Kalu Bela-Muhammed Esed
7/172- VE SENİN RABBİN, her ne zaman Âdemoğulları’nın sulblerinden onların soylarını çıkaracak olsa, onları kendileri hakkında tanıklık etmeye çağırır: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar, cevaben: “Elbette!” derler, “Buna tanıklık ederiz!”139
[Bunu, böylece hatırlatıyoruz ki] Kıyamet Günü’nde, “Doğrusu, bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz, 173 yahut: “Aslında, önce (biz değil,) atalarımızdı Allah’tan başkasına tanrısal nitelikler yakıştıranlar; biz sadece onların izinden yürüyen bir kuşağız; öyleyse, bâtılı ihdas edenlerin işlediklerinden dolayı bizi mi helak edeceksin?” demeyesiniz.
139 Metnin orijinalinde, bu bölümde geçmiş zaman kipi kullanılmaktadır (“çıkardı”, “onlara sordu” vb.). Ne var ki, yukarıda “soru” ve “cevap” tarzında mecazî bir yolla anlatılmak istenen vaka, mahiyeti itibariyle, sürekli bir tekerrür ifade ettiğindendir ki, bu devamlılığın şimdiki zaman kipiyle ikinci bir dile aktarılması, anlatılmak istenenin anlaşılmasını oldukça kolaylaştıracak gibi geldi bize. Kur’an’a göre, Mute‘âl Kudret’in varlığını sezme, algılama yatkınlığı insanda yaratılıştan (fıtrat) var olan bir hususiyettir; sonradan, kendini-beğenmişlik, nefsine-düşkünlük gibi arızî duygular eliyle ya da yoldan çıkarıcı çevresel etkilerle üzeri örtülebilir, bulandırılabilir olsa da, böyle içsel, sezgisel bir idrak imkanının varlığıdır ki, akıl sahibi her insanı Allah’ın önünde “kendi hakkında tanıklık yapma”ya yöneltmektedir. Kur’an’da sık sık görüldüğü üzere, Allah’ın “konuşması, söylemesi, ya da sorması” insanın da “cevap vermesi”, gerçekte Allah’ın yaratıcı eylemini ve insanın da buna varoluşsal cevabını, tepkisini dile getirmek için kullanılan temsîlî ifadeler durumundadır.
posted on Mayıs 31st, 2010 at 03:15