-
23rd Ağustos 2008

Bilimsel yaşamak

posted in EDEBİYAT |

Bilgi ile yaşamak

Yazının adı “Bilim yapar gibi yaşamak” olacaktı; ürkütmesin diye sadeleştirdim. Ama ısrarlıyım; hepimiz, ‘bilim yapar gibi’ sürdürebiliriz hayatımızı. Bilim yapmak, çok sade bir tanımla, “Mevcut bilgileri işleyerek yeni bilgilere ulaşmak” demek… Sıradan bir örnekle gireyim: Sokağı süpürüyorum. Rüzgârın geldiği yöne sallıyorum süpürgeyi. Kolumun ivmesi ile rüzgârın ivmesi çatışıyor, tozlar ve çöpler havada uçuşuyor. Hem ben toz yutuyorum, hem çevremdekiler. Üstelik çöpler kürekte toplanamıyor, –yani ‘amaç’ gerçekleşmiyor. Bana sorarsanız, sorun yok. “Süpür!” dediler, görevimi ezberledim, yapıyorum. Bitmeyen işin ve yutulan tozun sorumlusu ise rüzgâr!.. Biraz ötede bir başka adam; o da süpürüyor. Fakat sırtını rüzgâra vermiş. Hem süpürgeyi, hem rüzgârı kullanıyor, çöpler küreğe akıyor. Bu adam ezberci değil; rüzgâra ilişkin bilgisini ‘şimdi-burada’ işine uyarlıyor. ‘Süpür!’ emrine odaklanmamış; süpürmenin amacının ‘temizlik’ olduğunu biliyor

Örnekteki sıradanlığı küçümseyip, ‘Bunun neresi bilim?” diyorsanız… Peki, daha karmaşık bir iş seçelim; ‘etli türlü’ pişirelim. Etleri ve sebzeleri birlikte tencereye doldurup pişirdim; oh, lezzetse lezzet, doymaksa doymak… Komşum ise önce etleri pişiriyor, sebzeleri cinsine göre 10, 15, 20 dakika sonra ekliyor. Çünkü yemeğin sadece ‘doyurucu’ değil, ‘sağlıklı’ da olmasını istiyor. Farklı malzemelerin farklı sürelerde piştiğini; gereğinden fazla pişerse sebzedeki vitaminlerin ‘öldüğünü’ biliyor. Böylece, malzeme doğrama işini de önceden değil, ‘süreç içinde’ yaparak, harcadığı toplam zamanı azaltıyor… Arada bir buharı koklayıp “Sarımsak lazım” veya “Nane yakışır” diyor. Biliyor ki “koku, yemeğin sesidir” ve komşum ‘ezber’ini tekrarlamak yerine, kokladığı seslerle şimdi-burada ‘doğaçlama’ yapıyor. Böylece yeni lezzet bilgileri de üretiyor.

Bireysel ve toplumsal boyutlarda örnekleri çoğaltabilir; ‘ezbere yaşamak’ ile ‘bilgiyle yaşamak’ arasındaki farkı hepsinde görebiliriz… Karıncaların o sabah yuvalarından çıkmadığını görüp, yağmur yağacağını anlamak gibi… Yakın gelecekte hangi bilgilerin yaşamsal önem kazanacağını kestirip, çocukların eğitiminde bunlara öncelik vermek gibi… Dağların kar tutmadığı yıllarda orman yangınlarının artacağını bilmek; rüzgâr türüne ve şiddetine göre farklı söndürme taktiklerini önceden belirlemek gibi… Bir otoyol yaparken arazi rantının toplumun –kişilerin değil– yararına nasıl değerlendirileceğini; bir ırmağın suyunu yönlendirirken ekosistemin nasıl etkileneceğini öngörmek gibi… Geçmişteki hatalardan gerçekçi ve çok-yönlü bilgiler üretip, geleceği daha bilinçli tasarlamak gibi…

İnsanlık tarihi de, tanrısal öğretiler de, ‘bilgi’nin en yüce değer ve en kutlu nimet olduğunu söylüyorlar ısrarla. Gerçekten inanıp, gerçekten doğru işler yapmamız; gerçekten ‘bilerek’ yaşamamız için… (Mehmet Akın 13.08.08) http://www.gaste.biz/yazar.php?makale_ID=119&yazar_ID=28

This entry was posted on Cumartesi, Ağustos 23rd, 2008 at 09:26 and is filed under EDEBİYAT. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz