SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK
–KABİR HAYATI TARTIŞMALARI–
Bülent Şahin Erdeğer
Kabir azabı var mı? Sorusu ilk duyulduğunda akla gelebilecek başka sorular vardır. Bu soruların başında “tabi vardır bize bugüne kadar hep böyle öğretildi ne yapılmak isteniyor bu soruyla?” gibi bir soru sorulabilir. Ya da “bu tür meseleler bize ne fayda sağlayacak? Olsa ne olur olmasa ne olur? “gibi samimi ama ihmalkar bir soruda sorulabilir. Ancak birinci soruya verilecek cevap, hiç şüphesiz inanç ilkelerimizin kesin olmayan zanni rivayetlerle belirlenemeyeceği, gaybi konularda kulaktan dolma bilgilerle görüş sahibi olamayacağımızı belirtmek olacaktır. İkinci yaklaşıma ise bu tür Kur’an dışı inançlara gösterilecek müsamahanın insanların din anlayışlarındaki erozyonu ve bulanıklığı görmezlikten gelmek anlamına geldiğini söylemek yeterli olacaktır. Hayatımızın ve diğer dünya hayatımızın seyrini belirleyen yegane rehber Kur’an-ı Kerim olmalıdır. Ahiret inancımızı da şekillendiren temel kaynağımız Allah tarafından korunan Furkan olan Kur’an’dır… Öncelikle Dini algılama metodumuzu Rabbimizin istediği ve Son Rasul Sevgili peygamberimizin uyguladığı tarzda netleştirmeli ve bu usul birlikteliğinden sonra Sorulara cevap aramalıyız.
Apaçık olarak anlaşılsın diye bizlere gönderilen ( 2/75, 14/4, 43/3, 41/44) Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber (as)’ın Gaybı bilemeyeceğini (6/50)[1], Ancak Rabbimizin bildirdiği ve Kur’an’ında kayıtlı tuttuğu Gayb haberleri (Kıssalar, kıyamet anı, Cennet cehennem vs.) nin Rasul’e bildirildiği Kur’ani bir gerçektir. (bknz. Kur’an 72/25-27, 28/45-6, 12/3, 12/102-103, 21/45, 33/2) Rasul’ün ancak Kur’an’a tabi olduğunu da (Bknz. Kur’an 4/105, 46/9, 10/15, 43/43) görmekteyiz.
GAYBİ KONULARDA ÖLÇÜ
İtikad, Allah’ın inanmamızı istediği esaslar bütünüdür. Müslümanlar için, hak dinin temelini bildiren tek kaynak ise, “hakk’ul yakin” (kat’i, kesin bilgi) olan Kur’an’dır. İnsanlar için Allah katından indirilen Kur’an hem gaybi, hem dünyevi alanda bizlere itikadi ölçüler bildirir. Allah’ı birlemek, Resullerine, kitaplarına, meleklerine ve ahiret gününe inanmak, İslam itikadının esaslarını oluşturur. (2/177) İtikadi esaslar veya Tevhid inancı, mutlak gayb alanını da, müşahade alanını da kuşatır.
İtikadın gaybi alanı, Rabbimizin bildirdiği dışında, mutlak bilgisizliği içerir. Zaten gayb, insan idraki ile algılanamayan ve bilgisine ulaşılamayan alandır. Müminler Rabbimizin Kur’an’la bildirdiği mutlak gayb haberlerine iman ederler. (2/3) Kur’an’ın insan sözü olmadığına, Allah katından bildirildiğine dair kesin itikadımız, Kur’an’da geçen gayb haberlerine olan imanımızı da oluşturur. O halde, mutlak Gayb konularında haktan hiç bir şey ifade etmeyen zanni bilgi ve yorumlardan (10/36)[2] kaçınmalı, gaybla ilgili bilgilerimiz sadece Kur’an’la temellenmelidir.
Gaybi haberlere dayanan itikadımızın Kur’an’la sınırlandırılması, “subut-i kat’i” (sabitliği kesin) bir kaynak muhkemliği sağlar. Kur’an’ın tümü subut-i kat’i iken Kur’an dışı hiçbir gayb haberi kesin sabitlik taşımaz. Gaybla ilgili hadis rivayetlerine gelince; bunların içerikleri bir yana; haber kesinliği itibariyle subut-i kat’ilik ölçüsüne ulaşamazlar. Ahad veya meşhur hadislerin hemen hemen hepsi sabit lafızlarla değil, mana üzere rivayet edilmişlerdir. Kesinliği sabit olmayan bir söz rivayetinin ise aktarılması, ifade kesinliği taşımaz.
Kur’an’da gaybi haberlerin değerlendirilmesinde dikkat edilecek en önemli husus, gaybi bilgi içeren ayetlerin kesinliği oluşudur. Gayb alanında zan barındıran ve asla kesin olamayacak rivayetlerle itikad oluşturulamaz. Gayb haberlerde mahiyetini bilemeyeceğimiz konularda tartışmamamız gerekmektedir. Bu konuda Kur’an’la sabit olan Rasulullah’ın tavrını örnek almalıyız. (7/187)[3]
Sahih hadis rivayetlerine dayanan gaybi bilgiler ise, ancak Kur’an’daki gayb haberlerinin bir tekrarı veya daha basitleştirilmiş bir anlatımı veya açıklaması olabilir. Zira Gayb’ın bilgisine muttali olan Rasulullah (as)’ın Kur’an dışı bir gayb haberini dinin temeli olarak bildirmesi düşünülemez. Bu bağlamda “kıyametin zamanı ve alametleri” “mehdinin zuhuru” “Kabir hayatı” gibi gaybi haberleri bildiren rivayetler Kur’a’ın kesin ayetleri göz önüne alındığında sahih olamazlar. Müminler inançlarını yakin, kesinlik temeli üzerine dayandırmalı, vehim ve zandan kaçınmalı, gaybın mutlak alanıyla ilgili felsefi ve kelami tartışmalara fırsat vermemelidirler.[4]
ZERDÜŞTLÜK’TE KABİR HAYATI İNANCI VAR MI?
