Toplumsal Bilinç ve Toplumsal Denetim
TOPLUMSAL BİLİNÇ VE TOPLUMSAL DENETİM
1) Eğitim, seviyeli bir iştir. Eğitilecek insana öncelikle verilmesi gereken yaşamsal öğüt, kendi eğitimine engel olan her türlü girişime karşı kendisinin tavır koyması ve yeni tavırlar geliştirmesi konusunda bilinçlendirmektir.
2) Duyarsız-tepkisiz insanların, sorunlu insanların yanlışlarından rahatsız olduklarını belli eden bilinçli, kararlı ve uygar bir tavır sergilemedikleri, hatta bazen onların da yanlış eğilimlere özendikleri görülmektedir.
3) Sorunsuzmuş gibi gözüken kişilerin hiç yanlışları yokmuş gibi bir muameleye tabi tutulmaları, sorunlu insanların öfkesine, gizliden gizliye kendileriyle uğraşanlara ve sorumsuz davrandıkları halde, idare edilenlere hınç duymalarına yol açmaktadır.
4) Birçoğumuz, birbirine yakın yaşlardaki çocuklarımızın sorumsuzca davranmaları durumunda, çoğu defa daha sorumlu olduğuna inandığımız hangisi ise, sorunu kökten çözmek için yapılan sorumsuzluktan dolayı daha çok onu sorumlu tutmaktadır. Bu, kendi işlerimizde gerçekçi olmamızdan ve olayın gereğine tam inanmamızdan dolayıdır. İşi sahiplenmediğimiz ortamlardaki başarısızlıklarımız ise, olayı başkalarının işi diye görmemiz, “mış gibi” davranmamız ve yapacağımız işin gereğine tam inanmamamızın bir sonucudur.
5) Bir toplumdaki, bir sınıftaki sorunların tek nedeni olarak bir kişiyi veya birkaç kişiyi görmek, hem gerçekçi hem de dürüst bir anlayış değildir. Bu anlayış, hiçbir sorunu çözmez, zâten çözememiştir de.
6) Sorunlu insanın üzerine kronik olarak, gereğinden fazla gitmek ve bütünüyle ona yüklenmek, ne bilinçli bir anlayış ne de âdil bir davranıştır. Sürekli olarak sorunlu insanın üzerine gitmek, onu umutsuzluğa sürüklemekte, değişme ve gelişme arzularını frenlemekte ve köreltmekte; daha büyük problemlerin yaşanmasına neden olmaktadır.
7) Sorunlu insanların, sorunlarını dayanılmaz boyutlara çıkarmalarının temel nedeni, onları idare eden, yanlışlarına göz yuman, göz kırpan ve hatta alkış tutan birilerinin varlığıdır.
8) Varolan gücün tamamını mikroplarla savaşta harcamak yerine, bu gücü, organizmanın bağışıklık sistemini güçlendirmek ve direnç potansiyelini artırmak amacıyla kullanmak daha doğrudur.
9) Sorunlu gözüken insanlarla uğraşmakla beraber, düzenli ve yoğun eğitimden geçirilmesi gereken kişiler, duyarsız-tepkisiz insanlardır. Asıl mesaiyi onlara harcamak gerekir. Bu kişiler, özel olarak uyarılabilecekleri gibi sorunlu insanların yanında da bilinçlice uyarılmalıdırlar. Bu uyarı, açıkça, uygarca ve düzenli olarak yapılmalıdır. Bu durum, sorunlu insanlara güven getirecek ve belki içlerinde değişme arzusu doğacaktır.
10) Duyarsız-tepkisiz insanların sorunlu kişilere bakış açısı, asıl kilit noktadır. Birçok sorunun temelinde bu yatmaktadır. Bu bakış açısı doğru bir raya oturmadıkça hiçbir şeyi değiştirmek olanaklı değildir. Sorumluluk taşımayan ve sorumluluğa yanaşmayan sorunsuz gözüken kişiler, problemli kişiler uyarıldıkça, hırpalandıkça kendilerini kral, prens ve prenses gibi hissetmektedirler. Onların yeri ve konumu, sonsuza değin sarsılmaz gözükmektedir. Hatta sorunlu insanların olması, belki işlerine bile gelmektedir. Çünkü onlar olmasa, kendilerine bu kadar değer verilmeyecektir.
11) Duyarsız-tepkisiz insanları bilinçlendirmedikçe, bilinç seviyelerini yükseltmedikçe sorunları gerçek anlamda aşamayız. Bizi korkutan kişi veya kişiler, sorunlu kişiler değildir; sorunlu insanların ne yapacağı bellidir; sorun çıkarırlar. Bu bilinir ve ona göre önlem alınır; ama duyarsız-tepkisiz insanların ne yapacağı belli değildir; onlara karşı ne yönde, nasıl önlem alınacağı bilinemezse, ne yapacağı belli olmayan, sallantıda, kararsız, keyfi davranan bu insanlar başımızın ağrımasına neden olurlar. Bu yaşamsal bir konudur. Herkesin başına bir asker, bir polis, bir denetçi, bir nöbetçi, bir öğretmen dikmek olanaksızdır. Öyleyse her ortamda, o ortamın duyarsız kişilerine toplumsal sorumluluk bilinci aşılanmalıdır. Aşılanmalıdır ki toplum birbirini denetlesin.
12) Sorunsuz bir toplum arayanlar, kendilerine başka bir yer yurt aramalıdırlar, bu gezegende bu arayış, bir ütopyadır. Sorumlu, sorunlu ve duyarsız-tepkisiz insanların ortaklaşa yaşadıkları toplum, doğal bir toplumdur.
13) Sorunların yoğun bir şekilde yaşandığı bir toplumda, her sorumluluk sahibi, sorumluluk açısından kendisine en yakın gördüğü kimseyi daha bilinçlice davranmaya çağırmalı ve bu anlayış, birbirini takip etmelidir.
14) Ne söylediğinin ve ne istediğinin bilincinde olan bir insan, isteği yerine gelmediğinde bunun bedelini bize bir şekilde ödetir. Sorunların yoğun bir şekilde yaşandığı bir toplumda bedeli ödemesi gereken sadece birkaç kişi olamaz. Sorumsuz davrananlar da, sorumsuzlukları ölçüsünde bedel ödemelidirler. Ne ilginçtir ki eğitimciler, eğitimdeki sorunların faturasını birkaç kişiye çıkarmakta, günah keçisi olarak onları seçmekte, kabak onların başına patlamakta ve sadece onlar şamar oğlanına dönmektedirler; duyarsız-tepkisiz kişiler de çıkarlarıyla beraber aradan sıyrılmaktadırlar. Sürekli hırpalananlar, birkaç kişi olmaktadır.
15) Sorumsuz davranmak, her nedense bir davranış bozukluğu olarak kabul edilmemektedir. Davranış bozukluğu gösterenlere duyarsız kalmak da, bir davranış bozukluğudur. Sorunsuz olmak, bir erdem değildir. Eğitimci insanlığı sadece doğru davranmaya değil, onun üst boyutu olan erdemli olmaya çağırır. Çağırır ki çağrısına yanıt verenler, buna ulaşmasalar da, buna yakınlaşsınlar. Erdem; sadece doğru davranmak değil, bulunduğu ortama bir bilinç getirmek, varolan bilinci geliştirmek, bilinç düzeyindeki çıtayı yükseltmek, bilinç kazandırmaya çalışmaktır, sadece bilinçlice tüketmek değil, bilinçlice üretmektir; mal üretmek, fikir üretmek, hizmet üretmektir. Çünkü bilinci tam donanımlı bireyler, her yerde herkesin işine yararlar.
16) Bir toplumdaki sosyal bozulmayı körükleyenler de, bozukluğu giderenler de yöneticiler değil, toplumun kendisidir. Bir sınıfı çekilmez duruma getiren de, ders işlenebilir düzeye getiren de o sınıfın öğrencileridir. Şu felsefe, hepimize ciddi bir bakış açısı kazandırabilir: Sınıfı sınıf konuşturur ve sınıf susturur. Otokontrol ve özdenetim bilinci sadece bireylere değil, topluluklara da aşılanmalıdır. Sınıfta sorun olan öğrenciye, özdenetim bilinci gelişmiş birkaç öğrencinin rahatsız olduklarını belli etmeleri ve diğer arkadaşlarını da bu bilinçle donatmaları, eğitimcinin sadece sorun olan kişi veya kişileri görme yerine, onları tetikleyen sorumsuz öğrencileri de görmesi, sorunları asgari düzeye indirir.
17) Frekansını ne kadar artırırsa artırsın, yaptığı şaklabanlıklara destek bulamayan bir öğrenci bu davranışını ya sona erdirir veya öne çıkmak için yeni yöntemler dener.
18) Ödüllendirme veya cezalandırma, toplumda salt bir kişiye, yargıca, ailede babaya veya anaya, sınıfta öğretmene kalırsa, bu durumda baba/ana veya öğretmen, hem yargıçlık hem gardiyanlık hem şirket sahipliği hem babalık hem eğitimcilik gibi onlarca iş üstlenmiş olacaktır. Bu kadar işi üstlenen kişi, hiçbirini tam yapamaz. Tam yapılmayan hiçbir iş başarıyla sonuçlanmaz. Başarısızlıklar, mutsuzlukları ve gerginlikleri tetikler. Öyleyse, sorunlu birey veya öğrenci şunun bilincine varmalıdır ki toplumda, ailede veya sınıfta arkadaşları tarafından sadece olumlu davranışları ödüllendirilmekte, olumsuz davranışlarına ise, hiçbir ödül alamamakta, aksine böyle bir durumda, arkadaşlarıyla ve çevresiyle dostlukları daha da zayıflamaktadır. Hiç kimse, çevresini; bir veya birkaç arkadaşını kaybetmek istemez. Demek ki bu anlayış, ödüllendirme ve yaptırım uygulama işini sınıfın da, evet özellikle sınıfın da üstlenmesini zorunlu kılmaktadır. Bunu üstlenmeyen öğrenciler, sorunlu öğrenciler kadar hatta onlardan daha fazla uyarılmalıdırlar. Toplumun her alanında benzer politikalar izlenmelidir.
19) Eğer birileri yanlışta diretiyor ve işlediği kötülüklerin boyutunu günden güne artırıyorsa, onu idare eden, ona göz yuman, hatta ona alkış tutan birileri var demektir. İnsan, özellikle kendisini ifade edemeyen insan, sık sık alkışlanmak ister. O, alkışlanmayı hak edip etmediğini düşünmez. Alkışlandıkça, bunun verdiği sarhoşluk içinde, davranış bozukluğunu artırır; davranış bozukluğu alkışı, alkışın getirdiği sarhoşluk olumsuz davranışları tetikler.
20) Eğitimcilerin, onurluca, ödün vermeden eğitim faaliyetlerini yürütmeleri oldukça zor görünmektedir. Mesleklerinin gereği, meslek grupları arasında daha fazla saygınlık görmeleri gerekirken hizmet sundukları kişiler tarafından en çok hırpalanan grubu oluşturmaktadırlar. Peki, neden? Fazladan bir şeyler almak için mi? Hayır. Bir şeyler vermek için. Eğitilenlerden bir kısmına bir şeyler vermek için diğerleri tarafından demoralize edilmektedirler. Gel gör ki kendileri için demoralize olduğunuz insanlar olaya seyirci kalmaktadırlar. Hatta bu seyirci kalanlar, çoğu defa sizi hırpalayanlara destek vermekte, kendi aleyhlerine dönen konuda hiçbir sorun yaşamamaktadırlar. Eğitimci, eğitilenle sene boyunca defalarca yüz göz olurken, o bir kere olsun ciddi bir tavır geliştirmeyi bile düşünmemektedir. Burada ciddi bir çelişki vardır. Düşünün ki birilerini eğitmek, onu, daha kaliteli yaşam konusunda bilinçlendirmek için uğraş veriyorsunuz; ama bu davranışınızı birkaç kişi baltalıyor. Kendilerine iyilik yaptığınız çoğu kişi, bu olaya tepkisiz kalıyor. İçten içe diyor ki:” Ben, sadece izlerim, sen beni hem eğitmek, hem asayişi sağlamak, hem beni sıkmamak ve germemek zorundasın!”
21) Direksiyon başındaki insan gibi, toplumda erdem mücadelesi verenler de, sürekli pür dikkat olmak zorunda bırakılmakta, ani bir dikkat dağılması, iletişim kazalarına neden olmaktadır. Direksiyon başına hep aynı kişi geçince, onun konuşmaları ve davranışlarında doğal bir tavrın yerini gerginlikler almaktadır. Büyükbaba ve büyükannenin yer aldığı 7-8 kişilik bir ailede, iletişim bozukluklarına müdahale eden ve sağlıklı ilişkileri sağlayan kişinin sürekli baba olduğunu varsayalım. Ailenin diğer bireyleri, baba ile sorun yaşayan ikinci kişi arasında süregelen olaylara sessiz, duyarsız ve tepkisiz kalıyorlarsa, burada barışı sağlayarak sorunu çözmek, öncelikle tepkisiz insanları bilinçlendirmekten geçer. Çünkü sorunlu kişinin, sorununu dayanılmaz boyutlara getirmesinin temel nedeni, ona göz yuman insanların tutumudur.
22) Vurgulanmakta olan değerler anlayışı, toplumu bir bütün olarak görmekten kaynaklanmaktadır. Evet, toplum bir bütündür; ama birlik değildir. Aile bir bütündür, bir kümedir. Kümenin elemanları farklı anlayış, farklı davranış içinde olabilirler. Elemanlardan birini bile harcamak, kimsenin aklının ucundan geçmemelidir. “Bunlar, adam olmaz” veya “Bizden adam olmaz” anlayışı bilgece bir söz değildir. Sorun her yerde vardır; küçük veya büyük… Bizler bu gezegenin imarı için başka gezegenden insan ithal etmeyeceğiz. İnsanları harcayanlar, başkalarını umutsuz bir olgu(vakıa) olarak görenler, kendileri umutsuz olgu olurlar. İnsanı olumlu potansiyel taşıyan bir varlık olarak görme yerine, onun düzeleceğinden umutsuz olanlar, insanlarla yüzyüze gelmeyi gerektirmeyen başka iş kollarında çalışmalıdırlar. Yaşayan, yaşamakta olan herkesin bir gün olumlu yönde değişme, gelişme ve ilerleme potansiyeli vardır. Olumlu potansiyel taşıyan insana elverişli koşullar sağlamak her birimizin görevi olmalıdır. Toplumda veya sınıfta gitgide artan olumsuzluklara örtülü bir şekilde destek verenleri görmeyip onlara göz yummak, sorunlu insanın iyileşme sürecine girerek onun filizlenmesini engellemekte, değişip-gelişme umutlarını suya düşürmektedir.
23) Duyarsız-tepkisiz insanlar tam sorumlu davrandıkları zaman, sorunlular daha azalacaktır. Vurgulanmakta olan:” Kötülüklere öncülük edenleri değil, kötülüğe açıktan veya örtülü olarak destek verenleri bilinçlendir!” anlayışı, yediden yetmişe, eğitimsizden eğitimliye herkesin bildiği bir olgudur. Bilgi ile bilinç, aynı şey değildir. Bilinç, savaşımını verdiğin erdemli her davranışa neden olan bakış açısıdır. Bilinç, bakınca sürekli gördüğümüz, dinleyince sürekli duyduğumuz; dikkatlerimiz, duyumlarımız ve algılarımızın toplamı olan biziz. Aklımıza birçok defa gelen herhangi bir şeyin, bizde oturmuş, kökleşmiş ve kemikleşmiş, gündemimize egemen olmuş bir düşünce olduğunu söyleyemeyiz. Başarı, işleri tam yapmaktan geçer. Bilinç; içselleştirilmiş bilgi, bir bakış, bir duruş, bir görüştür. Tam bilgi, tam bilinç, tam sahiplenme, tam duyarlılık, tam sorumluluk, tam denetim, sağlıklı ve düzeyli bir toplum için önkoşuldur.
24) Sorunlar, dertler ve sıkıntılar akıllı ve bilge insanları daha bilinçlendirir ve geliştirir; öldürmeyen her problem onları daha güçlendirir. Yeter ki çözüm üretmek, doğru izleri takip etmekten pes etmeyelim. Bu gezegende insanca yaşamak, sorunlardan kaçmakla değil, sorunların üzerine gitmekle olanaklıdır. İnsanca yaşamak, yanlış yapan da dahil herkesin hakkıdır. Yanlış yapana hak veremeyiz; ama onun hakkını da yiyemeyiz. İnsanca yaşamaktan daha onurlu bir iş yoktur. İnsanca yaşamı kendilerine yakıştırmayanlar, aradıkları yüceliğe hiçbir zaman ulaşamadıkları gibi, alçalmaya da mahkumdurlar. Duyarsız-tepkisiz insanların sorumsuzca davranışlarını anlayışla karşılamak, sorunları daha da büyütür.
25) Erdemli insan yetiştirmek, toplumun tüm katmanlarını bilinçli eğitimcilerin eğitim ve öğretimiyle olanaklıdır. Öyleyse, 3-5 yaş grubu gibi küçük yaşlardan itibaren çocuklar, aileler ve öğretmenler, yukarıda dile getirilen değerler anlayışını yerleştirici bir bilinçle donatılmalıdırlar. Aksi takdirde duyarsızlığı ve tepkisizliği bir davranış biçimi olarak benimseyen bireyler, çalıştıkları iş kollarında, içinde yaşadıkları ailelerde ve dahası bulundukları ortamlarda haksızlıklara ve yolsuzluklara göz yumacak, benzer tavırlarını sürdüreceklerdir. (5/79,63 4/135 7/164-165 11/116 30/41 42/30 (2/11-13,30,204-206 8/1,25 26/151-152 27/48 49/10)
http://www.hakveadalet.com/toplumsal-bilinc-ve-toplumsal-denetim