Melek_İslam Ansiklopedisi
MELEK
Allah’ın emirlerine tanı itaat eden iyi nitelikteki ruhanî varlıklara verilen ad.
Melek kelimesi (çoğulu melâike) Ugaritçe, Habeşçe, İbrânîce ve Arapça gibi Sâmî dillerde bulunan göndermek” anlamındaki “Pek” kökünden olup “haberci, elçi; güçlü kuvvetli, tasarrufta bulunan, yöneten” mânalarına gelmektedir. Kelime Grekçe’ye aggelos (angelos), Latince’ye angelus, nuncius (elçi) ve legatus (mesajcı). Batı dillerine ange (Fr.), angel (İng.) ve engel (Alm.) şeklinde geçmiştir. İbrânîce malanın (mal’akh) Sanskritçe’deki karşılığı angiras (ilâhî ruh), Pers dilindeki karşılığı angarostur.
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi vahye dayanan dinlerde Tanrı ile insan arasındaki mesafe vurgulanarak ilişki kurma fonksiyonu meleklere yüklenmiştir. İnsanla tanrılar arasındaki mesafeyi daha da azaltan politeist dinler, kitabî dinlerde meleklere yüklenen fonksiyonu beşerî varlıklar olarak tasvir ettikleri ilâhlara vermiştir. Monistik dinlerde ise insanla tanrı arasında mesafe bulunmadığı için melek türü aracıların rolü iyice azaltılmıştır. Bununla beraber insanların ilâh ve ruhlarla ilişkilerinde etkin olan, meleklere benzer birtakım ruhanî varlıkların mevcudiyeti inancı bütün dinlerde vardır. Ruh, melek, cin, şeytan gibi isimler verilen bu varlıkların benzer yönleri olduğu gibi farklı özellikleri de bulunmaktadır. Melekler güçlerini daha üstün bir kaynaktan alan, dolayısıyla bağımsız olmayan, görevlendirilip yollanan, kendilerini gönderen yüce kudretle gönderildikleri insanlar arasında aracı olan iyi nitelikteki ruhanî varlıklardır.
Kuvvet ve derece açısından büyük ilâhlardan daha aşağı bir statüde bulunmakla birlikte insanı iyi veya kötü yönde etkileme gücüne sahip olan, dolayısıyla iyi veya kötü diye nitelenen bazı varlıkların mevcudiyeti inancı çok eski zamanlardan beri çeşitli dinlerde vardır. Bu aracı varlıkların bazısı mahallî ilâh olarak algılanıyor, bazıları büyük tabiat güçleriyle aynîl eştir iliyor, bir kısmı da yukarı veya aşağı dünya ile alâkalı faaliyet gösteriyordu. Öte yandan politeist dinlerdeki büyük tanrıların daha aşağı seviyedeki bu varlıkları elçi, görevli ve haberci olarak kullandığına da inanılıyordu. Semavî elçi kavramının menşei Yakındoğu’nun en eski putperest dinlerine kadar gitmektedir. Meselâ Mezopotamyalı ve Hititli her büyük ilâh, derece itibariyle kendisinden daha aşağıda bulunan bazı elçilere (sukkaliu) ve taht taşıyıcılarına (guzallu) sahipti. Bir kısım Hitit metinlerine göre ana tanrıçanın emrinde elçilik yapan iyilik ve kötülük melekleri bulunmaktaydı. YahudilikteRabbin meleği elçilik görevini ifa etmekte, Hıristiyanlık’ta ve İslâm’da melekler Meryem’e îsâ’yı müjdelemekte ve İslâm’da ilâhî vahiy melek aracılığı ile peygambere iletilmektedir. Meleklerin bir diğer vasfı koruyuculuk görevidir. Onların herkesi koruyup kollaması, çocukları gözetmesi. insanın mutlu olmasına yardımcı olması söz konusudur. Sümerler Lamma (Udug) adı verilen ve insanları koruyan bir varlığa inanıyorlardı.
Bâbil dininde hem melekler hem cinler vardır. Bâbil’de ve Asur’da tanrılarla insanlar arasında sürekli bir ilişki kurulmaktadır. Her ferdin kendisine ait, biri önden, diğeri arkadan yürüyen veya biri sağında, diğeri solunda olan iki koruyucu meleği bulunur. Şedu ve Lamassu denilen, kanatlı boğa şeklinde tasvir edilen, sarayların ve mâbedlerin girişlerinde bekçilik yapan cine benzer varlıklar mevcuttur.
Sümer çağında da bu tür varlıklar iyi ve kötü cinler olarak bir ayırıma tâbi tutulmuş, birincilerin insanları koruduğuna, ikincilerin insanlara kötülük yaptığına inanılmıştır. Kötü cinler diye bilinen bu ruhanî varlıklar daha sonra kötü melekler veya şeytanlar olarak kabul edilmiştir. Mâna itibariyle cin, melek ve şeytanın her üçünü de kapsayan bu varlıklar yedi gruba ayrılmıştır. Ayrıca Lilû, Lilîtu ve Ardat Lili isimleriyle belirtilen üçlü bir grup daha vardır ki bütün bunlar Bâbil, Asur ve Sümer dinlerinde mevcut olan, görevleriyle tanıtılmaya çalışılan, cin, melek veya şeytan diye yorumlanan görünmez varlıklardır.
Semavî olayların mitolojiyle yorumlandığı en eski çağlarda bereketli yağmur getiren bulutların insan muhayyilesinde yağmur rahmet meleği şeklinde “iyi anzu / anka”, felâket getiren fırtına bulutlarının da “kötü anzu / anka” motiflerini doğurduğu, Sümer menşeli bu efsanenin en az beş bin yıllık bir zaman dilimi içinde bütün Ön Asya’ya ve İran üzerinden Orta Asya’ya, Güney Sibirya’ya ve Hindistan’a kadar çok geniş bir bölgeye yayılıp günümüze kadar yaşadığı belirtilmektedir.
Zerdüştîlik’teki en eski Zend Avesta metinlerinde Ahura Mazda’nın yanında Ameşa Spenta (kutsal ölümsüzler) denilen altı başmeleğin bulunduğu belirtilmektedir. Bunlar Vohu Mânân (iyi düşünce), Aşa Vahişta (en İyi hakikat). Spenta Arma-iti (itaat), Khşatra Vairya (arzu edilen egemenlik), Haurvatat (mükemmeliyet, bütünlük ya da sağlıklı olmak) ve Ameretat’tır (ölümsüzlük). Meleklerin tabiat olaylarını kontrol eden ruhlarla aynı sayılması Zerdüştîlikte “Fravaşi” (koruyucu ruh) ve “Yazata” kavramlarıyla tam olarak uyuşmaktadır. Meleklerin, insanlara şefaatçi olması ve onları kötülüklerden uzaklaştırması fikri Avesta’da mevcuttur. Ahura Mazda, meleklerden oluşan ordusuyla Angra Main-yu’ya ve onun şeytanlardan (deva) oluşan ordusuna karşı savaş halindedir. Gökte Tanrı ve melekleri, yeryüzünde insanlar, yerin altında şeytan ve taraftarları bulunmaktadır. Meleklerin temel görevi Tanrı ile insan arasındaki mesafeyi birleştirmek, İlâhî planı, irade ve kanunu bildirmektir. Avesta’da Angra Mainyu kötü, Spenta Mainyu ise iyi ruh rolündedir.
Hinduizm, Budizm, Konfüçyüsçüiük, Jainizm gibi dinlerde insana vahiy getiren meleklerden ziyade kötülük simgesi varlıklara inanç yaygındır. Hint dinlerinde semada ikamet eden ve ölümlülere görünmeyen “devalar ve “asura” adı verilen kötü güçler vardır. Hintliler’in varlıklar hakkındaki sınıflama ve açıklamalarının karışıklığından ve düzensizliğinden yakınan Bîrûnî deva denilen melekler, bunların bulunduğu yerler ve bunlarla ilgili diğer varlıklar hakkında bilgi verdikten sonra meleklerin başkanının Mahadeva olduğunu, deva isminin ondan geldiğini, Hintüler’e göre 330 milyon melek bulunduğunu ifade etmektedir. Hintliler’in melekler için yeme, içme ölüm ve diğer beşerî halleri caiz gördüklerini, onların bu dereceye ilimle değil ibadetle varmış olduklarına inandıklarını belirtmektedir.
Halk dini de denilen ve çok çeşitlilik arzeden mahallî inanç ve uygulamalarıyla yine çok farklı şekilleri bulunan Taoizm’in oluşturduğu Çin dinlerinde genellikle değişik nitelikte ruhlardan oluşan görünmez bir dünya mevcuttur. Melek inancı özellikle mistik Taoizm’de bulunmaktadır. Shang-ch’ing denilen en yaygın mistik akıma göre Yang Hsi gökten gelen bir düzine varlık tarafından ziyaret edilmiş ve kendisine birçok kitap yazdırılmıştır. Kitapları yazdıran varlıklardan başka verilenleri muhafaza edenler de vardır.
Bütün yahudi mezhepleri meleklerin varlığını kabul etmektedir. Sadûki mezhebinin meleklerin varlığını reddettiği ileri sürülmekte ancak bu hatalı görüş onların apokaliptik öğretiyi reddetmelerinden kaynaklanmaktadır. Yahudi kutsal kitabında bilgi ve kudrette insandan daha üstün, bir olan Tanrı’ya bağlı, bir kralının maiyeti gibi O’nun hizmetinde bulunan, mesajını insanlara iletme ve iradesini yerine getirmede elçilik görevi yapan varlıklardan bahsedilmektedir. Eski Ahid’de bu varlıklar için “mal’ah” kelimesinin dışında “ilâhî varlıklar” anlamında Allah oğulları, Allah’ın veya göklerin yahut yüksekte olanların ordusu, mukaddesler, kudretliler, ilâhlar ve kullar tabirleri de kullanılmaktadır. İbn Meymûn, Eski Ahid metinlerinde geçen ilâhların Allah’ı, rablerin rabbi göklerin Allah’ı ifadelerindeki ilâh, rab ve gök kelimelerinin de “melek” mânasında kullanıldığını belirtmektedir. Çok defa melek yerine “adam” kelimesi de geçmektedir. Tekvîn’deki kıssada (32/24-25) Ya’küb ile güreşen kişi Hoşea’da (12/5) “malakh” diye anılmaktadır. Diğer taraftan Eski Ahid’de Gabriel ve Mihael gibi melekler ismen zikredilmekte, Kerubim ve Serafim gibi kanatlı varlıklardan, melek gruplarından söz edilmektedir.
Eski Ahid’in Neviîm kısmında pek zikredilmemekle birlikte diğer kısımlarda, özellikle de Bâbil esareti ve sonrasına ait Hezekiel, Zekarya ve Daniel bölümlerinde meleklerin varlığı açıkça belirtilmekte, Daniel bölümünde meleklerden ve ilk defa olmak üzere büyük meleklerin isimlerinden bahsedilmektedir. Ayrıca ölüm meleğinden de (mal’ak ha mot) söz edilmektedir.
Meleklerin yahudi kutsal kitabının esaret dönemi ve sonrasına ait bölümlerinde sık sık geçmesi Keldânî ve İran etkisini düşündürmektedir. Yahudiler, Bâbil esareti süresince Keldânîler’in ve İranlılar’ın etkisi altında kalmışlardır. Özellikle Zerdüştîlik’teki iyi ve kötü ruh fikri Yahudiliğe iyi melek ve kötü melek şeklinde intikal ettiği gibi ruhların hiyerarşik tasnifi de Yahudilikte görülen meleklerin tasnifini ortaya çıkarmıştır.
İkinci mâbed döneminde meleklerle ilgili inanç daha da gelişmiş ve girift hale gelmiştir. Bunu apokrif eserierde ve Essenîler’in yazılarında görmek mümkündür. Bu yazılarda birbirinden farklı ve çeşitli işler gören çok sayıda melek söz konusudur, bu melekler muhtelif kategorilere ayrılmış olup hiyerarşik bir yapı arzetmektedir. Ateş, rüzgâr, bulut gibi tabiat olaylarından, mevsimlerden ve yılın her bir gününden sorumlu melekler vardır. Büyük melekler olarak Uriel, Raguel, Rafael, Mihael, Gabriel, Sariel ve Jeremiel’in adı geçmektedir. Rabbinik literatürde de meleklerden bahsedilmektedir.
Mişna’da melekler hiç geçmemekle birlikte Talmud ve Midraşlar’da meleklerin yaratılışına ve tasnifine dair tartışmalar yer almaktadır.
Yahudi inancına göre melekler yaratılışın ikinci veya beşinci gününde ateşten yaratılmış saf ruhlardır. Rabbinik literatürde melekler insanlardan üstün görülmekte, ancak faziletli insanın meleklerden daha üstün olduğu belirtilmektedir. Melekler sınırlı iradeye ve ilâhî bilgiye sahip olmakla birlikte geleceği ve kıyamet saatini bilmezler. “Allah oğulları (melekler) insan kızlarının güzel olduklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar sözüne dayanılarak meleklere bir cinsiyet atfedilmektedir. Meleklerin kanatlarından ve uçmalarından bahsedilmesi onların kuvvet ve süratlerine işaret içindir. Yahudilik’te ayrıca meleklerin “menn” (kudret helvası) isimli yiyeceklerinin olduğuna inanılmaktadır. “Binlerce binler ve on binlerce on binler” ifadesiyle onların çokluğuna işaret edilmektedir. Her biri üçer sıradan oluşan üç grup melekten söz edilir. Bunlar Tanrı’ya daha yakın olan Kerûbîler, Seraflar, tahtlar; egemenlikler, gerçekler, güçler; prenslikler, baş melekler ve diğer meleklerdir.
Melekler yeryüzünden önce yaratılmıştır onlar gökte ikamet etmektedir ruhanî tabiatlı görünmez varlıklardır, insan üstü güçleri ve bilgelikleri vardır. Vizyonda göründüklerinde veya yeryüzünde görev yapmaya geldiklerinde insan şekline girer ve insan gibi konuşurlar yemek yerler. Yahudilik’te meleklerin görevlerini Tanrı’nın yardımcıları olmaları, O’na ibadet etmeleri, vahyi ve şeriatı tebliğ etmeleri, insanları korumaları, onlara yardım etmeleri. Tanrı ile insanlar arasında aracılık yapmaları şeklinde tesbit etmek mümkündür.
Yahudi kutsal kitabında iki tür melek söz konusudur. Birinci gruptakiler Tanrı’nın mesajını özel bir şahsa iletmek, peygamberi bir haberi açıklamak, ilâhî bir kararı uygulamak gibi görevleri yerine getirirler. Bu melekler yükümlü oldukları işlere göre çeşitli şekillere, çok defa da insan suretine girerler. Bunlardan bazılarının isimleri sadece Daniel kitabında geçmektedir (8/16, 10/13). İkinci grup melekler ise Tanrı’nın maiyetini oluşturmakta ve O’na hamdetmektedir. Bunlar Seraflar, Kerûbîler, Hayyot, Ruh ve Ofaniler gibi ayrı isimler taşıyan birçok alt gruba ayrılmıştır. Kitâb-ı Mukaddes sonrası dinî literatürde günahkâr meleklerden de (şeytanlar) söz edilmektedir. Apokrif kitaplarda, özellikle de Enoch’un kitabında nakledilen kıssaya göre bu melekler Tanrı’nın emrini çiğnedikleri için huzurdan kovulmuştur.
Yahudi filozofları meleklerin tabiatı ve görevleri konusunda farklı görüşlere sahiptir. İskenderiyeli Philon onları bedenleşmemiş, akıllı ve ölümsüz ruhlar olarak tavsif etmektedir. Melekler Baba’nın emirlerini çocuklarına, çocukların ihtiyaçlarını da Baba’ya iletmektedir. Abraham İbn Ezra’ya göre melekler maddî değildir, fakat yer üzerindeki bütün maddî objelerin arketipleridir. Yahudi mistisizminde önemli bir yeri olan melekler ceza melekleri, lütuf melekleri, kötülük veya hizmet melekleri gibi gruplara ayrılmıştır. Yahudilerin günlük ibadetlerinde ve bayramlarda okunan keduşah duası İşaya’da yer alan ve meleklerin Allah’ı teşbihini ifade eden metindir. Cumartesi akşamı sinagoga girerken yapılan Şalom alehem duasında insanla beraber olan iki meleğe hitap edilmektedir.
Hıristiyanlık’taki melek inancı büyük oranda Yahudilik’tekine benzemekte, bu inancın kaynağını Kitâb-ı Mukaddes metinleri ve kilise geleneği oluşturmaktadır. Yeni Ahid’de iyi ve kötü melek ayırımı yapılmakta iyi meleklerin semada ikamet edip Allah’ı teşbih ettikleri ve O’nun huzurunda bulundukları. O’nun ordusunu meydana getirdikleri, oradan yeryüzüne indikleri belirtilmektedir. Sınırlı bilgiye sahip olan melekler Tanrı’nın emirlerini insana iletmekte, insana muhafızlık yapmakta, onun kurtuluşunu istemektedirler. Onlar aynı zamanda cezalandırma aracıdır. Rüyada veya uyanıkken insan suretinde görünmektedirler. Kendi aralarında sınıflanma mevcuttur. Başmelek Mikael’in yanında tahtlar, hâkimiyetler, riyasetler ve hükümetler olarak adlandırılan gruplar ayrıca Abaddon denilen cehennem meleği ve tabiat olaylarını sevk ve idare eden melekler vardır. Hıristiyanlık’taki meleklerle ilgili doktrin, temel hedefi Mesih’in meleklerden, Mesih’in tesis ettiği yeni şeriatın da Mûsâ şeriatından daha üstün olduğunu ispatlamak olan Pavlus tarafından geliştirilmiştir. Kilise babalan meleklerden çok az bahsetmektedir.
Meleklerin duman ve ateşten yaratıldığı belirtilmekte, yaratılış zamanı ise Eski Ahid’deki “altı gün” anlayışı içerisinde değerlendirilmektedir. Bu anlayışa dayanarak kilise babaları arasında meleklerin yaratılışının dünyanın yaratılışından önce veya aynı anda ya da daha sonra olduğu yönünde görüş ayrılığı vardır. Augustin varlıklar İçerisinde ilk yaratılanların melekler olduğunu, Gennade yerin, göğün ve suların yaratılışında Tanrı’nın meleklerin yardımına başvurduğunu söylemektedir.
İnciller’de meleklerin sık sık belirli şekiller altında görünmeleri kendilerine bir beden atfedilmesine sebep olmuştur. Ancak meleklerin insanlara benzer bir bedenlerinin olmadığı kabul edilir. Eski Ahid’de mevcut, “Allah oğulları” diye nitelenen meleklerin insan kızlarıyla evlendikleri meleklerin ateş veya rüzgârdan yaratıldığı yönündeki ifadeler sebebiyle onların tamamıyla ruhanî olup olmadıkları tartışılmıştır. Bazı kilise babalarının aksine genel olarak meleklerin cinsiyetinin bulunmadığına inanılır. Hangi yolla çoğaldıkları konusunda ise bir bilgi yoktur. İnciller’de meleklerin ölümsüz olduğuna, imtihana tâbi tutulduklarına, bilgilerinin ve iradelerinin sınırlı olduğuna, kendilerine ibadet edilmemesi gerektiğine, İsa’dan aşağı, insandan üstün bulunduklarına, farklı şekillerde görülebildiklerine ve kanatlı olarak zikredilmelerinin mecazi olup bununla Tanrı’nın emirlerini çok çabuk yerine getirmelerinin kastedildiğine dair bilgiler vardır.
Meleklerin sayısı konusunda Eski Ahid’de olduğu gibi Yeni Ahid’de de “binlerce binler” ve “on binlerce on binler” sözleri geçmektedir. Yahudilikteki hiyerarşik tasnif Hıristiyanlık taraf ından da benimsenmiştir. Bu grup isimlerinin meleklerin görevleriyle alâkalı olduğu kabul edilmektedir. Yeni Ahid’de Eski Ahid’de olduğu gibi sadece Michel ve Gabriel adları anılmakta, ancak Rabbin meleği, ölüm meleği, koruyucu melekler, yedi kilisenin melekleri, kendilerinde yedi son belâ olan yedi melek, kendilerine yedi boru verilen yedi melek, iyi ve kötü melekler gibi meleklerden de söz edilmektedir. Görevleri İse genel olarak Tanrı’nın mesajlarını insanlara ulaştırma şeklinde özetlenmektedir. Hıristiyanlıkta İslâm’daki gibi özel bir vahiy meleği anlayışı yoktur. Hıristiyan kilise geleneğinde meleklerle ilgili açıklamalar hayli sınırlı olup çoğunlukla dolaylı bir şekildedir. Bu konuda IV. Latran (1215) ve 1. Vatikan (1870) konsilleri zikredilebilir.
Başlangıçta melek kültü yasaklanmış iken Yahudiliğin aksine Hıristiyanlıkta zamanla melekler bir kült objesi haline gelmiştir. Saint Augustin, tapınmak suretiyle değil sevgi ve saygı yoluyla meleklere tazimde bulunulması gerektiğini belirtmiştir. XVI. yüzyılda melek kültü gelişmiş ve Papa IV. Pİe bir kiliseyi Hz. Meryem ve yedi büyük meleğe ithaf etmiştir. Günümüzde Michel’in 29 Eylül ve 8 Mayıs. Gabrie!’in24 Mart, Rafael’in de24 Ekim’-de bayramları vardır. Hıristiyan sanatı ilk yayılışından itibaren kompozisyonlarda melekleri de konu edinmiş, statülerine göre farklı sayıda kanatlı varlıklar olarak tasvirleri yapılmıştır.
İslâm İnancında Melek.
Farklı suretlere girebilen ve duyularla algılanamayan nûrânî varlıklar” şeklinde tarif edilen melek Kur’ân-ı Kerîm’de ve tevatür derecesine ulaşan hadislerde inanç esasları arasında sayılmaktadır. Naslarda meleklerin hem özellik ve yetenekleri hem de görevleri hakkında bilgi verilmiştir. İnsanlar ve cinlerden farklı olarak nurdan yaratıldıkları nakledilen meleklerin Âdem’in yaratılışından önce mevcut bulundukları ve Allah’ın hitabına mazhar olup bizzat O’nunla konuştukları anlaşılmaktadır. Ayrıca meleklerin yiyip İçmedikleri, görevleri icabı iri cüsseli ve güçlü olabildikleri belirtilmiş, bu güçlerini temsil eden ellere ve birden fazla kanada sahip bulundukları büdirilmiştir. Âyette geçen “cenah” (çoğulu ecniha) kelimesi “uçan yaratıklar için kanat” anlamına geldiği gibi “taraf, yan, el” ve mecazi olarak “kudret” mânalarına da alınabilir. Ancak meleklere nisbet edildiğinde bu kelimenin mahiyetini ve niteliğini kesin olarak bilmek mümkün değildir. Kur’an’da ayrıca müşriklerin meleklere dişilik izafe edişleri ve Allah’ın kızları oldukları yolundaki iddiaları reddedilmiş, akaid literatüründe de onlarda cinsiyet olgusu ve ayırımının bulunmadığı vurgulanmıştır.
Meleklerin yaptığı işler arasında diğer tabiat varlıklarıyla birlikte sürekli Allah’ı yüceltme, O’na secde etme, emirlerine âmâde olup onları yerine getirme, Peygamber’e salât ve selâm getirme, müminler için dua ve istiğfarda bulunma gibi davranışlar sayılmaktadır. Kur’an’da sıkça rastlanan bu genel tasvirlerin yanında bazı meleklerin isim veya görevlerine de yer verilir. Bunların başında kendi adıyla üç defa zikredilen ve çeşitli âyetlerde “ruh” ve “resul” gibi sıfatlarla anılan, peygamberlere vahiy getirmekle görevli melek gelir. Bir âyette geçen Mîkâîl (Mîkâl) hadislerde rızık ve rahmet meleği olarak tasvir edilmiştir. Eceli gelenlerin ruhunu kabzeden meleğe âyetlerde genelde çoğul sîgasıyla yer verilmiş, bir yerde de “mele-kü’l-mevt” şeklinde atıfta bulunulmuştur. Yaygın olarak bilinen Azrail ismine ise sadece bazı zayıf hadislerde rastlanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin kopması ve âhiret hayatının başlaması sırasında sûra üflenme hadisesinden ve yeniden dirilişi haber veren bir çağırıcıdan söz edildiği halde bu işle görevli meleğin adı anılmamış, ancak hadislerde söz konusu duyuruyu yapacak olan İsrafil’in adı büyük melekler arasında sayılmıştır. Bu dört büyük meleğin dışında Kur’an’da “el-melâiketü’l-mukarrebûn” diye geçen ulûhiy-yet makamına yakın melekler vardır. Arşı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar da mukarrebîn meleklerine dahildir. Öte yandan insanların söz ve davranışlarını kaydeden ve Kur’an’da “değerli kâtipler” şeklinde nitelenen yazıcı melekler ayrıca”muakkibât” (takipçiler) “rakîbün atîd” (her an hazır gözetleyicüer) ve “hafa-za” (koruyucular) melekleri de mevcuttur. Kabirde sorgu yapan ve Münker-Nekir adlarıyla bilinen iki melek ise yalnızca hadislerde geçmektedir. Âhirette müminleri selâmlayarak karşılayacak cennet bekçilerine, cehennemlikleri tahkir edip korkutan ve on dokuz grup oldukları açıklanan görevlilere genel olarak “hâzin” (çoğulu hazene) adı verilmiştir. Cehennem bekçilerini temsil eden melek bir âyette Mâlik, cennet meleği ise hadislerde Rıdvan ismiyle geçer. Cehennem görevlileri ayrıca “zebani” olarak da adlandırılmıştır.
Türlerini ve sayılarını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği belirtilen meleklerin yaratılışında Allah-tabiat ve Allah-insan münasebetleri açısından çeşitli hikmetlerin olduğu anlaşılmaktadır. Ulviyetin ve Allah’a teslimiyetin sembolü olan melekler fizik âlemle zaman ve mekândan münezzeh ulûhiyyet makamı arasında köprü vazifesi görür. Kur’an’da yerde ve gökte Allah’ın ordularının bulunduğu ve meselâ gök gürültüsüyle beraber meleklerin de Allah’ı teşbih ettiği vurgulanırken melekler vasıtasıyla tabiatın yönetiminin Cenâb-ı Hakk’ın kontrolü altında olduğuna işaret edilmektedir. Bu sebeple melekler Allah’ın birliğinin şahitleri sayıldığı gibi O’nun mesajlarının peygamberlere ve dolayısıyla insanlara iletilmesinin de ilk elden gözlemcileridir. Dolayısıyla meleklere, özellikle de Cebrail ve Mîkâil’e düşmanlık etmek Allah’a ve resullerine düşmanlıkla eşit görülmüştür. Öte yandan melekler yeryüzünde yaşayan insanlar için dua ve istiğfar eder ve müminlerle dostluğa dayalı bir bağ kurar. Kur’an’da, Allah’a inanıp dürüst bir hayat sürenlere son nefesleri sırasında meleklerin gelip ölümden korkmamalarını, kendilerini mutlu bir hayatın beklediğini ve onların dünya hayatında olduğu gibi âhirette de dostları olduklarını ifade edecekleri belirtilir.
Allah tarafından kendilerine verilen görevleri eksiksiz yerine getirmekle yükümlü olan meleklerin günah işlemedikleri ve masum oldukları yönünde âyetlerde beyanlar bulunmaktadır. Onlar, onurlandırılmış kullar olarak söz ve davranışta Allah’ı aşmaz ve sadece O’nun emirleriyle hareket ederler. Melekler bu özellikleriyle itaatsizlik gösterebilen cinlerden ve insanlardan ayrılmaktadır. Allah’ın Âdem’i ve dolayısıyla insan türünü yaratacağı yolundaki beyanına meleklerin itiraz etmesi onların Allah’a itaat yükümlülüklerine aykırı gibi görünüyorsa da müfessirler, bunun karşı çıkma amacına değil görüş bildirme veya gerçeği öğrenme gayesine matuf olduğunu kabul ederler. Nitekim bu âyetin devamında ve konuyla ilgili diğer âyetlerde meleklerin mutlak bir teslimiyet içinde bulundukları açıkça görülmektedir. Bâbil halkına imtihan ve bilinçlendirme maksadıyla sihir öğretmek üzere gönderilen iki melek ise âyette vurgulandığı üzere muhataplarını inançsızlığa karşı uyarma misyonuyla hareket ettikleri için günahkâr olarak nitelendirilemez. Meleklerin masumiyeti kelâmcılar arasında da tartışma konusu olmuş. Mutezile ve Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğu onların günah işlemedikleri yönünde görüş belirtmekle birlikte bu konudaki delillerin zannî olduğunu vurgulamışlardır.
Bazı âyetlerde peygamberlerin gaybı bilmemesiyle melek olmaması arasında bağlantı kurulması ve Âdem neslinin kan dökeceğine dair meleklerin öngörüsüne işaret edilmesi meleklerin gaybı bilme kapasitesini belirtiyorsa da işaret bunun mutlak ve sınırsız olmayıp Allah’ın iznine bağlı kaldığı anlaşılmaktadır. Zira müteakip âyetlerde Allah meleklere bilemeyecekleri hususların bulunduğunu söyleyerek bazı nesnelerin isimlerini sormuş, onlar da Allah’ın öğrettiklerinin dışında bilgilerinin olmadığını itiraf etmişlerdir. Yine meleklerin insanlar hakkındaki şefaatinin bazı durumlarda sonuç vermeyeceğinin bildirilmesi kapasitelerinin sınırlı ve Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu gösterir.
Meleklerin bu özellikleri bir taraftan varlıklar arası hiyerarşi, diğer taraftan insana verilen değer açısından meleklerin mi yoksa peygamber ve insanların mı üstün olduğu (tafdîl) meselesinin tartışılmasına sebep olmuştur. Ancak bu tartışmada ileri sürülen görüşler büyük ölçüde konuyla ilgili nasları anlama ve yorumlamadaki yaklaşım tarzına ve bazı aklî istidlallere dayanmakta olup itikadî bir bağlayıcılık taşımamaktadır. Mu’tezile’-nin çoğunluğu meleklerin peygamberlerden ve dolayısıyla diğer insanlardan üstünlüğünü savunmuştur. Önde gelen Mutezile âlimi Ca’fer b. Harb’in meleklerin insan türüne üstünlüğünü konu alan hacimli bir eser yazdığı da nakledilir. Sözü edilen kelâmcıların delilleri arasında inkarcıların taleplerine karşı peygamberlerin, “Ben gaybı bilmem, size melek olduğumu da iddia etmiyorum” şeklindeki ifadeleri ayrıca melek mertebesine yükselmemeleri için Âdem ile Havva’nın yasak ağaçtan me-nedildiklerine dair şeytanî telkin bulunmaktadır. Bunlardan başka meleklerin Allah’a yakınlıkları ve nefsânî arzulardan uzak olmaları da ileri sürülen deliller arasında sayılmıştır. Ruhanî varlıkların üstünlüğünü savunan İslâm filozofları ile Eş’ariler’den Ebû Abdullah el-Halîmî ve Ebû Bekir el-Bâkıllânî gibi âlimler de bu görüştedir. Buna karşılık Ehl-i sünnet ve Şîa kelâmcılarınm çoğunluğu peygamberlerin, bir kısmı ise ayrıca müminlerin meleklerden üstün olduğu görüşündedir. Bu âlimler, peygamberlerin ve insanların diğer yaratıklar içindeki yüksek konumuna dair çok sayıda âyetin yanı sıra meleklere öğretilmeyen bilgilerin Âdem’e verilerek ona secde etmelerinin istenmesi, onların da bu emri yerine getirmesiyle ilgili âyetleri delil olarak öne sürmüşlerdir. Ayrıca bu kelâmcılar, insanların tabiatlarındaki olumsuz eğilimlere rağmen bunlarla mücadele edip kendi iradeleriyle ibadet ve iyiliklere yönelme kapasiteleri üzerinde durmuşlardır. Abdülkâhir el-Bağdâdî, meleklerin mutlak üstünlüğü varsayıldığında cehennem görevlisi bir zebaninin peygamberden üstün bir konuma geleceğini belirterek karşı görüşü eleştirmiştir. Ehl-i sünnet ve Şîa âlimleri başta Hz. Peygamber olmak üzere resuller, büyük melekler, nebîler, takva sahibi müminler, müminlerin avamı ve en son meleklerin avamı olmak üzere bir üstünlük sıralaması yapmışlardır. Tafdîl konusunda Kİyâ el-Herrâsî gibi iki görüş arasında tercihte bulunmayan âlimler de bulunmaktadır.
Bazı âyet ve hadislerde, meleklerin özel görevleri veya peygamberlerle diyalogları sırasında çeşitli maddî suretlere bürünüp (temessül) insanlarla konuştukları haber verilmektedir. Sapıklıklarına karşı Lût kavmini cezalandırmak üzere görevlendirilen meleklerin misafir olarak gittikleri Hz. İbrahim tarafından insanlardan ayırt edilemeyip kendilerine yiyecek hazırlanması ve Cebrail’in Meryem’e insan suretinde görünüp bir çocuğunun olacağını haber vermesi meleklerin farklı kimliklerle insanlara göründüğünü gösterir. Ayrıca Hz. Peygamber kendisine vahiy getiren Cebrail’i aslî hüviyetiyle de görmüştür. Vahyin muhatabı ve insanlara tebliğ edicisi konumunda bulunan peygamberlerin meleklerle doğrudan iletişimde bulunmaları, onları görüp seslerini işitmeleri tabiidir. Diğer insanların melekleri fizikî olarak müşahede etmeleri ise istisnaî hallerle sınırlı olup müjdeleme, ceza verme gibi görevler çerçevesinde gerçekleşmiştir. Ancak meleklerin Allah’ın lütuf ve inâyetiyle müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeden destek vermesi, mübarek gecelerde inip inananların oluşturduğu manevî barış ortamını paylaşmaları veya Kur’an dinlemeye gelmeleri mümkündür ve dinin metafizik boyutuyla tutarlılık arzetmektedir.
Melek inancı, pozitivist ve determinist anlayışlara karşı varlığın sadece maddî ve görünen nesnelerden ibaret olmadığını ortaya koyup manevî ve ruhanî âlemlerin mevcudiyetini ispat ettiği için bütün dinlerde olduğu gibi İslâm’da da önem taşımaktadır. Allah’ın rızâsına uygun, dürüst ve ahlâklı bir hayat sürmeye kendini adamış olan mümin, kâinatta bu idealleri temsil eden ve en üst mertebede yaşayan görünmez varlıkların bulunmasından manevî destek alır ve aynı seviyeye ulaşmak için çaba sarfeder. Buna karşılık insanları kötülüğe teşvik eden ve şerri yaymak isteyen şeytanlardan da uzak durup onların yolundan gitmemeye çalışır. İrade güçleriyle kendilerine iyi veya kötü davranışlar arasında tercihte bulunma özgürlüğü verilen insanlar, melek ve şeytan türleri sayesinde her iki davranışın örnekleri üzerinde düşünüp karşılaştırma imkânı elde etmektedir. Vahiyle gelen teorik mesaj ve prensipler yanında peygamberlerin hayatı insanlara nasıl somut örnekler sağlıyorsa melek prototipi de ulaşılması beklenen hedef açısından benzer bir işlev görmektedir. Bu sebeple modern dönemdeki ilmî tefsir anlayışının etkisiyle meleklerin rüzgâr, şimşek gibi maddî ve tabii güçlerle özdeşleştirilmesi evreni mekanik bir işleyişe indirgeyeceği gibi dinin özünde bulunan aşkınlığın ortadan kalkmasına, manevî rehberlik ve örneklik fonksiyonunun daralıp etkisizleşmesine yol açar. Zira latif ve nûrânî bir yapıya sahip bulunmaları melekleri diğer varlıklardan farklılaştırmakla birlikte onların müstakil ve gerçek bir varlık türü olmasına engel teşkil etmez. Ayrıca naslarda meleklerin çeşitli görevleriyle ilgili olarak yer alan işaret ve izahlar, tabiatta Allah tarafından konan işleyişin şeklî uygulamasını anlatmaktan ziyade bu düzenin ilâhî kontrol altında bulunduğunu vurgulamaya yöneliktir. Dolayısıyla melekleri bu görevlere tekabül eden fizik olaylarla eşleştirmeye ihtiyaç yoktur. Esasen bu tür açıklamalar birer yaklaşım ve tahminden öteye geçmemektedir. Kâinatın sadece beş duyunun kapsamına giren nesnelerden oluşmadığı, maddî alanın mükemmel bir işleyiş için tek başına yeterli sayılamayacağı, ruh vb. görünmeyen varlıklar sayesinde maddenin hayatiyet kazandığı inancını benimseyenler, naslarda Allah’ın mahlûkatı sevk ve idare etmesine aracılık ettiği bildirilen melek türünün duyular üstü gerçekliklerini de kabul ederler. (Diyanet İslam Ansiklopedisi, Melek Maddesi)
posted on Ağustos 14th, 2012 at 14:34