Hayri Kırbaşoğlu İle Hadis Kritiği Üzerine
PROF. DR. HAYRİ KIRBAŞOĞLU İLE HADİS KRİTİĞİ ÜZERİNE
Dergimizin Lokal Etkinlikleri bağlamında 2 hafta arayla düzenlemiş olduğu konferans-seminer türü faaliyetlerin ikincisi 16 Aralık’ta gerçekleşti. Konuğumuz, Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu idi. Uzmanlık alanı hadis ve sünnet olan Kırbaşoğlu’ndan, düşüncelerini bizlerle paylaşmasını istedik, kendisi de bu yöndeki talebimizi geri çevirmedi ve “Hadis Kritiği Üzerine” başlıklı, dinleyicilerin de bir hayli müstefid olduğu bir konferans verdi.
Kırbaşoğlu, konuşmasına, Hadis Kritiği çalışmalarının, aslında din anlayışının irdelenmesi sürecinin bir alt-birimi olarak algılanması gerektiğini belirterek başladı ve bu yönde özellikle 19. Yüzyılda yoğunlaşan çabaların, bizatihi hadisin iç problemlerinden değil, aslında toplumsal ve kültürel değişmelerin dayatması sonucu ortaya çıktığını vurguladı. Bu dönemde Kur’an’dan ziyade hadis üzerindeki tartışmaların daha yoğun olarak görülmesinin nedeni üzerinde durulması gerektiğine dikkatleri çeken konuşmacı, cevap olarak da, meselenin, hadis konusunun doğasından kaynaklandığı şeklinde verdi. Kur’an alanında son dönemlerde, bütünlük merkezinde geliştirilen yöntemleri, bağlam-odaklı çalışmaları ve dilbilimsel ve hermenötik çabaları zikreden Kırbaşoğlu, bu çalışmaların Kur’an’ı anlama yönünde oldukça faydalı ve işlevsel olduğunun altını çizdi. Bu alanda en uç tartışmalardan biri olan edisyon-kritik konusunun dahi, aslında Kur’an’ı anlama konusunda işe yaradığını söyleyen konuşmacı, bu bağlamda Süleyman Ateş ve Muhammed Arkun’dan örnekler verdi ve bu yöndeki çalışmaları, Kur’an alanında sorunun çözümüne yönelik oldukça ileri çalışmalar yapıldığının örnekleri olarak gösterdi.
Ancak hadisler konusunun böyle olmadığını, tabir-i caizse, hadis alanının, “müslümanların yumuşak karnı” olduğunu söyleyen Kırbaşoğlu, kadın, siyaset teorisi, ulu’l-emre itaat, irtidad, zaninin cezalandırılması, kadının şahitliği, miras hukuku, kadercilik, şefaat vb. pek çok konuda hadislerden kaynaklanan sorunların müslümanların başını ağrıttığına işaret etti. Rivayetlerin, pek çok yanlış inancın, mezhepler-arası çatışmaların vs. kaynağı olduğuna dikkatleri çeken Kırbaşoğlu, nihayet bu sorunun, Kur’an’ın anlaşılmasını dahi engellediğini belirtti. Bu konuyu: “Bugün İslam düşüncesinin problemi olarak bilinen konularda, hangi taşın altını kaldırsak, mutlaka bir rivayet çıkıyor” şeklinde özetleyen konuşmacı, doğal olarak bu konunun İslam düşünürlerinin dikkatinden kaçmadığını ve hadis kritiği konusunda pek çok çalışmanın yapıldığını ifade etti. Fakat bu noktada bir hususun altının çizilmesi gerektiğine işaret eden Kırbaşoğlu, bu çalışmaları yapanların büyük çoğunluğunun hadisçi olmadığını, bu hususun da doğal karşılanması gerektiğini söyledi. Burada gerekçe açıktı: hadisçiler bu işi meslek edindikleri ve dolayısıyla İslam dünyasının en muhafazakar kesimleri oldukları için eleştirel yaklaşamıyorlardı, eleştirel yaklaşmak için ‘dışarıdan’ bir bakış açısına ihtiyaç vardı. Örnek olarak İkbal, Fazlurrahman, Ebu Reyye ve Kutub’u veren konuşmacı, hadisçi diye bilinen Mevdudi’nin dahi aslında bu konuda ciddi anlamda bir eleştirel tavrı olduğunu söyledi. Bu eleştirel tavrın yeni olmadığını ve ilk uygulayıcısının da aslında Hz. Aişe olduğunun altını çizen Kırbaşoğlu, bu bağlamda verdiği örneklerden birinde şunları söyledi: Mesela “üç şey namazı bozar: köpek, eşek ve kadın…” mealinde rivayet edilen sözü duyan Hz. Aişe, bunu rivayet eden Ebu Hüreyre’ye: “yazıklar olsun, bizi köpeklerle ve eşeklerle mi bir tutuyorsunuz” diyor. Ama Hz. Aişe’nin bu reddiyesine rağmen bu söz asırlardır Peygamberin sözü diye rivayet edilebiliyor. Bir başka örnek, Sünen-i Ebu Davud’ta: “veled-i zina üç kişinin en şerlisidir” hadisidir. Şimdi insan ister-istemez düşünüyor, “tamam zina yapan kadın ve erkek suçlu. İyi ama çocuğun suçu ne? Burada hiç suçu olmayan biri varsa o da çocuk olması lazım. İşte Hz. Aişe bunların hepsini ayıklamış. “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz. La teziru vaziretun vizre uhra (kimse kimsenin günahından sorumlu olmaz) ayetini hiç mi duymadınız. Anne-baba zina yaptıysa bunun günahını niye çocuğa yüklüyorsunuz?”. Hz. Aişe’nin bu yaklaşımının, İslam tarihinde egemen olamadığını ve bütün meselenin buradan çıktığını vurgulayan Kırbaşoğlu, tıkanıklığına örnek olarak da İbni Kuteybe’nin hadis kitabında yer alan ve 110 bahis altında toplanabilen hadisler etrafında o dönemde yapılan tartışmaların aynısının bugün de yürütülmesini verdi. Bu alandaki verimsizliğin nedenleri arasında, İslam tarihinde belirli bir dönem sonra ortaya çıkan düşünsel donukluğu, ilk hadis imamlarının karizmatik kişiliklerini ve hadis alanında yapılacak bir şey kalmamıştır anlayışının hakim olmasını zikreden Kırbaşoğlu, hadis kitaplarına bir süre sonra kudsiyet atfedildiğini ve çekirge istilasından kurtulmak için, donanmanın muzaffer olması için vs. Buhari hatimlerinin indirildiğini ve son olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında Buhari hatminin yapıldığını anlattı. Bu noktadaki aşırılığı da şu ilginç örnekle gösterdi: “Buhari’nin hadis kitabına Buhari-i Şerif adı verilmiş ve hatta Kur’an-ı Kerim’in hatminin adabına dair kitap arasanız belki zor bulursunuz, ama Buhari-i Şerif hatminin adabına dair kitaplar yazılabilmiş.” Hadisler konusundaki durağan yaklaşımın çok isim yapmış alimler tarafından dahi eleştirilmediğini ve bu bağlamda İbni Haldun gibi bir ilim adamının dahi: “isnad konusunda yapacak fazla bir şey kalmamıştır” dediğini nakleden Kırbaşoğlu, bugünkü olumsuz tablonun kökeninde bu tür anlayışların yattığını vurguladı. Bugün hadisler konusunda tam bir fecaat yaşandığını da ifade eden konuşmacı, örnek olarak Ramuz’ül-Ehadis kitabını verdi. Konuşmacının bu bağlamda söyledikleri önemliydi: “Hikmet Zeyveli’nin hadislerin mesnedi ile ilgili olarak eleştirdiği bu kitapta başka bir fecaat vardı. Kitabın Arapça metninde, “bu hadis uydurmadır veya bunun isnadında şöyle bir isim var, bu adam yalancıdır” şeklinde ifadeler var. Bunların tamamı, bilerek kitaptan atılmıştır. Bir başka örnek de İmam-ı Gazali’nin İhya-u Ulum’id-din adlı eseridir. Bu eser de içindeki hadisler nedeniyle yoğun eleştiri almıştır. Mevcut Arapça nüshalarda, bu hadislerin durumuna dair İmam-ı Gazali’den sonra gelen alimlerin yaptığı tetkikat dipnotlara yerleştirilmiştir. Mesela Şafii alimlerden Subki, İhya’da yer alıp da başka hiçbir kaynakta yer almayan 937 hadisten bahsetmektedir. Daha sonra da pek çok alim benzer çalışmalar yapmışlar ve hiç bir kaynakta bulunmayan pek çok hadis bulunmuş. İhya’nın iki tercümesi var. Mesela diyor ki: “bunu Taberani rivayet etmiştir, uydurmadır” diye bir not var. “Taberani rivayet etmiştir” kısmı alınmış, “uydurmadır” kısmı kasıtlı olarak alınmamış.” Bu konuya başka bir örnek olarak Ahmet Hulusi’nin kitaplarını veren Kırbaşoğlu, bu kitaplarda yoğun bir biçimde rivayetlerin kullanıldığını ancak hiç birinde kaynakların zikredilmediğini ve bu durumun çok tehlikeli olduğunu; bu tür örnekler nedeniyle, piyasada pek çok uyduruk sözün hadis olarak dolaştığını söyledi. Halkta da kaynağı sorgulama bilinci olmadığı için, ortalığın çamura döndüğünü ifade eden Kırbaşoğlu, bu bağlamda “sanki bir ‘nereden buldun’ yasası çıkarmak gerekiyor” diyerek konunun önemini nükteli bir şekilde vurgulamış oldu. İlahiyat ve Diyanet çevrelerinde de fazla bir ciddiyetin olduğundan söz edilemeyeceğine dikkatleri çeken Kırbaşoğlu, Diyanet’te yapılan iki ‘alan çalışması’ndan bahsetti. Ankara’daki 25 merkez vaizinin vaazlarında geçen hadislerden kaçının uydurma olduğunu tespit etmeyi amaçlayan bu araştırmanın sonucuna göre, merkez vaizlerinin % 16 oranında uydurma hadis kullandıklarının tespit edildiğini söyleyen konuşmacı, bu oranın çok büyük olduğunu ve merkez vaizlerinin durumu bu ise, taşra vaizlerinde bu oranın çok daha yüksek çıkacağını söyledi. Yine Ankara ve Şırnak’taki İmamlar üzerinde yapılan bir başka araştırmada da, uydurma hadise ayet diyen imamdan, atasözüne hadis diyen hatiplere kadar pek çok örneğin bulunduğunu ve bu durumun, hadis alanındaki vehameti çok net bir biçimde kanıtladığını sözlerine ekledi… Bu ortamda, İslam’ı herkesin imreneceği bir din olarak sunmanın da zorlaştığını söyleyen Kırbaşoğlu, bu amaca ulaşmak için, İslam düşüncesinin en hayati alanlarından biri olan hadis kritiği alanında ciddi çalışmaların yapılmasının elzem olduğunu söyledi. Son olarak, kendisinin bu anlamda üzerine düşen görevi yapmaya çalıştığını ve bu konuda kişisel olarak müsterih olduğunu, yapmaya çalıştığı işin de ‘tarihe not düşmek’ olarak görülebileceğini söyleyen Kırbaşoğlu, bu konuda kısa sürede bir çözüme ulaşılamasa da, ileride ciddi anlamda sonuçlar alınacağına inandığını sözlerine ekledi.
Daha sonra Sorular bölümüne geçildi. Bu bölümde ilk soru, yaşayan sünnet, vahiy gayr-i metluv ve kudsi hadisler üzerine geldi. Konuşmacı, Sünnet kavramı konusunda şunları söyledi: “Sünnet konusunda ilk başvurulması gereken kaynak Kur’an’dır. Halbuki klasik anlayışta Sünnet denilince hadis kitapları akla geliyor. Benim kanaatime göre, bir insan Hz. Peygamberin tavrını öğrenmek istiyorsa önce Kur’an-ı Kerim’e başvurmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber, insanların Kur’an’daki prensipleri benimseyip hayatlarına geçirmelerini sağlamak için gönderilmiştir. Dolayısıyla kendisinin tebliğini yaptığı mesaja aykırı bir düşünce ve davranış sergilemesi mümkün değil. Dolayısıyla Kur’an ne diyorsa, Peygamber de o şekilde davranmıştır. Zihniyeti de ona göredir.” Bu bağlamda mesela Kur’an’dan cebriyeci bir anlayış çıkarmak mümkün olmadığı için, bu yöndeki hadislerin doğru olması mümkün değildir diyen Kırbaşoğlu, sadece Kur’an’dan yola çıkarak Hz. Peygamber’in hayatını yazmanın dahi mümkün olduğunu ve İzzet Derveze’nin bu konuda ciddi bir çaba gösterdiğini anlattı. Sonuç olarak da, gerek siyerin gerekse de sünnetin temel kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğunu sürekli vurgulamanın elzem olduğunu sözlerine ekledi. Yaşayan Sünnet ya da amel-i tevatür konusunda genel olarak bir ittifakın söz konusu olduğunu, ezan, bayram namazı, namazların eda ediliş biçimleri gibi konularda çok fazla bir problemin olmadığını söyleyen konuşmacı, asıl problemin rivayetlerden kaynaklandığının ve rivayetlerin ise ‘zanni’ olduğunun altını çizdi. Kırbaşoğlu bu bağlamda şunları söyledi: “Bir hadis için “sahihtir” dediğimiz zaman, bu, peygamberin sözü olma ihtimali olan bir sözdür anlamına gelir. Ama bu, peygamberin olmama ihtimali sıfır olmayan sözlerdir. Burada bir kanaat getiririz ve deriz ki, evet bu söz peygambere ait olabilir. Ama olmayabilir de. Yani %75 peygambere ait olma ihtimali varsa, %25 de olmama ihtimali var. Ancak tevatürde % 100 veya %90’lara varan kesinlik vardır. Yani şu anda hadis kitaplarındaki bütün hadisler ‘ahad’tır. Bunların hepsi, zann-ı galip ifade eder.” Buradan vahiy gayr-i metluv konusuna geçen Kırbaşoğlu, zann-ı galip ifade eden haberlere dayanarak, örneğin namazın şekli gibi konularda Peygamberimizin vahiyle yönlendirildiğini kesin olarak söylemenin mümkün olmadığını söyledi. Namaz, oruç, hacc, zekat gibi ibadetlerin İslam’dan önce de zaten var olduğuna dikkat çeken konuşmacı, bu bağlamda Ebu Süfyan’ın: “Muhammed’e şunu bunu yapamazsam, andolsun bir daha gusül etmeyeceğim” tarzındaki yeminini örnek gösterdi. Kur’an’ın: “oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” ayetinin ve Lokman (AS)’ın oğluna hitaben: “eğ oğul, namazını kıl” tavsiyesinin de aynı kanaati desteklediğini söyleyen Kırbaşoğlu, buna rağmen, yine de Hz. Peygamber’le Allahu Teala’nın özel bir iletişim içinde olabileceği ihtimalini de yadsımadığını, ancak buna vahiy gayr-i metluv demeyi uygun bulmadığını özellikle vurguladı. Bu bağlamda Kırbaşoğlu’nun şu sözleri dikkat çekiciydi: “şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Din olsun diye Allah’ın gönderdiği vahiylerin tamamı Kur’an’dadır. Onun dışındakiler Allah’la Peygamber arasında özel bir iletişimdir. Buna da bizim nüfuz etmemiz mümkün değildir. Onun için ben, ilk dönemlerde de mevcut olan: “Allah’ın gönderdiği vahiyler sadece Kur’an’dan ibarettir” diyen görüşün en salim görüş olduğu kanaatindeyim. Bu modern bir yaklaşım değildir. En erken dönemlerde de bunlar söylenmiş, fakat hasır altı edilmiş.”
Hadislerin bilgi değeri konusunda da görüşlerini açıklayan Kırbaşoğlu, Usulü Fıkıhçıların, Ehl-i Rey’in ve bilhassa Mutezile’nin eleştirel yaklaşımlarına dikkatleri çekerek, akaid alanında hadislerin delil olarak alınamayacağı noktasında bir ittifaka ulaşıldığını söyledi. Kırbaşoğlu’nun bu konudaki görüşleri şunlardı: “hadislere dayanarak, bir kimsenin imanına ve küfrüne hükmedilemez. Bir insan, şu anda elimizde bulunan hadis kitaplarındaki hadislerin tamamını inkar etse dinden çıkmaz.
Mesela sırat, kevser, şefaat vb. konulardaki hadisler meşhur hadislerdir; bunları inkar eden kafir olmaz denmiştir. Özellikle Mutezile ve Hanefiler bu konuda ısrarlıdır. Bence de doğru olan budur.” Hal böyle olunca, Kudsi hadislerin de aynı kapsama dahil edilebileceği sonucuna ulaşan konuşmacı, bu hadislerin ciddi bir bölümünün uydurma olduğunu, bazılarının Allah’ın sözü olarak geçmekle birlikte rivayetin yer aldığı aynı sayfada Peygamberin sözleri olarak da geçtiğini, bazılarının Tevrat veya İncil’de geçen sözler olduğunu söyledi. Bu bağlamda : “hangi ölçekle ölçersen sana da o ölçekle verilir ya da ne edersen bulursun” sözü bizim kaynaklarımızda Kudsi hadis olarak geçiyor, halbuki Tevrat’ta aynen var” diyen konuşmacı, bir başka örnek olarak da: ” Allah: ben açtım, bana yedirmedin, ben susuzdum bana içirmedin, ben çıplaktım beni giydirmedin diyecek. Bunun üzerine insanlar: Ya rabbi sen Rab’sın. Ne zaman aç kaldın da biz seni doyurmadık, ne zaman susuz kaldın da biz seni içirmedik… Onun üzerine Allah diyecek: Filan yerde bir kulum açtı, onu doyursaydınız Beni doyurmuş olurdunuz, onu giydirseydiniz Beni giydirmiş olurdunuz…” rivayetinin aynıyla İncil’de geçtiğini naklederek, Hz. Peygamberin bu tür haberleri nakletmesinin mümkün olabileceğini ve bunun adına hadis-i kutsi denilebileceğini anlattı. Bir başka ihtimal olarak da, Hz. Peygamberin Kur’an’dan aldığı ilhamla bazı sözler söyleyebileceğini ve bunları: “Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor” demiş olabileceğini ifade eden Kırbaşoğlu, bunun aslında Peygamberimizin Kur’an ayetlerini yorumlaması olarak değerlendirmek gerektiğini vurguladı. Kırbaşoğlu, Hadis-i Kudsilerin büyük bir bölümünün uydurma olduğuna dair ise Birru Mauna’de öldürülenler ile ilgili rivayeti örnek verdi. Bu olayla ilgili olarak zikredilen rivayette şehid olanların ağzından: “kavmimize bildirin, biz Rabbimize mülaki olduk, O bizden razı biz de O’ndan razıyız” şeklinde sadır olduğu iddia edilen sözlerin neshedilmiş bir ayet olduğu iddiasını reddeden konuşmacı: “nesh ahkam konularında söz konusu edilmiştir. Halbuki bu rivayette neshi gerektirecek bir şey yok” diyerek, bu hadisin uydurma olduğunu vurguladı. Bütün bu değerlendirmelerden sonra, hadis-i kutsi ve vahiy gayr-i metluv konularının Kur’an bütünlüğünü zedeleyici özellikleri olduğunu sözlerine ekleyen Kırbaşoğlu, bu kapının açılmaması gerektiğini de sözlerine ekledi.
Kur’an mealini sürekli ve dikkatli bir şekilde okuma konusundaki duyarlılığı müslüman kamuoyunca bilinen bir dinleyicinin konu ile ilgili görüşlerini paylaştığı bölümde, hadislerin tenkidi konusunun Kur’an’ın anlaşılması çabasının önüne geçirilmemesi gerektiği üzerinde duruldu. Dinleyici, Kur’an’ı anlamak için, daha önceki bütün kirliliklerden arınmak gerektiği noktasında ısrarcıydı ve bu işi, yemek yenmiş kabın temizlenmeden o kaba yeni yemek konulmayacağı meseli ile örneklendirdi. Hadislerle bu ölçüde uğraşmayı da gereksiz bulduğunu ifade eden dinleyici, onun yerine Kur’an’ı salim akılla defalarca okumanın daha faydalı olacağını sözlerine ekledi. Dinleyicinin, Türkiye’de bu güne kadar İslam konusunda çalışan ilahiyatçıların da çok fazla bir şey üretemediğini, 1952’den beri Kur’an konusunda çalışan meşhur bir ilahiyatçının bile yakaladığı hurafe sayısının 15’i geçmediğini söylemesi üzerine, dergimiz yayın kurulu üyelerinden birinin, dinleyiciye hitaben: “bunları dergide yayınlayacağız, ona göre” şeklindeki sözleri, kahkaha tufanı kopardı. Dinleyici ise ardından: “ben bile Kur’an okuyarak bir kaç tane hurafeyi kendi başıma yakaladım” dedi ve ardından Kırbaşoğlu hocaya hitaben: “senin bulduğun da zaten bir ikiyi geçmez” diyerek, ortamı daha da neşelendirdi. Kur’an’ı daha çok ve anlayarak okumanın gerekliliği konusunda herkes hemfikir olduğunu beyan ettikten sonra, Kırbaşoğlu, Kur’an konusunda çalışmak isteyenlerin bugün elinde pek çok imkan olduğunu ve Kur’an’ı okuyup anlama noktasında hala mazaret ileri sürenlerin bu mazeretlerinin artık geçerli sayılamayacağını söyledi. Konuşmasına, Kur’an’ı anlama konusundaki tartışmaları özetleyerek başlayan Kırbaşoğlu, dinleyicinin Kur’an konusundaki ısrarı üzerine, konuşmanın sonunda, bu kez, Kur’an’dan pratik modeller çıkarma konusunda yoğunlaştı ve bu bağlamda yapılmış somut çalışmalardan örnekler verdi. Kur’an’ın her konuda detayları vermeyeceğini, müslümanların Kur’an’dan ilham alarak pratik sorunlarını çözmeleri gerektiğini söyleyen konuşmacının son sözleri söyle idi: “Bugün müslümanları çok büyük bir görev bekliyor. Bugün İslam hukukun pek çok kaynağı sayılır. Halbuki bugün bir tek kaynak var, o da içtihadtır. İçtihad ise, Kur’an’dan ilham alan müslümanlarca yapılacak. Kur’an bir maymuncuk değildir ki, her şeyi çözsün. Müslümanlar, Hz. Ömer gibi Kur’an eğitiminden geçmeli ve hangi mesele ile karşılaşsa doğru çözümler üretebilmeli. Onun için, Kur’an’ın eşyaya, tabiata, tarihe bakışını almalı ve somut meselelere uygulamalıdır. Kur’an, insanın bakışını evrene çeviriyor. Evrene sadece çıplak gözle bakılmaz ki. Örneğin eski dönemlerde bir müslüman astronomun yanına bir fıkıh mollası geliyor ve istihza ederek: “ne yapıyorsunuz burada?” türünde bir şeyler söylüyor. O astronom çok güzel bir cevap veriyor mollaya: “biz” diyor, “burada Kur’an’ın “gökleri nasıl bina ettiğimize bakmıyorlar mı?” ayetini tefsir ediyoruz.” İşte eskiden müslümanlar Kur’an’ı böyle anladılar ve 1 asır geçmeden ilimde muazzam bir patlama gerçekleştirdiler. Yani şunu söylemek istiyorum. Kur’an bize bir enerji veriyor, biz onu kullanacağız ve sorunlarımıza çözüm bulacağız.” (http://eski.iktibas.info/dergi/2001/ocak/lokal.htm )