SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK
Ayın Yarılması (Şakkul Kamer) diye bir mucize var mıdır?
Giriş
Bu yazı daha önce ÎKTÎBAS’ın Ağustos-1991 sayısında yayınlanan Göğün yarılması ile ilgili yazımızın devamı niteliğindedir. Bu yazılarla amaçladığımız iki temel hedef vardır, îlki, Kur’an’ın bu tür ayetlerim vüsatimiz (gücümüz) oranında irdeleyerek, Kur’an’ın kendi özüne uygun şekilde anlaşılmasına katkıda bulunmak; ikincisi de Hz. Peygamber’e isnad edilen bir mucize de olsa, tarihi olayların gerçekliğini sorgulamaktır.
Eldeki mushafta 54., Hz. Osman Mushafında ise 37. sırada olan 55 ayetlik Mekkî Kamer suresinin ilk ayetinde “…inşakkal kamer” (ay yarıldı) şeklinde bir ifade bulunduğu için, bu, Hz. Peygamber zamanında ayın bir mucize olarak ikiye yarıldığı ve sonra yeniden birleştiği, bir takım ulema ve ravilerce anlatılagelmiş, buna ayın yarılması (şakkul kamer) mucizesi denmiştir. Sahih bir İslam tarihi yazımına olan ihtiyaç bu tür rivayetleri okudukça bir kez daha kendisini hissettiriyor.
Bu yazıda, Kamer suresinin bu ayetinin gerçek anlamının ne olduğunu ve olabileceğim izaha çalışacağız. Ay yarılması denen sözde mucizenin gerçek olup olmadığı hakkında akla takılan sorulara yer vereceğiz.
OLAY NASIL OLDU
Hz. Peygamber zamanında hicretten beş sene evvel Mekke’de bir akşam vakti dolunay halindeki ayın ikiye bölündüğü rivayeti Buhari, Müslim, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Beyhaki ve daha bir çok kaynak tarafından nakledilmiştir. Olayın sahabe arasındaki ravileri ise Enes b. Malik, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Ömer, Cübeyr b. Mut’im, Abdullah b. Abbas ve Hz. Ali’dir.
Tefsir kitaplarına baktığınızda Hadis kitaplarından esinlenerek -aslında buna, hadis kitaplarının manyetik etkisi altında kalarak desek daha doğru olur-ilgili ayetin aynı şekilde, ayın gerçek anlamda yarıldığına delalet ediyor tarzında yorumlandığını görürsünüz.
Tüm bu klasik eserlerde ortak olan bir tarafı varsa o da “gerçekten ayın ikiye bölündüğünün” anlatılmasıdır. Tüm diğer hadis kitaplarındaki rivayetlerin de özeti mahiyetinde olduğu için biz Buhari’nin konuyla ilgili olarak Kitabı’na aldığı rivayetleri ele aldık, beraber okuyalım:
1 – “Müsedded …İbni Mesud’tan: Dedi ki (İbni Mes’ud), Rasulullah zamanında ay iki parçaya ayrıldı. Bir parça dağın üst tarafında, bir kısmı da diğer tarafında idi. Rasulullah ‘şahid olunuz’ dedi.”
2 – “Ali (îbni Abdillah) …Abdullah’dan (İbni Mcs’ud olmalı): Biz Rasulullahla beraberdik, ay yarıldı ve iki parça oldu. Bize ‘şahid olun’ buyurdu.”
3 – “Yahya b. Bükeyr …İbni Abbas’dan: Ay Rasulullah zamanında yarıldı.”
4 – “Abdullah b. Muhammcd …Enes’den: Ay iki fırkaya ayrıldı.”(l)
Buhari’nin hadislerinin hepsi bu kadar.
Olayın hicretten beş sene önce gerçekleştiği, yukarıda Abdullah b. Muhammed’in Enes’den yaptığı rivayete göre, müşriklerin Hz. Peygamber’den mucize istedikleri, bunun üzerine gerçekleştiği, diğer rivayetlerde ise böyle bir talebin bulunmadığı anlaşılıyor. Yine bazı rivayetlerde olayın Mina’da gerçekleştiği, ayrıca Müslim’in İbni Mes’ud’dan ve Ahmed’in Enes’den yaptığı rivayetlere göre de iki defa bölünme olayının olduğu bildirilmektedir.
Yine bu rivayetlere bakılırsa, ay yarıldığında müşrikler, “bu İbni Ebi Kebşe’nin (Peygamberimiz kastediliyor) büyüsüdür” demişler. Sonra, Muhammed bizi büyülese dahi tüm insanları büyüleyemez ya, dışarıdan gelenleri bekleyelim ve bir de onlara soralım demişler, seferden gelenler olayı doğrulamışlar. (3)
İbni Kesir de ayın yarılmasının şimşek çakar gibi çok ani bir süratte olduğu ve hemen geri kapandığı görüşündedir.
OLAYIN KRİTİĞİ
1 – Kur’anî Bakış
Kamer süresi de diğer Mekkî sureler gibi ahiret hayatına dikkatleri çeken, ahirete imanın önemini vurgulayan bir suredir. Allahu Teala kıyametin yaklaştığını ihbardan sonra, Kur’an’ın bir öğüt kitabı olduğunu vurguluyor. Sonra Nuh, Ad, Semüd, Lut, Firavun kavimlerinin başlarına gelen olaylar, onlara yapılan çağrıya rağmen öğüt dinlemeyip azgınlıklarına devam etmeleri ve sonuçta uğradıkları azaplar anlatılmakta ve nihayet Mekke müşriklerine söz getirilerek şöyle denilmektedir:
“Şimdi sizin kafirleriniz onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mi vardır? Yoksa ‘biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz’ mu diyorlar?” (5)
İşte surenin genel karakteristiği budur. Şimdi de konumuz olan, surenin ilk ayetlerini okuyalım:
“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar ne zaman bir mucize (ayet) görseler ‘eskiden beri devam edegelen bir büyüdür’ derler. Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin bir gayesi (durma yeri) vardır. Andolsun onlara kötülükten önleyecek nice haberler gelmiştir. Bunlar, gayesine ulaşan birer hikmettir. Fakat peygamberlerin uyarıları fayda vermiyor. Çağıranın görülmemiş, tanınmamış bir şeye çağırdığı gün sen de onlardan yüz çcvir.” (Kamer- 1-6. ayetler)
Görüldüğü üzere surenin bu ilk ayetlerinde, insanlara kıyametin yaklaştığı, bir gün hesaplaşma anının geleceği hatırlatılmaktadır. Sure, ilk olarak “kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı” sözüyle başlıyor. Burada ilk olarak, kıyametin yaklaştığının ihtar edildiği kesindir, bunda şüphe yoktur. Fakat ayetin ikinci kısmı, yani “ay yarıldı” (inşakkal kamer) ifadesine gelince işte olayın yanlış anlaşılması buradan itibaren başlıyor. Lakin bu meseleyi Kur’an’a bütüncül bir şekilde baktığımızda anlamakta hiç bir güçlük çekmeyiz.
Kuran’da “yarıldı” ve benzerî ifadeler:
Kamer suresinin bu ilk ayeti, yani “ay yarıldı” ifadesi esasen Kur’an’daki benzerlerinden birisidir. Bilhassa kıyamet sahnelerini tasvir eden, ahiret ahvalinden bahseden surelerde ve ayetlerde, bu şekilde “gök yarıldı” “yer yarıldı” gibi deyimler kullanılmıştır. Biz şimdi bu ayetlerden bazılarını okuyucunun dikkatine sunacağız:
l- “O gün gökyüzü beyaz bulutlar halinde yarılıp melekler bölük bölük indirilirler.”(6)
2 – “Gök yarılıp da erimiş yar gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman”(7)
3 – “Gök de yarılmış, çatlamıştır.” (8)
4 – “Gök yarıldığı zaman“(9)
Bu ayetlerin hepsinde de “yarılma” olarak tercüme edilen fiiller ş-a-k-k-a fiilinin türevleridir ve hepsi de mazî (di’li geçmiş zaman) sîgasıyla kullanılmıştır. Yani hepsi de gelecekte, kıyametin kopması anında vuku bulacak hadiseleri bildirmesine rağmen, hep mazi (geçmiş) sigasıyla anlatılmıştır. Ama bu ayetler nasıl “yarılacak”, (”o gün) yarılır” gibi tercüme ediliyorsa, Kamer suresinin ilk ayetinin de bu şekilde tercüme edilmesi olanaksız değildir ve tercüme edilmese de biz o anlama geldiğini bilmeliyiz.
5- “Bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer varılacak, dağlar yıkılıp dağılacaktır. (10)
Bu ayet, Hıristiyanların “Rahman çocuk edindi” diye iftira etmeleri üzerine inmiştir.
6 – “Sonra toprağı bir yarışla yardık.“(l1)
7 – “O gün yer yarılır, onlar kabirlerinden dışarı çıkarlar…(12)
8- “…öylesi (taşlar)da var ki çatlar da onlardan su fışkırır.”
Yukarıda dediğimiz gibi, bizzat ‘ş-a-k-k-a” türevli fiillerin kullanıldığı bu ayetlerin dışında), anlam olarak yine aynı, yani “yarılma” olayından bahseden, değişik kelime ve fiiller Kur’an’ın Mekki ayetlerinde kullanılmaktadır. Bunlardan birisi Müzzemmil suresinin (ki ilk inen surelerdendir) 18. ayetinde geçen “münfetir” kelimesidir: “Gök kubbe yarıldığı zaman” Bir diğeri ise Nebe suresinin 19. ayetindeki “fütiha” kelimesidir: “O gün gökyüzü açılır…”
Daha bu ayetlerin dışında, Mekke’de nazil olup, kıyametin kopuşu ve ahiret ahvalini tasvir eden surelerde böyle, alışılmışın dışında olayların cereyan edeceği çok sık bir şekilde vurgulanmaktadır.
“Yer yarıldığı (zaman) (13);
“Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar kararıp döküldüğünde, dağlar sallanıp yürütüldüğünde… denizler kaynatıldığında…”(14) gibi ayetler sözünü ettiğimiz tasvir ayetlerinden sadece bir kaçıdır.
Şimdi Kamer suresinin ilgili ayetini bu ayetlerden ayırmaya imkan var mıdır? “Ay yarıldı” ayetinin, bu yukarıdan beri sıraladığımız ayetlerden hiç bir farkı yoktur anlam itibariyle. Yani o da kıyametin -tıpkı semanın yarılmasından bahsedildiği gibi, dağların atılmasından denizlerin kaynatılmasından ilh. söz edildiği gibi- ayın da yarılacağı bildiriliyor…
Kur’an’ın anlattığına göre kıyamet denen olayın normalin ötesinde bir hadise olacağı anlaşılıyor. Ama insanoğlunun tecrübe edemediği ve mahiyeti hakkında şimdilik fazla bir bilgi sahibi olmadığı bu sahnenin bir parçası olan ay yarılmasının da nasıl vuku bulacağı hakkında bir şey dememiz zordur, yazımızın konusu da bu değildir zaten.
Konuyla ilgili olarak önemle altını çizmemiz gereken husus, Sayın Süleyman ATEŞ’in isabetli tesbitinde olduğu gibi (15), Kur’an-ı Kerim’de gelecekle ilgili haberlerin geçmiş (mazî) sigasiyle bildirilmesidir. Buna Nahl suresinin 1. ayetini örnek vermektedir sayın Ateş: “Allah’ın emri gelmiştir…”
“Kıyamet yaklaştı ay yarıldı”nın anlamı da “Kıyamet yaklaştı o gün ay yarılacaktır” anlamındadır. Yani ayın yarılması, vukubulmuş bir olay değildir. Belki vuku bulacaktır. Araf suresinin 44-50. ayctilerinde Cennet ehli ile Cehennem ehlinin ahiretteki ahvali anlatılıyor. Bu olaylar hep, “nida ettiler”, “bulduk (derler)”, “buldunuzmu” gibi mazî sîgasındaki sözcüklerle anlatılmaktadır. Oysa anlatılanların ahiretle yani gelecekte gerçekleşeceği apaçıktır.
Öte yandan Nesefî ve Hasan Basrî’nin ay yarılmasının “gelecekte gerçekleşeceği” görüşünde oldukları da bildirilmiştir. (16)
Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur
Kur’an-ı Kerim, Peygamberimize, bilinen anlamda herhangi bir mucizenin verildiğini bildirmez. Bilakis Peygamberimize mucize verilmediğini -gerekçeleriyle- ifade eder. Zaten eğer Peygamberimize mucize verilmiş olsaydı bu açık açık anlatılırdı. Ayın yarılması gerçek olsaydı bunun da açıkça bildirilmesi, belki de -Süleyman Ateş’in dediği gibi -Kamer suresinden sonra inen surelerde bu olaya değinilmesi gerekirdi.
Kur’an İsra suresinin 90-95. ayetlerinde, müşriklerin, Allah Resulünden mucize istediklerini fakat bu isteklerinin verilmediğini açık açık bildirmektedir. Bu ayetlerde müşriklerin Hz. Peygamberden, (a) yerden bir kaynak fışkırtmasını, (b) yahut hurma ve üzümlerden oluşan bir bahçe edinmesini, (c) yahut üzerlerine gökten parçalar yağdırmasını, (d) Allah’ı ve melekleri şahitler getirmesini, (e) yahut altından bir ev edinmesini, (f) veya göğe çıkmasını, gökten bir kitap getirmesini talep ettiklerini, aksi takdirde O’na inanmayacaklarını söylediklerini bildirmektedir.(17) Netice itibariyle bu saçma isteklerinden hiç birisi onlar için yerine getirilmemiştir. ,
Yine İsra suresinin 59. ayetinde Allahu Teala, mucize vermeyişinin sebebini, önceki kavimlerin yalanlamaları olarak gerekçelendirmektedir. Yani Allah mucize verdiğinde buna inanmaları gerekir, inanmazlarsa azabı hak edecekleri için Allah bu ahmak insanlara mucize göndermemiştir.(18)
Aynı olguya değinen bir ayet de şudur: “Eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair olanca güçleriyle Allah adına and içtiler. De ki, Mucizeler ancak Allah tarafındandır. Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?(19)
Kamer suresinden çok sonra inen bu En’am suresinin 33, 34, 35 ve devamındaki ayetlerde Allahu Teala Peygamberini teselli ediyor. 33. ayette de, evvelki peygamberlerin de yalanlandığını ama sabrettiklerini bildiriyor. 35. ayette ise aynen şöyle buyuruyor:
“Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getîresin! Allah dileseydi elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi. O halde sakın cahillerden olma!”
Görüldüğü üzere Allah inkârcılara, onlara verilmiş mucizelerden bahsetmiyor. Peygambere, davasını sabırla anlatmaya devam etmesini salık veriyor. Diğer yandan “biz onlara ayı ikiye böldük, yine inanmadılar” da diyebilirdi. Ama böyle bir ifade de yok!
Bu ayetlerden anladığımız şudur. Allahu Teala İslam’ın insanlar tarafından akılları hayrette bırakan bazı olağanüstü vakalar karşısında değil, aklı selim ile, hür irade ile kabul edilmesini istemiştir. Nitekim öyle de olmuştur. Her ne kadar insanlar Mekke’de 13 yıl kadar İslam’ı kabul etmemek için olanca inatlarını ve diretmelerini ortaya koymuşlarsa da aradan kırk yıl geçmeden tüm Arap Yarımadası İslamlaşmıştı.
Ayın yarılmasının müşriklerin Rasulullah’dan mucize istemeleri üzerine gerçekleştiğine dair güvenilir bir rivayet yoktur. Mevdudi bunun sadece İbni Abbas tarafından rivayet edildiğini söylüyorsa da (20), yazımızın baş tarafında kaydettiğimiz Buhari hadislerinden Enes rivayetinde de olayın müşriklerin mucize isteklerinden sonra vuku bulduğu anlatılıyordu.
Oysa böyle bir olay gerçekleşmemiştir. Kamer suresinin bu ilk ayeti kıyametin yaklaştığını ihtar etmekten başka bir anlamda değildir.
2 – Rivayetlere Göre Şakk-ı Kamer:
Kur’an’ı yine Kur’an’la anlamak şarttır. Kur’an’ı en iyi tefsir eden yine Kur’an’dır. Kur’an’a göre. Bunu hiçe sayan ulema kesimi her konuda olduğu gibi “ayın yarılması mucizesi”(!)nde de önümüze bir yığın kîl ü kal çıkartıp Kur’an’a rağmen bir efsanenin kabulünü müslüman halka dayatmaktadırlar. Gerek Arapça gerekse Türkçe tefsirler içerisinde sayın Süleyman Ates’den başka olayın kritiğini yapan birine rastlamadık. Bu da bize “bilimsel statükoculuk” diye bir kavram ilham etti…
Kur’an’dan sonra en sahîh kitap (!) diye lanse edilen Buhari ve sair hadis kolleksiyonlarında ayın Rasulullah zamanında yarıldığına ilişkin bir yığın hadis bulunmaktadır. Her ne kadar, merhum Seyyid Kutup gibi bir müellif de olayın tevatüren (!) nakledildiğini yazmışsa da, tevatürle hiç bir suretle ilgisi yoktur. Çünkü yazının baş tarafında da belirttiğimiz gibi bu olay en nihayetinde 5-6 tane sahabe tarafından (İbni Mes’ud, İbni Ömer, Enes, İbni Abbas, Cübeyr, Ali) rivayet edilmektedir ve sonuç itibariyle ahad haberdir. Ahad haberle tevatür olmayacağını ve bunun bir itikadi durum hasıl etmekten oldukça uzak olduğunu ise herkes bilir.
Bu ravilerden Hz. Ömer’in oğlu Abdullah Mekke’de iken çok küçük yaşta olması gerekir. Çünkü Medine’de Uhud savaşında çocuk yaşta bulunduğu için 15 yaşlarında kabul etsek şakk-ı kamerin vuku’u zamanında (hicretten beş sene öncesi) yedi yaşlarında bulunması gerekir. Enes de bu esnada belki doğmamış, belki de bir iki yaşlarında idi. Çünkü Medine’de dört yaşlarında bulunuyordu. Abdullah îbni Abbas ise henüz doğmamıştı.(21) O’nun hicreten üç yıl önce doğduğu biliniyor. Olayı görme ihtimali bulunan tek kişi İbni Mes’ud’dur.(22)
Görüldüğü üzere, İbni Mes’ud’un dışındaki ravilerin çoğunluğu hicrete beş sene kala, yani ay yarılmasının -sözde- vuku’u yılı çelik-çomakta, oyunda-eğleşte çocuklardır. Üstelik içlerinden bazıları henüz doğmamıştır. Acaba Rasulullah’ın yanından hiç ayrılmayan arkadaşları, niçin bu olayı görmemişler ya da görmüşlerse rivayet etmemişler de, bu üç beş tane küçük yaştaki çocuk görmüştür? Olayın taşradan, bağdan bahçeden gelenden v.s. hiç anlatılmamaktadır. Diğer yandan yine İbni Abbas’dan “ay yarıldı” ayetinin Rasulullah zamanında ay tutulması olayı üzerine indiği de rivayet edilmiştir. Yani rivayetler arasında çelişki ve tutarsızlık alenen göze çarpmaktadır.
Şimdi hala Müslümanlar, Kur’an’ın sarih olarak bildirmemesine rağmen, çarık-çürük rivayetlere dayanarak ayın yarıldığına inanacaklar mıdır? înanacaklarsa bu, Kur’an’ı hiçe sayan bir inanış değil midir? Körü körüne ataların izinden gitmenin adı değil midir bu?
3- Olayın İmkaniyeti:
Rivayetlerin tenkidini kabullenemeyecek Müslümanlar, “Allah ayın yarılmasını isterse neden olmasın” diye pirimitif bir itiraz yükselterek işin içinden sıyrılmaya çalışacaklardır. Evet Allah her şeye kadirdir. Bizim tartışmamız Allah’ın ay küresini yarmaya kadir olup olmadığı değildir. Bizim tartışmamız, böyle bir olayın olup olmadığı sorunudur ki olmadığını ileri sürüyoruz. Allah’ın her şeye kadir olması, O’nun düzensiz ve sünnetine aykırı şeyler yaratması demek değildir. Allah’ın yaratması ve sünnetullah düzenlidir, ahenklidir, rasyoneldir.?! Kaldı ki ay yarılmış olsa bile, sırf bunun için bir tek müşrikin bile iman ettiği bildirilmiş değildir.
Olayın gerçekliği üzerinde düşünmeyen Müslümanlar, bu sefer oturup ayın nasıl yarılabileceğini birtakım kozmolojik öncüllerle ispatlamaya çalışmışlardır. Öte yandan ayın yarılmasının şimşek çakar gibi bir iki saniye içinde olup bitmiş bir olay olduğu (!) kabul görmektedir. Bunun imkanını akıl almaz. Kaldı ki böyle olsa bile, şimşek çakması insanlar için ne oranda bir mucize ise, ayın yarılması da o oranda mucizedir! Şimşek çakar gibi ikiye ayrılan ay’ın (!) insanlar hiç farkına varamayacaklar, “bize bir kez daha göster” deme ihtiyacı duyacaklardır. Bir anlık böyle bir olay hiç kimsede iman kanaati oluşturamayacak, hiç kimsenin imanını artırmayacaktır.
Söz konuşu olayın, Mekke dışındaki yerlerden görülmeyişi ve bunun tarih boyunca hiç bir ülkede bir rivayet olarak duyulmamış olmasına, o anda diğer ülkelerde havanın bulutlu olduğu, bazı yerlerde güneşin henüz batmış bulunduğu, bazı yerlerde gecenin tam ortası, yani tatlı uyku zamanı olup insanlar ayakta olmadıkları için görülememiştir türündeki cevaplar da asla ikna edici ve sahici değildir. Çünkü dünyanın tamamı bu sayılan vasıflarda bulunuyordu da sadece Mekke’de hava ve iklim, ikiye ayrılan ayı görmeye müsait değildi. Bu imkansız bir şeydir.
Böyle bir olay olmuş olsaydı Hz. Peygamber’in tüm Mekke’li insanları çağırması gerekirdi diye düşünüyoruz. Adeta Musa’nın Firavun sihirbazlarıyla müsabaka yaparkan tüm insanların orada hazır bulunması gibi.
SONUÇ
Şakkul kamer mucizesi denen olayla, Kur’an’ın yine Kur’an’la anlaşılması gerekliliği bir kez daha önemini hissettiriyor. Kur’an kendisine hiç danışılmadan tarihsel rivayetlerle tabir caizse hariçten gazel okuyarak yine Kur’an hakkında hüküm verilmekten artık kurtarılmalıdır.
Kur’an’ı bütüncül bir şekilde ele almak gerekir. Kur’an’ın her hangi bir ayetinden hareketle, “Allah her şeye kadir değil midir, O isterse olur” mantığıyla ulu orta hüküm kotarmak Kuran’ı katletmektir. Öyle olursa hiç kimsenin hiç bir yoruma karşı çıkıp, bunu Kuran’a isnad edemezsin deme hakkı olamaz.
Güya, Kuran’ın “Allah’ın kelamı olduğunu – ki elbette öyledir –ve bir çok ilmi gelişmeyi haber verdiğini zoraki tevillerle ve cahilce zorlamalarla çıkarsamaya çalışanlar gibi, Kuran’ın ayın yarıldığını bildirdiğini sananlar oturup inciler döktürerek ayın nasıl yarılabileceğini, bunun nasıl mümkün olduğu tartışmışlardır.
Müslümanlar arasında bilimsel zihniyetin iflası sonucu toplumsal yapı o hale gelmiş ki, bugün bir deli çıkıp da mesela son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.)’in yeniden dirilip kabrinden çıktığını ve Medine’de ikamet ettiğini, insanları yeniden dine çağırdığını duyarsa, aradan üç gün geçmeden tüm Türkiye’de halkın ekseriyetinin bu haberin sevinciyle coştuğunu görürsünüz. Üstüne üstünlük eli kalem tutan mollalar ve cami kürsülerinde hitap eden vaiz efendiler derhal olayın olabilirliğini, Allah’ın buna gücünün yeteceğini, zaten Kuran’da bu olayı telmih buyuran ayetlerin varolduğunu, ilgili hadisleri vs. sayıp dökeceklerdir.
Peygamberin devrinde ay’ın her hangi bir surette yarılıp iki parçaya ayrıldığına ve bir müddet sonra tekrar birleştiğine inanmıyoruz. Kamer suresinin söz konusu ayetinin böyle bir olayı anlattığını sananlar yanılgı içindedirler. Asırlar boyunca oluşmuş hurafelerden biridir. Böyle bir mucizeyi var kabul edip de inanmayanı tekfir etmek de ruhban sınıfının ve kendisini engizisyon mahkemesinin fetvacıbaşısı zannedenlerin işidir. Çünkü olayı gerçekten anlamaya çalışmak bir yana; formel açıdan da baksak bu konunun, inkarı halinde küfrü gerektiren bir inanç esası olması için ilgili Kuran ayetlerinin hem delalet hem de sübut açısından kati olması gerekir. Kuran ayetleri sübut açısından katidir fakat bizim sözünü ettiğimiz ayet delalet açısından zannidir. Yukarıda benzerlerini verdik. Mekke’nin müşriklerine kıyametin yaklaştığını haber veren ayetlerden biridir.
Müslümanların tekelci, ‘hocacı’, şeyhçi, felancı, iftiracı, doğmatik olmaktan ziyade aklı selimin sesine kulak verenci olmaları gerekmez mi ? Yine Kuran, sözde inancımızın başında geliyorken, en az ve en sonra okuduğumuz kitap da Kuran değil midir ? Kuran’ı anlayarak ve çokça okuduğumuzda bize doğruları kazandıracaktır. Hidayete erdirici yegane kaynak Kuran’dır.
Dipnotlar
1 – Buhari, Sahih, Kitabut Tefsir, Kamer suresi.
2 – İbn Kesir, Hadislerle Kuran Tefsiri, C. 14, S. 7585 ve 7582.
3 – İbn Kesir, a.g.e. S. 7583.
4 – a.g.e. S. 7587.
5 – Kamer, 43-44.
6 – Furkan, 25.
7 – Rahman, 37.
8 – Hakka, 16.
9 – İnşikak, 1.
10 – Meryem, 90.
11 – Abese, 26.
12 – Kaf, 44.
13 – İnşikak, 3.
14 – Tekvir, 1-6.
15 – Prof. Dr. Süleyman Ateş, Yüce Kuran’ın Çağdaş Tefsiri, 9/151. Ayrıca bkz. İbn Kesir, a.g.e. S. 7580.
16 – İbn Kesir, a.g.e. S. 7587; Zemahşeri, Keşşaf, 4/431.
17 – İsra, 90-93.
18 – Tabatabai, Tefsirul Mizan, 19/61-63.
19 – En’am, 109.
20 – Mevdudi, Tefhimul Kuran, 6/47-48.
21 – İbn Kesir, a.g.e. S. 7585; Ateş, a.g.e. S. 152.
22 – Ateş, a.g.e. S. 152
(İktibas Dergisi, Mehmed Durmuş, Sayı: 160. )
posted in AYIN YARILMASI | 28 Comments