-
10th Mart 2013

Kant’ın Ahlak ve Hukuk Felsefesi

posted in AHLAK |

KANT’IN AHLAK VE HUKUK FELSEFESİ

 

GİRİŞ

I. HAYATI VE GENEL FELSEFESİ

18. Yüzyılın yetiştirdiği en büyük filozoflordan biri olan İmmanuel KANT, 22 Nisan 1724’te Almanya’nın Königsberg şehrinde doğdu. Doğuştan zayıf ve hastalıklı olması, bu zayıf vücuduna karşı güçlü iradesinin savaşmasına sebep oldu. Uzun bir eğitim döneminden sonra, maddi sebeplerle zengin ailelerin yanında öğretmenlik yaptı. Verdiği derslerin yanında üniversitede hocalık çalışmalarını da yürütmeye başladı. Felsefe tarihinde çok önemli yeri olan eserlerini ancak elli yaşlarında yazacaktı. Kant, çocukluk yıllarında baba evinin fikir bakımından yeterli olmadığını, ancak orada ahlaklılık ve erdemi öğrendiğini, “bir insanın edinebileceği en yüksek şeyleri; sükuneti, sükunet içindeki neşeyi, hiçbir aşırılığın bulandırmadığı iç huzurunu” tattığını, kinden ve nefretten uzak, sevgi ve hoşgörü dolu bir ortamda büyüdüğünü anlatır .

Kant, çocukluğunda daha çok dini ağırlığı olan bir okulda yetişti; daha sonra 1740 yılında üniversite öğrenimine başladı. İlk önceleri tabiat bilimleriyle uğraştı. 1747 Yılında üniversiteyi bitirdi. Özel öğretmenlik döneminden sonra 1755 yılında üniversiteye döndü. Bu dönemde hem felsefe hem de tabiat ilimleriyle uğraştı.

Kant, ağır ders yükü altında felsefi yazılar da yazdı. Onun 1760 yılından sonraki yazılarında daha bağımsız bir tutum izlediğini görüyoruz. Bunlardan özellikle “Tanrı’nın Varlığını İspat Etmek İçin Mümkün Olan Biricik Yol” isimli yazısı ona o zamanki Alman felsefesinin önde gelen filozofları arasında bağımsız bir filozof olarak önemli bir yer kazanmıştır. Bu olaydan sonra Kant dönemin filozoflan ile iletişim kurmaya başlamıştır.

1760 yılından sonra Kant, Alman felsefesinde ortaya çıkan metafizik geleneğinden aynlmaya başlamıştır. Oysa Kant o dönemde bu felsefenin el kitaplarından ders veriyordu. Bu bunalımlı ve çelişkili dönemin ardından Kant’ta yavaş yavaş kuvvetli bir fikri kaynaşma dönemi başlamıştır. O zamanki felsefenin gelenekle gelen metafiziğinden şüpheye düşmeye başlamıştır . Yine bu dönemlerde Alman felsefe geleneğinin dışında bulunan filozoflara yönelmeye başlamıştır. Bu dönemden sonra Kant’ın yöneldiği konular, etik ve estetik problemler, insanın varlık yapısı ve gayesi, düşünme gücü hakkındaki sorunlardır. Bu alanda ona etki eden filozoflar, Montaigne, Hume, Hutcheson, Shaftesburg ve Rousseau’dur.

Ahlak ve hukuk anlayışı bakımından özellikle Rousseau’nun Kant üzerinde büyük etkileri olmuştur . Rousseau’nun etkisinde kalması, Kant’ın felsefi düşüncesinin ağırlık noktasının tabiat felsefesi ve varlık metafiziği değil, insanın iç alemi, manevi ve ahlaki alanı oluşturmasına neden olmuştur. Kant’ın bilgi nazariyesi bakımından ise büyük ölçüde Hume’nin etkisinde kaldığı görülür. Ancak Kant, açık ve düzgün bir fikir sistemi ile gerek Rousseau gerekse Hume’den daha ileriye gitmiştir .

1770’li Yıllarda on yıla yakın uzun bir suskunluk döneminde Kant hiçbir yazı yayımlamamıştır. Bu dönemde tamamen felsefi çalışmalara yönelmiştir. Ve bu dönemdeki çalışmalarının sonunda olgunluk dönemi başlayacaktır. 1781 Yılında ise bu dönemin meyvesi olan “Saf Aklın Kritiği” adlı eserini yayımlayacaktır. Bu eseri olgunluk çağının ilk eseridir. Bu eseriyle felsefe alanında devrim yaptığı inancındadır . Kritik felsefe, Kant’ın felsefe için düşündüğü iki ana problem konusunda çözüm getirmeliydi. Bu problerden biri tabiat ilimleri, tabiat metafiziğine ait problemlerin devamıydı; bu problemler insan aklının tahlil edilmesiyle elde edilen prensiplere dayanılarak yeniden ele alınmalıydı. Bu konuyla ilgili olarak 1786 yılında “Tabiat İlimlerinin Metafizik Öntemelleri” isimli kitabını çıkardı. Ahlak metafiziği ile ilgili ikinci problemde ise; Kant’a göre ahlak metafiziği, insan hayatının ahlaki temel yapısı hakkındaki felsefi bilgidir. Ahlaki temel yapı da temelini insanın saf pratik akıl sahibi olmasında bulur. Bu nedenle Kant’a göre, insan aklının kendi kendisini yeni baştan yoklaması, geniş bir temel üzerinde aklın kritiğinin yapılması gerekmektedir. Bu amaçla da “Pratik Aklın Eleştirisi” adlı eserini yayımladı.

Kant’ın ahlak felsefesi hakkında ise temel iki eseri vardır vardır. Bunlardan biri 1785 yılında yayımladığı “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi”, diğeri ise 1788 yılında yayımladığı “Pratik Aklın Eleştirisi”dir. Bu ikinci eser Kant’ın etiğinin temel düşüncelerini ortaya koyar; bundan başka, gelecekte yapılması mümkün olan ahlak metafiziklerinin esaslarını gösterir. Burada metafizik kavramından, kaynak suallerinin, yani din yolu ile düşünme alanına giren bazı hayat problemlerinin felsefi bilgisi anlaşılır. Kant, insan aklının kendi kendisinde, kendinden ayrılmaz bir şekilde taşıdığını gördüğü bu sualleri üç ide altında toplamıştır: Tanrı, hürriyet ve ölümsüzlük .

Ahlak felsefesini açıklayan bu eserlerden sonra Kant, çağına tesir eden bir filozof olarak anılmaya başlamıştır. Başta Almanya olmak üzere Avrupanın çeşitli ülkelerinde Kantçılık akımı ortaya çıkmaya başlamıştır .

Ahlak felsefesindeki fikirleriyle zirveye ulaşan Kant, bundan sonra tarih felsefesine yönelmiştir. Tarih felsefesi ile ilgili olarak “İnsanlık Tarihinin Tahmin Edilebilen Başlangıcı”, “Dünya Vatandaşlığı Açısından Genel Bir Tarih İdesi” ve “Aydınlanma Nedir” isimli yazılarını yayımlamıştır. Kant bunun yanısıra estetik problemleriyle de ilgilenmiştir.

Kant’ın çalışmalarında araştırdığı problem alanlan arasında bir düalite vardı: Teorik akıl, pratik akıl; bunların alanlan olarak bir yanda tabiat metafiziği diğer yanda ahlak metafiziği; yani bir yanda tabiat problemleri, diğer yanda hürriyet ve insan hayatına şekil kazandıran ahlak, hukuk ve devlet problemleri. Bu alanlar arasında bir uçurum varmış gibi görülüyordu. Halbuki her iki alan, hareket ve bilgi alanlan, aynı insan varlığının bütünlüğüne dayanmakta idi. Şimdi Kant’ın karşısına, ilk bakışta ayrı gibi gözüken bu iki alan arasındaki geçitleri, tabiat, özgürlük alanları arasındaki köprüleri göstermek güçlüğü çıkmaktadır. Kant, bu problemleri göstermeyi üçüncü kritiğinde ele alır. Bu eserinin adı “Yargı Gücünün Kritiği” dir. Bu eser beraberinde bir çok problemi getirse de, o dönemde doğmak üzere olan Alman idealizmine büyük etkileri olmuştur.

Kant, üçüncü kritiğini bitirdikten sonra kritik çalışmalanna son verdi. Bundan sonra bazı problemleri yeni baştan ele almaya başladı. Bu problemler, Kant’ın “ahlak metafiziği” adını verdiği geniş bir alana giren hukuk ve devlet problemleri olmuştur. Bu nedenle Kant’ın hukuk felsefesi ahlak anlayışına dayanır.

Kant, din felsefesi ve hukuk felsefesi hakkında verdiği dersleri 1793 yılında yayımladığı “Saf Aklın Sınırlan İçinde Din” isimli eserinde toplamıştır. Bu dönemden sonra Kant, bir çok makale yayınlamış ise de; bunlardaki görüşleri genellikle yeni konular değil, önceden verdiği derslerin yayımlanmasından ibarettir.

Hayatının son on yılında Kant, üniversitedeki hocalık hayatına ve çalışmalanna son vermiştir. Bu son on yılma ait karmaşık yazı ve notlan ise yirminci yüzyılda Kant’ın “Opus Posthumum”u adı altında yayınlanmıştır. Bu dönemdeki çalışmalannda bir birlik olmamasının nedeni hatırlama ve düşünme gücünün oldukça zayıflamış olmasıdır.

1804 Yılında Ölen büyük filozof Kant’ın, özellikle ondokuzuncu yüzyılın başında Almanya’dan başlayarak bütün Avrupa’da etkisi büyük olmuştur. Her dönemde aynı olmasa da bu etki günümüze değin devam edegelmiştir.

II. AHLAK FELSEFESİ

1. GENEL OLARAK

Kant’ın ahlakı bir ödev ahlakıdır. Ona göre ödev de temelini ahlak yasasına saygıda bulur. Bu saygı duygusu ahlak yasasından önce gelmez; bu duyguyu ahlak yasasının kendisi belirler. Kant, bir ahlak duygusunun sözünü eden ahlakçıların düşündüğü gibi, iyi ve kötünün ne olduğunu bir duygunun belirlediğini kabul etmez. Ancak bu yasa karşısında, ahlak duygusu da denilebilecek olan “yasaya saygı” duygusunu yaşarız.

Ahlak yasasına saygı, insana kendi değerini duymayı da öğretir. Ve insanın kendisine, kendisinin de beklemediği bir güç kazandırır .

Kant, ahlak felsefesi ile ilgili en önemli eseri olan “Pratik Aklın Eleştirisi”nde, gönlünü iki şeyin doldurduğuna değinir: “Başımızın üstündeki yıldızlı gök ve içimde ahlak yasası” . Gök, bize duyulur dünyaya bağlı olduğumuzu hatırlatır ve karşısında kendimizi bir hiç olarak duyacağımız bir sonsuzluğu, uzaydaki ve zamandaki sınırsızlığı gözümüzün önüne serer. Buna karşılık ahlak yasası, görülmeyen bir benliğimin, bir kişiliğimin beni duyularüstü bir dünyaya bağladığı bilinci uyandırır. Ancak Kant’a göre bu gök ile ahlak yasasının insanda uyandırdığı hayranlık ve saygı, boş hayallere dalmaktan, yanılmaktan korumaz insanı. Yani ahlak yasası üzerine düşünme insanı boş inançlara, göğü inceleme de astrolojiye götürebilir.

Kant, gerek kuramsal gerekse ahlak felsefesinde araştırıcı düşünüş ve araştırmayı uygulamış, salt ve deneyle karışmış olan (ampirik olan) arasındaki temel ayrımı gerçekleştirmiş ve böylece felsefe ve ahlakı da doğru yolda ilerletmeyi istemiş ve bunu da başarmıştır. Bugün felsefe akımlarının çoğunun temelinde Kant’ın felsefesi yer alır. Bu bakımdan güncelliğini günümüzde de yitirmemiştir. Kant, ahlak felsefesini kuramsal felsefesine koşut bir biçimde geliştirmiş ve ahlak felsefesinin belli başlı kavramlarını ve sorunlarını kuramsal felsefesinde temellendirmiştir .

Kant’ın hukuk felsefesi, ahlak anlayışına dayanır. Bu nedenle öncelikle onun ahlak felsefesini incelemek gereklidir. Kant’ın ahlak hakkındaki fikirleri “Pratik Aklın Eleştirisi” ile “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” adlı eserlerinde, hukuk felsefesi ise “Örflerin Metafiziği” adlı eserinin birinci bölümünde yer almaktadır .

2. AHLAK FELSEFESİNDE YÖNTEMİ

Bir konuda kullanılan yöntem, ele alınan o konu ile yakından ilgilidir. Diğer yandan bir filozofun bir sorunu kullanmak için kullandığı yöntem, filozofun bu sorunu ortaya koyuş biçimine de bağlıdır.

Kant’ın ahlak sorununu nasıl ortaya koyduğunu incelediğimizde; ahlak sorunlarına iki açıdan eğildiğini görüyoruz: insan olarak, filozof olarak. Kant, insan olarak topluma karışmış ve toplumu merakla incelemiştir. Ahlak bilimleriyle, yazınla uğraşmış, antropoloji dersleri vermiştir. Ahlak sorunlarının onun için canlı bir gerçekliği vardır, bu nedenle bu bir soyutlama değildir. Yani günlük yaşamdaki yaşanılan ahlak sorunlarıyla yakından ilgilidir. Diğer yandan Kant, filozof olarak, günlük yaşamdaki ahlak duygusu ve yargılarını çıkış noktası olarak almıştır. Çünkü en yalın insanda bile ahlaksal yükümlülük bilgisinin, ödev duygusunun bulunduğuna inanmıştır. Ve herkeste bulunan bu genel ahlak bilincinden, salt akıldan gelen şeyi ayırmak ister .

Kant, ahlak felsefesinde tümdengelim (dedüksiyon) yöntemiyle elde edilecek ilkelerin ampirik olamayacağına inanmıştır. Ona göre insanlar bu ilkeleri kabul etmişlerdir ama bu ilkelerin gerçekten yükümleyici olup olmadıkları bilinmemektedir.

Kant ise önce çözümleme ile ortak ahlak kavramlarından ilkelere uzanmış ve bu analitik incelemeye, ilkelere varmak ve onları akıl yolu ile temellendirmek isteyerek, sentetik bir incelemeyi eklemiştir. Kant, ahlakın temelini ararken onu ne doğanın dışında ne de içinde aramıştır; onun istediği ahlak ilkelerini doğrudan doğruya salt akıldan çıkarmaktır.

“Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” isimli kitabında Kant, kendisine ödev olarak doğrudan doğruya ahlaklılığın en yüksek ilkesini araştırmak ve saptamak görevini yüklemiştir. Böylece de “ahlaklılık nedir?” sorusunun cevabına ulaşmıştır. “Pratik Aklın Eleştirisi”nde ise “ahlaksal yeti”nin kendisini araştırmış ve “ahlaklılık nasıl olanaklıdır?” sorusunu cevaplandırmıştır. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi ahlak yasasını, Pratik Aklın eleştirisi ise özgürlüğü inceler .

Kant, ahlak sorunlarım çözmede iki türlü yöntem kullanmıştır: Birincisi, deney verilerini çıkış noktası olarak almış ve çözümleme ile bu verilerden en genel önermelere yükselmiştir. İkincisi ise akıl kavramlarını ilke olarak almış ve bu kavramlardan görüngülere, verilere, deneye inmiştir. Zaten kendisi de “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi”nin önsözünde yöntemini analitik (çözümsel) ve sentetik (bireşimsel)’in bir bileşimi olarak öngörmüştür . Önce analitik yöntemle ortak kavramlarından ilkelere ulaşmıştır. Bu analitik incelemeye, ilkeleri akıl yolu ile temellendirmek istediğinden, sentetik bir incelemeyi de eklemiştir. Amacı, salt olanı ampirik olanla karışmasından ayırmaktır. Bu bir çözümleme (analyse) ödevidir. Bunun için de bir yandan felsefi bir kendi bilincine varma basamağına yükselmek için, “basbayağı akıl bilgisinden” yola çıkar; sıradan insanda ahlaksal olana karşı duygularla ilgili içgüdüsel bilgiyi çözümler ve böylece en yüksek ilkeyi belirlemeye çalışır; Diğer yandan yeniden bu ilkeyi inceleyerek bu ilkenin uygulandığı basbayağı bilgilere yönelir. Böylece de salt bilgiye, bundan böyle salt ahlak felsefesine varmak için popüler ahlak felsefesini araştırmakla işe başlar. Kant burada yalnızca analitik işlemle yetinmemiş, eylemlerdeki ampirik olarak verilmiş olan gerçeklerde de salt olana yönelmiştir. Pratik aklın, hangi davranışlarının iyi hangilerinin kötü olduğunu örneklerle gösterir. Ampirik olanı yeniden, önceden çözümlenmiş olan salt olanla birleştirerek sentetik yola girer.

İnsanlar günlük hayatlarında vicdanlarının sesine uyarak içinde bulundukları bir olayı iyi ya da kötü kabul ederlerse de, iyi ve kötünün kendisinin neyi dile getirdiğinin hesabını genel bir biçimde veremezler; bundan dolayı günlük yaşamda bir davranışı iyi, bir başkasını kötü olarak değerlendirirken hangi ölçüyü aldıklarının da hesabını veremezler. İşte Kant, bu ölçüde açıklığa erişmekle ahlakın temel ilkesini de ortaya çıkaracağına inanır. Ahlaksal kavramlarnı çözümlerken Kant’ın istediği, bu kavramların nasıl ortaya çıktığını araştırmak değildir.

Sonuçta Kant, yeni bir ahlak sistemi kurmak istemediğini, yine ahlaklılığın yeni bir ilkesini ortaya koymak istemediğini, yalmzca zaten varolan, ama içgüdülerle duyulan ve işlenmiş olan ahlaklılığı kendi varlığının bilincine yükseltmek ve geçerliğinin ilkesini ortaya koymak istediğini belirtir .

3. TEORİK AKIL – PRATİK AKIL AYRIMI

Kant’ın felsefesinin iki konusu vardır: birincisi doğa, yani varolan herşey, diğeri ise olması gereken şey ya da özgür davranışlar alanı yani ahlak. Felsefe, bilgisinin temelini deneye dayandırırsa ampiriktir; salt akla, a priori ilkelere dayandırırsa salt felsefe ya da fizikötesi olur. Salt felsefenin de iki konusu vardır: doğa ve töreler. Buradan şu sonuç çıkıyor: bize, olanı bildiren teorik akıl yanında, olması gerekeni gösteren pratik akıl vardır.

Teorik akıl var olanı bilme yeteneğidir; deneyden (iç ve dış duyulardan) bağımsız olduğundan da salttır, a priori bilgi verir. Kant’a göre akıl, salt olarak gerçekten pratik ise, bundan böyle iradeyi yönetmeye elverişli ise, kendisinin ve kavramlarının gerçekliğini ve geçerliğini olaylarla kanıtlar. Öyleyse “eleştiri” kendini, “salt pratik aklın bulunduğunu” öne sürmekle sınırlamalıdır. Kant, bunun için de salt pratik aklı değil, genel olarak pratik aklı araştırır. Burada araştırıp eleştirdiği de aklın pratik yetisi yani doğrudan doğruya ahlak yetisinin kendisidir .

Aklın böyle pratik bir yetisi varsa, yani akıl salt pratikse, iradeyi kendi başına ampirik verilere dayanmadan yönetebiliyorsa, iradeye bir yasa, kendi yasasını koyabiliyorsa, özgürlük de kesin ve mutlak anlamında var demektir. Kant’a göre, göreli, ampirik bir özgürlük kavramı da vardır ama bu, ahlaksal sorumluluk için yeterli değildir.

Kant’ın ahlak felsefesinde yalnızca özgürlük ahlak yasasının koşuludur. Yani özgürlük, ahlak yasasının varlık nedenidir. Bunun yanında ise Tanrı ve ölümsüzlük ahlak yasasının koşulları olamazlar. Kant’ta teorik akılda Tanrı ve ölümsüzlük kavramları “olanaklı” olarak açıklanmış; pratik akılda ise özgürlük idesinden yola çıkılarak onaylanmışlardır. Yani teorik akılda sorunsal olan, pratik akılda yalındır. Böylelikle Kant, iki eleştiri arasında çelişme olmadığını gösteriyor .

Kant, aklın pratik olarak teorik olanın sınırını aşabileceğini göstermiş, ayrıca pratik akıla bir öncelik, üstünlük tanımıştır. Pratik akıl, teorik aklın erişebileceği şeylerden başkasını kabul edemez ve gerçek olarak düşünemezse ancak o zaman teorik aklın pratik akıl karşısında bir önceliği ve üstünlüğü var demektir. Pratik akıl yalnızca duyularla bağlı olsaydı yine teorik aklın üstünlüğü kabul edilebilirdi. Ama salt akıl pratik akıl olabiliyorsa, pratik akıl ahlak yasası bilincinde belirdiği gibi tam bir bağımsızlık içinde bizi salt olarak belirtiyorsa, bir ve aynı akıl ister teorik ister pratik maksatla olsun a priori ilkelere göre yargılama yapıyorsa, pratik aklın üstünlüğü söz konusudur .

4. AHLAK FELSEFESİNDE TEMEL KAVRAMLAR

A) İyi İstenç

Kant, ahlak kavramları arasında, eylemlerin ahlak bakımından değeri yargılandığında insanın başvuracağı bir kavram arıyor ve genel olarak kabul edilen ahlak yargılarını, ahlak kavramlarını çözümlemesinde “iyi istenç”i buluyor. İyi istenç, kendi başına, doğrudan doğruya iyi olan, başka değerli niteliklerin ve iyilerin de kötüye kullanılabilmelerine karşılık, mutlak değeri olan biricik şeydir. Kısaca “dünyada, hatta dünyanın dışında iyi niyetten başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiç bir iyi düşünülemez.

İyi istençten başka yüksek değerler de vardır, ama onların mutlak iyilikleri yoktur. Örneğin şereflilik, zekilik, yüreklilik, kararlılık iyi ve istenmeye değer şeylerdir; ama bu doğa vergisi şeyleri kötüye kullanan bir istenç olduğu zaman bunlar da kötü ve zararlı olurlar.

İşte Kant’a göre, “iyi”nin iki ana türü vardır: Birinci iyi, herhangi bir amaca ulaşmak için araçtır; yani yararlı olanla ilgilidir. Bu iyinin değeri kendi içinde değildir, ikinci tür iyide ise, birşey kendi basma değerlidir, iyidir. Böyle bir kendi başına değer olarak, kendinde iyi olarak sadece “iyi istenç” vardır. Kant, iyi niyetli insanın bütün insanları araç olarak değil, amaç olarak kabul etmesi gerektiğini savunmuştur.

İyi istenç güçlü bir düşünüştür. Sonuç ne olursa olsun, ahlak iyi düşünüşte ortaya çıkar. Ahlaksal eylem dışla ilgili eylemlerde ve onların sonuçlarında, başarılarında belirmez. Bir eylemin ahlaksal değeri, başarısında ve sonucunda değil, arkasındaki düşünüştedir. Demek ki Kant’a göre, iyi eyleme tam bir içten karar varsa, ancak orada iyi istenç vardır.

Kant, iyi istenç kavramını aydınlatmak ve geliştirmek için “ödev” kavramına başvurarak, bir eylemin ahlaksal değerini doğrudan doğruya ödev bilincinin kendisine dayandırır. Bir eylemin ahlaki bir değeri olabilmesi için kaynağı ödev düşüncesi olmalıdır. Eylemi yapanın bilincinde ödevden başka neden yoksa, eylemin ahlaksal böylece mutlak değeri var demektir. Yani bir eylemi kendi başına iyi yapan, o eylemin herhangi bir eğilimden değil ödevden gelmesidir. Ödev ise bir eylemin, zorunlu olarak yasa karşısındaki saygıdan doğmasıdır. Ancak buradaki zorunluluk, doğa zorunluluğu değil, doğrudan doğruya akla dayanarak bir eylemin gerekli olmasıdır. Bir eylemin ahlaksal değeri istemenin maddesinde, içeriğinde bulunmadığından, istenç için nesnel yasa olan şeyde bulunur.

Öyleyse yasa belirleyici neden olursa istenç iyidir. Sonunda acı bile olsa bir eylem, bir buyruğa bir ahlak yasasına karşılık olduğundan istenmelidir. Kısaca bir eylem yasaya uygun olduğu için isteniyorsa ancak o zaman iyidir.

Kant buradan sonuçta şu iki önermeyi ortaya çıkarmaıştır: 1-Yalnızca iyi istencin kendi başına bir değeri, mutlak bir değeri vardır. 2- İyi istenç, genel yasa karşısındaki salt saygı ile belirlenmiş istençtir.

B) Ödev

Yukarıda değinildiği gibi Kant iyi istenç kavramını açıklamak için ödev kavramını incelemiştir. İyi istencin ödevle bağlantısında insan yelemlerini şu şekilde bölümlere ayırır:

1-Ödeve aykırı eylemler

2-Ödeve uygun eylemler a)       Eğilimden çıkan eylemler b)       Ödevden doğan eylemler (Ödeve karşı saygıdan çıkan, içinde hiçbir eğilim olmadan, eğilime karşı gerçekleşen eylemler).

Kant, ödeve aykırı eylemleri, belli bir amaçla yapılıp yararlı olsalar bile onları bir yana atıyor. Çünkü bu eylemler ödevle çeliştiğinden, bunların ödevden gelip gelmediği de söz konusu edilemez. Ödeve uygun eylemler konusunda ise Kant bazı örnekler veriyor: Örneğin bir bakkalın, müşterisi olan-olmayan herkese çok iyi davranmasını ve mallarını ucuz satmasını hemen ödevden çıkan bir eylem olarak kabul etmemek gerekir. Çünkü, bakkal belki ödeve uygun davranmaktadır, ancak bunu kendi çıkarını düşündüğü, müşterisini artırmak için yapmaktadır. Bu eylem ödevden değil eğilimdem çıkmaktadır. Diğer yandan, mutsuz bir insanın ölmek isteyip de sırf ödev düşüncesinden hayatını devam ettirmesinin ahlaksal bir değeri vardır. Yani ödeve karşı saygıdan, ödevden doğan bir eylemdir.

Tüm bunlardan, Kant’ın ödev konusundaki düşünceleri şöyle özetlenebilir: Ödev, istence buyrulan şeydir; böylece de istenç için ahlaksal bir zorunluluğu dile getirir. Diğer yandan bir ödev eyleminin değeri, ulaşılmak istenen amaçta ve niyettedir; bundan böyle güdülen başarıda değildir, kararı verdiren maximdedir.Yani bir davranışın ahlaki bir değeri olabilmesi için ödev düşüncesinden kaynaklanması gerekir. Bu ödev kuralı ise bize, mutluluğa kavuşmanın yolunu değil, ancak mutluluğa layık olma yolunu gösterecektir. Bir ödev eylemi için doğal olarak verilmiş istekler, eğilimler ölçü olamaz; çünkü bunlar hep içerik bakımından belirlenen amaçla ve bunun sonucundaki başarı ile ilgilidir. Eylemlerimizde bulunabilecek niyet ve amaç, eylemlerimizin amacı olarak bu maksadın etkisi ve başarısı eyleme mutlak ve ahlaksal bir değer vermez. Ahlaksal değer ancak, eylemleri etkileyebilecek olan amaçlan bir yana bırakmakla, istencin ilkesinde bulunabilir. İstencin ilkesi ise “yasa karşısında saygı”dır. Bir eylem doğrudan doğruya doğru olduğu için, yasa karşısında saygıdan isteniyorsa mutlak değerlidir. Buradan şu sonuç çıkar: Ödev, yasa karşısındaki saygıdan doğan eylemin zorunluluğudur.

