Günümüz İslam Dünyası- İslâm Ülkeleri ve Nüfus
Günümüz İslam Dünyası– İslâm Ülkeleri ve Nüfus
İslâm tarihinde modern dönem, Batı ile İslâm dünyasının ilişkilerinde yeni gelişmelerin ortaya çıktığı XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren başlatılır. Bu süreç. Batılı devletlerin Müslümanlara ait toprakları doğrudan işgale girişmelerinin yanı sıra Müslüman toplumları siyasî, iktisadî ve kültürel bakımdan nüfuz altına almaya çalışmaları şeklinde ortaya çıkmıştır. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı (1783) ve Fransa’nın Mısır’ı işgali (1798) bu sürecin başlangıcını teşkil etmektedir. Özellikle Fransız İhtilâli’nin etkilerini de taşıyan Napolyon’un Mısır’ı işgali İslâm dünyasında önemli dinî-siyasî gelişmelere yol açtı. XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren İngiltere, büyük bölümü Osmanlı denetiminde olan Basra körfezinde nüfuz temin etmiş. Uman 1798’de bir anlaşma ile İngiliz himayesine girmişti. İngiltere 1820’de Basra körfezindeki kabilelerle antlaşma imzalayarak burada da nüfuz sahibi oldu ve 1839’da Aden’e yerleşti.
XIX. yüzyılda İslâm dünyası her bakımdan hıristiyan Batı’nın üstün teknik ve askerî gücüyle yüzyüze geldi. Osmanlı toprakları ile kısmen İran ve Afganistan hariç bütün İslâm memleketleri sömürge haline düştü. Bu yüzyılda İslâm dünyasının kayda değer tek büyük devleti olan Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu gerileme sürecinde Kırım’ı Rusya’ya bırakmak zorunda kalmakla yeni bir döneme girmişti. III. Selim’den itibaren başlatılan ıslahat ve yeniliklerle Osmanlı gerilemesine çözüm arandı. Diğer taraftan Batı yayılmacılığı, artan ayrılıkçı hareketler ve bağımsızlık arayışları sonucunda Osmanlı Devleti yine toprak kaybetti. 18O4’te Sırbistan ve 1821 ‘de Yunan ayaklanması ile başlayan Osmanlı Devleti’ni zayıflatma süreci 1830’da Cezayir’in Fransızlar tarafından işgaliyle devam etti. 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı”ndan sonra ise yeni bir döneme girildi. Trakya hariç hemen hemen Balkanlar’ın tamamı devletten koptu. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız oldu. Bulgaristan ise özerk hale geldi (1878). Ardından Tunus Fransızlar (1881), Mısır (1882) ve Sudan (1899) İngilizler tarafından işgal edildi. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde elde kalan son gayri müslim eyaletlerdeki bağımsızlık talepleri yoğunlaşmıştı. Osmanlı idaresindeki merkezî Arabistan’da ortaya çıkan en önemli gelişme ise Vehhâbî-lik akımı idi. Bu anlayışın önemli bir siya-sî-dinî güç haline gelerek Hicaz’ı ele geçirmesi üzerine Osmanlı Devleti bölgeye Kavalalı İbrahim Paşa kumandasındaki Mısır askerlerini sevkederek Vehhâbîler’in siyasî yayılımını durdurdu (1818). Ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru bu hareket Abdülazîz b. Abdurrahman’ın (II. Abdülazîz) önderliğinde yeniden canlandı ve XX. yüzyılda Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulmasına zemin hazırladı.
İslâm dünyasında Şiîliğin temsilcisi olan İran’da da yoğunluğu askerî alanda olmak üzere bir dizi yenilik meydana geldi. 1828’de Kuzey Azerbaycan’ı Rusya’ya kaptıran İran, sembolik olarak bağımsızlığını muhafaza etmesine rağmen İngiltere ve Rusya ülkenin güneyi ve kuzeyini kendi nüfuz alanları ilân ettiler. Aynı şekilde XIX. yüzyılın bağımsızlığını konjonk-türel olarak koruyabilmiş İslâm ülkelerinden olan Afganistan da İngiltere ve Rusya’nın nüfuz mücadelesine sahne oldu. Sömürgecilik döneminde giderek Avrupalılar’ın etkisine giren Hindistan’da Bâ-bürlüler’in çöküş devresinde teşekkül eden küçük devletlerin İngiliz hâkimiyetine girmesi kolay oldu. İngilizler’in yayılma siyasetine karşı 18S7’deki bağımsızlık hareketinin başarısızlıkla sonuçlanması Müslümanlar için bir dönüm noktası teşkil etti. Bu olaydan sonra İngiliz askerî hâkimiyetini kabul etmekten başka bir yol kalmadı ve ülke tamamen sömürge-leştirildi. XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde Orta Asya’daki hanlıklar da Rusya’nın genişleme siyasetine karşı di-renemez duruma geldi; Fergana (1865), Semerkant (1868) Hîve (1875) ve Buhara (1920) Ruslar’ın hâkimiyetine girdi. XVII. yüzyılın başından İtibaren Güneydoğu Asya’daki Müslümanlar üzerinde hâkimiyet kurmaya başlayan Hollanda, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Endonezya’yı tamamen otoritesi altına aldı. Aynı şekilde Cava ve Açe de direnişlerinde başarılı olamayınca Hollanda egemenliğine boyun eğmek zorunda kaldılar.
Afrika’da bir yandan sömürgeci devletlere karşı direniş hareketleri gelişirken diğer yandan Müslümanları içinde bulundukları durumdan kurtarmak amacıyla ihya ve ıslah hareketleri ortaya çıkıyordu. XIX. yüzyılın başında Osman b. Fûdî’nin önderliğinde gelişen cihad hareketi Batı Afrika’daki kabileler arasında İslâm’ın yayılmasında etkili oldu ve güçlü bir devletin kurulmasında rol oynadı. Daha sonra Muhammed Emîn el-Kânimî, Samori Türe ve Râbih b. Zübeyr gibi liderlerin cihad hareketleri hem Müslüman olmayan mahallî unsurlara hem de sömürgeci Batılı güçlere yönelmişti. Doğuda Sudan’da Muhammed Ahmed el-Mehdî’nin 1881’de başlattığı cihad aynı zamanda bir bağımsızlık hareketiydi. Bununla birlikte XIX. yüzyılın son çeyreğinde Habeşistan ve Liberya dışında Afrika’nın hemen hemen tamamı Batılı ülkelerin istilâsına uğradı. Kuzey ve Batı Afrika’da Fransa, Güney ve Doğu Afrika’da İngiltere büyük sömürge imparatorlukları kurdular. Ayrıca İspanya, Portekiz ve Almanya’nın sömürgelerinde de Müslümanlar bulunuyordu.
Napolyon’un işgalinin ardından Mısır’da iktidara gelen Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminde siyasî ve iktisadî alanlarda önemli yenilikler yapıldı. Halefleri de gelişmeyi sürdürdü. Bu uygulamalar ülke maliyesinin Avrupa’nın kontrolüne geçmesine yol açtı. Yabancı etkisine karşı artan hoşnutsuzluklar Urâbî Paşa’nın önderliğinde ayaklanmaya dönüşünce İngiltere Mısır’ı işgal etti (1882). Aynı şekilde Tunus da 1881 “de Fransızlar’ca işgal edildi. Bu tarihten sonra meydana gelen direniş hareketleri sert tedbirlerle bastırılırken Avrupa’dan getirilen birçok kişi bölgeye yerleştirildi. Fas ise Fransa, İspanya ve İngiltere rekabetinin arasında XIX. yüzyılda bağımsızlığını koruyan ülkelerden biri oldu. Ancak bu durum uzun sürmedi ve giderek artan Fransız nüfuzuna karşı XX. yüzyılın başında meydana gelen direnişin (1911) bastırılması sonucunda ülke 1912’de Fransız himayesine girdi.
XIX. yüzyılda İslâm dünyası hıristiyan Batı’nın yayılması karşısında gerileyen, pek çok bölgede fiilen Batı hâkimiyetine giren ve sömürge yönetimleri altında kalan, içeride Batıcı reformlara ve düşüncelere açılan toplulukları İfade etmektedir. Afganistan, İran ve Fas gibi kısmen bağımsızlıklarını koruyabilen ülkeler ise Ba-tılılar’ın nüfuz mücadelesine sahne oldu. Bu çağın tek bağımsız İslâm ülkesi olan Osmanlı Devleti, uzun süren bir gerilemenin ve yenilenme çabalarının sıkıntıları ile uğraşmaktaydı. Balkanlar’daki azınlıkların Batılı devletlerce kışkırtılıp desteklenmesiyle başlayan ayaklanma ve savaşlar neticesinde Osmanlı Devleti de Arnavutluk, Makedonya ve Trakya’yı kaybetti (1911-1912). Aynı şekilde Libya, İtalyan işgaline uğradı (1912). Bunu takip eden I. Dünya Savaşı İse Osmanlılar’ın sonunu getirdi. Böylece XX. yüzyılın başında fiilen bütün İslâm dünyası Batı hâkimiyetine boyun eğmek durumunda kaldı. Türkiye’de önce saltanatın (1922), arkasından hilâfetin (1924) kaldırılıp Batılılaşma yolunda köklü değişikliklere gidilmesi önemli bir değişimin ifadesi oldu.
Osmanlı topraklan olan Suriye ve Lübnan’da Fransız; Filistin. Irak ve Ürdün’de İngiliz manda idareleri kuruldu (1920). I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlılar’a karşı İngilizler’le iş birliği yaparak ayaklanan Mekke Emîri Şerif Hüseyin, Hicaz kralı olmayı beklerken Hicaz Suud hanedanına bırakıldı. Hüseyin’in oğullan Abdullah Ürdün, Faysal Irak kralı olarak tanındı. Ne-cid ve Hicaz bölgelerine hâkim olan Suü-dîler daha sonra Suudi Arabistan Krallı-ğı’nı kurdular (1932).
Arap yarımadasının güneyindeki Yemen. İngiltere nüfuzunda bağımsızlığını korurken Basra körfezindeki şeyhlikler İngiltere’nin denetiminde kaldı ve 1960’lardan sonra oluşturulan yeni yapılanmada bağımsız devletler olarak milletler topluluğuna katıldı. İngiltere’nin manda yönetimindeki Filistin’de biryahudi devleti kurulmasının habercisi olan Balfour Bildiri-si’nden (1917) sonra ortaya çıkan gelişmeler, iki dünya savaşı arasında dış ülkelerden gelen yahudi göçüyle daha da karmaşık bir durum aldı. İsrail Devleti’nin kurulmasıyla (1948) şekil değiştiren Filistin sorunu XX. yüzyılda Müslümanları en çok meşgul eden siyasî meselelerden biri oldu.
XIX. yüzyılda Çarlık Rusyası’nın hâkimiyetine giren Kafkasya ve Orta Asya’da, Ekim 1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonra on yıl içinde dinsizlik resmî politika haline getirildi ve Müslümanlar büyük bir baskı altına alındı. 1914’te mevcut 24.562 camiden 1942’de sadece 1312’si kalmıştı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla (1990) bağımsızlığını kazanan Azerbaycan. Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan. Kırgızistan ve Kazakistan’da dinî hayatta hızlı bir canlanma başladı. Binlerce mescid ve cami ile yüzlerce okul açıldı. Aynı zamanda İslâm ülkeleriyle ilişkiler kurularak iş birliği imkânları geliştirildi.
XX. yüzyılın başında anayasal bir rejimin kurulmasında ulemânın önemli rol oynadığı İran’da 1921’de darbe ile iktidarı ele geçiren ve 1925’te Pehlevî hanedanını kuran Rızâ Şah’ın döneminde ülkede tam anlamıyla Batı tarzında bir toplumsal model benimsendi. II. Dünya Savaşı yıllarında müttefikleri tarafından Sovyetler Birliği’ne yardım ulaştırmak için işgal edilen İran’da İngiliz nüfuzu savaştan sonra yerini Amerika Birleşik Devletleri’ne bıraktı ve bu durum 1979’daki İslâm devrimine kadar sürdü.
Yüzyılın ilk yarısında Güney Asya’daki Müslümanlar arasında milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri dikkat çekti. Bu arada Hindistan Müslümanları Birliği kuruldu (1906). II. Dünya Savaşı’nın ardından dünyanın yeniden şekillenmesi sırasında Müslümanlar Hindular’la ortak hareket ettiler. Ancak giderek artan gerginlik sonucunda Müslümanlar kendi devletlerini kurmak için mücadele başlattılar ve 1947’de Pakistan Devleti kuruldu. Müslüman nüfusun yoğun olduğu Keşmir Hindistan işgalinde kaldı. 1971’de Pakistan’da iç savaş çıktı ve Doğu Pakistan olarak adlandırılan Bengladeş birlikten ayrılarak bağımsız bir devlet oldu. Hollanda’nın sömürgesi olan Güneydoğu Asya’daki Müslümanlar arasında 1912’de kurulan Mu-hammediyye hareketi Endonezya’da etkisini giderek arttırdı. Siyasî alanda Sarekat islam ile (1912) Partai İslam İndone-sia (1938) sömürgeciliğe karşı kitle hareketini yönlendiren kuruluşlardı.
Bu dönemde Afrika”daki Müslümanla-rın durumunda fazla bir değişiklik olmadı. Mısır’daki İngiliz nüfuzu ve askerî varlığı 1954’e kadar sürdü. 1898’de Sudan üzerinde kurulan Mısır-İngiliz ortak himayesiyle Tunus ve Cezayir’deki Fransız sömürge idareleri devam ederken Libya’da İtalyan işgali vardı. Böylece Afrika’ya büyük ölçüde hâkim olan Avrupalılar zaman zaman ortaya çıkan ayaklanmaları bastırarak hâkimiyetlerini sürdürdüler.
XX. yüzyılın ikinci yarısı İslâm dünyası için bir bağımsızlık dönemi oldu. Müslümanlar kurdukları yeni devletlerle milletlerarası platforma çıktılar. Daha önce Mısır 1922’de, Suriye 1930’da, Irak 1932’de ve Lübnan 1941’de şeklen bağımsızlıklarını kazanmışlardı; ancak Avrupalı-lar’ın bu ülkelerden tamamen çekilmesi II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşti. Yemen’de 1962’de başlayan İç savaş ülkede 1967’de iki ayrı devletin doğmasına yol açtı. Bu ülkeler 1990 yılında tekrar birleşerek Yemen Cumhuriyeti’ni kurdular. Ortadoğu’da Kuveyt (1961) Birleşik Arap Emirlikleri (1971) Bahreyn (I971), Uman (1972), Katar (1972); Güneydoğu Asya’da Endonezya (1949), Malezya (1963), Bruney (1984); Afrika’da Libya (1951), Sudan (1956) Tunus (1956], Fas (1956), Gine (1958), Benin (1960), Burkina Faso (1960), Fildişi Sahili (1960), Gabon (1960), Kamerun (1960), Mali (1960), Moritanya (1960) Nijer (1960), Nijerya (1960), Senegal (1960), Somali (1960), Çad (1960) Tanzanya (1961), Sierra Leone (1961), Cezayir (1962), Uganda(1962), Gambia (1965), Gine Bissau (1974), Cibuti (1977) ve Komor adaları (1978) bağımsız devletler arasında yer aldılar. Sovyetler Birliği’n-deki Azerbaycan. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan Müslüman cumhuriyetlerinin bağımsızlığa kavuşmaları ancak 1991 yılında mümkün oldu. Rusya tarafından bağımsızlık hakkı tanınmayan Çeçenistan ise mücadelesini hâlâ sürdürmektedir.
XX. yüzyılda yaygınlaşan milliyetçi akımlar ve siyasî partiler Müslüman toplumları bağımsızlığa götürmekle beraber dünyada döneme damgasını vuran totaliter anlayışlar İslâm ülkelerinde de hâkim duruma geldi. 1970’ten sonra İslâm dünyasında Batı tahakkümü ve Batı taraftarı yöneticilere karşı İslâmî motifler taşıyan muhalefet sesini yükseltmeye başladı. Libya’da 1969’da monarşiyi yıkarak iktidarı ele geçiren Muammer Kaddâfî, İslâm’la sosyalist düşünce ekseninde bir dinî söylem geliştirdi. Pakistan’da da benzer gelişmeler oldu ve sol eğilimli Zülfikar Ali Butto’yu bir darbeyle deviren General Ziyâülhak İslâmlaşma’ya önem verdi. İran’da ulemânın önderliğinde geniş halk kitlelerinin başlattığı muhalefet hareketi bir devrim gerçekleştirdi ve şahlık yönetimine son verilerek İran İslâm Cumhuriyeti kuruldu (1979).
1980’li yıllarda, soğuk savaş döneminin iki kutbu arasına sıkışmış durumda bulunan İslâm dünyasında kendine dönüşü ve İslâmlaşma’yı savunan eğilimlerde artış gözlendi. Suriye’de İhvân-ı Müslimîn’in Hafız Esed iktidarına karşı muhalefeti Hama’da binlerce kişinin ölümüyle sonuçlandı. Irak ve Lübnan’da İran yanlısı siyasî akımlar giderek güçlendi. Diğer taraftan Mısır’da da İhvân-ı Müslimîn’in faaliyeti artmakla beraber iktidarın baskı ve kontrolü devam etti. İsrail’le anlaşmaya giden Enver Sedat öldürüldü (1981). Cezayir’de siyasî bir harekete dönüşen İslâmî muhalefet İslâmî Selâmet Cephe-si’nde örgütlendi; ancak Aralık 1991’de yapılan genel seçimlerin ilk turunu kazanmasına rağmen ikinci tur yapılmadan önce idareye el koyan ordu tarafından iktidara gelmesi önlendi. İrak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra patlak veren Körfez Savaşı (Ocak 1991) Karabağ,Bosna Hersek, Kosova ve Çeçenistan olaylarında Batı dünyasının izlediği politika Müslümanlar arasında tepkiyle karşılandı. Özellikle Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilân etmesinden sonra Avrupa’da yeni bir bağımsız İslâm devletinin kurulmasına karşı hıristiyan dünyasının tavrı, Sırplar’ın bölgedeki katliamları ile Rusya’nın özgürlük mücadelesi veren Çeçenler’e yönelik sert müdahalesi ve İnsan haklan ihlâlleri Batı karşıtı akımların güçlenmesinde etkili oldu. Doğu blokunun çökmesi ve demokratikleşme sürecinin başlaması ile birlikte Makedonya, Romanya, Arnavutluk, Bulgaristan ve eski Sovyetler Birliği’ndeki Türk cumhuriyetlerinde dinî hayatta canlanmalar başladı.
İslâm dünyasında belli ölçüde birlik sembolü kabul edilen halifeliğin kaldırılmasından sonra Müslümanlar arasında dayanışmayı sağlamak amacıyla çeşitli çalışmalar yapıldıysa da bir netice alınamadı. II. Dünya Savaşı’nın ardından Müslümanlar arasındaki birlik çalışmaları yeniden gündeme geldi. 1945’te üye ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini korumak, güçlerini birleştirmek maksadıyla Arap Birliği kuruldu. Milletlerarası islâm İktisat Konferansı (1949) Karaçi’de ve Tahran’da toplantılar yaptı. Farklı amaçlar için kurulan Bağdat Paktı (1955), Merkezî Antlaşma Teşkilâtı (CENTO, 1959), Afrika Birliği Teşkilâtı (OAU, 1963), Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Teşkilâtı (RCD, 1964) ve Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN, 1967) gibi kuruluşlar İslâm ülkelerini de İçine aldı. Günümüzde İslâm ülkeleri arasında birliğin sağlanması için 1969 yılında toplanan İslâm Zirve Konferansı’nın ardından İslâm Konferansı Teşkilâtı kuruldu.
XX. yüzyılın başında 230 milyon tahmin edilen Müslümanlann sayısı 1950′-lerde 360-400 milyon arasında bulunuyordu. 2000’li yılların başında bu sayının 1 milyar200 milyon civarında olduğu hesaplanmaktadır. Nüfusun yaklaşık% 90″ı Sünnî. % 8-10’u Şiî’dir. Ehl-i sünnet mezheplerinden Hanefîlik başta Türkiye olmak üzere Balkanlar’ın büyük kısmı. Orta Asya’da Türkler’in yaşadığı yerlerle Hindistan’da çoğunluğun benimsediği mezheptir. Libya, Tunus. Cezayir ve Fas’ı kapsayan Kuzey Afrika’nın büyük bir kesiminde Mâlikîlik; Mısır, Suriye, Arabistan’ın güneyi, Bahreyn, Uzakdoğu’da Malay adaları (Endonezya, Malezya), Sudan gibi ülkelerle Dağıstan ve Orta Asya’nın bazı yerlerinde Şafiîlik; Suudi Arabistan, Katar ve Uman gibi ülkelerde de Hanbelîlik hâkimdir.
İran’da nüfusun yaklaşık % 9O’ı, Irakta % 6O’ı, Azerbaycan’da % 70’i, Bahreyn’de % 55-60’ı ve Lübnan’da % 25’i Şiî’dir. Ayrıca Kuveyt, Tacikistan, Pakistan, Afganistan ve Türkiye’de belli oranlarda Şiî -Ca’ferî Müslüman bulunmaktadır. Şîa’-nın bir kolu olan Zeydîlik Yemen’de yaygındır. İbâzıyye mezhebi mensupları ise Uman ve Kuzey Afrika’nın bazı bölgelerinde yaşamaktadır.
Kendilerini İslâm dairesinde kabul eden mezheplerden Yezîdîliğin İrak’ın bazı bölgeleriyle Türkiye’de Güneydoğu bölgesinin bazı yerleşim merkezlerinde az sayıda mensubu vardır. Nusayrîler’in yaşadığı yerlerin başında Suriye gelir. Türkiye’de Güneydoğu bölgesinde de bir grup Nusayri mevcuttur. İsmâiliyye mensupları Suriye, Hindistan, Pakistan, Orta Asya, İran ve Yemen’de; Dürziler Suriye. Lübnan. Filistin ve Ürdün’de yaşamaktadır. Ana merkezleri İran olan Bahâîler dünyanın pek çok ülkesinde dağınık bir şekilde küçük gruplar halinde bulunmaktadır. Aynı şekilde merkezleri Hindistan ve Pakistan olan Kâdiyânîler de birçok ülkede faaliyet göstermektedir.
Etnik bakımdan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan Arapiar’Ia Araplaşmış topluluklar en büyük Müslüman kitlesini oluşturmaktadır. Bunları Güneydoğu As-ya’daki Malaylar’dan sonra Anadolu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türkler, İranlılar, Hintliler, Afrikalı siyahiler, Boşnaklar, Arnavutlar ve Makedonlar takip etmektedir. Dünyadaki Müslüman nüfusunun yaklaşık üçte biri dinî ve siyasî azınlık statüsüyle gayri müslim ülkelerde yaşamaktadır. Ancak sayılan hakkında verilen bilgilerin çoğu politik sebepler dolayısıyla kesin değildir.
Müslüman azınlıkların teşekkülünde farklı süreçler söz konusu olmuştur. Bir kısım Müslümanlar İslâm’ı yaymak ve ticaret yapmak amacıyla gittikleri yerlerde başlangıçtan itibaren çok defa azınlık statüsünde yaşamışlardır. Bunun en dikkat çekici örnekleri Sri Lanka, Çin, Filipinler gibi Uzakdoğu ülkelerinde görülür. Müslümanların azınlık statüsüne düştüğü bir başka durum, İslâm’ın hâkim olduğu toprakların zamanla Müslüman olmayan devletler tarafından ele geçirilmesi ve çok sayıda Müslümanın ülke dışına gönderilmesiyle ortaya çıkmıştır. Buna İspanya (Endülüs) örnek teşkil eder. Bir diğer durum ise Müslüman yönetiminin uzun süre hâkim olmasına rağmen Müslümanların çoğunluğa ulaşamaması ve hâkimiyeti kaybetmeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Yüzyıllarca süren Osmanlı hâkimiyetinden sonra Balkanlar’da Bosna ve Arnavut bölgeleri dışındaki yerlerde Müslümanlar azınlık statüsüne düşmüştür. Benzeri bir durum uzun süre İslâm hâkimiyeti altında kalan Hindistan’da da söz konusudur.
Bu arada Batı’da XX. yüzyılın ikinci yansında Müslüman azınlığın oluşmasının ayrı bir süreci vardır. Bunda genel olarak üç faktör rol oynamıştır. 1980 ve 1960′-larda Batı’mn yabancı işçi çalıştırma isteği özellikle Akdeniz çevresindeki İslâm ülkelerinden bilhassa Almanya, Fransa ve Belçika’ya işçi akımına yol açmıştır. İkinci faktör, Avrupa devletlerinin eski kolonilerinden Müslümanların zaman zaman bu ülkelere göç etmesidir. İngiltere ve Hollanda’daki Müslümanların bir kısmı bu yolla oralara yerleşmiştir. Günümüzde bunlara, sayılan sürekli olarak artan müh-tedilerle İslâm ülkelerinden gelen siyasî mülteciler de eklenmektedir.
Amerika kıtasındaki Müslüman azınlığın çoğunu Hindistan ve Afrika’dan gelen kişiler oluşturmaktadır. Sömürgecilik döneminde işçi ve köle olarak yeni dünyaya götürülen bu insanları, XIX. yüzyıldan itibaren kendi istekleriyle göç eden Ortadoğu ve Kuzey Af rikalı Müslümanlar takip etmektedir. Bu göçlerin en yoğun olduğu dönem I ve II. Dünya savaşları sonrasıdır. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nin vatandaşlık politikası gereği her yıl kabul ettiği belli sayıdaki insan arasında Müslümanlar da bulunmaktadır. Davut Dursun (Diyanet İslam Ansiklopedisi, İslam maddesi)