Dinin Rasyonel Yüzü: Mutezile Mezhebi
MUTEZİLE
İtikadı meselelerin yorumunda akla ve iradeye öncelik veren kelâm mezhebi.
Sözlükte “ayırmak, uzaklaştırmak” anlamındaki azl kökünden sıfat olan mu’tezile kelimesi “uzaklaşan, ayrılıp bir köşeye çekilen” demektir. Mu’tezile adının ilk defa ne zaman ve kimler için kullanıldığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir anlayışa göre Hz. Ali’nin hilâfete getirilmesi veya Muâviye ile anlaşmazlığa düşmesi yahut Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye terk etmesi üzerine hiçbir tarafı desteklemeyen gruplara Mu’tezile veya Mu’tezele denmiştir. Diğer bir anlayışa göre ise Mu’tezile ismi, aşırı uçlardan uzak durduklarını ifade etmek için kendi mensuplarınca tercih edilmiştir; ayrıca “i’tizâl” kavramı Kur’an’da müsbet mânada kullanılmıştır. Resûl-i Ekrem’e ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan sadece Mu’tezile’nin kurtulacağını ifade eden bir hadis nisbet edilirse de hadis kaynaklarında böyle bir rivayete rastlanmamıştır. Ebü’l-Kâsım el-Belhî, Mu’tezile’nin büyük günah işleyen kimseyi kâfir veya mümin değil fâsık sayması sebebiyle bu adı aldığını kaydeder.
Daha çok Sünnî kaynaklarında Mu’tezile isminin. Vâsıl b. Atâ’nın mürtekib-i kebîre konusunda farklı bir anlayışa sahip olan hocası Hasan-ı Basrî’nin ders halkasından ayrılması ve onun Vâsıl’ın kendilerinden uzaklaştığını (i’tizâl) söylemesi sebebiyle ortaya çıktığı zikredilir. Ayrıca Mu’tezile’de Hasan-ı Basrî’nin görüşlerini benimseyen ve kendilerine Haseniyye denilen bir fırka da vardır. Bazıları ise Vâsıl yerine Amr b. Ubeyd, hatta Mu’tezile ricalinden olmayan Âmir b. Ubeyd ismini zikreder; ancak âlimler bunun isabetli olmadığını belirtir.
İbn Kuteybe, Abdülkâhir el-Bağdâdî, Şehristânî, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi âlimler. Mu’tezile mensuplarını, kaderi tartışmaya açıp İnkâr ettikleri veya kulun kendi fiillerini yaratmaya kadir olduğunu söyledikleri için Kaderiyye, Cehm b. Safvân’dan etkilendikleri için Ceh-miyye, “Allah şerri yaratmaz” dedikleri için Seneviyye ve Mecûsiyye, tövbe etmeden ölenlerin bağışlanmayacağını söyledikleri için Vaîdiyye, Allah’a bazı kadîm sıfatları nisbet etmekten kaçındıkları için Muattıla olarak da adlandırmıştır. Câhiz, fâsıkın ebedî olarak cehennemde kalacağını ileri sürdüklerinden onlara Havâric ismini nisbet etmiştir. Ancak Mu’tezile âlimleri bu isimleri reddetmekte kendilerini Mu’tezile’nin yanı sıra “ashâbü’l-adl ve’t-tevhîd, adliyye, ehl-i adi, ehl-i hak, el-fırkatü’n-nâciye” gibi adlarla zikretmekte hasımlarına ise Mücbire, Kaderiyye, Müşebbihe, Haşviyye gibi isimler izafe etmektedirler.
Kuruluşu. Mutezile mezhebinin II. (Vlli.) yüzyılın başlarında, büyük günah işleyen kişi hakkında Hâricîler’le Mürcie’nin ileri sürdüğü görüşlere karşı Vâsıl b. Atâ ve Amr b. Ubeyd’in farklı bir teori ortaya koy-malanyla Basra’da zuhur ettiğini söylemek mümkündür. Bazı Mu’tezile âlimlerinin Vâsıl b. Atâ ile Amr b. Ubeyd’in Muhammed b. Hanefıyye ve oğlu Ebû Hâşim’in öğrencileri olduklarını, dolayısıyla i’tizâlî düşünceleri onlardan aldıklarını söyleyerek bu hareketin Hz. Ali vasıtasıyla Resûlullah’a dayandığını iddia etmeleri ihtiyatla karşılanmalıdır. Nitekim Ebü’l-Kâsım el-Belhî mezhep ve kitap sahibi olan Mu’tezile ricalini Vâsıl b. Atâ ve Amr b. Ubeyd ile başlatmaktadır. Taşköp-rizâde ve Zühdî Cârullah da 80 (699) yılı civarında doğan Vâsıl ile Amr’ın yirmi yaşından Önce Hasan-ı Basrî’nin meclisinden uzaklaşmalarının zor olduğunu göz önünde bulundurarak Mu’tezile’nin onun ölümünden sonra ortaya çıkmış olabileceğini kaydetmektedir.
Başlangıçta ihtida edenlerden cizye alınmazken bu uygulamanın hazine gelirlerinin azalmasına sebep teşkil ettiği gerekçesiyle Emevî valilerinin Horasan’da cizye toplaması Mu’tezifiler’in tepkisini çekmiştir. İlk Mu’tezilîler, bu tarz adaletsiz uygulamaları kaldıran Ömer b. Abdülazîz’i ve mezheplerine ilgi duyan Yezîd b. Velîd’i desteklemişse de Ehl-i beyt’e besledikleri sevgi dolayısıyla Emevîler’e olumlu bakmamış, ancak Haricîler gibi açık tavır da almamıştır. Yöneticilerden uzak duran Vâsıl, İslâm dünyasının çeşitli bölgelerine gönderdiği davetçilerle birçok taraftar kazanmıştır. Basra’da ise Elf mes’ele fi’r-red ‘ale’l-Möneviyye adlı bir risale yazan Vâsıl ile daha sonra gulât-i Şîa’ya meyletmiş olan arkadaşı Abdülkerîm b. Ebü’l-Av-câ, Salih b. Abdülkuddûs ve şair Beşşâr b. Bürd gibi Senevî görüşleri savunan kişilerle sık sık tartışıyorlardı. Usûl-i hamseden tevhid konusunda kitap telif eden Vâsıl’ın görüşleri Allah’ın alîm, kadîr ve hay gibi sıfatları olmakla birlikte O’na zâtından bağımsız ilim, kudret ve hayat gibi kadîm sıfatların, şer, zulüm gibi hikmet ve adaletle bağdaşmayan fiillerin nisbet edilemeyeceği, kulun iradî fiillerinin Allah’ın değil insanın eylemi olduğu, büyük günah işleyenin küfürle iman arasında bir yerde bulunduğu, Cemel ve Sıffîn savaşlarına katılan taraflardan hangisinin hatalı olduğunun bilinemeyeceği şeklinde Özetlenebilir. Onun Ölümünden sonra kayın biraderi Amr b. Ubeyd hareketin önderliğini üstlenmiştir. Siyasî konularda Vâsıl’dan farklı düşünceler taşıyan Amr faaliyetlerini Basra ve Bağdat’la sınırlı tutmuştur. İkinci Abbasî halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr’un arkadaşı olmasına ve ona birçok tavsiyede bulunmasına rağmen siyasî tarafsızlığını korumuştur. Bu sebeple mezhep, Bişr b. Mu’temir ve Ebü’l-Hüzeyl el-AIlâf dönemine kadar Basra ve Bağdat’ta fazla bir varlık gösterememiştir. Kâdî Abdülcebbâr ve Hâkim el-Cüşemî, bu duraklamayı Mu’tezile’nin cebre karşı çıkışı sebebiyle gördüğü baskıya bağlarken Josef van Ess, Mu’tezilîler’in, Abbâsîler’in ilk döneminde Muhammed b. Abdullah en-Nef-süzzekiyye’nin başlattığı isyana verdikleri destek sebebiyle mâruz kaldıkları baskıyla irtibatlandırmaktadır
Mu’tezile’nin ortaya çıkışını iç âmiller yanında İran dinleri, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Yunan felsefesi gibi dış etkenlerle açıklayan ilim adamları da vardır. Bu konuda Abdülkâhir el-Bağdâdîve İbn Hazm eski İran düşüncesinin İbn Kuteybe, Hatîb el-Bağdâ-dî ve İbnü’l-Esîr ilk temsilcilerinin yahudi oluşunun H. A. Wolfson, Karâîlik ile Mu’tezile arasındaki benzerliği örnek göstererek Yahudiliğin Mcdo-nald, T. J. de Boer, Thomas Hunter Weir, Joel L Kramer Hıristiyanlığın, De Lacy O’leary ve Reynold A. Nicholson Yunan felsefesinin etkisini ileri sürmüştür. Aslında Mu’tezilî fikirlerin ortaya çıkışında birbirine paralel iki faktörün etkili olduğunu söylemek mümkündür.
1. Mürtekib-i kebîre (Büyük günah işleyen), Allah’ın sıfatları, iradî fiiller, Kur’an’ın mahlûk oluşu vb. tartışmalar üzerinde içteki siyasî ve fikrî ihtilâflar;
2. Varlığın mahiyeti, cevher, araz, hareket, sükûn gibi konular üzerindeki dış etkenler. Ancak Mu’tezilîler’in ikinci faktör konusundaki tutumu felsefî görüşleri aynen benimseme veya taklit etme şeklinde değil cevaplama, dönüştürme, yeniden inşa etme ve reddetme tarzındadır.
Mu’tezile’nin gelişmesi Abbasîler döneminde olmuştur. Halife Ebû Ca’fer e!-Mansûr ile Amr b. Ubeyd arasındaki dostluk bilinmektedir. Bununla birlikte Amr, halifenin destek davetlerine olumlu cevap vermeyerek kendilerini serbest bırakmasını istemiştir. Daha sonra halife, Muhammed b. Abdullah en-Nefsüzzekiyye isyanında onu destekleyen Mu’tezilîler’i takip altına aldı, bunların bir kısmı bulundukları yerde gizlenirken bir kısmı Horasan, Yemen, Ta-beristan ve Mağrib’e göç etti. Hârûnürre-şîd’in iktidara gelmesiyle Mu’tezilîler yeniden itibar görmeye başladı. Mu’tezilî âlimlerin bilgisine ve ikna gücüne önem veren halife, bazılarını tebliğ ve irşad için Çin’den Bizans’a kadar uzanan birçok bölgeye gönderdi. Bu dönemde Kaderiyye telakkisini benimseyen Yahya b. Hamza el-Hadramî Şam kadılığına getirildi. Mu’tezilîler. annesi de Abbasî sülâlesine mensup olan Emîn’in tahta çıkmasıyla biraz nüfuz kaybına uğ-radılarsa da annesi Türk İran asıllı olan ve iktidar mücadelesinden başarıyla çıkan Me’mûn’u desteklediler. Me’mûn Araplar’a ve İranlılar’a karşı Türkler’den, Ehl-i sün-net’e ve Şîa’ya karşı Mu’tezilîler’den istifade etme siyaseti güttü. Bişr b. Mu’temir, Sümâme b. Eşres ve İbn Ebû Duâd gibi Mu’tezile âlimleri halifeyi etkileyerek mezheplerini sarayın resmî ideolojisi haline getirdiler. Özellikle vezirliğe tayin ettiği İbn Ebû Duâd’ın telkinleriyle Kur’an’m yaratılmış olduğu fikrini benimseyen halife 218 (833) yılından itibaren bu fikri reddeden kadılara ve âlimlere baskı uyguladı. Mu’tasım-Billâh ve Vâsik-Bil-lâh devirlerinde de aynı uygulama devam etti. 232’de (847) iktidara gelen Mütevekkil-Alellah devletin Mu’tezile’yi destekleme siyasetine son verdi. Böylece Mu’tezile’nin yükselişi durdu. Hatta teoride ferdin hürriyetini savunan Mu’tezile’nin uygulamada baskıcılığa destek vermesi onu çöküşe sürükledi. Neticede cüz-i lâ yete-cezzâ, ma’dûmun şey olup olmaması, cevher ve arazların fena ve bekası gibi dinin aslından olmayan meselelerde birbirlerini tekfir etmeye başladılar. Öte yandan Mu’tezile’den ayrılan İbnü’r-Râvendî’nin Şîa’ya katılması, bilhassa Mâtüridî ile Eş’arî’nin Sünnî kelâm ekollerini kurmaları Mu’tezile için ağır bir darbe olmuş, bundan sonra Mu’tezile zaman zaman kendini toparlamışsa da varlığını uzun süre devam ettirememiştir.
Abbâsîler’in merkezî otoriteyi kaybetmesi üzerine 320 (932) yılından itibaren kurulmaya başlanan bölgesel yönetimlerden Büveyhîler döneminde ikinci Büveyhî hükümdarı Adudüddevle’nin Mu’tezilî âlim ve devlet adamı Sâhib b. Abbâd’ı vezir yapması ve Kâdî Abdülcebbâr’ın kâdılkudât-lığa tayiniyle mezhep yeni bir canlılık kazandı, önemli mevkilere Mu’tezilîler getirildi. Fakat Sâhib b. Abbâd’ın ölümünden sonra Mu’tezilîler tekrar gözden düştü, Abbasî Halifesi Kadir-Billâh’ın kendilerine cephe almasıyla çöküşleri hızlandı. Gaz-neli Mahmud’un 420 (1029) yılında Rey’i işgal ederek Büveyhî Hükümdarı Mecdüd-devle’yi bertaraf etmesi üzerine burada bulunan Mu’tezilîler Horasan bölgesine göç ettiler. Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey’in 429’da (1037] Rey’i ele geçirmesi, 447 (1055) ve 450 (1058) yıllarında Bağdat’a giderek halifeyi ziyaret etmesi, Abbasîler nezdinde Selçuklular’ın itibarının artmasına ve Mutezile’nin yeniden canlanmasına yardımcı oldu. Çünkü Tuğrul Bey’in veziri Kündürî mezhep taassubundan dolayı veya siyasî sebeplerle onları destekliyordu. Kündürî, Mutezilîler’İ önemli mevkilere getirdi, bid’atçı olarak nitelenen Eş’arîler Selçuklu sınırlarının dışına çıkarıldı. Ünlü mutasavvıf Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Tuğrul Bey’in huzuruna çıkıp bu haksızlıkları önlemesini rica etti, hadis âlimi Ahmed b. Hüseyin ef-Beyhaki de Kündürî’ye bir mektup yazarak baskıların kaldırılmasını istedi, fakat her iki girişim de etkili olmadı. Nihayet 456 (1064) yılında Kündürfnin görevden alınıp hapse konulması ve bir yıl sonra öldürülmesiyle Mu’tezile’nin siyasî desteği sona erdi. Ebû Ali Muhammed b. Ahmed gibi Mu’tezile âlimlerinin çabaları da neticesiz kaldı. Alparslan’ın veziri ve koyu bir Eş’arî taraftarı olan Nizâmülmüik sürgüne gönderilen 400 civarındaki Sünnî âlimin geri dönmesini sağladı ve bunlar adına medreseler açtırdı. Nizâmülmüik1 ün verdiği destekle Eş’arî-lik canlandı. Cüveynî ve Gazzâlî gibi otoritelerin yönelttiği tenkitler sonucu Bağdat ve civarında tutunamayan Mutezilîler, Horasan ve Hârizm bölgelerine göç ettiler. Burada Mutezilî gelenek Ebû Mudar Mah-mûd b. Cerîr el-İsfahânî ve öğrencisi Câ-rullah ez-Zemahşerî tarafından devam ettirildi. Özellikle Zemahşerî, el-Keşşûf adlı tefsiriyle Mu’tezilîler kadar Sünnîler tarafından da takdir gördü. Bu bölgede de kesintiye uğrayan Mu’tezilî gelenek, Mu-tarrizî ve Abdülcebbâr b. Abdullah el-Hâ-rizmî gibi âlimlerin devam ettirme girişimlerine rağmen başarılı olamadı. Sonraki dönemlerde Mu’tezile, Sünnî dünyadan uzaklaşmışsa da tamamen yok olmamış, daha önce Vâsıl devrinde Zeyd b. Ali, Me’-mûn döneminde Kasım b. İbrahim er-Ressî tarafından başlatılmış olan Mu’-tezile-Şîa yakınlığı Yemen Zeydîliği ve kısmen İmâmiyye içinde varlığını sürdürmüştür. Nitekim Zeydî âlimi İbnü’1-Mur-tazâ onları savunmakta, Makbilî ise usû-lü’d-dînde Zeydiyye ile Mu’tezile’nin aynı görüşlere sahip olduğunu, ayrıldıkları tek meselenin imametten ibaret bulunduğunu kaydetmektedir. Kâdî Abdülcebbâr, kendi devrine kadar geçen sürede yaşayan Mutezile ricalini on tabaka halinde zikretmekte İb-nü’1-Murtazâ ise Hâkim el-Cüşem’nin eklediği iki tabaka ile birlikte bu sayıyı on ikiye çıkarmaktadır.
Basra ve Bağdat Okulları. Abbasîler devrinde Mu’tezile mezhebi Basra (Basriyyûn) ve Bağdat (Bağdâdiyyûn) kollarına ayrılmış, bu kollar zamanla iki okul haline dönüşmüştür. Her iki okul da beş esası kabul etmekle birlikte ayrıntıda farklı görüşler benimsemiştir. Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, el-Mesâ’il fi’l-lıilâf beyne’I-Başriyyîn ve’l-Bağdâdiyym adlı eserinde kendi döneminde Bağdat okulunu temsil eden Ebü’l-Kâsım el-Belhî ile Basra okulunu temsil eden Ebû Hâşim el-Cübbâî arasındaki ihtilaflı meselelerin sayısının 155 olduğunu kaydetmekte, Malatî ise bu sayının -herhalde çokluktan kinaye olarak- 1000’i aştığını söylemektedir. Ebû Mûsâ el-Murdâr da iki okul arasındaki ihtilaflı konulan ele alan Kitâbü mâ cerâ beynehû ve beyne’l-Başriy-yîn adıyla bir eser kaleme almıştır.
Basra okulunun ilk temsilcisi, aynı zamanda mezhebin kurucusu kabul edilen Vâsıl b. Atâ’dır (ö. 131/748). Vâsıl mezhebin tevhid, menzile beyne’l-menzileteyn ve emir bi’l-ma’rûf nehiy ani”l-münker; halefi Amr b. Ubeyd ise adalet, va’d ve vaîd esaslarını geliştirmiş olmakla beraber Mu’tezile’nin usûl-i hamseden oluşan inanç sisteminin teşekkülü Ebü’I-Hüzeyl el-Al-lâf in el-Uşûlü’l-hamse adlı kitabıyla tamamlanmıştır. İbnü’n-Nedîm onun çeşitli konulara ilişkin elliye yakın eserinin adını zikretmektedir. Ebü’l-Hüzeyl’in öğrencilerinin en meşhuru Basra okulunun ileri gelenlerinden biri olan İbrahim en-Nazzâm’dır. Arap edebiyatının en büyük nesir ustalarından sayılan Câhiz de Basra Mu’tezilîleri’nin önemli isimlerin-dendir. Câhiz’den sonra Basra Mu’tezilîleri’nin en meşhur temsilcileri Ebû Ali el-Cübbâî ve oğlu Ebû Hâşim’dir. Ebû Ya’küb eş-Şahhâm’ın öğrencisi olan Ebû Ali hocasının ölümü üzerine Basra Mu’tezilîleri’nin reisi olmuştur. Bu okulun son dönemdeki en önemli temsilcisi, Hemedan bölgesi başkadısı Abdülcebbâr b. Ahmed b. Abdülcebbâr el-Hemedânî’dir. Eklektik bir yöntemi benimsemiş olan Abdülcebbâr, kendisinden önceki Mu’tezile âlimlerinin görüşlerini bir araya getirerek bunlardan seçimler yapmıştır. Tercihlerinde Ebû Hâşim el-Cübbâfnin görüşleri ağır basmaktadır.
Bağdat Mu’tezilîligi, Basra okulunun ortaya çıkışından kısa bir süre sonra Bişr b. Mu’temir (ö. 210/825) tarafından kurulmuştur. Hârûnürreşîd’in veziri Fazl b. Yahya el-Bermekî ile temas kurup görüşlerini saray çevresine benimsetmeye çalışan Bişr’in Arap edebiyatı ve kelâm konusunda kaleme alınmış birçok eseri mevcuttur. Sümâme b. Eşres, Ebû Mûsâ el-Murdâr ve Ahmed b. Ebû Duâd onun en meşhur öğrencileridir. Keskin zekâsı, hazırcevaplı-lığı ve esprileriyle tanınan Sümâme, Hârû-nürreşîd döneminde hapse atılmış, ardından Me’mûn’un yakınında bulunarak ona danışmanlık yapmış, Emevîler’i ve Mu’te-zilî olmayanları yeren konuşma ve yazıları ile halifeyi muhaliflerine karşı tahrik etmiştir. Bağdat Mu’tezilîleri’ne en büyük hizmeti Basra’da doğup Yahya b. Eksem vasıtasıyla Me’mûn ile tanışan, onun ilim ve tartışma meclislerinde bulunan İbn Ebû Duâd yapmıştır. “Mu’tezile’nin rahibi” olarak anılan Ebû Mûsâ el-Murdâr, zâhidâne hayatı ve tesirli vaazlarıyla mezhebin yayılmasına önemli katkıda bulunmuştur. Murdâr’ın öğrencisi Ca’fer b. Mübeşşir eserlerinde Kur’an ve Sünnetin zahirine bağlı kalmayı savunmuş, kıyas taraftarlarını reddetmiş, böylece Zâhirîler’e yakınlaşmıştır. Ca’fer b. Harb”in öğrencisi olan Ebû Ca’fer el-İskâfı, Halife Mu’tasım Billâh tarafından Mu’tezile doktrinini anlatmakla görevlendirilmişti. Ayrıca Hz. Ali’nin üstünlüğünü (tafdîl) konu edinen, Nazzâm, Câhiz, Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr, İbn Şebîb, Hişâm b. Hakem, Müşebbihe, Mürcie ve Mücbire gibi şahıs ve fırkaların reddini içeren kitaplar yazmıştır. İbnü’r-Râvendî’nin hocası olan Ebû Mûsâ îsâ b. Heysem ile İbnü’r-Râvendî’nin Fadîhatü’l-MuHeziîe adlı eserini reddetmek üzere Kitâbö’l-İnüşâr’ı kaleme alan Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât da Ca’fer b. Harb’in öğrencileridir. îsâ b. Heysem aynı zamanda Hayyât’ın hocasıdır. Bu okulun müteahhir âlimlerinden olan Ebü’l-Kâsım el-Belhî el-Kâ’bî, Tirmiz’de açtığı medrese ile Mâverâünnehir’in her tarafında tanınmıştır. Bağdat Mu’tezilîliği’nin son temsilcisi olarak Ebû Ca’fer el-İskâfî’nin oğlu Ebü’l-Kâsım Ca’fer b. Muhammed zikredilebilir.
Basra Mu’tezilîliği fikrî mücadeleden yana olan, usul ve fürûda aklı ve vahyi birlikte değerlendiren bir okuldur. Mensuplarının amacı Resûlullah’tan intikal eden İslâm geleneğini devam ettirmekti ve bu konuda müsamaha göstermemişlerdir Dolayısıyla onları serbestlik taraftarı filozof olarak değil felsefeyi dine hizmet eden bir araç gibi gören kelâmci-lar olarak kabul etmek gerekir. Buna karşılık daha çok amelî ve siyasî alanda temayüz eden Bağdat Mu’tezilîleri, mezhebin görüşlerinin emir bi’1-ma’rûf çerçevesinde devlet eliyle etkili bir şekilde yayılması taraftarıydı. Bunun İçin eserlerinde imamete daha çok vurguda bulunmuş, yöneticilerle iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Ayrıca Me’mûn’un Bağdat’ta başlattığı tercümeler sebebiyle Basralılar’dan daha çok felsefenin etkisinde kalmışlardır.
Görüşleri. Bir kelâm ekolü olarak ortaya çıkan Mu’tezile, İslâm dininin aslî hükümlerinin temellendirilmesi, sistematik hale getirilmesi, izah ve ispat edilmesi, karşı fikirlerin cevaplandırılması gibi konularla meşgul olmuştur. Siyasî, felsefi vb. hususlar bu çerçeveye yardımcı olduğu Ölçüde ilgi alanlarına girmiştir. Meselâ tabiat felsefesi onlar için tevhidin temellen-dirilmesine bir vasıtadır. Aynı şekilde imamete emir bi’1-ma’rûf nehiy ani’l-münker esasını temellendirmek amacıyla Önem vermişlerdir.
a) Bilgi Teorisi. Mu’tezile’-nin genel kabulüne göre bilgi akıl, duyular ve doğru haber olmak üzere üç yolla elde edilir. İlk dönem Mu’tezile âlimlerinden Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf duyularla ve aklın bedîhî ilkeleriyle kazanılan bilgilerin zaruri, istidlal yoluyla elde edilenlerin ise ik-tisabî olduğunu, kâfir ve fâsıklarca nakledilen haberlerin tevatür derecesine varmış olsa bile kesin bilgi ve delil sayılamayacağını ileri sürmüştür. İnsandaki düşünce gücü sayesinde vahiy gelmeden de Allah’ın varlığı, nesne ve olayların matıiyetleriyle ahlâkî değerler bilinebilir. Organların amel-leriyle kalbin amelleri ayrı ayrıdır, bilme ameliyesini yapan kalptir. Bu sebeple beş duyu kendi başına kesin bilgi vermez. Tevellüd teorisini bilgi meselesine uygulayan Bişr b. Mu’temir, bilginin oluşumunun ve Özellikle Allah hakkındaki bilginin insanda belli aklî tekâmüllerin gerçekleşmesine bağlı bulunduğunu söylemiştir. Öğrencisi Nazzâm ise bilginin teşekkülünde şüphenin önemli rol oynadığını, insanda asıl idrak edenin ruh olduğunu, Allah’ın, idraki duyular üzerinden yarattığını, haberin ise bilgi ifade edebilmek için doğruluğuna aklî veya tecrübî karînenin bulunması gerektiğini, onu nakleden râvilerin mümin, kâfir veya fâsık olmasının önem taşımadığını savunmuştur. Nazzâm’ın öğrencisi Câhiz, insanın irade dışında bir fiilinin bulunmadığını ve gayri iradî bütün fiillerin onda zorunlu olarak meydana geldiğini, dolayısıyla ilmin de herhangi bir fiilden doğmadığını, kendiliğinden ve zaruri niteliği taşıdığını ileri sürmüştür. “Ashâbü’l-maârif” diye adlandırılan bu ekolün savunucuları arasında Câhiz’in yanı sıra Ali el-Esvârî de yer almaktadır. Allah’ın ancak zaruri bilgiyle bilineceğini söyleyen bu gruba karşı Nazzâm O’nun sadece istidlal yoluyla bilineceğini belirtmiştir. Ebü’l-Kâsım el-Belhî, dünyada istidlal yoluyla bilinen şeyin âhi-rette de istidlal yoluyla, dünyada zaruri bilgiyle bilinenlerin âhirette de zaruri bilgiyle bilineceği görüşünü ortaya atarak Allah’ın her iki âlemde de aynı yolla bilineceğini belirtmiştir. Kâdî Abdülcebbâr, dünyada Allah’ı bilmeyi sağlayan nazar ve istidlalin bütün mükelleflere vacip olan ilk şey olduğu kanaatine sahiptir Mu’tezile kelâmcıları, bilginin mahiyetini de irdeleyerek onun ele aldığı konuda âlimin nefsinin mutmain olmasını sağlayan nitelik mi (mâna), yoksa bir şeyi olduğu gibi kabullenme mi (itikad) olduğunu tartışmışlardır. Ebû Abdullah el-Basrî birinci görüşü, Ebü”l-Hüzeyl el-Allâf, Ebû Ali el-Cübbâî ve Ebû Hâşim el-Cüb-bâî ikinci görüşü savunmuştur. KâdîAbdülcebbâr, ilmin itikaddan ibaret bulunduğunu söyleyen Cübbâîler’in görüşünü reddederek hocası Ebû Abdullah el-Basrî’nin görüşünü destekler. Mu’tezile, geliştirilen bu bilgi teorisiyle sabit bir hakikatin olmadığını iddia eden Sûfes-tâiyye, Mütekâfiiyye ve Sümeniyye gibi agnostik, sadece müşahede ettiklerine inanan Dehriyye gibi monist / pozitivist akımların görüşlerini reddedip hakikatin değişik yollarla bilinebileceğini ispat etmeyi hedeflemiştir.
b) Tabiat Görüşü. İlk Mu’tezilîler daha çok Seneviyye, Berâhime, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Dehriyye gibi din ve felsefelerle muhatap oldukları için bunlara cevap teşkil edebilecek konu ve delilleri işlemeyi tercih etmişlerdir. Bu konuların başında tabiatın oluşumu ve işleyişi, faydalanılacak delillerin başında da akıl gelir. Mu’tezile’-de tabiat felsefesini ele alan ilk kelâma Ebü’l-Hüzeyl el-Allâftır. Ona göre fizik âlem, maddenin bölünemeyen en küçük parçası olan atomdan meydana gelir. Atomculuk olarak isimlendirilen bu görüş daha önce Demokrit tarafından da dile getirilmiş olmakla birlikte Allâf, onu Demokrit gibi materyalizmi değil Tann’nın varlığını ispat için araç olarak kullanmıştır Allâftan sonra tabiat felsefesi üzerinde en çok duran âlim Nazzâm’dır. Nazzâm, Allâf in savunduğu parçalanmayan cüz (atom) görüşüne karşı çıkmış, nesneleri meydana getiren cüzlerin arazlardan oluştuğunu, her cüzün onu teşkil eden cüzlerinin bulunduğunu ve bu durumun sonsuza kadar gittiğini söyler. Bununla beraber âlemin sadece fizik yapısında değil hareketlerinde de sonlu olduğunu savunur. Âlem birbirine zıt hareketli unsurların birleşmesiyle meydana gelmiş olup zeytinin içinde yağın, kömürün içinde ateşin ve insanın içinde kanın gizlenmesi gibi cisimler iç içe ve aynı mekânı işgal eder (tedahül). Dırâr b. Amr, bu görüşün Seneviyye’-deki nur-zulmet anlayışını çağrıştırdığını belirterek Nazzâm’a karşı çıkar. Ona göre tek araz vardır, o da hareketten ibarettir. Ebü’l-Hüzeyl gibi Muammer b. Abbâd’a göre de cisimler cüzlere ayrılmayan atomlardan meydana gelir. Nazzâm’ın iddiasının aksine cisimlerde esas olan hareket değil sükûndur ve arazlar da sükûndan ibarettir. İnsan parçalanmayan bir bütün olan nefisten (ruh) ibarettir, beden onun için bir alettir. Onun tek fiili vardır, o da iradedir. Ma’dûmun “şey” olduğu kanaatini taşıyan Mu’tezile âlimleri varlıkları mevcut ve ma’dûm diye ikiye ayırmaktadır. Bu görüşleri sebebiyle hasımları onları âlemin kıdemine kail olmakla itham etmiştir. Daha sonra gelen Mu’tezilîler, tabiat felsefesine selefleri kadar ilgi göstermemekle beraber onların ortaya koyduğu çerçevenin dışına çıkmamışlardır.
c) İnanç Sistemi. İtikadî alanı sistematik bir şekilde ifade eden ilk mezhep Mu’-tezile’dir. Başlangıçtan itibaren Mu’tezile kelâmcıları İslâm dininin temel ilkelerini “usûl-i hamse” başlığı altında ele almışlardır. Hayyât. Mu’tezilî kabul edilmek için beş esasın kabulünün şart olduğunu belirtir. Kâdî Abdüi-cebbâr da muhaliflerinin usûl-i hamseyi benimsemediklerini kaydederek Mülhide, Muattıla, Dehriyye ve Müşebbihe’nin tev-hid, Cebriyye’nin adalet, Mürcie’nin va’d ve vaîd, Hâricîier’in menzile beyne’1-men-zileteyn ve İmâmiyye’nin emir bi’1-ma’rûf nehiy ani’l-münker esasına muhalefet ettiklerini bildirir; bunların birine dahi muhalefet edenin bazan kâfir, bazan fâsık, bazan da muhtî (hatalı) olacağını kaydeder. Kâdî Abdülcebbâr, Mu’tezile’nin esaslarını Şer-hu’J’Uşûîi’I-hamse’de beş, el-Muğnî’-de tevhid ve adalet olmak üzere iki, ei-Muhtaşar fî uşûli’d-dm’ûe tevhid, adalet, nübüvvet ve şerâi’ olmak üzere dört esas halinde taksime tâbi tutmuştur.
1. Tevhid.
Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olduğunu kabul etme” anlamına gelen tevhid usûl-i hamsenin temelini teşkil eder. Hayyât yeryüzünde tevhidi savunan yegâne mezhebin kendileri olduğunu söyler. Mu’tezile mensuplarının tevhid konusuna yaptıkları bu vurgu onların özellikle sıfatlarla ilgili duyarlılıklarından kaynaklanmaktadır. Çünkü onların döneminde İslâmî çevrede oluşan gruplardan Sıfâ-tiyye, Allah’ın bağımsız kadîm mânalar olarak zatî sıfatlara sahip olduğunu söylüyor, Haşviyye O’na makam, cismiyet gibi maddî mânalar nisbet ediyor, Bâtıniyye ise Allah’ın sonradan oluşmuş (hadis) zatî sıfatlara sahip bulunduğunu savunuyordu. Öte yandan hıristiyan camiasında aslında tek olan Tann’nın üç uknum halinde düşünüldüğü, dolayısıyla uknumlardan her birinin kadîm mânalara tekabül ettiği ileri sürülüyordu. Sıfatlar konusunda ilk tartışmayı başlatan Ca’d b. Dirhem olup onun sıfat telakkisini Cehm b. Safvân, ardından Vâsıl b. Atâ benimsemiştir. Mu’tezile taaddüd-i kudemâya meydan vermemek için kadîm mânaları zâttan ayrı, mahallü’l-havâdise meydan vermemek için de hadis mânaları kabul etmiyordu. Vâsıl, Allah’a kadîm mânaların nisbet edilmesini şirkle denk tutuyordu. Benzer görüşte olan Zemahşerî aksi yaklaşımın Hıristiyanlığın uknumlarından farklı olmayacağını söyler.Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Abbâd b. Süleyman, Nazzâm ve Ebû Ali el-Cübbâî gibi âlimler ilâhî sıfatların Allah’ın zâtının aynı olduğunu söylemektedir. Muammer b. Abbâd, Allah’ın sıfatlarını zâtındaki mânalara bağlayarak O’nun kendinde mâna olarak bulunan ilimle âlim, kudretle kadir olduğunu savunur. Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin öncülüğünü yaptığı “ahvâl” teorisine göre ilâhî sıfatlar Allah’ta kendisinin sahip olduğu hal sebebiyle mevcuttur. Kâdî Abdülceb-bâr, sıfatları zâtı ve fiilî diye ikiye ayırdıktan sonra zâti sıfatların Allah’ın zâtının aynı olduğunu belirtir ve bunları kadîr, alîm, hay, mevcûd, semî’, basîr ve müdrik şeklinde sıralar. Fiilî sıfatların ise hadis ve Allah’ın zâtının gayrı olduğunu söyleyerek bunları da mürîd, kârih, mütekellim, fail şeklinde gösterir Sıfatlar üzerinde yapılan bu tartışmalar Mu’tezilîler’i yed, vech, istiva, semada oluş gibi Kur’an’da mevcut nitelemeleri Allah’ın her türlü havadisten tenzih edilmesi yönünde yorumlamaya, bunun yanında Kur’an’ın mahlûk olduğu ve Allah’ın görülemeyeceği görüşüne sevketmiştir.
2. Adalet.
Mu’tezile’ye göre adi Allah’ın iyi/hasen fiilleri işlemesi, kötü (kabili) fiillerin meydana gelmesinde etkisinin bulunmamasıdır. Ebû Ali el-Cübbâî adlin hasen olan her çeşit fiili kapsadığını söylerken Kâdî Abdülcebbâr bu tanımın eksik olduğunu kaydeder ve adli “Allah’ın bütün fiillerinin güzel oluşu, zulüm ve çirkin fiilleri asla yapmaması” şeklinde tanımlar. Bunun anlamı Allah’ın her türlü kötü işten, sevap, fayda gibi şeyleri terketmekten, maslahata aykırı ve çirkin yolla insanları kulluğa çağırmaktan münezzeh olması; bütün fiillerinin hikmet, adalet ve isabet niteliği taşıması demektir. Dolayısıyla insanların İşlediği kötü fiillerin Allah tarafından yaratılması caiz değildir. Allah insana eylem gerçekleştirme gücünü önceden vermiş olup kişi hürriyetini kullanarak istediğini yapar. Esasen irade hürriyeti bulunmayan bir insanın Allah tarafından sorumlu tutulması O’nun adalet ve hikmetiyle bağdaşmaz. Fazl er-Rakaşî’nin taraftarlarından oluşan Fazliy-ye’nin, Allah’ın kulların itaat cinsinden fiillerini vukuu anında irade ettiğini, mâsi-yet türünden fiillerini ise hiçbir zaman dilemediğini söyleyerek O’nun istediği bazı şeylerin olmadığını, istemediği bazı şeylerin de olduğunu ileri sürmesi yüzünden bazıları bu grubun Mu’te-zilî olduğunu iddia etmişse de aslında Faz-liyye, Hâricîler’den Sevbâniyye’nin bir koludur.
