Arapçayı Kutsamak
TELAFFUZ, TECVİD VE TERTİL
ALLAH “YARATTI(khaleka)” FİİLİNİ “TRAŞ ETTİ(halaka)” DİYE ANLAMAK?
Bütün dillerde harfleri doğru telaffuz etmek önemlidir. Amacı doğru ifade etmek, yanlış anlamalara neden olmamak için sözcükleri doğru okumak ve doğru seslendirmek gerekir. Bu durum konuşmacının dili akıcı ve sade kullandığının göstergesi olduğu gibi dinleyicinin de ıkınmadan ve sıkılmadan dinlemesinin yolunu açar. Ancak bu, hayati bir konu olmadığı gibi gündemin birinci öncelikli maddesi de değildir. Hayat, anlam ve değerini bununla kazanmaz. Haikate odaklanmış insanlar mesailerinin önemli kısmını buna harcamazlar. Bu bir öz, içerik ve mahiyet olmadığı gibi üslup da değildir. Belki üsluptaki renktir ve tattır. Güzel konuşmacı, doğru telaffuzuyla konuşmasına renk ve tat katar.
Pek çok dini çevrede Arapça, kutsal bir dil olarak görüldüğü için Arapça sözcüklerin telaffuz edilmesi, öteden beri istismar edilen bir konudur. Bu nedenle harflerin çıkışına (mahrec) ve telaffuzuna özel bir önem verilir. Bu amaçla Kur’an öğretimi adı altında pek de Kur’an’la ilgili olmayan ‘tecvid’ diye yeni bir eğitim alanı icat edilmiştir. Tecvidle, harflerin telaffuzu dışında kendi içinde bir disiplin icat edilmiş ve Kur’an’ı anlamanın önüne engel oluşturulmuştur.
Sözde Kur’an okurları veya öğrencileri, mahreç ve tecvid konusuna uzunca bir süre ayırırlar. Bu seviyeyi aşanların Kur’an öğrendiklerine inanılır. Hatta hafızlar, hafızlık öncesinde bu sorunu(!) aşarak oldukça uzun bir süreçte yoğun bir emekle Kur’an’ı ezberlerler. Oysa böyle yoğun emek sonucu, Kur’an’ın amacına uygun atılmış kayda değer bir adım yoktur. Bunun mesainin sonucu ülkemizde ‘Kur’an okumak’ denince, ilk akla gelen onu Arapça olarak anlamadan okumak akla gelmektedir. ‘Kur’an’ı düzgün ve doğru okumak’ ifadesi ise dini çevrelerde daha çok Arapça harfleri mahreçlerinden doğru çıkarmak ve tecvitli okumak olarak anlaşılmaktadır.
Ne Allah’ın kitabında ne de O’nun elçisinin anlayışında ‘Kur’an okuma’ ifadesinden asla harfleri mahreçlerinden doğru çıkarmak ve tecvitli olarak okumak biçiminde bir mesaja gönderme yapılmamıştır. Allah’ın dininde, ‘Kur’an okumak’, kişinin kendi ihtiyaçları ve sorunları hakkında doğru cevapları bulma, düşünce ve inancını sağlam temele oturtma arayışıdır. Bu ise onu ancak anlayarak, kavrayarak ve özümseyerek okumakla olanaklı olur.
Arapçayı kutsal bir dil olarak görenler, diğer dillerde vahyin indirilmiş olmasını düşünmezler ve sorgulamazlar. Oysa, “Kendilerine apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik…” (14İbrahim/4) ayeti buna dikkat çekmekte ve dillerin Allah açısından üstünlük vesilesi olmadığına işaret etmektedir. Evet, bu mesaj bizlere bütün dillerin çok değerli olduğu bilincini de vermektedir. O diller sayesinde insanlar birbirlerine hakkı, adaleti ve sorumluluğu öğretirler. “O’nun âyetlerinden biri de göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı-çeşitli olmasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır.” (30 Rum/22) ayetiyle dillerin farklılığının Allah’ın ayetlerinden olduğunun bildirilmesi, bütün dillerin saygın, değerli ve dokunulmaz (övünme veya yerinme aracı yapılamayacağını) olduğunu ifade etmektedir.
Arapça kutsal görülünce ona ait nokta, çizgi ve işaretler de kutsala dönüşmektedir. Bunun göstergelerinden biri de, bunu sahiplenen çevreler genellikle şu örneğe sığınmalarıdır;
“Halekallahus semavati vel erda…” “Allah gökleri ve yeri yarattı…” (29Ankebut/44) ayeti, bu anlayış sahiplerine göre telaffuzun önemini ortaya koymaktadır. Onlar; ‘Eğer ayet, “Halekallahus semavati vel erda…” diye okunursa “Allah gökleri ve yeri yarattı…” değil, “Allah gökleri ve yeri traş etti…” biçiminde anlaşılır’ diye her ortamda bu iddialarını savunmaktadırlar. Bunun için, “Halekallahus” ifadesindeki “Ha” harfinin mahrecinden doğru olarak, “Kha”ya benzer bir biçimde çıkarılması gerektiğinin üzerinde dururlar. Aksi takdirde bu okuma, “yarattı” değil, “traş etti” anlamına geldiğini düşünceleri için önemli bir örnek olarak görürler..
Kur’an’a yaklaşımda bu anlayışa birinci öncelik verilmesi beraberinde ciddi sorunları getirmektedir. Örnek üzerinden gidersek, “Halekallahus semavati vel erda…” ve benzeri ayetlerde yanlış telaffuz edilmesi halinde ortaya çıkacak sorunu biraz irdelemekte yarar vardır:
Acaba bu sözcüğün yanlış telaffuz edilmesini Allah mı yanlış anlar? Elbette ki hayır. Çünkü Allah yapılanları da, bilinenleri de, bilinmeyenleri de ve kastedileni de çok iyi bilendir. Peki, bu sözcüğün yanlış telaffuz edilmesini Arapça bilmeyen fakat bunu dinleyen biri (örneğin bir Türk) mi yanlış anlar? Bu da kesinlikle hayır. Çünkü o hiçbir anlamamıştır. Son seçenek olarak bunu dinleyenin bir Arap olduğunu düşünelim: Peki, bu sözcüğün yanlış telaffuz edilmesini, bu ayeti defalarca dinlemiş olan bir Arap mı yanlış anlar? Kesinlikle hayır. Biz Türkler Türkçeyi öğrenmiş bir yabancının bazı sözcükleri yanlış telaffuz ettiğini duyunca böyle anlamsız sonuçlara varmaz, onu ne demek istediğini anlarız. Eğer bir Arap böyle bir ayeti hayatında ilk defa duyuyorsa sadece ortada bir tuhaflık olduğunu düşünür ve doğru yorumlar. Ancak cahil değil zır cahil böyle hataları yanlış yorumlar.
Türkçede, “Bugün pek kar edemedik” diye “kâr” sözcüğünü yanlış telaffuz eden birini Türkçe bilen herkes doğru anlar. Türkçe bilmeyen kişi de yanlış anlamaz. ‘Yanlış’ sözcüğü ‘yalnış’, ‘yalnız’ sözcüğünü ‘yanlız’, ‘yar’ sözcüğünü ‘yâr’, ‘ırak’ sözcüğünü büyük harfle ‘Irak’, ‘hâlâ’ sözcüğünü ‘hala’ diye telaffuz etmekle de durum değişmez. Tüm bunlar konu bütünlüğü içinde, cümle içinde doğru anlaşılır. Zaten polemik konumuz sözcüklerin telaffuzu değil sözcüklerin cümle içinde kullanılmasıdır.
Konuşmaya renk, tat ve anlamda sadelik katan unsurları çok önemli konu olarak görmek doğru değildir. Hele, bu durum, Allah’ın dini gibi insan için en temel konuda ise hakka ulaşmayı erteleyici, engelleyici ve amaçtan saptırıcıdır. Eğer bir ulusun Kur’an’ı tanıma girişiminin yeterli düzeyde olmadığı biliniyorsa buna rağmen böyle iddiaların savunucusu olmak, böyle bir yaklaşım art niyetli kuşkusunu bile doğurur. Evet, bir kez daha yinelemek gerekir ki, “Halekallahus semavati vel erda…” ifadesini ne Allah, ne Arap, ne de Türk “Allah gökleri ve yeri traş etti…” diye anlar, hepsi de “Allah gökleri ve yeri yarattı…” diye anlar. Oysa koskoca bir halkı bu sinsi tuzaklarla aldatmak isteyenler çok büyük kayıplar yaşarlar. Ne gelişirler, ne de ilahi iradeye uygun davranmış olurlar.
Amaç Allah’ın sözlerini, ilahi kelamı doğru okumak, düzgün bir diksiyonla dile getirmekse, bu konuda Arapça sözcüklere değil Türkçe sözcüklere daha fazla dikkat etmek gerekir. Çünkü bu halk Türkçe konuşmaktadır. İlahi kelamı kendi anadilinde en doğru ve en güzel diksiyonla dinlemeleri, ilahı mesajı en güzel tatta ve renkte öğrenmelerine kapı aralayacaktır.
Evet, elbetteki Kur’an’ı doğru okumak, yanlış anlamaların önüne geçmek önemlidir. Tertil, Kur’an’ın düzgün ve belli bir disiplin içinde ve onun amaçlarını dikkate alarak okumayı ifade etmektedir. Ancak Arap diline yabancı olanlar için harflerin yanlış telaffuz edilmesini, Kur’an’ı anlamanın ve böylece hayat içinde yer bulmasının önüne geçirmek doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Öncelikli tutum, Kur’an-ı Kerim’in doğru anlaşılması ve ona sahip çıkılması yönünde olmalıdır. Ancak bunu yerine getirenlerin güçleri ölçüsünce doğru telaffuza riayet etmeleri de yerinde ve takdir edilecek bir davranıştır. (01.10.2008)
posted on Mart 6th, 2012 at 17:35
posted on Mart 7th, 2012 at 10:18