Kuranın Korunmuşluğunun Rivayetlerle Gölgelenmesi
KUR’AN’IN MEVSÛKİYETİNİ/KORUNMUŞLUĞUNU RİVAYETLERİN GÖLGELEMESİ – İbrahim SARMIŞ
(Mevsuk: Sağlamlık, güvenirlik, doğruluk, sağlam belge olma niteliği)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah tarafından korunan, Hz.Peygamber ve ashap tarafından ezberlenen, yazılarak saklanan, böylece harfiyyen kuşaktan kuşağa aktarılan bir kitaptır. Onun için Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği gibi bugüne kadar değişmeden geldiğinden aklı başında hiçbir Müslümanın şüphesi olmadığı gibi, kasıtlı veya kasıtsız iddialarına rağmen, kimi rivayet sahiplerinin, düşman çevrelerin ve gayri Müslimlerin de böyle olmadığına ilişkin ellerinde sağlam hiçbir delil yoktur.
İşgal ettikleri Hindistan’da İngilizlerin Kur’an’ın sûrelerini bozmaya ve onun yerini alacak bir kitap oluşturmaya çalıştıkları, ama çabalarının sonuçsuz kaldığı bilinmektedir. (bkz. Şaban Karataş, Age. 123-125). Şimdi onun yerini alan ABD, Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi (BOP) kapsamında ılımlı bir İslam üretmek ve müslümanları siyasal İslam talebi olmayan uslu çocuklar yapmak için Tevrat, İncil ve Kur’an’dan alıntılardan oluşturduğu uyduruk bir Kur’an yaymaya çalışmaktadır. Nitekim bu kitabın basımını Kuveyt’te iki Amerikan basım şirketi olan “Omega” ve “Wine Press”in “The True Furqan (Gerçek Furkan)” ve “The 21st. Century Quran” (21. Yüzyıl Kur’anı) adıyla yaptığı ortaya çıkmıştır. Sözde Kur’an’ın 77 sûre ve 366 sayfa olup hem Arapça hem İngilizce olarak basıldığı, Kuveyt’te bulunan ve İngilizce eğitim veren özel okullarda çocuklara okutulduğu belirtilmektedir. Sûreler Bismillâhirrahmanirrahim yerine, Hıristiyanlık’ta bilinen üç tabiatlı Baba’nın adıyla başlamaktadır. Ilımlı bir İslam üretme çabasında olan ABD bunun yanında laisizm ve sekülerizm sütü ile beslediği sözde müslüman devşirmeleri marifetiyle Kur’an’ın laik bir tefsirini yazmanın peşinde olduğu da bilinmektedir. (bkz. Anadoluda Vakit ve Yeni Şafak, Mart, 2007). “Kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer”(Fâtır 35/43).
Kur’an’ın Mevsûkiyeti(Güvenirliği) ve Rivayetler:
Kur’an, yardım edebileceklerini düşündükleri herkesi yanlarına alarak tümünün (Tur 52/34) veya on sûresinin (Hud 13/11), bu da olmazsa bari bir sûresinin (Bakara 2/23, Yunus 10/38) benzerini ortaya koymalarını söyleyerek karşı çıkanlara meydan okuduğu, bununla beraber bütün cinler ve insanlar güç birliği yapsa bile benzerini getirmeye güç yetiremeyeceklerini bildirdiği (İsra 17/88) mucizedir. Bugüne kadar Kur’an’ın bir sûresinin veya tümünün benzeri yapılamadığı gibi, sûrelerini veya tümünü bozmak ve değiştirmek de mümkün değildir. Çünkü Allah’ın koruması altında olup insanlığa evrensel son mesajıdır. “Şüphesiz Zikri biz indirdik ve biz onu koruruz” (Hicr 15/9) âyeti başta olmak üzere bunun delilleri çoktur.
Allahın nurunu ağızlarıyla söndüremeyen düşman, Müslümanların kaynaklarındaki birtakım rivayetler ve anlatımlarla onu gölgelemeye ve mevsukiyeti/otantikliği konusunda insanların zihinlerini bulandırmaya çalışmaktadır. Elhak, merhum Mehmet Akif’in dediği gibi, bunun için toprak gayet münbit olup Ehli Sünnet ve Şia kaynaklarında Kur’an’ın mevsukiyetini gölgelemeye yetecek ve artacak kadar rivayet ve kültür bulunmaktadır.
Kur’anın mevsukiyetini gölgeleyen rivayetler,
a- Kur’an’ın içeriğiyle ilgili rivayetler,
b- Mushaf olarak kitaplaştırılmasıyla ilgili rivayetler,
c- Kıraatler, nesh ve yorumlarla ilgili rivayetler, olarak üç grupta toplanabilir. Son ikisini başka yazılara bırakarak bunlardan yalnız birinci yolla Kur’an’ın mevsukiyetini gölgeleyenleri belirtmeye çalışacağız.