3. Va’d ve Vaîd (Ödül ve tehdit).
Gelecekte bir kimseye bir faydanın ulaştırılacağını veya ondan bir zararın giderileceğini bildiren habere va’d, onun bir zarara uğrayacağını yahut bir faydadan mahrum bırakılacağını içeren habere de vaîd denilir. Allah’ın va’d ve vaîdinde durmaması, verdiği haberin vakıaya uygun olmaması söz konusu değildir. Bu sebeple dünyada iyilik yapanları mükâfatlandırması, günah işleyenleri de cezalandırması zorunludur. Allah’ın emirlerine uyup işlediği büyük günahlardan tövbe etmiş olarak ölenler âhirette mükâfatı hak eder, büyük günahlardan tövbe etmeden ölenler ise cehennemde ebedî olarak kalır. Ancak bunların azabı kâfirlerinkinden daha hafiftir Mu’tezile va’d ve vaîd başlığı altında iman, fısk, küfür, kebîre, tövbe, kötülüklerin iyilikleri boşa çıkarması, iyiliklerin günahlara kefaret olması, sevap, ikab, şefaat, ivaz, kabir azabı gibi âhiret ahvâli, bunların maddî varlıklara tekabül edip etmediği, büyük günah işleyenlerin cehenneme girdikten sonra oradan bir daha çıkmayacakları gibi konuları ele almaktadır. Hem adi hem va’d ve vaîd esasları âhirette şefaatin olmamasını gerektirir. Kur’an’da ve hadislerde varit olan kabir azabı, Münker ve Nekir suali, mîzan, sırat gibi hususlar ancak nakille bilinebilir. Kabir azabının inkârı Mu’tezile mensuplarının bir kısmına ait bir telakki olduğu halde İbnü’r-Râvendî tarafından hepsine nisbet edilmiştir.
4. Menzile Beyne’l-Menzileteyn. (Büyük günah işleyen mümin de değildir, kafir de değildir. Fasıktır.)
Bu esas, büyük günah işleyen kişinin küfrü gerektiren bir inkârda bulunmadığı için kâfir olmayacağı gibi işlediği günah sebebiyle imanda da kalamayacağı, bu ikisi arasında bir yerde bulunacağı şeklinde açıklanmakta ve Mu’tezile bu kişiyi “fâsık” diye nitelendirmektedir. Fâsık tövbe etmeden öldüğü takdirde ebediyen cehennemde kalır. Bu esası ilkin ortaya koyan Vâsıl b. Atâ, bu yaklaşımıyla farklı görüşler arasındaki ortak bir nokta bulmayı amaçlamış, görüşünü siyasî alana da uygulayarak Hz. Ali ile Muâviye taraftarlarından birinin hatalı olduğunu, fakat tesbitinin mümkün bulunmadığını, dolayısıyla haklarında karara varmayıp konuyu Allah’a havale etmenin gerektiğini söylemiş, hem Ali’yi hem düşmanlarını tekfir eden Hâri-cîler’le her iki grubu da mümin sayan Mür-cie arasında ara bulucu olmak istemiştir, Ortaya çıkış açısından usûl-i hamsenin ilki kabul edilen menzile beyne’l-men2ileteyn, Mu’tezile’nin zuhurunda ve orta yolu izlemesinde oynadığı rol sebebiyle zaman zaman bu ekol mensuplarına Menâziliyye adı da verilmiştir.
5. Emir Bi’l-Ma’rûf Nehiy Ani’l-Münker.
Mu’tezile’ye göre İslâm davetinin yayılması, dalâlette olanların hidayete ermesi, hakkı bâtıla karıştırmak isteyenlerin zararlarının önlenmesi için her müslümanın iyiliği emretmesi ve kötülükten sakındırması zorunlu bir görevdir. Emre konu olan ma’-rûf vacip türünden ise onu emretmek vacip, nafile türünden ise nafiledir. Ancak münkerde böyle bir ayırım yapılamaz. Öte yandan zulüm ve yalan gibi aklî, hırsızlık zina ve içki gibi dinî münkerlerden uzaklaştırmak vacip, içtihada konu olan münkerlerden uzaklaştırmak ise bazı durumlarda vacip, bazı durumlarda caizdir. Mu’-tezilîler, ilk zamanlar emir bi’1-ma’rûf nehiy ani’l-münker esasını uygulayarak Berâ-hime, Mecusîlik, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi dinlere ve Mücessime, Müşebbihe, Râ-fizîlik, zındıklık gibi mezhep ve akımlara karşı İslâm’ı güçlü bir şekilde savunmuş, bu amaçla Horasan ve Mâverâünnehir’e kadar gitmişlerdir. Ayrıca bu esası ahlâk bozukluklarını önlemek, toplumu ıslah etmek, adaleti yaygınlaştırmak amacıyla tatbik etmişler, fakat Havâric ve Şîa’nın yaptığı gibi bunu iktidardaki yöneticilere karşı toplumu kışkırtmak için bir araç olarak kullanmamışlardır. Ancak sonraki devirlerde bu tutumlarını değiştirerek muhalefette iken en-Nefsüzzekiyye’yi desteklemede olduğu gibi isyan hareketlerinde, iktidarda iken mihne olaylarında görüldüğü üzere muhalifleri yola getirme ve hasımları susturma hususunda bu esastan faydalanmışlardır. Ebü’l-Kâsım el-Belhî bu hususta örnek olabilecek bazı huruç hareketlerinden söz etmektedir.
İslâm toplumunda II. (VIII.) yüzyılda yaşanan sosyal, kültürel ve siyasal dinamiklerin etkisiyle zuhur eden Mu’tezile’nin birinci derecede inanç esaslarını oluşturan usûl-i hamsesi daha çok müslümanlar arasında cereyan eden fikrî tartışmalar sonucu, bilgi teorisi ve tabiat felsefesi gibi ikinci derecede görüşleri ise diğer dinlerle olan kültürel temaslar, mücadele ve münazaralar esnasında ortaya çıkmıştır. İslâm düşüncesinin özgün bir modeli olan Mu’tezilî hareketin Yunan felsefesinin ürünü olduğu iddiası geçersizdir. Brahmanizm, Hinduizm, Mecusîlik, Zerdüştlük, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerin hâkim olduğu coğrafyalarda İslâm’ın tebliği, yayılması, muhatapların irşad ve ikna edilmesinde, ilhad ve zındıklık gibi karşıt akımların önünün kesilmesinde Mu’tezi-le’nin önemli katkıları olmuştur. Kuruluş ve gelişme dönemlerinde Vâsıl b. Atâ’nın ve daha sonra gelen Mu’tezilî âlim ve devlet adamlarının davetçilerini Hindistan’dan Bizans’a kadar değişik yerlere gönderdikleri ve bu hizmetlerinin hasımları tarafından bile takdir edildiği bilinmektedir. Câhiz, Mu’tezile’nin bu konulardaki hizmetlerini değerlendirip faziletlerini sayarken kelâmcıların gayretlerinin bütün dinlerin, Mu’tezile’nin çabalarının ise bütün mezheplerin avam tabakasını helak olmaktan kurtardığını kaydetmektedir.
Öte yandan Mu’tezile’nin İslâm dünyasında dinî ve tabii ilimlerin gelişmesine büyük katkısı olmuştur. Bunların başında dinî ilimlerde akılcılığın, tabiat ilimlerinde deney ve gözlem metodunun kullanılması gelir. “İlmü’I-bahs ve’1-münâzara, ilmü’l-cedel” diye adlandırılan metodolojiye yönelik ilimler Mutezile tarafından kurulmuştur. Bu yöntemler sayesinde orijinal sayılacak bilgi ve buluşlara ulaşılmıştır. Bunlara örnek olarak Ebü’l-Kâsım el-Belhî’nin dünyanın yuvarlak olduğu Ebû Ali ve Ebû Hâşim’in yer çekiminin varlığı sonucuna varmış olmaları gösterilebilir. Vâsıl b. Atâ, Amr b. Ubeyd, Nazzâm ve Câhiz başta olmak üzere birçok Mu’tezilî müellif şiir ve nesirleri, belagat, cedel ve hitabeleriyle Arap edebiyatına önemli hizmetlerde bulunmuştur. Mu’-tezile kelâmcılan, hür fikirli oluşları ve taklidi reddetmeleri sebebiyle çekinmeden birbirlerine muhalefet edebilmişlerdir. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ile yeğeni Nazzâm, Nazzâm ile öğrencisi Ca’fer b. Harb, Ebü’l-Hasan el-Eş’arî ile üvey babası Ebû Ali el-Cübbâî, Ebû Ali el-Cübbâî ile oğlu Ebû Hâ-şim arasında geçen tartışmalar buna örnek gösterilebilir. Her ne kadar Malatî ve Abdülkâhir el-Bağdâdî gibi Sünnî müellifler Mu’tezilîler’in birbirini tekfir ettiklerini öne sürüyorsa da bu tür aşırı eleştiriler daha çok mezhep mensupları ile Dırâr b. Amr, Hafs el-Ferd, İbnü’r-Râvendî, Ebü’l-Hasan el-Eş’arî gibi Mu’tezilî iken daha sonra mezhepten ayrılanlar arasında cereyan etmiştir. Hocası Nazzâm için KMb fî tekfîri’n-Nazmm bi-ibtâlihi’1-cüz3 el-lezî lâ yetecezze* adıyla eser telif eden Ca’fer b. Harb gibi kişilerin sayısı çok azdır.
Mu’tezilîler’in bir özelliği de Kur’an üzerinde yoğunlaşmış olmalarıdır. Onlar bir konuda naklî delil getireceklerse bunun Kur’an’dan olmasına özen gösteriyorlardı. Dirayet tefsir metodu ilk defa onların başvurduğu bir yöntemdir. Bu konuda gösterdikleri hassasiyet, Kur’an üzerine yazdıkları eserlerden ve cilt sayısı yüzlere ulaştığı nakledilen Kur’an tefsirlerinden anlaşılmaktadır. Çoğu özel hayatında zâhid ve muttaki olmakla beraber Kur’an’a bağlılıkları sebebiyle hermetik felsefeye dayanan tasavvufa karşı çıkmışlardır.
Mu’tezile’nin Ehl-i sünnet’e açık etkisi Eş’arî ile başlamıştır. Hayatının önemli bir kısmını Mu’tezilîler arasında geçirdikten sonra onlardan ayrılan Eş’arî başta kelâm metodu olmak üzere ilâhî sıfatlar, kesb, cüz-i lâ yetecezzâ, te’vil ve hudûs gibi birçok konuda Mu’tezile’nin etkisinde kalmıştır. Peygamber göndermenin toplum açısından gerekliliği, hüsün-kubuh, akıl-nakil ilişkisi gibi hususlarda Mutezile ile Mâtürîdiyye arasında benzerlikler vardır. Eş’arî, Abdülkâhir el-Bağdâdî, Şehristânî gibi mezhepler tarihi müellifleri mezhep tasniflerinde Mu’tezile’yi ana fırkalar içinde sayarken Mutahhar b. Tâhir el-Makdi-sî, Şehâbeddin İbn Arabşah gibi yazarlar onlar hakkında tarafsız veya olumlu ifadeler kullanmış, Seyyid Ahmed Han, Emîr Ali, Mevlânâ Muhammed Ali Lahorî, Fe-rîd Vecdî, Cemâleddin el-Kâsımî, Ahmed Emîn, Fazlurrahman ve Murtazâ Mutah-harî gibi son dönem âlimleri onlardan ilham almışlardır. Bazı şarkiyatçılar, başlangıçta Mu’tezile’yi İslâm rasyonalistleri olarak nitelendirirken Mu’tezilî eserlerin yayımlanmasından sonra bu görüşlerinden vazgeçerek onların İslâm teologu olduklarını söylemeye başlamışlardır. JosephvanEss, Mu’-tezilîler’i İslâm filozoflarından daha tutarlı ve orijinal bulmaktadır.
Yayıldığı Coğrafya. Mutezile mezhebinin kurucusu Vâsıl b. Atâ Medine’de doğmuş, ardından Basra’ya göç etmiştir. Ha-san-ı Basrî’den ayrıldıktan sonra yetiştirdiği öğrencilerin bir kısmını İslâm coğrafyasının değişik bölgelerine göndererek mezhebin yayılmasına gayret göstermiştir. İbnü’l-Murtazâ onun Abdullah b. Hâ-ris’i Mağrib’e, Hafs b. Sâlim’i Horasan’a, Kasım b. Sa’dfyi Yemen’e, Eyyûb b. Ev-ten’i el-Cezîre’ye, Hasan b. Zekvân’ı Kûfe’-ye ve Osman et-Tavîl’i Ermenistan’a yolladığını kaydetmektedir. Amr b. Ubeyd döneminde Şam’da Muhammed b. Abdullah en-Nefsüzzekiyye isyanına destek veren bazı Mu’tezilîler takipten kurtulmak için Horasan, Yemen, Taberistan ve Mağrib’e göç etmişlerdir. Abbasîler devrinde Basra ve Bağdat Mu’tezile’nin faaliyetlerine merkez olmuş, bu-raiarda yetişen davetçiler dünyanın değişik yerlerine gönderilmiştir. Mu’tezilî şair Safvân el-Ensârî bir kasidesinde bu davet-çilerin hizmetlerini anlatır ve onların doğuda Çin’den batıda Mağrib-i Aksâ’ya kadar gittiklerini söyler. Ebü’l-Kâsım el-Bel-hî kendi döneminde kısmen veya tamamen Mu’tezilî olan bölgeleri kasabalarına varıncaya kadar sayar. Onun zikrettiği bölgeler şunlardır: Şam, Mağrib, Yemen, el-Cezîre, Ermenistan, Azerbaycan, Hûzistan, Vâsıt, Ahvaz, İran coğrafyasından Errecan, Tevvez Sînîz, Sîrâf, Cehrem, bunlardan başka Kirman, Sind, Cezîretülarab ve Basra Benzer bilgilere Hayyât, Mutahhar el-Mak-disî, Malatî, Mes’ûdîve İbnü’l-Murtazâ’da da rastlanmaktadır. Yâküt, Tilimsân’ın yakınında bir şehir olan Tâhert’te Vâsıliyye’-ye mensup 30.000 kişinin bulunduğunu, bunların evlerinin Araplar’ın evlerine benzediğini kaydeder. Mâtürîdî, eserlerinde Semerkant’ta görüşleri bilinen ve tartışılan epeyce Mu’-tezile âlimine yer verir; özellikle Nesef’te bir medrese kurmuş olan Ebü’l-Kâsım el-Belhî’den Kâ’bî diye sıkça söz eder. Ebü’l-Hasan el-Ah-deb bu medresede yetişmiştir. Ebû Bekir Muhammed b. İbrahim ez-Zübeyrî Mu’tezilî inançları İsfahan’da yaymıştır. Ayrıca Karmîsîn, Cürcân, Nîşâbur ve Horasan’ın diğer şehirlerinde mezhep mensuplarına rastlanmaktadır. İbnü’n-Nedîm, Ebû Hâ-şim ekolüne bağlı olan Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali el-Basrî’nin bilhassa Horasan bölgesinde çok meşhur olduğunu kaydeder. Büveyhîler zamanında çok etkili olan Mu’tezilî vezir, vali ve kadıları Bağdat, Hemedan, Ahvaz, Musul, Tüster, Kirmanşah, Kuhistan, Taberistan, Deylem, Şîraz ve Yezd bölgelerinde mezhebin yayılmasını sağlamış, Selçuklu hükümdarlanndan Tuğrul Bey döneminde de bu yayılma devam etmiştir. Mu’tezile, Mısır’da İbrahim b. İsmail ve Mu’tezilî iken daha sonra bu mezhepten ayrılan Hafs el-Ferd, İspanya’da ise Câhiz’in öğrencilerinden Ebû Bekir Ferec el-Kurtubî tarafından yayılmıştır. Endülüs’teki mezhep faaliyetlerine temas eden İbn Hazm bu bölgede mezhep tartışmalarının olmadığını, ancak Mu’tezilî çizgide seyreden, mezhebin esaslarına göre düşünen ve eserler veren bir topluluğun bulunduğunu kaydeder ve Halil b. İshak, Yahya b. Sümeyne, Mûsâ b. Hudeyr’in isimlerini sayar. Mu’tezile günümüzde kısmen Şiî muhitlerde, yoğun olarak da Yemen’deki Zeydiyye içinde varlığını sürdürmektedir.
Literatür.
1. Mezhep Mensuplarına Ait Eserler. Mu’tezile kelâmcıları, emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker ilkesine verdikleri önemin bir sonucu olarak kuruluş döneminden itibaren birçok eser kaleme almışlardır; ancak bunların büyük bir kısmı günümüze ulaşmamıştır. Ebü”l-Kâsım el-Belhî, İbnü’n-Nedîm, Kâdî Abdülcebbâr, Hâkim el-Cüşemî ve İbnü’l-Murtazâ gibi müelliflerin verdikleri bilgilerden bu eserlerin aşağıdaki konularda yoğunlaştığı anlaşılmaktadır:
a) Bilgi Teorisi ve Kelâm Yöntemi. İbrahim en-Nazzâm, Ebû Mûsâ el-Murdâr, Sümâme b. Eşres ve Ca’fer b. Mübeşşir bilgi problemine dair Kitâbü’l-Macrife adıyla eserler yazmışlardır. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, bilgilerin duyular yoluyla elde edilişini açıklamak amacıyla Kitâbü’s-Sem’ ve’1-başar isimli risalesini kaleme almıştır. Bu hususta Nazzâm ile aralarında önemli tartışmalar olmuştur. Mantık ve metodoloji konusunda Nazzâm’ın Kitâ-bü’î-Mantık’ı, Sümâme’nin el-Cedel ve’l-hilâf’u Ebü’l-Kâsım el-Belhî’nin Kitâbü’l-Cedel, el-İsîidlöl bi’ş-şâhid ‘ale’l-ğâ^ib adlı eserleri, Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın Ki-tûb calâ oşhâbi ictihâdi’r-re’y, Ca’fer b. Mübeşşir’in Kitâb alâ aşhâbi’l-kıyâs ve’r-rey”ı zikredilebilir. Haber konusunda Nazzâm’ın Kitâbü’n-Nüket’i, Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın Ahbârü’l-Kur3âri\, Ca’fer b. Harb’in Me’âni’l-ahbâr ve şerhuhâ’-sı, Bişr b. Mu’temir ve Ca’fer b. Harb’in Te’vîlü müteşâbihi’l-Kur’ân’ı dikkat çekmektedir. Kelâm yöntemiyle ilgili olarak Ca’fer b. Harb’in Kitâbü’I-UşûTü, Ebû Mûsâ el-Murdâr”ın Fünûnü’l-kelâm’ı ve Keîâmü ehli’l’Cilm ve’l-cehl, Bişr b. Mu’temir’in er-Red calâ men câbe’l-ke-lâm’ı, Câhiz’in Tafzîlü şmâ’ati’l-kelâm’] ve Ebû Ca’fer el-İskâfî’nin Kitâbü me telefe fîhi’î-mütekellimûn’u sayılabilir.
b) Tabiat Felsefesi. İlk Mutezile kelâmcı-lan ve Özellikle Basra okuluna mensup olanlar Seneviyye ve Dehriyyeyi reddetmek amacıyla tabiatın yapısı, işleyişi ve Allah’la ilişkisi konularıyla ilgilenme ihtiyacını duymuşlardır. Bu çerçevede yazılan eserlere örnek olarak Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf in Kitâbü’l-Cevâhir ve’l-acrâz, Kitâbü’l-Cûz\ Kitâbü’l-Barekât, Kitâb fîhaikı’ş-şey1 ve Kitöbü’l-İnsân’i; Nazzâm’ın Kitâb fi’I-‘âlemi’1-kebîr ve Kitâb fi’l-‘âle-mi’ş-şağîr, Kitâbü’t-Tafra, Kitâbü’1-Mü-kâmene, Kitâbü’I-Müdâhale’sı ve Muammer b. Abbâd’in Kitâbü’1-Cüz3 ellezî lâ yetecezze’ ve Kitâbü’1-Me*ânt adlı eserleri zikredilebilir,
c) Usûl-i Hamse. Bu hususta yapılan çalışmalara örnek olarak Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ve Kâdî Abdülceb-bâr’ın eİ-Uşûlü’î-h.amse’s\ ile Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın Uşûlü’d-dîn’i; beş esasın her biri hakkında yazılmış eserlere örnek olarak Vâsıl b. Atâ ve Bişr b. Mu’temir’in el-Menzile beyne’l-menziîeteyn’i, Amr b. Ubeyd’in Kitâbü’î-cAdi ve’t-tevhîd’i ile Nazzâm ve Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın et-Ta’-dîl ve’t-tecvîr’l Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ve Nazzâm’ın Kitâbü’1-Vo^d ve’1-va’îd’ı ve Ca’fer b. Mübeşşir’in el-Emr bi’1-mcfrûi ve’n-nehy ‘ani’l-münker’ı gösterilebilir. Mu’tezile kelâmcıları ayrıca istitâat, nübüvvet, kader, halku’l-Kur’ân, lütuf, tövbe, iman, küfür konularında birçok eser yazmışlardır.
d) Siyaset. Mu’tezile içinde siyasî konularla daha ziyade Bağdat okulu ilgilenmiştir. Kendilerini en çok etkileyen kişi hilâfet sıralamasında Hz. Ali’yi başta zikreden Şiî kelâmcısı Hişâm b. Ha-kem’dir. Dört halife konusunda mevcut durumu onaylayan Basra Mu’tezilîleri ise Hişâm’a karşı çıkmıştır. Bu hususta Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf in Kitâbü’l-İmâme ‘öie’l-Hişâm’ı örnek olarak verilebilir. Bişr b. Mu’temir Kitâbü’l-îmâme’smöe Hişâm paralelindeki görüşleri savunmuştur. Câ-hiz Risale fî Benî Ümeyye, Kitâbü Cem-hereti’I-mülûk, Kitâbü’l-Mülûk ve’l-ümemü’s-sâlife ve’i-bâkıye, el-‘Oşmâ-niyye, Taşvîbü ”Alî fî tahkimi’1-hake-meyn, Kitâb ü’î-^Abbâsİyye ve Ebû Hâ-şim el-Cübbâî el-‘Askeriyyât adlı eserlerinde dönemlerinin tartışılan siyasî konularına bakış yapmışlardır. Ebû Ca’fer el-İskâfî’nin Kitâbü’l-Makâmât fî tofzîli cAlî ‘aleyhi’s-selâm’ı ile kendisine ve oğlu Ebü’l-Kâsım’a nisbet edilen el-Mi’yâr ve’î-muvâzene fi’1-imâme tartışmaların iki önemli kaynağını teşkil etmektedir,
e) Reddiyeler. İlk Mu’tezilîler’in eser yazdığı konuların başında Seneviyye, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerle Dehriyye ve felâsife gibi fikrî akımlara yönelik reddiyeleri gelmektedir. Vâsıl b. Atâ, düalist bir din olan Maniheizm’i red için Eli mes’e/e ü’r-red Cale’l-Mâneviyye adlı kitabını kaleme almıştır. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf. Nazzâm, Bişr b. Mu’temir ve Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın mülhidleri, Ebü’l-Hüzeyl’in Sûfestâiyye’yi, Nazzâm’ın Dehriyye ve heyûlâ ashabını, Câhiz’in ilham taraftarlarını, Ca’fer b. Harb ve Ebû Hâşim el-Cübbâfnin tabiatçılan, Dı-râr b. Amr, Yahya en-Nahvî ve Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin Aristo’yu reddeden eserleri bulunmaktadır. Mu’tezilîler ayrıca hem diğer İslâmî fırkaları hem birbirlerini eleştirmek amacıyla kitaplar telif etmişlerdir. Bunlara Amr b. Ubeyd’in Kaderiyye’yi, Ebü’l-Hüzeyl’in Kaderiyye, Mücbire ve Mür-cie’yi, Ebû Bekir el-Esamm’ın Mücbire’yi, Nazzâm’ın Mücbire ve Mürcie’yi, Bişr’in Havâric ve Mücbire’yi, Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın Mücbire ve Cehmiyye’yi reddeden risaleleri örnek gösterilebilir. Birbirini eleştirmek konusunda Ebü’l-Hüzeyl el-Aİ-lâf’ın Ebû Şemr, Hafs el-Ferd, Dırâr b. Amr, Cehm b. Safvân ve İbrahim en-Nazzâm; Nazzâm’ın Muammer b. Abbâd; Bişr b. Mu’temir’in Külsûm b. Amr, Nazzâm, Dırâr b. Amr, Ebü’l-Hüzeyl, Hişâm b. Hakem ve Ebû Bekir el-Esam; Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın Ebü’l-Hüzeyl ve Nazzâm hakkında yazdığı reddiyeler sayılabilir.
Bugün başta Topkapı Sarayı Müzesi ve Süleymaniye kütüphanelerime Mısır Millî Kütüphanesi olmak üzere çeşitli kütüphanelerde Mu’tezile’ye dair bazı eserler bulunmakla birlikte bu konuda en önemli kaynaklar Yemen kütüphanelerinde mevcuttur. Bu eserlerden bir kısmı neşredilmiştir. Câhiz’in kelâm konularını yahut Mu’tezile kültürünü ilgilendiren onu aşkın eseri yayımlandığı gibi Mu’tezile’nin en önemli kelâmcısı Kâdî Abdülcebbâr’ın da ona yakın telifi neşredilmiştir. Bunlardan başka Nâşî el-Ekber’in Mesâ^ilü’l-imâme ve muktetafât mine’l-Kitâbi’l-evsat ii’l-ma-kâlât’ı Ebû Ca’fer el-İskâfî’nin el-Mfyâr ve’J-müvâzene fî fezâili’l-imâm emîn’l-müzminin Alî b. Ebî Tâlib’l Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât’in İbnü’r-Râven-dî’nin Fadîhatü’l-Mu’tezile’sine cevap vermek üzere yazdığı ei-întişâr ve’r-red calâ İbni’r-Ravendi el-mülhid’i Ebü’l-Kâsım el-Belhî’nin Kitabim Makâlât’vcm Mu’tezile ile ilgili bölümü ile Kabulü’1-ahbâr ve ma’rifeti’r-ricali Ebû Bekir Muham-med el-İyâzfnin Ehl-i sünnet ve Mu’tezile’nin temel farklarını on maddede ele aldığı el-Mesâ’ilü’l-‘aşr el-İyâziyye’si zikredilebilir. Ayrıca Kâdî Abdülcebbâr’ın öğrencilerinden Ebü’l-Hüseyin el-Basrînin el-MuHemed fî uşûli’l-hkh’ı İbn Metteveyh’in et-Tezkire fî ahkâmı’1-cevâhir ve’l-acrâz’ ve el-Mecmûc fi’î-Muhît bi’t-tekîîf’ı Ebû Reşîd en-Nîsâbûrînin el-Mesd’il fi’1-hilâf beyne’l-Başriyyîn ve’l-Bağdâdiyyîn’ı Hâkim el-Cüşe-mî’nin Şerhu’l-Uyûn’u Neş-vân el-HimyerTnin el-Hûrü’l-‘îyn’i Mu’teziie’nin son temsilcilerinden Zemahşerfnin el-Keş-şâfı ile el-Minhâc fî uşûli’d-dîn’ı ve Takiy-yüddîn en-Necrânî’nin el-Kâmil fi’1-istik-şâ fîmâ beleğanâ min kelâmi’1-kude-mâe kaydedilebilir.
2. Mu’tezİle’ye Yazılan Reddiyeler.
Sünnî kelâm kitaplarında Ehl-i sünnet görüşünün yanı sıra Mu’tezile’nin görüşüne de yer verilmekte ve çok defa aşırı görüşlerin genel kanaat olarak sunulduğu dikkat çekmektedir. Sünnî literatüründe Mu’te-zile hakkında en geniş bilgi makâlât, firak, milel ve nihai türü eserlerde yer almaktadır. Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn’mde Mu’tezilîler’in ittifak ve ihtilâf ettikleri noktalan kaydederken Ebü’l-Hüseyin el-Mala-tî, “hevâ ve bid’at ehlini uyarmak üzere” yazdığı et-Tenbîh ve’r-redd’inde Mu’te-zile’yi ehl-i kıblenin muhalifi olan fırkalar içinde göstermekte, kendilerini İslâm dairesinin dışına çıkaran birçok görüşün bulunduğunu ileri sürmektedir. Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne’î-fırak’ta Mu’tezilfler’i “haktan ayrılmış” olarak nitelemekte, mezhep mensuplarının yirmi iki fırkaya ayrıldığını, Hâbıtıyye ve Hımâriyye kollarının küfre düştüğünü, diğerlerinin ise bid’at ve dalâlette birleştiklerini kaydetmektedir. Şeh-fûr b. Tâhir el-İsferâyînî. et-Tebşîr ü’d-dîn adlı eserinde Mu’tezİle’ye ayrı bir bölüm ayırmıştır. İbn Hazm da el-Faşi’ında Mu’tezİle’ye yönelik birçok eleştiride bulunmuştur. Mutezile konusunda en objektif tavrı Şehristânî ve Fahredden er-Râzî sergilemiş, her ikisi de herhangi bir değerlendirme yapmadan görüşlerini olduğu gibi nakletmiştir.
İ’tizâlî görüşleri reddetmek amacıyla müstakil telifler de meydana getirilmiştir. Bunların içinde en etkili olanlar Dırâr b. Amr, Hafs el-Ferd, İbnü’r-Râvendîve Ebü’l-Hasan el-Eş’arî gibi Mu’tezilî iken daha sonra ayrılanların eserleridir. Bu kitaplarda yer alan iddialar çok defa i’tizâlî görüşlerin tesbiti için kaynak teşkil etmiştir. İb-nü’n-Nedîm, el-Fihrisfinde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Mukatil b. Süleyman’ın er-Red Cale’l-Kaderiyye, İbn Küllâb ve Hafs el-Ferd’in er-Red Kaîe’l-MuHezile, Ahmed b. Hanbel’in er-Red ‘ale’z-zenâdıka ve’l-Cehmiyye, Hişâm b. Hakem’in Kitâbü’r-Red ‘ale’l-MuHezile ve Ebû Bekir er-Râ-zî”nin el-întikâd ve’t-tahrîr Cale’l-Mucte-zile, er-Red Cale’l-Câhiz, er-Red cale’n-Nâşîve er-Red ‘alâ Ebi’l-Kasım el-Bel-hî adlı eserlerini zikretmektedir. Ayrıca Eş’arrnin cAlâ Ebi’l-Hüzeyl ü ma’lûmâ-tillâh ve makdûrâtih, Fi’r-Red fi’l-ha-rekât aîâ Ebi’l-Hüzeyl, Nakzu kelâmı Abbâd b. Süleyman, en-Nakzü’1-latîf ‘ale’l-İskâfî ve Nokzu Nakzi Te’vîli’l-edilie ‘ale’l-Belhî Mâtü-rîdî’nin de Beyânü vehmi’l-MuHezile, Reddü’l-Uşûli’l-hamse İi-Ebî cÖmer el-Bâhiîî, Reddü Evâ’iii’l-edille li’1-Kâ’bî, Reddü Tehzîbi’l-cedel li’1-Kâ’bî, Reddü Va’îdi’l-füssâk li’l-Kâcbî adlı eserleri bulunmaktadır. Sonraki dönemlerde de Mu’tezile’yi eleştirmek amacıyla çalışmalar yapılmıştır. Abdülkâhir el-Bağ-dâdî’nin Fezâ’ihu’l-Mu’tezile, Hişâm b. Hakem’in Kitâbü’r-Red cale’l-MuHeziîe, İbn Miksem el-Attâr’ın er-Red Ca7e’l-Mue-tezile İbn Teymiyye’nin Beyânü Telbîsi’l-Cehmiyye fî telsisi bi-de’ihimü’l-kelâmiyye Minhâcü’l-iHidâl fî nakzi kelâmı ehli’r-rafzi ve’1-iHizâl ve Zehebînin, İbn Teymiyye’nin adı geçen kitabının muhtasarı olan el-Müntekâ min Minhâci’l-ftidâl fî nakzi kelâmı ehli’r-rafzi ve’1-i’tizâl, İbn Kayyim el-Cevziyye’-nin eş-ŞavâHku’1-münezzele Cale’l-Ceh-miyye ve’1-Muattıla, Yâfiî’nin Merhe-mü’l-‘ileli’1-mu^attılo fi’r-red calâ *im-meti’I-MuHezile, Mekkî Mehmed Efen-di’nin îmân-ı Mücerredin Adem-i Nef’i Hakkındaki Mu’tezile Delillerinin Reddi adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir.
3. Modern Dönemde Yazılan Eserler,
a) Arapça. Mu’tezile’nin tarihî gelişimini ele alan eserler arasında Cemâleddin el-Kasımî’nin Târîhu’l-Cehmiyye ve’1-Mu’tezile Abdurrahman Sâlim’in et-Târîhu’t-türâşî es-siyâsî li’1-MuHezi-le hattâ nihâyeti’l-karni’s-şâlişi’l-hicrî Saîd Murâd’ın Medre-setü’l-Başra el-İHizâliyye İsâmüddin Muhammed Ali’nin eî-Mu’te-zile Fürsânü ^ilmi’î-kelâm ve Fâlih er-Rebiî’nin Târîhu’l-Mu’ tezile fikrühüm ve ftikadühüm Nasr Hâmid Ebû Zeyd’in ei-îtticâhü’l-‘akîî ü’t-tefsîr: Dirâse fî ka-zıyyeti’l-mecâz fi’l-Kur3ân ‘inde’1-Mutezile Velîd Kassâb’ın et-Türâşü’n-nakdî ve’1-belâği li’l-Mucte-zile ve Ebû Sa’de Hasan Mihrî’nin eS-îtticâhü’l-‘aklî fî müş-küeti’l-maKnîe İinde’l-Muctezile adlı telifleri zikredilebilir. Kelâm problemleriyle ilgili olarak da şunlar kaydedilebilir: Muhammed Kâmil Ahmed, Mefhûmu’l-cadl fî tefsiri1-Mu”tezile li’1-Kufâni’l-Kerîm Semîh Duğaym, Felsefetü’î-kader fî fikri’1-Mu’tezile Muhammed Sabri Osman, el-Mîtâfîzîka Hnde’l’Mıf-tezile Muhammed Umâre, el-Mu’tezile Müşkiletü’î-hürriyyeü’1-m-sâniyye Ali b. Sa’d ed-Düveyhî, Ârâ’ü ‘l-Muctezileü’î-uşûliyye Avvâd b. Abdullah el-Mu’tık, el-Muçîezüe ve uşûîühümü’î-hamse ve mevkıfü Ehli’s-sünne minhâ Âdil Awâ, el-Mu’tezi-le ve fikrihümü’l-hür Diğer mezheplerle mukayesesi hakkında Resul Ca’feriyân’ın el-Mesârü’1-ükrî beyne’l-Mu’tezile ve’ş-Şfa Münîr Sultan’ın Î^câzü’î-Kur’ân beyne’l-MuHezüe ve’1-Eşâ’ire ve günümüzle ilgisine dair Yûsuf Kemâl’in el-Aşriyyûn MuHeziîetü’1-yevm adlı eserleri sayılabilir. Mu’tezile üzerine değişik Arapça dergilerde birçok makale yayımlanmıştır.
b) Batı Dilleri. Goldziher, Nallino, Nic-holson, Mcdonald ve O’leary gibi şarkiyatçılar, Mu’tezile’yi keşfedişlerinin ardından hakkında birçok kitap ve makale yazmaya başlamışlardır. Bu konuda müstakil kitap telif eden müelliflere örnek olarak Al-bert Nasrî Nâdir H. Steiner Daniel Gima-ret Şeyh Bûam-rân (Bouamrane) ve Richard Frank gösterilebilir. Şarkiyatçılar ayrıca Mu’tezile üzerine birçok dergide çok sayıda makale yayımlamışlardır.
c) Türkçe. Son dönemde Mu’tezile hakkında yazılan Türkçe kitapların başlıcalan şunlardır: Nafiz Danışman, Kelâm İlmine Giriş ve Mu’tezile Mütekellimlerinden Amr b. Bahr el-Câhiz’in Kitaplarından Seçmeler Kemal Işık, Mu’tezile’nin Doğuşu ve Kelamı Görüşleri Mustafa Bilgin, Tefsirde Mu’tezile Ekolü Yüksel Macit, Mu’tezile’nin Fıkıh Usulü Anlayışı Osman Aydınlı, İslâm Düşüncesinde Aklîleşme Süreci: Mutezilenin Oluşumu ve Ebu’l-Huzeyl Al-laf Mu’tezilî İmamet Düşüncesinde Farklılaşma Süreci İlyas Çelebi, İslâm İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kâdî Abdülceb-bâr Mahmut Ay, Mu’tezile ve Siyaset Abdul-baki Güneş, Aklî Tefsir Hareketi: Mutezile ve Menâr Ekolü Mustafa Öztürk, Kur’an’m Mu’tezilî Yorumu: Ebû Müslim el-İsfahânî Örneği Hüseyin Hansu, Mu’tezile’nin Hadis Anlayışı. Mu’tezile hakkında kaleme alınan makalelerin ilk örneğini M. Şerefettin Yaltkaya’nın Sebîlürreşâd ve Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası’nöa yayımladığı yazıları oluşturmaktadır. Daha sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Dinî Araştırmalar Dergisi, İLAM Araştırma Dergisi, Tabula Rasa: Felsefe-Teoloji, İslâmiyât gibi dergilerde çeşitli makaleler yayımlanmış, Marife Dergisi’nın üçüncü yıl üçüncü sayısı Mu’tezile’ye tahsis edilmiştir. (Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Mutezile maddesi)
posted on Haziran 8th, 2012 at 03:04
posted on Haziran 9th, 2012 at 11:39
posted on Mart 6th, 2015 at 08:03