Şirk- Prof. Süleyman Ateş
ŞİRKİN SEBEBİ:
Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar, ne de yarar veremeyen şeylere tapıyorlar ve: “Bunlar Allah katında bizim şefâ’atçilerimizdir” diyorlar. De ki: “Allah’ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?” O, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir. (Yûnus: 51/18)
Yûnus: 41/18. âyette müşriklerin, Allah’tan başka taptıkları şeyleri, Allah katında kendilerine şefaatçi, yardımcı sandıkları; oysa o şefâ’atçi sandıkları şeylerin, kendi kendilerine dahi zarar veya yarar veremeyecek âciz, güçsüz şeyler oldukları; Allah’ın ortaklardan münezzeh bulunduğu belirtilmektedir.
Arap müşrikleri, Allah’ın, kâinatın yaratıcısı olduğuna inanıyorlardı. Fakat birtakım gizli, ruhsal güçler taşıdıklarına inandıkları putların da Allah katında kendilerine yardım ve şefaat edeceklerine inanıyor, bundan dolayı onlara tapıyorlardı. Çünkü taptıkları putlar, esasen gizli varlıkların sembolleriydi.
Aslında bu tür inanç o zaman olduğu gibi bugün dahi dünyanın birçok yerinde, çeşitli adlar altında görülmektedir. Kimi yerde bir insanın Allah katında yardımcı olacağına inanılır, ona tapılır; kabri mabedleştirilir; kimi yerde kendisinde tanrısal güç vehmedilen herhangi bir varlığın sembolüne tapılır.
Fahreddîn Râzî şöyle diyor: “Bazı insanlar putlara tapmanın, Allah’a son derece saygının ve kulluğun bir sonucu olduğunu sanmışlardır. Onlara göre bizim Allah’a ibâdet etme yetkimiz yoktur. Ancak biz yıldızlar, göksel ruhlar gibi Allah’ın yüksek kullarına ibâdet ederiz. Onlar da Allah’a ibâdet eder ve Allah katında bize şefaatçi olurlar.
Putların şefaatçi olması konusunda çok görüş ileri sürmüşlerdir. Bir görüşe göre insanlar, dünyâda her iklimi (bölgeyi) felekler âleminden bir ruhun yönettiğine inanmışlar, işte bu ruh için belli bir put yapıp onun adına bu puta tapmağa başlamışlardır. Asıl amaçları o ruha tapmaktır. O ruhun büyük Tanrının kulu olduğuna ve O’na ibâdetle meşgul bulunduğuna inanmışlardır.
Bir görüşe göre de yıldızlara tapan insanlar, yalnız yıldızların Allah’a ibâdet etmeğe yetkili bulunduğuna inanmışlar, yıldızların doğup battığını görünce, onların sembollerini yapıp o sembollere tapmağa başlamışlardır. Asıl amaçları yıldızlara tapmaktır.
Diğer bir görüşe göre de insanlar kendi peygamberlerinin ve liderlerinin heykellerini yapmışlar, bu heykellere tapmakla o büyüklerin, Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarını sanmışlardır. Bunun benzeri, zamanımızda birçok insanın, büyük kişilerin kabirlerine saygı şeklinde kendini gösterir. Bu büyüklerin kabirlerine saygı göstermekle onların kendilerine şefaatçi olacaklarına inanırlar.
Bir görüşe göre de insanlar Allah’ın, büyük bir nur olduğunu, meleklerin de nurlar olduklarını sanmışlar; büyük Tanrı için büyük put, melekler için de putlar yapıp onlara tapınışlardır.
Başka bir görüşe göre de bazı insanlar, Allah’ın, bazı yüksek cisimlere gireceğine inanmışlar ve o cisimlere tapınışlardır. İşte bu tür düşüncelerle puta tapmak ortaya çıkmıştır. Bunların hepsi bâtıldır. [1]
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’tan başka bir varlığa tapmayı, o tapılan şeyi tanrılıkta Allah’a ortak yapma (şirk) sayıyor ve bu inançla amansız, ödünsüz mücâdele ediyor. Çünkü şirk, insan ruhunu al çal tır, kirletir. Ruh, âciz yaratıklara değil, yalnız ve ancak tek yaratıcı olan Allah’a tapmalıdır. Ancak O’na tapmak ve O’nu anmakla huzur bulur.
Şunların taptıkları şeyler(in, yararsızlığımdan hiç kuşkun olmasın. Onlar da önceden atalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların da paylarını eksiksiz vereceğiz-1 (Hûd: 52/109)
Hûd: 52/109. âyette, Allah’tan başka şeylere tapanların veya Allah’a ortak koşarak ibâdet edenlerin, atalarının izinde gittikleri; bu yüzden bunların da müşrik ataları gibi paylarını alacakları vurgulanıyor.
Bunlara verilecek pay nedir? Hûd Sûresi’nin, bundan önceki âyetlerinde, peygamberlerini dinlemeyip şirki bırakmayan ulusların cezalandırıldıkları anlatılmıştır. İşte o öykülerden sonra söz, Hz. Muhammed’in çağındaki müşriklere yöneltilmekte, bunların da ataları gibi, yani kendilerinden önceki müşrik insanlar gibi azaptan paylarını alacakları belirtilmektedir. Yahut önceki müşrikler bir süre dünyâda beslenip dünyâdan paylarını almışlardı. Bunlar da onlar gibi bir süre yaşayıp dünyâdan paylarını alacaklardır.
Âyetten, müşriklerin Allah’a ibâdet ettikleri, fakat ibâdetlerinin şirkle karışık olduğu; bu tür ibâdetin Allah katında makbul olmadığı anlaşılmaktadır. Sözgeliminden anlaşılıyor ki müşrikler, Allah’a inandıklarını ileri sürerek kendilerini savunmuşlardır ki bu âyette Allah’a ortak koştukları sürece bunların da kendilerinden öncekiler gibi kâfir oldukları ve onların sonucuna uğrayacakları vurgulanmıştır.
22- Hepsini topladığımız, sonra ortak koşanlara; “Hani (Allah’a) ortak sandığınız şeyler nerede?” dediğimiz gün; 23- Sonra onların: “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz ortak koşanlar değildik.” demelerinden başka çareleri kalmadığı (gün); 24-Bak ki, nasıl kendilerine karşı yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden sapıp gitti. (En’âm: 55/22-24)
En’âm: 55/22-24. âyetlerde Allah’tan başka tanrı tanıyan müşriklerin, âhiretteki durumlarından biri sergilenmektedir: Allah onların hepsini bir araya topladığı gün sorar: “Hani (Allah’a) ortak sandığınız şeyler nerede?” Allah’ın yanında putlara da tapanlar, dâvalarının boş olduğunu görürler, işledikleri ağır suçtan utanır, ne diyeceklerini şaşırırlar, yaptıklarını inkâr etmeğe kalkışırlar: “Rabbimiz, biz ortak koşmadık!” demekten başka çareleri kalmaz.
Bu söz, yaptığının büyük suç olduğunu anlayınca neye uğradığını bilemeyen, sorumluluktan kurtulmak için şaşkınlıkla suçunu inkâra kalkışan suçlunun ruh haletini canlandırmaktadır. Belki de onlar, bu sözleriyle dünyâda bile bile ortak koşmadıklarını, yaptıkları işi Allah’a tapmaya aykırı sanmadıklarını belirtmek isterler. Çünkü kendileri, bu inançlarının doğru olduğunu sanıyorlar, bunu Allah’a ortak koşma kabul etmiyorlardı.
Taptıkları tanrıları, kâinatın genel yöneticisinin emir ve kontrolünde, her biri bir işi yöneten tanrılar sanıyorlardı. Allah’ın huzurunda ortak koşmadıklarını söylemekle kendi kendilerini yalanlarlar. Ortak koştukları şeyler de kaybolup gider. Çünkü onlar, gerçek değil, sanılardan ibaret idi. Gerçekler karşısında zannın, vehmin yeri yoktur. Gerçekler ortaya çıkıncı vehimler, sanılar, tahminler yok olur. Allah’ın huzurunda kendilerine, tanrılarından ne yardımcı, ne de bir dost bulurlar. Dehşet ve ürperti içinde kalırlar.
Allah, bu âyetlerle, bâtıla sapan, kibir ve gururlarında direnenlerin geleceklerine âit bir sahneyi açıp gösteriyor. Böylece gönüllerini ibret almaya, Hak’tan korkmaya hazırlıyor.
“Andolsun, sizi ilk kez yarattığımız gibi, yine tek olarak bize geldiniz ve (dünyâda) sizi hayâline daldırdığımız şeyleri arkanızda bıraktınız- Hani, siz(in yaratılışınızda ve ibâdetlerinizde (bize) ortak olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bağlar kesilmiş ve (şefâ’atçi) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir! (En’âm: 55/94)
En’âm 55/94. âyette de her canın, ilk yaratıldığı gibi, yine tek olarak Allah’ın huzuruna gideceği, güvendiği mal, mülk, evlât gibi şeylerin arkada kalacağı; Allah katında kendilerine şefaatçi sanarak taptıkları şeylerin de orada kaybolacağı; kişinin yalnız ve tek başına Allah’ın huzurunda hesap vereceği; orada kendisinin hiçbir yardımcısının olmayacağı vurgulanmaktadır…
… (Allah’a) Ortak koşanlar, “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmazdık ve O’nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık!” dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Elçilere düşen, yalnız açıkça tebliğ etmek değil midir? (Nahl: 70/35)
Nahl: 70/35. âyette müşriklerin: “Allah dilese, ne biz, ne de atalarımız O’ndan başkasına tapmaz, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi haram kılmazdık” dedikleri, onlardan önceki inkarcıların da böyle söyledikleri belirtiliyor.
Müşriklerin bu sözleri, En’âm ve Zuhruf sûrelerinde de geçer. Peygamber’le ve mü’minlerle mücâdele eden müşrikler, bu sözleriyle kendilerinin doğru yolda olduklarını; yaptıklarının, Allah’ın dilemesine uygun bulunduğunu; eğer Allah ortak koşmalarına, bazı şeyler üzerine yasaklar koymalarına razı olmasa bunu yapamayacaklarını ileri sürüyorlardı. Bu sözleri, temelde doğruydu. Gerçekten Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Fakat Allah, kulları kendi düşüncelerinde serbest bırakmıştır. Kul düşünür, bir işi seçer. Düşüncesi, Allah’ın âfâkî ve enfüsî (sosyo-psişik) kanunları çerçevesinde olur. Ancak kulun seçme yeteneği vardır ve Allah kulunun seçme yeteneğini herhangi bir yöne zorlamaz…
…Öyleyse siz de, bile bile Allah’a eşler koşmayın. (Bakara: 92/22)
Nidd: eş, zıt anlamına gelir, çoğulu endâddır. Masdar olarak nedd ise kaçmak, dağılmak demektir. Bâ cer harfiyle kullanıldığı zaman birinin kötülüğünü söylemek anlamına gelir. Âyette bile bile Allah’a benzerler, eşler, ortaklar koşmak yasaklanmaktadır. Arap müşrikleri arasında bu, açıkça görüldüğü gibi, Uzeyr’i ve İsa’yı Allah’ın oğlu sayan Yahûdî ve Hıristiyan mezheplerinde de kapalı olarak görülmüştür. Kapalı şirk denen bu tanrılaştırma, şeyhlerini Allah’ın yardımcısı, gaybı bilir, dünyâyı yönetir sanan cahil tasavvuf kollarında da bol bol görülmektedir. Bu kimselerin şeyhlerine karşı tutumları ve inançları, Arapların şirkinden pek farklı değildir. Çünkü Kur’ân, Allah’tan başkasının gaybı bilemeyeceğini ve O’ndan başkasından yardım beklenemeyeceğini vurgularken bazı insanlar, tıpkı Allah’a yalvarır gibi yatırlara duâ edip dilek dilemekte, bazı tarikat mensupları da şeyhlerine her şeyin ayan olduğuna, mürîdin her halini bileceğine, isterse mürîdi büyük ni’metlere ulaştıracağına inanırlar; Allah ile beraber şeyhlerine de yalvarırlar. “Destur yap pır!” derler. Hattâ bunlar arasında Allah’ın, dünyânın yönetimini şeyhinin eline verdiğini söyleyenlere dahi rastladım. Şimdi bu adamın, Hz. Peygamber’in mücâdele ettiği müşrik ile ne farkı vardır?
İnsanlar birtakım gizli güçler bulunduğunu sandıkları canlı veya cansız varlıklara tapmak, onlardan meded ummak suretiyle onları tanrılaş-tırmışlar; onları tanrılıkta Allah’a, eş, ortak yapmışlardır. İnsanların kendi düşünceleri, akıl yürütmeleriyle koydukları helâl ve haramı Allah’ın buyruğu olarak kabul etmek de, bu hükmü koyanı tanrılaştırmak, Allah’a nidd yapmak demektir. Nitekim Peygamber (s .a.v.) “Hahamlarını ve râhib-lerini Allah’tan ayrı rablar edindiler; Meryem oğlu Mesîh ‘i de.[3] âyetini okuyunca Hıristiyan iken yeni Müslüman olmuş Adiyy ibn Hâtem, Hıristiyanların, onlara tapmadıklarını söylemiş. Peygamber (s .a.v.) “Evet onlara tapmazlardı ama, onların helâl kıldığını helâl; haram kıldığını haram yaparlardı. İşte bu, onlara tapmaktır” demiştir. [4]
Buna göre müctehidlerin, kesin delîle dayanmadan kendi düşünce ve kanâatlerine göre yaptıkları ictihâd hükümlerine Allah’ın hükmü gözüyle bakmak, içtihadı yapanları putlaştırmak olur.Elbette bunda ictihâd sahibinin kabahati yoktur. Çünkü o, kendi kanısına göre vardığı hükmün, Allah’ın kesin hükmü olduğunu söylememiş, hattâ hükmüne mutlaka uyulması gerektiğini de söylememiştir. İmâm-ı Mâlik’in, Kitâplarını, Halîfenin, resmî emirle halka uygulatma önerisini kabul etmediği bilinmektedir. Bu putlaştırmanın sorumlusu, İslâm’ın esas ruhundan ayrılıp taklîde sapan ve düşünceye kilit vuran sonraki nesillerin sözde âlim din adamlarıdır. Nasıl Yahûdî ve Hıristiyanlar zaman içinde dinin gerçek ruhuna aykırı hükümler koyup dinlerini daraltmışlarsa Müslümanlar da aynı şeyi yapmışlardır.
Sehl ibn Abdullah et-Tüsterî, bu âyetten, nefse gurur vermenin, nefsin arzularına uymanın da nefsi Allah’a nidd yapmak olduğu sonucunu çıkarmıştır. Bu tefsîrin kanıtı da “Hevâ ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? [5] âyetidir.[6]
Darlık Zamanında Allah’a Yönelme:
67- Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu zaman O’ndan başka bütün yaşardıklarınız kaybolur. (Artık o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım istemezsiniz. Çünkü O’ndan başka sizi kurtaracak kimse yoktur.) Fakat (O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allah’ı tanımaktan) yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür. (İsrâ: 50/67)
İnsana bir darlık dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta bize yalvarır; ama biz onun darlığını aç(ıp kaldır)ınca sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere, yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir. (Yûnus: 51/12)
İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize du ‘â eder. Sonra, ona bizden bir ni’met verdiğimiz vakit; “Bu, (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi” der. Hayır, o bir sınavdır, fakat çokları bilmiyorlar. (Zümer: 59/49)
42- Senden önce de ümmetlere elçiler gönderdik. (İnkârlarından dönüp bize) Yalvarsınlar diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırmıştık. 43- Hiç olmazsa kendilerine böyle baskınımız geldiği zaman yalvar-salardı! Fakat kalpleri katılaştı ve şeytân da onlara yaptıklarını süslü gösterdi. (En’âm: 55/42-43)
53- Size ulaşan her ni’met Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız. 54- Sonra, sizden o sıkıntıyı kaldırdığı zaman içinizden bir grup, hemen Rab’lerine ortak koşarlar. (Nahl: 70/53-54)
33- insanlara bir zarar dokundu mu, Rab’lerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rab’leri), onlara kendinden bir rahmet îaddırınca, hemen onlardan bir grup, Rab-lerine ortak koşarlar. 34- (Böyle yaparlar) Ki kendilerine verdiğimiz(ni’-met)e karşı nankörlük etsinler. Şimdi zevk içinde yaşayın bakalım, yakında (sonunuzun ne olduğunu) bileceksiniz. 35- Yoksa onlara bir delil indirmişiz de o mu (Allah’a) ortak koşmalarını söylüyor? 36- Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla sevinirler. Elleriyle yapıp öne sürdük-leri(işleri)nden dolayı onlara bir kötülük erişince de, derhal umutsuzluğa düşerler. 37- Görmediler mi, Allah dilediğine rızkı genişletiyor da, daraltıyor da. Şüphesiz inanan bir toplum için bunda ibretler vardır. (Rûm: 84/33-37)
65- Gemiye bindikleri zaman,’dîni yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na yalvarırlar. Fakat (Allah) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar. 66- Ki kendilerine verdiğimiz(nimetler)e nankörlük etsinler ve (şu geçici hayâtta) zevk içinde yaşasınlar. Ama yakında (gerçeği) bileceklerdir. (Ankebût: 85/65-66)
Bu âyetlerde genellikle insanların ve özellikle müşriklerin karakterleri çiziliyor: Bir darlıkta kalınca insanlar, putlara değil, yalnız Allah’a yalvarırlar. Çünkü Allah’tan başka kimsenin kendilerini o durumdan kurtaramayacağını bilirler. Ama ne zaman ki Allah acıyıp onları o darlıktan kurtarır, güvenliğe, bolluğa ve sevince kavuşturur, yine Allah’a ortak koşmağa başlarlar. Allah’ın verdiği nimetlere şükredecekleri yerde bu hareketleriyle Allah’ın nimetine karşı nankörlük ederler.
84/34’ncü âyetin sonunda Allah’ın nimetine nankörlük eden müşrikler: “Şimdilik zevk içinde yaşayın bakalım, yakında sonunuzun nasıl olacağını bileceksiniz!” cümlesiyle tehdid ediliyor. 35’nci âyette de puta tapanların hiçbir kanıta dayanmadan Allah’a ortak koştukları vurgulanıyor.
36-37’nci âyetlerde, yine insanın bir başka za’fı dile getiriliyor: Allah ona lûtfuyla bir nimet verse sevinir. Ama kendi yaptığı kötü işler yüzünden başına bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer. (Süleyman Ateş, Kuran Ansiklopedisi, Şirk maddesi)
[1] Mefâtîhu’1-ğayb: 17/59-60
[2] Zümer:59/7
[3] Tevbe: 113/31
[4] Kurtubû, el-Câmi’: 8/120; İbn Kesîr, Tefsîr: 2/349
[5] Câsiye: 65/23; Sülemî ve Tasavvuf! Tefsiri, s. 26
[6] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları : 19/392-402
[7] Müslim, Zühd: 64; Dârimî: Rikak: 61; İbn Hanbel, Müsned: 4/332, 333, 5/24, 6/15, 16.
[8] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları : 19/402-404
[9] Kehf: 69/58
[10] Fâtır: 43/45
[11] Bir şeyi bir kere buyurduk mu o, göz açıp yumma süresi gibi kısa bir zamanda oluverir.
[12] ince pardesü gibi giysilerin üstüne giyilen kolsuz giysi. Araplar bu ince pardesüye şimdi abâ diyorlar. Bu, bir çeşit resmî kıyafet sayılır.
[13] Buhârî,Tefsîr, Sûre: 54/5-6
[14] Buhârî, Tefsîr, Sûre: 54/6
[15] İbn Kesîr, Tefsîr: 4/267
[16] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları : 19/405-412
[17] Müslim, Cennet: b. 17, h. 75
[18] İbn Mâce, Zühd: b. 31, h. 4262
[19] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları : 19/412-415