Namaz ve Hac Karşıtlarının Hak Karşıtlığı
SLOGAN ATMAK YA DA BAZI AYETLERİ DEVREDIŞI BIRAKMAK
Kur’an’da günümüzde “namaz” olarak bilinen sözcüğün karşılığı olarak “salat” sözcüğü kullanılmıştır. Internet ortamında bazı marjinal kesim, Kur’an’da “salat var”, “namaz yok” diyerek, “Namaz ve hac karşıtlığı” diye yeni bir anlayışı yaymak için büyük gayret sarfetmektedirler. “Namaz platformu veya Namaz yandaşları ya da Namazcılar” gibi bir anlayış ortaya çıkınca, dinin merkezine namazı alınca, belki buna bir tepki olarak “Namaz ve hac karşıtları” diye bir başka topluluğun ortaya çıkması da doğal görünmektedir. İki tarafın gündeminde “salat” veya “namaz” vardır.
Allah’ın gündemi farklı bu toplulukların gündemi farklıdır. Allah’ın gündeminde (zikrinde), içinde yaşanılan toplumun öncelikle neye ihtiyacı varsa, Allah’ın ve elçisinin gündemi daima onu anlamak, anlatmak ve yaşamak ve yaşatmak olmuştur. Ancak suni gündem yaratanlar, ne yazık ki odaklandıkları konunun ne özünü (etiğini), ne de pratiğini (estetiğini) kavramışlardır. Halka yarardan ziyade zarar vermişler; ya içi boş şekillerle veya teorik sloganlarla halkın sömürülmesine ve istismar edilmesine yol açmışlardır.
Kur’an’da, ana gündem maddeleri, şirksiz ve şeksiz bir inanç, tek ilaha kulluk, dostluk ve kardeşlik, salat ve zekat gibi konular sıralanmıştır. “Salat”, denince günümüzde Sünni kesimin “namaz” dediği, Alevi kesimin “niyaz” dediği uygulamanın toplamından ibaret olduğu söylenebilir. Salat=Namaz+Niyaz
‘Namaz’ sözcüğü daha ziyade şekle işaret ederken, ‘niyaz’ sözcüğüyle Allah’a dua, yakarı ve O’nu anmayı hedeflenmektedir.
Salat’ın temel amaçları arasında, gündelik hayatında sorunları, sıkıntıları bitmeyen insanın bunların çözümüne rasyonel ve bilimsel çözümler aramanın yanı sıra Allah’lı bir yaşam sürerek O’nu günün ana vakitlerinde (Sabah, orta (öğlen-akşam arası) ve yatsı) hatırlaması ve isteklerini ve dileklerini O’na bildirmesidir. Salat, bir ikame uygulamasıdır. İnsanlar çözümsüz gördükleri sıkıntılarını, tıkandıkları, tükendikleri ve acziyet içine düştükleri durumları büyücülere, falcılara, medyumlara, türbelere, yatırlara, dinde aracı gördükleri kişilere götürme yerine, bir taraftan sorumlulukları yerine getirecekler, bir taraftan da Allah’tan yardım isteyerek güç kazanacaklardır. Adeta günlük enerji depolayacaklar, umutlarını kaybetmeyecekler ve yakıt depolarını dolduracaklardır. O yüzden namaz+niyazın (salatın) Müslümanın yaşamında son derece önemli bir yeri vardır.
Son zamanlarda ortaya çıkan namaz ve hac karşıtları, Kur’an’daki “salat”, “kıble”, “kabe”, “beyt (Ev=Kabe), hac” gibi birkaç sözcüğü kullanarak (istismar ederek), Kur’an’daki diğer sorumluluk getirici ilahi buyrukları rafa kaldırmaktadırlar. Bu sözcüklere, Kur’an’daki karşılıkları bulmak yerine Arapça sözlüklerde buldukları bazı karşılıkları kullanarak Kur’an’ın kavramlarını bağlamlarından çarpıtmaktadırlar. (5Maide: 13, 41)
“Salat” sözcüğüne, “bağlılık, izlemek ve nutuk” anlamlarını vermektedirler. Bu durumda “bağlılık ve izlemek” anlamlarına gelen “ittiba’” ve “itaat” sözcükleri ya da “salat” sözcüğünün anlamı buharlaşmaktadır.
AŞAĞIDAKİ YAZI, 2005’DE, NAMAZ VE HAC KARŞITLARININ KURMUŞ OLDUKLARI BİR SİTEDE YAPILAN YOĞUN TARTIŞMALAR SONUCU ORTAYA ÇIKAN METİNDİR.
Bazı Kur’ancı (!) çevrelerde Allah‘a ortak etmeden(şirk) ziyade, sık sık kınanılan çevreler gibi salata veya namaza yoğunlaşmak bir çelişkidir. Çünkü Allah şirki asla affetmeyeceğini bildirmiştir. Nisa: 48,116
İnsanlarla özellikle salat (namazın olmadığı) konusunda sürtüşmeye giren bazı kişiler, kınadıkları mezhepçi ve tarikatçılar gibi şekilci oldukları izlenimini vermektedirler. Birileri şekli putlaştırmakta, diğeri şekli çöpe atmaktadır. Allah, şirki affetmeyeceğini söylemiştir. Öyleyse namaz karşıtları, iddialarında samimi iseler, bu kadar sisli havada, bulanık suda tüm söylemlerini, eğer şirk dedikleri konu, namaz ise, namaz bir şirktir deyip argümanlarını ispatlamalıdırlar.
Nedense namaz karşıtları “salat” sözcüğü ile ilgili sözlüklerde buldukları pek çok anlamı önemserler iken salatın “dua” anlamını göz ardı etmektedirler. Çünkü yaptıkları iş, kavramların içini boşaltmaktır. Oysa Allah‘a dua etmekten daha güçlü bir ibadet yoktur. Salat da, vakitli zikir-şükür-dua disiplinidir.
Diğer taraftan bu çevreler, uydurmacı çevrelerden daha fazla, Kur’ancı, Kur’an merkezli veya sadece Kur’an diyen çevreleri sert ve alaycı biçimde eleştirme ve işi slogancı bir boyuta taşımaktadırlar.
İnsanları türlü türlü nitelendirmektedirler: Sözgelimi, putperest Müslümanlar, gelenekçi Müslümanlar, hadisçi Müslümanlar, Allah‘a ortak eden Müslümanlar, Kabe‘ye tapan Müslümanlar! Tüm bunlar nasıl olmaktadır? Bu Müslüman sözcüğü bu kadar kaypak bir sözcük mü ki her yerde kullanılabiliyor? Kanıt nedir?
1)SALATIN ÖZÜNÜ KAVRAMADAN SALATLA İLGİLİ SAPMA, KİŞİYİ DAHA DERİN VE DAHA UZAK BİR SAPMAYA TAŞIR:
Salatı, kınadıkları Sünniler veya Kur’an, Kur’an diyen ama Kur’an‘daki namazın özünü incelemeyen ve de şekle indirgeyenler gibi anladıkları için namaz karşıtlarında namazla ilgili bir alerji oluşmuştur. Namazın özü; zikir, şükür ve duadır. Her olayın, her davranışın bir özü, bir de şekli vardır. Özü onu ayakta tutar, şekil ise onu sağlıklı kılar. Özün ıskalandığı ve şeklin öne çıkarıldığı bir davranış sahtedir. Şeklin hiçe sayıldığı bir davranış, amacına ulaşmaz. Ortaya çıkan, görülen, sezilen her şeyin bir şekli vardır. Zorunlu durumlarda terk etmeyi göze aldığımız şekildir. Her şeklin, bir duruşu, kullandığı sözcükleri, ses tonu, yönü ve kalıpları vardır.
Yıktığınız şeyin yerine daha sağlam bir bina ikame etmelisiniz. Yoksa bir taraftan put kırarken, diğer taraftan put yapımcısı olursunuz.
2)Namaz karşıtları, salat deyince en fazla secdeden giriş yapmaya çalışmaktadırlar. Kur’an, başka sözlüklere gidinceye kadar en fazla sözlük olarak kullanılmaya layık bir kitaptır. Çünkü kendi döneminin semantiği onda verilmiştir. Secde: Bir varlığın; başka bir varlık veya onun buyrukları karşısında kendisinin, gölgesinin veya etkisinin olabildiğince zihinsel veya fiziksel olarak yere kadar eğilmesi veya yere kapanmasıdır, boyun eğmesidir. Kanıt sözlük(gerçek) anlam:
16Nahl: 48-Onlar, Allah’ın yarattığı herhangi bir şeyi görmezler mi? Bir baksalar ya, gölgeleri sağlarından, sollarından sürüklenerek, Allah’a secdeler ederek dönüp dolaşır.
Ağaç veya dalları yere değemeyeceğine göre, gölgesi nereye yansıyor? Yere. Demek ki secde, kendimizin veya gölgemizin yere yansımasıdır. Güneş ışığı ve ısısıyla, ay ışığıyla ulaşabildiği tüm yerlere yansımaktadır. Bitkiler, hayvanlar ve dahası birçok insan Allah‘a, O’nun buyruklarına varoluş amaçlarına uygun olarak sonuna kadar boyun eğmektedirler.
Secdeyle bir Müslüman şunu demiş olmaktadır:
“BEN ALLAH‘TAN BAŞKA HİÇ KİMSENİN ÖNÜNDE EĞİLMEM. RABBİMİN ÖNÜNDE İSE, ZİHİNSEL, FİZİKSEL, DUYGUSAL, VE GÖNÜLDEN SONUNA KADAR EĞİLİRİM.”
Bu durum bu anlayış sahiplerini niye rahatsız ediyor? Ben rabbimin önünde eğilmekten memnunun. Sen de dik başlılığınla memnun ol. MÜSLÜMAN GEREKTİĞİNDE KUZU GİBİ, HER YERDE BAŞI DİK BİR İNSANDIR. O, dinini sadece Allah‘ın kitabından öğrenir. Allah, mesajlarını, her yerden, her yönden bizlere ulaştırır. Sana, bana, ona. Yağan yağmurla, esen rüzgârla, doğumla, ölümle, her şeyle… Yeter ki gözümüzü açalım ve tercihlerimizi doğru kullanalım.
Secdenin diğer bir kanıtı:
17İsra: 107-…Onlara (ayetler) okununca/anlatılınca, çeneleri doğrultusunda secdeye eğilirler(harr).
17İsra: 107 ayetinde tam olarak şu ifadeler kullanılmıştır:
YAHIRRUNE Lİ’L-EZKANİ SUCCEDA
Bu ayetin MOTAMOT ÇEVİRİSİ: “SECDEYE ÇENELER İÇİN KAPANIRLAR/ EĞİLİRLER”
Peki, onlar nasıl okuyorlar?
YAHIRRUNE ALA’L-EZKANİ SUCCEDA veya YAHIRRUNE İLA’L-EZKANİ SUCCEDA
Bu ifadelerin çevirisi ise,
“Secdeye çeneleri üzerine eğilirler” veya “Secdeye çenelere eğilirler.”
Ayeti çarpıtıyorlar.
Nedense bu ayeti çeneye eğilme diye anlayarak kendileriyle eğlenmektedirler. Oysa burada “harr” fiili “li” edatıyla kullanılmıştır. Diğer bir ifadeyle, çenenin üzerine veya çeneye eğilmek değil, çene doğrultusunda /çeneye yönelik eğilmektir. Çene doğrultusu yeri göstermektedir. Ayrıca çenenin özellikle zikredilmesi, secdenin yerle ilişkilendirilmesini ortaya koymaktadır. Çünkü secde, olabildiğince yere kapanmaktır. Nahl: 48 Yere kapanırken bu olay, çeneleri eğerek gerçekleşmektedir.
Secdede ne okuyacağız diye soruyorlar? Belli ki ilahi kitabı gereği gibi okumuyorlar. İşte bunun cevabı:
17İsra: 108-(Secdeye kapanırlar) ve derler ki:”….”
3)Bir de anlamakta güçlük çektikleri bir şey var. Herkesin her konuda kör olduğunu iddia eden kişi, kendini kaybetmiş bir insanı yansıtır. Hiç de doğruya, güzelliğe, erdeme çağıran bir duruşta değiller. Katil, öldürünce cinayet işledi denir. İnfaz memuru öldürünce, infaz etti denir. Burada niye öyle, orda niye böyleyi anlamak, mantıksal bir temele dayanmalıdır. Elbette ki Kitabın ayetlerinde sözcüklerin birbiriyle anlam örgüsü vardır.
4)Sözde Kur’an diyorlar, ancak Kur’an ayetlerini, sözcükleri zorlayarak anlamaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de Kur’an‘ı sözlük olarak kullanmaya öncelik vereceğine, Arapça sözlüklere öncelik veriyorlar. Salt sözlüklerden Kur’an’ı anlamlandırmaya çalışan bir kafa, istediği sözcüğe istediği anlamı verebilir. Çünkü farklı sözlüklerde br sözcüğün bazen onlarca anlamı verilmiştir.
Örneğin TEMEL TARTIŞMA KONULARI OLAN: “salat” sözcüğünün, bağlılık veya söylev anlamına geldiğini, “beyt” sözcüğünün sistem anlamına geldiğini, “kabe” sözcüğünün yüksek makam/şan anlamına geldiğini Kur’an ‘dan yola çıkarak çıkarmadılar. Bu anlamları putperestlikle suçladıkları Arap sözlüklerinden çıkardılar. Eğer samimi olsalardı, Kur’an sözcüklerini anlamlandırmada birincil ve en doğru kaynak Kur’an olurdu.
5)İnsanları putperestlikle suçlamaları için gerçekten Kur’an’ın inanç konusu esas alınmalıydı. Buna göre, a) İnsanlar, Allah‘ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını haram kıldıkları için Allah‘a iftira atıyor, ve bunun sonucu yeni bir din icat etmiş oluyorlar.” veya, b)”Birilerini veya bir şeyleri putlaştırıyorlar.” ya da, c)”Kitabın ayetlerini yalanlıyorlar” gerekçeleri olmalıydı.
Kullanılan sözcüklerın ve yapılan davranışların anlamı, amacı, özü sorgulanmadan, salt sözcüklere bakarak veya salt bir davranışa bakarak, işin içyüzünü sorgulamadan insanları putperestlikle suçlamak, suçlayanın da şekilci ve slogancı olduğunu ortaya koyar.
“Bağlılık” sözcüğü Kur’an ‘da “îfâ’”, izlemek fiili “ittibâ’” diye bir fiille ifade edilmiştir.
“Bağlılığı /bağlantıyı ayakta tutma/gerçekleştirme” derken bu ifadenin içini doldurmak gerekir. Ama bu içerik, diğer sözcüklerin tekrarı olmamalıdır.
“Arınma /iyileşme göstermek” derken de bu ifadenin içini doldurmak gerekir. Yine bu içerik, diğer sözcüklerin tekrarı olmamalıdır.
Genel hataları göstermede işlerine gelen-yanlış bir çeviriyi kullanmaktadırlar. Nisa: 102 ‘yi kaç kişi yağmurdan yaralanma diye çevirmiştir? Nedense makul olan çevirileri alıntılamamışlardır.
Nisa: 101 ayetini şöyle çevirmişlerdir:
“Bağlılığınızdan/yükümlülüğünüzden kesmek” Bu ne anlama geliyor? Kime ne ifade ediyor? Hem bu ayette kesmek(kat’) fiili değil, kısaltma(kasr) fiili kullanılmıştır.
Diyorlar ki:
“Sen de içlerindeyken onların BAĞLILIKLARINI / YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİR,”
OYSA, bu ayette isim tamlaması yoktur. Doğrusu, “Sen onlara es-salatı ikame ettiğin zaman” olmalıdır.
Bağlılıkları=onların salatları anlamındadır. Bu ayette böyle bir kullanım yoktur. Min (İngilizce from, Türkçe “den”) harfi cerrini (edatını) sorgulayan bir kafa, burada bu hatayı yapmamalıdır. Ayrıca ikame fiili emir değil, dili geçmiş zamandır. Oysa onlar “yerine getir” diye aktarıyorlar.
Diyorlar ki:
“Sen de içlerindeyken onların BAĞLILIKLARINI / YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİR, onlardan bir kısmı seninle beraber dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece itaat ettiklerinde / riayet ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar.”
OYSA, diğer taraftan itaat etmek diye bir fiil Kur’an’da zaten vardır; onlar ise secde etmek fiiline itaat anlamı vermektedirler.
Diyorlar ki:
“Sonra henüzBAĞLILIĞINI / YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ YERİNE GETİRMEMİŞ OLAN (bu) diğer gurup gelip seninle beraber BAĞLILIKLARINI / YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRSİNLER veonlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer yağmurdan yaralanırsanız yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”
OYSA, bağlılık yükümlülüğünü yerine getirmemiş birinin Peygamber’in yanında savaşta ne işi var? Savaş meydanına gelinceye kadar, hatta oraya gelmekle bu bağlılık zaten yerine getirilmiş değil midir? Oradaki bağlılık yükümlülüğünün içini doldurmamız gerekmez mi? Başkalarının içini doldurdukları şeylerle eğlenirken, kendimiz kurduğumuz formatın içini boş tutmamızın benzer sorgulamamalarla karşılaşmamak için midir?
Diyorlar ki:
“Huzura kavuşunca da bağlantıyı / söylevi yerine getirin; çünkü bağlantı / söylev müminler üzerine vakitli bir kitap / emir olmuştur.”
OYSA, bu içi doldurulamayacak bir söylemdir.
Diyorlar ki:
“Görüldüğü gibi ortam savaş ortamıdır ve yağmur da ok yağmurudur.”
OYSA, başından okla yaralanan biri silahı bırakabilir, ya kolundan bacağından yaralanan? Matar, Allah tarafından yağdırılan bir felaketi simgelemektedir. Bakınız. 7/84 25/40 26/173 27/58 Bazen bu taş/balçık/ lav yağmuru olabilir-11/83 15/74
Nusuk kulluk anlamına geliyorsa ibadet?
Diyorlar ki:
“Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; BENİ ANMAK İÇİN BAĞLILIĞI YERİNE GETİR.”
OYSA, Allah’ı anmak için bağlılığı nasıl yerine getireceğimiz açık-net değildir.
Diyorlar ki:
“09:84 Onlardan ölen birinin (naaşını) ASLA İZLEME (ona bağlanma); böyle birinin mezarı başında da durma. Bunlar Allah’a ve resulüne nankörlük ettiler ve yoldan sapmış olarak ölüpgittiler.”
Demek ki bize yasaklanan münafığın mezarı başında durmak ve ona tasliye ala yapmamak.
Diyorlar ki:
“09:103 Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlara BAĞLAN / İRTİBATA GEÇ. Çünkü senin BAĞLANTIN /SÖYLEVİN onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.”
Son derece kuru ve içerikten yoksun bir çeviri.
Diyorlar ki:
“29:45 (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve BAĞLILIĞI / SÖYLEVİ GERÇEKLEŞTİR /AYAKTA TUT. Muhakkak ki, BAĞLILIK / SÖYLEV, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı ANMAK elbette en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.
Doğru yapılan salat tabii ki kötülüklerden alıkoyar ve bunun bir örneğini şu ayetlerde göreceğiz:”
Son derece kuru ve içerikten yoksun bir çeviri. Bakın:
Doğru yapılan BAĞLILIK / SÖYLEV, tabii ki kötülüklerden alıkoyar. Doğru yapılan bir söylev kötülükten alıkoyar mı? Peygamber çok iyi söylevci idi. Ama sahtekarları kötülüklerden alıkoyamadı.
Diyorlar ki:
“Namaz kimseye emir veremez. Allah’ın tüm resullerinin MESAJI yaymak için Allah’a karşı ahitleri (BAĞLILIKLARI) vardır ve Şuayb’ın bu BAĞLILIĞI, kavme dinlerini terk etmelerini emrediyor.
11:87 Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana BAĞLILIĞIN mı emrediyor?”
Peki, bağlılık emredebilir mi? Başkasının çelişkisine dikkat çekerken, kendi çelişkisi konusunda körleşmek niye?
Diyorlar ki:
“Dediğimiz gibi dua korunamaz ancak BAĞLILIKLAR korunabilir.
70:34 BAĞLILIKLARINI koruyanlar;”
Bağlılık nasıl korunur?
Diyorlar ki:
“Kişi namazını nasıl ziyan edebilir / kaybedebilir ya da yitirebilir? Gelen nesil yaptıkları ahdin BAĞLILIKLARINI yitirdiler ve artık Allah’ın emirlerine ve kendilerine indiriline değil kendi nefislerini izlediler.”
Es-salatı bozdular (ida’a). Meryem, 59 Salatı, bağlılık ve izlemek diye anladıklarına göre, şimdi bu ahdin bağlılığını nasıl bozdular? Hangisi? Bağlılık mı, ahdin bağlılığı mı? Kur’an’da zaten ahdin bağlılığı diye bir kullanım var. Ahitlere bağlı kalınız. (VA AVFÛ Bİ’L AHDİ). İsra, 34 Demek ki Kur’an’da ahde bağlılık diye farklı bir kavram zaten vardır.
Diyorlar ki:
“08:35 Onların sistem içindeki BAĞLILIKLARI (yaptıkları) da ıslık çalma ve nefretten / hiç hoşlanmamadan başka bir şey değildir.”
Peki, bu anlam, daha mı anlamlı?
Diyorlar ki:
“33:43 Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için ÜZERİNİZE ( VAHİY YOLUYLA ) BAĞLANAN ( yusalli aleyküm ) O’dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.”
Allah mı, insanlara bağlanıyor?
Diyorlar ki:
“108:01-02 Kuşkusuz Biz sana BOLLUK verdik. Bu nedenle KENDİNİ RABBİNE ADA ve (bu bolluktan) BAĞIŞTA BULUN.”
Bağlılık, kendini adamaya dönüştü.
Diyorlar ki:
“4.142 Şu bir gerçek ki, ikiyüzlüler hileler düzerek Allah’ı aldatmaya uğraşıyorlar. Ama Allah da onları aldatıyor. Onlar (savaş belki de söylev için) BAĞLILIĞA / YÜKÜMLÜĞÜĞE DURDUKLARINDA tembel bir halde dururlar, insanlara gösteriş yaparlar. Onlar Allah’ı çok az hatırlarlar.”
Bağlılığa durmak da ne demek? Sık sık başkalarının çelişkileriyle vakit kaybedeceklerine söylediklerini, kitabın ayetlerini zorlamaya gitmeden “min” (den) gibi edatlara bile dikkat ederek anlamlandırmaya çalışsalardı, belki kendilerine iyilik ederlerdi.
Diyorlar ki:
“Görüldüğü üzere BELLİ BİR ZAMAN DİLİMİNİN GEÇTİĞİ namaz (?) emirleri istisnasız hep YALNIZCA peygamberimize verilmiştir. Nasıl aşağıdaki ayetlerin tüm inananlar için olduğunu iddia edemezsek yukarıdaki ayetlerin de inananlara gönderildiği söyleyemeyiz.
33:45 Ey peygamber, Biz seni hakka bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir gocundurucu (uyarıcı) olarak gönderdik.
05:67 Ey şanlı Peygamber, sana Rabbinden her indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Emin ol, Allah, kafirleri muratlarına erdirmeyecektir.
68:04 Ve herhalde sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.”
Madem ki tebliğ görevi sadece Peygamber’e verilmiş, buralarda neden zaman kaybediyorlar ki! Maalesef burada iyi niyet sezemiyoruz.
Diyorlar ki:
“17:78 Güneşin kaymasından, gecenin kararmasına kadar bağlantıyı / söylevi yerine getir; bir de kıraatiyle seçkin olan sabah söylevini / bağlantısını; çünkü sabah Kur’an’ı gerçekten şahitlidir.”
Peygamber sabah akşam nutuk mu çekiyordu?
Diyorlar ki:
“Yukarıdaki ayetten gördüğümüz gibi Hz. Muhammed salatta Kuran okuyordu. Kimse namazında Allah’ı zikretmiyor / anmıyor; dualarını çabucak anlamadan okuyup bitiriyor.”
Bunu kendileri için veya tanıdık sınırlı çevreleri için söyleyebilirler. Kimse bunu yapmıyor derken, hadlerini aşmaktadırlar. Allah’tan başka hiç kimse herkesin ne yaptığını bilmiyor.
Diyorlar ki:
“73:02-04 (Ey Peygamber) gece kalk, pek azı hariç, yarısı, yahut ondan biraz eksilt (yarısından az kalk) veya artır (buna ilave et, yarısından ziyade kıl) ve Kur’an’ı ağır ağır, güzel güzel oku!
PEYGAMBERİMİZ akşam bağlantısını / söylevini yerine getirirken Kuran’ı ağır ağır okuyacak, BİZ DEĞİL. Mesajı aldıktan sonra ayetleri tekrar tekrar okumanın ne anlamı var?
Allah neden böyle bir şey yapmamızı istesin? Hz. Muhammed mesajı yaymaya çalışıyordu normal olarak da Kuran’ı her gün farklı simalara okuyordu.”
Onlara söylenmediğine göre niyetleri ne acaba?
Diyorlar ki:
“17:110 DE Kİ: “Allah deyin, Rahman deyin; hangisini derseniz, hep O’nundur, o en güzel isimler. Bununla beraber namazında ( Bİ SALATİKE = İKİNCİ TEKİL ŞAHISA HİTAP EDİYOR ) çok bağırma, çok da gizleme; ikisinin arası bir yol tut.
Namazını bağırarak kılan var mıdır? Niye böyle bir uyarı gereği duyulmuştur? Neden ayette yine sadece Peygamberimize seslenilmiştir? Bu ayet de Hz. Muhammed’in konuşma (salât) yaptığının bir kanıtıdır ve sesini fazla yükseltmemesi istenmektedir.
04:103 Korku halindeki bağlılığı (SEFERİ -önceki ayetlerde dua edilmiyor sefere çıkılıyor) tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Güvene erdiğinizde, bağlantıyı / söylevi gerçekleştirin. Bağlantı / söylev, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
Vakitleri belirlenmiş dediği için bu bağlılık 11:114 ve 17:78’de emri geçen söylevdir.
“Kitaben mevkuten”, “zamanlı / periyodik kitap / kural / emir” demektir. Bu da bu anlamı doğruluyor. En iyi anlamı “vakitleri belirli bir kitap/emir olmuştur” çevirisi veriyor. Geçmiş zamanı anlattığı gibi şimdikiyi de anlatıyor olabilir. Sadece o zamanda değil günümüzde de hükmünün geçerli olduğunu savunan ve belirtilen vakitlerde (11:114 ve 17:78) Kuran okuyan Kuran’cılar olsa da bence Hz. Muhammed sağ olmadığından ve söz konusu ayetlerde ona hitap edildiğinden benim bu konu da fikrim farklı ve bu ayetleri hükmü geçmiş olarak görüyorum.”
ACABA KAÇ AYETİ DEVREDIŞI BIRAKMAYI DÜŞÜNÜYORLAR?
Salat bize değil, Peygamber’e emredilmiş diyorlar. “Bu konu da fikrimiz farklı ve bu ayetleri hükmü geçmiş olarak görüyoruz” ifadelerinde görüldüğü gibi, Sünnilerin izinden giderek onlar da ayetleri geçersiz kılmaya(neshetmeye) başlıyorlar. “Sen” diye geçen ayetleri ıskalamaya ve devre dışı bırakmaya kalkarlarsa, kitabın önemli kısmını gözden çıkaracaklar demektir. AKILLARI SIRA HER TÜRLÜ YÜKÜMLÜLÜKTEN VE ŞEKİLDEN KAÇIYORLAR. Oysa hayatları boyunca en çok önem verdikleri şey, şekildir. İnsanları bir konuda kınayanların, küçümseyenlerin en çok konuda çıkmaza düştükleri yadsınamaz bir gerçektir.
Diyorlar ki:
“5:6 ayetinde “iza kuntüm iles salati (namaza durduğunuzda) sözü önemlidir”
AYETİ YANLIŞ OKUYORLAR: İza kuntum değil, “izâ kumtum” olmalıdır.
Diyorlar ki:
“Bu ayetlerde de yine söylev / bağlantı için iştirak kuralları verilmiştir. Allah söyleve katılanların temiz olmasını ve ne dediği bilir durumda olmasını istemektedir. Çünkü sarhoş olarak söyleve katılan kişi Allah’ın sözlerini anlamakta güçlük çekebilir veya onları alaya alabilir. Bu hadiseden önce elleri, yüzü, vs… yıkamak da zihni açmak ve algılamayı kolaylaştırmak içindir yoksa kişinin ne dediğini bile bilmeden papağan gibi tekrarlayacağı birkaç dua için böyle bir şeyin istenmiş olmasının elle tutulur bir yanı yoktur. Bir başka dikkat edilecek husus ayetin “sarhoşken namaz kılmayın” değil “namaza yaklaşmayın” demesidir.”
Söyleve katılmanın yüz, kol temizliği ve başı sıvazlamayla ne ilgisi var? Tamamen çarpıtma!… Ne dediğini bilmeden papağan gibi tekrarlama konusu sanırım bu foruma sırıtmaktadır. Burada yazanlar zaten bunu savunusunu yapmamaktadırlar.
Diyorlar ki:
“SALLAYIN BAKALIM
Aşağıdaki tabloda çevirmenlerin salat konusunda nasıl köşeye sıkıştığını ve cümlelerin anlam bütünlüğünü bozmamak için nasıl daldan dala sıçradıklarına tanık olacaksınız:”
Bu ne biçim üslup!
Diyorlar ki:
“Ve yehırrune lil ezkani yebkune ve yezıdühüm huşua
17:109 Ağlayarak çeneleri üstü düşerler; o onların huşûunu arttırır.”
Bu ayette “üzerinde” anlamına gelen “âlâ” edatı değil, “için” anlamına gelen “li” edatı kullanılmıştır. “Li” edatı “için” veya “yönelik” demektir. Hem sonra birisi Allah’a çenesini göğsüne düşürerek, diğeri yere kapanarak yapıyorsa, biz bunun şirk olduğunu hangi kanıta dayanarak söyleyebiliriz? Nitekim Hıristiyanlar buna benzer bir secde yaparlar.
Diyorlar ki:
“02:144 Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye (yöne / odak noktasına) seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i Haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir”
Peygamber, bu ayet ininceye kadar politeist bir inanca /yöne /odak noktası(kıbleye) mi sahipti?
Mescit geçen ayetlere, itaat davranışını monte edin bakalım, anlam ne kadar geliştirici? Mescid itaat demekse, itaat ne demektir?
Türkçe ‘de “Yüzümüzü Batı ‘ya çevirmeliyiz” derken, buradaki yön ve yüz neyse kıble odur. Kimisi yüzünü Batı’ya, kimisi Doğu’ya, kimisi sevgilisine çevirir. Onlar da ideolojisine yandaş oldukları düşünceye, kimden alkış bekliyorlarsa yüzlerini o yöne çevirmişlerdir.
Diyorlar ki:
“GELENEKSEL NAMAZ ALLAH’LA DALGA GEÇMEKTİR
Geleneksel namaz şöyle kılınır:
1. İlk önce abdest alınır (Abdest kelimesi de namaz kelimesi gibi Farsça’dan dilimize girmiştir) ve Allah’a hangi namazı kılacağınız hatırlatılır!
2. Taştan yapılmış idola dönülür. Japonya’daysanız Batıya, İngiltere’deyseniz Doğu’ya dönmeniz gerekir.”
Çoğu insanın namazın özünden bihaber olduğu doğrudur. Ama onların yaptığının Allah’la dalga geçtiğini söylemek olduğunu söylemek de haksızlık!
1)Abdest gibi sözcüklere takılmaya gerek yok. Hem şekillerle dalga geçiyorlar, hem şekillere takılıyorlar. Eksik veya fazla bir temizlik faaliyeti var ortada.
2)Kabe’de doğaüstü bir güç olduğuna inanan zaten onu putlaştırmıştır. İnsanların yalnızca Allah’a dua etmesi istenmiştir. Kimisi ellerini yukarı kaldırabilir, gökyüzünü kıble yapabilir, kimisi Kudüs’e yönelebilir, kimisi Kabe’ye. İnsan şekilsel bir varlık olduğu için yüzü her zaman bir yerlere dönüktür. Allah da Kur’an’ın vahyedildiği yer olan bölgeye dönülmesini istemiştir. Oraya kutsallık yakıştırmayı değil. Çünkü kutsal olan sadece Allah’tır.
Diyorlar ki:
“Allah’ın Kuran’da 99 tane güzel ismi geçmektedir”
Bu tamamen bir geleneksel bir bakıştır ve doğru değildir, ne taraftan sayarsan say Kur’an’daki isimler 99 değildir.
Diyorlar ki:
“Allah’u Ekber! denir. Yani Türkçe’siyle Allah daha büyüktür / en büyüktür! denir ve daha sonra anlamasanız da Kuran’daki bazı sûreleri tekrarlamanız gerekir.”
Sözcüklere takılıyorlar. Örneğin bazıları ekberi kullanmazlar. “Allah, kebir”, “Allah büyüktür” derler. Bu kullanım daha doğrudur. Ayrıca insanların bu kullanımından bir karşılaştırma (daha büyük, en büyük) yaptığını düşünmek gerçekçi değildir. Burada aslolan özdür, anlamdır. Bu bir inanç farklılığı değildir. Bu farklılık, ilkesel bir konu gibi ele alınmaz. Bunun yeri de burası olmaz.
AYRINTILARI İLKESEL FARKLILIK GİBİ SUNANLAR SLOGAN ATMAKTADIRLAR.
Diyorlar ki:
“KULLUK ETMEK NE DEMEKTİR”
Kulluk konusunu yaklaşık bir sayfa yazıya sığdırırken, namaz konusuna onlarca sayfa ayırmaları dikkat çekici. Oysa varoluş amacı, kulluk idi. İnsanlar en çok bu konuda hata yapıyorlardı. Demek ki bu konuyu eksik-yanlış anlıyorlardı. Dinlerinde, İslamlıklarında samimi olanlar, Kur’an’ın birinci dereceden önemli konusunu yine birinci dereceden görür ve ona o ölçüde vakit ve yer ayırırlar. III. Dereceden bir konuya I. derecedenmiş gibi yaklaşan kişiler, o Kitabın ana mesajını anlamamışlardır veya slogan atmakta, uçmaktadırlar. Ne zaman yeryüzüne inerlerse daha sağlıklı konuşma olanağı bulacağız demektir.
Diyorlar ki:
“02:125 Ve biz sistemi (evi) insanlar için bir kazanç/ödül yeri ve güvenli bir yer kıldık. Ve (Rabbine) bağlı / kendini adayan İbrahim’in makamından bir yer edinin. İbrahim ve İsmail’e “Sistemimi (evimi) ziyaret edenler, sadık kişiler ve boyun eğip itaat edenler için temiz tutacaksınız” diye emretmiştik.”
Sistem nasıl ödül yeri oluyor ve sistem nasıl ziyaret ediliyor?
Diyorlar ki:
“22:26 Ve İbrahim için SİSTEMİN KONUMUNU saptamıştık: “Bana birşeyi ortak koşma;ziyaret edenler (sistemi bulanlar), sebat edenler (bakınız sayfa 33), tevazu gösterip itaat edenler için SİSTEMİ temiz tut.”
Sistemi bulanlar için temiz tutmak, daha mı anlamlı?
Diyorlar ki:
“Bazı sapık çevirmenler Allah’a iftira atmak pahasına cariye görüşünü HÜKÜMSÜZ bırakacağından olacak ayeti eşleri VE ellerinin altındaki cariyeler hariç olarak çevirmişler. Düşünemedikleri şey ise ayette belirli bir cinsiyetten (erkekten) DEĞİL her iki cinsiyetten (ONLAR DİYE) bahsetmesidir!”
Cariye diye çevirmek, sapık olmak için yeterli bir neden mi? Yoksa aklı kullanmamak, yanlış yapmak mı?
17İsra/36- Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.
İnsanlarla alay edeceklerine, kendi iddialarını kanıtlasalar daha ahlaki davranmış olacaklardır. Müslümanlar Allah’ın öğrettiği dualarla, O’nun kendisini nasıl anılmasını istediyse işte o yolla Allah ile yakınlaşmak istiyorlar. Çünkü Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed öyle dua ettiler, O’nu öyle andılar. Müslümanlar da onları örnek alıyorlar.
Suçlama durumunda ispat, iddia sahibine gerekir. Şekle karşı çıkıyorlar, oysa özün ne olduğuyla ilgili değiller.
BAZI AYETLERİN ARTIK GEÇERSİZ OLDUĞUNU İDDİA EDİYORLAR. Basit ve formel hataları dağa çeviriyorlar. Dağ gibi duran putlaştırmaları göremiyorlar. Reddettikleri ayetler yerine yeni kalıplar sokmaktadırlar.
“Hadisçi, gelenekçi, putperest Müslümanlar” nasıl oluyor diye sorulmuştu?
Allah, “Müslüman” sözcüğünü daima olumlu anlamda kullanmıştır.
Müslümanlar ne Kur’ancıdırlar, ne de Sünnetçi.
Kur’an sık sık şirke vurgu yaparken onlar kınadıkları gelenekçi kesim gibi şekillerde takılıp kalmaktadırlar.
Kur’an; Fizik, Kimya veya Biyoloji kitabı değildir. Onda, bilgiler konu konu verilmez. Bir mozaik gibi konular içiçe girmiştir. Salat sözcüğünü, Kur’an’ın değişik yerlerine biz değil Allah serpiştirdi.
*************************0000000000000000******************************
KONU: KIBLE
Kıble konusundaki ayetler, esasında Bakara 125’ten başlamaktadır.
1-Allah, Ev (beyt)’i, insanlık için sevaba götürecek bir toplantı yeri ve güven yeri kıldığını bildirmiş ve orada Allah elçisi İbrahim’in makamının namaz kılma yeri olarak görülmesini istemiştir. Ayrıca aynı Ev’in her türlü maddi ve manevi pisliklerden arındırılmasını, putlaştırmanın önüne geçilmesini istemiştir. Bu arındırma işine Kabe’nin ve Haceru’l-Esved’in putlaştırılması da dahildir. Ki böylelikle hac /tavaf yapanlar ve namaz (âkif, ruku ve secde) kılanlar, putlaştırılan nesnelere alet olmasınlar, onlar da böyle bir oyuna gelmesinler.
وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (١٢٥)
Bakara 125- Biz Beyt’i (Ka’be’yi) insanlara sevâp kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrâhim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmâ’il’e: “Tavaf edenler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temizleyin!” diye emretmiştik.
2-Elçi İbrahim’in sözünü ettiği bu Ev’den amaç, o şehirde (beled) olan evdir. Bu yüzden İbrahim, bu kenti güvenli kılması ve iman edenlere ekonomik sıkıntılara karşı yardım etmesi için Allah’a dua etmiştir. Allah ise, tanrı karşıtlarını bile bir süre geçindirebileceğini, ama sonuçta cezalandıracağından söz etmiştir.
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـَذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (١٢٦)
Bakara 126- İbrâhim demişti ki: “Rabbim, bu şehri güvenli bir şehir yap, halkından Allah’a ve âhiret gününe inananları çeşitli ürünlerle besle!” (Rabbi) buyurdu: “İnkâr edeni dahi az bir süre geçindirir, sonra onu cehennem azâbına (girmeğe) zorlarım, ne kötü varılacak yerdir orası!”
3-Güvenliği için dua edilen bu kentte Ev (beyt)’in temellerini yükseltirken, Allah’ın kabul etmesi ve yaptığı işin hayra vesile olması yönünde İbrahim’in önceki duasını tekrarladığını görmekteyiz.
وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (١٢٧)
Bakara 127- İbrâhim, İsmâ’il’le beraber Ev’in temellerini yükseltiyor: “Rabbi’imiz, bizden kabul buyur, kuşkusuz sen işitensin, bilensin.”
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ إِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (١٢٨)
Bakara 128- “Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar; bize ibâdet yerlerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. Sen!”
4-Müslümanların önceden bir kıbleye döndükleri görülmektedir. Allah buna cevap olarak, belli bir kıbleye dönmenin dinin temel değişmezleri arasında yer almadığını bildirmiştir. Sonuçta ne tarafa dönülürse dönülsün temel gerçeğin (hidayet üzere olma gerçeğinin) değişmediğini buyurmuştur.
سَيَقُولُ السُّفَهَاء مِنَ النَّاسِ مَا وَلاَّهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُواْ عَلَيْهَا قُل لِّلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ يَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ (١٤٢)
Bakara 142-İnsanlardan bazı beyinsizler: “Onları, üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Allâh’ındır. O, dilediğini doğru yola iletir.”
5-Kıble’nin temel değişmezler (ilkeler) arasında yer almadığını, ancak bu yolla gerçekten vahyi ve Allah elçisini izleyenlerle bu konuda çark edenlerin ortaya çıkarılmasını amaçlayan bir deneme olduğunu hedeflediği görülmektedir. Nitekim önceki inananlarla sonra gelenler arasında yöntem (mensek) farklılığı vardır-22/34 Çünkü mensek, Allah dininin temel değişmezleri arasında yer almamaktadır. Keza, önceki peygamberlere emredildiği veya yasaklandığı halde, sonra gelenlerde farklı uygulamaların olmayışı da böylesi konuların Allah dininin temel ilkeleri arasında olmadığını ortaya koymaktadır.
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ (١٤٣)
Bakara 143- Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şâhid olasınız. Elçi de size şâhid olsun. Biz, Elçi’ye uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, daha önceden yöneldiğini kıble yaptık. Bu, Allâh’ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allâh sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allâh, insanlara şefkatli, merhametlidir.
6-Allah elçisinin zaman zaman kesin kıble tayini konusunda bir beklenti içinde olduğunu görmekteyiz. Çünkü insan dua ederken veya namaz kılarken, yüzünü bir yerlere çevirme gereği hisseder. Her düşüncenin, ideolojinin ve dinin doğuş yeri bu anlamda kendisi için merkezi bir önem taşır. Allah, Müslümanlardan Kabe’ye değil, Mescid-i Haram’a yönelmelerini istemiştir. Mescid-i Haram, Kabe’nin de içinde yer aldığı o bölgenin adıdır. İbrahim’in güvenli kılması için dua ettiği geniş bir alandır. Kur’an’ın hiçbir ayetinde doğrudan doğruya Kabe’ye yönelin diye ifade yoktur. Eğer Allah kabe’ye yönelin demiş olsaydı, sapkın iddia sahiplerinin yanı sıra onu putlaştırma eğiliminde olan insanların da elinde bir kulp olacaktı. Nihayetinde Kabe, elbette bir taş yapıdır, bir binadır ve insan yapımı bir binadır. Haceru’l-Esved de bu gezegene ait bir taştır veya göktaşıdır. Bu, onun taş olduğu gerçeğini göz ardı etmez. Allah müslümanlara taşa veya taş yapıya yönelin demek yerine Mescid-i Haram’a doğru yönelin demiştir. Bu, boşuna değildir. Hem Mescid-i Haram’a yönelin dememiş, o tarafa (şatr) yönelin demiştir. Bu da anlamsız ve boşuna bir kullanım değildir. Böylelikle Kabe’yi putlaştırmanın önüne geçilmek istenmiştir. Ne var ki putlaştırma eğiliminde olanlar, sadece Kabe’yi değil türbeleri de putlaştırmışlardır.
قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ (١٤٤)
Bakara 144 Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu görüyoruz. Elbette seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Nerede olursanız, yüzlerinizi o yöne çevirin. Kitap verilenler, bunun Rableri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allâh onların yaptıklarından habersiz değildir.
7-Allah Kitap verilenleri Müslümanların kıblesine uymadıkları için değil, hevalarına uymalarından dolayı kınamıştır. Çünkü kıble konusu, şirkin, yalanın ve cinayetin yasaklığı veya namazın, orucun, haccın ve zekatın emri gibi İslam’ın temel değişmezleri arasında yer almamaktadır. Örneğin oruç önceki tüm toplumlara emredilmiştir-2/183 Ancak oruçla ilgili ayrıntılar farklılık göstermiştir.
وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ بِكُلِّ آيَةٍ مَّا تَبِعُواْ قِبْلَتَكَ وَمَا أَنتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ وَمَا بَعْضُهُم بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم مِّن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ إِنَّكَ إِذَاً لَّمِنَ الظَّالِمِينَ (١٤٥)
Bakara 145- Sen Kitap verilenlere her türlü âyeti getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zâlimlerden olursun
8-Nitekim her ümmetin bir yönünün olması, bu konunun dinin asılları arasında yer almadığını göstermektedir.
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا فَاسْتَبِقُواْ الْخَيْرَاتِ أَيْنَ مَا تَكُونُواْ يَأْتِ بِكُمُ اللّهُ جَمِيعًا إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (١٤٨)
Bakara 148- Her ümmetin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayır işlerine koşun; nerede olsanız, Allâh sizi bir araya getirir, kuşkusuz Allâh, her şeyi yapabilir.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (١٤٩)
Bakara 149 Nereden (yola) çıkarsan, yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir. Bu elbette Rabbinden gelen gerçektir. Allâh, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ إِلاَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي وَلأُتِمَّ نِعْمَتِي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (١٥٠)
Bakara 150 Nereden (yola) çıkarsan yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir, nerede olursanız, yüzünüzü o yana çevirin ki, haksızlardan başka hiç kimsenin, aleyhinizde bir delili olmasın. Onlardan da çekinmeyin, benden çekinin ve (o yana dönün ki) size olan ni’metimi tamamlayayım, böylece yolu bulmuş olasınız.
9-Kıblenin namazla ilgisini Bakara 125 ortaya koyduğu gibi Yunus 87 ve Hacc 26 da ortaya koymaktadır.
وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (١٢٥)
Bakara 125 Biz Beyt’i (Ka’be’yi) insanlara sevâp kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrâhim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmâ’il’e: “Tavaf edenler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temizleyin!” diye emretmiştik.
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَن تَبَوَّءَا لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُواْ بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Yunus 87-Biz Musa ile kardeşine şöyle vahyettik: «Kavminiz için Mısır’da birtakım evler hazırlayın ve evlerinizi kıbleye karşı yapın ve namazı kılın ve müminlere müjde verin.»
وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Bir zamanlar Kâbe’nin yerini İbrahim’e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) duranlar, ruku edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.
10-Kur’an’da secde etmek somut ve soyut anlam ifade etmektedir. Adem’in secdesi yelkenleri suya indirmek anlamında bir teslimiyet göstermektir. Ayetlere karşı tavır da böyledir. Secde suresi, 15
Somut secde ise kişinin eğilebildiği kadar bir yere eğilmesi veya yere kapanmasıdır. Örneğin secdenin sözlük anlamı olarak; ağaçların gölgelerinin yere secde etmeleri gösterilmiştir. Gölgenin secdesi, gölgenin yere değmesidir. Gölgenin hareket etmesi, ağacın elinde olan bir durum değildir.
وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلالُهُم بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ
Ra’d 15-Oysa göklerde ve yerde kim varsa ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a secde ederler.
11-Namazda secde, İsra suresi, 107 ‘de bildirilmiştir. İsra suresi, 107-110 arası dikkatle okunursa namazla ilgisi kurulur. Ne var ki “çeneleri üstüne secde” çevirisi, meallerde yaygın olunca bu konuyu istismar etmek isteyenlerin ellerine malzeme geçmiş, onlar da bu konuyu kullanmışlardır. İsra suresi, 107’de hangi ifadeler kullanılmaktadır.
YAHIRRÛNE Lİ’L-EZKÂNİ SUCCEDEN
YAHIRRÛNE: Eğilirler
Lİ’L: İçin, yönelik (Ne yazık ki bu ifade çarpıtılmıştır. “Li” edatı Arapça’da, İngilizce’deki “for” edatının karşılığıdır. Oysa bu sanki “Li” değil de, “alâ” edatıymış gibi çevrilmiştir. Oysa Arapça’da “alâ” edatı, İngilizce’deki “on” edatına denk gelmektedir. Böyle çeviri sonucu, “alnın üzerine değil de çenelerin üzerine secde etmek” gibi bir anlam doğmuştur. Oysa ayetin orijinalinde “üzerinde” değil, “için” geçmektedir.
-EZKÂNİ: Çeneler
SUCCEDEN: Secde edenler
قُلْ آمِنُواْ بِهِ أَوْ لاَ تُؤْمِنُواْ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ سُجَّدًا
İsra 107- De ki: İster ona (Kur’ân’a) inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanırlar.
Sonuç olarak şu söylenebilir ki insan hem somut hem de soyut yönü olan bir varlıktır. Allah’ın buyruklarının da hem somut hem de soyut yönü vardır. Temel değişmezler, İslam’ın olmazsa olmazlarıdır.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi namazın ve haccın da özü ve biçimsel yönü vardır. Daha doğrusu tüm insanların yaptıkları her işin, her eylemin bir özü bir de şekli vardır. Özden veya biçimden yoksun bir olay eksiktir. Dua, zikir, şükür, tefekkür işin özüdür. Dua eden ve namaz kılan bir insanın bir duruşu, giyimi, ses tonu, döndüğü yönü ve kullandığı cümleler vardır. Tüm bunlar, birer biçimdir.
İçerik, temel belirleyicidir.
İçeriksiz biçim, biçimsiz içerik olmaz
Yanlış biçim, içeriğin hızını kesebilir.
Biçimi oluşturan içeriktir. Biçimi üreten içeriktir. Kabuk, içeriğin bir ürünüdür.
Bilim biçimden içeriğe, din içerikten biçime doğru gider.
Biçim, içeriği etkiler; gelişimini hızlandırır veya engeller.
Birbirinden bağımsız içerik ve biçim, yetersizdir. Hem birbirlerinden ayrı, hem de ayrılmazdırlar.
Kabuğu sorunlu cevizin içi sağlamsa, yenilebilir. İçi çürük, kabuğu sağlam bir ceviz hiçbir işe yaramaz.
Çürük, döküntü kaporta ve sağlam motorla araba gider; ancak sağlıklı biçimde arabadan yararlanamayız.
Motor üzerine, uygunsuz geniş kaporta arabanın hızını keser.
*************************oooooooo*******************************
posted on Kasım 4th, 2010 at 10:43
posted on Kasım 13th, 2010 at 04:31
posted on Aralık 26th, 2011 at 13:09
posted on Aralık 26th, 2011 at 13:13
posted on Aralık 28th, 2011 at 14:37
posted on Aralık 31st, 2011 at 05:06