Kur’an’ın Allah tarafından korunmuş olması, yazılması, ezberlenmesi, namazda ve namaz dışında tekrar edilmesi, Hz. Peygamber’in hemen her münasebetle okuması, ashabın okuyuşundan dinlemesi, o güne kadar inmiş olan kısmı her yıl Ramazan ayında bir kez ve ömrünün son yılında iki kez Cebrail’e okuması, ölmeden önce kitap halinde düzenlemesi ve ashabtan bazılarının Kur’an’dan kendilerine birer nüsha yazmaları, gibi garantilere karşın, indiği zaman kullanılmakta olan kâğıda da yazıldığının belirtilmeyip sadece deri, kemik, taş ve hurma dalları gibi kaba şeylere yazıldığı bilgisi dışında, kaçar nüsha yazıldığı, bu kaba belgelerin nerelerde ve nasıl korunduğu, hicret sırasında bunların Medine’ye kimler tarafından, nasıl ve ne zaman götürüldüğü veya başından sonuna kadar yazılanların imha edildiği yahut vahyin yazılmadığı konularında Kur’an tarihi ile ilgili yazılanlarda ne yazık ki karanlık bir nokta bırakmayacak şekilde detaylı bilgi verilmemektedir.
Onun yerine,
Bakara ve Âl-i İmrân, Felak ve Nâs sûreleri uzunluğunda sûrelerin unutturulduğu,
Ahzab Sûresi’nin önceleri Nur Sûresi kadar olduğu ve içinde recm âyetinin bulunduğu,
Kur’an kitaplaştırılırken Tevbe Sûresi’nden son iki âyetin yalnız Huzeyme b.Sabit’in yanında bulunduğu ve kitap/mushaf haline getirilirken Kur’an’dan bildiklerini bildirenlerden en az iki şahit istendiği halde (es-Sicistani, Age, 12.), Huzeyme’nin şahitliğini Rasulullah bir tarihte iki kişinin şahitliği yerine saydığı (Zerkeşi, Age. 1/234; el-Hûî, Age, 244, 246) veya Osman/Ömer kendisine şahitlik yaptığı (es-Sicistani, Age; el-Hûî, Age, 244) için bu iki âyetin sadece onun haberiyle Kur’an’a alındığı ve Tevbe Sûresi’nin sonuna yerleştirildiği (es-Sicistani, Age.17),
Kur’an’dan iki sûre olup Übey b.Ka’b’ın da Mushaf’ında yazılı olduğu halde Kunut dualarının Kur’an’dan çıkarıldığı (Zerkeşi, age, 2/37),
Bi’ri Maûne’de öldürülenlerle ilgili indiği iddia edilen “Halkımıza bildirin ki biz Rabbimize kavuştuk, O bizden razı oldu, biz de ondan” anlamındaki âyetin uzun süre okunduktan sonra neshedildiği (Buhari, cihad, 9, meğazi, 28; Müslim, mesacid, 54, hadis no, 297),
“Tevbe Sûresi uzunluğunda bir sûrenin uzun zaman okunduktan sonra unutturulduğu ve ondan ‘Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister’ anlamındaki kısmın akılda kaldığı” (Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, 1/234; el-Hûî, Age, 244, 246),
“Müsebbihat sûrelerinden birine benzeyen bir sûre bir müddet okunduktan sonra unutturulduğu ve ondan “Ey iman edenler, yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz? Böyle demeniz, boynunuzda şahitlik olarak yazılır ve kıyamet günü ondan sorumlu olursunuz” anlamındaki kısmın hatırlandığı”(Zerkeşi, Age, 2/37, Suyuti, Age. 2/67),
Übey b.Ka’b’ın Zirr’e “Ahzab Sûresi’nin Bakara Sûresi veya ondan daha uzun olduğunu söylediği (el-Hûî, Age. 204, (Muntehabu Kenzi’l-Ummal, İbni Hanbel,Müsned’i hamişinde, 2/43’den naklen),
İbni Şihab’ın “Çok miktarda Kur’an indiğini öğrenmiştik, onu ezberleyenler Yemame savaşında şehit oldular, onlardan sonra o Kur’an ne yazıldı, ne bilindi” dediği (Muntehabu Kenzi’l-Ummal, Aynı yer. 2/50),
Ömer’in, Abdurrahman b.Avf’a “Bize indirilenin içinde “İlk başta cihad ettiığiniz gibi cihad ediniz” ifadesini görmedin mi? diye sorduğu, onun da “Kur’andan çıkarılanlar arasında o da çıkarıldı” dediği (Suyuti, Age. 2/67),
İbni Ömer’in “Biriniz Kur’an’ın tümünü öğrendim, diyecektir, Oysa tümünün ne olduğunu biliyor mu? Kur’an’dan çok şey kaybolmuştur, onun yerine ‘Kur’an’dan zahir/mevcut olanı aldım, desin’ diye söylediği (Suyuti, Age. 2/65),
Mesleme b.Mahled el-Ensari’nin bir gün, Ebu’l-Künud Sa’d b.Malik yanlarında iken, kişilere “Kur’an’dan olup Mushaf’a yazılmayan iki âyeti bana söyler misiniz? dediği, bilemeyince, onlara “İman edenler, hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, size müjdeler olsun kurtulanlar sizlersiniz. Onları barındıranlar ve yardım edenler, onlar için Allahın kendilerine gazap ettiği kavimle mücadele edenler, yaptıklarının karşılığı olarak onları sevindirecek nelerin hazırlandığını hiçbir kimse bilmez” âyetleri olduğunu söylediği” (Suyuti, Age. 2/67),
“Sahabeden iki kişi Rasulullahtan bir sûre ezberlemişlerdi. Aradan zaman geçtikten sonra bir gece namaz kılarken bu sûreyi okumak istediler, fakat sûreyi tam olarak okuyamadılar. Sabahleyin Rasule uğrayıp durumu anlatınca Rasulullah “bu sûre neshedilen sûrelerdendir. Üzerinde durmayınız” dediği (Suyuti, Age. 2/67, Taberani, es-Sunenu’l-Kebir’den naklen),
“Hz.Aişe’nin “Ahzab sûresi Rasulullah zamanında ikiyüz âyet olarak okunduğu, ama Osman Mushafları yazdırdığı zaman şu an mevcut olandan başkasını bulamadığı”nı söylediği (Suyuti, Age. 2/65), veya
Übey b.Ka’b’ın Ahzab’ın Bakara Sûresi uzunluğunda 200 âyet olduğunu söylediği (Suyuti, Age. 2/66),
“Önceleri on kez süt emme ile sütkardeşliği/evlenme yasağı gerçekleşirken, bunun neshedildiği ve beş kez emme ile evlenme yasağının/haram hükmünün getirildiği ve bunun Rasulullah öldükten sonra da Kur’an’da okunduğu halde kaybolduğu”, Hz. Peygamber’in cenazesi ile uğraşıldığı sırada on emme ile sütkardeşliğinin sabit olduğu âyetin bulunduğu sayfayı keçinin yediği veya
“Yaşlı kadın ve erkek zina ederlerse onları recmedin” anlamındaki âyetin ve on emmenin bulunduğu yaprağı bu ortamda tavukların yediği,
Evli kadın ve erkeğin (şeyh-şeyha) zina etmesi durumunda recmedileceğini belirten âyeti Kur’an tedvin edilirken getiren Ömer’in şahidi bulunmadığı için Kur’an’a yazılmadığı (el-Hûî, Age, 244, 246) veya uzun zaman insanlar tarafından okunduğu halde bu âyetin sonradan terk edildiği (Suyuti, Age. 2/66, Bakıllani, Age.98), ve Allah’tan başka kimseden korkmamakla meşhur olan Ömer’in halife iken “halktan korkmasaydım, bu âyeti Kur’an’a yazardım” dediği ve “Allah, Muhammed’i elçi olarak gönderdi ve ona Kitabı indirdi, Allah’ın indirdikleri arasında recm âyeti de vardı, onu okuduk, anladık ve ezberledik, onun için Rasulullah recmetti, biz de ondan sonra recmettik, insanların üzerinden uzun zaman geçince, birilerinin “vallahi recm âyetini Kur’an’da bulamıyoruz, deyip Allah’ın indirdiği bir farzı terk ederek sapmalarından korkarım, zina eden evli kadın ve erkeklerin zina ettiklerinin delille sabit olması veya kadının gebe kalması yahut itiraf etmeleri durumunda recmedilmeleri Allah’ın kitabında bir hak/gerçektir” dediği” ve
“Babalarınızdan yüz çevirmeyin, çünkü bu bir küfürdür/nankörlüktür” anlamındaki âyetlerin sonradan çıkarıldığı, türünden bir sürü âyetin Kur’an’dan neshedildiği, çıkarıldığı, kaybolduğu veya unutulduğu, gibi Kur’an’ı yazboz tahtasına çeviren, düşmanın karalama, aldatma ve yıpratma çabalarına ihtiyaç bırakmayan saçmalıklar ve iftiralar yer almıştır.
Ne yazık ki Allah’ın Kur’an’ı koruma taahhütlerine rağmen bu iftira ve saçmalıklar Ehli Sünnet’in rivayet kitaplarına girmeyi başardığı gibi, Şia’nın da rivayet kitaplarına fazlasıyla girmeyi başarmıştır. Şia’dan tahrif rivayetlerini çok sayıda âlimin eleştirmesine karşın, ”Altı yüzden fazlası mükerrer, tahrife ilişkin toplam bin kadar rivayet olduğu” belirtilir. Mesela;
Kur’an’ın dörtte birinin Ehl-i Beyt hakkında olduğu iddiası cerh tadile rağmen rivayetlere girmiştir. (el-Kâfi, 2/627’den naklen Şaban Karataş, Age, 117). Mesela, “Kur’an’ın üçte biri Ehli Beyt ve İmamlarla ilgilidir” (el-Kâfi, 2/631’den naklen, Age, 117).
“Ali bana bir mushaf verdi. Beyyine Sûresi’nde yetmiş kişinin ve bunların babalarının adlarını buldum” (el-Kâfi, 2/631’den naklen, Age, 117).
“Ebu Abdullah’tan rivayetle: ”Cebrail’in Muhammed’e indirdiği Kur’an on yedi bin âyettir.”( el-Kâfi, 2/634’den naklen, Age, 117). Şia’nın el-Kâfi gibi hadis kaynaklarında Kur’an’ın korunmuşluğuna aykırı yüzlerce iddia bulunmaktadır. Mesela, “Ra’d Sûresi, 13/25’den Ali ifadesinin çıkarıldığı, Saffat, 37/130. âyette geçen “İlyas’a selam olsun” âyetinin aslında “Ehli Beyt’e selam olsun” şeklinde olduğu, fakat Osman’ın kurduğu komisyonun onu değiştirdiği, Yasin Sûresi’ndeki Yasin’in Ali ve torunlarına işaret ettiği, vd.”
“en-Nuri et-Tabresi/Tabersi’nin tahrif iddialarını eleştirmek üzere yazmış olduğu Faslu’l-Hitab fi Tahrifi Kitabi Rabbi’l-Erbab” adlı kitapta, Kur’an’dan çıkarıldığı iddia edilen Nurayn Sûresinin metni yer almaktadır. Gûya Osman, Mushafları yaktırdığında Ali ve Ehli Beyt’in fazileti hakkındaki bu sûreyi yok etmiştir. Velaye Sûresi, Nureyn Sûresi ve Ehli Beytle ilgili anlatımlar oldukça yaygındır.
Şia kitaplarında Kur’an’dan Ehl-i Beyt ve İmametle ilgili âyetlerin çıkarıldığı veya değiştirildiği kültürü yaygındır. Bu kültür, İmam Humeyni’yi ilk halifelerin dünyevi çıkarları ve siyasi hırsları için Kur’an’ı tahrif edebilecek yapıda olduğunu söylemeye sevk etmiştir. Kur’an’ın tahrif edilmediğini savunduğu Keşf-i Esrar kitabında “Çera Kur’an Sarihan İsm-i İmam’ra Neberde” başlığı altında, İmametin aslında Ali’nin hakkı olmasına karşın entrikalarla elinden alındığını belirttikten sonra, varsayım olarak Kur’an’da İmam Ali’nin adı açıkça yazılı olsaydı bile İslam için çalışmak yerine, fasit riyasetlerine Kur’an’ı alet eden o insanların, kıyamete kadar Kur’an’ı muharref bir kitap yapma pahasına onun ismini oradan çıkarıp Yahudilerin ve Hıristiyanların içine düştükleri duruma düşecek olduklarını şöyle belirtir:
“Öyle ki (İmam’ın) ismi Kur’an’da (açıkça) yazılı olsaydı İslam ve Kur’an için çalışmayanlar ve iktidar-dünyevi işler peşinde olanlar ve de fasit niyetlerine Kur’an’ı alet edenler bu âyetleri-imamın ismini zikreden âyetleri-Kur’an’dan çıkarır ve semavi kitabı tahrif ederlerdi. Bu yanlış/kötülük kıyamete kadar devam ederdi. Müslümanlar da Yahudi ve Hıristiyanların düştüğü duruma düşerlerdi.”
Bu Tür Rivayetlerin Değerlendirilmesi:
Şüphesiz Kur’an, insanların istediği zaman ekleme, çıkarma veya değiştirme yapabilecekleri bir çalışma kitabı değildir. Vahyini emanet ettiği ve insanlara harfiyyen tebliğ etmesini istediği Hz.Muhammed için “Eğer bizim adımıza bazı sözler uyduracak olursa kesinlikle onun elini kolunu koparır, şah damarını keseriz, hiçbiriniz de onu elimizden kurtaramazsınız”( Hakka 69/44-47) buyuran Allah, kitabını, birilerinin iddia ettiği gibi Ebu Bekr’in, Ömer’in, Osman’ın veya bir başkasının değiştirme ve tahriflerine herhalde açık bırakacak değildi. Allah, kitabını sahipsiz ve korumasız bırakacak olmadığı gibi gerektiğinde canları da dâhil her şeylerini uğrunda feda eden ashabın kendisi de şu veya bu şekilde Kur’an’ın bozulmasına veya tahrif edilmesine göz yumacak değildi. Ebu’l-Kasım el-Hûî bu gerçeği şöyle belirtir:
“Kur’an’ın ilk iki halifeye tam olarak gelmediği iddiası tamamen geçersizdir. Çünkü Kur’an’ın okunmasına, okutulmasına ve ezberlenmesine Rasulullah’ın ve hem onun sağlığında hem vefatından sonra ashabının gösterdiği özen, Kur’an’ın dağınık veya toplanmış olarak, hafızalarda ezberlenmiş veya yapraklarda yazılmış olarak indiği gibi korunduğunu kesin olarak göstermektedir. [Kur’an’ın indiği dil ve kültür ortamı unutulmasın diye-editör] cahiliye devrinin hitabe ve şiirlerini bile korumaya çalışmış bu insanların, çağrısının yayılması ve hükümlerinin duyurulması yolunda canlarını verdikleri, onun için yer ve yurtlarından hicret ettikleri, mallarını harcadıkları, çoluk çocuklarından ayrıldıkları ve tarihin alnında şeref levhası olan fedakârlıklar yaptıkları Kur’an’ın korunmasına özen göstermemelerine aklı başında bir insan ihtimal verebilir mi? Kitab’ın toplumda kaybolmasına ve ispat edilmesi için şahitlerin şahitliğine ihtiyaç gösterecek kadar ashabın kayıtsız kalmış olması düşünülebilir mi?” (el-Hûî, Age.216).
İndirdiği âyet ve sûrelerde değişiklik yaptığını bildiren Allah’tan bir vahiy ellerinde olmadıkça, hangi mezhep ve meşrepten olursa olsun hiç kimsenin Kur’an âyetlerinin mensuh olduğunu, değiştirildiğini, çıkarıldığını, eklendiğini veya unutturulduğunu söyleyerek Allah adına konuşmaya hakkı yoktur. Bunlar, muhaddis, müfessir, imam, şeyhulislam, âyetullah da olsa M.İzzet Derveze’nin “Tefsirlerde öylesine çarpık, öylesine akıl almaz detaylara, bir anlamda tahrife gidilmiştir ki insan hayretler içinde kalıyor. Bunlar ayrıca İslam düşmanlarının Kur’an’ı eleştirmelerine sebep olmaktadır. Kur’an’ın bu tür ahmak dostları, kurnaz düşmanlarının eline koz vermektedir” dediği gibi, söyledikleri veya rivayet ettikleri bu şeylerle bilerek veya bilmeyerek Kur’an’a ve İslam’a kara çalmaya çalışan düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir iş yapmış olmuyorlar. Umarız bu şeyleri seslendirenler ölmeden önce bu kanaatlerinden vazgeçmiş ve düşüncelerini değiştirmişlerdir.
Ashabın geneli için bunları söyleyen el-Hui, ilk iki halife zamanında olsun, daha sonra olsun Kur’an’ın tahrif edildiği iddialarını da şöyle cevaplandırır:
“Kendilerinin ve arkadaşlarının yönetimini engellemeyen âyetlerde tahrife gitmeleri ihtimali gerçekten çok uzaktır. Çünkü bunda bir çıkarları olmaz. Kaldı ki böyle bir şeyin olmadığı kesindir. Hilafetin, yönetmek ve dini uygulamak olduğu göz önünde bulundurulursa böyle bir tahrif nasıl olabilir? Böyle bir şey olsaydı onlara biat etmekten kaçınan ve hilafet konusunda Ebu Bekr’e itiraz eden Sa’d b.Ubade ve arkadaşları itiraz etmezler miydi? Müminlerin Emiri (Hz.Ali) meşhur Şıkşıkıyye hutbesinde ve başkalarına itiraz ettiği diğer konuşmalarında onlara itirazını belirtmez miydi? Müslümanların bu konuda kendilerine itiraz ettiği halde bunun bize gelmemesi de mümkün değildir. Onun için bu iddianın batıl olduğu açıktır.
Kendi liderliklerine engel teşkil eden âyetlerde Şeyheyn (ilk iki halife)nin tahrife gitmiş olmaları da kesinlikle doğru değildir. Bilindiği gibi Hz.Ali ve temiz eşi Fatıma ve arkadaşlarından bir grup hilafet konusunda Ebu Bekir ve Ömer’e muhalefet ettiler, Hz.Peygamberden duyduklarını onlara delil gösterdiler, Ensar ve Muhacirlerden bunu bilenleri şahit gösterdiler, Gadir-i Hum ve diğer hadisleri delil getirdiler. Nitekim el-İhticac kitabında hilafet konusunda Ebu Bekr’e oniki kişinin muhalefet ettiği belirtilmiş, allame Meclisi müminlerin Emiri Ali’nin Ebu Bekr’e muhalefet ettiğine ilişkin bir bölüm açmıştır (bkz. Biharu’l-Envar, 8/79).
Liderliklerini engelleyen Kur’an’da bir şey olsaydı, başkalarının itiraz etmesinden daha çok muhalefet gündeme getirmesi gerekirdi. Kaldı ki birçoklarının iddiasının aksine, hilafet meselesi Kur’an’ın toplanmasından önce olmuştur. Hilafetin Ali’ye gelinceye kadar ashabın hilafet meselesinde bunları gündeme getirmemesi, iddia edilen tahrifin kesinlikle olmadığının delilidir. Osman zamanında tahrifin yapılmış olması iddiası da öncekinden doğruluktan daha uzak bir iddiadır. Çünkü:
a- Osman zamanında İslam o kadar yayılmıştır ki kendisinin veya kendisinden daha güçlü birinin ondan bir şey eksiltmesi mümkün değildir.
b- Yaptığı iddia edilen tahrif, kendisinin veya ondan öncekilerin yönetimi ile ilgili olmayan âyetlerde ise, sebepsiz yere yapılmış olur. Bununla ilgili âyetlerde ise, böyle bir şeyin olmadığı kesindir. Çünkü Kur’an böyle bir şeyi içererek insanlar arasında yayılsaydı, hilafet Osman’a kadar gelmezdi.
c- Kur’an’ı tahrif etmiş olsaydı, katiller onu öldürürken, beytulmala ilk iki halifeden farklı davrandığı ve benzeri gerekçeler yerine, daha büyük bir gerekçe olarak bunu ileri sürerlerdi.
d- Osman’dan sonra halife olan Ali’nin, Kur’an’ı, Rasulullah ve ilk iki halife zamanında okunduğu şekline çevirmesi gerekirdi ki bundan dolayı kimse de onu eleştirmez, aksine amacına ulaşması ve Osman’ın kan davasını güdenlere karşı üstünlük sağlaması için bu kendisine daha büyük bir dayanak olurdu. Nitekim Osman’ın yaptığı ikta’ları geri çevirerek “Allaha yemin ederim, aldığı mal ile kadınlarla evlendiğini ve cariyeler edindiğini görsem bile onu alandan geri alırım. Çünkü adalette genişlik, haksızlıkta darlık vardır”(Nehcu’l-Belağa) demiştir. Mal konusunda bu şekilde davranan Ali, acaba Kur’an tahrif edilmiş olsaydı nasıl davranırdı? Böyle bir şey yapmadığı ve önceki Kur’an’ı zamanında da aynen koruması, Kur’an’da tahrifin olmadığını gösterir.
Dört halife’den sonra, Emevilerle ilgili Haccac’ın bazı âyetleri çıkardığı, değişik Mushaflar yazdırıp Mısır, Şam, Mekke, Medine, Basra ve Kufe’ye gönderdiği, önceki Kur’an’ları toplatıp yaktığı , iddiası dışında, Kur’an’da tahrifin yapıldığına ilişkin iddia da görmüyoruz. Haccac için yapılan iddia ise, sıtmaya tutulmuşların, deli ve çocukların saçmalığından öteye geçmeyen bir iddiadır”(el-Hui, Age. 217-219).
Şia’nın ve Ehli Sünnet’in rivayet kitaplarındaki Ahzâb, Muavvizeteyn, Kunut ve Nurayn Rivayetleri’ni hadis kritiği açısından değerlendiren Doç.Dr. Adil Yavuz bu rivayetlerin metin tenkidinden geçmemiş olduğunu belirterek şöyle der:
“Bütün bu gerçeklere rağmen bu tür rivayetlerin bir kısmının önemli hadis kaynaklarına alınması,-en azından Kur’an’ın güvenilirliğini zan altında bırakan rivayetlerde-metin tenkidine gereken önemin verilmediği endişesine yol açmaktadır.” Çünkü bunların hadis kaynaklarına alınabilmesini makul gösterecek bir gerekçe yoktur. .
Yazar, “Bu rivayetlerin metin tenkidinden geçmediği endişesine yol açmaktadır” diyerek işi alttan alıyorsa da, işin gerçeği, bu rivayetlere değer veren ve kitaplarında rivayet edenlerin din, ilim ve akıl yönünden bir zorluklarının bulunduğu şüphesizdir.
Sahih olmayan bu tür rivayetler âhad haber olduğundan korunan Kur’an’ın sıhhatine gölge düşüremeyeceğini belirten Yavuz şu sonuca varmaktadır:
“Bu konudaki rivayetlerin sahih olduğu farzedilse bile, haber-i vahit seviyesini geçmeyen bu nakillere dayanılarak, o günlerden bu güne, tevatür yoluyla nakledilegelen Kur’an’da eksiklik olduğunu söylemek, iddia sahiplerinin niyetlerine göre, bir karalama çabasından veya zayıf rivayetlere dayanan bir endişeden öteye geçemeyecektir.
Muavvizeteyn’in dua gibi algılanarak Kur’an’dan olmadığı iddiasıyla İbn Mes’ud tarafından kendi mushafından silinebilmiş olması, aslında dua olduğu aşikar olarak ilgili rivayetlerden de anlaşılan Kunut dualarının da, birer sûre zannedilerek Übey gibi bir sahabinin mushafına dâhil edilebilmiş olması, Hz. Peygamber’in “Benden Kur’an’dan başka bir şey yazmayın. Kim benden Kur’an dışında bir şey yazmış ise, onu imha etsin” demesinin, özellikle hadisler ile âyetlerin karışmaması için alınmış olan ne kadar isabetli bir karar olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Belki de Hz. Peygamber, karşılaştığı bu tür yanlış algılama ve nispetlerin önüne geçmek amacıyla böyle bir önlem almıştır”(agm.42).
Kur’an’ın bir şekilde değiştirilmiş veya tahrif edilmiş olduğunu iddia edenlere eski ve yeni Şia ulemasından güçlü isimlerin karşı çıktığını ve iddiaların gerçekdışı olduğunu belirttiklerini görüyoruz. Örneğin, Fadl b.Şâzân’dan (öl.260/874) sonra Şeyh Saduk olarak anılan Muhammed b.Ali b.Babeveyhi (ö.381/991) şöyle der: “İnancımız odur ki Yüce Allah’ın Nebisi Muhammed’e indirdiği Kur’an, iki kapak arasındadır, insanların ellerinde olandır ve bundan fazla değildir.”(Şaban Karataş, Age.175), “Bizim, Kur’an’ın bundan (mevcut halinden) fazla olduğunu söylediğimizi ileri süren, yalancıdır”(Şaban Karataş, Age.175). Eş-Şeyh el-Müfid (öl.414/1022) “Deffeteyn/iki kapak arasında toplanmış olan Allahın Kelamında ekleme ve çıkarma olmadığını tekit etmiştir”(Şaban Karataş, Age.176).
el-Hûî, tahrif iddialarını etraflıca tartıştıktan sonra ulaştığı kanaati şu sözlerle özetler:
“Şia muhaddislerinden bir topluluk ile Ehl-i Sünnet ulemasından bir topluluk Kur’an’da tahrifin olduğunu söylüyorsa da, Şia uleması ve muhakkikleri arasında yaygın olan, hatta üzerinde ittifak edilen görüş, tahrifin olmadığıdır” (el-Hui, Age.201, yine bkz.206).
“Kur’an’da tahrif olduğundan bahsetmek bir hurafe ve hayalden ibarettir. Meseleyi etraflıca değerlendirmekten aciz veya bu meseleyi gündeme taşıma sevdasına kapılanlar hariç, hiçbir kimse bunu söyleyemez. Sevgi de insanı kör ve sağır eder. Meseleyi idrak eden, aklı başında insaf sahibi olan kimse için bunun asılsız ve hurafe olduğunda hiçbir şüphe yoktur.” .
Hangi kültür ve amaçla yazılmış olursa olsun, gerek Sünni gerekse Şii kaynaklarda bu yöndeki rivayet ve anlatımların gerçeği yansıtmadığı kabul edilerek Ehli Sünnet ve Şia ulemasının ortaklaşa yapacakları bir çalışma ile bunların belirlenmesi, zamanla vahyin yanında değişik kanallardan oluşan kültürün yansımaları olduğunun ortaya konulması ve bütün dünyaya deklare edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Hatta rivayet kitaplarında bunlar belirlenerek yeni baskılarda çıkarılması ve söz konusu kitapların arkasında eklenerek uydurma olduklarının belirtilmesi uygun olur. Böylece her okuyucu bunları gördüğü zaman asılsız olduklarını anlar ve yer aldıkları kaynaklardan dolayı onlara inanmayı sürdürmez. İslam’a içeriden ve dışarıdan yapılan saldırılara karşı koymaya çalıştığımız kadar kendi evimizdeki pislikleri de temizlememiz gerekir. Çünkü her iki kesimin kaynaklarındaki bu tür rivayetler ve anlatımlar Müslümanların bindikleri dalı keserken, düşmanın ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramadığını her müslümanın anlaması lazımdır.
Kur’an’ın mevsûkiyetini gölgeleyen bunca rivayete Şii ve Sünni rivayet kitaplarında insanların yer vermesine ve inanmasına karşın, Kur’an’ın indiği gibi korunduğunu oryantalist Nöldeke şöyle belirtir:
“Şimdi elimizde bulunan Kur’an’ın biçimi esas olarak, Peygamber’in vefatından sonra iki üç yıl içinde oluşmuştu. Osman metni, Hafsa nüshasının bir kopyası olduğuna göre, Kur’an, Hz. Ebu Bekir veya en geç Osman’ın yönetimi sırasında bitirilmiştir. Mamafih bu işlem, muhtemelen sadece sûrelerin kompozisyonu ve sırasına özgü kalmıştır. Tek tek vahiylerin, Peygamber’in bıraktığı veya yazdırdığı şekilde kâğıda geçirildiğinden emin olabiliriz (…). Gerçekten Muhammed objektiftir ve kitaptaki vahiyleri aktarmıştır. Kendisinin bu vahiylerin yazarı olmadığını ve Tanrı sözleriyle Tanrı istemini aktarmaktan öteye geçmediğini açıkça söylemiştir. Kur’an’da sadece ve sadece Tanrı konuşur. Hayatından çıkardığımız sonuca göre Peygamber bu düşüncelerinde son derece samimiydi… Sonuçta Kur’an-ı Kerim, tek bir kişiye, dolayısıyla onun Levh-i Mahfuz’dan okuduğu kutsal vahiylere dayanır.”(Theodor Nöldeke’den naklen Adil Yavuz, agm.).
Kur’an’ın bu tür ahmak dostlarının onu eleştirmek için fırsat kollayan düşmanın eline nasıl koz verdiğini bir yazar şöyle örneklendirir:
“İtkan’ında bir takım zayıf rivayetlerden bahseden Suyuti pek güvenilir değildir.” (Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, LXXI). Suyuti’nin naklettikleri içerisinde reddedilmeyecek haberlerle yalan ve uydurma rivayetler de vardır. Evla olan, onun bunlar hakkında uyanık olması ve kitabından bunları temizlemesiydi. Oryantalistler ve onlara tabi olan mukallitleri Kur’an’a ve İslam’a saldırmak için bu rivayetleri araç olarak kullanmışlardır.
Nitekim İslam Ansiklopedisi Kur’an maddesinin yazarı oryantalist F. Buhl, Suyuti’nin el-İtkan adlı eserinden yola çıkarak, “Peygamber öldüğü zaman Kur’an’ın ne halde bulunduğunu çok kat’i bir şekilde tespit etmek mümkün değildir” diyebilmiştir. (İA; VI, 1000)
Yine, Turan Dursun, Suyuti’nin naklettiği bir haberi (el-İtkan, II/717) kullanarak şunları söylemiştir: “Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kur’an’la Muhammed’in vahiy katiplerine yazdırdığı bildirilen Kur’an’ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki İbn Ömer, bu sözü Osman dönemindeki derlemeden sonra söylemiştir. Yani Osman döneminde oluşturulan “mushaf”ın orijinali de yok. O el yazması, dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor.” (Turan Dursun, Kur’an, 112).
Tilavet neshi kavramı ile formüle edilerek doğruluğu savunulan belirttiğimiz rivayetleri de kullanarak Dursun şunları da sözlerine ilave etmiştir: “Şu açıklamalar, Kur’an’da şu kadar sûre, bu kadar âyet var denirken, bunu tam ve gerçek anlamıyla söyleyebilmenin öyle kolay olmadığını ortaya koymaktadır. (…) Durum böyle olunca, Kur’an’daki sûre ve âyet sayısı şu kadardır, demek ve gerçekte tam anlamıyla belirtmek kolay olmuyor.”(Turan Dursun, Kur’an, 112-113).”
Ne olursa olsun, Kur’an’ın Allah’ın insanlığa son mesajı olması nedeniyle onun tarafından korunduğu “Şüphesiz Zikr’i/Kitabı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz.” (Hicr 15/9), “Sana biz okutacağız ve asla unutmayacaksın.” (Ala 87/6) gibi âyetlerle sabittir.
BUGÜNE KADAR KUR’AN’IN BİR SÛRESİNİN VEYA TÜMÜNÜN BENZERİ YAPILAMADIĞI GİBİ, SÛRELERİNİ VEYA TÜMÜNÜ BOZMAK VE DEĞİŞTİRMEK DE MÜMKÜN DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ ALLAH’IN İNSANLIĞA EVRENSEL SON MESAJI OLUP KORUMASI ALTINDADIR.
MAALESEF EHL-İ SÜNNET VE ŞİA KAYNAKLARINDA KUR’AN’IN MEVSUKİYETİNİ GÖLGELEMEYE YETECEK VE ARTACAK KADAR RİVAYET VE KÜLTÜR BULUNMAKTADIR.
ŞİA KİTAPLARINDA KUR’AN’DAN EHL-İ BEYT VE İMAMETLE İLGİLİ ÂYETLERİN ÇIKARILDIĞI VEYA DEĞİŞTİRİLDİĞİ KÜLTÜRÜ YAYGINDIR.
ALLAH’TAN BİR VAHİY OLMADIKÇA, HANGİ MEZHEP VE MEŞREPTEN OLURSA OLSUN HİÇ KİMSENİN KUR’AN ÂYETLERİNİN MENSUH OLDUĞUNU, DEĞİŞTİRİLDİĞİNİ, ÇIKARILDIĞINI, EKLENDİĞİNİ VEYA UNUTTURULDUĞUNU SÖYLEYEREK ALLAH ADINA KONUŞMAYA HAKKI YOKTUR
KUR’AN’IN BİR ŞEKİLDE DEĞİŞTİRİLMİŞ VEYA TAHRİF EDİLMİŞ OLDUĞUNU İDDİA EDENLERE ESKİ VE YENİ ŞİA ULEMASINDAN GÜÇLÜ İSİMLERİN KARŞI ÇIKTIĞINI VE İDDİALARIN GERÇEKDIŞI OLDUĞUNU BELİRTTİKLERİNİ GÖRÜYORUZ.
KUR’AN’IN TAHRİF EDİLMİŞ OLDUĞU YÖNÜNDEKİ RİVAYETLERİN, EHL-İ SÜNNET VE ŞİA ULEMASININ ORTAKLAŞA YAPACAĞI BİR ÇALIŞMA İLE BELİRLENMESİ, KÜLTÜRÜN YANSIMALARI OLDUĞUNUN ORTAYA KONULMASI VE BÜTÜN DÜNYAYA DEKLARE EDİLMESİ GEREKİR.
İbrahim SARMIŞ, Prof.Dr., Arap Dili ve Edebiyatı emekli öğretim üyesi
Kurani Hayat, SAYI-08 Vahiy 2009-09