Hz Muhammed
Hz. MUHAMMED
Evrenin ve tüm varlıkların yaratıcısı Yüce Allah, yaratılanları başıboş, sahipsiz ve kılavuzsuz bırakmamış, yaşam öykülerini ilâhî bir sisteme bağlamıştır. İnsanlara da peygamberler vasıtasıyla yasa larını bildirerek onları aydınlatmaktadır. Elçilerin sonuncusu Hz. Muhammed, ilk gönderilen ilâhî kitap Tevrat ve İncil’i tasdik etmek ve bazı yeni hükümler ilâvesiyle Kur’an’ı Kerim’i tebliğ etmek üzere insanlara gönderilmiş evrensel bir peygamberdi. O yalnız bir öğretici değil, insanlığın en mükemmel temsilcisi olmuştu. Gerçek ahlâkını, sözlerini, ibadetlerini, insanlarla olan ilişkisini esas almak, Allah Sevgisi’ne de kavuşmak demekti. Ali İmran 3/31: «Resulüm de ki : Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…»
Mekke’de doğan Hz.Muhammed 40 yaşında iken peygamber oldu ve hayatının sonuna kadar 23 yıl bu görevi devam etti. 13 yıl Mekke’de, 10 yıl da Medine’de yaşadıktan sonra 63 yaşında iken bu dünyadan ayrılmıştı. Kabri Medine’de bulunmaktadır.
ÇOCUKLUK, GENÇLİK VE EVLİLİK DÖNEMİ
Doğumu
Yüce Allah’ın son elçisi Hz.Peygamber, 20 Nisan 571 yılında Mekke’de dünyaya geldi. Babası Abdullah iki ay önce vefat ettiğinden, dedesi Haşimoğulları’ndan Abdülmuttalib torununun ismini, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülen anlamında Muhammed koymuştu. Annesi Âmine ise Allah’ı yüce sıfatlarıyla öven, hamdeden manasında Ahmet ismini verdi.
Hz.Muhammed’in ailesi, ataları, Hz.İbrahim ve oğlu Hz.İsmail’e kadar bağlanmaktadır. Bu aileler birbirinden gelme soylar olarak; Yüce Allah tarfından itina ile süzülerek seçilmiş, örnek özelliklerle donatılmış en mükemmel varlıklardı. Ali İmran 3/33, 34: «Şu bir gerçek ki; Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim Ailesi’ni ve İmran Ailesi’ni bir kısmı bir kısmından gelme soylar olarak, alemler üzerine seçip yüceltmiştir. »
Çocukluk Dönemi
Çocuğun emzirilmesi; önceleri annesi Âmine tarafından yapıldı. Sonra da süt yetmeyince çölde yaşayan Hevazin kabilesinin kollarından Halime‘ye verildi. Çok iyi bir süt anne olan Halime, çocuğu evlat gibi sevip bağrına basmıştı. Çölün havası Mekke’ye göre daha temiz ve doğası çok daha güzeldi. Ayrıca orada Arapça, saf ve bozulmamış bir tarzda konuşuluyordu. Allah’ın Elçisi, hem bedenen ve hem de ruhen ilerde alacağı ilâhî göreve mükemmel hazırlanmaktaydı. Çocuk 4 yaşındayken süt anne Halime, onu alıp Mekke’ye götürerek annesi Âmine’ye teslim etti. Hz.Muhammed, 6 yaşına kadar annesinin yanında kalmış, ancak Medine’ye gittikleri bir seyahat dönüşü annesi de vefat etmişti. Doğumundan iki ay evvel babasını, sonra da sevgili annesini kaybeden Allah’ın Elçisi, küçücük yaşında büyük acıları yaşamış oldu. Dedesi Abdülmuttalib, yetim ve öksüz kalan torununu 8 yaşına kadar büyüttü. Kendisi 80 yaşını geçmiş yaşlı bir insandı. O da bu dünyadan ayrılınca vasiyeti gereği çocuğun yetiştirilmesini, amca olan oğlu Ebu Talib üstlendi.
Gençlik Dönemi
Hz.Peygamber (s.a.s)’in hayatının 8 yaş ile 25 yaşına kadar olan bölümüne gençlik dönemi denir ki, bu dönemi amcası Ebu Talib’in yanında ve himayesinde geçirmişti. Ebu Talib zengin bir insan değildi, iyi ahlâkı ve gönül yapıcılığı ile toplumun saygısını kazanmıştı. Yeğenini çok seviyor, onu evlâtlarından ayırmıyordu.
Mekkeliler, iklimi ziraate elverişli olmadığı için ticaret ile uğraşmaktaydılar. Ebu Talib kervan ticareti ile meşgul oluyor, Şam’a ve Yemen’e kadar gidiyordu. Allah’ın Elçisi 12 yaşındayken amcasının ticarî kervanına katılmış, Şam yakınlarında Busrâ kasabasında mola verilmişti. Burada bir manastırda bulunan Bahirâ ismindeki Hıristiyan rahip, Hz.Muhammed ile yakinen ilgilenmiş, ona sorular sormuştu. Aldığı cevaplarla çok şaşırmış, onun Tevrat ve İncil’de bir çok vasıfları yazılı bulunan Son Peygamber olacağı kanaatine varmış, bu görüşünü etrafındakilere samimiyetle belirtmişti. Ancak yıllar sonra bazı Hıristiyan yazarları, İslâm Peygamberi’nin ilâhî yasaları bu rahipten öğrendiğini ileri sürecek kadar gülünç duruma düştüler.
Hz.Muhammed geçim sıkıntısı çeken amcası Ebu Talib’e yardım amacıyla ücret karşılığında çobanlık da yapıyordu. Tabiat ile başbaşa kalıyor, Yüce Allah’ın büyüklüğünü, sonsuzluğunu doya doya hissediyor, ruhen olgunlaşıyordu. Zaten Yaratıcı Kudret’in bütün peygamberleri, doğanın en güzel bölgelerinde çobanlık yaparak kemale ermişlerdi.
Güvenilir Kişi
Hz.Muhammed, 25 yaşındayken amcası Ebu Talib ile birlikte ticaret yapıyordu. Dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, güvenirliliğiyle tanınmıştı. Verdiği sözün arkasında durur, hiçbir kimseyi kırmaz ve asla yalan söylemezdi. Yüksek ahlakı ve doğruluğu ile Mekkeliler arasında örnek bir insan olarak tanınıyor, bu bakımdan kendisine el Emin = Güvenilir kişi diyorlardı.
Birbirine hiçbir zaman güvenmeyen Mekke halkı, kendi aralarında çıkan bazı soruları Hz.Muhammed’in dürüst kişiliğinde birleşerek çözmüşlerdi. Örneğin, Allah’ın Evi Kabe‘nin yeniden inşaatı sırasında, kutsal Hacerül-esved (karataş)’ın yerine konmasında çıkan büyük tartışmanın çözümü için, onun hakemliğini oy birliği ile kabul etmeleri, kendisine olan güvenirliğin göstergesiydi. Sorunu dahiyane bir şekilde çözmesi de, Mekkelileri son derece memnun etmişti.
Allah’ın Resulü’nün Hz.Hatice’yle Evlenmesi
Hz.Hatice; Allah’ın Resulü’nün sevgili eşi, ilk iman eden, bütün malını mülkünü İslâm‘a ve Eşi’ne veren, müminlerin annesi ünvanını alan asil bir kadındı.
Kureyş’in zengin hanımlarından olan Huveylid kızı Hatice, ticaretle uğraşıyordu. Hz.Muhammed ile tanışmadan önce evlilik yapmış ve iki çocuğu da olmuştu. Mekke’nin ileri gelenlerinin kendisiyle evlenmek istedikleri akıllı, şerefli ve dürüst bir insandı. Hz.Muhammed’in ahlâkını ve güvenirliliğini öğrenince, ona ticaret ortaklığı teklif etmiş ve kervan ticareti yapmaya başlamışlardı. Allah’ın Elçisi köle Meysere’yle birlikte, ticaret mallarını develerle komşu şehirlere getirerek satıyordu.
Gayreti, çalışması ve dürüstlüğü Hz.Hatice’nin dikkatini çekiyor ve onu etkiliyordu. Karşılıklı her iki ailenin isteği ile nikâhlandıkları zaman, Hz.Muhammed 25 ve Hz.Hatice de 40 yaşındaydı.
Allah’ın Rasulü bu evlilikten çok memnun olmuş, mutlu bir yuva, kendine derin bir sevgi ve saygı ile bağlı güvenli bir hayat arkadaşı kazanmıştı. Beraberlikleri 15 yıl Hz.Hatice’nin vefatına kadar devam etmiş, 6 çocukları olmuştu. O devirde çok evlilik adet halindeydi ve aralarında yaş farkı olmasına rağmen Allah’ın Elçisi başka bir eş almamış, vefatından sonra da onu hep saygıyla anmıştı.
Hz.Peygamber’in Çocukları
Hz.Muhammed’in Hz.Hatice ile evliliğinden ikisi erkek, dördü kız 6 çocuğu olmuştu. Erkek olanlar Kaasım ve Abdullah, kızlar Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma‘dır. Erkek çocuklar küçük yaşta ölmüşler, kızlar ise babalarından daha önce bu dünyadan ayrılmışlardı. Yalnız Hz. Fâtıma, babasından 6 ay sonra vefat etti.
Küçük kızı Hz.Fâtıma Allah’ın Elçisi’ne çok benziyordu ve ona çok düşkündü. Kızını, evlâdı gibi yanında büyüttüğü sevgili yeğeni Hz.Ali ile evlendirdi. Bu evlilikten Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin doğmuş, böylece nesil devam etmişti. İslâm bilginlerinin ortak kabulüne göre; Hz. Peygamber’in en yakınları olan Ehlibeyt, geniş anlamda ev halkı olmakla beraber, dar anlamda da Hz.Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’den oluşmaktaydı.
Allah’ın Elçisi, İslâm Dini’nin yayılması için başka evlilikler de yapmış, Mısırlı Eşi Mâriye’den İbrahim doğmuş, o da iki yaşındayken vefat etmişti.
PEYGAMBERLİK VE MEKKE DEVRİ
Kâbe(Allah’ın Evi)’nin yeniden inşaatı sırasında Hz. Muhammed’de ruhsal ve manevî bir şuur uyanışı başlamıştı. Burası Yücelerin Yücesi Allah’ın eviydi. Hz.İbrahim zamanından beri milyonlarca insan, evrenin ve tüm varlıkların sahibi ve yaratıcısının büyüklüğünü ve kudretini düşünerek Kâbe’yi Tavaf (Kâbe etrafında 7 defa dönüş) etmişlerdi. RAB ile başbaşa kalma arzusunu şiddetle hissetmeye başlayan Allah’ın Rasulü’nde kendisini toplumdan uzaklaştırarak, sessiz ve sakin bir yerde yalnızca Yüce Yaratıcı’sını düşünerek ve hissederek yaşamak istiyordu.
Hira Dağı’nda İnziva (Yalnız kalma)
Mekke’de ki müşrikler, hem Allah’a inanıyor ve hem de Kâbe etrafında ki 300 den fazla puta; adak adıyor, kurban kesiyor onlara da tapınıyordu. Hz.Muhammed’in büyük babası Abdülmuttalib gibi Allah inancı daha kuvvetli olanlar recep (ramazan) ayında Hira Dağı’nda inzivaya çekilme alışkanlığına sahiptiler.
Ruhsal sükûnet arzusu dolup taşan Hz.Muhammed, 35 yaşındayken ramazan ayında Mekke yakınlarında ki Hira Dağı mağarasında inzivaya çekildi. Günlerce orada kalıyor, Yücelerin Yücesini gönlünde duyuyor, O’na dua ve ibadet ediyordu. Orada gördüğü rüyaların, günün ışıması gibi açık ve berrak olduğu kaydedilir. Bu hal, 40 yaşına kadar her ramazan ayında devam etti. Yüce Allah; bu inziva günlerinde Elçisini, hikmet ve ilimle olgunluğa eriştirerek kemale erdirmiş olduğu, İslâm bilginlerinin genel görüşüdür.
İlk Vahiy ve Peygamberlik
Allah’ın Elçi’si 40 yaşına geldiği zaman, Ramazan ayında beşinci defa yine Hira Dağı’nda yalnızlığa çekildi. Ruhsal doyum ve ibadetle geçen günlerden sonra Ramazan ayının 27. gecesinde, ışık saçan göksel bir varlık göründü ve ona hitap etmeye başladı. İslâmiyetin en büyük mucizesi gerçekleşiyordu. Bu olayı Hz. Muhammed’in bizzat kendisinden dinleyelim :
«O bana Cebrail adını taşıyan melek olduğunu, Allah’ın kendisini Peygamber olarak seçtiğini bildirmek üzere kendisini gönderdiğini bildirdi. Melek bana abdest almayı öğretti; bedenin tamamen arınmış hale gelince, benden okumamı istedi… Ben ise, okuma bilmediğimi cevaben bildirdiğimde beni kolları arasına alıp kuvvetle sıktı ve hemen bırakıp, bir defa daha okumamı istedi, ben ise okuma bilmediğimi yeniden cevaben bildirince yeniden beni kucakladı ve daha da kuvvetle sıktı ve sonra okumamı istedi: Okuma bilmediğim cevabını verdim. Yeniden beni kolları arasına alıp bütün evvelkilerden daha şiddetli sıktı ve gevşeterek şöyle dedi: «Yaratan RAB’binin ismiyle oku! O insanı bir kan pıhtısından yaratandır. Oku! Zira senin RAB’bin Pek Asil, Pek Kerîm olandır; kalemle öğreten O’dur. Bilmediklerini insana öğreten O’dur.» (Alak Suresi 96/1-5) Bunun üzerine melek çekilerek kayboldu. Hz.Muhammed ürpererek, titreyerek evine döndü ve olanları eşi Hz. Hatice’ye anlattı.
Yüce Allah’ın ilk vahyi oku emri ile başlamıştı. Okumanın, bilgi ve ilim sahibi olmanın büyük önemi vurgulanıyordu. Okuma, yazma bilmeyen Elçisinden öncelikli olarak okumayı öğrenmesi ve sonra da kalem ile yazarak insanlara öğretmesi emredilmişti. Sonra ki vahiylerde de ilim ve bilginin gerekliliği tekrar tekrar belirtiliyordu. Zümer 39/9: «Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu?…» Diğer bir ayette de Taha 20/114: «…Şöyle de, RAB’bim ilmimi arttır.»
Vahyin oluşma tarzı ve şekli konusunda bizzat Hz.Muhammed, etrafındakilere şöyle diyordu :«Bazen vahiy bana çınlamakta olan bir çan sesi gibi geliyordu ki bu tarz tahammülü en zor olanıydı; bunun kesilmesinden sonra, hafızama tamamen işlemiş olan söylenenlerin hepsini alabiliyorum. Bazen de benimle konuşmak üzere melek bana bir insan biçiminde görünüyor ve ben de onun söylediklerini iyice tutuyorum.»
Birçok vahiyler; sahabelerin (arkadaşlarının) yanında olduğundan onlar, bu olağanüstü durumların görgü tanığı olarak bazı gözlemlere şahit olmuşlardı. Şöyle anlatıyorlardı: Vahiy geldiğinde: «Onu bir hareketsizlik hali kaplıyor» Yahut : « Ona vahiy geldiğinde, kısa bir an için sanki zehirlenmiş, hipnotize edilmiş gibi hareketsiz kalıyordu » Ve yahut da : « Pek soğuk bir havada bile şayet ona vahiy gelecek olsa, onun alnından şakır şakır terler boşandığı görülüyordu.» Yahut: «Birgün henüz vahiy gelmeye başlarken o başını sırtında ki örtünün içine çekti ve işte o sırada Resulullah’ın yüzü kıpkırmızı bir durum aldı ve hırıltı sesleri çıkarmaya başladı; sonra bu hal kendiliğinden kayboldu.» Veya : «Vücudu kaskatı kesiliyor ve dudaklarını kımıldatıyordu. » Vahyi getiren Cebrail’i, Hz. Peygamber’den başka kimse görmezdi. Melek ona vahyi tamamladıktan sonra ayrılırdı.
Hz. Peygamber tebliğ etme görevine başladığı sıralarda, verileni ezberinde saklamak maksadıyla, hatta bir vahyin alınışı henüz tamamlanmamış bir durumdayken bile yüksek sesle tekrar etme alışkanlığındaydı. Fakat daha Hicretten önce Mekke’de iken bu adeti bir kenara bıraktı ve vahiy son bulup kesilinceye kadar kendisini sükûnet içinde ve sessiz tutmaya başladı. Hemen sonra da ilâhî vahyi etrafındakilere tebliğ ediyor ve özel katiplerine de vahyi yazıyla tespit ettiriyordu. Kur’an’ı Kerim, gelen vahiyler hakkında Hz. Muhammed’i şöyle ikaz etmişti. Kıyamet 75/16: «Vahyedileni hemen okuyasın diye dilini hareket ettirip durma.» Diğer bir ayet ile de şöyle buyruluyordu. Taha 20/114 : «…Vahiy sana gelip tamamlanıncaya kadar, Kur’an’ı okumada acele edip durma ve şöyle söyle: Ey RAB’bim ilmimi arttır.» (Bkz.Prof. Dr. Muhammad Hamidullah, İslâm Peygamberi, s.74,77)
Gizli Davet ve İlk Müslümanlar
Yüce Allah, Hz.Muhammed’e ilk vahyi göndermiş ve ona Peygamberlik görevi vermişti. Fetih 48/8 :«Şüphesiz, Biz seni bir tanık, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.» Cenab-ı Allah’tan açık bir emir geldiğinden Hz.Muhammed, 3 yıl çok güvendiği kimseleri gizlice İslâm’a davet etti. İslâmiyet belirli bir topluluk için değil, bütün insanlığın hayrı ve mutluluğu için gönderilen açık bir dindi. Davetin gizli sürdürülmesi, Mekke’de yaşayan müşriklerin (putperestlerin) cahil ve acımasız olmalarından kaynaklanıyordu.
Davete önce kendi ailesinden başladı. İlk iman eden sevgili eşi Hz.Hatice oldu. Onu yanına aldığı ve öz evladından daha çok sevdiği, 10 yaşındaki yeğeni Hz.Ali takip etti. Sonradan evlat edindiği azatlı kölesi Zeyd ise üçüncü Müslüman olmuştu. Allah’ın Elçisi’nin ailesi dışında en yakın ve samimi arkadaşı, Kureyş kabilesinden büyük tüccar Hz.Ebu Bekir‘i İslâm’a davet etti. O, bu daveti hiç tereddüt etmeden hemen kabul etti. Böylece İslâmiyet onun girmesiyle büyük bir güç kazanmış oluyordu. Hz.Ebu Bekir’in aracılığıyla Mekke’nin eşrafından Affan oğlu Hz.Osman, Avf oğlu Abdurrahman, Ebu Vakkas oğlu Sa’d, Avvam oğlu Zübeyr, Ubeydullah oğlu Talha da Müslüman’lığı kabul etti. Hz.Hatice’den sonra Müslüman olan bu 8 zata İlk Müslümanlar denir.
Hz.Peygamber, üç yıl boyunca yakın akraba ve dostlarını İslâm’a davet etmişti. Ancak bu zaman zarfında iman edenlerin sayısı 30 kişiyi geçmemiş olmasına rağmen, birbirlerine kenetlenen çok inançlı bir kadro oluşmuştu. Onlar, inen ayetleri ezberleyip yazıyor, ibadeti gizli olarak kendi evlerinde yapıyorlardı.
İslâm’a Açık Davet
Nihayet peygamberliğin dördüncü yılı olan 614 tarihinde beklenen ayet gelmiş, Hz.Muhammed’e resmen halkı İslâm’a davet etmesi buyrulmuştu. Hicr 15/94 : «Sana emredilen şeyi açıkça tebliğ et, müşriklerden korkma» Bunun üzerine Hz.Muhammed halkı açıkça İslâmiyet’e davet etmeye başladı. İnen ayetleri (Kâbe’de) Harem’i şerif’te halka okuyordu.
Araf 7 /158 :« De ki : Ey İnsanlar! Ben sizin hepinize gelen Allah’ın Elçisi’yim. Göklerin ve yerin mülkü o Allah’ındır. İlâh yoktur O’ndan başka. O diriltir, O öldürür. O halde Allah’a ve Elçisi’ne iman edin; Allah’a ve O’nun sözlerine inanan o ümmî Peygamber’e iman edip uyun ki, doğruya ve güzele ulaşabilesiniz.» Bu sözlerle bütün halk Allah’ın Dini’ne davet ediliyordu. Ümmi; okuma, yazma bilmeyen demektir. Kur’an’da ki karşılığı ise, Kitap sahibinin elindeki Tevrat ve İncil’i okumamış, onların bilgileriyle beslenmemiş kişidir.
Yüce Allah’tan yakın akrabalarını da İslâm’a çağırması için yeni bir buyruk geldi. Şuara 26/214: «En yakın akraba ve hısımlarını uyar.» Bunun üzerine Hz.Peygamber, akrabalarını toplayıp etkili bir konuşma yaptıktan sonra, onları İslâm’a davet etti. Amcalarından biri olan Ebu Leheb dışında ki akrabalar, genellikle kendisine karşı çıkmamışlardı. Hz.Muhammed’in tebliğ ettiği Din, yavaş yavaş Mekke ve civarında duyulmaya başlanmıştı.
Sevgi, Eşitlik ve Bağışlayıcı Olma
Hz.Muhammed Allah’ın Dini’ni tebliğ ederken öncelikle insanlarda eşitlik ilkesini esas aldı. Kadın-erkek, siyah-beyaz, zengin-fakir, asil-asil olmayan diye ayırt etmeksizin, bütün insanların doğuştan eşit olduğunu vurguluyordu. Bunun kanıtı olarak yanındaki köleleri azad etti ve diğer kölesi Zeyd’i de evlat edindi. Böylece toplumun farklı bütün insanları, Allah’ın Elçisi’nin kılavuzluğunda birbirlerini sevmeye ve saymaya başladılar.
Hz.Peygamber sevgi ile doluydu ve kendisine yapılan yanlışlıkları hep bağışlamaktaydı. Mekke’de ki müşriklerin düşmanca davranışlarına rağmen, o ve ona inananlar Cenab-ı Allah’ın her yarattığını ve bütün insanları seviyorlardı. Ali İmran 3/119: «Ey iman edenler! Siz öyle kimselersiniz ki, inanmayanlar sizi sevmedikleri halde, siz onları seversiniz.»
Hz.Muhammed tebliğinde; Allah’ın rıza ve sevgisine erişebilmek için, yalnız ve yalnız Yaratıcı Tek Kudret’e ortak koşulmadan iman edilmesini ve insanlara da onların iyiliklerine yönelik işler yapılmasını öneriyor, kazanılması gereken özellikleri şöyle vurguluyordu:
3/134 : … Takva sahipleri(korunanlar)… İnsanların kusurlarını affederler. Allah’ta iyilik edenleri sever.
2/195: … Güzel düşünüp güzel işler yapın. Çünkü Allah, güzellik sergileyenleri sever.
19/96: … İman edip insanların hayrı ve mutluluğuna yönelik iyi işler yapanları, Rahman sevgili kılacaktır.
2/222: … Allah, çok tövbe edenleri sever.
3/146: … şüphesiz ki Allah, sabredenleri sever.
3/159: … Allah, Kendisini vekil edenleri sever.
49/9: … şüphesiz ki Allah, adil olanları sever.
2/222: … Allah, temizlikte titizlik gösterenleri sever.
İman edenlerde kazanılması gereken bu sıfatların yanında, bütün sevgilerin üstünde olan Allah Sevgisi‘ni de şöyle açıklıyordu: Bakara 2/165: « … İman sahipleri, Allah’a sevgide çok şiddetlidirler…» şiddetli sevgi, sevginin en üst basamağı olan aşktır. Allah sevgisi, kemal mertebesinde erişilen en büyük sevgidir. Allah’ın sevdiği sıfatları kazanmak, iman edenlerin hedefini teşkil etmeliydi. Böylece işlerini Allah rızası için yapan, iyi ahlâklı, birbirini seven ve sayan örnek bir toplum meydana gelmişti.
Hz.Muhammed, ayrıca elçi sıfatıyla Allah’ın sevmediği sıfatları da tebliğ ediyor, bunlardan korunulması uyarısını yapıyordu :
3/57: … Allah, zalimleri sevmez.
3/32: … Allah, inkâr edenleri sevmez.
5/64: … Allah, bozguncuları sevmez.
16/23: … şüphesiz Allah, kibirlileri sevmez.
4/36: … Allah, kasılıp böbürlenen şımarıkları sevmez.
8/58: … Allah, hainlik edenleri sevmez.
6/141: … Allah, israf edenleri sevmez.
Hz.Peygamber çok bağışlayıcı ve hoşgörülüydü. Hayatı boyunca şahsına yapılan kötülüklerden dolayı hiç bir kimseden intikam almamış, bütün düşmanlarını da affetmişti. Bunun en çarpıcı örneğini Mekke şehri’ni fetih ettiği zaman vermiş, eline esir düşen bütün düşmanlarını bağışladığı gibi, sevgili amcası Hz.Hamza’yı hunharca şehit eden müşriklerin lideri Ebu Süfyan ve onun gaddar eşi Hint ile tetikçi kölesi Vahşi’yi bağışlamakla göstermişti. Ali İmran 3/159 ayeti ile Yüce Allah, Elçisi’ne hitaben şöyle buyurmuştu:
« Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz dağılır giderlerdi. Artık sen onları bağışla, Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dile…» İslâmiyet’te hoşgörü kelimesinden ziyade ve bazen onun yerine bağışlayıcı olma kavramı kullanılmaktadır.
Hz.Muhammed Allah’ın Dini’ni şöyle tebliğ ediyordu: Araf 7/199: «Sen bağışlamayı esas al…» Kötülüğün cezası ona denk bir kötülük olmasına rağmen, bağışlayıcı olmanın ödülünü bizzat Allah vermektedir. Şûra 42/40: «Kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür.Fakat bağışlayıp barışmayı esas alanın ödülünü bizzat Allah verir…»
Hz.Muhammed; peygamberlik görevinden başka Medine devrinde, İslâm Devlet Başkanlığını da üstlenmişti. Her zaman olduğu gibi saygılı ve alçak gönüllü olma özelliği değişmedi. Toplantılara kendisine özel bir yer ayrılmasını hiç bir zaman istememiş, herkesin oturduğundan farklı bir yer seçmemişti. Arkadaşlarının toplandığı bir mahalle geldiğinde, neresi boş ise oraya otururdu. Zamanın devlet başkanları ve krallarına hiç benzemiyordu. Yanına gelen bütün ziyaretçilerini saygıyla ağırlardı. Onlara oturtacak bir yer bulamadığı zaman, hırkasını çıkarıp yere serer ve onun üzerine oturmasını sağlardı. Çocukları da çok sever, onları hediyelerle sevindirirdi. Torunları kucağından inmez, camide namaz kılarken omzuna çıkmalarını hoşgörü ile karşılardı.
Müşriklerin Müslümanlara Eziyet ve İşkencesi
Mekke; Kâbe ve etrafında ki 300 den fazla puttan dolayı, puta tapıcıların merkeziydi. Şehir; her gün civar kabilelerce ziyaret ediliyor, böylece müşrikler onların ticari alışverişinden büyük gelir elde ediyorlardı. İslâm Dini’nin yayılması ile bu önemli menfaatlerini kaybedeceklerinden ve ata dinlerine de çok bağlı olduklarından Müslümanlara şiddetle karşı çıkmaya başlamışlardı. Onlara her türlü eziyet ve işkenceyi yapıyor, memleketten çıkartıp öldürmeye kadar zulüm yapmaktan çekinmiyorlardı. Korumasız fakir Müslümanlara, özellikle köle ve cariyelere vahşice işkenceler yapılıyordu. Habeşli Bilâl’i; elbiselerini çıkartarak kızgın çölün ortasında saatlerce bekletip, sonra da sokaklarda sürüklemişlerdi. Köle Ammar’ın babası Yâsir. ayaklarından iki ayrı deveye bağlanıp ters yönlerde yürütülmüş, bacakları ikiye ayrılarak öldürülmüştü. Cariye Sümeyye, Ebu Cehil’in attığı ok ile şehit edildi. Bütün bu vahşice, acımasız işkencelere rağmen, Allah’a ve O’nun Elçisi’ne içtenlikle inanan insanları yollarından döndüremiyor, İslâmiyet’e girenler azalacağına gittikçe çoğalıyordu.
Habeşistan’a Hicret
Müşriklerin Müslümanlara zulmü zamanla artıyordu ki, Yüce Allah’tan gelen ayet üzerine Hz.Muhammed, 615 yılında isteyenlerin Habeşistan’a gitmelerine izin verdi. Nahl: 16/41: «Zulme uğradıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri, elbette dünyada güzel bir yerde yerleştireceğiz, ahiret ödülü ise mutlaka daha büyüktür…» Müslümanlar Habeşistan’a iki defa hicret etmişler; ilk kafile16 kişi, ikinci kafile de 90 kişi olmuş, Mekke’den gizlice ayrılmışlardı. Çünkü müşrikler, Müslümanlar’ın yayılmasını istemediklerinden onların gitmesine karşıydılar. Hicret edenler; Habeşistan hükümdarı Hıristiyan olmasına rağmen güven içinde idiler ve serbestçe ibadet yapabiliyorlardı. Hicret edenler Habeşistan’da bir müddet kalmışlar. Hz.Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra da, O’nun yanına dönmüşlerdi.
Hz.Hamza ve Hz.Ömer’in Müslüman Olması
Mekke’nin aşırı müşriklerinden Ebu Cehil’in Hz.Muhammed‘e sataşması, şahsiyeti ve kuvveti ile ünlü amcası Hz.Hamza’yı çok öfkelendirmiş, ona gereken cezayı verdikten sonra Müslüman olmuştu. Onu güçlü kişilik sahibi Hz.Ömer takip etti. Mekke müşrikleri; Hz.Muhammed’i görevinden caydıramayacaklarını anlayınca onu öldürmeye karar verdiler. Tetikçiliğini üstlenen Hz. Ömer bu fiili işlemeye giderken, Cenab-ı Allah’ın yönlendirmesiyle kendisini kız kardeşinin evinde buldu. O sırada Müslüman olduğunu bilmediği hemşiresinin evinde Kur’an okunuyordu. Ayetten o kadar çok etkilendi ki hemen Hz.Peygamber‘e giderek ona biat etti. Biat, el tutarak bağlılığı açıkça bildirmedir.Bu çok önemli katılımlarla Müslümanlar, büyük güç kazanmıştı.
Müslümanlar Toplum Dışı Bırakılıyor
Müşrikler, birçok yolları deneyerek İslâm’ın yayılmasını önleyememişlerdi. Bunun için çok etkili bir yaptırım gerekiyordu. Ebu Cehil’in başkanlığında toplanarak önemli bir karar aldılar ve yaptıkları anlaşmayı Kâbe’nin duvarına asarak dinsel bir etkinlik de kazandırdılar. Buna göre Haşim Oğulları’yla ekonomik ve sosyal her türlü ilişkileri kesilecekti. Görüşülmeyecek, alışveriş yapılmayacak, kız alıp verilmeyecekti. Bu abluka kararı eksiksiz üç yıl 616 dan 619 yılına kadar uygulandı. Bunun neticesinde büyük sıkıntı ve açlık çekilmiş, bir kısım küçük çocuklar gıdasızlıktan ölmüştü. Hz.Peygamber tebliğ görevini, kan dökülmesi yasak olan 4 ay içinde, ancak dışarıdan gelen kabilelere yapabiliyordu. Büyük sıkıntı çekmelerine rağmen Müslümanlar azalmamış, bilakis yeni katılımlar olmuştu.
Kureyş’liler bu boykottan istedikleri neticeyi elde edemediler. Peygamberliğin onuncu yılında, Ebu Cehil’in aldırdığı ünlü karar iptal edilerek, bu insanlık dışı kuşatma da sona erdirildi.
Ebu Talib ile Hz. Hatice’nin Vefatları ve Taif Olayı
Müşriklerin boykotunun sona ermesinden bir müddet sonra,Hz.Peygamber iki büyük yakını olan amcası Ebu Talib’i ve üç gün sonra da sevgili eşi Hz.Hatice’yi kaybetti. Bütün Müslümanlar Allah’ın Elçisi’nin üzüntüsüne katıldılar ve Peygamberliğin bu onuncu yılına hüzün yılı denildi. Sağlığında Ebu Talib’in müşrikler üzerinde saygınlığı vardı, korumasına aldığı yeğenine dokunmuyorlardı. Koruma durumu ortadan kalkınca sataşmalar ve kötülükler de başlamış, tebliğ görevi çok zorlaşmıştı.Bunun için Allah’ın Dini’ni yayabileceği yeni insanlara ve yeni ortama ihtiyaç vardı.
Bu düşünce ile evlatlığı Zeyd’i de yanına alarak 620 yılında putperest olan Taif kasabasına gizlice gitti. Onlara İslâmiyet’i anlatmak için büyük gayret gösterdiyse de, katılaşmış kalpleri Allah’ın Hz.Muhammed ile onlara yaktığı ışığı göremediler. Netice olarak Taif’i terketmek mecburiyetinde kalmış, babaları tarafından kışkırtılan çocukların taş atmalarıyla da hafif yaralanmıştı.
İsra Mucizesi
[LÜTFEN DİKKAT!!! İSRA-MİRAC İLE İLGİLİ OLARAK MESCİD-İ AKSA’NIN NERESİ OLDUĞU KONUSU TARTIŞMALIDIR. ÇÜNKÜ HZ. MUHAMMED DÖNEMİNDE KUDÜS’TE MESCİD-İ AKSA DİYE BİR BİNA YOKTUR. TARİHSEL VERİLERE GÖRE ŞU AN MESCİD-İ AKSA DİYE BİLİNEN YER ÇÖPLÜK OLARAK KULLANILMAKTA İDİ. KONUHAKKINDA DAHA FAZLA DETAY İÇİN ŞU LİNKE BAKINIZ: http://www.erdemyolu.com/isra-mirac/isra-mirac-prof-suleyman-ates.html veya http://www.erdemyolu.com/isra-mirac/isra-ve-mirac-hakki-yilmaz.html ErdemYoluSitesi]
Hz.Muhammed ilâhî tebliğ görevinde çok acı çekiyor, büyük güçlüklerle karşılaşıyordu. Sevgili eşi Hz.Hatice’yi ve yanında büyüdüğü amcası Ebu Talib’i de kaybetmişti. Bilhassa son Taif olayında yaralanmasına rağmen, sarsılmaz inancı ve kararlılığı her zaman olduğu gibi devam ediyordu.
İşte böyle bir durumdayken, onu çok mutlu eden İsra mucizesi gerçekleşmişti. Bu İslâmîyet’in Kur’an’ı Kerim’den sonraki ikinci büyük mucizesiydi. İsra 17/1: «Muhammed’i, bir gece Mescid’i Haram’dan (Kâbe’den) kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini kutsal kıldığımız Mescid’i Aksa’ya (Kudüs’e) götüren Allah, her türlü noksanlardan arınmıştır.» İsra Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye götürülmesine, Mirac da göklere çıkarılmasına, yükselmesine denir. Yüce Allah Elçisi’ni teselli etmek ve ödüllendirmek için Mekke’den Kudüs’e kadar gece yürüyüşüne çıkarmış, önemli ayetlerinden bazılarını da bu olağan üstü yolculukta göstermişti.
Kur’an’ı Kerim’de İsra mucizesi ile ilgili ayet budur. Ancak olayın detayı ile ilgili başka bir bilgi verilmemiştir. İsra mucizesi; Mekke Devri’nin sonlarına doğru, Taif olayından sonra inen İsra Suresi’nin birinci ayeti ile bildirilmişti. Mirac mucizesi de İsra Suresi’nde değil, ondan önceki bir zamanda inen Necm Suresi‘nde anlatılımıştır. Her iki olay ayrı ve başka zamanlarda gerçekleşmişti. Fakat Kur’an tefsircilerinden bir kısmı bu iki ayrı olayı karıştırıp birleştirmişlerdir. Sonradan bununla ilgili uydurma hadisler üretilmiş, İslâmiyet’in esası, arılığı bozulmak istenmiştir. Örneğin bu olayı anlatan uydurma bir hadiste de şöyle denilmiştir :« Hz.Peygamber melek Cebrail’in getirdiği Burak isimli hayvana binerek Kudüs’te ki Mescid’i Aksa’ya gelmiş, burada namaz kıldıktan sonra Mirac denilen alete binerek göğe yükselmiş, göğün 1.katında Hz.Adem 2. katında Hz.Yahya ve Hz.İsa, 3.katında Hz.Yusuf, 4.katına Hz.İdris,5. katında Hz.Harun, 6.katında Hz.Musa ve 7.katında Hz.İbrahim ile karşılaşmış, sonra da yedi kat göğün üstünden arşa çıkıp haşa Allah ile yüzyüze görüşmüştür.»
İslam bilginleri, Hz. Muhammed’in Allah ile yüzyüze görüştüğünü kabul etmezler. Peygamber de olsa bir insanın Cenab’ı Allah ile perdesiz konuşması Kur’an’a aykırıdır. Enam 6 / 103 : « İnsanın bakışları Allah’a varamaz…» Şuara 42 / 51 :«Allah bir kimse ile ya vahy yoluyla, yahut bir örtü arkasından konuşur. Ya da bir elçi göndererek izni ile ona dilediğini vahyeder.» (Bkz. Prof.Dr. Süleyman Ateş, Çağdaş Tefsiri, Cilt 5, S.195)
Mirac Mucizesi
Yüce Allah’ın Elçisi‘ni göklere yükselterek bazı büyük ayetlerini göstermesine Mirac denir. Bu mucizeyi Hz.Muhammed’in birkaç kez yaşamış olduğu kabul edilir. Kur’an’ı Kerim’in Necm Suresi 1 ila 12 ayetleri yükselişi (Mirac’ı) şöyle anlatmaktadır : «Battığı zaman Süreyya Yıldızı’na hamdolsun. Arkadaşınız Muhammed sapmamıştır, azmamıştır da. O arzusuna göre konuşmaz. O ancak kendisine vahyedilen bir vahiydir. O’na çok üstün güce sahip olan (Melek Cebrail) öğretmiştir. Üstün akıl sahibi (Melek) doğruldu. Kendisi yüksek ufukta iken sonra yaklaştı, sarktı. (Muhammed ile arasındaki mesafe) İki yay uzunluğu kadar, yahut daha az kaldı. Kuluna vahyettiğini vahyetti. Gönül, gördüğünde yanılmadı (yalan söylemedi, gerçeği gördü). Onun gördüğü şeylerden şüphe mi duyuyorsunuz? »
Ayette; Hz.Muhammed’in sapmadığını, doğru yoldan ayrılmadığını, havadan konuşmadığını, söylediği sözlerin yani kendisine gelen vahiylerin büyük güçlere sahip, ışıktan yaratılmış ve gönüllere hidayet ışığı getirmiş bulunan melek Cebrail tarafından kendisine öğretildiğini, önce yüksek ufukta görünen o meleğin, aşağı sarkarak Hz.Muhammed’e iki yay uzunluğu kadar bir mesafe kalıncaya dek yaklaştığını, kuluna vahyettiğini, Hz. Muhammed’in gözünün gördüğü şeyde asla yanılmadığını, onu gerçekten gördüğünü vurgulamaktadır.
Hz. Peygamber’in İsra ve Mirac olayının manevî mi yoksa bedensel mi olduğunda İslâm bilginleri arasında anlaşmazlık olmuştur. Gece uyanıkken ruhsal bir yolculuk yaptığı görüşü daha yaygın olmakla beraber bedensel olduğunu düşünenler de bulunmaktadır. Tasavvufta; Allah sevgisi ve zikir ile vücudun yoğunluğu kaybolarak nur olan, ışık olan insanın birkaç saniyede gökleri dolaşmasının mümkün olabileceği kabul edilir. Muhakkak ki doğrusunu Cenab’ı Allah bilir. (Bkz.Prof.Dr. Süleyman Ateş, Çağdaş Tefsir Cilt 9 s.101)
Medine’nin İslâm’a Girişi
Hz.Peygamber Hac mevsiminde Kâbe’yi ve etrafında ki putları ziyarete gelen putperest Arap kabilelerine Kur’an’dan ayetler okuyarak onları İslâm’a davet ederdi. Böyle bir zamanda Medine’den gelen bir gurup onunla görüşmüş Kur’an’dan etkilenerek Müslüman olmuşlardı. 620 yılında gerçekleşen bu olayda İslâm’a giren bu altı kişiye Medineli İlk Müslümanlar denir. Onlar Medine’ye döndükten sonra orada Müslümanlığı yaymaya başladılar. Bir yıl sonra Hac mevsiminde Medine’den gelenlerin sayısı iki katına çıktı ve hepsi de Müslüman oldular. Medine’ye giderlerken Allah’ın Elçisi yanlarına Umey oğlu Mu’sab’ı vermiş, onlara Kur’an’ı Kerim’i öğretmesi için görevlendirmişti. Bunun neticesinde Medine’de Müslümanlar’ın sayısı hızla çoğalmaya başladı. İki kabile başkanının da İslâm’a girişiyle, Medine’de ki Arapların pek azı hariç hepsi Müslüman olmuştu.
Ertesi sene yani Peygamberliğin 12.yılında Medine’den Kâbe’ye bir kısım Müslümanlar gelmişti. Allah’ın Elçisi ile Medineliler bir gece, Mekke’nin Akabe tepesinde gizlice buluştular. Medine’liler ısrarla Hz.Peygamber’lerini memleketlerine davet ettiler, başlarına geçmesini Allah’ın ve Elçisi’nin yolunda gerekirse canlarını bile seve seve vereceklerine ant içtiler. Azgın ve sapık Mekke müşriklerinin Müslümanlara karşı yaptıkları kötülükler bardağı taşırmış, yeni insanlara ve yeni ortama ihtiyaç çok büyümüştü. Hz.Muhammed beklemekte olduğu bu teklifi hemen kabul ederek o da ant içti. Bu önemli toplantı ile Müslümanların Medine’ye hicret etmesi de kararlaştırıldı.
MEDİNE DEVRİ
Müslümanların göç etmesi ile ilgili buyruk İsra Suresi’nin 80. ayeti ile gelmişti : «Şöyle yakar : RAB’bim, beni gireceğim yere (Medine’ye) doğrulukla, çıkacağım yerden (Mekke’den) de doğrulukla çıkar. Bana katından düşmanlarımla başa çıkacak yardımcı bir kuvvet ver.»
Medine’ye Hicret
Müslümanlar; Hz.Peygamber’in izni ile 622 senesi ve Peygamberliğin de 12. yılında Medine’ye hicret etmeye başladılar. Bütün maddî varlıklarını Mekke’de bırakarak, Allah ve Elçisi için guruplar halinde gizlice şehri terk ediyorlardı. Medine’ye geldiklerinde de civar köylere yerleştiler.
Mekke‘de hicretleri engellenmiş olanların dışında yalnızca Hz. Muhammed kalmış, o da Hz. Ebu Bekir ve Hz.Ali’yi yanında alıkoymuştu. Müslümanların bir güç olarak Medine’de toplanması müşrikleri fevkalâde endişelendirmişti. Ebu Cehil, Ebu Süfyan gibi şehrin ileri gelenleri toplanarak Hz.Peygamber’i yok etmek için öldürme kararı aldılar. Ancak bu gelişmeyi melek Cebrâil Allah’ın Elçisi’ne haber vermişti. Enfal 8/30: «İnkâr edenler seni hapsetmek, yahut öldürmek, ya da yurdundan çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarken, Allah da onlara tuzak kurdu…»
Cebrâil’in uyarısı üzerine Hz.Muhammed, arkadaşı Ebu Bekir ile geceleyin Mekke’yi terk etti. Mekke putperestleri eve saldırdıkları zaman Allah’ın Elçisi’nin yatağında yatmakta olan yeğeni Hz. Ali ile karşılaşmış, şaşkına dönmüşlerdi. Böylece müşriklerin insanlık dışı kararı boşa çıkmıştı.
Deve sırtında tehlikeli geçen uzun bir yolculuktan sonra Medine’nin Kubâ köyüne geldiler. Medineliler’in Hz.Peygamber’i karşılamaları çok candan ve içten olmuş, büyük küçük herkes yollara dökülmüştü. Allah’ın Elçisi’ni bütün halk misafir etmek istiyordu. O da kimseyi incitmemek için devesinin oturduğu yerin en yakınında ki evde kalacağını söylemiş ve Ebu Eyyûb Halit’in evinde Mescid-i Nebî’nin inşaatının bitimine kadar, 7 ay misafir olmuştu.
Mescid-i Nebî ve Devlet Binası
Hz.Muhammed, büyük sıkıntılardan sonra bir vatana ve bir de Müslüman halkına sahip olmuştu. Toplumun ibadet yeri ihtiyacı çok büyüktü. İlk mescit Kubâ’da yapılmıştı, ama Medine’de mescit yoktu. İnşaata hemen başlandı. Hz.Muhammed, mescidin yapılmasında bir işçi gibi çalışıyordu. Duvarlar kerpiçten, direkleri hurma ağacındandı. Çatısı da hurma dallarıyla kaplandı, zemin topraktı. Mescidin bir duvarına bitişik olarak Allah’ın Elçisi’nin ve ailesinin oturması için küçük odalar ilâve edildi.
Mescidin başka bir duvarına yine bitişik olarak, üstü hurma dallarıyla örtülü bir gölgelik (çardak) yapıldı. Burası çok fakir Müslümanların içinde kalabilecekleri bir mahaldi. Onları bizzat Hz. Peygamber eğitiyor, Mescit de dershane görevi görüyordu. Masraflarını ashabın zenginleri karşılıyor, yapılan yardımların hepsini onlara veriyordu. Her akşam bir bölümünü kendi sofrasında misafir eder, diğerlerini de ashab arasında dağıtırdı. Böylece fakir, zengin tüm Müslümanlar arasında tam bir eşitlik ve kardeşlik sağlanmıştı.
Mescid, halkın ibadet ihtiyacını karşıladığı gibi, kurulmakta olan İslâm Devleti de ayni binadan idare edilmekteydi. Toplumu teşkilatlandırmak, komşu ülkeler ile ilişkileri sağlamak va asıl temel hedef olan İslâm’ı yaymak için güçlü bir devlete ihtiyaç vardı.
Ensar ve Muhacir Kardeşliği
Mekke’li Müslümanlar; Allah’ın ve Hz.Peygamber’in rıza ve sevgisini her şeyin üstünde tutmuşlar, mallarını mülklerini bırakarak Medine’ye hicret etmişlerdi. Onlara Muhacir, Medine’li Müslümanlara da Ensar deniyordu. Muhacirler, olanaklarını Mekke’de bıraktıklarından bazı imkânlardan yoksun kalmışlardı. Her nekadar Medinelileri; fevkalâde misafirperver buluyor, fakat onlara bağımlı oldukları için de üzülüyorlardı. İşte bu sırada Haşr 59/9 ayeti inmişti : «Muhacirlerden önce Medine’yi yurt ve iman ocağı kabul edenler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin hırsından korunursa, işte kurtuluşa erenler onlardır.» Ensar; yiyeceklerini muhacirlerle paylaşıyor, ayni iman bütünlüğü içinde birbirlerine sevgi ve saygı gösteriyorlardı. Daha sonra bu yakınlık, bir ayet ile kardeşliğe dönüşerek bütün topluma yayıldı. Hucurat 49/10: « Müslümanlar ancak kardeştirler…»
Bunun üzerine Hz.Muhammed muhacirlerle ensarı topladı, onları iki iki ayırarak kardeş ilân etti. Birlikte çalışıyor, yetiştirdikleri mahsulü de bölüşüyorlardı. Cins, ırk, renk, zengin, fakir ayırımı olmadan bütün insanlar eşit ve kardeşti. Allah’ın Elçisi’nin önderliğinde birleşmişler. Sevgi, saygı ve hoşgörü ile birbirlerine bağlanmışlardı. Kazandıkları yüksek ahlâk, onları dün yanın en medeni ve huzurlu örnek bir toplumu haline getirmişti. Tevbe 9 / 100 : «İyilik yarışında öne geçen muhacir ve ensar ile, bu güzel amelde onlara uyanlardan Allah razı olduğu gibi, onlar da Allah’tan razı olmuştur. Allah onlara…cennetler hazırlamıştır.»
Hz.Peygamber’in Çok Evlilik Sebepleri
[LÜTFEN DİKKAT!!! 1)HZ. MUHAMMED’İN ÇOKEŞLİLİĞİ İLE İLGİLİ BİLGİLER RİVAYETLERE (HADİS VE SİYER) DAYANIR. BU KONUDA ELİMİZDE KESİN BİLGİ YOKTUR. 2) HZ. MUHAMMED’İN ÇOKEŞLİLİĞİ, İLAHİ KİTAPTA MÜSLÜMANLAR İÇİN ÖRNEK BİR KONU OLARAK GÖSTERİLMEMİŞTİR. 3) HZ. MUHAMMED’İN ÇOKEŞLİLİĞİ BİREYSEL BİR TERCİHTİR; ONUN BU TERCİHİ, ONUN DÜŞMANLARI TARAFINDAN KINANMADIĞI GİBİ ALLAH TARAFINDAN DA KINANMAMIŞTIR. ALLAH BU TERCİHİNİ MÜSLÜMANLARA ÖRNEK OLARAK DA GÖSTERMEMİŞTİR. 3)ÇOKEŞLİLİK, ALLAH TARAFINDAN İDEALİZE EDİLMEMİŞTİR. TAM TERSİNE NİSA, 3’DE TEKEŞLİLİK İDEAL EVLİLİK OLARAK ÖĞÜTLENMİŞTİR. 4)ÖYLEYSE BİLİNMELİDİR Kİ HZ. MUHAMMED’İN ÇOKEŞLİLİĞİ; TARİHSEL, SOSYO-KÜLTÜREL VE KONJONKTÜREL BİR DURUMDUR. NİTEKİM 100 YIL, 300 YIL, 500 YIL VEYA 1000 YIL GERİ GİDİLDİĞİ ZAMAN BÖYLESİ EVLİLİKLERİN AHLAKİ BİR SORUN OLMADIĞI GÖRÜLÜR. ErdemYoluSitesi]
Allah’ın Elçisi, Hz.Hatice ile evlenerek tek evlilik yapmış, 6 çocukları olmuş, 25 yıllık mutlu bir beraberlikten sonra sevgili eşini kaybetmişti. Sağlığı ve gücü yerinde mutlak seçme hakkı olduğu halde, Hz.Hatice’nin üzerine ikinci bir eşi hiçbir zaman almamıştı. Ancak 53 yaş sonrası gibi ileri bir çağda, Yüce Allah’ın isteği(vahyi) doğrultusunda İslâm’ı yayma nedeni ile başka evlilikler yaptı.
Çok eşliliği Hz.Peygamber getirmemişti. Eski çağlarda Kur’an’ı Kerim’in inmeye başladığı devirlerde, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Arabistanda da birden fazla evlilik, çok yayılmış normal bir adetti. Kişilerin birçok eşleri olsa dahi evlilik bağı, o devrin insanları arasında bir akrabalık ve en etkili dostluk olarak algılanıyordu. İslâmiyet’in yayılması için bu desteklere büyük ihtiyaç vardı. Hz.Muhammed’in bu amaca uygun eşler alarak, yaşamında fedakârlık yapması gerekiyordu. Toplumlarda nüfusun yarısı kadın olduğuna göre, Kur’an’ı Kerim’i de onlara öğretecek hanımları seçmeliydi. 53 yaşından vefatı olan 63 yaşına kadar bir çoğu yaşlı ve çocuklu olan dul hanımlar ile evlendi. Böyle ileri bir çağda nefsinin hoşlandığı duygularının veya cinsel isteklerinin tatmini için eşler alsaydı; mutlaka genç, çekici ve güzel hanımları tercih ederdi. Bu evlilikler Din’in yayılmasında çok etkili olmuş, birçok düşman kabile böylece İslâmlaştırılmıştı.
Yüce Allah’ın buyruğu doğrultusunda Allah’ın Elçisi’nin yaptığı evliliklerin yöntemi, 4 başlık altında toplanmıştır.
1- İslâm uğruna çekilen sıkıntılara karşılık, onları ödüllendirme. Hz.Sevde örnek olarak verilebilir.
Hz.Sevde.
Hz.Peygamber’in 2. eşiydi. İlk iman eden Müslümanlardandı. Mekke’de ki müşriklerin Müslümanlara yaptıkları zulümlere dayanamayarak kocası ile Habeşistan’a sığındı. Orada eşi ölen Hz.Sevde tekrar Mekke’ye dönmek mecburiyetinde kaldı. Müslüman saflarında savaşırken 16 yaşında ki oğlunu da kaybetti. Allah’ın Elçisi, İslâmiyet uğruna çektiği bunca sıkıntılara karşılık onunla evlendi. Bu sırada o, bir kadın için geçkin bir çağ olan 50 yaşında bulunuyordu.
2 – Kocası savaşta şehit olan kimsesiz dul hanımları koruma altına alma. Örnek olarak Hz. Ümmü Seleme ve Hz. Zeynep verilebilir.
Hz.Ümmü Seleme.
Hz.Peygamber’in 5.eşiydi.Kocası Uhud savaşında şehit olunca 4 çocuğu ile dul kaldı. Allah’ın Elçisi kimsesiz kalan Hz.Ümmü Seleme ile evlenerek, onu ve çocuklarını koruması altına aldı. O; İslâm’ın azılı düşmanı, müşriklerin komutanı Halid’in de yakın akrabasıydı. Halid, bu evlilikten çok etkilendi ve iki yıl sonra İslâmiyet’e girdi.
Huzeyme kızı Hz.Zeynep
. Hz.Peygamber’in 8.eşiydi. İlk kocası Bedir savaşında, ikinci kocası da Uhud Savaşı’nda şehit oldu. Kimsesiz kalan Hz.Zeynep, Allah’ın Elçisi tarafından nikahlanarak koruma altına alındı.Ancak kendisi bu evlilikten üç ay sonra vefat etti.
3 – En yakın dostlarının kızları ile evlenerek aileyi onurlandırma. Hz.Âişe, Hz.Hafsa ve Cahş kızı Hz.Zeynep örnek olarak verilebilir.
Hz.Âişe.
Hz.Muhammed’in 3. eşi ve en yakın dostu birinci halife Ebu Bekir’in kızıydı. İyi bir terbiye ile yetişmiş çok zeki ve akıllı bir hanımdı. Allah’ın Elçisi, dostu Ebu Bekir Ailesi’ni şereflendirmek için daha çocuk yaşında iken Hz.Âişe ile nikahlandı, onu ancak büluğ çağında iken evine aldı. Peygamber eşi olarak birçok görevleri başarı ile yerine getiriyordu. Çok sayıda hadisin günümüze kadar gelmesine sebep oldu.
Hz.Hafsa.
Hz.Peygamber’in 4.eşi ve dostu ikinci halife Hz.Ömer’in kızıydı. Uhud savaşında kocası şehit olunca dul kaldı. Babası Hz.Ömer’in isteği ile kızını eş olarak almış ve böylece akrabalık bağı ile onları onurlandırmıştı.
Cahş kızı Hz.Zeynep.
Hz.Muhammed’in öz halasının güzelliği ile ünlü kızı ve 7. eşiydi. Arabistan’da azat edilen kölelere ikinci sınıf insan gözüyle bakılıyordu. İşte bu kötü geleneği silmek ve onların da diğer insanlara eşit olduğunu göstermek için Allah’ın Elçisi, azat ederek evlat edindiği eski kölesi Zeyd’i hala kızı Zeynep ile evlendirdi. Ancak eşler anlaşamıyor ve uyumsuzlukları devam ediyordu. Zeyd evliliği sona erdirince Hz.Zeynep’in gururu incinmiş ve çok üzülmüştü. Bir müddet sonra Hz.Peygamber’e Zeynep ile evlenmesi için vahy yoluyla emir (Ahzab 33/37) geldi. Böylece Zeynep koruma altına alınarak mutsuzluğuna son verilmiş ve hem de Arap geleneğine göre : «Evlatlığın boşadığı kadını onun babalığı alamaz.» adeti de sona ermişti.
4 – Düşman kabilelerden kadın alarak İslâmiyet’e kazandırma. Örnek olarak Hz.Cüveriye, Hz.Ümmü Habibe, Hz.Safiyye, Mısırlı Hz.Mariye ve son eşi Hz.Meymune verilebilir.
Hz.Cüveriye.
Düşman Mustalik Kabilesi reisinin dul kızı ve Hz.Peygamber’in 6. eşiydi. Kocası Müslümanlarla yaptığı savaşta vefat etmişti. Esir düşen Hz. Cevriye cariye olacağı yerde, Allah’ın Elçisi’nin eşi olmuştu. Bu evlilikle akrabalık bağı oluştuğundan, düşman kabilesi mensupları da İslâmiyet saflarına geçmekte gecikmemişlerdi.
Hz.Ümmü Habibe.
Mekke putperestlerinin lideri, Hz. Muhammed(s.a.s.)’in baş düşmanı Ebu Süfyan’ın kızı ve 9. eşiydi. Babasına rağmen kocası ile Müslüman olmuş ve Habeşistan’a hicret etmişti.Orada bir çocuğu olmuş, kocasını da kaybetmişti. Hz.Ümmü Habibe, içtenlikle İslâm’a sadık kalmış ve babasının lideri olduğu Mekke şehri’ne geri dönmemişti. İşte bu vefanın karşılığı olarak Allah’ın Elçisi, Habeşistan’ın Hırstiyan olan dost kralı Necasî’yi vekil yaparak Ümmü Habibe’yi nikahladı. Bu evlilikten önce şu ayet inmişti. Müntehine 60/7 : «Allah sizinle düşman olduklarınız arasında dostluk ve sevgi meydana getirmesi mümkündür.» Bu evlilik sonrası baba Ebu Süfyan’ın düşmanlığı azalmış, Mekke’nin fethinden sonra o da Müslüman olmuştu.
Hz.Safiyye.
Hayber’li Yahudi kızı ve Hz.Peygamber’in 10. eşiydi. Müslümanlar veYahudiler arasında geçen Hayber Savaşı’nda kocası ölmüş, kendisi de esir düşmüştü. Allah’ın Elçisi’nin : «Kendi dininde kal seni memleketine göndereyim, eğer istersen İslâmiyet’i kabul et, seninle evleneyim.» teklifine hemen olumlu cevap verdi. Bu evlilik; savaşta mağlup olan Yahudiler arasında etkisini göstermiş, bazılarının İslâm’a girmesine sebep olmuştu.
Mısırlı Hz.Mâriye.
Hz.Muhammed’in 11.eşiydi. Mısır kralı Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderildi. Allah’ın Elçisi’de onu cariye değil, eş olarak kabul etti ve nikâhladı. Bu evlilik Mısır Halkı’nın İslâmiyet’e sıcak bakmasında çok etkili olmuştu.
Hz.Meymûne.
Hz.Peygamber’in son ve 12.eşiydi. Allah’ın Elçisi, putperest Mekke’liler ile münasebetlerde düşmanlığın ortadan kalkmasını istiyordu. Mekke’li dul bir hanım olan Hz. Meymûne’nin muhtelif kabilelerin hatırlı kişileri ile evli 8 kızkardeşi bulunuyordu. Bunların kocaları Mekke’de sözü geçen hatırlı kişilerdi. Bu evlilik, Mekke’liler ile gerginliğin azalmasına sebep olmuştu.
Eşlere Ahiret Ödülü
Hz.Peygamber’in eşlerinin yaşadığı mahaller, dünya nimetleri ile değil, mahrumiyet ve sıkıntılarla doluydu. Oturdukları yer bir saray değildi. Yaşadıkları evleri Mescid duvarına dayalı küçücük odalardan ibaretti. Duvarlar kerpiçten, tavan hurma ağacı ve yapraklarından yapılmış, yağmurdan korunmak için tavanın üzerine kilim serilmişti, yeri ise topraktı. Hz.Muhammed sahip olduğu nimetleri toplumuna dağıtıyor; kendisine, eşlerine ve çocuklarına az pay ayırdığından, ashabından daha fakir bir hayat yaşıyordu. Bu fedakarlıkları Allah’ın Elçisi ile birlikte bütün aile bireyleri göğüslemekteydi. Çoğu bolluk ve varlıklı bir yaşam içinden gelen eşler, yoksulluktan zaman zaman şikayetçi olmuşlarsa da, ilâhî görevini eksiksiz yapan Hz.Peygamber tavrını hiç değiştirmemişti.
Yüce Allah, Peygamber Hanımları’na şöyle uyarıda bulundu. Ahzab 33 / 28,29 : « Ey Peygamber! Eşlerine söyle: Eğer siz, dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedelinizi vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz; Allah’ı, Elçisi’ni ve ahiret yurdunu istiyorsanız, biliniz ki Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir ödül hazırlamıştır.» Eşlerin hiçbiri ayrılmayı kabul etmemiş, Hz.Peygamber’i ve ahiret hayatını içtenlikle tercih etmişlerdi. Birer kat elbiseleri ve toprak zeminli odaları içinde, Yüce Yaratıcı’nın sevgili Elçisi’ne ve insanların kurtuluşunu sağlayan İslâmiyet’e hizmet etmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Onlar sıradan bir kadın değil, Hz.Peygamber’in eşi ve müminlerin de anneleri idi. Ahzab 33/32: «Ey Peygamber Hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz…» Ahzab 33/6: «…Peygamberin eşleri müminlerin anneleridir…»
Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları
İslâmiyet’in temel prensibi barış içinde yaşamayı esas almaktır. İslâm kelimesinin anlamı da barış, güven ve huzur demektir. Ancak savaş, saldırı durumlarında zalimlere karşı yapılmalıdır. 13 yıl süren Mekke Devri’nde Müslümanlar çok zulüm görmüşler, ülkelerinden çıkarılmışlardı. Bütün bu haksızlığa rağmen onlara sabırlı olmaları, Allah’ın Dini’ni güzellikle yaymaları emredildi. Çok eziyet ve işkence görmelerine rağmen, ancak Medine’ye hicretten sonra savaş izni çıkmıştı. Hac 22/39,40: «Zülüm ve haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan müminlere savaş izni verildi. Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter. Onlar, RAB’bimiz Allah’tır, dediler diye haksız yere yurtlarından (Mekke’den) çıkarıldılar.»
Bedir Savaşı.
Mekke putperestleri; 624 yılında Medine’ye hicret eden Müslümanları yok etmek için, 1000 kişilik bir ordu ile hareket ettiler. Müslüman kuvvetleri ise 300 kişiden ibaret ve savaş aletleri de yeterli değildi. Bu savaşta ayni kabilenin insanları baba, oğul ve kardeş birbirleriyle savaşacaktı. Örneğin Hz.Muhammed(s.a.s.)’ın amcası Hz.Hamza Müslümanlarla beraberdi, diğer amcası Abbas ise karşı taraftaydı. Cenab’ı Allah, Elçisi’ne savaşı kazanma müjdesini daha önceden vermişti. Kamer 54/45: «O topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.»
Savaş Bedir mevkiinde başladı. Bir avuç Müslüman, tam silahlı putperest kuvvetleriyle karşı karşıya geldiler. Hz.Peygamber ellerini havaya kaldırarak Yüce Allah’a yakarıp dua etti. Savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Allah’ın lütfuyla müşrikler yenilgiye uğratılmış, geride birçok ölü ve esir bırakmışlardı. Komutanları Ebu Cehil ölüler arasındaydı. Enfal 8/17: «Siz öldürmediniz onları, Allah öldürdü onları. Attığın zaman sen atmadın, Allah attı. İnananları kendisinden güzel bir imtihanla denemek için yaptı bunu. Allah; işitendir, bilendir.»
Uhud Savaşı.
Mekke müşrikleri Bedir Savaşı yenilgisini unutamamışlar, Medine’yi basıp Hz. Muhammed ve beraberindekileri yok etmeyi planlıyorlardı. Bedir Savaşı’ndan bir yıl sonra, Ebu Süfyan komutasında üç bin kişilik güçlü bir orduyla Medine’ye yürüdüler. Allah’ın Elçisi’nin kuvvetleri, onların dörtte biri kadardı.Savaş, Medine yakınlarında ki Uhud Dağı eteklerinde başladı. Başlangıçta müşrikleri bozguna uğrattılar. Kaçan ve bozguna uğramış Mekke’lileri takip etmek yerine, ganimet toplamaya başlamışlar ve okçuları da görev yerlerini terketmişlerdi. Toparlanan düşmanın saldırısıyla mağlup duruma düştüler. Müslümanlar hafif yaralı olan Hz. Peygamber’in etrafında toplandıktan sonra, direnmeleri ile putperestlerin saldırılarını durdurmuşlardı. Bu savaşta bazı kayıplar verildi. Allah’ın Elçisi’nin amcası Hz.Hamza bu savaşta şehit düşmüştü.
Üstünlük müşriklerde olmasına rağmen, Allah’ın kalplerine korku salmasıyla savaşa devam etmemişler, tek bir esir bile almadan Mekke’ye geri dönmüşlerdi. Yüce Allah bu olaydan sonra Elçisi’ni şöyle teselli ediyordu. Ali İmran 3/139: «Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanıyorsanız üstün gelen sizsiniz.»
Hendek Savaşı.
Medine’yi savunmak için etrafına hendek kazıldığından bu savaşa Hendek Savaşı denmiştir. Hz. Muhammed ve Müslümanları ortadan kaldırmayı gaye edinen Mekke müşrikleri, büyük bir güç toplayarak son zaferlerini kazanmayı hedefliyordu, 4 bin kişilik kuvvet oluşturdular ve komşu Bedevi kabilelerin birleşmesiyle bu ordu 12 bin kişiye ulaştı. Bu tarihe kadar böyle bir kuvvet görülmemişti. Hz. Peygamber bu durumu öğrenince, ashabını toplayarak alınacak önlemi kararlaştırdılar ve Medine’nin çevresine derin bir hendek kazmaya başladılar. Allah’ın Elçisi de bizzat çalışıyor, etrafına gayret veriyordu.
Müşrikler büyük güçleriyle 627 yılında Medine’ye geldiklerinde hendeği görünce şaşırdılarsa da şehri kuşattılar. Savaş karşılıklı ok atımıyla başladı. Günler, haftalar geçmesine rağmen kuşatma devam etti. Müslümanlar için zor günler başlamıştı, yiyecek ve su sıkıntısı çekiliyordu. Medine’de birlikte yaşadıkları Beni Kurayza Yahudileri de aralarında ki anlaşmayı bozarak müşriklerle işbirliği yapınca, Hz. Peygamber çok rahatsız oldu. Yüce Allah’a dua ediyor ve yakarışta bulunuyordu. Çok geçmeden üzüntüsü sevince döndü. Ahzab 33/9 : «Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Üstünüze ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgar ve sizin göremediğiniz ordular (melekler) göndermiştik…» O akşam esmeye başlayan fırtına ordugahlarını altüst etti, çadırları söktü, atlar, develer dağıldı, hepsi paniğe kapıldılar. İçlerini korku kaplamış, maneviyatları bozulmuştu. Bir ay süren kuşatmanın henüz neticesini de alamamışlar, Mekke’ye dönmekten başka seçenekleri kalmamıştı. Ahzab 33/25: «Allah inkar edenleri, hiçbir zafer elde edemeden kinleriyle geri çevirdi. İnananlara savaşta Allah’ın yardımı yetti. Allah yegane kuvvetli ve galip olandır.»
Mekke Müşrikleriyle Barış Anlaşması
Mekkeli Müslümanlar; Kâbe’yi, doğup büyüdüklere yeri çok özlemişlerdi. Hicret edeli 6 yıl gibi uzun bir zaman geçmişti. Mekke’li müşrikler ise, onları ve Hz. Muhammed’i yok etmek için Bedir, Uhud ve Hendek Savaşlarını yapmışlar, fakat hedeflerine ulaşamamışlardı.
Medine dışında birçok putperest Arab kabilesi yaşıyordu. Bunlar Müslümanlığın ne olduğunu bilmiyorlardı. Eğer Mekke’lilerile sulh anlaşması yapılırsa, İslâmiyet bu kabilelere rahatlıkla tebliğ edilebilirdi.
Hz. Muhammed 628 yılında ashabından 1400 kişi ile Kâbe’ye gitmek üzere yola çıktı. Sulh için gittiklerinden yanlarına silah almamışlar, savaş yapılması yasak olan Zilkade ayını seçmişlerdi. Hudeybiye’ye kadar ilerleyerek orada konakladılar. Müşrikler Hz. Muhammed’in Mekke’ye geleceğini öğrenince telaşlanıp, savaş hazırlığına girdiler.
Barış görüşmelerinde ilk elçi müşriklerden gelmiş; teklif edilen ağır şartlar hemen geri çevrilmişti. Bu defa Allah’ın Elçisi, ashabından Hz.Osman’ı Mekke’ye gönderdi. Müşrikler gelen teklifi kabul etmedikleri gibi Hz.Osman’ı hapsettiler. Hz. Peygamber bu tutuma çok üzülmüş ve hemen savaş hazırlığını başlamıştı. Kararlı tutum karşısında müşrikler anlaşmaya yanaştılar ve yapılan bu barışa da Hudeybiye Barışı ismi verildi. Anlaşma gereği bir yıl sonra Kâbe’ye ziyaret yapılacağından Hz. Muhammed ve beraberindekiler Medine’ye geri döndüler. Bu sırada da Fetih Suresi inmişti. 48/1: « Ey Muhammed, Biz sana apaçık bir zafer sağladık. »
Hudeybiye Barışı, Müslümanların aleyhinde gibi görünmesine rağmen, aslında bir zaferdi. Allah’ın Elçisi İslâm’ı Arab kabilelerine rahatça yayıyordu. Bu tarihten Mekke’nin fethine kadar Müslüman olanlar, bugüne kadar girenleri birkaç defa katlamıştı.
Hudeybiye Anlaşması iki yıl sonra müşrikler tarafından bozulunca, Mekke fethinin zamanı da gelmiş oluyordu.
Mekke’nin Fethi
Hudeybiye Anlaşması’nı bozan Mekke müşrikleri pişmanlık duymuşlar, tekrar geçerli kılınmasını temin etmek için, liderleri Ebu Süfyan’ı Medine’ye gönderdiler. Mekke’de her sözü yerine getirilen Ebu Süfyan’a, Hz. Muhammed’in eşi olan kızı Ümmü Gülsüm dahi gerekli alakayı göstermemiş, Müslümanlarla anlaşmayı yapamadan geri dönmüştü.
Hz. Peygamber Mekke seferi için ashabına hazırlık yapılması için emir vermiş, Allah’ın Evi Kâbe’nin putlardan temizleme zamanı gelmişti. Savaş olmasını istemediğinden fethin gizli yapılması için gerekli tedbirleri aldırıyordu. Mekke ile Medine arasında ki yollar kesilmiş, müşriklerin fetih ile ilgili bir duyum alması da önlenmişti. Seferden müşriklerin haberi olmayınca savunma için silahlanmayacaklar, böylece kan da dökülmeyecekti. Allah Elçisi, İslâm’a giren bütün Arab kabilelerine haber salarak Medine’de toplanmalarını istedi.
Sefere, 630 yılında 12 bin kişilik güçlü bir ordu ili çıkıldı ve Mekke yakınlarında konaklandı. Gece yakılan ateşin büyüklüğü Mekke’lileri çok korkutmuştu. Müşrikler, durumun ne olduğunu öğrenmek için liderleri Ebu Süfyan’ı gönderdiler. O; anlaşma teklifi yerine, Allah’ın Elçisi ve ordusunun ihtişamı karşısında hemen Müslüman olmayı tercih etti. Hz. Peygamber; karşı konulmamasını, bütün Mekke’lilerin bağışlanacağını halka ilân etmesi için, onu elçi olarak Mekke’ye geri gönderdi. Bu teklife müşriklerin büyük bir bölümü sessiz kaldı. Ordu Mekke’ye girerken bir olay hariç, karşı koyan olmamıştı. Yüce Allah’ın yardımı ve lütfu ile Mekke şehri nihayet fethedilmişti.
Kâbe‘nin içinde ve etrafında üçyüzden fazla put vardı. Hz. Peygamber bütün putları parçalatarak imha ettirdi. Sonra etrafında endişe ve korku ile bekleyen Mekke halkına hitap ederek etkili bir konuşma yaptı ve onlara Yusuf Sure’sinin 92. ayetini okudu : «Bugün size geçmişten dolayı azarlama yok diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbessiniz.»
Öğleyin namaz vakti geldiğinde Habeşi Bilâl Kâbe’nin üstüne çıktı. Gür ve güzel sesiyle okuduğu ezan, Mekke şehri’nde yankılanıyordu. Allah’ın Elçisi öğle namazını onbini geçen muhteşem topluluğa kıldırdı. Öğleden sonra bütün Mekke halkı el ele tutuşarak Hz. Peygamber’e biat etmiş, Müslüman olmuşlardı.
Arabistan’ın Tümü Müslüman Oluyor
İslâm’a girmemiş bütün Arab kabileleri, Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye gelerek Hz. Muhammed’e biat ettiler. Arabistanda Müslüman olmayan hiçbir kabile kalmamıştı. Yalnızca küçük Hıristiyan ve Yahudi toplulukları vardı. Allah’ın Elçisi; kitapları olduğu ve tek Allah’a inandıkları için onları İslâm’a girmelerine mecbur etmemiş, kendi dinlerinde kalmalarını sağlanmıştı. Ankebut 29/46: «…Kitap sahiplerine şöyle deyin: Biz, bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim Tanrı’mız da, sizin Tanrınız da birdir ve biz O’na teslim olmuş kişileriz. » yalnızca cizye (vergi) alarak onları koruması altına aldı. Kur’an’ı Kerim, insanların Allah’ın Dini’ne yönelişlerini şöyle anlatıyordu. Nasır 110/1,3 : «Ey Muhammed! Allah’ın yardımı ve fetih günü gelip, insanların akın akın Allah’ın Dini’ne girdiklerini görünce, hemen RAB’bini hamd ile tespit et. şüphesiz O, tövbeleri kabul edendir.»
İslâm Bütün Dinlere Üstün Kılındı
«Allah, Elçisini hidayet ve hak dinle gönderdi ki, o Dini bütün dinlere üstün kılsın. Tanık olarak Allah yeter.» Fetih 48/28. Bu ayet ile Hz. Peygamber’in getirdiği Kur’an’ı Kerim’in zafere ulaşacağı, bütün dinlere üstün geleceği açıklanmaktadır. Müşrikler istemese de, Kur’an’ı uydurma saysalar da Hz. Muhammed’in gerçek peygamber ve Kur’an’ın da Allah sözü olduğu ve bütün dinlerden üstün kılındığı, daha önce inen Saf Suresi 9, ve Tevbe 33 ayeti ile de vurgulanmıştı.
Sizinle Bir Daha Beraber Olamayacağım
«…Bu gün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım. Din olarak, size İslâm’ı seçtim…» Maide 5 / 3. Dini hükümlerin tamamlandığını bildiren bu son ayet; Hz.Muhammed’in hicretinin onuncu ve miladi 632 yılında Hac için gittiği Mekke’de söylediği Veda Hutbe’sinden hemen sonra inmişti. Ayette Yüce Allah İslâm Dini’ni tamamladığını bildiriyordu. Dinin tamamlanması; Hz. Muhammed‘in ilâhî görevinin sona ermesi ve vefatının da yaklaşması demekti. Allah’ın Elçisi son hutbesinde ashabına şöyle veda etmişti: «Belki burada sizinle bir daha beraber olamayacağım.»
Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed, bu hutbeden 82 gün sonra 63 yaşında iken vefat etti. O da her peygamber gibi Allah’ın yüce makamına (melekût alemine) yükseldi.
http://www.kurandasevgi.gen.tr/kkitaplar/bolum28/baslik3.htm
posted on Şubat 20th, 2013 at 10:48