-
7th Aralık 2008

Muhammed Abduh

posted in MEZHEPLER-ANLAYIŞLAR |

MUHAMMED ABDUH

Muhammed Abduh b. Hasen Hayrillâh et-Türkmânî el-Mısrî (1849-1905)

Mısırlı İslâm düşünürü, yenilik hareketinin öncülerinden. 1265’te (1849) Mısır’ın Buhayre’ye (Bahîre) bağlı Mahalletünnasr köyünde doğ­du. Tanta civarına yerleşmiş Türkmen göçmenlerinden olan ailesi Mehmed Ali Paşa’nın baskılan yüzünden Nil nehri ci­varına taşınmıştı. Çiftçilikle uğraşan ba­basının ısrarla okumaya teşvik ettiği Muhammed Abduh, okuma yazmayı öğrenip hıfzını tamamladıktan sonra 1862’de tah­sil için Tanta’ya gönderildi. Burada med­rese öğrenimine başladı; ancak basmaka­lıp ders verme usulünden dolayı bir şey anlamadığını farkedince köyüne döndü. Okumak istemediğini söyleyip 1865’te ev­lendi. Fakat yine babasının ısrarı ile Tan­ta’ya döndü. Yolu üzerindeki Küneyse ka­sabasında babasının yakınlarından Şeyh Derviş Hızır’la görüşmesi ilim sevgisi açı­sından hayatında bir dönüm noktası teş­kil etti. Hâtıralarında yaşadığı bütün ma­nevî hazzı ve içindeki ilim aşkını bu zata borçlu olduğunu belirtir.

Tanta’da yoğun ders faaliyetine başla­yan Abduh meczup görünüşlü bir zatın sözünden esinlenerek ilim arayışı için Ka­hire’ye gitti. Ezher Medresesi’nde öğre­nim görmeye başladı, ayrıca yaz ayların­da memleketinde Şeyh Dervîş’le irtibatını devam ettirdi. Onun teşvikiyle, Ezher’de okutulmayan mantık ve matematik gibi dersleri veren hocalar aradı. İstediği nite­likte hoca bulamayınca kitapları kendi ba­şına okumaya karar verdi. O sırada Mı­sır’a gelen Cemâleddîn-i Efgânî’den 1871 yılından itibaren riyaziye, felsefe ve kelâm dersleri aldı. Aradığı her şeyi kendisinde bulduğunu söylediği Efgânî’nin yönlen­dirmesiyle sosyal ve siyasal konularla da İlgilenmeye, güncel meseleler üzerinde yazılar yazıp konuşmalar yapmaya baş­ladı. Daha öğrenciyken verdiği derslerde Mu’tezile’yi Eş’ari mezhebine tercih ettiği yolundaki suçlamalar yüzünden mezuni­yeti tehlikeye girdi ve imtihanda başarılı olmasına rağmen 1877’de orta derecey­le mezun olabildi.

Ertesi yıl Ezher’e hoca olarak tayin edi­len Muhammed Abduh, ayrıca Kahire Dâ-rülulûmu’nda tarih, Dârü’1-elsüni’l-Hidî-viyye’de Arap dili ve edebiyatı dersleri verdi. Hidiv İsmail Paşa’ya karşı destek­lediği Tevfik Paşa’nın yönetime gelmesi üzerine idarî reformlar yapmasını istedi. Fakat Tevfik Paşa başlangıçta gösterdiği yakınlığa rağmen Abduh’u köyünde ika­mete mecbur etti. Ancak Riyad Paşa’nın araya girmesiyle Kahire’ye dönebildi ve yeni çıkan el-Vekâyihı’l-Mışriyye’nin ya­zarlarından biri oldu. Bu arada kendisine bürokratların uygulamalarını ve mahke­me kararlarını inceleyip eleştirme yetkisi verildi. Ayrıca ülkedeki eğitim faaliyet­lerini denetlemek üzere kurulan yüksek meclise üye tayin edildi.

Urâbî Paşa’nın Hidiv İsmail Paşa ve İn­giliz sömürge yönetimine karşı başlattığı direniş hareketini desteklediği gerekçe­siyle 1882 yılında üç yıl sürgün cezasına çarptırılarak Beyrut’a gönderildi. Bura­da ders okuttu. 1883 sonlarında Efgânf -nin daveti üzerine Paris’e gitti ve onunla el-cUrvetü’l-vüşkâ dergisini çıkarmaya başladı. İngilizler’in Sudan ve Mısır’dan çekilmesini sağlamak için aralarında Mu­hammed Ahmed el-Mehdî ve İngiliz Sa­vunma bakanının bulunduğu bazı kişiler ve yöneticilerle görüşmeler yaptı. Dergi kapatılıp Avrupa’daki siyasî girişimleri ba­şarısızlıkla sonuçlanınca Abduh’un, Mısır ve İslâm dünyasının kısa vadeli gayretler­le kurtarılamayacağı yönündeki kanaati pekişti ve bu konuda Efgânî’den farklı bir yol izlemeye karar verdi. 1884 yılının son­larında Tunus’a, oradan Beyrut’a geçti. Daha çok eğitim, kültür ve düşünce konu­larına vurgu yapmaya ve dinler arası diya­log çalışmalarına önem vermeye başladı. Beyrut’taki evinde ve Mescidü’l-Ömerî’de siyer ve tefsir dersleri okuttu. Sultaniye Medresesi’ni ıslah edip orada hocalık yap­tı, bu arada telif çalışmalarına hız verdi. Beyrut’ta ikamet ederken eşi vefat edin­ce ikinci evliliğini yaptı. Mısır’daki dostla­rına mektup göndererek memleketine dönmenin yollarını aradı. Sa’d Zağlûl ve Ahmed Muhtar Paşa gibi şahsiyetlerin aracılığıyla ve siyasete bulaşmaması şar­tıyla affedildi.

1889’da Mısır’a dönen Muhammed Abduh siyasî faaliyetlerden ümidini ke­sip idarecilere karşı yumuşak bir tavır takındı ve Efgânî ile yaptığı iş birliğini azalttı. Önce taşrada, ardından merkez­de hâkimlik görevleri aldı. II. Abbas Hilmi hidiv olunca yönetimle arası düzeldi ve başta Ezher olmak üzere ülkedeki eğitim ve yargı kurumlarının yeniden yapılandı­rılması için üst makamları ikna etti. Ya­bancı hukuk kitaplarını okumak amacıyla Fransızca öğrendi. Yaz aylarında Fransa ve İsviçre’ye yaptığı kısa seyahatlerde Fransızca’sını ilerletti. 1895yılında kuru­lan Ezher İdare Meclisi’ne üye tayin edildi. Yaptığı teklifler ve hazırladığı program­lar yönetimin ilgisini çekti ve 1899’da Mı­sır müftülüğüne getirildi. Hayatının sonu­na kadar devam eden bu görevi sırasında bütün mesaisini ıslah çalışmalarına ayırdı. Şer’iyye mahkemeleri ve vakıfların idare­siyle ilgili yeni düzenlemeler yaptı. Mecli-sü’ş-şûra’1-kavânîn üyeliğinin yanı sıra el-Cem’iyyetü’I-hayriyye ile Cem’iyyetü ih-yâİ’l-ulûmi’l-Arabiyye’nin başkanlığını üst­lendi; çeşitli kaynak kitapların basılmasını sağladı. 1903 yılında gittiği İngiltere’de fi­lozof Herbert Spencer’le görüştü. Sidney Cockerell ve Edvvard Granville Browne eş­liğinde Oxford ve Cambridge üniversitele­rini de ziyaret edip incelemelerde bulun­du. Bu gözlemleri ışığında birçok konuda reform niteliğindeki yoğun çalışmalarını sürdürürken Hidiv Abbas’ın Ezher ıslahat programını sekteye uğratan bazı girişim­lerinden dolayı 1905 yılında Ezher İdare Meclisi üyeliğinden ayrıldı. Aynı yıl hasta­landı ve hava değişimi için gittiği İsken­deriye’de 11 Temmuz 1905 tarihinde ve­fat etti. Cenaze namazı İskenderiye’de kılındıktan sonra naaşı devlet töreniyle Kahire’ye getirilerek 13 Temmuz’da Karâ-fetü’l-mücâvirîn Mezarlığı’na defnedildi. Erken yaşta ölümü onun zehirlendiği yo­lunda bazı spekülasyonlara yol açmıştır.

Dinî Düşüncesi. Muhammed Abduh, özellikle hayatının son döneminde İslâmî ilimler ve uzun vadeli hedefler üzerinde yoğunlaşmıştır. Kısa otobiyografisinde, sıraladığı temel hedeflerinin başında dü­şüncenin taklit zincirinden kurtarılması ve dinin henüz ihtilâfların çıkmadığı dö­nemde Selefin anladığı metotla ve ilk kaynaklarından hareketle anlaşılması ge­reğine vurgu yapar. Bu arada dinle akıl ve ilim arasındaki yakın İlişkiye temas eder. İtikadı Asr-ı saadette olduğu gibi saf hale ge­tirmenin yanında akıl ve İlimle ilişkisini güçlendirerek değişen dünya şartlarında dinin rolünü tekrar etkinleştirmeyi amaç­layan Abduh, kelâm ekolleri arasındaki teolojik ihtilâflar ve teorik tartışmalar üzerinde durmanın gereksiz olduğunu, Allah’ın zâtı yerine O’nun mahlûkatı üze­rinde düşünmenin hem dinin emrine hem de insanın ihtiyacına daha uygun düştü­ğünü belirtir. Buna karşılık peygamberlere ve vahye olan ihtiyaca geniş yer verir ve bunu bü­tün büyük dinler ve filozoflar tarafından insanda bulunduğu kabul edilen sonsuzluk(bekâ) isteğiyle insanların cemiyet ha­linde yaşayabilmesi için ahlâk, fazilet ve yüksek değerlere muhtaç olmaları gibi gerekçelere dayandırır. Duyular dışında herhangi bir bilgi kaynağı bulunmadığını söyleyen veya bu konuda mütereddit dav­ranan kişileri cehaletle suçlayan Abduh’a göre vahye karşı olumsuz tavır sergileme­nin sebebi sorumluluktan kaçma isteği­dir. Dinî emirler insanları birtakım nefsâ-nî arzulardan mahrum bıraktığı ve aşırı­lıklardan alıkoyduğu İçin bazıları dine cep­he almaktadır. Halbuki fert ve toplumun ruh ve beden dengesini gözeten bu emir­lere ihtiyaç bulunduğu aklıselim sahibi herkes tarafından kabul edilmektedir.

Muhammed Abduh kader konusunda tartışmalara girilmesini tasvip etmemek­le birlikte bir kısım ulemânın, kulların fiil­leri hakkında kesb kavramına yer verilme­sini Allah’a şirk koşma şeklinde değer­lendirmesini de doğru bulmaz. Ona göre ameller her durumda kesb ve ihtiyarla gerçekleşir ve Allah’ın ilminin değişmez­liği insanların kendi iradelerini kullanma­larına engel teşkil etmez. Abduh’un insana atfettiği kesb klasik Eş-‘arî anlayışından çok daha geniş bir yetki ve hürriyet içermekte, Mâtürîdî’nin fikir­lerine daha yakın görünmektedir.

Tefrikayı Önleyip müslümanları daha gerekli işlere yönelteceği düşüncesiyle Selef metoduna uygun bir akîdeye Önce­lik verse de birçok konuda yaptığı yorum­lar ve akılcı yaklaşımları dikkate alındığın­da Abduh’un klasik anlamda bir Selefi olarak değerlendirilmesi isabetli olmaz. M. Reşîd Rızâ onun, kelâmullahın kadîm oluşunu okunan lafzı Kur’an’a da teşmil eden Hanbelî / Selefi görüşe yaptığı eleş-tiriyiRisöletü’t-tevhîd’m ikinci baskısın­dan çıkarmak istediğini söylemekle bera­ber başka bir yazı­sında bu görüşe muhalefetinde ısrar et­tiği görülmektedir. Nitekim akla yaptığı vurgu ve farklı yorumları sebebiyle bazı şarkiyatçılar onu Yeni Mu’tezile akımının temsilcisi diye kabul etmiştir. Ancak Mu’tezile’ye yönelttiği eleştiriler yanında düşüncesi bir bütün olarak göz önüne alındığında böyle bir değerlendirmenin doğru olmadığı anlaşı­lır.

Muhammed Abduh’un itikadı mesele­lerde bazı tartışmalara sınır getirip bun­ların bilinemeyeceğini belirtmesi ve âlemin kıdemi gibi konularda filozofları tek­fir etmemesi, İngiliz sömürge valisi ve bazı Batılı yazarlar tarafından agnostik veya inançsız olarak nitelenmesine yol aç­mışsa da () onun inkarcı düşünceler hakkındaki görüşü reddiyelerinde açıkça bellidir ve söz ko­nusu yorumların sübjektif olduğu son­raki araştırmalarda ortaya konmuştur.

Tefsir kitaplarında Kur’an’ın ruhuna uy­mayan yorumların ve yanlış bilgilerin yer aldığını, vahyin mesajının gramer kural­ları ve müfessirlerin görüşleri arasında kaybolduğunu, bu yüzden Kur’an’ın top­lum hayatından uzaklaştırılıp ölülere ve hastalara okunan bir metin haline geti­rildiğini, halbuki Kur’ân-ı Kerîm’in birinci önceliğinin insanların ilmî ve ahlâkî sevi­yelerini yükseltip içtimaî durumlarını dü­zeltmek olduğunu belirtir ve fıkhî mese­lelere az yer verilmesini de Kur’an’ın bu Özelliğine bağlar. Ona göre müteşâbih âyetlerin varlığı insanların düşünce ala­nını genişletme gayesine matuftur; kâ­inatı ve canlı varlıkları araştırma çağrısı İslâm dininde hiçbir kayıt ve şarta bağ­lı değildir. Öte yandan Abduh, bütün bir tefsir yerine günün ihtiyaçları doğrultusunda kısmî tefsirlere ihtiyaç bulunduğunu söyler.

Abduh’a göre Kur’an’a ve içindeki amelî hükümlere inanan, fakat diğer bazı gaybî konulan kavramakta güçlük çeken ente­lektüellerin bunlar hakkında kendi İlmî kapasitelerini tatmin edecek te’viller yap­ması imanlarına zarar vermez. Müslü­manların da ilmen sabit olmuş konularda uzmanlarla çekişmesi veya bazı haber-i vâhid rivayetleri doğrulamak için ilimde delili bulunmayan şeyleri savunması doğ­ru olmaz. Bu yaklaşımıyla Kur’an ve ilim arasında uzlaştırma çabalarına büyük önem verir ve bazı âyetleri kendi zama­nındaki bilim anlayışına ve bilimsel verile­re göre yorumlamaya çalışır. Nitekim Tef-sîrü’l’Menûr’da Abduh’a atfen tabiat üstü varlıkların ve mucizelerin izahıyla il­gili farklı tevillere yer verilmiştir. Bunlar arasında cinlerin mikropların bir cinsi ola­bileceği, Ebrehe ordusunu taşlarla helak eden kuşların hastalık taşıyan sinekler şeklinde anlaşılabileceği, insanların sade­ce Hz. Âdem’den değil ırklarına göre çe­şitli insan orijinlerinden geldiklerinin dü­şünülebileceği, Hz. Meryem’in îsâ’ya ba­basız hamile kalmasının çocuk sahibi olacağına dair ilâhî habere kuvvetli imanı­nın oluşturduğu psikolojiyle izah edilebi­leceği şeklinde yorumlar bulunmaktadır.

Muhammed Abduh ictihad ruhundan uzaklaşmanın, nasların hikmet ve mak­satlarından çok lafız ve şekil unsuruna önem verilmesinin olumsuz sonuçları üzerinde ısrarla durur; fıkhın otoritesi­nin ve müslümanlar arasındaki bilimsel iş birliği anlayışının yeniden tesis edilme­sini sağlayacak kolektif çalışmalar yapıl­ması gerektiğini savunur. Mısır müftüsü iken verdiği fetvalarda tek bir mezhebin sınırlan için­de kalmayıp maslahat prensibine özel önem atfeden Abduh’a göre sigorta ve tasarruf sandıkları mudârebe akdi çer­çevesinde caizdir. Uzun süreli hapis, kay­bolma, geçimsizlik, hastalık gibi durum­larda mahkeme kararıyla kadına boşan­ma hakkı doğar. Birden fazla kadınla ev­lenme izni yöneticiler tarafından kaldırıla­bilir. Kutsama ve yüceltme vesilesi kılın­mamak şartıyla resim ve heykel yapılabi­lir. Kabirlerin üzerine bina, kubbe ve tür­be inşa ederek bunları ziyaretgâh haline getirmek caiz değildir. Muhammed Ab­duh, “Transvalya” adıyla meşhur olan fet­vasında da şapka vb. kıyafetleri giyme­nin, kesim şekli kendi dinlerine uygun olduğu sürece Ehl-i kitabın kestiklerini yemenin ve farklı mezhebe mensup tma-rmn arkasında namaz kılmanın caiz ol­duğunu ifade eder. Ab­duh’un bu tür fetvalarında mezhepler üs­tü veya onları uzlaştıran bir yaklaşım or­taya koyması zamanındaki bazı muhafa­zakâr âlimlerin tepkisini çekmiştir.

Şeyh Dervîş ile yaşadığı tecrübenin et­kisiyle tasavvufun maneviyatı güçlendir­me ve nefsi terbiye etmedeki rolünün farkında olan Abduh sûfîlerin fukaha ta­rafından takibata uğratılıp sindirilmesini yanlış bulur. Kendisi de Şâzeliyye tarika­tına intisap etmekle birlikte çeşitli tari­kat mensupları arasında yaygınlaşan Al­lah ile kul arasında tevessül, hulul veya şeyhten el alma gibi anlayışları tenkit et­miş, Sa’diyye gibi tarikatların çalgılı ve yüksek sesli zikir meclislerine karşı çık­mış, bunların naslarda bir delilinin ve Asr-ı saâdet’te uygulamasının bulunmadığını söylemiştir. Ayrıca felsefî tasavvuf görüş­lerinin halka ulaşmasını da uygun bulmamış, bu sebeple basın yayın kontrolünden sorumlu olduğu yıllarda İbnü’I-Arabî’nin el-Fütûhâtü’î’Mekkîyye gibi eserlerinin basılmasına sadece ehli tarafından oku­nabileceği gerekçesiyle izin vermemiştir.

Muhammed Abduh İslâm filozofları­nın, Kur’an ve Sünnet’in teşvikleri doğ­rultusunda sanatı geliştirip kâinatın sır­larını ve mutluluğa giden yolları keşfet­me konusunda diğer din mensuplarına göre daha özgürce hareket edebildikleri, ancak Yunan düşüncesine ve özellikle Ef­lâtun ve Aristo’ya hayranlık ve taklit de­recesinde bağlılık gösterip din âlimlerinin tepkisini çekecek kadar ilahiyat sahasın­daki tartışmalara girmekle hataya düştük­leri, böylece ilim ve medeniyetin gelişme­sine yapabilecekleri katkıyı azalttıkları ka­naatindedir.

Islahatçılığı ve Siyasî Görüşleri. Muhammed Abduh, müslümanlann daha önce sahip oldukları ve başkalarına da ka­zandırdıkları yüksek medeniyet seviyesini yeniden yakalamak için gerekli azim ve gayreti göstermeleri gerektiği tezinden hareketle değişik alan­larda bir dizi ıslahat önerisi ortaya koy­muş ve bazıları için bilfiil katkı sağlamış­tır. Her şeyden önce taklit zihniyetinin İs-lâmî ilimlerin öğretimine de hâkim oldu­ğunu söyleyen Abduh’a göre artık Kitap ve Sünnetle ve ilk döneme ait eserlerle doğrudan iletişim içinde bulunan, delille­re dayalı muhakeme yapan, ilmî eleştiri ve tartışmaya açık, mezhep taassubun­dan uzak âlimlerin yetiştirilmesi âcil bir ihtiyaç haline gelmiştir; bu husus, hura­felerin İslâm’a mal edilmesini önleme açı­sından da önemlidir. Abduh, ilk asırlardaki saf İslâm anlayışının temel alınması gerektiğini savunmakla birlikte bugüne hitap edecek yeni bir in­şa faaliyetinin gerekliliğini de kabul eder ve bunun siyasî bir devrimle değil eğitim ve kültür yoluyla, İslâm toplumunu gele­ceğe taşıyacak hem iyi din eğitimi almış hem çağın gerektirdiği bilgilerle donatıl­mış sağlam bir neslin yetişmesiyle müm­kün olabileceğine inanır. Ayrıca toplumun değişik katmanlarına yönelik bir eğitim modeli önerir. Muhammed Abduh, Ezher Üniversitesinde uygulanan klasik eğiti­min yenilenmesi ve seviyesinin yüksel­tilmesi için büyük çaba göstermiş, ders programına matematik, coğrafya gibi aklî ilimlerin dahil edilmesini sağlamıştır. Va­kıflar ve yargı düzeni konusunda da ısla-, hata ihtiyaç olduğuna inanan Abduh şer’î mahkemelerin tamamen lağvedilmesi fik­rine karşı çıkar ve bunların işleyişindeki aksaklıkların giderilmesi için bazı öneri­lerde bulunur Davaların Fransızca de­ğil Arapça görülmesini, bu arada Kıptî-ler’e ikinci sınıf insan muamelesi yapılma­masını ister.

Muhammed Abduh, çağdaş bir İslâm düşüncesi kurabilmek için modern Batı medeniyetiyle ilişkilerin önemli olduğunu düşünüyor, ancak Batfnın bilim ve tek­nolojisinin alınmasını teşvik ederken di­ne uymayan taraflarından uzak durul­masını istiyordu. İngiliz filozofu Herbert Spencer’le diyalogunda, Doğulu aydınla­rı sorgulamaksızın Avrupalılar”! taklide sevkeden âmilin Bati’nın zahirî gücü ol­duğunu, halbuki Batı’nın maddî gücüne rağmen insanları manen geliştiremedi­ğini, aksine daha da aşağı seviyeye dü­şürdüğünü ifade eder. Öte yandan mo­dern Batı felsefesinde özellikle ahlâk, eğitim ve toplum felsefesiyle ilgili eser­lere ilgi duyuyordu. Bazı Avrupalı yazar ve düşünürlerle şahsî temaslar kurmuş, Tolstoy’a mektup yazdığı gibi dostu Wil-frid Scavven Blunt’ın aracılığıyla Londra’­da Spencer’le görüşüp fikir alışverişinde bulunmuştur.

Abduh, siyaset alanında adalet ilkesi­nin önemine vurgu yaparak yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkinin sadece itaat esasına bağlanmasının doğru olmayaca­ğını savunur. Ayrıca meşruiyetin temelin­de hukuka uygunluğun yattığına ve bu­nun denetlenmesi için yönetenlerin top­lum tarafından sözlü veya fiilî uyanlara açık olması gereğine dikkat çeker. Ona göre İslâm toplumundaki hilâfeti Batılı-lar’ın teokrasi dedikleri, yetkiyi halktan değil Tanrı’dan aldığını iddia eden sistem­le karıştırmamak gerekir.

Halifeliğin Osmanlılar’ın şahsında müs­lümanlann hâmiliği gibi manevî ve sem­bolik rolüne işaret eden Abduh’a göre it-tihâd-ı İslâm kavramı siyasî bir birlik yeri­ne müslüman toplumlar arasında yakın­lık, dayanışma ve yardımlaşmaya dayalı dinî-içtimaî birlik şeklinde anlaşılmalıdır. Müslümanlar içinde farklı etnik ve idarî devletlerin varlığı bir realite olduğundan merkeziyetçi olmayan sistem daha ya­rarlıdır. Bir yandan hilâfetin ümmet için taşıdığı Önemin farkında bulunması, öte yandan Mısır’ın kendine has özelliği dola­yısıyla müstakil bir devlet olmasını des­teklemesi Abduh’u bu konularda çelişki­li yazılar yazmaya sevketmiştir.

Muhammed Abduh’un Mısır’daki İngiliz sömürge idaresiyle ilişkisi de dönemlere göre farklılık arzetmiştir. Özellikle Urâbî Paşa hareketi gibi siyasî olaylara aktif ola­rak katıldığı dönemlerde Cemâleddîn-i Efgânî’nin antiemperyalist çizgisinden tâviz vermeyen Abduh, sürgünden dönüp ıslahat faaliyetlerine öncelik verdiği dev­rede İngilizler’Ie iyi ilişkiler kurmaya ve bazı hedeflerine ulaşmada onların deste­ğini almaya çalışmıştır. Aynı yaklaşımla istibdat rejimlerine karşı mücadeledeki faaliyetlerinden yararlanmak, eğitim ve ıslahat konusunda nüfuzlarını kullanmak maksadıyla hocası Efgânî gibi o da bir ara amaçları o dönemde fazla bilinmeyen ma­son locasına girmiş, ancak sömürgeciliğe karşı çıkmadıkları için kısa zamanda on­lardan ayrılmıştır. Siyasî yazıla­rında istibdat rejimlerine karşı şûra ve kanun hâkimiyetini savunurken son dö­nemlerinde toplumu hürriyet ortamına hazır hale getirecek eğitimin gerekliliğini öne çıkarmıştır.

Tesiri. Muhammed Abduh’un görüşle­ri ve ıslahatçı düşünce çizgisi kendinden sonra Mısır’da ve İslâm dünyasında bir­birinden farklı yönelişler halinde devam etmiştir. En yakın takipçisi M. Reşîd Rızâ, onun hayatında kurduğu el-Menâr der­gisi ve yayınevinde Abduh’un makale ve eserlerini neşrederek görüşlerinin yayıl­masına katkıda bulunmuştur. Reşîd Rı-zâ’nın Menâr ekolü, hocasının ölümünün ardından I. Dünya Savaşı’nın İslâm dünya­sındaki sonuçlarının da tesiriyle giderek daha katı bir Selefîlİğe ve Batıcı modern­leşme karşıtı radikal bir çizgiye kaymıştır. Bu çizgi İhvân-ı Müslimîn hareketinin doğ­masını etkilemiştir. Abduh’un ıslahatçılığı ve İslâm düşüncesiyle Batı modernleşme­si arasında sentez yapmayı öngören akıl­cı yorumları, talebelerinden Muhammed Ferîd Vecdî ile sonraki Ezher şeyhlerin­den Mustafa el-Merâgi, Mustafa Abdür-râzık ve Mahmûd Şeltût tarafından de­vam ettirilmiştir. Abduh’tan etkilenenler arasında Ahmed Lutfî es-Seyyid ve Mu­hammed Kürd Ali gibi milliyetçi aydınlar yanında onun ılımlı yenilikçiliğini radikal-laik bir modernizme dönüştüren Kasım Emîn ve Ali Abdürrâzık gibi düşünürler de vardır. Muhammed Abduh’un düşün­cesi, Osmanlı Türkiyesi’nde Mehmed Akif başta olmak üzere Sırât-ı Müstakim ve Sebîîürreşâd çevresinde yer alan İslam­cı ekolün yanı sıra Ziya Gökalp ve İslâm Mecmuası etrafındaki modernistler üze­rinde etkili olmuş, hatta İctihad grubun­daki Abdullah Cevdet ve Celâl Nuri gibi laik Batıcı kesimler tarafından bile kendi görüşleri doğrultusunda kullanılmıştır. Abduh’un izlerini kısa ziyaretlerde bu­lunduğu Tunus ve Cezayir ulemâsının fa­aliyetlerinde, ayrıca Mahmûd Şükrî el-Âlûsî’nin Irak’ta ve Cemâleddin el-Ka-sımî’nin Suriye’de öncülük ettiği Selefi ıslahat hareketlerinde de görmek müm­kündür.

Eserleri.

1. Şerhu Makâmâti Bedîhız-zamân el-Hemedânî. Eserdeki kelimeleri açık­layan tahkik ve ta’lik tarzında bir çalış­madır.

2. Risâletü’t-tevbîd. Muham­med Abduh’un en meşhur eseridir. Bey­rut Sultaniye Medresesi’nde okuttuğu il-mü’t-tevhîd dersinin kardeşi Hammûde BekAbduh tarafından tutulan notlarının geliştirilmiş şeklidir. Selef akaidi tarzında yazılan kitap M. Reşîd Rızâ’nın ta’likle-riyle basılmış ve bir­çok dile çevrilmiştir.

3. Ta’lîköt caid Be-şâHri’n-Naşîriyye Ömer b. Şehlân es-Sâvî’nin mantık eseri üzeri­ne yazılmıştır.

4. Takrîru müfti’d-diyâ-ri’1-Mışriyye fî ışlâhi’}-mehâkimi’ş-şer’iyye. Mısır müftülüğü yaptığı sırada şer’î mahkemelerin ıslahı hakkında Ada­let Bakanlığı’na verdiği rapor olup Re­şîd Rızâ tarafından neşredilmiştir.

5. el-İsiâm ve’n-Naşrâniy-ye mcfa’l-^ilm ve’1-medeniyye. Fransız materyalistlerinden Ernest Renan’ın ta­kipçisi Lübnan asıllı hıristiyan yazar Ferah Antûn’un el-Câmi’a dergisinde yayımla­nan, İslâm’da dinî ve siyasî otoritenin aynı şahısta toplanmış olması dolayısıyla farklı görüş ve inançlara müsamaha gösteril­mediği iddialarını içeren makalesine ce­vaptır. 1901 yılında el-Menâr’öa tefrika edilen eser Reşîd Rızâ tarafından kitap haline getirilerek birçok baskısı yapılmiştir.

6. Teîsîru sûreti’l-‘Aşr Abduh’un Ce­zayir’de verdiği tefsir dersinden oluşan eseri Mehmed Akif (Ersoy) Türkçe’ye ter­cüme etmiştir.

7. Şerhu Nehci’l-belâğa. Şerif er-Radî’nin eserine düşülen kısa notlardan ibarettir.

8. Tefsîru cü’z’i cAmme. Eserde­ki bazı sûreler Sebîlürreşâd’\n muhtelif sayılarında Türkçe’ye çevrilmiştir.

9. Tei-sîrü’i-Fâtiha. M. Reşîd Rızâ tarafından bir mukaddime ve bazı ilâvelerle birlikte basılan eseri Abdülkadir Şener ve Mustafa Fayda Türkçe’ye tercü­me etmiştir.

10. el-îslâm ve’r-red ‘ala müntekıdîh. Tarihçi Gabriel Hanotaux’nun Ârî ırkın Sâmî ırktan üstünlüğü iddiasından hare­ketle İslâm ve Hıristiyanlık arasında mu­kayeseler yapan makalesine reddiyedir. Abduh, Le Journal du Paris gazetesinde çıkan ve Arapça’ya çevrilip e/-Mû°eyyed gazetesinde yayımlanan bu makaleye aynı gazetede bir yazı dizisiyle cevap vermiş, makaleleri daha sonra bir araya getirilip neşredilmiş ayrıca Hano-taux’nun yazılarıyla birlikte el-İslâm dî-nü’l-‘ilm ve’1-medeniyye başlığıyla bir­çok defa basılmıştır. Eseri Talât Harb l’Europe et islam, adıyla Fransızca’ya Mehmed Akif Hanoto’nun. Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh’un İs­lâm’ı Müdafaası başlığıyla Türkçe’ye çevirmiştir.

Muhammed Abduh’un bütün eserle­riyle dergilerdeki makalelerini Muham­med îmâre el-A^mâlü’l-kâmile li’l-İmâm Muhammed cAbduh adıyla, diğer bazı yazılarını ise Ali Şeleş Silsiletü’l-aimâ-li’1-mechûle başlığıyla bir araya getir­miştir Öte yandan Tefsîrü’l-Menâr’m Nisa sûresinin 125. âyete ka­dar olan kısmı, Reşîd Rızâ’nın Abduh’un derslerinde tuttuğu notlar olup onun gö­rüşlerini ihtiva etmektedir. Ancak Reşîd Rızâ’nın ilâve ve değerlendirmelerini bun­lardan ayırmak zordur. Muhammed İmâ-re, bazı ayıklamalar yaparak Abduh’a ait kısmı el-A’mâlü’1-kâmile’nın IV ve V. cilt­leri içinde neşretmîştir. Muhammed Ab­duh, Cemâ!eddîn-i Efgân?nin eî-‘Urve-tü’1-vüşkâ adıyla çıkardığı, daha sonra kitap haline gelen derginin yazılarına da katkıda bulun­muş, onun Hakikat-i Me%heb-i Neyçe-rî risalesini de er-Red tale’d-Dehriyyîn ismiyle Arapça’ya çevirmiştir

Risaletü7-varidat fi sırri’t-tecelliyât ve IJâşiye (Ta’lîkât) calâ Şerhi Akidet-i Adudiyye adlı eserler Abduh’a nisbet edilerek basılmışsa da bunların Abduh’a mı yoksa Efgânî’ye mi ait olduğu tartış­malıdır. Bu eserler, Abduh’un Efgânî’den al­dığı dersler sırasında tuttuğu notlardan hareketle yazdığı ilk dönem çalışmaları olmalıdır. (Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Muhammed Abduh maddesi)

This entry was posted on Pazar, Aralık 7th, 2008 at 14:17 and is filed under MEZHEPLER-ANLAYIŞLAR. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz