-
12th Temmuz 2008

“HIZIR” inancı ve Hz Musa- Hakkı Yılmaz

posted in HIZIR |

KUR’AN’DAKİ MUSA İLE BİLGİN KUL KISSASI

Allah’a kayıtsız şartsız teslim olma ve geçici şeylerden uzak durma konularında önemli bilgi ve ilkeler içeren Kehf suresinin bünyesindeki “ashab-ı kehf (mağara arkadaşları)”, zengin adam-yoksul adam, Musa ile “bilgin kul” ve Zülkarneyn ile Ye’cüc Me’cüc kıssaları, bizler için ibret dolu birer örnek teşkil etmektedir.

Ancak, bu kıssalardan bir tanesi, Musa ile “bilgin kul” kıssası, İsrailiyat kültürü altında âdeta rivayet bombardımanına tutulmuş ve bu konuda binlerce hikâye, menkıbe yazılmıştır. İşin kötü tarafı, bu rivayet bombardımanı sonucunda Kur’an’dan onay almayan ve İslâm ilkeleri ile kesinlikle bağdaşmayan,

Veli,

Hızır,

İlm-i Ledün

Kulların gaybı bilebilmeleri,

Velinin nebiden üstünlüğü

gibi bir çok abuk sabuk inanış, ne yazık ki Müslümanlara kabul ettirilmiştir.

Bizim bu makaleyi yazmamızdaki amaç, işin gerçeğini kardeşlerimizle paylaşıp, kardeşlerimizi İsrailiyat batağından uzak tutmaktır.

Musa ile “bilgin kul” kıssası, Kehf suresinin 60 – 82. ayetlerinde anlatılmıştır. 60 – 64. ayetler, Musa’nın yolculuğa çıkışı, genç yardımcısı, sahra (iki denizin birleştiği yer), balık konularını içermekte, “bilgin kul” ise 65. ayette ortaya çıkmaktadır. 60 – 64. ayetlerde anlatılanlar da önemli olmakla birlikte, rivayet bombardımanın bu ayetlerdeki hasarı imanı, tevhidi zedeleyecek boyutta değildir. Bu sebeple biz, bu kısmın sadece mealini vermekle yetinip, yorumlarımızı, yanlışa, batıla ve hurafeye malzeme yapılan 65 – 82. ayetler için yapmış bulunuyoruz.

18/60 – 80. ayetlerin meali:

60- Ve bir vakit Musa genç hizmetçisine “Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, yahut senelerce gideceğim.” demişti.

61- Bunun üzerine iki denizin birleştiği yere vardıklarında ikisi de balıklarını unuttu. O zaman o denizde bir deliğe doğru yolunu tutmuştu.

62- Bu şekilde geçtikleri zaman genç hizmetçisine: “Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk.” dedi.

63- Genç: “Gördün mü? Büyük Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unuttum; onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu. O, şaşılacak bir şekilde denizdeki yolunu tuttu.” dedi.

64- Musa, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.

65- Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

66- Musa ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen şartıyla sana tâbi olabilir miyim?” dedi.

67- O: “Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.

68- Ve havsalanın almadığı şeye nasıl sabredeceksin!” dedi.

69- Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem.” dedi.

70- O: “O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana ondan söz açıncaya kadar.”

71- Bunun üzerine ikisi beraber gittiler; nihayet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı. Musa: “A, içindekileri boğmak için mi yaraladın onu? Doğrusu kötü bir şey yaptın!” dedi.

72- O: “Demedim mi ki sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?” dedi.

73- Musa: “Unuttuğum şeyle beni suçlama ve bu işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.

74- Yine gittiler nihayet bir delikanlıya rastgeldiler; tuttu onu öldürüverdi. Musa: “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu çok kötü bir şey yaptın!” dedi.

75- “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” dedi.

76- Musa: “Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Doğrusu tarafımdan beyan edilecek son özre erdin.”

77- Bunun üzerine yine gittiler. Nihayet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Ancak onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa: “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi.

78- O: “İşte bu, seninle benim ayrılmamız olacak! Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim.

79- Önce gemi, denizde çalışan birtakım zavallılarındı. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim; çünkü ötelerinde bütün sağlam gemileri gaspedip alan bir kral vardı.

80- Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.

81- İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin.

82- Ve gelelim duvara; o, şehirde iki yetim oğlanındı, altında onlar için bir define vardı ve babaları iyi bir zat idi. Onun için Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Bu, Rabbinden bir rahmet olmak üzeredir ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması!” dedi.

18/65 – 82. ayetlerin tefsiri:

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, bu ayetlerde anlatılan serüven, binlerce rivayet ve menkıbeye kaynak olmuştur. Daha doğrusu, bu uydurmaların türediği esas kaynak bu ayetler değil, bu ayetler hakkındaki Ubeyy b. Ka’b rivayetleridir. Ubeyy b. Ka’b sayesinde; Hızır adında bir süpermenimiz; elifi görse mertek sanan İlm-i Ledün sahibi köşe bucak post serip cennet pazarlaması yapan birçok evliyamız; havada uçup suda yürüyen, dağların arkasını ve yıllar sonrasını ayan beyan görüp anlatan, peygamberden üstün tutulan velilerimiz olmuştur.

Bu bombardımanın amiral gemisi ise İbn-i Kesir’in rivayet tefsirleri kitabıdır.

Şimdi, bu saçmalıklara dayanak kabul edilen ayetlerin gerçek anlamlarını inceleyelim ve bakalım gerçekten bu ayetler ile bu saçmalıklar arasında bir bağıntı, bir benzerlik var mı?

18/65. Ayet: “ Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

Musa ile yardımcısının Sahra’da (iki denizin birleştiği yerde) buldukları kul bize göre bir peygamberdir. Çünkü ayette “Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik” denmiştir. Biz biliyoruz ki Yüce Rabbimiz bu ifadeyi başka ayetlerde de peygamberlerine verdikleri için kullanmıştır:

Zühruf; 31 – 32: Yine dediler ki: “Bu Kur’an, şu iki kentin birinden, bir büyük adama indirilmeli değil miydi?”

Ne! Yoksa Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şimdiki hayatta, onların geçimliklerini aralarında paylaştıran, birbirlerine iş gördürmeleri için, kimini kimine derecelerle üstün kılan biziz. Rabbinin rahmeti, onların topladıklarından daha iyidir.”

Kasas; 86: Sen, Kitab’ın sana verileceğini hiç ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyleyse, sakın inkârcılara arka çıkma!

“Bilgin kul”un peygamber oluşunun bir diğer delili ise; “bilgin kul”un 82. ayette, duvar doğrultma işini kendi iradesi ile yapmadığını beyan etmesidir. Bu demektir ki, duvar altında duran iki yetime ait gömünün varlığı ve bu gömünün belli bir süre daha bulunduğu yerde korunması gereği ve dolayısıyla bunun icabı olan duvarın doğrultma işi, “bilgin kul”a vahy ile telkin edilmiştir.

Yukarıdaki delillere dayanarak peygamber olduğunu söylediğimiz “bilgin kul” için bize bu kıssa dışında bilgi verilmemiştir. Bu durumda “bilgin kul”un Nisa suresinin 164 ve Mümin suresinin 78. ayetlerinde bahsedilen, adı ve kendi hikâyesi bildirilmemiş peygamberlerden olduğu anlaşılmaktadır.

Bu iki âyetten(18/65à 43/31-32 28/86) “rahmet” ile neyin kasdedildiğini öğrendikten sonra görüyoruz ki 65. âyette “biz ona katımızdan rahmet vermiştik” buyuruluyor. Yine aşağıda göreceksiniz 82. âyette duvar doğrultma olayı Âlim Kul’un kendi isteğiyle yaptığı bir eylem değildir. Duvarın altında iki yetime ait gömünün varlığı, onun korunmasının gereği, onun içinde duvarın doğrultulmasının icabı Alim Kul’a (peygambere) vahy ile telkin edilmiştir.

18/66. Ayet: “Musa ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen şartıyla sana tabi olabilir miyim?” dedi.”

Musa ve “bilgin kul” tanışmışlardır. Musa, onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu öğrenmiştir. Ve ondan “doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için”, onun öğrencisi olmayı istemektedir.

18/67 – 68. Ayetler:

O: “Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.

Ve havsalanın almadığı şeye nasıl sabredeceksin!” dedi.

Musa`nın o yöre ve “bilgin kul” hakkında bilgisinin olmadığı bellidir. Çünkü o bölgeye yeni gelmiş ve “bilgin kul” ile yeni tanışmıştır. Ama “bilgin kul”un ifadelerinden anlıyoruz ki, “bilgin kul” o yörenin insanıdır ve bir takım görevleri vardır. Zira “bilgin kul”, Musa ile birlikte oldukları takdirde meydana gelmesi muhtemel olaylar karşısında Musa’nın, kafasının bu olayları almayacağını ve sabredemeyeceğini öngörmektedir. Yani “bilgin kul”, belli bir görevi ifa etmek için dolaştığı o bölgede, o bölgeyi iyi tanıdığı için, bazı olumsuzluklarla karşılaşabileceğini tahmin edebilmekte ve Musa’nın da bunlara sabredemeyeceğini düşünmektedir.

18/69 – 77. Ayetler: Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem.” dedi.

O: “O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana ondan söz açıncaya kadar.”

Pazarlık yapılmış ve “bilgin kul” Musa’nın yanında gelmesine izin vermiştir. Kıssanın bundan sonraki bölümlerinde Musa’nın genç yardımcısından söz edilmez olmuştur.

Bunun üzerine ikisi beraber gittiler; nihayet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı. Musa: “A, içindekileri boğmak için mi yaraladın onu? Doğrusu kötü bir şey yaptın!” dedi.

“Bilgin kul”un o çevreyi tanıdığı gibi, gemi sahipleri ve yolcular da “bilgin kul”u tanıyor ve ona güveniyor olmalılar ki, “bilgin kul”un gemiyi yaralamasına engel olmamışlardır. Ne “bilgin kul”, ne de o yöre hakkında bilgisi olmayan Musa ise bu işe karşı çıkmıştır.

Olanlar gayet olağan şeylerdir. Bu olayda herhangi bir olağanüstülük, esrarengizlik yoktur. Kulun gaybı bilmesi gibi bir şey söz konusu değildir.

O: “Demedim mi ki sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?” dedi.

Musa: “Unuttuğum şeyle beni suçlama ve bu işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.

Yine gittiler nihayet bir delikanlıya rastgeldiler; tuttu onu öldürüverdi.

Musa: “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu çok kötü birşey yaptın!” dedi.

Ayette geçen “ غلام Gulam” sözcüğünün orijinal anlamı, “Cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan” demektir. Bu özellik, çocukluk yaşından çıkmış kimselerde olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Gulam/ delikanlı sözcüğü, şeyh/ ihtiyar sözcüğünün zıt anlamlısı olarak kullanılır.

Ayetteki “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?” ifadesinden, “gulam”ın erişkin birisi olduğunu anlıyoruz. Zira çocuk yaşta birisi başkasını öldürürse ona kısas yapılmaz. Buradaki olay kısasa uygun görüldüğüne göre “gulam”, çocuk değil erişkin bir delikanlıdır.

Delikanlının öldürülmesine de Musa’dan başka karşı çıkan olmamıştır. Demek ki, “bilgin kul”un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları; ana-babası herkes bilmektedir. Aksi halde bir yabancının gelip de, memleketlerinde kendilerinden bir delikanlıyı öldürüp elini kolunu sallayarak çekip gitmesine kimse kayıtsız kalmazdı. Öldürme gerekçesi ise aşağıda 80 ve 81. ayetlerde açıklanmıştır.

“Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” dedi.

Musa: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Doğrusu tarafımdan beyan edilecek son özre erdin.”

Bunun üzerine yine gittiler. Nihayet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Ancak onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa:

“İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi.

“Bilgin kul” bu köyün veya beldenin yabancısı olmalı ki, köylüler “bilgin kul” ve Musa’ya ilgisiz kalıyorlar.

18/78 – 79. Ayetler: “O: “İşte bu, seninle benim ayrılmamız olacak! Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim.

Gemi olayına gelince, denizde çalışan birtakım zavallılarındı. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim; çünkü ötelerinde bütün sağlam gemileri gasp edip alan bir kral vardı.”

“Bilgin kul”un o bölgeyi tanıdığının bir kanıtı da, bindikleri geminin sahiplerini tanıması ve öteki kıyıda hüküm süren zalim kraldan haberdar olmasıdır. Bunları bildiği için gemiyi yaralamış ve zalim kralın gemiye el koymasını engellemiştir. Gemi sahipleri ve gemideki yolcular da “bilgin kul”u tanıyıp ona güvenmektedirler ki, ona engel olmamışlar ve gemiye verdiği zararın karşılığını talep etmemişlerdir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, “bilgin kul”un gemideki hasarı kendi iradesi ile yapmış olmasıdır. Bu hususu kendisi de “ فاردتاناعيبها BEN onu kusurlu hale getirmek İSTEDİM” diyerek beyan etmiştir.

“Bilgin kul”un buradaki davranışı; “İki fesat tearuz ettikte ehaffi irtikab ile a’zamın çaresine bakılır. Yani, biri büyük diğeri daha hafif iki zarar bir anda söz konusu olduğunda, hafif olan zararı işleyerek büyük zarardan kurtulma yoluna gidilir.” (Mecelle Madde 28) genel ilkesine göredir. Yoksa burada gaybı bilme gibi olağan dışı bir durum söz konusu değildir.

18/80 – 81. Ayetler: “Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.

İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin.”

Ayetlerden anlaşıldığına göre delikanlıyı öldürme olayı resmî otoritenin; toplum olarak yasalara göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. “Bilgin kul” bu kararın infaz memurudur; tabiri caizse cellâttır. Onun için olayı açıklarken “ فخشيناkorktuk” ve “فاردنا istedik ki” diye kamuyu içeren, çoğul bir ifade kullanmıştır. Eğer delikanlının öldürülmesi o delikanlının yaşadığı kentte yasal bir icraat olmasaydı, hem delikanlının yakınlarının hem de şehir halkının (kamu otoritesi) “bilgin kul”a gerekli tepkiyi göstermeleri ve onu cezalandırma yönüne gitmeleri gerekirdi.

Gelenekçiler, bu ayetlerdeki “korktuk” ve “istedik” fiillerinin öznelerini uyduramamışlardır. “Bilgin kul”, “Hızır” veya “melek” yapılınca, korkanlar da Allah ile Hızır veya Allah ile melek olmaktadır. Buna rağmen bu sözcüklerin üzerinde durmamışlar olayın üstüne gidememişlerdir.

Bu olayların bilinmeyecek, yadırganacak, batın ilmi vs. gibi açıklanacak bir yanı yoktur. Normal şer’î bir icraattır. Musa “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?” diyerek sadece kısas ile insan öldürülebilineceğini ileri sürmüştür. Halbuki şer’an (yasal açıdan) insan, sadece, kısas için öldürülmez. Allah’a savaş açanlar da öldürülür:

Maide; 33: Allah ve elçisine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası ancak öldürülmek veya çarmıha gerilmek ya da el ve ayakları çapraz olarak kesilmek ya da yeryüzünden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Öteki dünyada da onlar için büyük bir ceza vardır.

Burada 80. ayete dikkat edilirse; “Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.” denilmektedir. Bu ifadeden de delikanlının, mümin anne ve babasını dinden çıkarmak için çaba sarfettiği (Allah ile savaştığı) anlaşılmaktadır. Yani bu durumda Maide suresinin 33. ayetine göre onun öldürülmesi meşru bir olaydır.

18/82. Ayet: “Ve gelelim duvara; o, şehirde iki yetim oğlanındı, altında onlar için bir define vardı ve babaları iyi bir zat idi. Onun için -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması!” dedi.”

Kendisine rahmet (peygamberlik) verilen ve Allah tarafından bilgilendirilen “bilgin kul”, duvar meselesini açıklarken “Onun için ( ……. فارادربّك ) – Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım.” diye açıklamıştır. Demek oluyor ki, bu üç olaydan sadece üçüncü olay vahy ile bildirilmiştir. Yani “bilgin kul”, sadece duvar doğrultma işini kendi bilgisi ve iradesiyle gerçekleştirmemiştir.

Ayetin orijinalindeki “ ومافعلتهعنامرى ve mâ fealtühü an emrî” ifadesi, tefsir ve meallerin ekserisinde (hemen hemen hepsinde) “ve ben bunların hiç birini kendi görüşümle yapmadım.” diye çevrilmiştir. Bu çeviriye göre üç olaydan hiç birinde “bilgin kul”un kendi görüşü ile davranmadığı, her üç olayda da aldığı vahyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Oysa bu çeviri yanlıştır. Doğru çeviri; “Ve ben onu (duvarı doğrultmayı) kendi görüşümle yapmadım” şeklindedir.

Rivayetçilerin ve dirayetsizlerin yanlış meal ve tefsirlerinin doğru olabilmesi için ayetin orijinalinin “عنامرىفعلتهنوماVe mâ fealtühünne an emrî” şeklinde olması gerekirdi. Ancak bu takdirde cümlenin anlamı, “Ben onları kendi görüşümle yapmadım” şeklinde olurdu. Halbuki ayetin orijinali böyle değildir.

Üç olayın da vahye dayandığı görüşü, ayetlerin içeriği ile uyumlu değildir. Eğer üç olay da vahye dayalı ise “bilgin kul”, 79. ayette geminin kusurlu hâle getirilme işi kendi tasarrufunda imiş gibi “ben diledim” dememeli ve 80 ile 81. ayetlerde anlatılan “gulam”ın öldürülmesi olayında başkalarını da kapsayan “korktuk” ve “istedik” şeklindeki çoğul ifadeler kullanmamalı idi. Ayrıca bu üç olay vahye dayalı olsaydı, 82. ayetteki “Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım.” ifadesi cümlenin en sonunda, “işte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması” ifadesinden sonra olmalı idi. Böylece her üç olay da “bilgin kul”un kendi görüşü ile yapmadığı şeylerin kapsamına girmiş olurdu.

Sonuç olarak rivayetlerin, masalların, menkıbelerin, ayetin orijinal anlamını ihmal ettirdiği anlaşılmaktadır. (Hakkı Yılmaz)

http://www.istekuran.net/kissa.html

HIZIR İNANCI

“Hızır” sözcüğü; “yeşil” demektir ve baharı simgeler. Bu kavram ilk önceleri ilkel toplumların çok tanrılı inançlarındaki, belki “Bitki Tanrısı” denilebilecek bir kavrama karşılık gelmekte iken, daha sonra kişileştirilmiştir. Kişileştirme ise ortaya yeni bir sorun çıkarmıştır: Kimlik!

HIZIR KİMDİR?

Bize göre cahil ve sapık çevrelerin inanç ve kabullerine göre Hızır:

“İbrâhim a.s.’dan sonra yaşamış bir peygamber veya velidir. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn a.s.’ın askerlerinin komutanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ b.Melkan, künyesinin Ebu-l Abbas olduğu ve soyunun Nûh As.mın oğlu Sam’a dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır As.mın İsrailoğullarından olduğunu söylemişlerdir.

Hızır lâkabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığında, oranın yeşerip, yemyeşil olmasından dolayıdır.

Hızır, Allah’ın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefat etti. Ancak cenabı Hak onun ruhuna insan şeklinde görünmek ve kıyamete kadar yardım isteyen Müslümanların imdadına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim öğretmek özelliklerini verdi.

Bazı âlimler Peygamber, bazıları da Velî kabul ederler.

Hızır, gerçek fizyonomisini değiştirme, sonsuz değişik kalıplarda görünme kabiliyetine sahiptir. İhtiyar bir adam, genç veya bir çocuk olabilir. Kuş, tavşan vs. gibi her türlü hayvan biçimlerine girebilir. Göz açıp yummadan uzun mesafeleri katedebilir. Yardıma ihtiyaç duyulduğu bir anda görünüp, işini bitirince hemen yok olur gider. Tabiattaki varlıkları kendi emrine alabilir. Onları kendi hizmetinde kullanabilir. Ölü insanları diriltme kabiliyetine sahiptir. Havada, boşlukta yürüyebilir; su üstünde batmadan dolaşabilir.”(!)

Görüldüğü gibi cahil ve sapık olarak nitelediğimiz çevreler Hızır’a, İslâm dini ile hiç bağdaşmayan bir anlayışla insanüstü, doğaüstü güçler ve özellikler yakıştırmışlardır.

DİNÎ KAYNAKLARDA HIZIR:

Yukarıdakilere benzer şekillerde kimlik kazandırılmış Hızır inancı, Zerdüştlük, Hıristiyanlık, Yahudilik, Şamanizm ve Eski Yunan dinlerinde yer almaktadır. Özellikle de Yahudilikteki İLYA inancı, Hızır inancı ile tıpatıp aynıdır. Kitab-ı Mukaddes’e göre İlya, Yahudi mistiklerine görünmekte, onlara gizli hikmetleri öğretmektedir. Yahudi mistikleri de yollarda, çöllerde İlya’ya rastladıklarını ondan bilgi aldıklarını, maddî ve manevî yardım gördüklerini anlatırlar.

İslâm dininde ise böyle bir inanç ve motif yoktur. Dinimizin tek kaynağı olan Kur’an, Hızır diye birisinden bahsetmez.

Ancak, cahil çevrelerce, “yeşil” anlamına gelen Hızır sözcüğü kutsallaştırılıp, yeşil renk İslâm’ın rengi olarak kabul edilmektedir. Özellikle de Şİİ kesim bu rengi Ali sülâlesinin ve dolayısıyla da Şiilerin kutsal rengi saymaktadır. Şii kesimin Hızır’ı böyle sahiplenmelerinin bir nedeni de yine rivayetlere dayanmaktadır. Rivayetlere göre Hızır, Ali’nin cenaze namazına katılarak ehli beyte başsağlığı dilemiş, hatta Hüseyin şehit edilince de arkasından mersiye okumuştur. (!)

Bu rivayetlerde Hızır’ın, Ali ve Hüseyin şehit olurken nerelerde ne yaptığı, niye bu katliama engel olmadığı hakkında bir bilgi olmadığı gibi, rivayetlerdeki ravilerin de Nevf b.Fudala el bekkali ve Ka’bü-l Ahbâr gibi Yahudi kökenli kişiler oluşu dikkat çekicidir.

Müslümanlar arasında Hızır konusu ile ilgili olarak yaşanan bir diğer gelişme de, Kur’an’daki iki kıssa üzerine yapılan tartışmalar neticesinde ortaya çıkmıştır:

Kehf suresinde anlatılan kıssadaki Musa peygamberin yol arkadaşı “âlim kul” ile Neml suresinde varlığı bildirilen Süleyman peygamberin maiyetindeki “âlim kul” hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş ve Kehf suresindeki Musa’nın, İsrailoğulları’nın peygamberi olan Musa mı yoksa başka bir Musa mı olduğu, “âlim kul”un ise insan olmayıp melek ya da cin olabileceği hep tartışılmıştırİşte bu tartışmalar içinde, Kur’an’da yer alan bu “âlim kul”, Hızır olarak isimlendirilmiş, çeşitli ekleme ve uydurmalarla da bu Hızır, halk içerisinde yaşayan, onlara dar zamanlarında yardıma koşan, insanüstü bir varlık olarak kabul edilmiştir. Hatta, ayrı zamanlarda ve ayrı mekânlarda yaşamış olmalarına rağmen Musa peygamberin yol arkadaşı olan “âlim kul” ile Süleyman peygamberin yanında bulunan “âlim kul”un aynı kişi olduğu, bu kişinin de Hızır olduğu kabul edilmiş ve böylece KUR’AN’A AYKIRI olarak ölümsüz, ebedî, zaman ve zemin üstü, kıyamete kadar yaşayacak HURAFE bir varlık oluşturulmuştur.

Oysa, “Musa ve Âlim Kul” başlıklı çalışmamızda yaptığımız tespitler göstermektedir ki, Kur’an’da geçen bu “âlim kul” bir insandır. Bunun ispatı ve ayrıntısı, sözünü ettiğimiz çalışmamızda olup, burada vurgulamak istediğimiz husus, o “âlim kul”un, Hızır diye birisi olmadığıdır.

Ama daha önemlisi, Hızır özelliklerine sahip bir varlığın mevcudiyeti Kur’an’a göre mümükün değildir:
Enbiya; 34, 35 : “SENDEN ÖNCE HİÇBİR İNSANA ÖLÜMSÜZLÜK VERMEDİK. Şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklar?

HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR. Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.”

HADİSLERDE HIZIR:

Kehf suresinde Musa ile “âlim kul” kıssasını anlatan ayetlerin tefsirini (!) ve “İlim”i konu alan hadislerde, bu “âlim kul”un Hızır olduğu beyan edilmektedir. Metinleri çok uzun olduğu için Arapça ve meallerini örnek olarak buraya almadığımız bu mealdeki hadisler, hadis kitaplarının en sağlamı denilen Sahih-i Buhari’de bile vardır. Bu kitabın Kitabü-l Enbiya ve Kitabü-l İlim bölümlerinde Hızır’dan bahseden hadisler yer almakta ve bu “alim kul”un Hızır olduğu söylenmektedir. Ama Hadis İlminin (!) “Mevzuu Hadisler (uydurulmuş hadisler)” bölümü incelendiğinde ise, Hızır adı geçen hadislerin tümünün yalan ve uydurulmuş olduğunun MÜTTEFEKUN ALEYH olduğu, yani o hadis denen sözlerin yalan ve uydurma olduğunun OY BİRLİĞİ ile kabul edildiği görülmektedir. Bu sebeple tüm bu hadislere şüphe ile bakılır olmuştur.

TASAVVUF KİTAPLARINDA HIZIR:

İslâm dininin yegâne kaynağı olan Kur’an’da böyle bir varlığın mevcudiyetinden söz edilmemesine ve “Hızır” sözcüğünün Kur’an’da hiç yer almamasına karşılık, tüm tasavvuf ve tarikat çevrelerinde “Hızır”, bir inanç, bir ana unsur olarak yer almıştır. Bu çevrelerde; “âlim kul”un Hızır olduğu, Hızır’ın da Nebi olmayıp Velî olduğu kabul edilmekte, Kehf suresinde anlatılan kıssadaki “âlim kul”un Musa peygamberden bilgili olmasına dayalı olarak da Velî’nin Nebi’den üstün olduğuna inanılmaktadır. “Rüya”, “Keşif” gibi aslı astarı olmayan safsataları kendilerine temel kaynak edinmiş olan bu çevreler, Hızır adındaki uydurma kişiliği de kendilerine sermaye yapmışlar ve bu konuyu çok eskiden beri, dini bilmeyenler üzerindeki sömürülerinde ilâve bir malzeme olarak kullanmışlardır.

Hızır hakkında birçok yalan ve yanlış olaylar uydurulmuş, bu olayları konu alan belki de yüzlerce kitap yazılmıştır. Meselâ; İmam-ı Gazalî tarafından yazılmış ve Hızır’ın bazı tasavvuf erbabıyla görüşmelerini nakleden İhyâ; Muhydidîn-i Arabî tarafından yazılmış ve Hızır’la bir çok kez karşılaşıp konuştuklarını anlattığı Futuhât; Hacı Bektaş Velî tarafından yazılmış ve Hızır’la yapılmış olan görüşmelerin yer aldığı Makâlât; İmam-ı Rabbanî tarafından yazılmış ve yine Hızır’la yapılmış olan görüşmelerin yer aldığı Mektûbât adlı eserler, bu kitaplardan birkaç tanesidir.

Bu meşhur kişilerin meşhur eserlerinin yanında piyasada dolaşan yüzlerce tasavvuf ve tarikat kitapları ile evliya menkıbelerini konu alan kitaplarda, Hızır’dan ve onun kerametlerinden bahsedilmektedir.

İslâm dini ile hiç alâkası olmayan bu kitaplar, temsil ettikleri akımın ayrı bir din olduğunu göstermektedir. Hiçbir tasavvuf ve tarikat erbabı bunu açıkça ifade etmese de maalesef bu bir gerçektir. Çünkü tasavvuf ve tarikatlar incelendiğinde, onların İslâm dininden (Kur’an’dan) ayrı bir inanç temeline dayandıkları açık ve net bir şekilde görülmektedir. Böyle olmasına rağmen “din adamı” geçinen İslâm âlimleri(!) ise, saflık görünümü altına saklamaya çalıştıkları korkaklıkları ile o sapık hazretlerin herzelerine kılıf hazırlamaya uğraşmaktadırlar.

Meselâ; Mevlâna unvanlı Celâleddin Rumî’ye ait olduğu söylenen kitaplar eğer gerçekten bu şahsa ait ise ve başta Mevlevîler olmak üzere diğer tarikat zümreleri tarafından baş tacı yapılmış olan Menâkıbu-l Arifin adlı kitapta yazılan rezillikler doğru ise, Celâleddin Rumî’nin Müslümanlığına yüz bin şahit az gelir. Ama hakkında “AŞK PEYGAMBERİ MEVLÂNA” diye kitap yazılan ve “aşk dini”nin peygamberi ilân edilen bu şahıs için hiçbir Müslüman “Ne peygamberi?” diye bir soru sormamakta, hiçbir “din adamı” kisveli zevat da tüm ülkede satışı yapılmakta olan kitap hakkında ve de bu şahsın Kur’an’a aykırı olarak Muhammed’den sonra peygamber ilân edilmesi karşısında bir söz söylememektedir.

Özetle ifade etmek gerekirse; Hızır inancı, İslâm dini ile uzaktan ve yakından alâkası olmayan ve ayrı bir sapık din olan tasavvuf ve tarikat kanalı ile Müslümanlar arasına sokulmuş pek çok sapık ve yanlış inançlardan birisidir.

SONUÇ OLARAK İSLÂM’DA HIZIR :

Hızır inancı, kışın bitişini ve baharın gelişini simgeleyen, havaya, suya ve toprağa hayalî bir “cemre (kor)”nin düştüğünü varsayan “cemre düşmesi” inancı gibi gerçek dışı bir inançtır.

Hızır inancı İslâmî bir inanç olmayıp, Zerdüştlük, Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Şamanizm gibi, tahrif olduğu için batıl hâle gelmiş dinlerin mensuplarında görülen bir inançtır. Bu inanç, tamamen vehme dayalı ve uydurulmuş bir inanç olup, Müslümanlar arasına da sonradan sokulmuştur. İslâm dininin biricik kaynağı Kur’an’a göre de böyle bir kişi veya varlık yoktur.

http://www.istekuran.net/hizirkim.html

This entry was posted on Cumartesi, Temmuz 12th, 2008 at 06:17 and is filed under HIZIR. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

There are currently 8 responses to ““HIZIR” inancı ve Hz Musa- Hakkı Yılmaz”

Why not let us know what you think by adding your own comment! Your opinion is as valid as anyone elses, so come on... let us know what you think.

  1. 1 On Eylül 22nd, 2011, YILMAZ AKYÜZ said:

    evet musa asl.mın yol arkadaşı kardeşi harun asl. olabilirmi acaba gittikleri yere beraber giderlerdi. musa asl.mın yardımcısıydı.hakikatı allah bilir

  2. 2 On Nisan 15th, 2012, hatice uslu said:

    sayın hakkı yılmaz..ben cahil bir ev hanımıyım,lise mezunuyum..sizin kadar bilgim yoktur..üniversite mezunu değilim..kuran kaynaklı değil diyorsunuz kuranda iki yerde hızırla ilgili konu geçiyor….gerçi siz hızır görsenizde onun hızır olduğunu anlayabilirmisiniz…hızır kalbinde bir nokta kadar bile dünya malına düşkünlük varsa,o kişiler asla görünmez,,gelmez…istedği kadar kuran okusun,istediği kadar namaz kılsın,hatta ibadetle melekleşsin..dediğim gibi aşıklara gelir..siz ne mezunusunuz bilemem ama,,ben ilahiyat mezunu insanlarda maneviyat olayını görmedim..belki bir kaç kişi olabilir..tv programlarından izlediklerime göre yazıyorum…
    SİZ YOK DİYORSUNZU,,AMA KESİNLİKLE VAR…BU KADAR EVLİYALAR GELMİŞ GEÇMİŞ ŞU DÜNYADAN,HALADA VAR GÜNÜMÜZDE,,,,,,,,BİR EVLİYAYA RAST GETİRSİN ALLAH SİZİ İNŞALLAH…ALLAHA DOĞRU VARAN YOLLARI BULURSUNUZ İNŞALLAH..

  3. 3 On Nisan 22nd, 2012, samet said:

    sayın hatice uslu hanım, kimse ezberden hızır yok diye konuşmıyor, yazmıyor, yukarda Hakkı Yılmaz’ın verdiği gerekçeleri detayıyla bir okursanız Hızır inancının İslam’a hangi yollarla girdiği, İslam kaynaklı olmadığı gerekçeleriyle anlatılıyor. Ayrıca şunu söyleyeyim, Kur’an’ı okumadığınız belli oluyor, ya da yüzeysel okuduğunuz ama anlamadığınız. O kıssalarda ”Hızır” ismi dahi geçmez, Musa ile Bilgin kul kıssasıdır o kıssalar ve Hızır diye anlatılan masaldan daha ince ama önemli detayı anlatır, akıl sahipleri için elbette. Diğer inanç ve kültürlerden bir çorba olan ”Tasavvuf”, İslam’ı da içine aldığından beri Kur’an’ı hakkıyla okuyamıyor ve anlayamıyoruz ne yazık ki… zaten ne zaman tam manasıyla okuduk ki… Rabbim kitab yüklü eşeklerden eylemesin bizleri…

  4. 4 On Nisan 24th, 2012, samet said:

    Bu arada Hakkı Yılmaz’ı ve tahsilini merak etmişsiniz, şu linklerden kendisini tanıyabilirsiniz:

    http://www.istekuran.com/index.php?page=hakki-yilmaz-kur-an-dan-baska-kaynak-bazi-ayetlerin-anlamlari-allah-tan-baska-ilah-var-mi-01-07-2006

    http://www.isaretyayinlari.com.tr/yazar/hakki-yilmaz

    Allah’a emanet olunuz.

  5. 5 On Eylül 6th, 2012, Hüseyin Kadir said:

    Namaz yok dendi, baktık ki Salat varmış
    Oruç yok dendi, baktık ki Savm varmış
    Mescid-i Haram ise bambaşka bir şeymiş
    Hac hac diyoduk, bildiğimizden tamamen ayrı bir tasavvurmuş.

    Hızırı da anladık böylece. Artık ti-şort larımızın göğsüne Süpermenin S sini değil, Hızırın H sini koyacak bi mistik kahramanımız var. :))

  6. 6 On Mart 5th, 2013, karadeniz said:

    yazık okudugunu bıle anlayamayan birinin yazılarını gordum ve üzüldüm yaaaaaaaa ….
    demek kı bu ülkede evlıya yokmuş .. yazıklar olsun size..o zaman 40 larda yoktur 3lerde yoktur…sizin düsüncenize göre tabikiii

  7. 7 On Haziran 20th, 2014, kocaeliden said:

    karadeniz, okuduğunu anlayamayan biri varsa o da sizlersiniz ve sizin gibi dogmatik yapıdaki kişiler. Kur’an hariç ne varsa inanıyorsunuz, yok 40 larmış yok 3 lermiş yok bilmem nelermiş Allah ıslah eylesin sizin gibileri, günümüz müşrik tipi..

  8. 8 On Temmuz 6th, 2014, hasan y said:

    sn. hakkı yılmaz a kuranı anlamamız için gösterdiği gayretlerde dolayı teşekkür, en azından beni bir hadis, rivayet, masal, evliya 3 ler 7 ler kırklar dininden kurardığı için. allah senden razı olsun.

Yorum Yaz