Salavatı İbadete Dönüştüren Hadisler
RİYAZUSSALİHİN’DE SALÂVAT KONUSUNDA HADİSLER
KÜTÜBÜ SİTTE’DE PEYGAMBER’E SALÂVÂT HADİSLERİ
KÜTÜBÜ SİTTE’DE SALÂT U SELÂMIN HÜKMÜ
KÜTÜBÜ SİTTE’DE SALÂTIN EHEMMİYETİ
RİYAZUSSALİHİN’DE SALÂVAT KONUSUNDA HADİSLER
1400. “Kim bana bir defa salâtü selâm getirirse, bu sebeple Allah Teâlâ da ona on misli merhamet eder.” Müslim, Salât 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26; Tirmizî, Vitir 21; Nesâî, Ezân 37, Sehv, 55
1401. “Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât ü selâm getirenleridir.” Tirmizî, Vitir 21
1402. – “Günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salâtü selâm getiriniz; zira sizin salâtü selâmlarınız bana sunulur” buyurunca, ashâb–ı kirâm: – Yâ Resûlallah! Vefat ettiğin ve senden hiçbir eser kalmadığı zaman salâtü selâmlarımız sana nasıl sunulur? diye sordular. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm: – “Allah Teâlâ peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı” buyurdu. Ebû Dâvûd, Salât 201, Vitir 26. Ayrıca bk. Nesâî, Cum`a 5; İbni Mâce, İkamet 79, Cenâiz 65.
1403. “Yanında adım anıldığı halde bana salâtü selâm getirmeyen kimse perişan olsun.” Tirmizî, Daavât 101
1404. “Kabrimi bayram yeri haline çevirmeyiniz. Bana salâtü selâm getiriniz. Zira nerede olursanız olun sizin salâtü selâmınız bana ulaşır.” Ebû Dâvûd, Menâsik 97
1405. “Bir kimse bana salâtü selâm getirdiği zaman, onun selâmını almam için Allah Teâlâ ruhumu iade eder.” Ebû Dâvûd, Menâsik 96. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 527.
1406. “Cimri, yanında adım anıldığı halde bana salâtü selâm getirmeyen kimsedir.” Tirmizî, Daavât, 101. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 201
1407. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazdan sonra Allah’a hamd etmeden, Peygamber aleyhisselâm’a salâtü selâm getirmeden dua eden bir adamı işitti. Bunun üzerine: “Bu adam acele etti” buyurdu. Sonra o adamı yanına çağırdı. Ona veya bir başkasına şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği zaman önce Allah Teâlâ’ya hamdü senâ etsin, sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e salâtü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin” Ebû Dâvûd, Vitir 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 65; Nesâî, Sehv 48
1408. Bir gün Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza gelmişti. Kendisine: – Yâ Resûlallah! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik, sana nasıl salavât getireceğiz? diye sorduk. O da şöyle buyurdu: – “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd. Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd: Allahım! İbrâhim’in âline rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de rahmet et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin. Allahım! İbrâhim’in âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin, deyiniz.” Buhârî, Daavât 32, Tefsîru sûre (33), 10; Müslim, Salât 66. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 179; Tirmizî, Vitir 20; Nesâî, Sehv 51; İbni Mâce, İkâme 25.
1409. Biz Sa‘d İbni Ubâde radıyallahu anh ile birlikte otururken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi. Beşîr İbni Sa‘d ona:– Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ sana salavât getirmemizi emretti. Sana nasıl salâtü selâm getireceğiz? diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sükût buyurdu. Sükûtun uzaması sebebiyle biz içimizden, keşke sormasaydı, diye geçirdik. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: – “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli İbrâhîm, ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd: Allahım! İbrâhim’in âline rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de rahmet et. Allahım! İbrâhim’in âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin, deyiniz. Selâm ise bildiğiniz gibidir.” Müslim, Salât 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (33), 23.
1410. Ashâb–ı kirâm: – Yâ Resûlallah! Sana nasıl salavât getireceğiz? diye sordular. Şöyle buyurdu: – “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihî ve zürriyyetihî kemâ salleyte alâ İbrâhîm, ve bârik alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihî ve zürriyyetihî kemâ bârekte alâ İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd: Allahım! İbrâhim’in âline rahmet ettiğin gibi Muhammed’e, hanımlarına ve zürriyetine de rahmet et. İbrâhim’e hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e, hanımlarına ve zürriyetine de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin, deyiniz.” Buhârî, Enbiyâ 10, Daavât 33; Müslim, Salât 69. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 179; Nesâî, Sehv 54; İbni Mâce, İkâme 25.
KÜTÜBÜ SİTTE’DE PEYGAMBER’E SALÂVÂT HADİSLERİ
906-6260- Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a salâvât okuyunca salâvâtı güzel yapın. Zira siz bilemezsiniz, belki bu salâvâtınız ona arzedilir.” Kendisine: “Öyleyse (güzel olan salâvâtı) bize öğretin!” dediler. O da: “Şöyle söyleyin:
Allahümme’c’al salâteke ve rahmeteke ve berekâtike alâ seyyidi’l-mürselîn ve imâmi’l-Muttakîn ve hatemi’n-nebiyyîn Muhammedin abdike ve Resûlike imâmi’l-hayri ve kâidi’l-hayrı ve Resûli’r-rahmeti.
Allahümme’b’ashu makâmen mahmûden yağbituhu bihi’l-evvelûn ve’l-âhirûn.
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ sallayte alâ İbrahime ve alâ al-i İbrahime inneke hamidun mecid.
Allahümme bârik alâ Muhammedin ve ala âli Muhammedin kemâ barekte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahime inneke hamidun mecid.
(Allahım, salâtını, rahmetini, bereketlerini peygamberlerin efendisi, müttakilerin imamı ve peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed’e kıl. O senin kulun ve elçindir, hayrın imamı, hayrın komutanı, ve rahmet peygamberidir.
Allahım! Onu makam-ı Mahmud üzere dirilt, ondan önce gelenler de sonra gelenler de bu makamı sebebiyle ona gıbta ederler.
Allahım! Muhammed’e, Muhammed’in âline salât et, tıpkı İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât ettiğin gibi. Sen hamîd ve mecîdsin.
Allahım, Muhammed’i ve Muhammed’in âlini mübarek kıl, tıpkı İbrahim’i ve İbrahim’in âlini mübarek kıldığın gibi, sen hamîd ve mecîdsin).”
907-6261-Amr İbnu Rabi’a radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bana salâvât okuyan bir mü’min yoktur ki ona melekler rahmet duası etmemiş olsun. Bu, bana salâvât okuduğu müddetçe devam eder. Öyleyse kul bunu, ister az ister çok yapsın!”
908-6262- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim bana salâvât okumayı unutursa, cennetin yolunu terketmiş olur:”
1896- Ebû Mes’ud el Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Biz Sa’d İbnu Ubâde’nin meclisinde otururken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza geldi. Kendisine, Beşîr İbnu Sa’d: “Ey Allah’ın Resûlü! Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?” diye sordu. Efendimiz şu cevab verdi: “Şöyle söyleyin:”Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrahîme ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i İbrahime inneke hamîdun mecîd. (Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in âline rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e rahmet kıldığın gibi. Muhammed’i ve Muhammed’in âlini mübârek kıl. Tıpkı İbrahim’in âlini mübârek kıldığın gibi.” (Resulullah ilâveten şunu söyledi): “Selam da bildiğiniz gibi olacak.” [Müslim,Salât 65, (405), Kasru’s-Salât 67,(1,165,166); Tirmizî,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebû Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâî, Sehv 49, (3, 45, 46).]
Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte kitaplarında, Ebû Humeyd es-Sâidî (radıyallâhu anh)’den gelen bir rivayet şöyle:
“Ashab sordu: “Ey Allah’ın Resûlü sana nasıl salât okuyalım?” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Şöyle söyleyin, dedi: “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ salleyte alâ İbrâhime ve bârik alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ İbrâhime inneke hamîdun mecîd.(Allahım! Muhammed’e zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e rahmet kıldığın gibi. Muhammed’i, zevcelerini ve zürriyetini mübârek kıl, tıpkı İbrahim’i mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye layıksın, şerefi yücesin).” [Buhârî, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69, (407); Muvatta, Kasru’s-Salât 66, (1, 165); Ebû Dâvut, Salât, 183, (979); Nesâî, Sehv 54, (3, 49).]
Ka’b İbnu Ucre’den gelen bir rivâyet de şöyle: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza gelmişti: “Ey Allah’ın Resûlü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama, sana nasıl salât okuyacağız (bilmiyoruz)? ” “Şöyle söyleyin! dedi:
“Allahümme salli alâ Muhammed’in ve alâ âl-i Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahîme inneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîd.” [Buhârî, Daavât 33: Müslim, Salât 66, (406); Ebû Dâvud, Salât 183, (976);Nesâî, Sehv 51, (3, 47); Tirmizî Vitr,20, (483).]
1897- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bana (bir kere) salât okursa Allah da ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.” [Nesâî, Sehv 55, (3, 50).] Yine Nesâî’de Ebû Talha (radıyallâhu anh)’dan gelen bir rivâyet şöyle: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: “Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!” dedik. “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: “Sana salavât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?” [Nesâî, Sehv 55, (3, 50).]
1898- İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdular ki: “Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır.” [Tirmizî, Salât 357 , (484).] Yine Tirmizî’de Hz. Ali (radıyallâhu anh)’den kaydedilen bir rivâyette şöyle denir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır. ” [Tirmizî, Daavât 110, (3540).][3]
1899- Hz. İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissâlatu vessalâm) buyurdular ki: “Yeryüzünde Allah’ın seyyâh melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana teblîğ ederler.” [Nesâî, Sehv 46. (3, 43).]
5868- Yine Ebu Hureyre anlatıyor: “Resulullah buyurdular ki: “Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün. Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün. Ben yanında zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün!” [Tirmizî, Daavat 110, (3539).][49]
KÜTÜBÜ SİTTE’DE SALÂT U SELÂMIN HÜKMÜ
Hemen şunu belirtelim ki, Resûlullah’a salât u selam okumak bizzat Rabbülâlemîn’in emridir: “Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin” (Ahzâb 56).
Bu emir bir farz mıdır, yoksa vâcib veya müstehap mı ifâde eder?
Bu sorunun cevabında ulemâ on ayrı görüş beyan etmiştir:
1- Taberî’ye göre “müstehabtır.”
2- İbnu’l-Kassâr’ın nakline göre “vacibtir ve bu hükümde icma edilmiştir.”
3- Ömürde bir kere salavât okumak vacibtir. Namazda da olsa, namaz dışında da olsa vacib yerine gelir. Tıpkı kelime-i tevhid gibi. Hanefîlerden Ebû Bekr er-Râzî, İbnu Hazm bu görüştedir. Kurtubî de: “Ömürde bir kere de olsa salavât okumanın vücûbunda ihtilâf yoktur. Ancak o, müekked sünnetler gibidir, onların vacib olduğu zamanlarda o da vacibtir” der.
4- Namazda son oturuşta, teşehhüdle namazdan çıkış selâmı arasında vacibtir. Şafiî ve kendisine tâbi olanlar bu görüştedir.
5- Teşehhüdde vacibtir. (Şa’bî ve İshak’ın görüşü). Teşehhüdde salât okunması, Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel’e göre farz ise de, Hanefîlere, Mâlik ve Cumhûr’a göre sünnettir. Farz diyenlere göre, salavât terkedilecek olsa, namaz iptal olur, yeniden kılınması gerekir. Bu görüşünden dolayı, Şâfiî tenkîd edilmiştir.
6- Ebû Cafer el-Bâkır’ın: “Teşehhüd diye kayıtlanmaksızın namazın herhangi bir yerinde okunması vacibtir” dediği nakledilmiştir.
7- Ebû Bekr el-Mâlikî: “Sayı ile tahdît edilmeksizin çokça okunması vacibtir” demiştir.
8- “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zikri geçtikçe, hatırlandıkça söylenmelidir” diye hükmedenler de olmuştur. Tahâvî, bir kısım Hanefîlerle, Halîmî ve bir kısım Şâfiîler gibi Zemahşerî ve Mâlikîlerden İbnu’l-Ârabî: “Böyle yapmak ihtiyata uygun olanıdır” demiştir.
9- Zemahşerî’nin naklettiğine göre: “Bir mecliste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zikri bir çok kere geçse de bir kere salât u selâm okunması yeterlidir, her seferinde okumak müstehabtır.”
10-Yine Zemahşerî’nin nakline göre “her dua esnasında” vacibtir.
Şu halde ulemâ, salât u selâm okumanın vacib olduğu husûsunda ihtilâf etmemiştir. Hangi şartlarda vâcib olduğunda ihtilâf varsa da, en uygunu Resûlullah’ın ismi zikredildikçe okumaktır. Hutbe dinlerken, Kur’an okurken salavât getirmek vacib değildir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/137-138.)
KÜTÜBÜ SİTTE’DE SALÂTIN EHEMMİYETİ
İslam dini, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a salât okumayı, kulluğun izharında mühim ve müessir bir vâsıta kılmıştır. Daha önceki hadislerde geçtiği üzere en makbul bir duadır, başkaca her çeşit dualarımızın makbul olma şartlarından biri salât kılınmıştır. Dualarımızın başında, esnasında (ortasında) ve sonunda salavât okunmalıdır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) pek çok hadislerinde kendisine salavât okumaya teşvîk buyurmuştur. Birkaç tanesini kaydedeceğiz:
* “Dua eden bir kimse peygambere salât okumadığı müddetçe duası perdelidir (hedefine ulaşamaz).”
* “Her dua semaya çıkmaktan yasaklanmıştır. Bana salât getiren dua müstesna, o çıkabilir.”
* “Kim bana salât getirmeyi unutursa ona cennetin yolu unutturulur.”
* “Cebrail (aleyhisselâm)’le karşılaştığımda bana şunu söyledi: “Sana müjdeler olsun. Allah diyor ki: “Kim sana selâm verirse ben ona selâm veririm. Kim sana salât getirirse ben de ona salât (rahmet) ederim.”
* “İbnu Ubey İbni Ka’b (radıyallâhu anh), Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm)’e sordu: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben sana çok salavât getiriyorum, buna vaktimin ne kadarını ayırayım?”
“Dilediğin kadarını” cevabını alınca tekrar sordu:
“Dörtte biri nasıl?”
“Dilediğin kadar yap, artırırsan senin için daha hayırlıdır.”
“Üçte biri olsa?”
“Dilediğin kadar yap. Artırırsan senin için daha hayırlıdır.”
“Yarı olsa?”
“Dilediğin kadar yap. Artırırsan senin için daha hayırlıdır.”
“Üçte ikisi nasıl?”
“Dilediğin kadar yap. Artırırsan senin için daha hayırlıdır.”
“Bütün vakitlerimde sana salât okusam?”
“Bu takdirde yeter, günahın mağrifet olunur.” (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/142-143.)
HADİS KİTAPLARINDA PEYGAMBER’İN ARKADAŞLARI PEYGAMBER’LE MUHATAP OLURLAR İKEN SALAVAT ÇEKMİŞLER MİDİR?
1. (4661)- Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir seferde Resûlullah’la beraberdik. Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük.
“Ey Allah’ın Resûlü, dedim. Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!”
“Mühim bir şey sordun. Bu, Allah’ın kolaylık nasib ettiği kimseye kolaydır; Allah’a ibadet eder, Ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekat verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullah’a hacc yaparsın!” buyurdular ve devamla: “Sana hayır kapılarını göstereyim mi?” dediler.
“Evet ey Allah’ın Resûlü” dedim.
“Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yok etmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiârıdır” buyurdular ve şu ayeti okudular. (Mealen): “Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar, Rablerinin azabından korkarak ve rahmetini ümid ederek O’na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de bağışta bulunurlar” (Secde 16).
Sonra sordu: “Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?”
“Evet, ey Allah’ın Resûlü!” dedim. “Dinle öyleyse” buyurdu ve açıkladı:
“Bu dinin başı İslam’dır, direği namazdır, zirvesi cihaddır!”
Sonra şöyle devam buyurdu: “Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim mi?”
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” dedim.
“Şuna sahip ol!” dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?”
“Anasız kalasıca Muâz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi- ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?” buyurdular.” [Tirmizî, İman 8, (2619).]
29. (4689)- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah’a soruldu: “Ey Allah’ın Resûlü! Kişi hayır yapsa halk da bu sebeple onu övse (bunun hükmü nedir?)”
“Bu mü’mine (Allah’ın razı olduğuna dair) peşin bir müjdedir” buyurdular.” [Müslim, Birr 166, (2642).]
4. (2321)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanında idim. Bir adam huzuruna gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlü, dedi, ben bir hadd (suçu) işledim, cezasını tatbik et!”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama (birşey) sormadı. Derken namaz vakti girdi. Resûlullah’la birlikte o da namaz kıldı. Aleyhissalâtu vesselâm namazını tamamlayınca, adam yanına geldi ve:
“Ey Allah’ın Resûlü! dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah’ın Kitabını tatbik et!” Efendimiz:
“Sen bizimle birlikte namazını eda etmedin mi?” diye sordu. Adam:
“Evet!” dedi. Efendimiz:
“Öyleyse git. Zîra Allah, senin günahını affetti” veya -hadd’ini affetti-” dedi.” Buhârî, Hudud: 17; Müslim, Tevbe: 44, 45, (2764, 2765), Hudûd: 24,
. (543)- Yine Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir kadın iki kızıyla gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, bu iki kız Sâbit İbnu Kays’ın kızlarıdır. Babaları Uhud’da seninle beraber cihâd ederken şehid oldu. Kızların amcası, babalarından kalan mallarının ve miraslarının tamamını aldı ve kızlara hiçbir şey bırakmadı. Bu hususta ne dersiniz ey Allah’ın Resûlü. Allah’a yemin ederim bunlar malları olmadıkça asla evlenemezler de!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bunlar hakkında Allah hükmeder” cevabını verdi. Arkadan Nisa suresi nazil oldu:
“Allah çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kızın hissesi kadar tavsiye eder…” (Nisa: 4/11).
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bana kadını ve sahibini çağırın!” emretti. Çocukların amcasına: “Babalarından kalan malın üçte ikisini kızlara, sekizde birini kızların annesine ver, geriye kalan da senindir” dedi. Ebû Dâvud, Ferâiz: 4, 2891
14. (5682)- Haccac İbnu Haccac, babası (radıyallahu anh)’tan anlatıyor:
“Ey Allah’ın Resulü dedim, benden emmenin üzerimde kalan hakkını giderecek olan şey (kefaret) nedir?”
“Erkek veya kadın bir köle (azadı)dır!” buyurdular.” [Ebu Davud, Nikah 12, (2064); Tirmizî, Rada 6, (1153); Nesâî, Nikah 56, (6, 108).]
4. (4279)- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Abbas, Ebû Süfyan İbnu Harb’i getirmitşi, Merrü’z-Zahr’dan müslüman oldu. Abbâs (radıyallahu anh) dedi ki:
“Ey Allah’ın Resûlü, Ebû Süfyân, şereflenmeyi seven bir kimsedir. (Onun şerefleneceği) bir şey yapsanız!”
“Doğru söyledin! (şehre girerken ilan edin): “Kim Ebû Süfyân’ın evine girerse emniyettedir, kim kapısını kapar (evinden dışarı çıkmazsa) emniyettedir, kim silahını atarsa o da emniyettedir. Kim Mescide (Ka’be’ye) girerse o da emniyettedir!” [Ebû Dâvud, Harâc 25, (3021, 3022).]
3. (4760)- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) seslendiler: “Ey Ebu Zerr!”
“Buyurun, Ey Allah’ın Resulü, emrinizdeyim!” dedim.
“İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?” buyurdular.
“Benim için Allah ve Resulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!” dedim.
“Sabrı tavsiye ederim!” buyurdular -veya, sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler:
“Ey Ebu Zerr!”
“Buyurun ey Allah’ın Resûlü, sizi dinliyorum!” dedim.
“Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?”
“Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!” dedim
“Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!” dedi. Ben sordum:
“Ey Allah’ın Resulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?”
“Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!” buyurdular.
“Bana ne emredersiniz!” dedim.”Evine çekil!” buyurdular.
“Evime girilirse?” dedim.
“Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!” buyurdular.” [Ebu Davud, Fiten 2, (4261); İbnu Mace, Fiten 10, (3958).]
3. (4133)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün, halka) hitabetti, (Ebu Hüreyre, hadisin vürûdu ile ilgili) bir kıssa anlattı (hadiste şu ibare de vardı): “Ebu Şah dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! (bu hutbeyi) bana yazıverin!” Bu taleb üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet Ebu Şâh’a yazıverin!” emir buyurdular.” [Tirmizî, İlm 12, (2669); Buhârî, İlm 39, Lukata 7, Diyât 8; Ebu Dâvud, İlm 3, (3649).]
8. (4929)- Mikdad İbnu’l-Esved (radıyallahu anh)’in anlattığına göre şöyle demiştir:
“Ey Allah’ın Resulü! Ben küffardan bir adama rastlasam ve aramızda mukatele çıksa. O kılıcıyla vurup elimin birini kesip atsa. Sonra adam (sıkışıp) bana karşı bir ağaca sığınsa ve:
“Allah için Müslüman oldum!” dese, bu sözünden sonra ben onu öldürebilir miyim?” Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Hayır! Sakın onu öldürme” buyurdu. Ben ısrar ettim:
“Ama ey Allah’ın Resulü! O benim bir elimi kesti ve sonra Müslüman olduğunu söyledi” dedim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Hayır! Sakın onu öldürme, eğer öldürürsen, o adam, sen onu öldürmezden önceki senin makamındadır ve sen de, onun söylediği kelimeyi söylemezden önceki durumunda olursun!” buyurdular.” [Buharî, Diyat 1, Megazî 11; Müslim, İman 155, (95); Ebu Davud, Cihad 104, (2644).]
1. (1163)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, dedim, cihâdı amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz de cihâd etmiyelim mi?” Şu cevabı verdi:
“Ancak, cihâdın en efdal ve en güzeli hacc-ı mebrûrdur. Sonra şehirde kalmaktır.” Hz. Aişe der ki: “Bunu işittikten sonra haccı hiç bırakmadım.” [Buhârî, Hacc 4, Cezâu’s-Sayd 26, Cihâd 1; Nesâî, Hacc 4, (5, 113). “
1584-.. “Ey Allah’ın Resûlü! Amcanın oğlu Fazl’ın başını niye büktün?” diye sordu.
“İkisini de birer genç görüyorum. Onlar hakkında şeytanın şerrinden emin değilim!” dedi. Derken bir adam daha gelip:
“Ey Allah’ın Resûlü, ben traş olmazdan önce ifâza tavafını yaptım!” dedi.
“Traş da ol, bunda mahzur yok!” cevabını aldı. Derken bir başkası daha gelip:
“Ey Allah’ın Resûlü, ben taşlama yapmazdan önce kurbanımı kesmiş bulundum!” dedi.
“Taşlarını da at, bunda bir mahzur yok!” cevabını aldı. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beytullah’a geldi, onu tavaf etti, sonra zemzem’e geldi ve:
“Ey Abdulmuttaliboğulları, eğer halk size bunun üzerine galebe etmeyecek olsa mutlaka çekerdim” dedi.” [Tirmizî, Hacc 54, (885).]
1224. (4024) (7211)- Ebu Sa’idi’l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah Aleyhissalâtu vesselâm hasta yatmakta iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum, hararetini, yorganın üstünden elimin altında hissettim. “Ey Allah’ın Resulü! Hararetiniz çok fazla!” dedim.
“Biz (peygamberler) böyleyiz. Belalar bize katmerli gelir, buna mukabil ücretleri de katmerli verilir” buyurdular.
“Ey Allah’ın Resûlü! Hangi insanlar en çok bela çekerler?” dedim.
“Peygamberler!” buyurdular.
“Ey Allah’ın Resûlü! Sonra kimler?” dedim.
“Sonra sâlihler! buyurdular ve açıkladılar: Onlardan biri fakirliğe öylesine müptelâ olur ki, kendini örten abadan başka bir şey bulamaz. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikle sevinirler.”
9. (5437)- Esma Bintu Yezid İbni’s-Seken (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Kadınlardan biri dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Bizim sana asi olmamamız gereken şu maruf (iyi amel) nedir?” Aleyhissalâtu vesselâm:
“Mâtem yapmayın!” buyurdu. Kadın:
“Ey Allah’ın Resulü! Falan sülale(nin kadınları) amcamın (vefatında mâtemime iştirak edip) yardımcım olmuşlardı. Benim de mukabeleten borcumu ödemem gerek” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm kadına (mâtem için) izin vermedi. Kadın tekrar tekrar izin istedi.”
Kadın der ki:
“Resulullah, sonunda onlara borcumu ödemem için izin verdi. Onlara olan borcumu ödedikten sonra hiç mâtem tutmadım, şu ana kadar bir başka mâteme de katılmadım. Benim dışında mâtem tutmayan kadın da kalmadı.” [Tirmizî, Tefsir, Mümtehine, (3304).]
369. (1235) (6356)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kendisini ölüme götüren hastalığa yakalandığı vakit Hz. Aişe’nin evinde idi. “Bana Ali’yi çağırın!” buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anhâ: “Ey Allah’ın Resûlü! Sana Ebu Bekr’i çağırsak olmaz mı?” dedi. “Onu çağırın!” buyurdular. Hafsa radıyallahu anhâ: “Sana Ömer’i çağırsak olmaz mı?” dedi. “Onu çağırın!” buyurdular. Ümmü’l-Fadl: “Ey Allah’ın Resûlü! Sana Abbâs’ı çağırsak olmaz mı?” dedi. “Evet!” buyurdular. (Adı geçenler) toplanınca Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm mübarek başlarını kaldırarak (etrafa bir) bakıp sükut ettiler. Hz. Ömer:
“Kalkın! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı yalnız bırakın!” dedi. Az sonra Bilâl geldi. Resûlullah’a namazı haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ebu Bekr’e söyleyin halka namaz kıldırsın!” buyurdular. Hz. Aişe “Ey Allah’ın Resûlü! Muhakkak ki Ebu Bekr, yumuşak kalpli, tutuk bir kimsedir. (Makamınızda) sizi göremezse ağlar, insanlar da (ona katılıp) ağlarlar. Emretseniz de halka namazı Ömer kıldırsa!” dedi.