Aryan mitolojisini incelerken, hemen nihai büyük hesaplaşmaya geçemeyiz. Bu mitolojide büyük hesaplaşmadan yani kıyametten önce ferdi hesaplaşma durağı vardır. Birey olarak insanın, bilinen hayat sürecinin sona ermesi. Diğer bir deyimle insanın ölümü ile başlayan ferdi hesaplaşma süreci, Aryan-Zerdüşt mitolojisinde değişik zaman dilimlerinde değişik şekillerde yorumlanmıştır.
Zerdüştlerde ölüm son değildir. Buna göre insanlar öldüklerinde, ruhlarının yeraltı ülkesine doğru “seyahati” başlar. Gitmek durumundaki bu ülke, “ölümlü ilk insan” olan Yima’nın yönettiği yeraltı krallığıdır. Fakat ruhların bu krallığa seyahati hemen başlamadığı gibi kolay da değildir. İnsanın ruhu (Urvan-Avdenak. Urvan teni şekillendiren, onun belli bir şekle girmesini sağlayan ruhsal öğedir) ayrıştığı cesedin başından, üç gün boyunca ayrılmaz. Bu üç günlük süre ölünün aşağıya doğru seyahatinde hayati öneme sahiptir. Çünkü bu süre boyunca şeytani güçler tetikte beklemektedir. Bu savunmasız ruha saldırmak için fırsat kollamaktadır. Bunu önlemek için bütün iş, ölünün geride kalan yakınlarına düşmektedir. Onlar bu süre boyunca mezarı başında ağlaşır, dua ederler[5]
Görüldüğü üzere Kabir Hayatı inancı İran Coğrafyasında etkin olan Zerdüştlük inanışında mevcuttur.
EHL-İ KİTAB’DA KABİR HAYATI İNANCI VAR MI?
“Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız Ehl-i Kitab’a Sorun”. 21:7 ayeti gereğince Yüce Rabbimiz, Kur’an Ehli Müminlere Daha önceki Vahiy metinlerine de Korunmuş olan Son Vahyi Ölçüt edinerek Bilgi Sahibi olmak için başvurulabileceğini belirtmiştir. İlginç olan nokta ise Ne Eski Ahidde ne de Yeni Ahidde[6] Kabir hayatıyla ilgili hiçbir inanış ve bilgi yer almamaktadır.
Allah’a karşı sorumlu olanların eylemlerinin O’nun tarafından hatırlatılacak olmasına karşın (Malaki. 3:16 ; Esin. 20:12 ; İbranilere Mek. 6:10); İncil’de, ölüm durumu süresince herhangi bir bilince sahip olduğumuzu gösteren hiçbir şey yoktur. Buna ilişkin aşağıdaki açık ifadelerin aksini söylemek zordur:
• “(İnsanınki) nefes (ruh) çıkıp gider, kendisi toprağa geri döner; ayni günde (anda) düşünceleri yok olur” (Mezmurlar 146:4).
• “Ölüler hiçbir şey bilmezler…onların sevgisi, onların nefreti ve onların kıskançlığı, şimdi yok olmaktadır” (Vaiz 9: 5,6). “Ölüler diyarında hikmet yoktur (Vaiz 9:10) – düşünce yok ve bundan ötürü bilinç yoktur.
• Hz. Eyüp ölüm esnasında, “sanki hiç olmamış gibi” olduğunu söyler (Eyub, 10:18). O, bizim doğmadan önce sahip olduğumuz ölümü; boşluk, bilinçsizlik ve varlığın tümüyle yok olması olarak gördü.
• İnsan, hayvanlar gibi ölür (Vaiz 3:19). Eğer insan bir yerlerde bilinçli olarak ölümde yaşamayı sürdürürse, hayvanlarda da öyle olmalıdır. Yine de hem Kitab-ı Mukaddes ve hem de bilim, bu konuda sessiz kalmaktadır.
• Tanrı, “bizim toprak olduğumuzu anımsar. İnsana gelince, onun günleri ot gibidir: bir kır çiçeği gibi, öyle gelişir…sonra yok olur; ve onun yeri artık onu tanımaz” (Mezmurlar 103: 14-16).
Ölüm’ün, doğru olanlar için bile, tamamıyla bilinçsizlik olduğu; Allah’ın kullarının ömürlerinin uzun olmasına izin vermesi için defalarca yinelenen yalvarışları tarafından da kanıtlanır. Çünkü onlar; ölüm bir bilinçsizlik durumu olduğu için, ölümden sonra dua etmeye ve Tanrıyı yüceltmeye muktedir olamayacaklarını bilmektedirler. Hezekiel (İşaya 38: 17-19) ve Davut (Mezmurlar 6: 4,5; 30:9 ; 39:13 ; 115:17 ) bunun iyi örnekleridir. Ölüm; hem iyiler ve hem de kötüler için bir uyku, bir istirahat olarak defalarca ifade edilir (Eyub 3:11,13,17 ; Daniel 12:13).
Ölüm bir uyku olarak tanınlanır:
Daniel 12:2 “Yeryüzü toprağında uyuyanların birçoğu uyanacak: Kimisi sonsuz yaşama, kimisi utanca ve sonsuz iğrençliğe gönderilecek.”
Daniel 12:13 “Sana gelince, ey Daniel, son gelinceye dek yoluna devam et. Rahatına kavuşacak ve günlerin sonunda payına düşen mirası almak için uyanacaksın.”
Ölümün ve insanın özünün gerçek öğretisi, büyük bir huzur duygusu sağlar. Bir kişinin yaşamının tüm acıları ve yaralanmalarından sonra, mezar tam bir boşluk yeridir. Allah’ın isteklerini bilmeyenler için, bu boşluk kıyamete dek sürecektir.
BERZAH VE ETRAFINDA SÜREN TARTIŞMALARIN MANTIK ÖRGÜSÜ
“Berzah”, iki şey arasındaki hail/engele, iki deniz arasındaki dile denilir. Ve bir hicri mahcur- yani bir nefret ve zıddiyet, had, hudud demektir.[7] Berzah, “Ölüm ile yeniden diriliş arasında bir askıda kalış (bekleyiş, suspense) durumudur.[8] Öncelikle bu lügavi tanımı esas alarak “Berzah”’ta bir hayat olduğunu iddia edenlerin dayandıkları tez noktalarını belirlememiz gerekir. Berzah’ta hayat olduğunu ileri süren anlayışın delil olarak öne sürdüğü ayet ve hadis metinlerinden açıkça “bedenli ve ruhlu” aynen dünya hayatındaki bir yaşam iddiası ortaya çıkmaktadır. Oysa “Berzah”’ı Kur’an’ın muhkem nassları çerçevesinde anlam dünyalarına oturtanların bu iddiaya yönelttikleri sorular iddia sahiplerini “ruhsal azab”, “rüya” gibi başka gaybi spekülasyonlar yapmaya yönlendirmiştir. Oysa tutarlı yaklaşım sahiplerinin delil olarak sundukları verilerin arkasında durmaları gerekmektedir. Azap, bilinç sahibi varlıklar açısından mutluluk ve mutsuzluk olguları duyumsamaya ve algılamaya dayanır.[9] Ayrıca, İki şey arasındaki kesin zıtlık olarak tanımlanan Berzah’ın Dünya hayatı ile Ahiret hayatı arasındaki kesin zıtlık olduğunu kendini anlamının içinde barındırması iddia sahiplerini baştan nakzetmektedir. Sözlük anlamıyla paralel olarak terimsel anlamını okuduğumuzda Berzah hayatın olmadığı bir alandır. Bu konudaki zanni rivayetlerin dikkate alınabilmeleri için öncelikle bu anlam örgüsüne zıt düşmemeleri gerekmektedir.
Berzah ile ilgili Hadis rivayetlerine baktığımızda Kur’an’ın ölüm, kıyamet ve diriliş sahnelerinden çok farklı bir tabloyla karşılaşırız. Metin açısından bir hayli problemli olan ve metin tenkidinden olumlu not alamayacak olan bu rivayetler ayrıca isnad zinciri açısından da sorunlar taşımaktadırlar. Ayrıca bu rivayetlerin mütevatir olduğu zannı da yanlıştır. Rivayetler ahad olup isnadları sorunludur. Serahsi (ö.490/1096) kabir azabı ve benzeri konulardaki hadislerin meşhur veya ahad olduklarını söylemekle (el-Usul, I.329.) bunların mütevatir olduğu iddiasını isabetli bir şekilde reddetmektedir.[10] Bu konu hakkındaki rivayetleri bütünlüklü olarak okuduğumuzda birbirleriyle çelişen bir çok bilgiyle karşılarız.[11] Tüm bu çelişik rivayetlerin ortak noktası ise kabir hayatının mezarda, bedenli bir hayat olduğu bilgisidir.
KELAMCILARIN GAYB OLAN KABİR HAYATI KONUSUNDAKİ POLEMİKLERİ:
Rabbimizin Dünya hayatı ile Diriliş saati arasındaki boşluk süresini belirten Berzah konusunda bir gayb haberi bildirmemesine ne geçmiş vahiylerde ne de elimizdeki korunmuş vahiyde Kabir Azabına dair bilgiler bildirilmemesine rağmen Kelamcılar tarih boyunca bu konuda polemikler yapmaktan geri durmamışlardır. İslam öncesi Arap mitolojisi ve cahiliyye etkisiyle rivayetler şeklinde canlandırılan kabirlerde yaşamın olduğu görüşü (Enkarnasyon) ve bazı son dönem yorumcularının (Süleyman Ateş ve Y. Nuri Öztürk gibi) ölümden sonra tekrar bedenlenme (Reenkarnasyon) iddialarını ortaya koyduklarını görmekteyiz.[12] Tarihte ruhların öldükten sonra yaşadıkları inancı öylesine ileriye vardırılmıştır ki ruhların toplandığı yerleri konusunda ortaya atılan görüşler olmuştur. Ruhlar İbn-i Kayyım’a göre iyi olanları Adem (as)’in sağında kötü olanları solunda oturmaktadırlar[13] Cahiliyye döneminde bulunan ruhların öldükten sonra kuşlara dönüştüğü inancı da rivayet formunda yaşatılmıştır.[14]
Kelamcılar kabir azabının mahiyeti konusunda da ilginç yaklaşımlara sahiptirler. Bir görüşe göre kabirde bütün beden değil kalbin bir parçası diriltilecektir.[15] Sadece kafirler kabir azabı görecek diyenler olduğu gibi mümin günahkarlara da azab edileceğini söyleyenler de vardır.[16] İsmail Hakkı Bursevi’nin anlattığına göre vefat eden kelam imamı Ömer Nesefi’yi bir adam rüyasında görmüş, Ona kendisinin kabir sualinin nasıl geçtiğini sormuştur. Nesefi de, kabirde kendisine gelen meleklere bir şiir(!) ile cevap verdiğini söylemiştir. Adam da bu şiiri uyandığında ezberlemiştir(!)[17].
Müslüman münker nekir kurbanlarının azab sürelerinin sınırlı, kafirlerin ise kıyamete kadar azab görecekleri de nasıl oluyorsa kelamcılar tarafından bilinebilmektedir.[18] Bir kısım kelamcı azabın hemen defin anında olduğunu söylemekte[19] bir kısmı ise kıyamete yakın bir zamanda olacağını söylemektedir.[20] Karın ağrısından ölenlerin ya da Cuma gecesi veya Cuma günü ölenlerin kabir azabı görmeyecekleri bile rivayetler getirilerek söylenmiştir.[21]
Daha sonraki süreçte üretilen kabir hikayeleri ise bilim kurgu filimlerine taş çıkartacak niteliklere ulaşmıştır. Örneğin “bıyığı uzayıp dudağı örten kimseye üç türlü ceza verilecektir. Hz. Peygamberin şefaatinden mahrum olmak, havzından içememek, Münker ve nekirin gazabına uğramak. Bıyığı uzun olan kişiler mahşer gününde Allah kullarına secde emri verdiğinde bıyıkları demir kazık gibi kalıp secdeye varamayacağı hususları da eklenmiştir.[22] Osmanlı Sünniliğinde; “Münker ve Nekir cenazenin kabre konmasıyla birlikte gelen meleklerdendir. Gök renginde gözlere, kapkara yüzlere, sağır kulaklara sahip olmaları, gök gürlemesi gibi nefes almaları, gözlerinden yıldırım gibi ateşler çıkarmaları bunların dehşetini anlatan vasıflardandır. Meleklerin gürültüsüyle kendine gelen ölü, oturup bakındığında yattığı yerin bir çukur olduğunu ve ölüye “rabbin kimdir, peygamberin kimdir?” gibi sorular sorar. Amelleri iyi olan soruları kolay cevaplar. Bu kimse sağ yanına baktığında cennet nimetlerini ve makamını görür. Yürüyüp giden Münker ve Nekir’in ardından bakarken boynu sağa burulmuş olarak kalır. Dünyada iken amelleri iyi olmayanlar ise soruları cevaplayamazlar. Münker ve Nekir de onlara ellerindeki topuzlarla vurur, ölü yeryüzündeki bütün canlıların duyabileceği bir sesle hayvan gibi bağırır. Sonra sağ yanındaki cennet ile nimetlerini ve sol yanındaki cehennem ile azaplarını görür. Melekler dünyada salih amel işlemediğinden sağ taraftaki nimetlerden yoksun olduğunu ve azaba uğrayacağını bildirir ve kabrini kemikleri birbirini geçecek şekilde sıkarlar. Bu kimse de sol tarafa giden meleklere bakarken boynu sola burulmuş olarak kalır.[23]
Evet. Sorumuza geri dönelim. Kabir azabı var mıdır? Varsa dayanakları nedir? Rabbimiz Yaratılış öncesi ve yaratılış anını, bu dünyayı ve kıyamet gününü ardından da Ahiret hayatını anlatırken neden Kabir hayatını anlatmaz?
Kabir Hayatı ve Azabı inanışlarının kökenlerini Üç ana başlık altında sıralayabiliriz:
1. Halk arasında Kabir Hayatı anlayışının mantığı:Ruh-Beden ayrılığı….
2. Cahiliyye etkisi
3. Kitleleri korkutmak için uydurulan hadis rivayetleri
Temel Ayrışma Noktası: Bedenlerin Yeniden Dirilişi mi? Beden ve Ruhun bütün olarak Yeniden Dirilişi mi?
Ruhun bedenin ölümünden sonra da yaşamına devam ettiği inanışı cahiliyede çok kuvvetli bir biçimde yaşamaktaydı. Bu Anlayış “Hame” olarak tanımlanmaktaydı. Draz bu inanışı şöyle aktarmaktadır: “Elimizde, ölümden sonra ruhun bir çeşit hayat yaşadığına dair müşrik Arapların müphem bir fikre sahip olduklarını ileri sürmeye imkan veren bir takım deliller mevcuttur. İnançlarına göre katili bulunup da intikamı alınmayan bir kişinin ruhu hame kuşu şekline girer, geceleri maktulun mezarı üzerinde uçar ve intikamı alınıncaya kadar durmadan ‘bana içecek verin, bana içecek verin’ diye öter ve intikamı alınınca gidermiş”[24]
Cahiliye Araplarının inanç sisteminde ruh ve görünmeyen varlıklara inanmanın önemli bir yeri vardı. Yapılan araştırmalar cahiliye dönemi inanç sisteminin kuraban (zebaih) ve ruhlar alemini emir altına alan (teshiru alem-i ervah) esaslarına dayandığını ortaya koymuştur.[25] Görüldüğü üzere Cahiliyye inanışında ruhun ölümsüzlüğüne inanılmaktadır.
Ruh-Beden Ayrılığı Düşüncesini Kur’an Onaylıyor mu?
Ruh-Beden ayrılığına inanışını Platon temellendirmiştir. Bu inanışa göre ruh bedenden farklı bir biçimde Bedenden önce yaratılmıştır. Ve beden öldükten sonra da yaşamaya devam eder. Ancak Kur’an her zaman ruh ve bedeni ayrılmaz bir bütün olarak zikreder. Kur’an’da halk arasındaki tanımlanan ruh kavramına da rastlamamaktayız. Ruh Kur’an’da Cebrail (as), Vahiy ve Allah’ın verdiği canlılığı tanımlayan bir kavramdır. (bknz. 17/82-89, 42/52, 97/4)
Kur’an’da Ruh:
Ruh kelimesi özel anlamda 3 farklı şekilde kullanılmıştır ki Rabbimiz her türlü kullanımda da müteşabih olarak Ruhu kullanmıştır. Dolayısıyla kavramın gerçek mahiyeti insan idrakinin dışındadır.
1-İlahi Mesajın Kendisi, Sözlü, Görüntülü ya da Yazılı Vahiy ( 42/52, 40/15, 16/2, 17/82-89, 2/87, 2/252, 5/110,58/22)
2-İlahi Mesajı ileten Melek Cebrail (26/192-3 16/105, 19/17)
3-Allah’ın Emirleri, Allah’ın emri ile oluşan canlılık bir başka deyişle Yaşamsal Vahiy, İlahi Hayat Enerjisi (15/29, 38/72, 32/7-9)
Kur’an’da Nefs:
1-Kur’an’da Nefis yani bir bütün olarak insan: Nefs kavramıyla Rabbimiz bilinçli, arzuları kuvvetli ve zayıf yönleri olan bir bütün olarak İnsanı tanımlar. Bakınız Kur’an 6/151: 2/72, 4/29, 5/32, 17/33, 18/74, 20/40, 28/18,23 2/286: 2/233, 4/83, 6/152, 7/43, 65/7 Ruh ve Beden “Ben”i yani Nefsi oluşturur. Ve Bütün nefisler ölümü tadacaktır…
2-Cins (İnsan Türü) olarak Nefs: 4/1. “Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan..” Ayrıca bakınız. 9/128, 3/163 30/21 3- Zihin ve Düşünce (Bilinç) Olarak Nefs: 2/235, 12/18, 8/72, 4/63, 27/74
Sorular, Sorular, Sorular…
Ayrıca burada karşılaşılan ikinci çelişki ise Kabirde ruha mı bedene mi azab edilecektir? Kıyamet günü sorgulanacak insan neden daha önce sorguya alınacaktır? Hangi sorular sorulacaktır? Sünnilere göre kendi mezhepleri, Şiilere göre Ehl-i Beyt’e inanıp inanmadığı bile sorulacaktır?[26] İmamlar niye cenazeye eğilip kopya verirler?
1-Ölüye Kopya var mı!?
Bilinmektedir ki ölüye verilen telkin bid’attır. Dinde yeri olmayan bir uydurmadır. Bu konuda delil olarak getirilen rivayet, İbn-i Kayyım “Zad’ul Mead” isimli eserinde belirttiği gibi uydurmadır. İmam Nevevi de aynı görüştedir. Rasulün bu konudaki uygulaması cenazenin defni sırasında canlılara yapılan bir uyarıdan ibarettir.[27] Yani Ölümün dirilere nasihat olarak hatırlatılmasıdır.
2-Kabir Azabı ilk insanlarla Kıyamete yakın ölen insanlar arsında adaletsizlik değil mi?
Hz. Adem (as) ile başlayan insanlık tarihi, kıyametin kopması ile son bulacağına göre binlerce yıl önce ölen günahkar biri kıyametin kopacağı güne kadar azap görecekken, kıyametin kopmasına yakın ya da çok az bir zaman kala- örneğin bir gün önce- ölen birisi, hiçbir kabir azabı görmeyecektir. Yani birisi binlerce belki de on binlerce yıl kabir azabı görecekken; kimileri de bir gün ya da daha az azap görecektir. Bu adaletsizlik olmaz mı? Allah hiç böyle haksızlık yapar mı?[28]
3-Kabir’de azap olacaksa cesedi kabirde olmayanlar ne olacak?
Kabir azabı ile ilgili hadis olduğu söylenen sözlere bakılırsa kabrin, insanın bir metre yer altında gömüldüğü yere dendiğini görmekteyiz. Şayet kabir, insanların bir metre yer altında gömülmesi ise, kabre konmayanlar kabir azabından kurtulmuş mu oluyorlar? Cesetleri yangında yanarak kül olanlar, suda boğulup kaybolanlar, vahşi hayvanlara yem olanlar veya bunlara benzer nedenlerle kabre konmamış olanlar kabir azabı görmeyecekler mi? Veya başka inanç sahiplerinin (Budistler’de olduğu gibi) ölülerini yaktıklarını ve ölünün küllerini de suya serptiklerini/attıklarını biliyoruz. Şayet, kabir (mezar) azabı varsa bunlar kabre konmadıklarından, azaptan kurtulmuş mu oluyorlar? Eğer kurtuluyorlarsa o zaman biz de kurtarmak için ölülerimizi yakmalı değil miyiz? [29]
KUR’AN BÜTÜNLÜĞÜNDE KABİR HAYATI
Evet biraz Kur’an okuyalım; Rahman Rahim Allah Adına;
16/21 Onlar cansız, ölüdürler. Ne zaman dirileceklerine dair şuurları da yoktur.
Yukarıdaki ayet-i kerime açıkça bizlere ölülerin diriliş saatine yani kıyamete kadar şuursuz bir halde bir yokluk içinde olacaklarını bildirmektedir. Şuursuz bilinçsiz nefsimizin yani kişiliğimizin kabirde sorgu suale çekilmesi düşünülebilir mi?
44/56- Orada, ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.
Bu ayete göre eğer insanlar kabirde diriltilirlerse iki defa ölümü tatmış olurlar ki bu, ayete terstir. Ayrıca insanlar kabirde hesaba çekilirlerse ahiretteki hesaba çekilme, ahirette hesaba çekilirlerse kabirdeki hesaba çekilme gereksizdir. Eğer kabirde de ahirette de hesaba çekilirlerse bir fiilden dolayı iki defa hesaba çekilmiş olurlar ki bu da anlamsız olur. Ancak Kur’an der ki sorgulanma ancak ahirettedir…
40/11- Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmaya yol var mıdır?” derler.
Yukarıdaki ayet cehennemliklerin içlerinde bulunacakları durumu tasvir etmektedir. Bu ayette iki defa ölümden ve iki defa diriltilmekten bahsedilmektedir. Bu ayet genel kabule göre şu anlama gelir: anne rahmine düşmeden önceki yokluk durumu yani ölüm hali(1. Ölüm), Doğduktan sonraki diri halimiz(1.Diriliş) Ecelimizle ölmemiz (2. Ölüm) ve Kıyamet günü yeniden Diriltilmemiz. (2.Diriliş)[30] Eğer Kabir azabı olsaydı üç defa ölüm üç defa diriliş yaşamamız gerekirdi… Ayrıca bu ayet-i kerime’yi Allah’a nasıl nankörlük ediyorsunuz?!Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz. (2/28) ayet-i kerimesi tefsir eder.
17/52. Sizi çağırdığı gün, O’na hamd ederek davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız.
Yüce Rabbimiz bu olayı da uykuya benzetir. Nasıl saatlerce uyduğumuz halde zaman kavramını yitirip bir göz kırpması kadar uyuduğumuzu sanırız. Benzer şekilde öldükten sonra diriltilinceye kadar bir yokluk yaşarız.
6/60 O’dur, geceleyin sizi öldüren, gündüzün ne işlediğinizi bilen, belli yaşam süresi dolsun diye gündüzleyin sizi dirilten… Sonra dönüşünüz O’nadır ve yaptıklarınızı size haber verecektir.
Yukarıdaki ayette dikkati çeken diğer bir nokta da Rabbimizin ancak Ahirette diriltildiğimizde bizlere iyi ve kötü amellerimizi bildireceğidir. Bu bilgi aşağıdaki ayetlerle bütünlüklü olarak okunduğunda daha bariz biçimde anlaşılmaktadır. Ama Kabir hayatı inanışında bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Kur’an okumaya devam edelim;
36/51. Sura üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.
36/52 “Vay halimize” derler, “Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın söz verdiği şeydi. Demek elçiler doğru söylemişti.”
Yukarıdaki ayetlerde de büyük bir şaşkınlık ve pişmanlık görülüyor. Ancak insanlar kabir azabı gibi bir ön hazırlık azabı çekseler hiç te şaşırmazlardı inkar ettikleri şeylerin gerçek olduğuna!! Kur’an’a geri dönelim:
79/42 Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar.
79/43 Onu bildirmek, (ey Muhammed) senin görevin değildir.
79/44 Onun bilgisi Rabbine aittir.
79/45 Sen sadece kıyametten korkanı uyaransın.
79/46 Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.
Akla şu soru geliyor. Akıl almaz işkenceler geçiren biri için bir dakika bile yıllar kadar geçmek bilmez bir süreyi ifade ettiği halde Rabbimiz bu dünyada insanların geçirdiği süreyi (Canlı ve Cansız olarak geçirdiğimiz Dünya süresini) çok kısa bir süre olarak tasvir eder.
Bir de şu ayete bakalım:
2/259 Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mı? “Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, “Ne kadar kaldın?” dedi, “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi, “Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız kemiklerine bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz” dedi; bu ona apaçık belli olunca, “Artık Allah’ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum” dedi.
Ayette görüldüğü gibi ölümü ve dirilişi merak eden şahıs Allah tarafından öldürülüyor ve tekrar diriltiliyor. Ne kadar kaldın sorusuna verdiği cevap ise gayet açık: Ne kadar kaldın?” dedi, “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi.
Vahye kulak vermeye devam edelim:
82/4. Kabirlerin içi dışa çıktığı zaman,
82/5. İnsanoğlu, ne yaptığını ve ne yapmadığını görür.
Ama kabir azabı inancına göre kişi zaten daha kabirde ne yaptığını ne yapmadığını görmüş bundan dolayı azaba ya da mükafata tabi tutulmamış mıydı?!
100/9-10. İnsan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?
Ama kabir hayatı inancına göre kalplerde olanlar bir sorgulama ile ortaya çıkarılmıyor mu?
3/185. Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünya hayatı, zaten, sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir.
Kur’an ecirlerimizin kıyamet günü ödeneceğini söylerken kabir hayatı inanışına göre ecirlerimizden dolayı kabrimizin cennet bahçelerinden bir bahçe olması ecirlerimizin kıyamet gününden önce ödeneceği anlamına gelmez mi? Bu Kur’an’ın söylediğinin zıttı bir sonuç değil mi?
Kur’an’ın bu ölüm kıyamet ve ahiretle ilgili tüm ayetlerinde hesabın ahirette verileceği vurgulanırken yargısız bir infazı andırırcasına “ölmüş” bedene nasıl sorguda bulunulur? Allah (cc)’ın aşağıdaki ayetlerinde belirttiği gibi yok iken bizi bu dünyada ruh ve bedenimizle bir bütün olarak var edip bizi canlı kılan Rabbimiz aynı şekilde bizi yaratmadan önceki halimize döndürüp öldürmektedir. Yani yokken var ettiği gibi Varken yok etmektedir. Ve yokluktan tekrar kıyamet günü var edecektir.
30/25. Göğün ve yerin O’nun buyruğu ile ayakta durması O’nun varlığının belgelerindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün, hemen çıkıverirsiniz.
30/26. Göklerde ve yerde olanlar O’nundur; hepsi O’na boyun eğmiştir.
30/27. Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O’dur. Bu, O’nun icin daha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O’nundur. O, güçlüdür, Hakimdir.
22/6-7. Bunlar, yalnız Allah’ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün her şeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah’ın kabirlerde olanı dirilteceğini gösterir.
Yukarıdaki apaçık ayetler kabirde bir hayat olmadığını kabirlerde olanın kıyamet günü diriltileceğini söylüyorlar…
Bir de kabir azabına delil olarak bulunabilen ve Kur’an bütünlüğünden cımbızlanarak kelami polemiklerde argüman olarak sunulmaya çalışılan Kur’an’daki tek ayete bakalım:
Mümin 40/45-46;
“Allah onu (kavminin) şeytani tuzaklarından korudu. Firavunun ailesi ise şiddetli bir azabın pençesine düştü (öteki dünyadaki) ateş (in ki o ateşe) sabah akşam rastgele sokulacaklar: Nitekim Son Saatin gelip çattığı Gün (Allah) “Firavun ailesini en şiddetli azabın içine atın! (buyuracaktır). (Muhammed Esed Meali)
40/45. Allah o (muttaki) adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azap Firavun’un adamlarını sardı.
40/46. Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, “Firavun’un adamlarını azabın en ağırına sokun”denir. (Diyanet Meali)
Yukarıdaki ayetteki azabın kıyamette olacağı anlamı çıkmaktadır. Ancak azap kıyamette verilmese de kabir azabına delil olamaz. Çünkü Kur’an ayetleri bir birini açıklar. Sabah-akşam tabiri Arapça’da süreklilik anlamında kullanılır. 6/52. Sabah akşam, Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma.” Ya da 18/28. “Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret.” Ayetlerinde kullanıldıkları gibi.
Ayrıca Kafirler bu dünyada da azaba çarptırılırlar:
3/56-Ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda, hükmedeceğim. _inkar edenleri de dünya ve ahirette şiddetli azaba uğratacağım. Onların hiç yardımcıları olmayacaktır.”
9/55. Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azap etmek ve canlarının inkarcı olarak çıkmasını ister.
9/74.Allah ve peygamberi bol nimetinden onları zenginleştirdi ve öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse iyiliklerine olur; şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve ahirette can yakıcı azaba uğratır.
9/85. Malları ve çocukları seni hayrete düşürmesin; Allah bunlarla onlara dünyada azap etmek ve canlarının inkarcı olarak çıkmasını ister.
13/34. Onlara, dünya hayatında azap vardır, ahiret azabı ise daha çetindir. Allah’a karşı onları bir koruyan da yoktur.
Dolayısıyla Kabir azabına delil olabilecek Kur’an’daki tek ayet te Kur’an bütünlüğünde diğer ayetlerin açıklayıcılığı ile anlaşılmalıdır.
SONUÇ
Kur’an dışı bir inanç olan kabir hayatında azap ya da mükafat inancına Kur’an öncesi vahiy metinlerinde de rastlanmamaktadır. Muhtemelen bu inanış, İslam inancının Hz. Muhammed sonrası geniş coğrafyalara yayılma süreciyle beraber tanışılan İran inanışlarından etkilenme sonucu Müslümanların gündemine girmiştir. Bu gündem saltanat döneminde güncelleşen kader, iman-amel ilişkisi tartışmalarının da etkisiyle siyasal ve toplumsal bir boyutta da işlevselleşmiştir. Müslümanlık iddiasındaki kişinin amel işlemeksizin (ya da amellerinde ihmalkar olup) iman dairesinden çıkmadığını ve cennete gideceğini savunan Mürcie ve Eş’ariyye İlahi adalet tartışmalarında “salih amelsiz mü’min(?)lerin günahlarını kabirde ve cehennem’de azap çekip arındıktan sonra cennete girecekleri” savını geliştirmişlerdir. Bu düşünceye argüman olarak ta Cahiliyye arap fikriyatında bulunan ruh inancıyla zerdüştlükteki kabir hayatı inancını kullanmışlardır. Üretilen bu ara formülün kelam tartışmalarındaki polemiklerin bir ürünü olduğu ve bu fikirlerin daha sonradan Kur’an’a söylettirilmeye çalışıldığını gayet net bir biçimde görebilmekteyiz. Rabbimiz korunmuş ve apaçık vahyinde kıyameti çok çarpıcı sahnelerle gayet net biçimde anlatmakta, hesap, ar’af, cehennemliklerin ve cennetliklerin konuşmaları, cehennemliklerin pişmanlık ve cennetliklerin sevinç duyguları edebi biçimde resmedilirken bu konunun bir iki ayette geçiştirilmiş olması Kur’an’ın üslubuna aykırı bir haldir.
Ayrıca insanları günahlardan sakındırmak için etkili bir korku aracı olarak kullanılmıştır. Çünkü bilinçsiz yığınları, görmediği ve gerçekleşmesi sonra olacak olan Kıyamet ve Ahiretle korkutmak ve uyarmaktansa her an hayatın içinde olan somut mezarlarda azap görüleceği inancı daha etkili olmaktadır.
Bu yaklaşım insanlara bilinçli bir ahiret perspektifi verme sorumluluğunun arkaya atılıp kolaya kaçılmasının da bir tezahürüdür. Ancak Gaybla ilgili zan barındıran bu tür inanışlar dinin masallaşmasına, bir korku sistemi olmasına yol açmaktadır. Dokuz tahta altında yılanlarla boğuşmak ve meleklerin demir topuzları altında parçalanmak tehdidi insanlara din diye sunulmaktadır. Yapılması gereken tek şey inançların Rabbimizin Koruduğu Kur’an’la belirlenmesidir.
DİPNOTLAR
[1] 6:50 De ki: “Size Allah’ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.” De ki: “Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?”
[2] 10:36 Onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarını şüphesiz bilir.
[3] 7:187 Sana, kıyamet saatının ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki: “Onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini, O’ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir.” Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki: “Onu bilmek ancak Allah’a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler. ”
[4] “İslami Kimlik: İlkeler ve Hareket” Toplu Çalışma , Ekin Yayınları 1996 İst. Sf. 54-57
[5] “Aryan Mitolojisi”, M. Siraç Bilgin,, sf. 93-94
[6] “Kitab-ı Mukaddes” Türkçe Çevirisi, Kitab-ı Mukaddes Şirketi 2000 İst.
[7] “Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler” M. Yaşar Soyalan, Ağaç Yay. 2003, İst. Sf. 77, “H.Dini Kur’an Dili”, Sf. 4672,3601
[8] “Bilgelik Peşinde” Cafer Sadık Yaran, Araştırma Yay., Ank.2002, Sf.312
[9] “Kur’an’da Azap Kavramının İfade Ettiği Anlam” Allame M.H.Tabatabai, Mizan Tefsirinden naklen, bknz. www.kurannesli.org
[10] “Alternatif Hadis Metodolojisi” M.Hayri Kırbaşoğlu, Kitabiyat Yay. Sf.100
[11] “Kabir Azabı Tartışmasına Farklı Bir Bakış” Yrd.Doç.Dr. Metin Özdemir, İslamiyat Dergisi, 5 (2002), Sayı:3 sf.155
[12] “ Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri” Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat 6/118
“Kur’an’daki İslam” Y. Nuri Öztürk, Yeni Boyut Yay. Sf.313
[13] “Ruh Beden İlişkisi Açısından İnsanın Bütünlüğü Sorunu” Dr. Erkan Yar Ankara Okulu Yay. Sf 108
[14] A.g.e, Alusi, Buluğul Ereb, 2/199, “İslam Öncesi Araplar ve Dinleri” Şemsettin Günaltay Ankara Okulu Yay. Sf.66
[15] A.g.e sf.127 “ el-İktisad fi’l- İtikad” İmam Gazzali1110
[16] A.g.e sf. 127“Şerh’ul Akaid’in Nesefiyye”, Taftazani sf. 66
[17] “Tefsiru Ruhu’l Beyan”, İsmail Hakkı Bursevi, 4/392
[18] “Ruh Beden İlişkisi Açısından İnsanın Bütünlüğü Sorunu” Dr. Erkan Yar Ankara Okulu Yay sf.128 “Tenkıhu’l Kelam fi Akaid-i Ehl-i İslam” İmam Harputi sf.319
[19] A.g.e sf. 127
[20] A.g.e sf.127 “ Kitab’ur Ruh” İbn-i Kayyım, sf. 50
[21] “Cem’ul Fevaid, Büyük Hadis Külliyatı” İmam Rudani, 2K Yay. Cilt-1 sf. 397 (Karın Ağrısı Hadisi: Hadis No:2651 Nesai ve Tirmizi. Cuma Günü Hadisi: Hadis No: 2652 Tirmizi)
[22] İmâdü’l İslam” vr.29b-30a’dan naklen “Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı” Hatice Kelpetin Arpagut, Çamlıca Yay. sf.335
[23] “Müzekki’n Nüfûs, sf.91-93 ve Kara Davud, sf.27-28’den naklen “Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı” Hatice Kelpetin Arpagut, Çamlıca Yay. sf.283-284
[24] “Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru” Abdullah Draz, sf.85-86
[25] “İslam İnancında Gayp Problemi” Dr. İlyas Çelebi, İFAV Yay.sf.36
[26] “Bihar’ul Envar: c.6 sf.223’ten naklen “Ehl-i Beyt Mektebinde Temel İnançlar” Abdullah Turan Al-i Taha Yay. Sf. 489-490
[27] “Kur’an Niçin İndirildi ?” Muhammed Ahmed Abdusselam, Fecr Yay. 1996 Ank. Sf. 71
[28] “Hangi İslam?” Erhan Aktaş, Anlam Yay.1996 Ank. Sf.170
[29] A.g.e. sf.170 ve “Felsefi ve Deneysel Dayanaklarla Ölüm Sonrası Yaşam” Metin Yasa, Ankara Okulu Yay. Sf.51
[30] Bu konu için Bknz. “Tefsir’ul Celaleyn” 40/11 Tefsiri Türkçe Tercümesi Fatih-Enes Kitabevi sf.1677
“Kur’an Mesajı” 40/11 Tefsiri M.Esed İşaret Yay. “et-Tefsirü’l Hadis” M. İzzet Derveze Cilt-3 Ekin Yay. Sf.264
http://www.kurannesli.info/bilgibankasi/yazi.asp?id=743
posted in KABİR AZABI | 1 Comment