DİYANET VE KANDİL GECELERİ YA DA AKILCILIKLA HURAFELER ARASINDA SIKIŞIP KALMAK-Mehmet Yaşar Soyalan
DİYANET VE KANDİL GECELERİ YA DA AKILCILIKLA HURAFELER ARASINDA SIKIŞIP KALMAK
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu ülkemizde tüm tartışmalara rağmen en etkili ve saygın kurumlarının başında gelmektedir. Toplum üzerindeki etkisi düşünüldüğünde bu kanaatin yabana atılır bir tarafı olmadığı görülür. Çünkü TC’de vatandaşlarının büyük bir kısmı ibadetler dahil bir çok konuda bu iki kurumun görüş ve kararları doğrultusunda hareket etmektedir. Hatta bu coğrafyada yaşayan insanların bir kısmı özellikle Diyanet İşleri Başkanlığını İslam’ı temsil eden bir kurum olarak görmektedir. Bazı Müslümanlar, İslam’da ruhbanlığın ve kilise benzeri kurumların bulunmadığını söyleseler de, toplumun önemli bir kesiminin Diyanet İşleri Başkanlığı’na böyle bir misyon yüklediği de ortada. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın her karar ve faaliyeti önem arzetmekte, toplum üzerinde olumlu veya olumsuz bir etkiye neden olmaktadır.
Ancak devletin de bir devlet kurumu olarak DİB’dan bir beklentisi, başka bir deyişle ona yüklediği bir misyon vardır. Göründüğü kadarıyla bu misyon, hukukla ilgili alanda yani devletin kendisini tanımladığı temel konularda reformist ve akılcı, dini ve sosyal hayatta ise gizemci ve hurafeleri önceleyen bir tavır sergilemek.
Toplumun büyük bir kesimi tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Müslümanların etkin ve üst bir dini kurum olarak görülmesi yanında İslam Dininin sözcüsü veya temsilcisi olarak algılandığı da ayrı bir gerçektir. İşin en ilginci ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da görüş, uygulama ve kararlarıyla böyle bir tavır içinde olmasıdır. Hem siyasi otoritenin hem de devleti yöneten diğer güçlerin bu kurumdan, tüm Müslümanları temsil ediyormuş veya onların adına konuşuyormuş veya İslam’ın kararını açıklıyormuş gibi bir hizmet beklemesi veya bu yönde açıklamalar yapmaya yöneltilmesi, bu görüşleri kuvvetlendirmektedir.
Benzer bir durum Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak çalışan Din İşleri Yüksek Kurulu için de geçerlidir. Bu kurul ülkenin en büyük dini kurulu olarak kabul görmektedir. Zaman zaman güncel konularla ilgili görüşlerini açıklamaktadır.
İster bu gerekçelerle ilgili olsun isterse yasal yetkileri çerçevesinde olsun Diyanet İşleri Başkanlığı, TC’de yaşayan Müslüman vatandaşların din ile ilgili işlerini sevk ve idare etme yanında bazı güncel tartışmalarla ilgili görüşlerini de açıklamaktadır. Müftülükler kanalıyla da halkın ibadetler ve günlük hayattaki bazı sorunlarla ilgili sorularına da cevaplar vermekte, bu cevaplar da genelde İslam dininin görüşü olarak algılanmaktadır. Ayrıca bütün TC camilerindeki Cuma hutbeleri de yeknasaklığın sağlanması ve farklı görüşlerin ortaya çıkmasının engellenmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu hutbeler kanalıyla da toplumu bilgilendirip yönlendirmektedir.
DİB Başkanı bazı açıklamalarında İslam dinini, hurafe ve uydurmalardan uzak, toplumu çalışmaya, birlik ve beraberliğe teşvik eden, tembelliği ve her türlü uyuşukluğu ortadan kaldıran, en önemlisi de aklı esas alan bir din olarak tanıtmaktadır. İslam’ın çağdaş ve modern bir din olduğunu vurgulamaktan da kaçınmamaktadır. Toplumda görülen bazı batıl inanışların, hurafe ve uydurmaların İslamla bir ilgisinin olmadığını sık sık tekrarlamaktadır. Ancak, hem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı hutbelerde hem de camilerde görevli imam ve vaizlerin, vaaz ve hutbelerinde farklı bir üslup ve anlayış içinde olduğu da görülmektedir. Hurafe ve uydurma edebiyatı en yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu yaygınlık, “dini gün ve gecelerde” daha yoğun olarak işlenmekte, topluma akıldışılıktan ve hurafelerden ibaret bir din sunulmaktadır.
Zaman zaman üst düzey görevliler dinde aklın ve vahyin esas olduğuna dair açıklamalar yapsalar da hem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı metinlerde hem de görevli imam ve vaizlerinin camilerdeki hutbe ve vaazlarında farklı bir dil ve tavır sergiledikleri görülmektedir. Hem anlattıkları şeyler vahiy ve akılla çelişmekte, hem de karşı olduklarını söyledikleri hurafe ve uydurma rivayetler sundukları şeylere delil olarak gösterilmektedir. Hatta Ramazan ayı boyunca camilerde verilen vaazlarda anlatılan din ile Kur’an’da ifadesini bulan din arasında neredeyse bir benzerlik kurmak bile mümkün olmamaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri imam ve vaizlerinin yeterli bilgiye sahip olmadığını kabul etmekte, ancak, kadrosundaki personelini yetiştirmek ve bilgilendirmek için de herhangi bir program uygulamamaktadır. Yetkililere bakılırsa çok sayıda kurs ve toplantı düzenlenmektedir; ancak bu toplantı konularına ve kurs programlarına bakılırsa şekilcilikten öteye gidilmediği, bazı konulara yüzeysel değinilerek geçildiği, asıl yoğunlaşmanın ses güzelliği ve kraatte olduğu görülmektedir. DİB, Bütün enerjisini güzel sesli imamlar bulup, makamına uygun ezan ve Kur’an okutmakla bir de kurum içindeki irtica odaklarını ortaya çıkarmaya harcamaktadır. Elbette Hac mevsiminde Mekke ve Medine’ye seferler düzenlemek de esas görevleri arasında bulunmaktadır. Biz elbette işin bu yönü üzerinde yoğunlaşacak değiliz.
Biz bu çalışmamızda Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulunun, toplumu bilgilendirip yönlendirmek için hazırladığı metinlere bir göz atacağız. Bunun için de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı Cuma hutbelerinde ve Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarında dile getirilen konuları ve kendi görüşlerini desteklemek için delil getirdikleri metinlere dikkat çekeceğiz. Bu metinler gerçekten hem içerik hem kullanılan dil hem de verilmek istenen mesaj açısından ilginçlik arzetmektedir. Özellikle de bu metinlerde seçilen hadisler dikkat çekmektedir.
Aklın ve vahyin esas olduğunu söyleyen yetkililer nedense hazırlanan metinlerde bunun tam tersini sergilemektedirler. Bir yandan toplumu bidat ve hurafelerden uzak durmaya, akıl dışı şeylere inanmamaya davet ederken, hazırladıkları metinlerde, en akıldışı ve Kur’an’a ters anlayış ve davranışları İslam olarak sunmaktadırlar. Bunu hem o konuyu yorumlamada hem de kendi yorumlarına delil olarak sundukları rivayetlerde yapmaktadırlar. Zaten yeteri kadar önemsenmeyen, sorgulama ve akletme olgusu, DİB’in metinleriyle, camilerde verilen hutbe ve vaazlarla adeta toplumun gündeminden bütünüyle çıkarılmaktadır. DİB’in niçin böyle bir tavır ve çelişki içine düştüğü veya böyle bir yol izlediği bizim meçhulümüzdür.
Bunu ya toplumla ters düşmemek adına ya kendilerine böyle bir görev verildiği için veya gerçekten görüşleri bu yönde olduğu için yapmaktadırlar. Bilemiyoruz. Örneğin bunu akılla ve vahiyle çatışan ancak geleneksel İslam anlayışı içerisinde yeri bulunan bir çok konuda hazırlanmış metinlerde açıkça görmek mümkün. Bu metinlere bir göz atıldığında, konuları izah etmek ve dindeki yerini göstermek için mevzu ve zayıf hadislere bolca yer verildiği görülecektir.
Oysa Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’de ciddi anlamda yayıncılık yapan ve bir çok önemli eseri topluma kazandıran bir kurumdur. Mevzu(uydurma) Hadisler kitabı da bu yayınlardan biridir. Bu kitapta, hangi hadisin hangi nedenden dolayı mevzu olduğu uzun uzun anlatılmış ve bu konu örnekleriyle ortaya konmuş. Ancak aynı Diyanet İşleri Başkanlığı hazırladığı metinlerde bu kitapta mevzu/uydurma hadis olarak görülen rivayetleri ve benzerlerini Peygamberimizin ağzından aktarılmakta ve toplumu yanlış bir şekilde yönlendirmekte bir sakınca görmemekte, hatta bunu İslam olarak sunmaktadır. Herhalde bu rivayetlerin herhangi bir kitapta veya hadisleri toplayan meşhur bir kaynakta yer alıyor olması, onların muteber ve sahih kabul edilmesi için yeterli sayılmaktadır.
Toplumu bilinçlendirmek, hurafe ve uydurmalardan, özellikle de akıl dışı uygulamalardan uzak tutma iddiasında olan bir kurumun, tartışmaya açık ve Kur’an’ın temel ilkeleriyle açıkça çelişen bir çok rivayeti, sırf bir hadis kitabında yer alıyor diye veya geleneksel anlayışta bunlar muteber kabul ediliyor diye Peygamberimizin sözü ve uygulaması olarak aktarmak ve bunlar üzerine açıklamalarda bulunup bazı uygulamalara geçmek insanın aklına bazı soruları getirmektedir.
Biz şimdi biz Diyanet İşleri Başkanlığının Cuma hutbeleri için hazırlayıp kendi internet sitesinde yayınladıkları metinlerindeki bazı rivayetleri aktaracağız. Gerek duyulursa bu rivayetlerle ilgili kendi kanaatimizi de açıklarız
07.12.2001 tarihli “Kadir Gecesi” isimli hutbede şu rivayet aktarılmakta ve insanların 365 gün boyunca yaptıkları yanlışların birkaç saatlik nafile ibadetle yok olacağını ve bütün günahlarının bağışlanacağı söylenerek hem toplum yönlendirilmekte hem de İslamın adalet, eşitlik anlayışı zedelenmiş olmaktadır.
“Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde:
“Kim Kadir gecesini, faziletine inanarak ve mükafatını da Cenab-ı Haktan bekleyerek, ihya ederse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır” buyurmuşlardır.(Tecridi Sarih: c:1,sh:45).
26.10.20 tarihli ve “Berat Kandili” başlıklı hutbe de şunlar anlatılmaktadır.
“Berat ve kadir geceleri, Cuma ve bayram günleri gibi mübarek gün ve geceler; Müslümanların Allah’a yöneldikleri, çeşitli ibadetlerle meşgul oldukları, hayır ve hasenat yaptıkları; dua, tevbe ve istiğfar ile günahlarının bağışlanmasını niyaz ettikleri bereketli ve feyizli zamanlardır. Sevgili Peygamberimiz (a.s.), en çok Şaban ayında, özellikle Berat gecesinin yaklaştığı günlerde nafile oruç tutmuş ve bunun sebebini soranlara, “Ameller, bu ayda âlemlerin Rabb’ı yüce Allah’a arz edilir. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah’a arzedilmesini isterim” cevabını vermiştir.” (Tac, II, 106).
Aynı hutbeden bir alıntı daha.
“Sevgili Peygamberimiz (a.s.), “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve; “tevbe eden yok mu! Onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim, hastalığından şifa isteyen yok mu ona şifa vereyim. Yok mu şunu isteyen yok mu bunu isteyen” der. Bu durum, sabaha kadar devam eder” buyurmuştu” (Tac, II, 107)
Peygamberimiz (a.s.); Allah’a ortak koşmak, kin ve düşmanlık beslemek, kibir ve gurur içinde olmak, içki ve uyuşturucu kullanmak, akraba ve komşularla ilişkiyi kesmek, ana-baba haklarına riayet etmemek gibi günahların, bu gece vesile edilerek terk edilmesini tavsiye etmiş; günahlarına ısrar edenlerin, af ve mağfiretten mahrum kalacaklarını ve bu gecenin feyzinden yararlanamayacaklarını bildirmiştir(Munziri,Tergib,II,241)
9.11.2001tarihli ve “Ramazan Ayının Faziletleri” başlıklı hutbeden;
“Ramazan ayının fazileti hakkında, Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bir hutbesinde şöyle buyurmuşlardır: “Ey insanlar! Büyük ve mübârek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu ay içerisinde, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Bu ayda Allah, gündüzleri oruç tutmayı farz kıldı, ben de bu ayın gecelerinde teravih namazını size sünnet kıldım. Bu ayda bir iyilik yapan, başka zamanlarda bir farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır. Bu ayda bir farzı yerine getiren kimse de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi (mükâfât almış) olur.” Aynı hutbede devamla şöyle denmektedir.
Ramazan sabır ve yardımlaşma ayıdır, sabrın ve yardımlaşmanın mükafatı ise cennettir. Ramazan bereket ayıdır, mü’minin rızkının çoğaldığı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçluya iftar ettirirse, onun bu davranışı günahlarının bağışlanmasına, cehennemden kurtuluşuna ve iftar ettirdiği kimsenin tuttuğu orucun sevabından pay almasına vesile olur. Oruç tutan kimsenin sevabından da bir şey eksilmez.”(Miskatül Mesabih,H.No:1965) DİB’in Bu rivayetleri tercihi ve yaptığı açıklamalar, onun nerede durduğunu ve topluma nasıl bir din ve sosyal hayat önerdiğini ortaya koymaktadır. MEHMET YAŞAR SOYALAN
http://www.fikriyat.net/modules.php?name=News&file=article&sid=72