Yasa, bize istemenin belli bir içeriğini ya da ereğini buyurmaz; yalnızca yasaya uygun yani doğru olan eylemi yapmamızı ister. Taraf tutmayan bir ölçü içinde, her durumda doğru olan şeyi bulmalıyız. Öyleyse kendime sormalıyım: istememdeki maximin genel bir yasa olmasını isteyebilir miyim? Daha açık ifade ile: Herkesin benim davranmayı tasarladığım şekilde davranmasını isteyebilir miyim? Her durumda bu soruya cevabım “evet” ise iyi istencim var demektir, istencin iyi olması, genel bir yasaya uygun olanın istenmesi ya da kendi ilkesini genel bir yasa olarak isteyebilmesidir.

C) Ahlak Yasası (Kategorik Emperatıf)

Kant’a göre insanın iradesine, pratik aklına hitap eden, ona iyilik yapmak vazifesini yükleyen emirler şata bağlı değildir, mutlaktır. Yani bunlar, “niçin” sosusuna cevap olacak mülahazalardan azadedirler. Kant bu emirlere emperatif (buyurucu) ismini veriyor ve kesin-mutlak olduklarını ifade için de kategorik şekilde vasıflandırıyor.

Bunu açıklayacak olursak; duyulur doğa ile bağlı olan, böylece ampirik olarak belirlenmiş bir istence, istenç yasası yani buyruk olarak kendini gösterir. Bu nedenle insan iradesinde ahlak yasası kendini ancak buyruk biçiminde kendini gösterir. Bütün pratik yasalar buyruktur; oysa doğa yasaları buyruk olamazlar. Bir eylem bir amaca ulaşmak için araç ise yararlıdır, sadece amaç bakımından iyidir. Ama bir eylem kendi başına amaç olarak ise gerçek anlamda “iyi”dir. Öyleyse pratik yasaların konusunu ya “yararlı” ya da “iyi” eylemler oluşturur. Buna göre buyrukların biçimi de ikiye ayrılır: Birincide yararlı eylemi isteyen biçimde buyruk amaçla belirlenmiştir. Bu buyruğun biçimi “koşullu” (hipotetik)dur. Oysa iyi eylemin buyruğu ise herhangi bir amaçtan bağımsızdır, hangi durumda olursa olsun mutlak olarak geçerlidir. Bu buyruğun biçimi ise “Koşulsuz” (kategorik)dur. Buna göre bütün pratik yasalar ya koşulludur ya da koşulsuzdur; ve ancak koşulsuz buyruklar ahlaken iyidirler. Koşullu buyrukta belli bir maksat, niyet vardır, bunlar yalın ve sorunsaldır. Kategorik emperatif (koşulsuz emir) ise zorunlu pratik bir ilke olarak gecelidirler. Çünkü kategorik emperatif, ahlak eylemini herhangi bir maksada bağlamadan nesnel zorunlu olarak açıklar. Önemli olan eylemin içeriği ve sonucu değil, eylemin saikidir; eylem ahlak kaidesine hürmet saikiyle yapıldığı takdirde iyidir.

Kategorik emperatifte, koşul olarak hiçbir erek öne sürülmemiştir. Bu buyruk, doğrudan doğruya benim istememdeki maximin genel bir yasaya uygun olmasını dile getirir. Buna göre bu koşulsuz buyruk yalnızca biricik, tek bir buyruktur: “Ancak, aynı zamanda gnel bir yasa olmasını isteyebileceğin maxime göre hareket et”. Kant bu temel ilkeyi açıkladıktan sonra bu ilkeye bağlı olarak üç ilke daha türetmiştir.

Bunlar:

l-“Öyle hareket et ki, eyleminin maximi senin istencinde sanki bir doğa yasası haline gelebilsin”. Temel ilkedeki “genel yasa” burada “doğa yasası” haline gelmektedir. Çünkü Kant’a göre doğanın en temelli belirtisi olayların “yasallığı”dır.

2-“İnsanlığı, kendi kişiliğinde olsun, bir başkasının kişiliğinde olsun, hep bir amaç gibi görerek hiçbir zaman yalnızca bir araç olarak kullanmayacak şekilde hareket et”. Bu ilke kişinin mutlak bir değer bir erek olmasından çıkmaktadır.

3-“Öyle hareket et ki, istencinin idesi genel bir yasa koyucu istencinin idesi olarak tanınabilsin”. Burada her akıllı varlığın istenci kendini genel yasa koyucu bir istenç olarak ortaya koymaktadır.

Kant, kategorik emperatifi kabul ederek, insan aklının davranışına yol gösteren ilkeleri yaratabileceğini, böyle koşulsuz bir emrin muhatabı olması sebebiyle, insanın irade hürriyetine sahip olduğunu belirtiyordu. Böylelikle ahlaki hürriyet ile ahlaki ödev kavramlarını uzlaştırmaya çalışmıştır. Kategorik emperatifin kendisi somut bir davranış kuralı olmasa da insan aklının davranış kuralları belirtmesinde yol gösterici bir prensiptir.

D) İrade Hürriyeti

Kant’ın ahlak felsefesinin odak noktasını hürriyet idesi oluşturmaktadır. Ahlaki hürriyet, insanın, ahlak yasasının hem vazıı hem de mevzuu olması ile mümkündür. Kant, irade hürriyeti konusunda şöyle bir muhakeme yürütmüştür: Bizim aklımızın ahlaki vazifeyi gösteren emperatif kategoriklere muhatap olması, diğer tabirle aklımızın ahlak kanununu ihtiva etmesi bizim hür olduğumuzu, hür irade sahibi olduğumuzu tazammun eder. Eğer insan iradesi hür olmasa idi, biz; “ahlak kanununa göre hareket et” diyen emirlere muhatap olmazdık. Çünkü ancak yapıp yapmamakta serbest olan varlıklara “yap” demek bir anlam ifade edecektir. Ödev Yasası bizi insan iradesinin hür olduğuna inanmağa sevkediyor. İrade hürriyeti olmasaydı, ödev de olmazdı.

Ahlaki irade, aynı zamanda hür irade ismine hak kazanan yegane iradedir. Zira hürriyet dizginsizlik değil, kendine hakim olmaktır. İnsan eğer kendisinin efendisi ise, iradesini kendisinin de istediği kanunlara tabi tutabiliyorsa hürdür. Buradan şu sonuca ulaşılabilir: Kategorik emperatifin insana yüklediği ödev, hür bir şahsiyet olmaktır. Fakat bu benim hürriyetim, başkalarına da hür şahsiyetler veya hareketlerini hür olarak kendileri düzenleyebilmek hakkına sahip varlıklar muamelesi yapmamla sıkı sıkıya bağlıdır. Benim özgürlüğüm, kanunu kendime uygulamamda, ve başkalarının haklarına tecavüz etmememde saklıdır. Yani insana karşı muamaelen, fiillerini kendisi tayin edebilen ve hürriyet için takdir edilmiş bir varlığa yapacağın muamele olsun. İşte “ahlaklılık, genel geçer özgür irade yasasıyla eylemlerin uyumudur… Her zaman ve herkes için geçerli genel kurallarla eylemlerimin uyum sağlama zorunda oluşunu temel alırsam, o zaman eylemlerim ahlak ilkesinden kaynaklanmış olur..”

Kant’a göre hürriyet ile ahlak kanunu arasındaki ilişki şu şekilde tesbit edilebilir: Ahlak kanununun varlığı ve yürürlüğü, ancak insanların ona uyma yeteneğine sahip olmaları ile bir anlam ifade eder. O halde ahlak kanunu iradenin hürriyetini zorunlu kılar. Çünkü irade hürriyeti, insanın bizzat koyduğu ahlak kanununun tahakkuku için pratik-real bir şarttır. Bu nedenle iradenin hürriyeti pratik aklın bir talebidir. İrade hürriyeti nazari, ilmi şekilde tesbit edilemez. Ancak ahlak kanununun mevcudiyetinden pratik olarak çıkarılabilir.

III. HUKUK FELSEFESİ

1. AHLAK – HUKUK AYRIMI

Ahlak felsefesi bölümü incelenirken değinildiği gibi, Kant’ın hukuk felsefesi ahlak anlayışına dayanmaktadır. Onun hukuk felsefesindeki fikirleri ahlak felsefesi alanındaki kadar kuvvetli olmamıştır. Zaten hukuk felsefesinde bağımsız bir okul kurmamış, özellikle olması gereken hukuk üzerinde ısrarla durarak tabi hukukun gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

Kant’a göre insanı insan yapan, onun özgür bir şahsiyet oluşu veya böyle özgür bir şahsiyet olmayı kendine vazife bilmesi ve hareketlerini de genel prensiplere göre düzenlemesidir. İşte burada aynı zamanda Kant’in ahlak felsefesinden hukuk felsefesine de geçilmektedir.

Kant’a göre insan davranışları iki aşama içinde oluşur:

1 -Davranışı hazırlayan saik (güdü). Bu ahlaksal alanı ilgilendirir.

2-Davranışın dış görünümü. Bu ise hukuksal alanı ilgilendirir.

Görüldüğü gibi Kant’ın sisteminde ahlaki ve hukuki ödevler kesin biçimde birbirinden ayrılmışlardır. Ahlaksal alanda, bir “olması gereken” vardır. Kesin buyruk (kategorik emperatif) olarak olması gereken gerçekleştirilir. Hukuk alanında ise kesin buyruk, koşullu buyruk (hipotetik emperatif) şekline dönüşür. Kategorik emperatifte bir amaç için (ahlakı gerçekleştirmek için) belli bir biçimde davranan bir anlayış vardır. Oysa hipotetik emperatifte “şunu istiyorsan, bunu yap”; örneğin, “hapse girmek istemiyorsan hukuka uygun davran” şeklinde koşula bağlı emirler vardır.

Kant’ta ahlakın amacı bireysel iyiyi gerçekleştirmektir ve ahlakın kaynağı içtedir, yani vicdandır. Ahlaka uymak iyi niyetli olmaktır ve bu ahlaksallıktır. Hukuk da ahlaksal temellidir, ancak hukuk “olan” içinde güncelleşir. Hukukun ahlaktan ayrıldığı noktalar şunlardır:

-Hukuk davranışın dış görünümüyle ilgilenir; ahlak ise içseldir.

-Hukukun kaynağı dıştadır; ahlakın kaynağı ise içtedir.

-Hukukta, sorumlu olan makam dıştadır, yani devlettir. Ahlakta ise sorumlu makam içtedir, yani vicdandır.

-Hukukta buyruklar koşula bağlı (hipotetik)dır; Ahlakta ise buyruklar koşula bağlı değildir (kategoriktir).

-Hukuk, saik ve niyetlerle pek ilgilenmez; ahlak ise saik ve niyetle ilgilenir.

-Hukuk biçimseldir; ahlakta ise biçime önem verilmez.

-Hukukun ayırıcı özelliği zorla yaptırım gücüne sahip olmasıdır;

Ahlakta ise böyle bir zorlama gücü söz konusu değildir.

2. HUKUKUN TANIMI, KAYNAĞI VE AMACI

Kant’a göre, insanların harici hürriyetlerini yani iradelerinin diğer insanların iradelerine tabi olmaması şekillerini düzenleyen kurallar bütünü hukuktur. Onun ifadesiyle hukuk şöyle tanımlanabilir: “Umumi hürriyet kanununa uygun olrak bir şahsın hürriyetini diğer şahısların hürriyetleri ile ahenkli kılmak için lazım olan şartların mecmu heyetidir”. Diğer bir anlatımla hukuk, şahsi hürriyetin dışta belirmesinin şart ve esaslarıdır. Hukukun amacı, irade hürriyetinin korunması ve bunun gerçekleştirilmesine imkan sağlanması olduğuna göre aslında hukuk, pratik aklın konusu olan hürriyetin fenomenler dünyasında belirmesinin bir aracı olmak niteliğini kazanmaktadır.

Kant, hukukun meşruiyetini dış hürriyet kavramı üzerine bina etmiştir. Dış hürriyet ise aslında, insanın dilediğini yapma veya yapmama hususunda sınırsız güce sahip olmak hak ve arzusudur. Ancak bu hak ve arzu, tabi bir netice olarak herkese, diğerlerinin kendi kaderlerini tayin haklarına riayeti telkin eder. Dilediğini yapıp yapmama konusunda serbest olmak isteyen bir kimsenin, başkalarının da aynı dilekte ısrar etmesini tabi karşılaması zorunludur. Yani insan, makul olarak ancak sınırlı ve kayıtlı bir hürriyet hakkı isteyebilir. Bu hürriyet hakkı, genel bir kanuna göre başkalarının hürriyet ve haklarıyla telif edilebilecek bir ölçüyü aşamaz.

Hukukun bu en yüksek prensibini Kant şu şekilde ifade etmiştir: “Hariçte (başka insanlarla olan münasebetlerde) öyle hareket etmelisin ki senin hürriyetinden istifaden umumi hürriyet kanununa göre, başkalarının hürriyetile telif edilebilsin” . Bunu açacak olursak; hukuk insanların, fertlerin hürriyeti esasına aykırı olan hareketlerine engel olmak, kuvvet ve cebir kullanmak zorunluluğunu ifade eder. Fakat icbarın meşru olması için, bu icbarın, hem icbarı kullanan şahsın hem de kendisine karşı icbar kullanılan şahsın hürriyetleri ile telifi kabil bir şekilde icra edilmesi şarttır. Eğer bir şahsın hürriyetinden belli şekilde yararlanması başkalarının hürriyetini ihlal ediyorsa bu, hukuka aykındır. Hukuku ihlal edene karşı ise icbar kullanmak hukuka uygundur. Bu hareket hürriyet kanununa aykırı değildir. Buradan, hukuk kavramı ile hürriyeti ihlal edene karşı cebir kullanma yetkisinin birbirine bağlılığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Kant, hukukun, fertlerin hürriyeti ile cebir yetkilerinin birleşmesi olduğunu söylemektedir.

Hukuki ödevler konusunda Kant yeni bir şey ortaya atmamış, ünlü Roma hukukçusu Ulpianus’un adalet tanımındaki unsurlara uygun olarak üç esas belirlemiştir:

1-Birinci hukuki ödev; “şerefli yaşa” (honeste vive). Bu emir, kişinin bir ¬yandan diğer kişilerle olan ilişkilerinde kendi haklarının bilincinde olması, diğer yandan başkalarının haklarına karşı da riayetkar olmasını içermektedir. Bu ödev kısaca “hukuki bir insan ol” şeklinde ifade edilebilir.

2-İkinci hukuki ödev; “kimseye zarar verme” (Neminem laede). Bu ödevin içeriği kimseye haksızlık etmemektir. Hatta bir kişi zorunluluk durumu ile karşılaşsa bile başkasına zarar vermemelidir.

3-Üçüncü ödev ise; “herkese düşeni ona ver” (suum cuique tribue). Bu ödevin içeriği ise bir kişinin kendine ait olan konusunda diğer bütün insanlara karşı korunmasıdır.

Böylece Kant hukuk mefhumunun esası ve hukuki meşruiyetin kaynağı olarak, hürriyeti kullanmanın genel şartlarını bu prensiplere çevirmektedir. Bu şartların bir kısmı, hür bir varlığın kendi kişilğine ait tabiatından doğmaları nisbetinde özel hukukun temelini teşkil ederler. Buna karşılık bir kısmı da ferdi tabiattan değil, fertlerin teşkil ettikleri topluluğun mahiyetinden doğmaktadır. Bunlar ise kamu hukukunun temel prensiplerini meydana getirirler. Görüldüğü gibi özel hukuk-kamu hukuku ayrımı, şekli ve zahiri bir ilişkinin değil, doğrudan doğruya hukuki kuralların doğdukları kaynak ihtilafının sonucudur.

3. HAK KAVRAMI VE NEVİLERİ

“Etik Üzerine Dersler I’de Kant, hak kavramı ile ilgili şu görüşlere yer vermiştir: “Hak, izin anlamına geldiği sürece irade kurallarına ters düşmeyen eylemin hukuk kurallarıyla uyumudur ya da ahlak yasalarıyla çelişmeyen eylemin ahlaksal olasılığıdır.Ancak hak bilim olarak alındığında tüm hukuk yasalarının simgesi olmaktadır.”

Kant hakları ikiye ayırmıştır: Tabi haklar ve müktesep (pozitif) haklar. Tabi haklar a priori ilkelere dayanırken, müktesep hakların kaynağı pozitif hukuktur. Tabi hak, kişinin doğuştan sahip olduğu, devlet olmasa dahi mevcut olan haktır. Pozitif haklar ise devlet tarafından neşir ve ilan olunmuş bir kanun ürünü olan ve hukuki muameleler ya da hukuki fiiller sonucu kazanılmış olan haklardır .

Kant’a göre insanın asıl tabi hakkı sadece bir tanedir: O da hürriyet. Fakat bu yukarıda değinildiği gibi başkalarının hürriyeti ile uzlaştırılması mümkün olan bir hürriyettir. Bütün diğer tabi haklar, örneğin eşitlik, mülkiyet hakkı, düşündüklerini ifade edebilme hakkı vs. hepsi asıl tabi hak olan hürriyetin değişik alanlarda tecellisinden ibarettir.

Diğer yandan Kant, hakları hususi haklar ve amme hakları olarak da ikiye ayırmıştır. Hususi haklar, devlet içinde mevcut oldukları gibi devletin oluşumundan önce de mevcut olan haklardır. Amme hakları ise ancak devletin oluşumuyla varlık kazanan, devletin varlığına bağlı olan haklardır. Bu hakların doğması için devlet tarafından neşir ve ilan edilmiş olan bir kanun lazımdır. Devletin oluşumundan önce amme haklarının varlığından da söz edilemez.

Hususi haklar (ayni haklar, şahsi haklar, ayni-şahsi haklar), hakmahiyetini kazanacak yetkiler halinde, tabi halde de yani devletin oluşumundan önce de mevcut iseler de tabi halde bu haklardan yararlanmak mümkün değildi. Kant’a göre, işte herkese kendine ait olan haklardan yararlanmayı sağlamak için insanlar devleti kurmuştur.

4. DEVLET VE HUKUK

Kant, devlet anlayışı bakımından Rousseau’nun ve Montesqieu’nün etkisi altında kalmıştır. Kant’a göre devlet, bir insan kütlesinin hukuki esaslara göre birleşmesidir. Devlet, beşeriyetin tarihi bir inkişafı olduğu kadar da ahlaki bir ödevdir. Devletin kaynağı sosyal sözleşmedir. Sosyal sözleşme ise hürriyeti güvence altına almak için yapılmış bir Aksiyondur. Kant, sosyal sözleşme konusunda Rousseau’nun görüşlerini açıkça kabul etmiştir . Toplumsal sözleşmeyi aklın bir ürünü olarak kabul eden Kant, bu nedenle devletin temeli olan bu sözleşmeye koşulsuz olarak uyulmasını zorunlu görmektedir. Zira ona göre devletin amacı ve görevi hukukun korunmasıdır. Böylece devlet, herkesin özgürlüğünü ve hukukunu korumakla, hukuk devleti anlamında işlevim yerine getirmiş olur . Kant’a göre devlet hukukuna, ebedi hukuktan doğan a priori kanunlar yol göstermelidir. Yasama, yürütme, yargı kuvvetleri ise birbirini tamamlamalıdır. Ancak bu güçler ayrı organlarca kullanılmalıdır. Yasama kanun yapma görevini, yürütme kanunları uygulama ve yargı da herkese payınaa düşeni verme görevini yüklenmiştir.

Kant’ın devlet anlayışında vatandaş devlet işlerini eleştirebilir ama devlete karşı ayaklanamaz; ihtilal hakkı diye bir hak kabul edilemez. Görevi, hürriyeti güvence altına almak olan bir devlette, hürriyet ve otorite mutlu bir şekilde uzllaştırılabilir. Kant’ın, liberal devlet anlayışını benimsediği, ancak ihtilal hakkını reddederek Locke’un tabi hukuk anlayışına karşı çıktığı görülmektedir.

Yasalarla ilgili olarak Kant şu görüşlere yer vermiştir; “Bir eylemin zorunluğunu ifade eden her formül bir yasadır. Böylece eylemleri genel kurallara bağlı kılan doğal yasalar ya da ama pratik yasalar sözkonusu olabilir. Buna göre tüm yasalar fiziksel ya da pratiktir. Pratik olanları özgür eylemlerin zorunluğunu ifade ederler ve insanlar tarafından gerçekleştirildikleri sürece ya özneldirler ya da gerçekleşmeleri gerektiği sürece nesneldirler” . Yasalar, genel iradenin ifadesidir. Devlet kurulduktan sonra haklardan yararlanmayı sağlayan da yasalardır. Yasa, yasaya uygun yada aykırı olan hareketleri herkes için aynı şekilde tesbit eder. Yasaların yapılmasında tüm vatandaşların katkısı olduğundan, yasaya itaat eden kendisine itaat etmiş olur.

Devletin ceza hakkı konusunda ise Kant, hakimiyet sahibinin suç işleyenlere bir nevi elem ve ızdırap çektirme hakkı olduğu inancındadır. Menfaat gayesi için insan cezalandırılamaz. Nitelik ve nicelik bakımından adalete uygun ceza kişiye yaptığını ödeten ceza olmalıdır . Ceza adaleti mutlak adalet ilkesine dayanmalıdır. Ceza kanunu mutlak ve kati bir ahlaki emirdir. Cezanın yegane esasının kefaret olduğunu kabul eden Kant’ın bu konudaki görüşleri genelde kabul görmemiştir.

Devletlerarası hukuk konusunda ise Kant, bu hukukun henüz hakim olamadığım, bu durumun ise hukuk tanımayan ilkel insanlar arasındaki ilişkilere benzediğini belirtmektedir. Bu hukuksuzluk durumun savaş özelliği taşıdığını vurguladıktan sonra, bütün kişi ve milletlerin görevinin, milletlerarası ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları oluşturması olduğunu söylemektedir. “Savaşlar olmamalıdır” esası bir “kategorik emperatif ‘tir. Bu ilkenin ihlal edilmesinin caiz sayılması dahi onun “kategorik emperatif ligine engel olmaz . Kant’ın fikirleri o zamanın şartlarında bir hayal gibi gelse de bu fikrin bugün bile güncelliğini ve önemini yitirmediği ortadadır.

SONUÇ

Bütünlüğü olan bir felsefe sistemi kuran büyük filozof İmmanuel Kant’ın, günümüzde fikirlerinden bazıları geçerliğini yitirmiş olsa da, özellikle “Pratik Aklın Eleştirisi” ile “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” eserlerindeki fikirleri oldukça kuvvetlidir ve geçerliliklerini korumaktadırlar. Kant’ın, ahlakın esasları hakkındaki fikirleri, ahlak hakkında bugüne kadar ileri sürülen fikirlerin en yüksek ve en derin olanıdır. “İnsanın insanlığı, insani kıymeti ahlaki emirlere muhatap olmak ve bu emirleri hür iradesinde benimseyerek hareketlerini o yüksek emirlere uygun kılmak kudretine malik olmasından ibarettir” ve “İnsanın en yüksek vazifesi, hareketlerini vazife kanununa uygun kılmaktır” gibi esasların ahlak felsefesi sahasında büyük bir devrim olduğu açıktır. Bugün, birçok eleştirilere rağmen bu fikirler güncelliklerini kaybetmemişlerdir. Hatta denilebilir ki; bugüne kadar ahlakın derin felsefi esaslarını tesbit için bundan daha yüksek bir fikir ileri sürülebilmiş değildir.

Kant, hukuk felsefesi açısından ise bağımsız bir okul kuramamış, tabi hukuk okulunun gelişmesi için çaba harcamıştır. Hürriyetin fiilen gerçekleştirilmesini hukukun temel ilkesi sayması onun tabi hukuka bağlılığını gösterir . Onun, hukukun mahiyeti hakkındaki fikirleri de genelde doğrudur. Ancak hukuku, münhasıran harici hürriyeti düzenleyen kurallar olarak telakki etmesi ve hukukla ahlakı ayırmak için ileri sürdüğü fikirler yanlıştır. Çünkü, ahlak yalnızca ihtiraslarla mücadele kuralları değildir; hukuk da sadece harici hürriyeti düzenleyen kurallardan ibaret değildir. Ahlak ile hukuk arasında mahiyet farkı yoktur; temel fark müeyyide farkıdır.

Bir çok eleştirilere rağmen, düşünen insanlık için geleceekte Kant’ın ahlak felsefesine dönüş kaçınılmaz olacaktır. Çünkü yukarıda değinildiği gibi Kant’ın, ahlakın esasları hakkında getirdiği ilkeler, bugüne kadar ileri sürülen en yüksek ve en derin fikirlerden oluşmaktadır.

KAYNAKÇA

ABADAN, Yavuz : Hukuk Felsefesi Dersleri, A.Ü. H.F. Yayınlan, Ankara 1954

AKARSU, Bedia : Immanuel Kant’ın Ahlak Felsefesi (Ödev Ahlakı), İ.Ü. Ed. Fak. Yayınlan, İstanbul 1979

ARSAL, S. Maksudi : Hukuk Felsefesi Tarihi, İ.Ü. H.F. Talebe Cemiyeti Yayınlan, İstanbul 1945

ASTER, Emest Von : Hukuk Felsefesi Dersleri, (Çev. O. Münir Çağıl), İstanbul 1943

ASTER, Ernest Von : Kant’ın Ahlakı, 1941-42 Yılı Üniversite Konferanslarından Ayn Bası, İstanbul 1942

ÇAĞIL, O. Münir : Filozof İmmanuel Kant’m Sisteminde Ahlak ve Hukukun Felsefi Esasian, İ.Ü. H.F. Mecmuasının C.XIII, S.3, Yıl 1947 Nüshasından Ayn Bası, İstanbul 1947

GÜRİZ, Adnan : Hukuk Felsefesi, Ankara 1992

HEİMSOETH, Heinz : İmmanuel Kant’ın Felsefesi, (Çev. T. Mengüşoğlu) İstanbul 1967

İZVEREN, Adil: Hukuk Felsefesi, Ankara 1994

KANT, immanuel : Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, (Çev. İoanna Kuçuradi) Hacettepe Üniversitesi Yayınlan, Ankara 1982

KANT, İmmanuel : Etik Üzerine Dersler I, (Çev. Oğuz Özügül) İstanbul 1994

KANT, Immanuel : Seçilmiş Yazılar, (Çev. Nejat Bozkurt) istanbul 1984

ÖKTEM, Niyazi : Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi, İstanbul 1988

VECCHIO, Giorgio Del : Hukuk Felsefesi Dersleri, (Çev. Sahir Erman) İstanbul 1952

Hâk.Bnb.Yunus YILMAZ, AYİM 3.Daire Raportörü, 25 NUMARALI DERGİ

 

This entry was posted on Pazar, Mart 10th, 2013 at 05:25 and is filed under AHLAK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz