-
6th Temmuz 2008

Şefaat- Prof. Süleyman Ateş

posted in ŞEFAAT |

“Müşrikler, Allah’ın kızları sandıkları ve taş heykellerle sembolleştirdikleri meleklerin, Allah ile kendileri arasında şefâ’atçi olacaklarına, kendilerini Allah’a yaklaştıracaklarına inandıkları gibi Yahûdî ve Hıris­tiyanlar da peygamberlerinin ve din adamlarının, Allah katında kendilerine şefâ’at edeceklerine inanıyorlardı.

Her fırsatta söylediğimiz gibi müşrikler, tamamen inkarcı insanlar değillerdi. Kâinatı Allah’ın yarattığına inanıyorlardı. Mü’minûn Sûresi’nin 84-89,Zuhruf Sûresi’nin 9, Ankebût Sûresi’nin 65. âyetleri, onların, gökleri ve yeri Allah’ın yarattığına inandıklarını, darda kaldıkları zaman kurtuluş için Allah’a yalvardıklarını anlatmaktadır. Onlar Allah’a böyle inanmakla beraber O’nun emrinde, O’na yakın birtakım gizli varlıklar olduğuna da inanıyor, Allah katında kendilerine şefâ’at edeceğini, kendilerini Allah’a yaklaştıracağını sandıkları o rûhânî varlıklara da tapıyorlardı. Esasen tap­tıkları putlar, Allah’ın kızları kabul ettikleri ruhsal varlıklar olan meleklerin sembolleri idi.

Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar, ne de yarar veremeyen şeylere tapıyorlar ve: “Bunlar Allah katında bizim şefâ’atçilerimizdir!” diyorlar. De ki: “Allah’ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyor­sunuz?” O, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir. (10Yûnus/18)

O’ndan başka velîler edinerek: “Biz bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırmaları için tapıyoruz”, diyenler(e gelince): Şüphesiz ki Allah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allah, yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez. (39Zümer/3)

Allah’tan başka şefâ’atçiler mi edindiler? De ki: “Onlar, hiçbir şeye malik olmayan, düşünmeyen şeyler olsalar da mı (onları şefâ’atçi edineceksiniz?)” 44- De ki: “Şefâ’at tamamen Allah’ındır (yardım ve destek yalnız O’ndandır). Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (39Zümer/43-44) âyetleri, onların bu inançlarına işaret etmektedir.

Zümer: 59/43-44. âyetlerde birtakım âciz şeyleri Allah ile kendileri arasında şefâ’atçi sanarak onlara tapanlara, yaptıklarının mantık yönünün bulunmadığı anlatılıyor. 44. âyetteki “Şefaat tamamen Allah’ındır” sözünün anlamı şudur: Şefaatin sahibi Allah’tır. Şefaat O’nun izin ve yetki vermesiyle olur. O’nun izin vermediği kimse şefâ’at edemez. Öyle ise âciz, düşüncesiz, cansız şeylere tapmanın hiçbir yararı yoktur.

Bu âyetlerde, müşriklerin taptıkları putların, hiçbir şeyi olmayan, düşünmeyen varlıklar olduğu belirtiliyor. Gerçi onlar meleklere, cinlere tapıyorlardı; taptıkları putlar da kendilerince ruhsal varlıkların heykel veya sembolleri idi, ama demek ki zamanla bunların sembol olduğu da unutularak doğrudan bu taşların kendilerine, şefâ’atçi olacağı umuduyla tapınışlardır ki âyette taptıkları şeylerin düşünmeyen, duymayan, hiçbir şeye sahip olmayan âciz şeyler olduğu belirtilmiştir.

Bu âyet, müşriklerin, taptıkları tanrıların, Allah katında kendilerine şefâ’atçi olacağı şeklindeki inançlarını reddetmektedir.

Kur’ân, Allah’ın huzurundaki Mahkemede şefâ’at ve iltimas olma­dığını vurgulamaktadır. Şimdi bu konudaki âyetleri, gözden geçirelim:

Onlara şefâ’atçilerin şefâ’ati bir yarar sağlamaz. (74Müddessir/48) âyette suçlulara şefâ’atçilerin şefâ’atinin yarar sağlamayacağı, kimsenin onları cezadan kurtaramayacağı vurgulanmıştır.

Bu âyetlerden anlaşılıyor ki müşrik Araplar, Allah’ı, tıpkı bir hüküm­dar gibi düşünüyorlardı. Nasıl hükümdarın yanına doğrudan değil, aracılar, muhafızlar vasıtasıyla girilir, hükümdara bir şey kabul ettirmek için onun katında sözü geçen birini bulmak gerekirse; Allah’ın huzuruna varmak, O’nun yanında kabul görmek için de aracılara başvurmak gerektiğine inanmışlar ve bundan dolayı şefâ’atçi dedikleri ruhsal varlıklara tapmışlar ve onların, kendilerini koruyup kurtaracağını sanmışlardı.

İşte Kur’ân, onların bu inancını reddetmektedir. Allah’a kulluk için aracılara gerek olmadığını, O’nun izni olmadan kimsenin şefâ’at edeme­yeceğini ve Allah’ın kulları olan meleklerin de O’nun izni olmadan kimseye bir yarar veya zarar veremeyeceklerini; onun için sadece Allah’a tapmak gerektiğini tekrar tekrar vurgulamaktadır ki bu, tevhidin esasıdır. Ve her­hangi ad altında olursa olsun, Allah ile kul arasına aracı sokmak, Allah’tan başkasının insanı azâbdan kurtaracağına inanmak, ad değiştirmiş şirkten başka bir şey değildir; tevhide aykırıdır, merdûddur. Yüce Allah’ın bu âyetini dâima hatırda tutmak gerekir: “Allah katında şefâ’atçilerin şefâ’ati, onlara bir yarar sağlamaz! “

“Göklerde nice melek var ki onların şefâ’ati hiçbir işe yaramaz. Meğer Allah’ın izniyle, O’nun dilediği ve razı olduğu kimseye yapılsın.” (53Necm/26)

Bu âyette de Allah’ın kızları saydıkları meleklerin şefâ’atine güvenen kimselere, Allah izin vermeden meleklerin kimseye şefâ’at edemeyecekleri ve onların, sadece Allah’ın razı olduğuna şefâ’at edebilecekleri vurgula­nıyor. Bu âyette şefâ’atinden söz edilenler meleklerdir. Melekler ancak Allah’ın izniyle ve Allah’ın razı olduğu kimselere şefâ’at edebilir; Allah’ın razı olmadığına şefâ’at edemezler.

“O’ndan başka tanrılar edinir miyim hiç? Eğer O çok esirgeyen, bana bir zarar vermek dilese, onların şefâ’ati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.” (36Yâsîn/23)

Bu âyetlerde söz konusu edilen şefâ’at, meleklerin şefâ’atidir. Bu âyetler, kendilerine şefâ’atçi olacağı düşüncesiyle meleklerin sembollerine tapanlara; meleklerin, ancak Allah’ın razı olduğuna, O’nun izin ve müsaadesiyle şefâ’at edebileceklerini; O’nun razı olmadığına hiç kimsenin şefâ’at edemeyeceğini vurgulamaktadır.

Allah’ın razı olduğu kimse de zaten suçlu kâfir değil, cennetlik mü’mindir. Öyle ise meleklerin onlara şefâ’ati, Yüce Dîvân’da onu kayırma şeklinde değil, cennette ona arkadaş olma, yardım etmedir

Allah kendisine ortak koşan, doğru yoldan ayrılan, yalan söyleyen, haksızlık eden, gerçeği gizleyen kimselerden razı olmaz. Bunlar Allah’a karşı küfür (nankörlük) davranışlarıdır. “Eğer nankörlük ederseniz, şüphe­siz Allah, size muhtaç değildir. Fakat kullarının küfrüne (nankörlük etme­sine) razı olmaz. [4] Allah, kendisine inanan ve yalnız kendisine kulluk edenlerden razı olur ki işte bu, şükrün gereği olan davranıştır: “Ve eğer şükrederseniz sizin için ona razı olur. [5] Öyle ise sapıkların şefâ’ate bel bağlamaları boş hayalden ibarettir. Çünkü şefâ’at edeceklerine inandıkları kimseler, Allah’ın izin ve müsâadesi olmadan şefâ’at edemezler, ağızlarını açıp tek kelime söyleyemezler. Şefâ’at etmeğe çalıştıkları varsayılsa bile Allah’ın izni olmadan yapacakları şefâ’atin hiçbir yararı olmaz. Çünkü Allah doğru yoldan ayrılanlardan razı olmaz, onları affetmez. Onların affa uğramaları için şirki, nankörlüğü bırakıp iyiye, doğruya yönelmeleri, yalnız Allah’a tapmaları gerekir.

Kur’ân şefâ’ati tamamen reddetmiyor. Necm 26’ncı âyetin içeriğin­den, meleklerin veya Allah katında makbul kişilerin şefâ’at edebilecekleri anlaşıldığı gibi, diğer sûrelerdeki çeşitli âyetlerden de bu anlaşılmaktadır. Ancak Allah öyle yüce, ulu pâdişâhtır ki O’nun huzurunda, kendisi izin vermedikçe, kimse söz söylemeğe, şefâ’at etmeğe kalkışamaz. Allah kime şefâ’at etme izni verirse ancak o şefâ’at edebilir ve ancak Allah’ın razı olduğu kuluna şefâ’at edebilir. Allah’ın razı olmadığına şefâ’at edemez. O halde meleklerin şefâ’atine erebilmek için meleklere değil, Allah’a tapmak gerekir. Allah’ı bırakıp başka varlıklara tapmak, Allah’ı gücendirir. Allah, meleklere, kendisinden başkasına tapanlara şefâ’at etme izni vermez. Bundan dolayı meleklere tapmak, onların şefâ’at etmelerine değil, tersine etmemelerine neden olur…

Bu âyetler karşısında Hz. Peygamber’in âhirette büyük günâh sahip­lerine şefâ’at edeceği hakkındaki abartılı hadîslerden kuşku duymamak mümkün değildir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, şefâ’at izninin kime verileceğini bildirmemiş ve meleklerin şefâ’atine bel bağlayan müşrikleri, peygam­berlerinin ve din adamlarının şefâ’atine bel bağlayan Kitâb ehlini kınamış iken Peygamber (s.a.v.) nasıl olur da kendisinin, Allah’ın razı olmadığı günahkârlara şefâ’at edeceğini söyler? Şefâ’atim, ümmetimden büyük günâh sahiplerinedir. der? Bu söz, Allah’ın razı olmadığı insanlara kimsenin şefâ’at edemeyeceğini bildiren âyetlere ay­kırıdır..

De ki: “Ben türedi bir elçi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.” (Ahkâf: 66/9) Nitekim Hz. Peygam­ber’in, Osman ibn Maz’ûn’un vefatı üzerine söylediği şu söz de bunu açıkça ortaya koymaktadır:

(Sahâbî-lerden) Osman ibn Maz’ûn öldüğü zaman bir kadın (başka bir rivayete göre Osman’ın kendi karısı): “Cennet sana kutlu olsun ey Maz’ûn oğlu Osman!’ demiş. Allah’ın Elçisi (s.a.v.) ona kızgınca bakmış,’Ne biliyorsun (cennete gideceğini)?’ demiş. (Kadın):’Ey Allah’ın Elçisi, senin şövalyen ve sahâbîndir’ demiş. Allah’ın Elçisi:’Vallahi ben Allah’ın Elçisiyim, ben bile bana (başka bir rivayette : bana ve ona) ne yapılacağını bilmem!’ demiş. Halk Osman’in durumuna acımıştır.

Kur’ân’a göre âhirette herkes kendi eylemleri ve ruhsal değeriyle ölçülür. Yüce Dîvân şefâ’at ve iltimas yeri değildir.

Ahiret hesap ve cezası ancak vahiy ile bilinebilecek gayb olaylarıdır. Bunlar hakkında zan ve tahmine dayanarak hüküm vermek, gerçekte hiçbir mânâ taşımaz. Allah’ın Kur’ân’da bildirdiğine göre kendisinin izni olmadan hiç kimse şefâ’at etmeğe kalkamaz.

Şefâ’at konusunda Kur’ân ve Peygamber böyle söylerken bazı kimse­lerin şeyhlerinden aldıkları garantilere bağlanmaları, Kur’ân’ı bilmeme­lerinden kaynaklanmaktadır. Herhalde müridlerine böyle garantiler veren­ler de bu âyetleri bilseler ve bunların anlamını düşünseler gayb âlemi hakkında böyle cür’etli söz ve davranışlardan kaçınırlar…

Ey inananlar, ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de şefâ’atin olmadığı gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın. Kâfirler, zâlimlerin tâ kendileridir…. 255- O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefâ’at edebilir? (Bakara: 92/254-255)

Kur’ân’ın inişi sırasında müşrikler meleklerin, kendilerine şefâ’at edeceklerine inandıkları gibi, İsrâîloğulları da âhirette azizlerin şefâ’atiyle kurtulacaklarını sanıyor ve böylece Allah’ı, nüfuzlu kimselerin, huzurunda şefâ’at edip suçluyu affettirecekleri krallara ve prenslere benzetmiş olu­yorlardı. Dünyâda birçok fesatçı, ahlâksız, bozuk insanlar, iltimaslar, kayırmalar sonunda yüksek mevkiler, menfaatler sağlamışlardır. Eğer Allah da böyle yanında her nüfuzlunun şefâ’at edebileceği bir kral gibi ise, o zaman âhirette de adalet olmaz. Allah bundan münezzehtir. Onun için Bakara Sûresi’nde üç kez âhirette kimseden fidyenin ve şefâ’atin kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır. Bunların ilk ikisinde hitap Yahudilere, sonun­cusunda da Müslümanlaradir. Yahudilere, Allah’ın huzurunda kimsenin şefâ’at edemeyeceği; o Mahkemede aracılığın, iltimas ve fidyenin kabul edilmeyeceği belirtildikten sonra Müslümanlara da onlar gibi düşünme­meleri, âhirette şefâ’atin olmadığı, müşrik ve fâsıkların, şefâ’at ile kendi­lerini cezadan kurtaramayacakları anlatılmaktadır..

Güzel işlere şefâ’at etmeyi öven Allah’ın Elçisi, bir menfaat için aracı olmaya karşı da insanları şiddetle uyarmıştır: “Kim bir Müslüman kardeşine şefâ’at eder de şefâ’at ettiği kimse, kendisine bu yüzden bir hediye verir ve o da bunu kabul ederse büyük günâh kapılarından birine gelmiş olur. [20]

Muhammed Abduh şöyle diyor: “Ehl-i Sünnet, mu’tezile ve öteki İslâm fırkaları, Allah’ın bilgi ve ihsanının tam kemal üzere olduğunda oybirliği içindedirler. Allah’ın her şeyi bilmiş olması da bilinen anlamda bir şefâ’ati imkânsız kılar. Kur’ân-ı Kerîm’de:’O’nun izin verdiğinden başkası şefâ’at edemez’ gibi bazı âyetlerde geçen istisna, şefâ’atin vuku-bulacağını değil, tersine bunun olmayacağını vurgulamak içindir. Yani O, öyle hükmünde tektir ki O’nun huzurunda Kendisinin izni olmadan kimse şefâ’at edemez. O da şefâ’ate izin vermez. Çünkü bilinen anlamda şefâ’at, indinde şefâ’at edilene, kendisi için şefâ’at edilen hakkında, O’nun bilme­diği bir şeyi söyleyip övmek, onu hak etmediği bir mevki’e yükseltmek, ona çıkar sağlamak içindir.’O gün herkese yaptığının tam karşılığı verilir, hiç kimseye haksızlık edilmez’[24] diyen Allah, âhiret gününde en ufak bir haksızlığa izin vermez. Herkes zerre ağırlığınca yapmış olduğu hayrı veya şerri görür. Böylece istisnasız olarak şefâ’atin olmadığını söyleyen âyetler ile, Âyetu’l-Kursî’de olduğu gibi bazı âyetlerde şefâ’at hakkında istisna yapılmış olmasını uzlaştırmak mümkündür. Fakat Hz. Peygamber’in şefâ’at edeceği hakkındaki hadîslere gelince bunlar, selef ve halefin ihtilâfa düştüğü müteşâbihâttandır. Bunların anlamını Allah’a havale ederiz… [25] (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Şefaat maddesi)

This entry was posted on Pazar, Temmuz 6th, 2008 at 13:52 and is filed under ŞEFAAT. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz