Şirk nedir- Prof. Yaşar Nuri Öztürk
ŞİRK NEDİR? NEDEN EN BÜYÜK GÜNAHTIR?
Şirkin Temel Görünümleri
a) “Yaklaştırıcılar” kabul etmek
b) Şefaatçılar kabul etmek
c) Fırkacılık, hizipçilik
d) Ecdat (atalar) kabullerinin dinleştirilmesi
e) Bidatlar, hurafeler
f) Şirkin bir ateizm olduğunu sanmak veya iddia etmek
g) Şirkin bir dinsizlik olduğunu sanmak veya iddia etmek
h) Şirk aracı yapılan şeylerin sadece eşya (taş-toprak, ağaç vs.) olduğunu sanmak veya iddia etmek
i) Kutsal değerlerin veya kıymetli insanların şirk aracı olmayacağını sanmak.
ŞİRK NEDİR? NEDEN EN BÜYÜK GÜNAHTIR?
Şirk ve şirket, ortaklık demektir. Aynı kökten gelen şerik ise ortak demektir. Kur’an bu şerik sözcüğünün çoğulu olan şüreka kelimesini Allah’a ortak koşulanlar anlamında defalarca kullanmaktadır. Şirke bulaşana müşrik denir. Çoğulu müşrikun veya müşrikin sözcükleridir.
Kur’anın bir numaralı düşmanı, hatta tek düşmanı şirktir. “Şirk gerçekten çok büyük bir zulümdür.” (Lukman, 13) Şirk bütün zulümlerin anasıdır. Allah’a karşı en büyük ihanet ve kahpelik de şirktir. Bunun içindir ki Allah, günahları affedeceğini yüzlerce kez tekrarlamakta, şirk dışındaki sürçmelerin (küfür de dahil) affedilebileceğini söyleyerek İslam Dini dışında kalanlara da ümit ve ufuk açmaktadır ama söz şirke geldiğinde, tavrını birden değiştirip şirke batık olarak ölenlerin ebediyen kurtulamayacağını hükme bağlamaktadır. (bk. Nisa, 48, 116)
Bu böyle olduğu içindir ki biz “Kur’an Mümini” sıfatıyla şunu duyurmak borcunda olduğumuzu düşünüyoruz: İslam’ın yozlaştırılmasında temel olumsuzluk, tevhidin bilinmemesi değil şirkin bilinmemesi oldu. İslam’ın bir numaralı yozlaştırıcıları olan Emeviler, tevhidin öğretilip öğrenilmesini engellemediler; şirkin doğru tanınmasını engellediler. Bu da Müslüman kitleler için en büyük felaket oldu.
Kur’an Allah da dahil her şeyi zıtlık esası üzere tanıtır. Varlık ve oluşu tanımada temel ilke zıtlıktır. Din de zıtlık ilkesiyle tanınır. Dinde bu ilke tevhit-şirk (birlik-panteon veya şirket) polaritesi halinde işler. Bunun en çarpıcı görünümü tevhidin formül cümlesi olan Kelimei tevhit’te dikkat çeker: “Lailahe İllallah: Allah’tan başka ilah yok!” Bu formülün kelime kelime çevirisi şudur: Hiçbir İlah yok, sadece Allah var. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar siliniyor., onun ardından gerçek tanrı öne çıkarılıyor. Yani “var”ı göstermeden önce “yok” tanıtılıyor.
Kelimei Tevhit, Kur’an dininin temel kabullerinden en küçük ayrıntılara kadar tüm alanlarda işler. Dinin adı İslam konmuştur… İslam, teslimiyet demektir. Tevhit formülünü uyguladığımızda karşımıza şu çıkıyor: Hiçbir teslimiyet yok, sadece Allah’a teslimiyet var.
İslam, Allah’a teslimiyettir demek işin yarısıdır. Diğer yarısını yakalamak için şöyle deriz: İslam, Allah’tan başka hiçbir kudrete teslim olmamaktır.
Şimdi de buyruklardan birisi olan namazı alalım. Formül cümle, namazın üzerine oturtulmadan gerçek namazı anlamanız mümkün olmaz. Şöyle demeliyiz: Hiçbir namaz yok, sadece Allah için namaz var. Devam ettirelim: Hiçbir secde yok, sadece Allah’a secde var. Hiçbir oruç yok, sadece Allah için oruç var.
Tevhit böylece hayatı yaşayan insanla hayatı veren kudret arasında sürekli bir beraberlik kurar. Buna Kur’an dilinde “ihsan” denir. Her an Allah’ı görüyormuşsun gibi davranmak. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor… Şirk, işte bu ihsan bilinç ve yaşayışını zedeleyen veya parçalayan illettir. Bunun içindir ki dini gönderen kudretin en büyük düşman hedefi şirktir. Kur’an ne ateizmden söz eder ne de dinsizlikten. Esasında felsefi-kozmik anlamda ateist insan yoktur. Böyle olunca da dinsiz insan yoktur. Kur’an, sahte ilah ve sahte dinden şikayetçidir; ateizm ve dinsizlikten değil. Çünkü ateizm ve dinsizlik yoktur. İnsanoğlu kendi anladığı Tanrı’ya inanmayana ateist, kendi anladığı dine inanmayana dinsiz demektedir. Gerçekte ne ateist vardır, ne de dinsiz; sahte ilahlara kul olanlar, sahte dine teslim olanlar vardır. Yani müşrikler vardır…
Kelimei tevhit’le formüllendirilen polaritede kutuplardan herhangi birini gereğince tanımadığınızda ötekini tanımanız mümkün olmaktan çıkar. Bu da sizi, o kutupla ilgili tüm tespit, tavır ve eylemlerinizde yanlış yapmaya mahkum eder.
İslam dünyası bugün de şirki tanımıyor. Böyle olunca tevhidi yani dinini tanıması mümkün olmaz. Tevhit tanınmayınca tevhit dininin vaatleri insan hayatına giremez. Tevhitten beklenen bereket, barış, nimet, esenlik, mutluluk sürekli uzaklarda, göklerde kalır.
Bugün dünya şirkin pençesindedir. İnsanlığın büyük çoğunluğunun şirke bulaşmamış bir imandan yoksun olduğu ve olacağı Kur’anın açık beyanları arasındadır. (bk. Yusuf, 106) Rabbin bu beyanı, elbetteki haktır ve tecelli edecektir. Etmiştir. İnsanlık Dünyası, şirkin onlarca türüyle yara bere içinde kıvranmaktadır.
Dünyayı şirke karşı uyaran ve donatan kaynak Kur’an idi. Kur’anın iman çocuklarının şirki tanımaz hale gelmeleri, bir talihsizlik olmuştur.
İslam dünyası da şirkin pençesinde kıvranmaktadır. Belini doğrultamamasının sebebi budur. Allah hiçbir kitleyi günahları, eksikleri yüzünden perişan etmez; perişanlık ve hüsran sadece şirkin sonucudur.
İslam dünyasının en büyük felaketinin şirk olacağını ve bu şirkin gizli-maskeli bir yapıda olacağını, Hz. Resul asırlar önceden haber vermiştir. Ve bunun, ümmeti adına kendisini korkutan bir numaralı musibet olduğunu da söylemiştir.
ŞİRKİN TEMEL GÖRÜNÜMLERİ
a. “Yaklaştırıcılar” Kabul Etmek: Tevhidin omurga noktalarını tanıtan Zümer Suresi’nin üçüncü ayeti şirkin bu niteliğini ortaya çıkarmaktadır.: “Gözünüzü açın! Arı-duru Din yalnız ve yalnız Allah’ındır. O’nun yanında birilerini daha veliler edinerek: “ Biz onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir.”
Şirkin, insanı Allah’a yaklaştırıcı araç ve aracı ilahları gerekli gören anlayışına Kur’an iki yanıt vermiştir:
Birincisi Kaf Suresi 16. ayettir ki, Allah’ı insana şah damarından daha yakın göstermekle değil aracının, aranın bile olmadığını ortaya koymuş, şirkin temel kanıtını geçersiz ve gereksiz kılmıştır.
İkinci beyyine, insanlık dünyasına ilk inen surelerde ifadeye konmuştur: 3. sure olan Müzzemmil ile 4. sure olan Müddessir’de… İlginçtir, bu beyyine bu surelerin ikisinde de 11. ayettir. “Benimle o nimete boğulmuş yalancıları baş başa bırak!” (3/11) Ve “benimle yarattığım kişiyi baş başa bırak!” (4/11) Aynı mesaj iki ayrı espri içinde verilmiştir: İnsan ister imanlı, ister inkarcı olsun, her iki halde de Allah ile insan arasında yaklaştırıcı söz konusu edilemez.
Yaklaştırıcılar kabul edilmesinin din hayatındaki uzantıları da gözden kaçırılmamalıdır: Din sınıfının, Din kıyafetinin, ibadette lider zorunluluğunun, ibadet için mekan-mabet zorunluluğunun, vaftiz ve aforoz’un bulunmaması, tüm yeryüzünün mabet kabul edilmesi bu uzantıların önde gelenleridir.
b. Şefaatçılar Kabul Etmek: Yunus suresi 18. ayet şirkin bu niteliğine dikkat çekmektedir. Burada da, tıpkı Zümer Suresinde olduğu gibi, şirkin niteliği, şirk çocuklarının kendi ağızlarından verilmektedir. Cenabı Hakk şirkin sloganlarını, eleştiri için bile kendi dilinden veya muvahhit kullarının dilinden ifadeye koymamaktadır. Ayeti okuyalım: “Allah’ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk-kölelik ediyorlar ve şöyle diyorlar: “Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır…”
Kur’anın bu şirk sloganına cevabı Zümer Suresi 44. ayette verilmiştir: “Şefaat tümden ve sadece Allah’ın elindedir.
c. Fırkacılık, hizipçilik: Buna “dinde bölücülük” de diyebiliriz. Kur’an bu illeti tanıtmada “fırka” (hizip, grup, klik) kökünden isim ve filler kullanır.
Her şeyden önce, Allah ile peygamberler arasında fırkacılık yasaklanmıştır. (bk. Nisa 150) Dini ikiye bölerek “bu Allah için, bu da peygamber için” mantığıyla hareket etmek bir fırkacılıktır. Esasında fırkacılığın zihniyet zemini böyle atılmaktadır. “Falan ibadetin şu kadarını Allah rızası için, şu kadarını da peygamberin şefaati için yerine getiriyorum” diyen anlayış bu fırkacılığı çok güzel fotoğraflamaktadır. Bu fırkacılığı kırmak içindir ki Kur’an, Cin Suresi 18. ayet başta olmak üzere bir çok yerde, “Allah’a ibadette herhangi bir kişiyi ortak yapmayın!” emrini vermiştir. Herhangi bir kişi tabirinin içine peygamberlerin girmediğini söyleyemeyiz.
İkinci olarak, peygamberler arasında fırkacılık yapmak yasaklanmıştır. Kur’anın tanıttığı ve istediği imanın özelliklerinden biri de peygamberler arasında ayrım ifade edecek tavırlara girmemektir. (bk. Bakara 136,285 ve Ali İmran 84) Hz. Peygamber herhangi bir peygamberle kendisinin karşılaştırılmasını, hele hele kendisinin onlardan herhangi birisine üstün gösterilmesini şiddetle yasaklamıştır.
Üçüncü olarak, kitapta fırkacılık yasaklanmıştır. Kitap tabiri hem hem tüm vahyi hem dört büyük peygambere inen dört büyük kitabı hem de bizzat Kur’anı ifade etmek için kullanılmaktadır. Ayrıca insan ve evren de ayetlerle dolu olarak tanıtıldığı için, birer kitap hükmündedir.
Kitapta fırkacılık işte bu “kitap”lar arasında bölücülük yapmaktır. Kur’an tüm evrenin ve insanın taşıdığı ayetlerin incelenmesini isteyerek insan ve evren kitaplarının göz ardı edilmemesini, ,iman dışında tutulmamasını ister. Kur’an ayrıca, kendisinin temsil ettiği din birliğinin parçalanmamasını, dinde kaynak olarak öne sürülecek alt-kutsal kitapların vücut bulmamasını da emreder. Bu alt kitaplara Kur’an “zübür” diyor. Peygamberimiz bunları “mişna” diye anmış ve mişnaların ortalığı sarmasını bir çöküş belirtisi olarak göstermiştir.
Dini hizip kitaplarına bölmek “takattu” olarak ifade edilmiştir ki, kesip parçalara ayırmak, doğramak demektir.
Dini zübürlere bölmeyi açığa çıkaran temel ayetler Muminun Suresi’nin 52-54. ayerleri ile Enbiya Suresinin 92-93. ayetleridir. Şöyle deniyor: “İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ve ben de sizin Rabbinizim; o halde benden sakının! Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli kitaplara ayırdılar. Her hizip yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.!” (Müminun 52-54)
Kitapta bölücülük, her fırkanın kendi başı veya lideri (efendi, şeyh, hazret, üstat vs.) tarafından yazılan kitapların dokunulmaz, eleştirilmez, değiştirilmez, sadeleştirilmez kılınması şeklinde alt putçuklara da vücut verir. Tanrısal kitabın bile yoruma açık olduğu bir dinde bir takım insanların yazdıklarını dokunulmaz, eleştirilmez kılmaktan daha büyük bir çürüme gösterilemez.
Dinde bölücülüğün şirkin bir görünümü olduğuna dikkat çekilerek bu bölücülüğe gitmeyi önlemek için uyarı yapılmaktadır: “Sakın şirke sapanlardan olmayın! Onlardan ki dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.” (Rum Suresi 31, 32)
Bu ayetlerde bölücülük yasaklanırken isim olarak “şiye” fiil olarak da “ferraku” sözcüğü kullanılmıştır ki, Arapça’da klikleşmeyi, parçalanıp bölünmeyi ifade eden temel kelimelerdir. “Şiye” hizipler, klikler demek. “Ferraku” ise “fırkalara, parçalara, partilere ayrıldılar” anlamında bir fiildir. Aynı sözcükler, az sonra vereceğimiz ayette de kullanılmış ve Hz. Peygambere dinde fırkacılık yapanlarla hiçbir ilgisinin olmadığı açıkça bildirilmiştir: “Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.” (Enam Suresi 159)
Bu ayetten anlaşılır ki, dinde fırkacılık edenlerin, din ve peygamber hakkında sloganları ne olursa olsun, gerçekte Hz. Muhammed ile aralarında bir iman ve sadakat bağı olduğu düşünülemez. Bunlar ya kendi kendilerini aldatan basireti bağlanmış gafillerdir, yahut da din ve peygamber sloganlarıyla dünyalık menfaat ve saltanat devşiren ikiyüzlülerdir. Enam 159. ayetin bunun dışında bir mesaj taşıdığını söylemek mümkün değildir.
Tefrika sözcüğünün kullanılmasıyla dikkat çekilen bölücülüğün geçtiği birçok yerde, bu bölücülüğün, Allah’ın ayetleri geldikten sonra ve hatta bu ayetleri taşıyanlar tarafından sergilendiğinin altı çizilmektedir ki bu da ayrı bir mesajdır. (bk. Ali İmran 105, Şura 14, Beyyine 4)
Dördüncü olarak da yolda fırkacılık gündeme getirilmiştir. Bilindiği gibi Kur’an ısrarlı bir biçimde insanı sırat-ı müstakim’e yani dosdoğru yola çağırmaktadır. Namazda okunan Fatiha Suresinin temel niyazlarından biri de “bizi sırat-ı müstakime kılavuzla” isteğidir. Yol anlamında hem sırat sözcüğü hem de sebil sözcüğü kullanılmaktadır. Kur’an, işte bu iki sözcükle tefrika sözcüğünü birlikte kullandığı beyyinesinde yol olarak sadece Allah’ın yolunu izlememizi, başka yollara girerek “yolda fırkacılık” yapmamamızı emrediyor: “Benim dosdoğru yolum budur; onu izleyin! Başka yolları izlemeyin ki bu yollar sizi O’nun yolundan ayırıp fırkalara bölmesin. Sakınıp korunasınız diye O size bunu önermiştir.” (Enam 153)
Fıkıh metodolojisinin büyük ustalarından sayılan Şatıbi (ölm. 790/1388)ye göre, Fatiha Suresi son ayetteki “mağdubun aleyhim: kendilerine gazap edilenler” ile “dallin: karanlığa, sapıklığa düşenler” ifadesi, tevhit yolundan sapan tüm İslam içi ve İslam dışı fırkaları kapsar. Bunlar yine Şatıbi’ye göre, Enam Suresi 153. ayette gösterilen Allah’ın tek yolundan sapıp yine o ayette dikkat çekilen “öteki yollar”a koyulanlardır. Anılan ayet bize göstermektedir ki, tek olan yoldan sapıldığında “teferruk” yani parçalanma kaçınılmaz olur.
Bu ayetin bize verdiği tevhit ölçüsü şudur: Fırkacılık veya tefrika varsa tek yoldan sapma tartışılmaz bir biçimde vardır. Şöyle de diyebiliriz: Tek yoldan sapılmışsa fırkacılık kaçınılmaz bir bela haline gelir.
Yolda fırkacılık, sırat-ı müstakim olan Kur’an yolunun yanında tarikat (yol), mezhep (bir anlamı da yol) adlarıyla yeni dinler oluşturmak biçiminde vücut bulmaktadır.
Ancak burada şunu ifadeyi bir insanlık borcu sayarız: Bugün her biri bağımsız bir din haline getirilen mezheplerin ve tarikatların ilk önderlerinin bu mezhep ve tarikatları dinleştirenlerden ilke olarak ayrı tutulması gerekir. O insanlar, en azından büyük kısmıyla bilim ve düşünce üreten ve bu yolla hizmet vermek isteyen aydınlardı. Hiçbirinin, dinleşmiş bir takım mezhep ve tarikatlara öncülük etmek gibi bir niyeti yoktu. Bilim ve düşünce adamı olarak yorum yapıyorlardı ve bu yorumları kendilerine nispet ediyorlardı; bunları Kur’anın yerine koymaya çalışmıyorlardı.
Sonraki zamanların hazırcı, taklitçi zümrelerdir ki, bu insanları ve yorumlarını dokunulmaz kılıp yedek dinler ve peygamberler oluşturdular. Bunu bildiğimiz içindir ki biz dinde taklitçiliği şirkin giriş kapısı sayarız. Bu kapıdan belki hepimiz bir şekilde girmekteyiz. Önemli olan, kapının arkasını görüp yolun nereye çıkacağını fark ederek hemen geri dönmektir. Geri dönenler mazurdur; dönmeyenlerse ilerde mazeret bildirme hakkını yitirir. Felaketin bütün sonuçlarına katlanırlar.
Fırkacılığın dehşet ve felaketinden uzak kalmanın yolu-yöntemi de gösterilmiştir. Hep birlikte ve sadece Allah’ın ipine yapışmak., fırkalara son vermek. Bu kurtuluş reçetesini veren Ali İmran 103. ayet “Allah’ın ipi” ve “teferruk” sözcüklerini kullanmıştır. Buyruk şudur: Allah’ın ipine sarılın, fırkalara bölünmeye son verin!..
Bizim, Kur’andan aldığımız ışık ve imanla geldiğimiz nokta şudur: Bugün, din adına gerekçesi ve sloganı ne olursa olsun, oculuk-buculuk diyerek fırkacılık yapanlar, Müslüman toplumları şirke götürmektedir. Bunların peygamberimizle ilgilerinin olmadığını Kur’an söylüyor.
Fırkacı sömürü zihniyetlerinin Müslüman kitlelere Kur’anı kendi dillerinde okutmamalarının arka planını artık görmek zorundayız.
d. Ecdat (atalar) kabulleninin dinleştirilmesi: Bu şirk belirişinin esası, atalardan görüleni ve duyulanı dokunulmaz-kutsal ve gerçeğin göstergesi ilan etmektir. Kur’an bu şirk belirtisinin altını elliyi aşkın yerde doğrudan, yüzü aşkın yerde de dolaylı olarak çizmektedir.
En önemli dikkat çekişler, atalar-dedeler anlamındaki “aba” sözcüğünün kullanımıyla sergilenmiştir. Ataları dokunulmaz kılan şirk zihniyetine göre, ataların kendileri ve kabulleri tartışmasız kanıttır, gerçeğin şaşmaz göstergesidir. İyinin, mutluluğun, güzelin, barış ve esenliğin ölçüsü ataların kabullerine uygunluktur. (bk. Muminun 24, Kasas 36, Duhan 36. Casiye 25). Ataların kabullerine sataşma, onları sorgulama ve yargılama, toplumun toptan karşı çıkması gereken bir felakettir. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. KTK. “aba” maddesi)
Muminun 24. 24. Toplumu içinden inkârcı kodaman grup şöyle dedi: “Bu adam, sizin gibi bir insandan başka şey değil; size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, melekler indirirdi. Biz ilk atalarımız arasında böyle bir şey duymadık.”
Kasas 36. Bunun ardından Musa onlara açık-seçik ayetlerimizi getirdiğinde onlar şöyle dediler: “Uydurulmuş bir büyüden bakası değil bu. İlk atalarımız arasında bunu hiç duymadık.”
Duhan 36. “Eğer doğru sözlülerseniz, atalarımızı geri getirin!”
Casiye 25. Ayetlerimiz, karşılarında açık-seçik mesajlar halinde okunduğunda, delilleri sadece şöyle demek olmuştur: “Doğru sözlüler iseniz atalarımızı getirin.”
BİDATLAR & HURAFELER
a. Şirkin bir ateizm olduğunu sanmak veya iddia etmek: Şirkin bir ateizm olmadığını yukarda açıkladık. Şunları ekleyelim: Kur’an Mekke müşriklerinin Allah’ı kabul ettiklerini açıkça bildirmektedir: “Onlara ‘gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim boyun eğdirdi?’ diye sorsan, mutlaka şöyle diyeceklerdir: ‘Allah’. Peki nasıl oluyor da döndürülüyorlar?” (Ankebut 61, 63. Ayrıca bkn Lukman 25, Zümer 38, Zuhruf 9,87) Kaldı ki Arap cahiliye şiirinde Allah bütün yüceliği ve aşkınlığı ile yer almıştır. Müşriklerin Allah’a karşı tavırları asla söz konusu değildir. Onların tevhit inancı ve peygamberleriyle problemleri, Allah’ın yanına-yöresine ekledikleri aracı-şefaatçı alt-ilahlarının yok sayılmasından kaynaklanmaktadır. Bu alt-ilahları yok saydığı içindir ki, Hz. Peygamberi atalar dinine ihanet etmekle suçladırlar. Mekke müşrikleri kendilerini Allah’ın yakınları ve Beytullah’ın gerçek hizmetçileri sayıyor, bununla övünüyorlardı. Hz. Peygamber ve arkadaşlarını ise Beytullah’a musallat olmuş zındıklar olarak görüyorlardı. ( bk. İbn Teymiye; El Furkan, 9-10)
Kısacası, şirkin Allah’ı inkara ilişkin hiçbir sözü ve tavrı yoktur. Onun şikayeti, insanın Allah’a kulluğunda aracı, cennete gidişinde şefaatçı olarak görüp devreye soktuğu alt-ilahların kabul edilmemesidir. Kişi, kavram, kurum, kudret ve nesne olarak değişik görünümleri ve sembolleri olan bu aracılar kabul edildiği anda şirkin peygamberler ve tanrısal kitaplarla hiçbir alıp vereceği kalmıyor. Ne var ki böyle bir kabul, peygamberlerin tanıttığı dinin inkarı oluyor.
b. Şirkin bir dinsizlik olduğunu sanmak veya iddia etmek: Bu da büyük bir yanılgıdır, yanlış bilgidir. Kur’an şirki bir din olarak anmakta ve tanıtmaktadır. Hem de zorlu ve köklü bir dindir şirk… (bk. Kafirun Suresi)
Müşrikler dinsiz insanlar değildir, Hak dinin veya nübüvvetin tanıttığı dinin dışında bir din benimseyen insanlardır. Onlar kendi dinleri içinde dindar insanlardır. Kur’an onların Beytullah içindeki namazlarından bahsetmektedir. Ama bu namaz tevhit ölçülerinin dışına çıkarılmış bir namazdır. Dahası var: Müşrikler, Beytullah’ta ibadet etmenin kendi hakları olduğunu söyleyerek Hz. Muhammed’i oraya sokmamak istemişlerdir. Hz. Muhammed onlara göre, atalar dinine kötülük etmiş bir zındıktır; Kabe’ye girmemeli, orada ibadet etmemelidir. Orada ibadet, oraya hizmet ancak ataların dinine saygısı olanların hakkıdır.
Şirk dininin, peygamberlerin tanıttığı dinden farkı, Allah’ın yanına-yöresine şefaatçılar, aracılar koyması ve Allah’a kulluğu bu aracı-şefaatçıların onayına bağlamasıdır. Şirk dini bu aracı şefaatçıların bir biçimde hoşnutluğunu kazanmadan gerçek kulluk olacağını, cennete gidilebileceğini kabul etmemektedir.
Bunun içindir ki, şirk dini ve onun çağdaş fırkacı görünümleri, Allah, sadece Allah anıldığında söz ne denli değerli olursa olsun, önemsemezler. Alt ilahları haline getirdikleri kişilerden bir veya iki cümle söylediğinizde ise yüzleri parıltılar ve gülücüklerle doluverir… Bu, Kur’ana göre tam bir şirk fotoğrafıdır. Müşriklerden bahisle şöyle deniliyor: “ Dediler ki: Sen, yalnız ve sadece Allah’a ibadet edelim de atalarımızın kulluk-kölelik ettiklerini terk edelim diye mim geldin bize!… (Araf, 70) Ve şu beyyine: “ Allah, yalnız başına anıldığında, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir. O’nun berisindeki ilahlaştırılmış kişiler anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler.” (Zümer, 45)
Başka bir deyişle, şirk dininin Kur’an dininden farkı, cennete gidiş belgesiyle kulluk belgesinin altında Allah’ın imzası dışında imzaların gerekli görülmesidir. Kur’anın dini, bu belgelerin altında Allah dışında hiçbir varlığın imzasını istemiyor. Bu belgeler ya Allah tarafından imzalanır, geçerli olur; yahut da imzalanmaz, işe yaramaz hale gelir.
Tevhit dini, adı, esasları, ibadetleriyle “Allah’a özgülenmiş” bir dindir (bk. Araf 29, Ğafir 14,65, Beyyine, 9); şirkin dini ise Allah ve alt-ilahlardan oluşan bir panteona özgülenmiştir.
c. Şirk aracı yapılan şeylerin sadece eşya (taş-toprak, ağaç vs.) olduğunu sanmak veya iddia etmek: Şirk konusunda en büyük ve en tehlikeli yanılgı budur. Bu yanılgı, İslamı örtülü şirke yelken açtıranların hesaplarına yaradığı içindir ki, hurafeci-bidatçı örf dini şirk aracı olan şeylerin birkaç eşya parçası put olduğunu, bunların da Kabe’den zaten temizlenmiş bulunduğunu söyleyerek bahsi kapatmak peşindedir. Çünkü şirk aracı olan şeyler, Kur’anın gösterdiği biçimde tanıtılırsa hurafe-bidat dininin durumu çok zorlaşır, hayatı tehlikeye girer, kaleleri yıkılır, nefesi tükenir…
Hurafeci-bidatçı örf dininin söylediğinin aksine, şirk araçlarının başında insan şerikler gelmektedir. Kur’an bunlara genel bir adla “şüreka” (Allah’a ortak tutulanlar) diyor. Şürekanın çerçevesi içine giren şirk araçları, alt başlıklar olarak şunlardır: Endad, erbab.
Endad; benzer, aynı, tıpkı anlamlarındaki “nidd” sözcüğünün çoğuludur. Kur’an, Allah’a endad tutulmasına da karşı çıkıyor. Endad edinmek, Allah yolunu karartan ve insanı saptıran bir davranıştır. (bk. Bakara 22, İbrahim 30, Zümer,8)
Erbab, rab sözcüğünün çoğuludur ve daima insanlardan oluşur. Sembolü kullanılmayan tek alt-ilah türüdür. Kur’an; nebilerin, dinde büyük tanınan kişilerin ve nihayet her mevki ve konumda insanın rableştirilebileceğini söylemektedir. Rableştirilen kişilerin daima fırkalaştırma, bölüp parçalama aracı olacakları da gösterilmiştir. Yani rableştirme biçiminde sergilenen şirk, aynı zamanda fırkacılık şirki halinde dikkat çekecektir. Kur’an bu inceliği verirken, rableştirilen kişileri Allah’a karşı konumlandırmakta ve onlardan “müteferrik” (fırkalara bölücü, fırkalara bölünmüş) diye söz etmektedir. (bk. Yusuf, 39)
Rableştirme konusunu, eserimizin (İslam Nasıl Yozlaştırıldı, Yaşar Nuri ÖZTÜRK) giriş kısmında genişçe incelediğimizden burada ayrıntıya girmiyoruz.
Şüreka, şuurlu varlıktan, insandan olur. Kavram, kurum, kudret ve nesneler şürekanın sembolleri olabilir. Sembollere bakıp arka planı unutmamak gerekir. Şuursuz varlıklardan şüreka olmaz. Şüreka, kıyamet günü zoru gördüğünde, dünyada ilahlık tasladıklarını, insanları kendilerine kul-köle ettiklerini inkar edecektir. (bk. Fatır, 14) Hatta bunlar, kendilerini ilahlaştıranları Allah’a şikayet ederek: “Bunlar bize ibadet filan etmiyorlardı, yalan söylüyorlar; bunlar bizim de yoldan çıkmamıza sebep oldular” vs. türünden ithamlarla kendilerinden beklenebilecek bir kahpelik göstereceklerdir. (bk. Enam 94, Nahl 86, Yunus 28)
Şüreka, din kurmak, din adına buyruk koymak gibi yetkiler kullanmaya kalkan varlıklar olarak da tanıtılmaktadır. Bunlar, dinde Allah’ın izin vermediklerini dinleştiren kişi veya odaklardır ki, şirk çocukları tarafından şüreka (Allah’a ortak) olarak öne sürülürler. (bk. Şura, 21)
Kur’anın bu beyanından anlaşılmaktadır ki, şirkin belirgin özelliklerinden biri de din kurucu sıfat veya yetkisi kullanarak dinde buyruk koymaya kalkmaktır. Sayılan bu nitelikler, cansız eşyanın nitelikleri değildir. Kur’anın “asnam” (putlar) dediği şuursuz-nesneler, bu şuurlu insan şürekanın sadece sembolüdür. Sembol olarak sadece eşya değil, melekler, cinler de kullanılmıştır. (bk. Enam, 100)
d. Kutsal değerlerin veya kıymetli insanların şirk aracı olamayacağını sanmak: Allah ile aldatan ve tevhidi örtülü bir şirke doğru kaydıran hurafeci odakların ileri sürdükleri bu iddiaya göre, makbul eşya ve kişileri övmek, yüceltmek, kutsamak şirk olmaz. İşte bu mantıkla peygamberler ilahlaştırılır, sakal kılları mabede sokulup etrafında tavaf edilir, tarikat şefleri, mezhep imamları, hocaefendiler, seyyidler, üstatlar takdis edilir… Çünkü onlar, meşayih-i kiram, ulema-i izam, eimme-i fihamdır, sakalı şeriftir, sadattır, üstaz hazretleridir… Öte yanda, Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed, kendisine “Sen bizim yücemiz, efendimizsin!” diyen sahabesini, şeytanın keyfine uyarak dine-imana yakışmayan söz söylemekle itham edip “Efendi sadece Allah’tır, Allah!” diye çıkışsın! Önemli olan, rableştirmenin bugün kitle üzerindeki etkisi ve Allah ile aldatma sektöründeki pazar payıdır.
Ve bu pay, ikiyüzlü siyasetler yüzünden son derece büyümüştür… Pay böylesine büyük olunca insan hırsı ne Allah dinliyor ne peygamber, ne kitap tanıyor ne tanrısal rehber…
Durum bu olunca, adlarının başına birer şirk afsunlu sıfat eklenmiş kişilerin rableştirilmesi, yarı-tanrı haline getirilmesi yadırganmamalıdır. Yadırgayan olursa, ulema-i kirama, evliya-i izama, sakal-ı şerife hürmetsizlikle suçlanır… Atalar dinine kafa tutanların başına gelenler unutulmamalıdır… (Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, İslam Nasıl Yozlaştırıldı)
posted on Temmuz 7th, 2011 at 03:42
posted on Temmuz 8th, 2011 at 11:10
posted on Ocak 13th, 2013 at 18:53
posted on Ocak 20th, 2013 at 08:24