişilik kuv­vetiyle Kûfe’ye yaklaşınca halife tarafın­dan itaate çağrılmasına rağmen buna ya-naşmayıp savaşa girmiş, sonuçta mağ­lûp olmuş, adamlarından sadece elli kişi ölümden kurtulup teslim olmuştur (Ra­mazan 38/Şubat 659). Nehrevan savaşı­nın üzerinden henüz bir yıl bile geçme­den Hâricîler’e bu kadar çok sayıda me-vâlînin katılmasına halifenin Kureyş’ten olması şartına gösterilen tepkiler yol aç­mış olmalıdır. Bununla birlikte reislerin hepsi Arap’tır.

Emevîler Döneminde Haricîler. Hz. Ali’­den sonra hilâfeti ele geçiren Muâviye döneminde Hârici isyanlarının ardı arkası kesilmemiştir. Bu ayaklanmalar, özel­likle Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye tes­lim etmesinden sonra (Rebîülevvel 41/ Temmuz 661) Nehrevan’da Hâricîler’den ayrılan Ferve b. Nevfel’in hareketiyle kı­zıştı. Kûfe’deki bu isyan Muâviye’nin sert tedbirleriyle hemen bastırılmışsa da Hâ-ricîler’İn intikam duyguları bir türlü yok edilememiştir. Nitekim Hâriciler, Muâvi­ye ile yine Küfe dolaylarındaki Nuhayle’­de üçüncü defa karşılaştılar (Cemâziye-levvel 4I/Eylül 661). Mugire b. Şu’be’nin Küfe valiliğine tayininden sonra ise Fer­ve b. Nevfel’in ölümüyle sonuçlanan yeni bir ayaklanma oldu. Ancak isyanların Mu­âviye tarafından çok şiddetli bir şekilde bastırıldığını gören Hâriciler, Nehrevan’­da ölen Abdullah b. Vehb er-Râsibî’den beri ilk defa şûra yoluyla kendilerine bir halife seçerek Müstevrid b. Ullefe et-Tey-mYye biat ettiler (Cemâziyelâhir 42/Ey-lül 662) ve 43 (663) yılında yeni bir ayak­lanmaya karar verdiler. Bu toplantıyı ha­ber alan Vali Mugire b. Şu’be yakalayabil-diklerini hapse attırdı, Kûfeliler’den ve Şia’dan teşkil ettiği bir ordu ile diğerleri­nin üzerine yürüdü. Müstevrid’in de ha­yatını kaybettiği bu savaştan çok az sayı­da Haricî kurtulabildi. Küfe Hâricîleri’nin Müstevrid’den sonra yeni bir halife seç­meleri ve ikinci bir isyana teşebbüsleri, Mugire’nin ölümünden ve hapisten çı­kan Hâricîler’in Hayyân b. Zabyân’a biat etmelerinin ardından 58 (677) yılı sonun­da vuku buldu. Ancak bu ayaklanma da yeni Küfe valisi İbn Ümmü’l-Hakem’in sert tedbirleriyle 59 (678) yılı başında bastırıldı ve Küfe yakınlarındaki Bânik-yâ’da Hâricîler’in hemen hemen hepsi öl­dürüldü. Bu yenilgi bir bakıma Küfe Hâ-ricîliği’nin sonu olmuştur.

Basra Hâricîliği, Nehrevan’dan kurtu­lan Mis’ar b. Fedekî et-Temîmî tarafın­dan kuruldu. Buradaki ilk Haricî hareke­ti. 41 (661} yılında müslüman bir toplulu­ğun Basra civarında öldürülmesiyle baş­ladı. Ziyâd b. Ebîh’in 45’te (665) Basra valiliğine tayini ve 51 (671) yılında Küfe valiliğinin de kendi uhdesine verilmesiyle Hâricîlik için yeni bir dönem başlamış ol­du. Ziyâd. Hâricîler’in kıyamına fırsat ta­nımayacak derecede sert bir yönetim kurdu. Onun ölümünden (53/673) iki yıl sonra Basra valiliğine getirilen oğlu Ubey-dullah sertlik hususunda babasını geride bıraktı. Ubeydullah. Hâricîler’i en küçük davranışlarını bahane ederek hapse attı­rır veya kadın erkek ayırımı yapmadan el ve ayaklarını kestirerek sokağa bıraktınrdı. Kaynaklarda, bu iki vali dönemin­deki uygulamalarla ilgili olarak Haricîler lehine oldukça zengin bilgiler mevcuttur. Bu çok sert yönetimlere rağmen İsyan­larından vazgeçmeyen Haricîler, Urve b. Üdeyye’nin dahil olduğu bir cemaatin öl­dürülmesinden sonra kardeşi Ebû Bilâl Mirdâs b. Üdeyye’nin etrafında toplana­rak faaliyetlerini çete savaşları şeklinde sürdürmelerine rağmen Ubeydullah ta­rafından yakalanıp hapsedilmekten kur­tulamadılar. Ebû Bilâl hapisten kurtulur kurtulmaz Basra’dan ayrıldı ve kendisine bağlı kırk kişilik bir süvari birliğiyle Ah-vaz’a geldi. Fakat Vali Ubeydullah. üzerle­rine İbn Hısn et-Temîmî kumandasında bir kuvvet şevketti. Bunlar. Ebû Bilâl’in çatışmak istemediklerini söylemesine rağmen saldırıya geçince Haricîler tara­fından Âsik’te bozguna uğratıldılar. Ubey­dullah bu defa Ebû Bilâl üzerine 3000 ki­şilik bir ordu şevketti. Ebû Bilâl’i ve arka­daşlarını caminin içinde kılıçtan geçirdi. Zühdü, takvası ve cesaretiyle muhalifle­rinin bile takdirini kazanmış olan Ebû Bi­lâl’ın öldürülmesi değişik zümrelerce bü­yük bir üzüntü ile karşılandı.

Muâviye’nin ölümünden sonra (Receb 60/Nisan 680) yerine geçen oğlu Yezîd devri de Haricîler için huzurlu bir dönem olmamıştır. Ubeydullah b. Ziyâd’ın şid­det yönetimi sonucunda Basra kısmen boşalmıştı. Ayrıca Yezîd devrinde başla­yan iç huzursuzluk, Hz. Hüseyin’in Ker-belâ’da şehid edilmesinin ardından Ab­dullah b. Zübeyr’in hilâfet davası ve bu uğurdaki silâhlı mücâdelesi, 63 (682) yı­lında Medineliler’in isyan teşebbüsü, Ye-zîd’in kumandanı Müslim b. Ukbe’nin Me­dine’ye saldırması (63/683) ve arkasın­dan Kabe’nin yakılması (3 Rebîülevvel 64/31 Ekim 683) huzursuzluğu arttırdı. Haricî hareketi de Kabe’nin yakılmasın­dan on bir gün sonra ölen Yezîd’in arka­sından alabildiğine genişleyerek önem kazandı. Ziyâd ve Ubeydullah’in şiddetli baskılan üzerine Haricîler, liderleri Nâfi’ b. Ezrak’ın teklifiyle bir ara Abdullah b. Zübeyr’in hilâfet davasına yardımcı oldu­lar ve onun safında Şamlılar’a karşı sa­vaştılar. Ancak Yezîd’in ölümünden son­ra kanaatlerini tam olarak bilmedikleri birine yardım etmenin doğru olup olma­yacağını tartışmaya başladılar. Nihayet İbn Zübeyr’e gidip Allah’ın kitabı ve Re­sulünün sünnetiyle amel eden Ebû Bekir ve Ömer hakkındaki kanaatini, selefleri­nin yolundan ayrıldığını ileri sürdükleri Osman b. Affân ile Allah’ın işinde insan­ların hakemliğine başvurduğunu söyledikleri Ali b. Ebû Tâlib’le ilgili düşünce­sini, Hz. Ebû Bekir’in seçilmesi sırasında âdil bir imam olan Hz. Ali’ye biat ettikle­ri halde daha sonra bundan dönen, Hz. Âişe’yi de kandırarak savaşa sokan ba­bası Zübeyr b. Avvâm ile Talha b. Ubey­dullah hakkındaki görüşünü sordular. Abdullah b. Zübeyr, bu sahâbîlerin hep­sini hayırla anarak onların kanaatine işti­rak etmeyince Haricîler kendisinden ay­rıldılar. Nâfi1 b. Ezrak, Abdullah b. Saf-fâr, Abdullah b. İbâz, Hanzale b. Beyhes Basra’ya: Ebû Tâlût, Necde b. Âmir, Ebû Füdeyk, Atıyye b. Esved Yemâme’ye git­tiler. Bu sırada sayıları 10.000 civarında idi. Ebû Tâlût, Necde b. Âmir ve Ebû Fü­deyk 62-72 (681 -691) yıllan arasında Ye-mâme, Hadramut, Yemen ve Tâif’i zap-tettiler. Yemâme ve Bahreyn’de güçle­nen Necde b. Âmir’e bağlı olan Necedât fırkası, Mus’ab b. Zübeyr’in 66 (685-86) yılında sevkettiği ordu karşısında tutu-namayarak San’a’ya geçti. Burada hâki­miyet sağlayacakları esnada aralarında çıkan anlaşmazlık sebebiyle liderlerini öl­dürdüler (72/691); ardından da Haccâc b. Yûsuf es-SekafTnin gönderdiği ordu ta­rafından tamamen yok edildiler.

Aslında bu dönem Hâricîler’in kısmen idari, ağırlıklı olarak da dinî mahiyette birtakım ihtilâflara düşerek bölünmeye hazır olduklarının izlerini taşır. Şöyle ki, İbn Ziyâd’ın Basra’da hapsettiği 400 ka­dar Haricî, şehirdeki kabileler arası sava­şın doğurduğu karışıklıktan faydalana­rak hapishaneden kaçtılar ve o sırada İbn Zübeyr’i terkedip Basra’ya gelen diğer Hâricîler’e katıldılar. Nâfi’ b. Ezrak’ın et­rafında toplanan ve Ezârika diye anılan başka bir Haricî topluluğu da Allah yo­lunda hurûc edilmesini isteyerek Ahvaz’a gitti (Şevval 64/Mayıs684). Bu hurûc ola­yını uygun görmeyen Abdullah b. Saffâr, Abdullah b. İbâz ve taraftarları Basra’da kaldılar. Bunun üzerine Nâfi’. kendileriy­le gelmeyip Basra’da kaldıkları için “ka-ade” (oturanlar) adını verdiği bu toplulu­ğun Allah’ın ve peygamberinin düşmanı olduğunu ilân etti; mensuplarıyla birlik­te ayaklanarak bir süre Kirman, Fars ve diğer doğu İllerinde hâkimiyeti ele geçir­di. Fakat önce Mühelleb b. Ebû Sufre. ardından Haccâc b. Yûsuf’un sert ted­birleri sonucu Nâfi’ (64/684 veya 65/685) ve fırkanın en önemli adamlarından Ka­tan b. Fücâe’nin (78/697 veya 79/698) öl­dürülmesiyle bu zümre de tamamen ber­taraf edildi. Bu arada Musul’da Sufriy-ye’ye mensup Salih b. Müserrih isyan ede­rek bölgede siyasî hâkimiyet kurmaya teşebbüs etti ve Haccâc tarafından gön­derilen kuvvetleri yenilgiye uğrattı; an­cak sonunda Küfe ordusuna mağlûp ola­rak öldürüldü (76/695). Hâriciler, bu defa Şebîb b. Yezîd eş-Şeybânî’nin liderliğinde Mardin ile Nusaybin arasındaki Yukarı Dicle bölgesine yerleşerek Küfe ve civarı­na baskınlar düzenlediler. Üzerlerine otu­za yakın kuvvet sevkeden Haccâc’m or­dularını birçok defa yenen, hatta bir ara Kûfe’ye de giren Şebîb de Haccâc’m sal­dırıları yüzünden 77 (696) yılı sonlarında Kirman dağlarına kaçmaya çalışırken Ah-vaz’da Düceyl suyuna düşüp boğuldu.

Haricîler Emevîler’in son dönemlerin­de, öncekiler kadar tehlikeli olmamakla beraber hanedanın zayıflamasına para­lel olarak isyanlarını yaygınlaştırdılar ve çeşitli bölgelerde çevreye korku salmaya devam ettiler. Ömer b. Abdülazîz devrin­de Küfe yakınındaki Cûha’da seksen ki­şiyle isyan eden Şevzeb adlı bir Haricî, II. Yezîd zamanında çoğu Benî Rebîa’dan olan kuvvetleriyle hükümet güçlerine ga­lip geldiyse de halifenin kardeşi Mesle-me b. Abdülmelik’in gönderdiği Saîd b. Amr el-Haraşî kumandasındaki ordu ta­rafından 101 (720) yılında ortadan kaldı­rıldı. II. Mervân döneminde Dahhâk b. Kays liderliğinde gelişen Sufriyye, Hişâm b. Abdülmelik’in oğlu Süleyman’ın da ka­tılmasıyla Emevîler için büyük bir tehlike oluşturdu. Mervân’ın Irak valiliğinden az­lettiği Abdullah b. Ömer b. Abdülazîz’in iştirakiyle daha da güçlenen Dahhâk, 127 (744) yılında sayısı 100.000’i aşan men­supları ile Küfe’de etkinlik kazandı. Önce Musul’a, ardından Nusaybin’e yürüdü. Nihayet Abdullah b. Mervân”ın ordusu ta­rafından Mardin yakınlarında mağlûp edilerek öldürüldü (128/745). Emevîler devrinin sonlarında ortaya çıkan Tâlibül-hak lakabıyla meşhur Abdullah b. Yahya el-Kindî ve Ebû Hamza eş-Şârî’nin Had­ramut ve Yemen’de gelişen, Mekke ve Medine’ye de sıçrayan isyanları da 130′-da (748) Emevî ordusu tarafından bastı­rıldı.

Emevîler devrinde Kuzey Afrika’da baş­langıcı 102 (720) yılına dayanan Haricî is­yanları yirmi yıl sonra umumi bir geliş­me gösterdi. Matgara kabilesi reisi Mey-sere adlı Kayrevanlı bir kişinin başlattığı isyan hareketi Fas’ta süratle gelişti. İs­yancılara katılan büyük kabileler şehirle­ri tahrip ederek yağmaladılar, üzerlerine gönderilen devlet kuvvetlerini mağlûp et­tiler. Bu isyan Mağrib’in hemen her ta­rafında hissedilir hale geldi. Meysere’nin ölümünden sonra Zenâte kabilesinden Hâlid b. Hamîd. Emevî Valisi Külsûm b. İyâz’a karşı Haricî mücadelesini sürdür­dü, valiyi öldürünce şöhreti daha da art­tı. Ebû Kurre ei-Magilî’nin liderliğinde devam ettirilen Haricî Berberi isyanları Emevîler’in son yıllarında gönderilen güç­lerle de bastır damadı.

Abbasîler Döneminde Haricîler. Bu dö­nem Haricîler açısından pek hareketli de­ğildir. Gerçi Abbâsîler’in ilk yıllarında Ezâ-rika, Sufriyye, Necedât gibi bazı kollar özellikle İrak ve dolayları ile Kuzey Afri­ka’da birtakım isyan hareketlerine baş­vurmuşlardır. Ancak bunlar devlet kuv­vetlerince hemen bastırılmıştır. Halife Mehdî-Billâh zamanında Horasan’da or­taya çıkan Yûsuf b. İbrahim el-Berm adlı Haricî Abbâsîler’e isyan edince (160/777) halife, o sırada Yahya eş-Şâri adlı Haricî’-nin liderliğindeki isyancılarla savaşan Si-cistan Valisi Yezîd b. Mezyed eş-Şeybânî’-yi Yûsuf’un üzerine gönderdi. Daha önce Bûşenc, Merverrûz ve Cürcân’ı ele geçi­ren Yûsuf Yezîd’in kuvvetleri karşısında mağlûp oldu. yakalanarak halifeye gön­derildi ve öldürüldü. Aynı yıl el-Cezîre ve Şam’ın kuzeyinde isyan edip Kınnesrîn ve Halep civarını hâkimiyeti altına alan Ab-düsselâm b. Hâşim el-Yeşkürî. Abbâsî­ler’in iki yıl süren mücadeleleri sonunda öldürülerek isyan bastırıldı. Yine Mehdî-Billâh devrinde Musul’da ayaklanan ve nüfuzunu el-Cezîre’nin geniş bir bölgesi­ne yayan Yâsîn el-Mevsılî et-Temîmî, Mu-hammed b. Ferruh ve Herseme b. A’yen kumandasındaki kuvvetler karşısında ye­nilgiye uğradı. Abbasî halifelerinin takip ettiği malî siyaseti beğenmeyen Musul ahalisinin desteklediği Hamza b. Mâlik el-Huzâînin isyanı da liderlerinin öldürül­mesiyle sona erdi. Hârûnürreşîd döne­minde Velîd b. Tarif eş-Şeybânî el-Cezîre bölgesinde isyan etti (178/794-95); önce­leri bazı başarılar elde ettiyse de Yezîd b. Mezyed eş-Şeybânî kumandasındaki bir­lik karşısında yenildi (179/795-96). Aynı yıl Kirman’da Hamza b. Abdullah eş-Şâ-rî idaresinde isyan eden Haricîler önce Herat’ı. ardından Sîstan’ı ele geçirdiler (185/801).

Öte yandan Abbâsîler’in kuruluş yılla­rında Berberilerin toplu olarak katılması ile güçlenen Haricîler Kuzey Afrika’da çe­şitli isyanlar çıkardılar. 141 (758) yılında ayaklanan Verfecûme kabilesi Kayrevan’ı işgal ederek burada üç yıl hâkimiyet sür­dü. Hevvâre ve Zenâte kabileleri de Trab­lus, Miknâse ve Sicilmâse bölgelerini istilâ ettiler. Hâricîler’in İbâzıyye koluna men­sup olan Benî Rüstem, Tâhert’te Rüstemîler Devleti’ni kurmaya muvaffak oldu. Abbasî Halifesi Mansûr’un İfrîkıye (Tu­nus) valisi Muhammed b. Eş’as el-Huzâî isyanları bastırma konusunda Önemli bir başarı gösteremedi. Daha sonraki Abba­sî valileri de Hâricîler’le mücadeleyi sür­dürdüler. Nihayet Yezîd b. Hatim Rüste-mîler’i zayıf düşürüp bölmeyi başardı. Sonraki devirlerde, Fâtımîler tarafından ortadan kaldırılacak olan Tâhert’teki Rüs-temîler ile Sicilmâse ve civarındaki Sufrî Midrârîler dışında Haricî hareketi görül­memektedir. Fâtımîler’den Kâim-Biem-rillâh devrinde Kuzey Afrika’daki en önem­li İsyan, Tunus ve Kayrevan’ı işgal eden ve Fâtımîler’i kuruluş dönemlerinde uzun süre uğraştırıp ancak Mansûr-Billâh dev­rinde bastırılabilen Ebû Yezîd en-Nükkâ-rfnin ayaklanmasıdır. İbâzıyye dışındaki Haricî fırkalarının Abbasîler döneminde hemen hiçbir ciddi tehlike teşkil etmedi­ği söylenebilir. İbâzıyye ise Basra, Yemen, Hadramut, Umman, Kuzey Afrika ve Mağ-rib’de hâlâ varlığını sürdüren tek Haricî fırkası olma özelliğini taşır.

Haricîler in Görüşleri. İbâzıyye dışındaki Haricîler itikadı alanda tam bir sistem ortaya koyamamışlardır. Bununla birlik­te Muhakkime-i Olâ diye anılan ilk dönem Hâricîler’i, Sıffîn’den itibaren yaklaşık yir­mi yıl süreyle hemen hemen ortak bir gö­rüş etrafında birleşmişlerdir. 1. Yezîd’in ölümünden sonra Ezârika, Necedât. Suf­riyye, Beyhesiyye ve Acâride gibi kollara ayrılan Hâricîler’in görüşleri artık bu kol­ların, özellikle de reislerinin isimleriyle temsil edilmiştir. Bu bakımdan en geç 64 (683) yılından itibaren Haricî ismi tek başına siyasî ve askerî alanda kullanı-labilirse de fırkanın akaidle ilgili görüş­lerinin reislerin isimleriyle birlikte orta­ya konması daha isabetli görünmekte­dir. İlk Haricîler ve diğerleri için esas olan nokta, İslâm ümmetinin Kur’an’a dayan­dırılması hususundaki ısrardır. Onlara göre Kur’ân-ı Kerîm kesin bir kanun olup te’vil veya tefsire İhtiyaç göstermeksizin lafzı hüviyetiyle değişmez bir şekilde hem İtikadî hem de amelî hayat için yegâne nizamdır. Bu anlayış, yanlış yola sapma­dan İslâm’ı yaşamayı ve adaleti gerçek­leştirmeyi gerektirir. Adaletin gerçekle­şebilmesi için bütün işlerin Allah’ın emir ve yasaklarına uygun olarak yürütülmesi şarttır; çünkü hüküm ancak Allah’ındır. Buna göre Hâricîler’in görüşlerinin hare­ket noktası, devletin en önemli niteliği olan adalet ilkesiyle Allah’ın hükmünün gerçekleştirilmesinden birinci derecede sorumlu makam olması açısından hilâ­fet meselesidir. Halifelik âdil, âlim ve zâ-hid olması şartıyla hür yahut köle her müslümanın hakkıdır; diğer mezheple­rin ileri sürdükleri Kureşî. Hâşimî, Emevî yahut Arap olma gibi şartlar geçerli de­ğildir. Halife, müslümanlar arasında ya­pılan hür seçimle iş başına getirilir; doğ­ru yoldan ayrıldığı zaman da azledilir ve öldürülür. Koruyucu çevresi az olacağı ve azledilmesi gerektiğinde güçlü bir dire­niş gösteremeyeceği için Arap olmayan kimsenin halifeliği tercih edilir. Önceleri müslüman ve hür olan her Arap’ın hilâ­fete lâyık olduğu düşüncesinden hare­ket eden Haricîler, daha sonra Araplar dışındaki müslüman grupların kendileri­ne katılması ile fikir değiştirdiler. Hârici­ler, bu görüşleriyle hürriyetçi demokra­sinin ve gelişen olaylara göre süratli de­ğişmenin temsilcileri olarak görülmek­tedir. Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in hilâfetle­rinin tamamını, Osman’ın ilk altı yılını ve Ali’nin tahkime kadarki halifeliğini meş­ru sayıp Hz. Osman’ın ikinci altı yıllık hali­felik döneminden itibaren vuku bulan olayları, siyasî ve idarî karışıklıkları ve Os­man’ın bu dönemdeki icraatını adaletsiz­lik şeklinde değerlendirmeleri hemen bü­tün Hâricîler’in ittifak ettiği hususlardır. Bu anlamda Haricîler devlet adamlarının yetkilerini, hüküm verme salâhiyetlerini reddederek devlet kurumuna karşı be-devî tepkisini ve bir tür anarşizmi dile ge­tirmişlerdir. Esasen kabile toplumunda bütün değerler kabile içinde oluşur ve kabile dışında hiçbir değer kabul edilmez. Geniş ölçüde bedevilerden teşekkül eden Haricîler de bir kabile gibi idrak ettikleri kendi topluluklarının dışında kalan her­kesi düşman görmüşlerdir. Bir başka de­yişle Haricîler fiilî hayatta insanları ve top­lulukları, şeriatı bilen ve uygulayan ile şe­riatı bilmeyen veya uygulamayanlar şek­linde ikiye ayırmışlardır. Dolayısıyla onla­ra göre doğru yoldan sapan ve Allah’ın hükmünü uygulamayan imamı sırf bun­dan dolayı gayri meşru ilân edip ona kar­şı çıkmak gerekir. Bu esasa dayalı olarak Allah’a itaat eden ve kendisi de itaata lâ­yık olan ilim ve zühd sahibi her mümin, siyahî bir köle de olsa cemaatin seçimi ve bunun vazgeçilmez şartı olan biatla imam olabilir.

Haricîler için devletin en önemli vasfı adalet olduğundan imamın ilk işi, iyili­ği emretme ve kötülükten uzaklaştırma (emir bi’1-ma’rûf nehiy ani’l-münker) prensi­bini uygulamaktır. Aslında bu prensip her müminin vazgeçilmez görevidir. Ahlâkî endişenin doğurduğu bu görevi yerine getirme hususunda Hâricîler’in son de­rece sert oldukları hemen hemen bütün ilk dönem kaynaklarında belirtilmiştir. Meselâ Abdullah b. Habbâb b. Eret gibi seçkin bir sahâbîyi hunharca katletme­leri, buna karşılık. “Peygamberinizin ema­netini koruyunuz” diyerek hıristiyanlara ve Hâricîler’in kötülüklerinden korunmak için “müşrik gibi görünen” Vâsıl b. Atâ ve arkadaşlarına arka çıkmaları hep bu ters bedevî anlayış ve dar görüşlülüğün örnekleridir (Müberred, 111, 1078-1079, 1134-1135).

Akide ve amelden oluşan dinin emirle­rini yerine getirmeyen ve yasaklarından kaçınmayan kimseler Hâricîler’e göre kâ­fir kabul edilir. Öyle anlaşılıyor ki Haricî­ler, kabile zihniyetinin tesiriyle İslâm’ın getirdiği ferdî sorumluluğu anlayama­mış ve günahla küfür arasındaki farkı tes-bit edememiştir. Hâricîier’ce imanla İs­lâm ayrılmaz bir bütün olarak eş anlamda kullanılmış, Ehl-i sünnet’in aksine amel­lerin ihmal edilmesinden dolayı imandan çıkılacağı görüşü benimsenmiştir. Aslın­da Hâriciler, büyük günah işleyenin iman­dan çıkması ve İslâm topluluğunun dışı­na atılması konusunu doğrudan doğruya “lâ hükme illâ lillâh” ilkesine bağlamak­tadırlar. Çünkü onlara göre büyük günah işleyen kişi, bu tutumuyla Allah’ın yasak kıldığı şeyi helâl saydığından mümin de­ğildir ve cehennemde ebedî kalacaktır. Hatta bu anlayışı daha da ileri götürerek Hârici olmayan herkesi düşman ve kâfir kabul etmişler, buna bağlı olarak kendi­lerinin dışındaki müslümanların kadın­larını ve çocuklarını da esir almış veya öl­dürmüşlerdir. “İsti’râz” adı verilen bu öl­dürme zihniyeti, muhtelif Hârici kolları tarafından sonraki devirlerde oldukça yu­muşatılmıştır.

Hâricîler’in ahlâkî davranışlarının iki ana temeli takva ve şecaattir. İbadetlere devam, dünyadan uzaklaşma, sürekli Kur’an okuma, özendirici ve sakındırın naslara titizlikle uyma onların en önemli özellikleri olarak görülmektedir. Abdul­lah b. Abbas, Hz. Ali tarafından Hâricî­ler’e gönderildiğinde onların alınlarının çokça secde etmekten dolayı zedelenmiş, secde esnasında yere temas eden diz ve dirseklerinin nasır tutmuş olduğunu gör­müştü. Kaynaklarda Hâricîler’in zühd ve takvâsıyla İlgili birçok örnek yer almak­tadır. İslâm fırkaları içinde cesaret, sıkın­tıya tahammül, İnancı uğruna fedakârlık ve mücadeleden yılmamak gibi erdem­lerde Haricîler başta gelmektedir.

Haricî Fırkaları. Hâriciler kendi arala­rında çeşitli fırkalara ayrıldıkları gibi bu fırkalar da tâli kollara bölünmüştür. İs­lâm mezhepleri tarihiyle ilgili kaynaklar­da farklı sınıflandırmalar görülmekle bir­likte ana Haricî fırkalarını şu başlıklar al­tında incelemek mümkündür: 1. Muhak-kime-i Ûlâ. Sıffîn Savaşı sonunda tahkim hadisesi ortaya çıktığı zaman Harûrâ’da toplanan, bu sebeple Harûriyye diye de anılan, başlarında Abdullah b. Kevvâ, Ab­dullah b. Vehb er-Râsibî, Attâb b. A’ver, Urve b. Cerîr, Hurküs b. Züheyr ve Yezîd b. Ebû Âsim gibi liderlerin bulunduğu bu fırka, hilâfetin Kureyş’e aidiyetini redde­derek Hz. Ali’yi önce hatalı, daha sonra kâfir kabul etmiş, Osman b. Affân ile Ce-mel Vak’asfna ve Sıffîn Savaşı’na katılan­lara dil uzatmıştır. 2. Ezârika. Nâfi’ b. Ez-rak’a nisbet edilen ve Hz. Ali, Osman, Tal-ha. Zübeyr. Âİşe ile Cemel ve Siffîn’e ka­tılanların kâfir ve ebedî cehennemlik ol­duğunu ileri süren, kendilerinin bulun­duğu yere hicret etmeyen Hâricîler’i (ka-ade) tekfir eden, takıyyeyi reddeden dev­rinin en güçlü fırkasıdır. 3. Necedât. Nec-de b. Âmir el-Hanefî liderliğinde Ezâri-ka’ya iltihak edecekken Nâfi’ b. Ezrak’ın. Hârici olup hicret etmeyenleri kâfir say­ması üzerine bundan vazgeçen, içtihadı konularda bilgisizlikleri sebebiyle yanlış işler yapanları mazur kabul ettiği için Âziriyye diye de anılan bu fırka Atıyye b. Esved’e uyan Ataviyye, Ebû Füdeyk’e tâ­bi olan Füdeykiyye ve kaynaklarda adı be­lirtilmeyen bir grupla birlikte üç tâli kola ayrılmıştır. 4. Sufriyye. Zİyâd b. Asfar veya Abdullah b. Asfar et-Temîmî’ye nis­bet edilen, günah işleyenleri müşrik ka­bul etmekle birlikte muhaliflerin kadın ve çocuklarını öldürmeyi caiz görmeyen bu fırka da isimleri kaynaklarda zikredil­meyen üç tâli kola ayrılmıştır. S. Acâride. Abdülkerîm b. Acred’in bağlılarından olu­şan bu fırka, kâfirlerin çocukları hakkın­da bulûğ çağına gelip İslâm’ı kabul veya reddettikleri sabit olmadan hüküm veri­lemeyeceğini, Hâricîler’in bulunduğu ye­re hicret etmenin farz değil fazilet oldu­ğunu, hicret etmeyenlerin büyük günah işlemedikleri sürece mümin sayılması ge­rektiğini ileri sürmüştür. Çoğunluğunu Horasanlıların teşkil ettiği Acâride, Mey-mûniyye, Halefiyye, Hamziyye. Şuaybiy-ye, Hâzimİyye, Ma’lûmiyye. Mechûliyye, Saltiyye ve Etrâfıyye gibi tâli kollara ayrıl­mıştır. 6. Seâlibe (Seâlibiyye). Sa’lebe b. Mişkân veya Sa’lebe b. Âmir’e nisbetle anılan fırka, Acâride ile aynı görüşte iken kâfirlerin çocukları yanında müminlerin çocuklarına da bulûğ çağına erişinceye, İslâm’a çağırılıncaya, iman veya inkâr et­tikleri sabit oluncaya kadar sevgi ya da düşmanlık beslemenin veya onlarla ilgiyi kesmenin doğru olmayacağını kabul ede­rek bu fırkadan ayrılmıştır. Ma’bediyye, Ahnesiyye, Şeybâniyye, Ruşeydiyye, Mük-remiyye. Bid’ıyye, Ziyâdiyye ve adı zik­redilmeyen diğer bir fırka Seâlibe’nin tâli kollandır. 7. Beyhesiyye. Ebû Bey-hes Heysam b. Câbir’e nisbetle bu adı alan fırkaya göre iman ilim, ikrar ve amelden meydana gelir. Dolayısıyla bir kimse Allah’ı, peygamberlerini, Hz. Mu-hammed’in tebligatını bilip ikrar etme­dikçe, ayrıca ilâhî emir ve yasakları yerine getirmedikçe müslüman sayılmaz. Bey-hesiyye’nin bünyesinde Avniyye yahut Av-fiyye, Şebîb en-Necrânî’ye nisbet edilen Ashâbü’s-suâl, Kûfeli Hakem b. Mervân’a bağlanan Ashâbü’t-tefsîr gibi tâli kollar ortaya çıkmıştır. 8. İbâzıyye. Abdullah b. İbâz’a nisbet edilen bu fırka, büyük gü­nah işleyenleri sadece nimete karşı nan­körlük anlamında kâfir sayar; muhalif müslüman grupların yaşadığı topraklan İslâm ülkesi kabul ederek onlarla evlen­meyi ve miras intikalini meşru görür. İbâ­zıyye, Hâricîliğin en ılımlı ve günümüze kadar ulaşan tek koludur. Hârisiyye. Ta-rîfiyye, Yezîdiyye, Hafsıyye, Dahhâkiyye, Sekkâkiyye, Halefiyye. Ömeriyye, Nefâsiy-ye (Neffâsiye), Fersiyye ve Nükkâriyye gibi tâli kollara ayrılmıştır (geniş bilgi için bk MUHAKKİME-i ÛLÂ; EZÂRİKA)

Ebü’l-Hüseyin adlı bir kişiye nisbet edi­len, kendilerine uyanların günahlarının af­fedileceğini savunan, muhalif günahkâr­ları ise müşrik sayan Hüseyniyye (Eşarî, s. 119), İbnAzre adlı şahsa bağlananların teşkil ettiği Azriyye ile (Malatî, s. 178) Ümmü Necrân adlı kadının Basra’ya yer­leşmesinden sonra iki erkekle evlendiği ortaya çıkınca onun hareketini tasvip edenlerin oluşturduğu Necrâniyye (a.e., s 179) yukarıda belirtilen aslî fırkaların kapsamına girmemektedir. Kebîre işle­yenlerin ebedî cehennemlik oldukları dü­şüncesinden dolayı Hâricîlik bünyesinde­ki bir kısım fırkalar da Vaîdiyye adıyla anılmaktadır.

Herhangi bir mezhep yahut düşünce sisteminin doğru olarak anlaşılması ve yorumlanabilmesi, büyük ölçüde men­suplarının sosyal ve kültürel seviyeleri­nin tesbitine bağlıdır. Çoğunluğu bedevî Arap kabilelerinden oluşan, dinî düşün­celerini kabile taassubunun etkisi altın­da ve genellikle sertlik temayülü içinde nasların zahirine dayandıran Haricîler, muhalifleri bir yana kendi fırkaları ara­sında da birlik sağlayamamış ve birbirle­rini tekfire yönelmişlerdir. Başlangıçtan beri düşüncelerini tarafsız şekilde orta­ya koyan âlimlere göre aşın grupları bir yana Haricîler dalâlette kalmış, fakat küf­re girmemiş bir topluluktur. Nitekim Hz. Ali, mensuplarına kendisinden sonra Hâ-ricîler’le savaşmamalarını, zira hakkı ara­yıp bulmak isterken ona ulaşamayanların bâtılı arayıp buna ulaşanlar gibi olmadı­ğını söylemiştir (Ahmed Emîn, s. 263}. Bu ifadenin ilk kısmında Haricîler, ikin­cisinde ise Muâviye b. Ebû Süfyân ve ta­raftarları kastedilmiştir. Hâricîler’in aşın {gâlî} grupları ise bu hükmün dışında mü­talaa edilmiş ve her aşırı fırka iddiasına göre değerlendirilmiştir. Meselâ Yûsuf sûresini bir aşk hikâyesi olduğu gerekçe­siyle Kur’ân-ı Kerîm’den saymayan Acâ-ride’nin bir grubu, Allah’ın Acemler’den Hz. Muhammed’in şeriatını iptal edecek bir nebî göndereceğini iddia eden Yezî-diyye, kız torunlarla erkek ve kız kardeş­lerin torunlarının haramlığının Kur’an’da yer almadığını ileri sürerek bunlarla ev­lenmeyi helâl sayan Meymûniyye gibi fır­kalar gâliyyeden olmaları sebebiyle (DM, XIII, 336| İslâm dışı fırkalar olarak kabul edilmiştir.

Çeşitli Haricî liderleri ve gruplarının yöneticilerin sert tepki ve uygulamaları­na, hatta zulümlerine mâruz kaldığı bi­linmektedir. Ancak genellikle Haricîler, ibadet türünden dinî vecîbelerini eksik­siz olarak yerine getirmeye çalışmakla beraber sert tabiatlı, kendilerine men­sup bulunmayan müslüman gruplara kar­şı merhametsiz olmakla nitelendirilmiş­tir. Bu sebeple Haricî ruhu haşin, âsi ve çevresine uyum sağlamayan bir insan ti­pinin simgesi olarak telakki edilmiştir.

Literatür. Haricî ileri gelenlerinin daha ziyade “makale” türünde yazdıkları yazı­lar günümüze ulaşmadığından onlarla il­gili bilgiler daha çok umumi tarihler, bel­de tarihleri ve ilimler tarihiyle ilgili eser­ler, kelâm ve mezhepler tarihi kitapları, edebiyat tarihleri ve konuyla ilgili monog­rafilerden elde edilebilmektedir. Krono­lojik sıraya göre Ya’kübî’nin Târih, Be-lâzürî’nin Ensâbü’l-eşrâf, Dîneverî’nin el-Ahbârü’t-tıvâl, Taberînin Târihu’I-ümem ve’1-mülûk, Mes’ûdî’nin Mürû-cü’z-zeheb, İbnü’l-Cevzrnin el-Munta-zam, İbnü’l-Esîr’in el-Kâmü fi’t-târîh, Nüveyrî’nin Nihâyetü’I-ereb, Zehebî”nin Törihu’î-İsİâm, eî-Hber ve İbn Kesîr’in el-Bidâye ve’n-nihâye adlı eserleri gibi umumi tarihlerle Hatîb el-Bağdâdinin Târihu Bağdâd’\, İbn Asâkir’in Târihu Dımaşk’ı ve Makrizî’nin el-Hıtat’ı gibi belde tarihlerinin ilgili bölümleri Hâriciler konusunda önemli bilgiler ihtiva etmek­tedir. Müberred”in el-Kâmi I”\, İbnü’n-Ne-dîm’in el-Fihrist”\, Hârizmrnİn Mefâtî-hu’l-culûm’u ve İbn Ebü’l-Hadîd’in Şer-hu Nehci’I-belâğa’s\ gibi ansiklopedik ve bibliyografik kitaplar da önemli kay­naklardır. Eş’arînin MaköIâtü’I-İslâmiy-yîn, Malatî’ninef-TenM/ı ve’r-red, Bağ-dâdî’nin el-Fark beyne’I-firak, İsferâyî-nî’nin ef-rebşîr fi’d-dîn, İbn Hazm’ın el-Faşl, Şehristânî’nin el-Miîel ve’n-nihal, Fahreddin er-Râzî’nin İHikâdâtü firakı’1-müslimîn ve’1-müşrikîn adlı eserleri ise özellikle Haricî fırkaları ve tâli kollarının inanç ve düşüncelerinin tesbitinde aslî kaynak özelliği taşımaktadır. Mâtürîdî’-nin Kitâbü’t-Tevhîd, Ebû Hatim er-Râzî’-nin Kitâbü’z-Zîne, Kâdî Abdütcebbâr’ın el-Muğnî (XX/2), Seyfeddin el-Âmidî’nin Ebkârü’l-eikâr adlı eserleri yanında ke­lâmla ilgili kitapların hemen hepsi Hâ-ricîler’e dair bilgi ihtiva etmektedir. Câ-hiz’in el-Beyân ve’t-tebyîn, el-ıOşmâ-niyye, el-Hayevân adlı kitapları, İbn Kuteybe’nin cUyûnü’l-ahbâr’ı, İbn Ab-dürabbih’in eî-cİkdü’l-ferîd’i ve Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin el-Eğânîs\ Hâri­cîler’in özellikle şiir, hutbe ve benzeri edebî ürünleri hakkında Önemli kaynak­lardır. Çağdaş araştırmacılardan Ahmed Emîn’in Fecrü’l-İslâm, Duha’l-İslâmve Zuhrü’l-İslâm’\. I. Goldziher’in el-‘Aki-de ve’ş-şerfa fi’1-İslâm’ı (trc. Muham-med Yûsuf Mûsâ v.dğr., Kahire 1946). J. VVellhausen’ın Die religious- poütischen oppositionsparteien im alten islam’ı (Berlin 1901, T. trc. Fikret Işıltan, İslâmi­yet’in İlk Devrinde Dini Siyasî Muhalefet Partileri, Ankara 1989), Montgomery VVatt’ın The Formative Period of islam (Londra 1973, T. trc. Ethem Ruhi Fığİalı, islâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, An­kara 1981), Islomic Poîitical Thought (Edinburg 1968] ve “Kharijite Thought in the Umayyad Period” {Der İslam, XXXVI/ 3, s. 215-231) başlıklı çalışmaları, A. Bell’in el-Fıraku’î-İslâmiyye fi’ş-şimâli’1-İf-rikî (Ar. trc. A. Bedevi, Beyrut 1981) adlı eseri Haricîlerle İlgili önemli bilgiler ihti­va etmektedir. Haricîler hakkında müs­takil çalışmalar da yapılmış olup Ömer Ebû Nasr’ın el-Havâric fi’I-İslâm (Bey­rut 1949, 1956, 1970), Mahmûd İsmail Abdürrezzâk’ın £şerü ‘I- Havâric fi’î-ha-yöti’S’Sİyâsiyye (doktora tezi, 1970, Câ-miatü’l-Kâhire kismü külliyyeti’1-âdâb), Ebû Yâbis Muhammed es-Seyyid Muham­med’in Ddvetü’l-Havâric (Kahire 1982),

Âmir Neccâr’ın el-Havâric (Beyrut 1990), Fuat Kavukçu’nun Emevîler Devrinde Haricî Hareketleri (doktora tezi, 1990, UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Adnan Demircan’ın Hâricîler’in Siyasî Faali­yetleri (doktora tezi, 1994, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adlı kitaplarıyla Wil-liam Thomson’un “Kharijitism and the Khartjites” {TheMacdon&ldPresentation Votume, Prİnceton-New lersey 1933, s. 373-389), G. Levi Della Vida’nın “Haricîler” (/A.V/1, s. 232-236) ve “Kharijites” {El2 [İng.], IV. 1074-1077), Selîm en-Nuaymî’-nin “Zuhûrü’l- Havâric” {MMİlr., XV [1967), s. 10-37), Muhammed Kafâfî’nin “Abu Said Muhammed b. Saîd al-Azdi al-Kal-hati’ye Göre Hâricîliğin Doğuşu” (trc. Et­hem Ruhi Fığİalı, AÜİFD, XVIII (1970|,s. 177-192), E. Ruhi Fığlah’nın “Hâricîliğin Doğuşuna Tesir Eden Sebepler” {AÜİFD, XX 11975|, s. 219-248) başlıklı makaleleri bu tür araştırmalardan bazılarıdır.

Kültür ve Edebiyat. İbâzîler istisna edi­lecek olursa genel prensipleri ve bazı bel­li konulardaki görüşleri dışında Haricî fık­hı ve kelâmı tam anlamıyla bilinmemek­tedir. Bununla birlikte Hâricîlik özellikle iman meseleleri üzerinde yankılar uyan­dıran gücü sayesinde kelâmın gelişmesin­de önemli rol oynamıştır. Menşei itibariy­le popüler bir hareket gibi görünürse de aydınlardan tamamen yoksun bir cere­yan olduğu da söylenemez.

Benzeri doktrinler gibi Haricî düşün­ce sistemindeki radikallik, problemli yer­lerde ve zamanlarda insanları celbe­den bir unsur olmuştur. Bilhassa Abbâ-sîler’in İlk dönemindeki baskılar sebebiy­le devrin yüksek bilim ve düşünce düze­yine, fikrî konulardaki şüpheci karakteri­ne ve zarif kültürüne aykırı düşmesine rağmen birçok âlim ve edibin Haricî dü­şüncelerini benimsediği görülmektedir. Bunların içinde meşhur dilci Ma’mer b. Müsennâ da vardır. Hâricîler’den günü­müze intikal eden hutbe ve şiirler, onla­rın hitabet kabiliyetleri yanında seviyeli görüş ve düşüncelerini de yansıtmakta­dır. “İslâm’ın âbid ve müttakileri” şeklin­de tanımlanabilecek Haricî grupların ide­ali doğum yerine, mensup olduğu kabi­leye yahut sosyal durumuna bakmaksı­zın yeryüzündeki bütün müminleri eşit kabul ederek Allah’ın hâkimiyetini kur­maktı. Onlar kendi sosyal, politik, hukukî ve ahlâkî düzenlerini, genel ve özel hayat­larını Kur’an’ın zahirî anlam ve öğretisi­ne kusursuz biçimde uydurmak ve yalnız zorunlu ihtiyaçları karşılamak şeklinde bir zühd hayatı yaşamak istiyorlardı. Bun­dan dolayı mûsiki ve sanat gibi bediî zevk­ler, yiyecek ve İçecekJerdeki herhangi bir lüks, imanın saflığı ve sadeliği ilkesine zıt olacağı düşüncesiyle kötülen mistir. Ayrı­ca hareket ve sözdeki takva noksanlığı­nın toplumdan çıkarılmaya sebep olarak görülmesi yanında daha ciddi hallerde suçlunun mürted kabul edilerek eşi ve çocuklarıyla birlikte öldürülmesi gibi şid­dete varan görüş ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Halife seçiminde soy ve kabile­nin hiçbir önem taşımadığına dikkat çekerek bu hususta şahsî meziyetlerin ye­gâne belirleyici unsur olduğunu savunan Hâricîler’in mürted olarak kabul ettikle­ri kişide sorumluluk ve cezanın ferdîliği prensibini göz ardı edip bunu aile fertle­rine de teşmil etmeleri, çok büyük önem verdikleri adalete dayalı prensipler açısın­dan oldukça çelişkili bir husustur. Çünkü soy ve kabilenin ve hatta belirli bir aile­den gelmenin imam seçiminde belirleyi­ci bir unsur olmadığını ileri süren bir an­layışın aynı şekilde suç ve cezada da fer-dîlik ilkesinden ayrılmaması gerekirdi.

Haricî ahlâkının hareket noktası takva ve şecaattir. İbadete düşkünlük, namaz­da secdeleri uzatma, dünya nimetlerine karşı zâhidâne davranma, devamlı Kur-‘an okuma, müjde ve uyan (va’d ve vaîd) âyetlerinden etkilenme, onların kaynak­larda bol örnekleri olan takva anlayışının önemli unsurlarıdır. Abdullah b. Abbas. Hz. Ali’nin temsilci olarak Hâricîler’e gön­derildiğinde alınlarının uzun süre secde etmekten nasırlaşmış olduğunu görmüş­tü. Urve b. Üdeyye’nin öldürülmesinden sonra hizmetçisi, ona hiçbir gün yemek götürmediğini ve hiçbir gece yatak ser­mediğini söylemişti (Müberred, III, 1098). Ebû Bilâl Mirdâs b. Üdeyye Emevîler ta­rafından hapsedilince hapishane görev­lisi konuşmalarına ve ibadetine hayran kalmış, ona büyük bir saygı ve güven duyarak gece vakti evine gitmesine, gün­düz gelip teslim olmasına izin vermişti. Haricîlerle başı derde giren Ubeydullah b. Ziyâd hapsettiklerinin hepsini öldüre­ceğine yemin etmiş, bu sırada izinli ola­rak evinde bulunan Mirdâs hapishane­deki arkadaşlarının öldürüleceğini haber alınca, ailesinin ısrarlarına rağmen. Al­lah’ın huzuruna sözünden dönen bir kim­se olarak gitmek istemediğini belirterek hapishaneye dönmüştür [a.g.e.. Ilı, 1174-1175). Ubeydullah b. Ziyâd’ın Hâricîler’e karşı görevlendirdiği Abbâd b. Alkame el-Mâzinî ile Ebû Bilâl Mirdâs arasında geçen bir konuşmada Mirdâs. Ubeydul-lah’ın ne istediğini sormuş, Abbâd da başlarını istediğini söylemişti. Bir süre çatıştıktan sonra cuma namazı vakti gi­rince yapılan anlaşmaya güvenerek silâh bırakan Haricîler cuma namazını kılar­ken Emevî ordusu tarafından Öldürül­müş, Ebû Bilâl’ın başı da Ubeydullah’a götürülmüştü. Emevî güçlerinin bu zu­lümlerini ve ahde sadakatsizliklerini haz­medemeyen İmrân b. Hıttân ve îsâ b. Fâtik, Ebû Bilâl için duygulu birer mer­siye yazmışlardır (Nâyif Mahmûd Ma’rûf, Diuânü’l-Hauûric, s. 159, 200).

İslâm fırkaları içinde savaş ve benzeri sıkıntılara katlanma, inançları uğrunda hiç çekinmeden canlarını feda etme, ce­saret ve metanet gösterme konularında ileri bir mertebeye ulaşan Haricîler, şe-hid olmayı cana minnet bilip düşmanları­na karşı tereddüt etmeden savaşa gi­rişmişlerdir. Bundan dolayı Emevîler, sev-kettikleri kat kat üstün güçlere rağmen onlarla başa çıkmaya muvaffak olama­mışlar, muhalifleri bile onların cesaret ve yiğitliklerini takdir etmek zorunda kal­mışlardır.

Haricî kadınları da erkekleri gibi cesa­ret sahibi olup onlarla birlikte savaşa ka­tılır, erkeklerin hamaset duygularını tah­rik eder, seve seve ölüme koşarlardı. Bu kadınlardan takvası ve cesaretiyle tanı­nan Belcâ, Emevî Valisi Ubeydullah b. Zi­yâd’ın kendisinden intikam alacağını öğ­renince kaçmasını tavsiye edenlere, ya­kalandığında öldürülmekten öte bir mu­ameleyle karşılaşmayacağını, bundan da korkmadığını ifade etmişti. Daha sonra yakalanan Belcâ elleri ve ayaklan kesile­rek çıplak bir şekilde idam edilmiştir (Müberred, 111, 1 İ73-1 1 74). Şebîb b. Ye-zîd eş-Şeybânî’nin hanımı Gazale de Hâ­ricîler’in önde gelen kumandanlarından-dı. Haccâc’ın güçlü ordusunu kırk kişi­lik kuvvetiyle bozguna uğratan Gazale, onun hâkim olduğu Küfe Camii’nde iki rek’at namaz kılacağını, ilk rek’atta Ba­kara, ikinci rek’atta Âl-i İmrân sûresini okuyacağını söylemiş, daha sonra bu sö­zünü yerine getirmişti. Gazâle’nin bu ce­saretini öğrenen Haccâc. sarayını tahkim edip çevresine daha çok kuvvet yerleştir­mek zorunda kalmıştı. Haccâc’m gönder­diği dört orduyu mağlûp eden Gazale be-şincisiyle savaşırken arkadan vurularak öldürülmüştür {a.g.e., II, 929-930; Ke­rem el-Bustânî, s. 191-İ92)

Akidelerine aşırı derecede bağlılıkla­rı Hâricîler’in bir başka özelliğini teşkil eder. İslâm’ın sofuları olarak da bilinen bu grubun tek amacı Allah’ın iradesini yeryüzünde hâkim kılmaktı. Hasımları­nın gücü ne olursa olsun onlara boyun eğmedikleri gibi inançlarını açıkça ortaya koymaktan da çekinmemişlerdir. Hz. Ali son günlerinde kendisinden sonra Hâ­ricîler’in öldürülmemesini istemiş, hakkı bulmaya çalışırken hata edenlerin bâtılı arayıp ona uyanlar gibi olmayacağını be­lirtmişti. Ömer b. Abdülazîz de kendisine karşı ayaklanan Şevzeb el-Yeşkürî’nin elçilerine hitap ederken onların dünyevî bir arzu veya amaç için isyan etmedikle­rini bildiğini, fakat âhireti ararken hata­ya düştüklerini söylemişti.

Hâricîler’in siyasî baskılara mâruz kal­malarına, halk arasında itibar görmeme­lerine, korku ve kaygı salmalarına yol açan olumsuz özellikleri de bulunmakta olup bunların başında taassupları gelir. İtikadı ve amelî konulardaki görüşleri, uygulamaları, hasımları ile münazaraları incelendiğinde taassup dereceleri ve baş­kalarına karşı müsamahasız davranışları açık bir şekilde ortaya çıkar. Genellikle bu durum bedevîlik, yalın hayat, ufuk darlı­ğı, kültür kıtlığı ve nasların zahirine bağ­lanma gibi sebeplerle izah edilmektedir. Bu özellikleri kendi aralarında da birlik kurmalarını engellemiş, birbirleriyle si­lâhlı mücadeleye girmelerine zemin ha­zırlamıştır. Hz. Ali onlarla konuştuğunda görüşlerini çürüttüğü halde yine de dü­şüncelerinden vazgeçmemişlerdir. Mü-helieb b. Ebû Sufre, Ezârika ile uzun müd­det devam eden mücadelesi sırasında aralarında geçimsizlik çıkaracak ajanlar kullanmış ve bu yöntemden sonuç almış­tı. Hâricîler’in taassupları, kendilerini dü­şünce ve uygulama alanında birçok tu­tarsızlığa da düşürmüştür. Bir hıristiyanı ve kendilerine muhalif bir müslümanı ele geçiren Haricîler, Hz. Peygamber’in can güvenliğinin korunmasını tavsiye et­tiği hıristiyanı (zimmî) serbest bırakıp müslümanı öldürmüşlerdir |Müberred, III, 1134). Vâsıl b. Atâ bir toplulukla be­raber bulunurken aniden Hâricîler’le kar­şılaşmış, yanındakilere konuşmayıp ken­disini dinlemelerini tembih ettikten son­ra kim olduklarını, görüşlerinin ne oldu­ğunu soran Hârİcîler’e müşrik oldukları­nı, Allah’ın kelâmını dinleyip ahkâmını öğ­reneceklerini söyleyince Haricîler onlara Kur’an dinletip emin oldukları yere ka­dar götürmüşlerdi {a.g.e., 111, 1078-1079). Abdullah b. Habbâb’ı Hz. Osman ve Ali hakkında övücü ifadeler kullandığı için hamile olan karısıyla birlikte hunharca öl­dürdükleri esnada bir hıristiyandan hur­ma almak için pazarlık yapan Haricîler, hıristiyan hurmayı parasız vermek iste­yince takvaya aykırı olacağını belirterek bu teklifi reddetmişlerdir (a.g.e., III, 1134-1135).

Şiir râvileri, tarihçiler ve edebiyat ten­kitçileri Hâricîler’in edebî kabiliyetlerinin üstünlüğü, şiir, hutbe ve mektuplarının fesahat ve belagatı konusunda söz birli­ği etmişler, bu sebeple de edebî güzel­likler, mâna doğruluğu ve maksadı ifade etme gibi Özelliklerinden dolayı onların örnek metinlerini muhafaza etmeye gay­ret göstermişlerdir. Muhalifleri, farklı görüşler taşıyan Haricî gruplarının düşüncelerini ortaya koyarken onları meş­hur etme endişesini taşımalarına rağ­men edebî meziyetlerini kabullenmek­ten de geri kalmamışlar; edebî duygula­rının inceliğinden, tenkitlerindeki başarı­larından dolayı Hâricîler’e ait ifadelerle istişhadda bulunmaktan kendilerini ala­mamışlardır. Hâricîler’den günümüze in­tikal eden az sayıdaki edebî malzeme, onların kültürel özelliklerini ortaya koya­cak niteliktedir.

Fevkalâde soğukkanlı olan Haricîler ha­sımlarının karşısında heyecana kapılmaz, kendilerini kaybetmezlerdi. Güzel konuş­malarının yanı sıra keskin zekalarıyla, ha­zırcevap ve atılgan olmalarıyla da şöhret bulmuşlardır. Hasımlanyta savaş alanla­rında bile yürütmekten geri durmadık­ları tartışmalarında tam bir taassubun hâkim olduğu görülür. Haricîler, ne ka­dar kesin olursa olsun hiçbir delil karşı­sında çaresiz kalıp teslim olmaz, hiçbir düşünce onları ikna etmeye yetmezdi. Aksine hasımlarınca ortaya konan delil­lerin kuvvetli olması, onları kendi inanç­larına daha fazla sarılmaya ve inançlarını destekleyecek daha güçlü deliller arama­ya iterdi. Bunun sebebi düşüncelerinin zihnî olmaktan çok duygusal bir nitelik taşıması, mezhep taassubunun sağ du­yulu ve mantıklı düşünme yollarını tıka­mış olmasıydı.

Haricî kültür ve edebiyat ürünlerini içe­ren eserler, genellikle onları doğru yol­dan uzaklaşmış olarak gören muhalif fır­kaların tahriplerine mâruz kalmıştır. Di­ğer taraftan bütün hayatlarını savaş ve fiilî mücadele ile geçirmeleri kültür mi­raslarının kaybolmasına, derlenmesi ve yayılmasının zorlaşmasına sebep olmuş­tur. Bundan dolayı onlarla ilgili olarak kaynaklarda yer alan bilgiler ancak misal getirme, red yahut takdir etme gibi se­beplerle muhafaza edilmiştir. Haricî şa­irlerinin, çok sayıda olduğu sanılan divan­larından sadece Tırımmâh’ın divanının günümüze ulaşabilmiş olması da bu hu­susu teyit eder.

İki ana noktada toplanabilecek olan Haricî edebiyatının özelliklerinden birin­cisi. Önde gelen ediplerinin aynı zaman­da büyük fırkaların kumandanları olma­sıdır. Bu liderler, fırkanın prensip ve dü­şünceleriyle uyum halinde olan hareket­leri sayesinde bu edebiyat ürünlerine edebî anlamda doğruluk ve duygu muh­tevaları kazandırmışlardır. Diğer bir özel­lik. Hâricîler’in genel olarak bedevî kabi­lelere mensup olmaları sebebiyle temiz bir dile ve orijinal ifade güzelliklerine sahip bulunmalarıdır. Nitekim onların bir kısmı, şahsî yetenek ve tecrübelerinin ötesinde Kur’ân-ı Kerîm ve onun mûciz üslûbundan etkilendikleri bilinen kâriler idi. Bunlar siyasî, fikrî ve savaşla ilgili problemlerin çözümünde iman ve amel arasındaki sıkı ilişki üzerine kurulan inançlarından hareket etmişlerdir.

Haricî edebiyatının konusu genel ve özel olmak üzere iki eğilim yansıtmakta­dır. İlki. diğer müslümanlarla ittifak ha­linde bulundukları iman. takva, cihad ko­nularıyla zulmün ortadan kaldırılması, müslümamn sosyal davranış ve tercihle­rinde hata ve kusurlardan uzaklaşması gibi umumi hususlardır. Bu konulardaki fikirlerini ortaya koymalarında mübala­ğa ve tekrar gibi unsurlar varsa da bunu inançlarının bir sonucu olarak değerlen­dirmek gerekir. Kendi edebî ürünlerinde de görüleceği üzere gerçekten zühdün öncüsü sayılabilecek bu zümre toplum­daki kibir, riyakârlık, dünyaya aşın bağlı­lık gibi ahlâkî ve içtimaî kusurlara karşı çıkmakta itidal çizgisini aşmışlardır. Hâ­ricîler’in zühdle ilgili düşünceleri, boş te­vekkülden ve menfilikten uzak olmanın yanında mevcut düzene karşı çıkma ve eyleme teşvik etme izleri de taşımakta­dır. Bu sebeple onlar, muhalif fırkaların bünyesindeki kusurları eleştirmekle ye­tinmeyip bunları şiddet yoluyla ortadan kaldırmaya yönelmişlerdir. Haricî edebi­yatının yansıttığı diğer eğilim ise kendi prensipleri çerçevesinde müslüman ço­ğunluğa muhalefet ederek hilâfet, tah-kîm ve Sıffîn Savaşı’na katılanların duru­mu gibi konuları çözüme kavuşturma te­mayülleridir. Haricî edipleri tahkîmi ken­di problemlerinin ortaya çıkışının ana se­bebi olarak ele almakta, onu kabullen­meyi hata ve küfür olarak değerlendir­mektedirler. Edebî ürünlerinde, “Hüküm yalnız Allah’ındır” (la hükme illâ billâh) slo­ganı bu sebeple sık sık tekrarlanır. Al­lah’ın dininde insanların hakem olması­nın reddi üzerinde kuvvetle durulur. Şair Ferve b. Nevfel’in kendileriyle savaşan­larla savaşacakları, kişilerin değil ancak Allah’ın hükmüne razı olacakları şeklin­deki ifadesi de bu yaklaşımı açık bir şekil­de ortaya koyar. İhtilâl ilânı, baştaki ida­recilere darbe ve diğer Haricî gruplarına katılma gibi hallerde sloganlarını bu ko­nulara münhasır olmak üzere özel anlam­da tekrarladıkları görülür.

Bu edebiyatta önemle vurgulanan hu­suslardan biri, yegâne doğrunun kendi dinî siyasetleri ve mezhepleri olduğu inancı, bunun hasımlarına karşı savunulması ve diğer insanları kendi düşüncele­rine celbetme gayretidir. Bir başka konu da şecaat ve takvalarının tasviridir. Hari­cîler, kendilerinden çok daha güçlü toplu­luklar karşısında mücadele etmeyi önem­semediklerini edebî mahsullerinde sık sık ortaya koyarlar. İhtilâle teşvik, hasım­larını susturma, onları küfür ve dinsizlik­le niteleme önemli temalardandır. Haricî edebiyatının ele aldığı konulardan biri de ölüm temennisi ve şehâdete koşmaktır. İfadelerinden ölümü bir gaye gibi kabul­lendikleri anlaşılmaktadır. Bu gaye edebî ürünlerine hayatın uzunluğundan sıkıl­ma, yaşamaktan yakınma, çölde etlerini yırtıcı hayvanların yemesi, kemiklerinin rüzgârda savrulması temennisi şeklinde aksetmektedir. Mücadele esnasında her türlü sıkıntıya katlanma özellikleri, ölü­mü başarıya ulaşmak için en uygun yol olarak benimsediklerini ortaya koyar. Ölü­mün baldan tatlı olduğu anlatımının şiir­lerinde tekrarlanması bunu teyit eder. Ölüm arzusu Hâricîler’in şiirlerine bir mik­tar hüzün ve kötümserlik katarsa da ga­yelerini gerçekleştirme emellerini gölge-lememiştir. Ayrılık eleminin ortaya ko­nulması, ayrıca mersiyeler edebî konular içinde önemli bir yer tutmaktadır.

Haricî şiirlerinin hemen hepsi hamasî türündendir. Bu. ırk ve kabile taraftarlı­ğının harekete geçirdiği, intikam alma­ya dayanan bir hamaset olmayıp bütün müslümanlarda bulunmasının gerektiği­ne inandıkları ve Allah rızâsını kazanabil­mek için uğrunda her türlü mücadeleyi verdikleri akidelerine dayanan bir asabi­yetti. Bundan dolayı şiirlerinde inanca da­yanan güçlü bir üslûp, samimi ve sıcak duygular, kabile asabiyetinden kurtulma ve özellikle Kur’ân-ı KerinYden etkilenme temaları görülür. Şiirlerinin özelliklerin­den biri de gerekli çağrıya icabette ku­surlarını anladıkları zaman pişmanlık duymalarıdır. Bu duygular bazan, günah işleme sebebiyle şuur düğümlenmesine benzeyen bir hale dönüşür. Bu nevi duy­gular Mâlik el-Mezmûm’un, “İşlediğim günahlar insanlara paylaştınlsaydı onla­rın hepsi ölümden ürperirdi” anlamında­ki beytinde açıkça görülür (Nâyif Mah-mûd Ma’rûf, Dîvânü’i-Hauâric, s. 242) Ha­ricî şairleri bu duyguları aracılığıyla men­suplarını yapmaları gereken işler konu­sunda uyarmışlardır. Bu bakımdan onla­rın şiirleri Abdullah b. Vehb er-Bâsibî, Ur-ve b. Üdeyye, Ebû Bilâl Mirdâs b. Üdey-ye, Nâfi” b. Ezrak ve Salih b. Müserrah gibi şehid kumandanların yiğitliklerini, akîdeleri uğruna kendilerini feda etme­lerini ve dolayısıyla âhirette ulaşacakları mükâfatları dile getiren övgülerle dolu­dur. Bunlar arasında, özellikle kırk kişilik askerî gücü ile kendilerinden kat kat faz­la sayıdaki Emevî ordusuna karşı çıkan, inancı uğruna kendini feda eden Ebû Bi-lâl’in örnek şahsiyeti kasidelerinin mih­verini teşkil etmiştir.

Aralarındaki şiddetli mücadelelere rağ­men Haricî edebiyatında fıkhî ihtilâflara yer verilmez. Hâricîler’in bölünmesine se­bep olan en önemli anlaşmazlık konusu hurûc ve kuûd meselesidir. Bir grup, ken­dilerince “dâr-ı küfür” sayılan yerden çık­mayı ve hicret etmeyi gerekli görürken, diğerleri bulunulan yerden hicret etme­nin fazilet ve sevabının üstünlüğünü ka­bul etmekle birlikte zaruret sebebiyle bunu terketmenin caiz olduğunu söyle­mektedir. Bu mesele Hâricîler’in şiirlerin­de de işlenmiştir. İlk gruba mensup olan Katarî b. Fücâe, hicreti terkeden (kâid, çoğulu kaade) gruptan olan Ebû Hâlid el-Kanânî’yi, Allah’ın hiçbir kâidin özrünü kabul etmeyeceğini, kendisinin dünyada ebedî yaşayamayacağını ve eninde so­nunda cezasını göreceğini hatırlatarak ayıpiamıştı. Yine Katarî. Haccâc’la bera­berliğinden dolayı Sebre b. Ca’d’ı kınamış ve bunun etkisiyle bazı kimseler kendi grubuna iltihak etmişti. Bu arada kaade-nin çoğu, tedbirli olmak düşüncesiyle sa­vaşa katılmamış olmalarına rağmen za­ruret ve özür halinin bitiminden hemen sonra arkadaşlarına iltihak etmek için fırsat kollamışlardır. Bundan dolayı kaa-denin şiirlerinde de isyan ve ihtilâl çağrı­ları çokça yer aldığı gibi Hâricîlik araştır­macılarının “hurûc” mânasında değerlen­dirdikleri “şirâ” (kendini feda etme) keli­mesi ve türevlerinin de sıkça kullanıldığı görülmektedir. Haricî metinleri dikkatle incelendiği takdirde şirâ ifadesinin Hâri-cî’nin kendini feda etme ameliyesi oldu­ğu anlaşılır.

Haricîler edebiyat ve şiirde ilkelerinden uzaklaşmamış, şiirlerini hiçbir zaman bir kazanç vesilesi yapmamışlardır. Hatta onları “şiir sanatında inançlarından ayrıl­mayan, şiiri medih ve kazanç vesilesi ol­manın üzerine çıkarmak isteyenler” şek­linde nitelendirmek mümkündür. Şair İmrân b. Hıttân, bir defasında insanlar­dan çıkar sağlamak için onları öven Fe-rezdak’ı ayıplamış, isteklerini Allah’a yö­neltmesini tavsiye etmişti (Müberred, II, 744). Tırımmâh da bir şiirinde kendini tehlikeye atmayı halifelerin vaadlerini beklemeye tercih ettiğini belirtmektedir (Nâyif Mahmûd Ma’rûf, Dîuânü’t-Hauâ-ric, s. 111).

Günümüze intikal eden tek Haricî di­vanı Tırımmâh’a aittir. Kaynaklar, bun­dan başka Hâricîler’den 100 kadar kadın ve erkek şaire ait 330’dan fazla kaside, kıta ve urcûze nakletmektedir. N. Mah­mûd Ma’rûf, kaynaklan taramak sure­tiyle Hâricîler’e ait şiir. hutbe, risale ve çe­şitli sözleri Dîvânü’I-Havâric adıyla bir kitapta toplamıştır (Beyrut 1403/1983). Bu eserlerin sahipleri Katarî b. Fücâe, İmrân b. Hıttân. Tırımmâh, Ubeyde b. Hilâl el-Yeşküri, Amr b. Husayn el-Anberî ve Müleyke eş-Şeybâniyye gibi birinci sı­nıf şairlerdir. Bunlar arasında hurûc ve hicreti benimseyen Katarî ile kuûdu be­nimseyen İmrân b. Hıttân, Haricî şiirinin birçok örnek ve özelliğini ortaya koyma­ları bakımından büyük önem taşırlar. Be­nî Temîm kabilesinin Mazin koluna men­sup Hâricîler’in en güçlü fırkası olan Ezâ-rika’nın yirmi yıl süreyle liderliğini yapan Katarî cesaret ve takvâsıyla dillere des­tan olmuş bir şairdir. Onun şiiri akîdeyi. ce­sareti ve Haricî şiirinin özelliklerini yansıt­ması itibariyle sanatla inanç arasındaki ir­tibatı açıkça ortaya koyar. Kasidelerinin çoğu hamaset, cihad, şehitliğe ulaşmak, yahut aşağılık bir hayattan kurtulmak için vuruşmakla öğünmek gibi özellikleri yansıtmaktadır. Katarî aynı zamanda Arap hatiplerinin en meşhurlarından biridir.

İmrân b. Hıttân ise cihad hususunda kaadenin yolunu takip etmiştir. Her ne kadar ordu kumandanlığı yapmamışsa da Emevî karşıtı gizli ve şiddet taraftarı bir hareketin liderliğini yürütmüştür. Bu sebeple Haccâc onu yakalamaya çalışmış, İmrân da Emevî casuslarından yakasını kurtarmak için hangi kabilenin yurduna gitmişse onların nesebine yakınlık iddia etmiş ve sonunda Küfe yakınlarında Ezd kabilesinin bulunduğu yerde vefat etmiş­tir (84/703). İmrân’ın şiirlerinin hâkim konusu Haricî akîdesiyle daha sonra ev­lendiği amcasının kızı Cemre’dir. Başlan­gıçta Hâricîler’e mensup olmayan İmrân, onlara bağlı bulunan Cemre ile onu mez­hebinden çevirmek ümidiyle evlenmiş, fakat daha sonra kendisi Haricî olmuş­tur. Cemre onun siyasî hayatını yönlen­dirdiği gibi şiirine de dramatik bir boyut kazandırmıştır. İmrân’ın Cemre’den do­layı yaşama arzusunu terennüm etmesi­nin yanında Hâricîler’in geleneğine uy­gun olarak şehitlik için ölümü arzulama­sı şiirlerinde daima bir tezat teşkil etmiş­tir. İmrân büyük ihtimalle, Sufriyye’nin hurûc etmeyip bulunduğu yerde kalma­sında, mücadele psikolojisini yumuşata­cak ve inancına dokunmaksızın Cemre ile birlikte yaşamasına imkân sağlayacak bir yön bulmuş olmalıdır. Bu durum ha­yatında derin izler bırakmıştır. Şairliği ya­nında toplulukları harekete geçirebile­cek derecede bir hatip olan Imrân, duy­gularının oluşumunda ve psikolojik mü­cadelesinde Haricî liderlerinden Ebû Bi­lâl Mirdâs b. Üdeyye’den geniş ölçüde et­kilenmiştir.

Haricîlerin fikrî, siyasî ve savaşla ilgili hayat tarzları onları şiirle birlikte hitabe­te de yöneltmiş, bu sebeple Hârici ede­biyatında hitabet önemli ölçüde gelişmiş, bazı kumandanları en meşhur Arap ha­tipleri arasında yer almıştır. Hâricîler’in hutbelerinin üslûp özellikleri konusunda hüküm verebilmek, düşünce ve maksat-larındaki edebî hususiyetleri anlayabil­mek için kaynaklarda sınırlı da olsa hut­be mecmuaları mevcut bulunmaktadır (hutbe örnekleri için bk. İbn Abdiirab-bih, IV, 141-147). Birbirlerine yazdıkları mektupları ihtiva eden mecmualarda ise kuvvetli bir münazara üslûbu ve ince bir düşünce tarzı hâkimdir. Bu malzemeler aralarında ortaya çıkan ihtilâfları, kuman­danları arasında geçen konuşmaları ve hasımlarına karşı cüretli çıkışlarını ihtiva etmektedir. Hâricîler’in en meşhur ha­tipleri Nâfi’ b. Ezrak, Katarî b. Fücâe. İm-rân b. Hıttân, Hayyân b. Zabyân es-Süle-mî, Müstevrid b. Alkame ve Ebû Hamza el-Hâricî’dir. Bilhassa sonuncusu hutbe-îerindeki fevkalâde başarılı tasvirler, et­kileyici duygular ve derin manalı unsur­larla Arap edipleri arasında özel bir mev-kiye sahiptir. Ebû Hamza’nın üçü uzun, ikisi kısa olmak üzere beş hutbesi kay­naklarda yer almaktadır (Nâyif Mahmûd Ma’rûf, Dîuânü’i-Havâric, s. 283-297). Ha­ricî edip, şair ve hatiplerinin göze çarpan en önemli özellikleri duygularının sami­miyeti, irticalen söylemeleri, dünya ni­metlerini önemsemeyişleri, hayat sıkın­tılarını canlı tasvir ve prensiplerini cesa­retle müdafaa etmeleridir. Hâricîler’de şiir ve edebiyat konulan değişikliğe uğ­ramış, geleneksellikten uzaklaşarak ha­maset, şecaat ve takva konulan ile yeni bir boyuta ulaşmıştır.

Mersiye türü Hâricîler’de değişik bir şekil kazanmıştır. Ölen kumandanları ve büyükleri için yazdıkları mersiyelerde hü­zün ve ağlama yerine Allah’ın takdir ve kazasına rızâ ifadesi vardır. Bu arada ku­mandanlarının yiğitlik ve takvâlarıyla il­gili methiyelerin mûsikiyle söylendiği be­lirtilmektedir.

Hâricîler’in hicivleri genellikle hasımla­rının zulmü, sapıklığı, nifakı, kendilerinden olanların gerekli hallerde birbirleri­ne yardım etmemeleri, savaştan kaçma­ları ve dünyaya meyletmeleri gibi husus­lara yöneliktir. Buna karşılık kabile asa­biyetinin gözetilmediği övgülerinde şe­caat, şehitlik arzusu, zulme karşı çıkma gibi konular ele alınmıştır. Ayrıca Hârici edipleri methiyelerini bir kazanç vasıtası yapmamışlardır. Büyük bir maharetle da­ha çok hanımları için söyledikleri gazel­lerde ise incelik, iffet, vakar ve şehâdet arzusu hâkimdir.

Genellikle duyguları tasvir eden Hârici edebiyatı, esas olarak inanca dayanmak­la birlikte cihad temasını da geniş ölçüde işlemiştir. Metinler arasında mâna, üslûp ve duygu birliği itibariyle benzerlikler bu­lunması yanında her biri yaşanan tecrü­belerin ürünleri olarak güçlü ferdî özel­likler taşır. Hareketli siyasî hayat ve sü­rekli savaş şartları şiirlerinin çoğunun kıta ve urcûze şeklinde olması sonucunu doğurmuşsa da bu onların edebiyatında kasidelerin ve uzun şiirlerin bulunmadı­ğı anlamına gelmez. Hârici edebiyatının kendine has özellikleri Arap-İslâm ede­biyatı tarihi boyunca üslûp, yapı ve konu yenilikleri yönünden temayüz eden bir edebî hareket meydana getirmiş bulun­maktadır.

Neredeyse bir iman esası konumuna yükseltilen dinî hoşgörüsüzlüğü siyasî ala­na da taşımak, kendinden olmayanlara karşı zora başvurarak sosyal ve politik değişmeyi sağlamaya çalışmak şeklinde özetlenebilecek olan Hârici siyaset anla­yışının uzantılarını sonraki dönemlerde de görmek mümkündür. İslâm tarihi bo­yunca bazı grup ve fırkaların benzer ra­dikal anlayışları bayraklaştırdıkları bili­nen bir husustur. Hz. Peygamber’in İslâm toplumunun oluşup gelişmesinde gös­termiş olduğu esnekliği ortaya koyama­yan Hâriciler zamanla küçük gruplara ay­rılmışlar ve kendilerinin dışındaki müslü-maniar için başvurdukları zor kullanma yöntemini kendilerinden kabul etmedik­leri diğer Haricî gruplara da uygulamış­lardır. Sonuçta giderek küçük gruplara ayrılan Hâricîler’den ancak itidali tercih edenler bugüne ulaşabilmiştir. Günümüz­de Umman, Zengibar, Doğu ve Kuzey Af­rika’da küçük topluluklar halinde yaşa­yan ve artık müslüman çoğunluğu tekfir etmeyen, amaçlarına ulaşmak için de si­yasî cinayetlere başvurmayan Hâriciler İbâzî mezhebine bağlıdır. Aradan geçen uzun zaman onları geniş İslâm toplulu­ğunun etkisi altına almıştır. (Diyanet, İslam Ansiklopedisi, Haricilik maddesi)

This entry was posted on Pazar, Aralık 7th, 2008 at 13:51 and is filed under MEZHEPLER-ANLAYIŞLAR. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz