Cinler_Cengiz Duman
HZ.SÜLEYMAN, CİNLER, KUŞLAR, ATLAR, RÜZGÂR VE SEBE MELİKESİ
Giriş
Kıssalarda geçen olaylarla peygamberimiz ve ashabına gayret ve sabır müjde bildirilmekte; Allah’ın ayetlerini yalanlayıp küfürde direnenler de uyarılmaktadır.
Daha sonraki çağlarda gelecek olan müminler için de bu kıssalar durum ve şartlarına göre ibret örnekler vardır. Zaten müminler bunlar üzerinde düşünmeye ve öğüt almaya çağırılmaktadır.
“Kur’an’daki kıssa ve haberlerin anlatımına geçilmezden önce ”Bil-Hak, Bil-İlim” ifadeleri yer alır. Bundan amaç, anlatılacakların anlatılanların gerçek ve doğru olduğu zaman ve zanla alakası bulunmadığıdır. “(Sami Börekçi, “Kur’an’ın Düşünceyi Değiştirmesi”, Kelime, Sayı 16,s. 15)
“Gerçekten resullerin kıssalarında akıl sahipleri için çok büyük bir ibret vardır. “(Yusuf/111)
AğırIıklı olarak Mekki surelerden; Neml, Sebe, Enbiya surelerinde, kıssası anlatılan Süleyman @ hakkında, Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemde Cahiliyye Araplarının bir takım bilgileri mevcuttu.
Arap müşriklerinin bu bilgileri evvela; Kitap ehliyle olan münasebetleri esnasında Tevrat ve İncil’den aktarılan rivayetlerden kaynaklanıyordu. Bunun yanı sıra Kureys suresinde belirtilen; kışın Yemen’e yazın Şam’a yapılan ticaret kervanlarının seferleri esnasında da bilgiler ediniyorlardı. Yemen tarafına yaptıkları “kış sefer”lerinde o bölge içersinde bulunan Sebe ile ilgili rivayet ve kalıntıları; Şam’a yapılan yaz seferlerinde ise o bölge yakınlarında bulunan şimdiki Kudüs’te hükümranlık sürmüş olan Süleyman @ hakkındaki rivayet ve kalıntıları işitip görüyorlardı.
Böylece Cahiliyye toplumunun Süleyman @ kıssası hakkındaki altyapısı, henüz Kur’an inmeden önce oluşmuştu. Ne var ki bu altyapı hidayete sevk edecek Tevhidi çizgiden uzaktı ve daha ziyade masalımsı ve efsaneviydi. Rivayetlerin kurgusu zenginlik, maddiyat ve aşk teması üzerineydi. Tevrat’ta ve İncil’deki metinler aslından uzaklaşmış; tarihsel, biyografik vakıa’lara dönüştürülmüşlerdi.
Hz. Süleyman (a) hakkında bütün bu olumsuzluklara muhatap olan Cahiliye toplumuna Allah; Süleyman kıssasını vahyederek onlardan öğüt almalarını istedi. Bu kıssanın nüzulü, Müslümanlar için ibret ve öğüt, inanmayanlar için azgınlıklarını daha da artıran sebep oldu.
“Resul’lerin kıssalarında, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir.” (Hud/120)
BİR / BABASI DAVUD @
Hz. Süleyman’dan evvel, babası Davud’un, büyük bir hükümdarlığı vardı. Davud @ aynı zamanda resul seçilmiş ve kendisine kitap verilmişti.
‘Andolsun ki biz, Resullerin kimini kimine üstün kıldık, Davud‘a da Zebur’u verdik.”(İsra/55).
Adil bir hükümdardı. Halkını ezmedi. “Ey Davud biz seni hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet “ (Sad/26)
Allah’ın verdiği nimetler sevesinde egemenliği oldukça genişlemişti.
“Onun mülkünü güçlendirmiştik.”( Sad/20)
“Dağları ona ram etmiştik…” (Sad/18)
“Toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onun nağmesine katılırlardı.. .”(Sad/19).
Böylece otoritesini sağlamlaştıran Davud’a Allah; zırh yapımını öğretmek suretiyle savaşlarda üstünlük elde ederek egemenliğini daha da genişletmesini sağladı.
“Savaşın şiddetinden korunmak için zırh yapma sanatını öğretmiştik.”(Enbiya/80)
Calut’la yaptığı savaşı anlatan ayetler (Bakara/249-250) onun savaşma sanatındaki maharetini bize gösterir.
Davud’un bu muhteşem hükümranlığı altında yetişen Hz. Süleyman aynı zamanda onun kararlarına ortak oluyordu.
“Davud ve Süleyman da milletinin koyunlarının yayıldığı ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahittik.”(Enbiya/78)
Babası Davud’un yanında tecrübe ve bilgisini geliştiren Hz. Süleyman, ülke yönetiminde de derin bir tecrübe sahibi olmuştu. Hz. Davud’un hükümdarlığı ölümüne kadar sürdü. Onun ölümünden sonra tahtına Hz. Süleyman varis oldu. Kur’an-ı Kerim’in Neml Suresi 15. ayeti bu hususa şöyle işaret eder:
“Süleyman, Davud’a mirasçı oldu.”
Tevrat’ta ise bu olay şöyle anlatılır:
“Yişay oğlu Davut bütün İsrail’de krallık yaptı. “
“Yedi yıl Hevron’da, otuz üç yıl Yeruşalim’de olmak üzere toplam kırk yıl İsrail’de krallık yaptı. “
”Güzel bir yaşlılık döneminde öldü. Zenginlik, onur dolu günler yaşadı. Yerine oğlu Süleyman kral oldu. “ (Tevrat, 1. Krallar,1/26,27)
İKİ. / SÜLEYMAN’IN @ HÜKÜMDARLIĞI
Artık Süleyman (a) hem bir Melik, hem de resul olarak ülkesini yönetmeye başlamıştı. Babasından kalan hükümdarlıktan başka, Allah ona peygamberlik de vermişti. “Andolsun ki Davud ‘a ve Süleyman‘a İLİM verdik.”(Neml/15).
Tevrat’ta ise bu hususa şöyle değinilir.
“Ya RAB Tanrı, babam Davut’a verdiğin söz yerine gelsin! Beni yeryüzünün tozu kadar çok olan bir halkın kralı yaptın. “
“Şimdi bu halkı yönetebilmem için bana bilgi ve bilgelik ver. Başka türlü senin bu büyük halkını kim yönetebilir! “
“Sana bilgi ve bilgelik verilecektir. Sana ayrıca öyle bir zenginlik, mal mülk ve ün vereceğim ki, benzeri ne senden önceki krallarda görülmüştür, ne de senden sonrakilerde görülecektir. “(2. Krallar,1/9-10-12)
Hz. Süleyman, Tevrat’ta “Fırat Irmağı’ndan Filistiler bölgesine, oradan da Mısır sınırına dek uzanan bölgedeki bütün krallara egemendi. “ (2. Krallar,9/26) diye tarif edilen, bugünkü İsrail topraklarından daha da büyük bir araziye sahip devletin başına geçmişti. Ülkenin batısını teşkil eden topraklar Akdeniz’e sınırdı. Bu kıyılar deniz ticaretinin limanlarını oluşturuyordu. Ayrıca Kızıldeniz kıyısında da limanlar mevcuttu.
Şimdi Süleyman peygamberin sahip olduğu imparatorluğun ve ona Allah’ın bahşettiği nimetlerin ayrıntılı incelemesine gecelim.
A/ RÜZGÂR
Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde Süleyman’ın Edom’da, Kızıldeniz kıyısında gemiler yaptırdığı belirtilir.
“Kral Süleyman Edomlular’ın ülkesinde, Kızıldeniz kıyısında Eylat yakınlarındaki Esyon-Gever’de gemiler yaptırdı.” ( 1.Krallar, 9/26)
”Hiram’ın gemilerinin yanı sıra, kralın da denizde tarşiş ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi. ”(1.Krallar, 10/22)
Kur’an’ın gösterdiği işaretlerden bakacak olursak Süleyman @ Allah’ın, kendisine bahşettiği rüzgâra hakimiyet gücünü kullanarak; istediği tarafa sevk ettiği “rüzgâr” sayesinde, denizde yelken açan bütün gemilerin; rüzgârın itme gücü ile hareket ettiği o çağda, mallarla yüklü gemilerinin daha hızlı seyretmesini sağlayarak ticarette de büyük aşamalar kaydettiği düşünülebilir.
“Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman‘ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgârı, Onun buyruğuna verdik…”(Enbiya/81).
“Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgârı verdik.” (Sad/36)
“Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen rüzgârı Süleyman ‘ın buyruğu altına verdik.”(Sebe/12)
“O halde rüzgâr Süleyman’ın emrindeydi ve o bir aylık uzağa deniz seferleri düzenleyebiliyordu. Çünkü rüzgâr onun gemileri için istediği yönde esiyordu.”(Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, Cilt 3, s293, İnsan Yay., İstanbul, 1987)
Bazı müfessirler; “Süleyman aleyhisselama müsahhar kılınan bir “rıyh”(rüzgâr) mahsus idi… Yani Süleyman isterse bütün alemin rüzgârını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf edebilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi… Süleyman bununla balon gibi mi yoksa tayyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir. “Veya “Şam’da sabah taamını yer öğle vakti İstahırda bulunur, öğleden sonra Kabile varır orada beytutet ederdi… 0 rüzgâr emri veçhile istediği yere kürsüsünü ve kürsü üzerinde etbaını ve askerini alır götürürdü. “(Mehmed Vehbi, Hülasatü’l-Beyan, C_11-12, s. 241, İstanbul, 1987) diyerek Süleyman @’ın rüzgâra binerek seyahat ettiği, hatta ordu dahil her şeyin rüzgâra binerek böylece istenilen yere gidildiği kanaatindedirler.
Eğer Hz. Süleyman rüzgâra binip Kabile kadar gitmiş olsaydı; aşağı yukarı Kabil kadar bir uzaklıkta olan Sebe diyarına da gider bizzat ora halkı hakkında bilgi edinirdi.
“Ben, dedi, senin görmediğin bir şeyi gördüm ve Sebe’den sana gerçek bir haber getirdim.” (Neml/22) diye haber getiren Hüdhüd kuşuna gerek kalmazdı.
“Süleyman‘ın Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı. Sonunda karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir karınca: Ey karıncalar! dedi, yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.”(Neml/18)
Bu ayette ise Süleyman’ın ordusunun günümüz orduları gibi gayet düzenli bir yürüyüşle sevk edildiğini ve “bir karıncanın” diğer karıncalara ezilmemeleri için uyarıda bulunmasından da Süleyman @’ın ordusunun rüzgâra binerek hareket etmediği anlaşılıyor.
Burada söylemek istediğimiz şudur: Hz Süleyman; Allah’ın kendisine tahsis ettiği egemenlikle rüzgâra emrederek, yarım günde yani on iki saatte, bir aylık mesafe hızındaki rüzgârı, denizlerdeki gemileri için kullanarak ticari üstünlük sağlamıştı. Akdeniz kıyısındaki limanlar Çin ve Yemen üzerinden deniz ve kara ipek yolundan gelen ticari malları Afrika ve Avrupa’nın en ücra köşelerine hızla sevk edebiliyordu. Onun rüzgâra hakimiyeti sadece denizler üzerindeydi.
B/ İNŞAATÇILIK
Süleyman @ aynı zamanda yapı işlerine de ağırlık vermişti. Yaptırdığı binaların en görkemlisi Kudüs’te inşasına başlanılan Mabeddi. Tevrat’ta Hz Süleyman’ın inşaatlarının çok büyük ve yıllarca süren yapılar olduğu anlatılır.
“Süleyman iki yapıyı – RAB’bin Tapınağı’yla kendi sarayını – yirmi yılda bitirdi. “ (1.Krallar,9/10)
“Kral Süleyman RAB’bin Tapınağı’nı, kendi sarayını, Millo’yu ve Yeruşalim’in surlarını yaptırmak; ayrıca Hasor, Megiddo ve Gezer kentlerini onarıp güçlendirmek amacıyla angaryacıları toplamıştı. “(1.Krallar,9/15)
Emrinde inşaat işlerinde çalıştırdığı binlerce köle ve usta ve bunları gözetleyen kahyaları vardı. Kur’an bu hususu şöyle belirtiyor.
“Ve Şeytanları: Her bina ustasını ve dalgıcı. Ve zincirlerle birbirine bağlanmış diğerlerini buyruğu altına verdik.”(Sad/37-38)
Bu sayede çok zor iş olan inşaatçılığa ağırlık verildi. Her şeyin insan emeğiyle yapıldığı o çağlarda başlanılan bir inşaat yıllarca sürüyordu. Binlerce köle besleyen, yıllarca süren yapılara, yığınlarca malzemeyi temin edebilen, Hz. Süleyman’ın hükümdarlığının istihdam gücünün ne denli büyük olduğu Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde şöyle dile getiriliyor:
“Ve Süleyman’ın yük taşıyan yetmiş bin ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı; bunlardan başka Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üç bin altı yüz baş kahyaları vardı… Ve Süleyman on yıldır evini yapıyordu.” (2.Tarihler, 2/2)
C./BAKIR
“…Onun için su gibi erimiş bakır akıttık.” (Sebe/12)
Allah, Hz. Süleyman’a, bakır madenini bahşetti. Böylece babası Davud’a demiri yumuşatarak savaş malzemeleri yapma sanatını ihsan eden yüce Allah, Süleyman’a da bakır madenini su gibi akıtarak, Davud’dan kalan demircilik sanatının üzerine bakırcılığın da eklemesini sağladı. Böylece bakırcılık gelişti, bina dekorasvonları, heykeller, devasa kazan kaplar imal edilmeye başlandı.
“Süleyman için o ne dilerse; Mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı.”(Sebe/13)
Süleyman inşa ettiği mabedin süslemelerini bakırdan yaptırıyordu. İnşaatlarda çalışan binlerce işçinin yemekleri için dev kazanlar ve günlük yaşamda kullanılan kap kacakları bakırdan döktürmüştü. Bakır artık günlük hayatın bir parçası olmuştu.
Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde her birinin dört arşın olduğu belirtilen tunçtan on kazan yaptığı belirtilir. Burada, Süleyman Ateş’in “Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri”isimli eserinde üzerinde durduğu “Kıtr” kaynağının katran olduğu iddiasına değinmekte yarar görüyoruz. Ateş; “Müfessirlere göre “Kıtr”kaynağı, erimiş bakır kaynağıdır.”dedikten sonra “Fakat Muhammed İzzet Derveze’nin işaret ettiği gibi kıtr’ın, katran yani petrol olması daha uygundur.”Hz. Süleyman, o kaynaktan elde edilen katrandan yararlanmıştır. Akla uygun olan budur. Yoksa erimiş bakırın o zaman için sel gibi akıtılması akla uygun düşmemektedir.”(Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Cilt7, s. 241, İstanbul, 1990) diyerek, “Kıtr”ın bakır değil, katran olduğunu iddia etmektedir. Ateş; bu kanıya çağımızın en önemli kaynağı olan petrolün, o bölgede bulunmasından dolayı varıyor. Oysa Sebe suresi 13. ayetinde belirtilen “kaleler, heykeller, havuzlar kadar büyük leğenler, sabit kazanlar’ın hangi madenlerden yapıldığı hakkında bir fikir serdetmiyor, o dönemde günlük hayatta kullanılması pek bir şey ifade etmeyen katranın “kıtr kaynağı”olduğunu savunuyor. Halbuki 12. ayetin siyak ve sibakı incelendiğinde bakır kaynağı olduğunu gösteriyor. Süleyman; Mabedin ve inşa ettirdiği diğer yapıların süslemelerini, koca koca kazanları, kapları acaba hangi madenden yaptırıyordu? Bu bolca harcanan madenin bereketi nereden geliyordu?
“Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlardan buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. Süleyman için, o ne dilerse, mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. “(Sebe/12-13)
Tevrat metinlerinde ise bakır ve işçiliği ve eserleri hakkında şu ifadeler yer alır:
“Hiram kaplar, kürekler, leğenler yaptı. Böylece Kral Süleyman için üstlenmiş olduğu Tanrı’nın Tapınağı’yla ilgili işleri tamamlamış oldu: “
“On kazan ve ayaklıkları, “
“Havuz ve havuzu taşıyan on iki boğa heykeli, “
“Kaplar, kürekler, büyük çatallar. Huram-Avi’nin Kral Süleyman için RAB’bin Tapınağı’na yaptığı bütün eşyalar parlak tunçtandı.” (2.Krallar,4/11,14,15,16)
“Eşyalar o kadar çoktu ki, Süleyman hepsini tartmadı. Kullanılan tuncun hesabı tutulmadı. “(2.Krallar,4/47)
Ç./ ATLAR
Süleyman @’ın sahip olduğu nimetler arasında atlar da vardı.
Ordusunun süvari birliklerini, en iyi cins atlar olduğu bilinen Arap atları ile teçhiz etmişti.
“Süleyman savaş arabalarıyla atlarını topladı. Bin dört yüz savaş arabası, on iki bin atı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim’e yerleştirdi. “(2.Krallar,1/14)
Kur’an’ı Kerim’de ise Süleyman’ın @ atları ve onun bu hayvanlara olan sevgisi üzerinde durulur.
“Ona bir akşamüstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman:
“Doğrusu, ben bu iyi malları, Rabbimi anmayı sağladıkları için severim.”Demişti.” (Sad/31-32)
Bu ayet-i kerime’den anlaşıldığı kadarıyla, kendisine bir beldeden (Tevrat’a göre Mısır’dan) getirilen cins atlarla, Hz. Süleyman bizzat ilgilenmiştir.
“Mısır’dan bir savaş arabası altı yüz, bir at yüz elli şekel gümüşe getirilirdi. Bunları bütün Hitit ve Aram krallarına satarlardı. “ (1.Krallar,10/29)
“Süleyman’ın atları Mısır ve Keve’den getirilirdi. Kralın tüccarları atları Keve’den satın alırdı. “(2.Krallar,1/16)
Süleyman @ Arap atlarının harika görünüşleri ve Allah yolunda kullanılan bir nimet olması hasebiyle, atları sevdiğini söylemektedir.
Atları yarıştırıp deneyen Süleyman, onları yanına getirip bacaklarını ve boyunlarını okşar. Bu ayetlerde belirtilen mal sevgisi; Allah tarafından verilen malların Allah’ı anmayı, onu hatırlamayı sağladıkları için sevilmesi olayıdır; dünya hayatına tapan insanların mal sevgisi gibi olmadığını belirtmesi içindir. Hz. Süleyman’ın mal sevgisi Allah’ın istediği nizamın temini için atların ve diğerlerinin bir vasıta olmasından dolayıdır. Hz. Süleyman her zaman Allah’a; verdiği nimetler için şükreden bir kuldu. 0 denenmiş biriydi. Allah’a asi olması mümkün değildi. Bunu Allah, bir sonraki ayette şöyle belirtiyor:
“And olsun ki Süleyman‘ı denedik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski haline döndü. Süleyman:‘Rabbim, beni bağışla! Bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver! Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın.’ dedi.” (Sad/34-35)
“Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman: ‘Artık yeter, onları bana getirin.’ dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı. (Sad/33)
Müfessirlerden bazıları ise bu ayetlerde geçen “Meshetme” olayını Süleyman’ın atları seyrederken namaz vaktini kaçırmasından ötürü atların boyun ve bacaklarını kesmesi olarak yorumlamışlardır. Namaz ibadetini tam yerine getirememesinden dolayı, buna sebep olan atları katlettiğini iddia eden müfessirler, böyle acayip bir yorumdan sonra olayı yumuşatmak için Süleyman’ın atları tasadduk ettiğini; bu yorumda da açık verince at etinin o zamanlar helal olduğunu bu sebeple fakirlere tasadduk edildiğini savunmuşlardır.
Ayetlerde anlaşılması gerekenin Süleyman’ın mal sevgisinin; Allah rızasını kazanma yolunda bu malların bir vesile olduğunu itiraf etmesi iken, olmadık yorumlara gidilmesi sonucu, ayetlerin asıl mesajı kaybolmaktadır. Dolayısı ile olay hidayetle ilgili olmaktan ziyade tarihsel boyutlarda kalmaktadır.
D./ CİNLER
Hz. Süleyman babasının zamanından devam edegelen bir hükümdarlığın sahibi idi. Bu hükümdarlığı tesis ederlerken çeşitli savaşlar yapmışlar, bu savaşlardan aldıkları ganimetler yanında savaşan düşmanlardan esirler, köleler edinmişlerdi.
“Rabbinin izniyle, yanında iş gören “CİN”leri onun buyruğu altına verdik.”(Sebe/12)
“Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören ŞEYTAN’lardan da onun buyruğu altına verdik.”(Enbiya/82)
“Süleyman’ın CİNlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı.”(Neml/18)
“…Bina kuran ve dalgıçlık yapan ŞEYTAN’Iarı, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik.” (Sad/37-38)
Eğer emrinde böyle büyük bir güç mevcut olmasaydı, emeğe dayalı işlerin yoğun olduğu o dönemde Hz. Süleyman’ın yıllar sürecek binalar yapmaya girişmesi mümkün olamaz. Ayrıca ticaret ve diğer el sanatlarının yoğun olarak yapılması mümkün olmazdı.
Tevrat metinlerinde Hz Süleyman’ın insanlar üzerindeki egemenliğini, o dönemin İsrail krallığının, insan popülasyonuna ait demografik yapı şu ifadelerle anlatılmaktadır.
“Babası Davut’un yaptığı sayımdan sonra, Süleyman da İsrail’de yaşayan bütün yabancılar arasında bir sayım yaptı. Yabancıların sayısı yüz elli üç bin altı yüz kişi olarak belirlendi.” (2.Krallar,2/17)
“İsrail halkından olmayan Hititler, Amorlular, Perizliler, Hivliler ve Yevuslular’dan artakalanlara gelince: “
“Süleyman İsrail halkının yok etmediği bu insanların torunlarını angaryaya koştu. Bu durum bugüne kadar sürmektedir. “ (2.Krallar,8/7,8)
“Kral Süleyman adına halkı denetleyen iki yüz elli görevli de İsrail halkındandı. “(2.Krallar,8/10)
Hz. Süleyman’ın büyük bir ordusu vardı. Bu ordunun mühim bir bölümü atlılardan, atlı arabalardan oluşan birliklerdi.
”Ancak İsrail halkından hiç kimseye kölelik yaptırmadı. Onlar savaşçı, birlik komutanı, savaş arabalarıyla atlıların komutanı olarak görev yaptılar.”(2.Krallar,8/9)
Bunun yanı sıra iki insan topluluğunun karşı karşıya gelerek çarpışması şeklinde yapılan savaşlarda ele geçirilen Cinler bazı yorumculara göre (esirler veya Tevrat ifadelerindeki deyimle angaryacılar) bu savaşlarda kullanılmış olsaydı, asıl ordu birlikleri daha çok yıpranırdı. Neml Suresi 18. ayetinde verilen “Süleyman’ın CİNlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı.”Cin, insan ve kuş sıralaması, ordunun savaş düzeni hakkında bize, yukarıda serdettiğimiz Cinlerden kastın savaşlarda ele geçirilen esirler olabileceği ile ilgili fikirlerin isabetli olabileceğini hissettirmektedir.
Bütün bu tespitlerden sonra, Süleyman’ın emrindeki cin ve şeytan olarak isimlendirilen kölelerin insanüstü yaratıklar olduğunu ileri sürenlere karşı, şunları da ifade etmekte yarar vardır.
1. “Demir halkalarla bağlı” ifadesi günümüz filmcilerinin tarihi filmlerde köleleri hep boyunları ve ayakları bağlı olarak tipledikleri gibi, boyunları ayakları zincirlerle bağlı “insan” esirleri ifade ediyor olabilir. Yoksa insanüstü varlıkların zincire vurulması gibi garip bir yorum yapmak gerekirdi ki; bu mantıksız bir yorum olurdu.
2. “Dalgıçlık yapan” Şeytanlar ifadesi ise İnci ve Sünger çıkarmak için denizin derinliklerine dalan insanları anlatmaktadır. Dünyanın birçok bölgesinde halen bu tip insanlar vardır ve geçimlerini bu yolla temin etmektedirler. Kur’an’da denizin derinliklerinden çıkarılan inci ve mercan hakkında şu ayeti kerime geçmektedir. “Bu iki denizden de inci ve mercan çıkar.”(Rahman/22)
3. “Süleyman‘ın Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı.” ayetinde cinlerin, ordunun en ön safında yer alması onların bir nev’i yem olarak öne sürülerek hem onların bu yolla cezalandırılması sağlanmış ve hem de karşı ordu yıpratılmış oluyordu. Esasen bu Cinler insanüstü varlıklar olsalardı arkadan “insan” birliklerinin sürülmesine gerek kalmazdı. Çünkü kılıç, ok, mızrak işlemeyen bir orduya karşı hiçbir ordu karşı koyamazdı.
Bütün bu esirlere Cin ve Şeytan denilmesi, onların ele geçirilen yabancı kavimlerden olmalarından ileri gelmektedir. Aynı zamanda bu köleler Hz. Süleyman’a karşı çıkan kafirler olmalarından dolayı bu sıfatlarla isimlendirilmiş olsalar gerektir.
“Cin kelimesi insanlar arasında bir sınıf için de kullanılmaktadır. Hatta Şeytan kelimesi bile Kur’an’da bir çok defalar insanlar için kullanılmıştır. Fena insanlardan bir çok yerlerde Şeytanlar adı ile bahsedilmiştir (2/14; 3/175; 21/82 vs. olduğu gibi). Fakat Arap edebiyatında cin kelimesinin insan için kullanılması İslamiyetten evveldir. Musa Ibn Cabir’in, Cinlerim de kaçıp gitmedi, mısraı (Cin gibi olan arkadaşlarım da kaçıp gitmediler) şeklinde tefsir edilmektedir. Burada cin kelimesinin insan manasına geldiği açıkça görülmektedir. Tirmizi de (Araplar, işinde çabuk ve zeki olan kimseleri Cinlere veya Şeytanlara benzetirler) der. İslamiyet’ten önceki şiirlerde Cin kelimesinin, büyük ve cesur insanlar için kullanıldığını gösteren misaller vardır. Sonra Arap dilcileri cin kelimesini “mu’zam al-nas”yani insanların ekseriyeti, yahut da beşeriyetin kısmı küllisi olarak izah ediyorlar.”(Mevlana Muhammed Ali, İslam Dini,s. 128,İstanbul, 1946)
Mantıken bir resulün emrine ŞEYTAN’ın verilmesi Kur’an esprisine uygun düşmez. Çünkü Rasul ve Şeytan iki zıt kutuptur. İkisinin yan yana gelmesi Vahy’e gölge düşürür.
“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.”(Enam-112)
Dolayısıyla Süleyman @’ın emrindeki şeytanları ele geçirilen esirler olarak yorumlanması bizce de en tutarlı yorumdur. Doğrusunu Allah bilir.
E./ KUŞ MANTIĞI
“Ey insanlar. Bize Mantıkut-Tayr öğretildi.” (Neml/16).
Sebe Melikesi ile Hz. Süleyman arasına geçen olaylar öncesinde açıklanan bu özellik aynı zamanda Sebe’den haber getirip, diyalogu sağlayan Hüdhüd kuşunun Süleyman’la anlaşmasını izah etmiş oluyordu. “Şu yazımı onlara götür, onlara at. “(Neml/28)
Hz. Süleyman’ın kuşlarla olan ilişkisi, babası zamanında başlamıştı:
“Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, KUŞLARI da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik.”(Sad/18) Davud da kuşlarla ilgilenmişti, onun bu ilgisi Süleyman’da da devam etmişti. Daha sonraları Süleyman @, kuşların hareketlerini de anlamaya başlamış ve onları çeşitli işlerde kullanma imkanlarını elde etmişti.
“O yalnız kuşların sesleri veya hareketleri ile ifade ettikleri hislerini anlamakla kalmıyor, o hisleri idare eden mantıkı, ledünniyatı da biliyordu.”(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur‘an Dili, Cilt 5,s. 3665, İstanbul, 1979)
“Binaenaleyh kuşun muhtelif hisleri arasındaki münasebatı idare eden hassasiyet kuvvesi kuş mantığı ve hislerini izhar için çıkardığı sesler de kuşdili demek olur. Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık vardır. Yemi bulduğu zaman “dik, dik”diye tavukları çağırması da bir nutuk, bir dil demektir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur‘an Dili, Cilt 5,s. 3665)
Dolayısıyla kuş mantığını kavrayan Süleyman @ onları istediği yerlerde kullanmayı başarmıştı. “Hz. Süleyman (as.) bu kuş birliklerini, muhtemelen haberleşme, avlanma ve buna benzer görevler için kullanıyordu.”(Mevdudi, a. g. e., Cilt 4,s. 88)
ÜÇ./ SEBE MELİKESİ
Neml Suresi’nde anlatılan, Süleyman (a) ve Sebe melikesi arasında geçen olaylar; Kur’an-ı Kerim’in diğer surelerinde anlatılan Hz. Süleyman ile ilgili kıssaların iyice anlaşılmasından sonra daha iyi kavranacaktır.
“Süleyman‘ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı. “(Neml/18)
Hz. Süleyman ordusu ile bir sefere çıkar, fakat bir müddet sonra Hüdhüd ona bir haber getirir. “Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’den doğru bir haber getirdim.”
Bu ayet-i kerimeden anlaşılan, Hz. Süleyman’ın Sebe’den haberi olmadığıdır. Allah onu, Hüdhüd vasıtasıyla Sebe’den, orada olanlardan haberdar eder ve bu vesileyle de Sebe ülkesine yönlendirir.
Burada haberleşmeyi; kıssanın anlatımına başlarken “Ey insanlar! Bize KUŞ MANTIĞI öğretildi.” diye belirtilen “Mantıku’t-tayr”sayesinde Süleyman’la Hüdhüd arasındaki diyalog sağlar. Tabi burada Hüdhüd ile Süleyman arasındaki konuşmalar sanki hüdhüd insan dili biliyor da konuşuyor gibi anlaşılıyorsa da; aslolan MANTIKUTTAYR’ı bilen Hz. Süleyman tarafından Hüdhüd’ün mantığı kavranarak oluşan diyalog olduğu kabul edilmesi lazımdır. Bu hususa merhum Elmalılı Hamdi Yazır; Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde şöyle değinir: “…Süleyman’a kuşdili değil, kuşa insan dili bildirilmiş olur. Halbuki ‘Bize mantıku’t-tayr öğretildi’ buyrulmuştur. Ehemmiyet kuşun söylemesinden ziyade Süleyman’ın anlamasında ve anlayışının derinliğindedir.”
Hüdhüd’ün getirdiği haberde Sebe ile ilgili anlattığı detaylar Peygamberlik fonksiyonunun Allah tarafından Hüdhüd ağzıyla ifade edilmesidir. “Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm.”Sebe kavminin Allah’ı tanımadıkları, Allah zannıyla güneşe taptıklarını anlatıyor. Bunu niçin yapıyorlar? “…Şeytan kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur.”0 halde ne olacaktır? Şeytan onlara eğri yolu süslü gösterdiği için, doğru yolu bulamayacaklardır. Onlara Allah’ın dinini bildirecek bir resul gereklidir. İşte Allah’ın Süleyman’ı Sebe’ye sevk etmesi; onlara doğru yolu bildirmek istemesinden kaynaklanıyor. Tabii ki bu ayetler bize, aynı zamanda peygamberliğin toplumdaki fonksiyonunu anlatmış oluyor.
Hüdhüd’ün Süleyman’a Sebe kavminin durumunu bildirdikten sonra;
Süleyman (a) Melike’ye Hüdhüd vasıtasıyla bir mektup gönderir. Mektubu alan Melike, hemen mele’sini toplar.
“Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm veremem. “ (27/32)
Bu ayet, Melikenin ülkeyi nasıl yönettiği hakkında bize bir fikir veriyor. Daha önce 23. ayette Melike’nin elde ettiği nimetler sayılır:
“Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum.”
Kendisine her şeyden bolca verilen, ifadesi Süleyman @ için de kullanılır “Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize HER ŞEYDEN BOLCA VERİLDİ.“
Şu halde Melike büyük bir servet sahibidir ve ülkesini şura ile yönetmektedir. Sebe Melikesi Belkıs ile Hz. Süleyman arasında yapılacak bir kıyaslamada, ülke yönetim tarzları ile sahip oldukları servetlerin birbirlerine yakın olduğunu gösteren verilerle karşılaşıyoruz. Her iki yönetim birbirinin aynı kapasiteye sahiptirler. Ancak Belkıs’ın yönettiği devlet ve tebaası şirke düşmüş, Allah’a isyan etmişlerdir. Hz Süleyman’ın yönetimi ise adaleti ile şöhret bulmuş, ele geçirilen yerler ve tüm bölgede nam salmış, diğer idarelerin gözleri korkmuştu. Tabii bu Belkıs tarafından da duyulmuştu.
Yapılacak en iyi iş, Hz. Süleyman’ın mektubunu aldıktan sonra, Süleyman’ın zayıf taraflarını yoklamaktı. Neticede şura, Hz. Süleyman’ın hediyelerle denenmesine karar verir. Bu kararda şu psikoloji vardır: Krallar her ne kadar büyük bir servete sahip olsalar da, tebaları tarafından saygı ile karşılansalar da, yine de içlerinden elde ettikleri bu nimetlerden daha da fazlasını isterler. Bu onların zayıf taraflarıdır. Dolayısı ile iyi bir yönetici olan Melike, Süleyman’ı denemek ister. Fakat umdukları gibi olmaz. Süleyman (a) mala düşkün biri değildir. Allah bunu daha önce anlatmıştı.
“(Süleyman) Doğrusu ben bu iyi malları Rabbimi anmayı sağladıkları için severim.” (Sad/32)
Hz. Süleyman’ın, malı Allah’a hizmette bir vasıta olduğu için sevdiğini bilmeyen melikeye cevabı çok serttir:
“Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! Andolsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız.” (27/36)
Bu sert cevap içerisinde Melike’nin daha önce ifade ettiği bir husus yer alır. O da; “Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. ”(27/34) şeklindeki hükümdarlar hakkındaki tanımıdır.
Hz. Süleyman, bu sert cevabı yolladıktan sonra, Melike’nin teslim olacağından o kadar emindir ki şöyle bir çağrı yapar.
“Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?”(27/38)
Amacı ona kudretinin büyüklüğünü göstermektir. Buna bile gerek kalmaz çok zeki biri olan Melike; Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında tevatüren edindiği bilgilerle, bu mülkün Allah’ın yardımı olmadan olamayacağı kanaatine varır. Hz. Süleyman’la görüşmek üzere Kudüs’e doğru yola çıkar.
Tevrat’ta Süleyman peygamberin koltuğundan bahsedilmekte ise de; bu koltukla; Kur’an’da anlatılan Sebe ülkesinden gelen Sebe melikesinin koltuğu ile hiç irtibat kurmamaktadır.
“Kral fildişinden büyük bir taht yaptırıp saf altınla kaplattı.
“Tahtın altı basamağı, arka kısmında yuvarlak bir başlığı vardı. Oturulan yerin iki yanında kollar, her kolun yanında birer aslan heykeli bulunuyordu.
“ Altı basamağın iki yanında on iki aslan heykeli vardı. Hiçbir krallıkta böylesi yapılmamıştı. (1.Krallar,10/18,19,20)
Belkıs Kudüs’e doğru yol alırken onun Müslüman olduğundan haberi olmayan Hz. Süleyman, Kitap ilmine sahip birisi sayesinde Belkıs’ın tahtını getirttirerek, tahtı melike tarafından tanınamayacak hale getirtir. Süleyman’ın Melike’ye ilk sorusu, yanı başlarında duran tahtın kime ait olduğu idi. Belkıs’ın cevabı ise tahttan ziyade Allah’a teslim olması ile ilgiliydi. “Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk. ”Rivayeten aldığı bu bilgilerle teslim olan Melike, Hz. Süleyman’ın sahip olduğu eserleri görünce kalbi daha mutmain olur ve şöyle der:
“Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum. “(27/44)
Böylece Allah’ın verdiği nimetleri, O’nun yolunda kullanan bir yöneticinin ve toplumun ulaştığı seviye Belkıs’a gösterilmiş, onun da elindeki serveti Allah yolunda kullanması gerektiği anlatılmış oluyordu.
DÖRT./ SÜLEYMAN’IN ÖLÜMÜ
”Süleyman‘ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere fark ettirdi. 0 ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı.”(Sebe/14)
Süleyman @, babasından devraldığı hükümdarlığı adaletle; Allah’tan aldığı Resullüğü hak ile yerine getirip eceli geldiğinde vefat ettirilir. Emrindeki cinlerin bu olaydan haberleri olmaz. Dolayısıyla azab içinde hayatları devam eder. Eğer Süleyman’ın ölümünden haberleri olsalardı isyan eder kurtulurlardı.
Müfessirler ise bu ayete farklı bir açıdan yaklaşırlar. Mehmed Vehbi Efendi’ye göre: “Nastan aylarca uzlet edip hiç kimseyle ihtilat etmeksizin ibadetle meşgul olarak evvelden beri adeti olduğundan, herkes eski adetine hamletmiş ve ölümü hatırlarına gelmemişti. 0 zamanda asaya dayanarak ibadet etmek caiz olduğundan asa üzerine dayanması da adet-i sabıkaya muvafık olduğu cihetle tul-u müddet vefat ettiği halde asa üzerinde kalacağı görülmüş bir şey olmadığından hiç kimsenin şüphesini dai olmadı. Halbuki cinniler biz gaybı biliriz diyerek halkı aldatıyorlardı.”(Konyalı Mehmed Vehbi Efendi, Hülasat’ül-Beyan, Cilt 11-12, s 4493, İstanbul, 4. Basım )
Raziye göre: “Süleyman bazen tam bir gündüz gece ayakta Allah’a ibadet ederdi. Hatta bazen daha da uzatırdı. Bir asası vardı, ona dayanarak O’nun huzurunda dururdu. İşte böyle bir ibadeti sırasında değneğe dayanmış iken vefat ettirildi. Askerleri kendisini ibadette sanıyorlardı. Böylece günler, aylar geçti. Sonra Allah işin ortaya çıkmasını isteyince kurt, Süleyman’ın değneğini kemirerek çürüttü ve Süleyman yere düştü. Süleyman’ın öldüğünü daha önce fark etmeyen ve kendilerinin gaybı bildiğini zanneden cinler, bu durum karşısında gaybı bilmediklerini anladılar.”(Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Cilt 7, s 243, İstanbul, 1990)0
Ayeti açıklamak için müfessirlerin yaptıkları yorumlar oldukça ilginç. Asa’ya dayalı olarak günler haftalar hatta aylar geçirip ibadet etmek gibi bir ibadet çeşidi bulunarak olayı izah etmek çok acayip bir yorum olsa gerektir. Hal böyle olsa bile namazın sadece kıyam bölümünü ikmal edip diğer erkanlarını yerine getiremeyen biri derhal fark edilirdi. Hele hele asaya dayanarak namaz kılan birinin rahatsızlığından ötürü bunu yapsa gerektir ki eğer böyle ise oturarak namazı kılabilirdi. Büyük bir hükümdarlığın sahibine bu uzun müddet içerisinde hiç bir şey danışılmaması mümkün olmazdı. Kırk gün toplumundan ayrılan Musa peygamberin, döndüğünde onları buzağıya tapar bulması; Süleyman’ın böyle çok uzun müddet toplumdan ayrı kalmasının mümkün olmadığına delalettir.
Ömer Rıza Doğrul’a göre: “Süleyman’ın dayandığı değnek, onun saltanatıdır. değneğini yiyen kurt da oğlunun idaresizliği ve zaafıdır. Cinler de kendisinin emri altına giren yabancılardır. Süleyman’ın ölümünden sonra onun saltanatına musallat olan oğlu Rehoboam, sefa zevke daldığından, onun saltanatını kemirdi, çürüttü, sonunda İsrailoğulları’na hizmet eden, boyun eğen kabileler, artık onlara boyun eğmediler.“(Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Cilt 7, s 244)
Tevratta da Süleyman’ın ölümünden sonra yerine oğlu Rehoboam’ın geçtiğini fakat; ülkeyi babasının yönettiği gibi iyi yönetemediğini anlatır.
Dolayısı ile Süleyman’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu adaletle ülkeyi yönetememiş, fakat emrindeki köleler, kavimler idareye tabi olarak itaatten ayrılmamışlardır. Ne zaman ki Süleyman’ın ölümünü haber almışlar o zaman idareye karşı gelerek, tabi olmaktan imtina etmeye başlamışlardır. Eğer Süleyman’ın ölümünü daha evvel haber almış olsalardı, itaat etmeyerek isyan edecekler ve baskıdan kurtulacaklardı.
Tevrat’ta Süleyman’ın @ ölümünden sonra oğlu Rehavam’ın ülkeyi idare edemediğini; yönetime hem İsrail halkı hem diğer tebaanın başkaldırdığı anlatılmakta ve bu durum İsrail krallığının Yahuda ve İsrail olarak ikiye bölünmesine kadar giden sürecle sonuçlandığı görülmektedir.
“İhtiyarların öğüdünü reddeden Kral Rehavam, gençlerin öğüdüne uyarak halka sert bir yanıt verdi: “Babamın size yüklediği boyunduruğu ben daha da ağırlaştıracağım. Babam sizi kırbaçla yola getirdiyse, ben sizi akreplerle yola getireceğim.”
“Kralın kendilerini dinlemediğini görünce, bütün İsrailliler, “
“Ey İsrail halkı, haydi evimize dönelim!
“Rehavam da yalnızca Yahuda kentlerinde yaşayan İsrailliler’e krallık yapmaya başladı.
“İsrailliler Kral Rehavam’ın gönderdiği angaryacı başı Hadoram’ı taşa tutup öldürdüler. Bunun üzerine Kral Rehavam savaş arabasına atlayıp Yeruşalim’e kaçtı. “
“İsrail halkı, Davut soyundan gelenlere hep başkaldırdı “(2.Krallar,10/13-19)
Hz Süleyman’ın ölümü hakkında Tevrat’ta muharref ifadeler vardır.
”Kral Süleyman Firavunun kızının yanısıra Moavlı, Ammonlu, Edomlu, Saydalı ve Hititli birçok yabancı kadın sevdi. “
“ Bu kadınlar RAB’bin İsrail halkına, “Ne siz onların arasına girin, ne de onlar sizin aranıza girsinler; çünkü onlar kesinlikle sizi kendi ilahlarının ardınca yürümek üzere saptıracaklardır” dediği uluslardandı. Buna karşın, Süleyman onlara sevgiyle bağlandı.
“Süleyman’ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar. “
“Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı RAB’be adayan babası Davut gibi yaşamadı.
“Saydalılar’ın tanrıçası Aştoret’e ve Ammonlular’ın iğrenç ilahı Molek’e taptı.”(1.Krallar,11/1-5)
Allah Tevrat’ta geçen Süleyman peygamber hakkındaki bu çirkin iftirayı şiddetle reddeder.
“Şeytanların Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı.” (Bakara/102)
Gerek müfessirlerin yaptığı yorumlar, gerekse Ömer Rıza Doğrul’un yaptığı izah, sonuçta vakıayı anlamaya yönelik ferdi görüşler olarak alınmalı, ama nihai tespit olarak değerlendirilmemelidir. Zira Rabbimiz bu detay üzerinde Kur’an’da fazla durmamış, asıl mesajı, öne çıkarmıştır:
“…Şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı.”
Bizler için önemli olan husus budur. Ölümün nasıllığının bilinmesi bizlere pek bir şey kazandırmayacaktır. Hatta belki de gereksizdir.
BEŞ./ BİR TESBİT
Müslümanlar, Kur’an’la olan ilişkilerinin niteliğini zamanla kaybetmişler, Kur’an’ın verdiği mesajdan ziyade kavramlar üzerinde uğraşır olmuşlardır. Süleyman kıssası da aynı akıbete uğramış, bu kıssa ancak “karınca, kuş, Belkıs, taht, köşk, Süleyman (a)’ın ölümü”gibi ayrıntılar olarak zihinlerde yer etmiştir.
Dolayısıyla müfessirlerimizin tefsirleri; Süleyman kıssasının değişime uğramış kavramlarının yerlerine oturtturularak, müfessirlerin yaşadıkları çağlardaki toplumlarına; Süleyman kıssasının vermek istediği mesajı o çağlara yansıtarak vermeleri gerekirken ayrıntıların tartışıldığı metinlerle dolup taşmıştır.
Kur’an’ı yüzünden okuyup içeriğine vakıf olamayan halk, Süleyman @ gibi nice krallık, imparatorluk kuranların gidişat ve çökmeleri hakkında ne bir değerlendirme ne de tepki gösterememişlerdir. Servet, zevk-ü sefa peşinde, toplumunu unutarak yaşayan yönetimlerini uyarma arzusu gösteremediklerinden her türlü eza ve cefaya maruz kalmışlardır.
Sonuç
Sonuç olarak Süleyman (a) kıssasının vermek istediği mesajları şöyle sıralayabiliriz:
a) Hz. Süleyman kıssasının nazil olmasının ilk sebebi Tevrat, İncil gibi muharref kitaplardan ve çeşitli rivayetlerden, Hz. Süleyman hakkında bir takım yanlış fikirlere sahip olan cahiliyye toplumuna kıssanın doğrusunu bildirmektir. Çünkü hidayetle ilgili içerikten yoksun olan Süleyman@ kıssasından insanlar öğüt ve ibret alamazlardı.
b) Mekke’yi kendi heva ve heveslerine göre yöneten Mekke Melelerine, toplumu hak ve adaletle yönetmeleri kıssa yoluyla bildirilmiş oluyordu.
c) Hz. Süleyman’ın kıssasının bütünü, ülke yönetiminde bulunan bir yöneticinin Allah’ın emirlerini gerek kendisine, gerek toplumuna, gerekse diğer toplumlara uygulamalarını ibret olarak vermektedir.
d) “Ey Davud! Biz, seni yeryüzünde halife yaptık. 0 halde insanlar arasında hak ile hükmet, hevana uyma yoksa seni Allah ‘in yolundan saptırır.”(Sad/26)
Babası Davud’a Allah’ın emrettiği bu ilke; Hz. Süleyman’ın da kavmini yönetirken uyguladığı ilahi bir ilkedir. Allah böylece ülke yöneticilerinin toplumlarına yapacakları davranışların nasıl olması gerektiğini iki İslami otorite olan Davud ve Süleyman’ın kıssası ile bildirmiş oluyordu.
e) Sebe melikesinin Melesi ile yaptığı istişare, ülke yönetiminde ŞURA prensibinin önemini gösterir.
f) Allah’ın verdiği nimetleri onun kanunlarına göre değerlendirerek toplumun refahını artırmak… Diğer toplumların önüne geçmek…
Hz. Süleyman’ın gemiler inşa edip, rüzgârlardan faydalanarak ticarette ilerlemesi, zırh ve Arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya sahip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sayesinde kurduğu medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silah üstünlüğü sayesinde gelecek tehlikelere karşı hem hazırlıklı olmak, hem de diğer kavimlere üstünlüğünü bu yolla kabul ettirmek mümkün olabilir. İyi değerlendirilen yeraltı ve yerüstü servetleri ve iyi yapılan ticaret sayesinde ekonomik olarak hem kavmini refaha ulaştırmak ve hem de diğer kavimlere egemenlik sağlamak mümkün olabilir. İslam bunu yaparken insanlara adalet ve refah götürür. Fakat günümüzde ise aynı imkanlara sahip müşrik, emperyalist Batı ülkeleri kendi refah ve zenginliklerini, diğer milletlerin sömürülmesine, aç kalmasına, yokluk ve sefalet içinde kalmasına dayandırmaktalar.
g) Yöneticiler geldikleri makama Allah’ın lutfu ile gelirler, dolayısıyla böbürlenme, şöhret tutkusu ve tamahkarlık onlara yakışmaz. Elde ettikleri o mevkinin Allah’ın onlara bahşettiği ve sınandıkları bir mevki olduğunu her zaman hatırlamaları gerektiği kıssa yolu ile anlatılır.
h) Süleyman’ın @ Sebe melikesini, İslam’a çağrı metodu olan mektup gönderme metodunu, daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam’ın; çağdaşları diğer hükümdarları İslam’a davet ederken kullandığını görmekteyiz.
ı) Davud ve Süleyman kıssası, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak İslam otoritesinin yapması gereken davranışların neler olduğunun; olması gerektiğinin örneklerini veren bir ibret ve nasihat vesikasıdır. (Cengiz DUMAN)
http://haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=433