SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK
İNSAN MUKADDER ECELİNE ULAŞABİLİR Mİ?
İnsan Ömrünün Üst Sınırı Var mı?
Kur’an ölüm olayının fiziksel bir gerçeklik olduğunu, önüne geçilemeyeceğini, her canlının mutlaka ölümü tadacağını[1] ve bundan peygamberlerin bile muaf olmadığını[2] açıkça belirtmektedir.[3] Bu kural gereğidir ki bu dünyada yaşayan hiçbir canlıya ebedilik imkanı verilmemiştir. İnsan cinsi için dünya hayatı sürelidir. Bu süre ne kadardır? Her insan için mi belirli bir süre tayin edilmiştir, yoksa genel anlamda insan türünün ulaşabileceği en son limit şeklinde mi bir belirleme söz konusudur? Bu makalede bu soruların cevabına yönelik değerlendirmeler yapılacaktır.
Ecelin sözlük anlamı, ölümde ve borcu ödemede vaktin sonu, bir şeyin süresi, müddeti [4] anlamına gelmektedir. İnsan hayatı için belirlenmiş olan süreye de “ecel” denmiştir. “Dena ecelühü (onun eceli yaklaştı)” deyimi, ölümünün sona erdiğini ifade eder. Çoğulu âcal’dir. [5] Bu durumda ecel, insan hayati ve bütün canlılar için belirlenmiş süreyi ve bu sürenin sonunu yani ölüm anını ifade etmektedir. İbn Abbas’ın ifadesine göre iki türü ecel vardır. İlki kılıç, boğulma, yanma ve insanın yok olmasına yol açan diğer sebepler yoluyla meydana gelen ecel, diğeri de tabii bir ölümle meydana gelen eceldir. Başka bir nakilde ise insanlar için iki ecel olduğu ifade edilir. Biri rasgele, tesadüfen meydana gelen ecel, diğeri ise dünyada o vakitten daha fazla hiç kimsenin baki kalamayacağı en son sınıra ulaşan eceldir. Allah’ın şu sözü bunun delilidir: “Öyle ki kiminize (daha çocukluk çağında) ölüm tattırılırken kiminiz de yaşlılığın öyle düşkün çağlarına (erzel-i ömr) eriştirilir ki bildiğini bilmez olur.”[6]
Kur’an’da ecel, genel olarak bu anlamda, bazen de “ecel-i müsemma” `belirlenmş bir süre` şeklinde, bir şey için “tayin edilmiş müddet” veya “bu müddetin sonunu” ifade etmektedir. [7] Ecel’in yok olma (helak) anlamı da vardır ki “Umulur ki onların ecelleri yaklaşmıştır”[8] ayeti bu anlamdadır.
Ecel sözcüğü Kasas süresinin 27-28. ayetlerinde süresi sekiz yıl veya on yıl olarak “belirlenmiş zaman dilimi” anlamında kullanılmıştır.[9] Boşanmış bir kadının iddet süresinin vakti için de ecel kelimesi kulanılır. O da söz konusu bu ve benzeri ayetlerden alınmıştır.[10]
En’am süresinin 2. ayetinde “Sizi çamurdan yaratan, sonrada sizin için bir ömür tayin eden odur, (yalnızca) onun bildiği bir ömür. (ecel-i musemma)” buyurulmaktadır. Bu ayette geçen ilk ecel kelimesi lügat manası dikkate alınarak ömür (hayat müddeti), ikinci ecel kelimesini ise “ölüm vakti (ömrün sonu)” şeklinde anlamak mümkündür. Çünkü lügat manası itibariyle de bir insanın dünyadaki eceli demek, ölünceye kadar ömür müddeti veya müddetin nihayeti, yani ölüm anı demektir.[11] Bunun dışındaki diğer ayetlerde de ecel-i musemma’nın “ömrün sonu” olduğu anlamını teyit etmektedirler.[12]
Kur’an’daki anlayışa göre insanları dirilten, rızıklandıran ve öldüren Allah olduğundan eceli belirleyen de O’dur. “Aranızda ölümü takdir eden biziz..”[13] ayeti bu hususu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Allah insan cinsini yaratmış ve onun ölüm süresini tayin etmiştir.[14] Allah eceli geldiğinde hiçbir kimse için erteleme yapmaz.[15] O, sadece insan cinsi için değil aynı zamanda her topluluk için de bir ecel tayin etmiş ve ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar ne de bir saat ileri giderler.[16] Kur’an’da Güneş ve Ay’ın[17] hatta Yer ile Gök arasında bulunan her şeyin belli bir eceli olduğu,[18] her şeyin vaktinin ve süresinin belirlendiği [19] ifade edilmektedir. Ölüm Allah’ın iznine bağlanmış ve ölüm belli bir süreye göre belirlenmiştir.[20]
Görüldüğü üzere ecel kelimesi ve türevleri birçok ayette geçmekte olup bu kelimenin mihverini sözlük anlamına uygun olarak “süre, müddet” anlamları teşkil etmektedir.[21]
Allah insan ve toplumların ecelini belirlemiş ve tayin edilen bu vakit geldiği anda artık takdim ve te’hir mümkün değildir. Nitekim Allah “Eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz.”[22] ayeti bunu ispat etmektedir.
Aynı doğrultuda diğer bazı ayetler şöyledir: “Her ümmet için belirli bir süre (ecel) vardır. Süreleri sona erince ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler.”[23]
“Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez; bu belli bir vakte bağlanmıştır.”[24] Bu ayette geçen “kitaben mueccela” ifadesi Allah’ın yeryüzünde insan cinsi için tayin ettiği malum vakittir.[25]
Ecel konusundaki hadisler de iki grup halinde karşımıza çıkmaktadır. Birinci grup hadisler ecelin Allah tarafından önceden tespit ve tayin edildiğini ve bu zamanın değişmeyeceğini göstermektedir. Bu hadisler Kur’an’daki insan türü için belirlenen ecel aylayışıyla uyum arz etmektedir. Ancak hadislerde her bir insan için ayrı ecelin belirlendiği fikri hakimdir. Şarihlerde bu yönde yorum yapmışlarıdır. Bu gruba örnek olarak şu hadisler verilebilir:
“Allah her nefsi yaratmış, onun ecelini, rızkını ve (başına gelecek) musibetleri yazmıştır.”[26]
“Her biriniz anne karnında nutfe olarak kırk günde toplanır. Sonra bir o kadar zamanda kan pıhtısı (alaka) olur. Bir o kadar zamanda da et parçası olur. Bundan sonra Allah dört kelimeyle bir melek gönderir. Meleğe onun rızkını, ecelini, mutlu (saîd) mi yoksa bedbaht (şakî) mı olacağını yazması emrolunur.”[27]
Şârihler bu hadisi değerlendirirken buradaki ecelden maksadın Allah’ın her insan için yaşama süresini uzun veya kısa olarak takdir etmesi şeklinde açıklamışlardır.[28] Hadiste geçen ecelin tespit edilmesi her insan için olmayıp genel anlamda insan cinsi için bir ecelin tayin edilmesi şeklinde anlamak daha uygundur.
Başka bir rivayette şöyle denmektedir: “Eceller, rızklar, musibetler ve iyilikler Allah’ın takdiriyledir. Kötülükler kendimizden ve şeytandandır.”[29]
Hz.Peygamber Ummu Habibe’ye: Sen Allah’tan kesinleşmiş eceller, sayılmış günler ve taksim edilmiş rızklar için istekte bulundun (Allah) onlardan hiç birini tayin edilen zamandan önce geçirmez ve onlardan hiçbir şeyi tayin edilmiş vakitten sonraya tehir etmez,”[30] buyurmuştur.
en-Nevevî bu hadisin şerhinde Mazerî’nin şu sözünü nakleder: “Kat’î delillerle kesinleşmiştir ki ecelleri ve rızkları Allah bilir. Bilmenin hakikati bilinen şeyi bulunduğu hal üzere bilmektir. Allah Zeyd’in 500 tarihinde öleceğini bildiğinde artık onun bu tarihten önce veya sonra ölmesi imkansızdır.[31] Ehli Sünnet mezhebinin “maktül eceliyle ölmüştür”[32] inancı her insan için Allah tarafından ayrı ayrı ecel tayin edildiği fikrini ortaya çıkarmıştır. Mu’tezile’nin çoğunluğu ise maktul eceliyle ölmemiştir, onun eceli kesintiye uğramıştır”[33] tezini ortaya atınca, tartışmanın özünü, insan cinsi için bir ecel mi, yoksa her insan için ayrı ayrı eceller mi tayin edildiği sorusuna verilecek cevap oluşturmuştur. [34]
İkinci grup ise bazı ibadet ve güzel davranışların ömrü artıracağına dair hadislerdir. [35] Ehli Sünnet bilginleri birinci grupta yer alan insanın ecelinin tayin ve tespit edildiği anlamdaki hadisleri temel alarak ikinci grup hadisleri yani ibadet ve güzel davranışların ömrü artıracağına dair hadisleri te’vile tabi tutmuşlardır. Zira onlara göre ecel tektir ve asla değişmez. İkinci grup hadisler ise ecelin değişebileceğini öne sürmektedir. Dolayısıyla bu hadisler te’vil edilmelidir. Ehli Sünnet alimleri bazı ibadet ve güzel davranışların ömrü artıracağına dair bu hadislerde öngörülen eceldeki ziyadenin ‘ömürdeki bereket, taatinde muvaffak olması, ahiretle ilgili kendisine faydalı olacak vakitlerini iyi değerlendirmesi’[36] şeklinde yorumlamışlardır. Ayrıca bu hadislerin ahlakî vasıf taşıdığı ve metafizik boyutla ilgisi olmadığı da ileri sürülmüştür.[37]
Ehli sünnet bilginlerine göre her ferdin ve her toplumun bir eceli vardır. Ecel tek olup Allah’ın kaza ve kaderiyledir. Örneğin öldürülen şahıs da bütün insanlar gibi eceliyle ölmüştür. Allah ezeli ilmiyle bildi ve takdir etti. İnsan bazen hastalık sebeiyle ölür, bazen vurma, çarpma, boğulma ve yanma sebebiyle veya diğer sebeplerle ölür. Alah ölümü hayatı yarattığı gibi ölümün ve hayatın sebeplerini de yaratmıştır.[38] Çünkü ecel hayatın tereddütsüz olarak son bulduğu andır. Şayet maktul öldürülmemiş olsaydı, o anda tabii ve bir başka biçimde ölecekti. Bu hususu belirleyen ilahi iradedir. Şu halde katil o kişiyi öldürmekle onun ecelini öne almış ve ecelini değiştirmiş değildir.[39]
Mutezile’nin Bağdat ekolü ise En’am suresinin 2. ayetini dikkate alarak insanın ecel-i kaza ve eceli musemma denilen iki eceli olduğunu ileri sürmüştür. Normal ölümle ölürse ecel-i musemma’ya, kaza ve katil sebebiyle ölürse ecel-i kaza’ya göre ölmüş olur. İkinci durumda ölen kişi kazaya uğramasaydı veya öldürülmeseydi eceli musemma’sına kadar yaşayacaktı. Aksi takdirde onu öldürenin cezalandırılması veya kendisine ait olmayan bir hayvanı kesen kimsenin tazminat ödemesi anlamsız olurdu. Dolayısıyla öldürme olayında, şüphesiz kâtil maktulün mukadder ecelini kesmiştir, binaenaleyh maktul öldürülmeseydi Allah’ın ilminde belli bir vakit (ecel) ve süreye kadar kesinlikle yaşayacağını kabul etmektedirler. Bununla birlikte sadaka, sıla-i rahim v.b, hayırlı faaliyetlerle ömrün azalacağını veya artacağını savunmaktadırlar.[40]
Görüldüğü gibi yukarıdaki değerlendirmelere göre, mezhepler arasındaki temel ihtilaf noktası, insanın hayat müddetinin her insan için mi yoksa insan cinsi için mi belirlendiği konusunda odaklanmaktadır. Konuyla ilgili ayetlere bakıldığında genel anlamda hem toplumların hem de bireylerin ecellerinden bahsedilmekte, daha ziyade genel anlamda insanın hayat müddeti bağlamında bir belirlemenin olduğu görülmektedir. Bu da her bir insan için değil, insan türü için bir belirleme şeklinde yorumlanması daha makul görünmektedir. Dolayısıyla tespit edilen ecel, herhangi bir müdahale olmadığı zaman, insanın yaşayabileceği zaman dilimidir. Dünyaya gelen her insanın yaşaması gereken süreye ‘ecel’ yani tabii ömür diyoruz. Bu insan cinsi için takdir edilmiştir.[41]
Örneğin, Kur’an’da belirli kişiler için falanca şu kadar, filanca bu kadar yaşayacak anlamında bir belirleme söz konusu değildir. Mezkur ayetlerin genel anlamda insan cinsi için bir ecelin tayin edildiği şeklinde yorumlamak daha uygundur. Yani her canlı türü için ömür müddeti belirlenmiştir. İnsan türü, hayvan türleri, bitki türleri gibi. Örneğin insan türü için bir belirleme yapılmıştır, ancak bu belirlemenin ne olduğu konusunda biz bilgi sahibi değiliz. İnsan türünün ne kadar yaşayacağını Allah tayin ve takdir etmiştir. Örneğin, farz edelim ki Allah insan cinsi için 150 yıl yaşayabilme kapasite ve yeteneği takdir etmişse her insan 150 yıl sınırına kadar yaşabilme kapasitesine sahip demektir. Hangi ırk, renk ve dinden olursa olsun insan cinsi bu sınıra gelebilme yeteneğine sahiptir. Başka bir deyişle bir insanın biyolojik olarak yaşayabileceği son nokta olan hücrelerinin yıpranması, eskimesi ve ölmesi halinde kendisine mukadder olan hayat müddetinin sonuna kadar yaşayabilme imkanına sahiptir. Allah diğer varlık türlerine nasıl bir hayat müddeti (ecel) tayin etmişse, insan türü için de belli bir ecel tayin etmiştir. Cenab-ı Hak tayin ettiği bu sürenin sonuna kadar insan türüne yaşayabilme kapasitesini ve yeteneğini bahşetmiştir. Yoksa her insan için bir süre tayin edilmiş değildir. Örneğin, Ahmet 55 yıl, Mehmet, 70 yıl, Ali 40 yıl Ayşe bebek 2 ay şeklinde bir belirleme söz konusu değildir. Şayet böyle olmuş olsaydı, kullar arasında bir adaletsizlik söz konusu olurdu ki Allah bu tür bir adaletsizlikten münezzehtir. O kullarına zulmetmez. Dolayısıyla her insan için değil, insan türü için ecelin tayin edilmiş olması daha makul ve mantıklı görünmektedir.
Her bir insan için belirlenmiş bir ecel olduğu takdirde ve her insan farklı zaman dilimlerinde ecelleri belirlenmişse, ekonomik güç, eğitim-öğretim, coğrafi muhit ve iklim şartları, sosyal şartlar, çevre faktörü, temizlik, dengeli beslenme, trafik kurallarına, hıfzı sıhhaya ve sağlık hizmetlerine riayetin bir anlamı olmayacaktır. Bu durumda insanın aklına şu sorular ister istemez gelmektedir. Peki bunca hastane neden var? 50 yıl önce kızamıktan ölen çocuklar şimdi neden aynı sebepten ölmüyor? Neden “ilk yardım can kurtarır” fikri uzmanlar tarafından söylenmektedir? Neden trafik kurallarında 90 kilometre hız limiti konulmaktadır? Neden emniyet kemeri ve hava yastığı can kurtarıyor? gibi daha pek çok sorular sorulabilir. Bu sorulara mantıklı ve makul cevap verebilmek için ecel konusunda bugünün çağdaş insanına daha tatmin edici izahlar yapmak durumundayız. Ehli sünnetin ortaya koyduğu ecel anlayışı bugünün eleştirel akla ve bilimsel bakış açısına sahip insanları maalesef tatmin etmemektedir. Bu anlayış günümüzde gerçekleşen pratik olayların izahında yeterli olmamaktadır. Nasıl her canlının türünün bir kapasite ve potansiyel olarak yaşayabileceği bir ömür süresi varsa insanın türünün de potansiyel olarak yaşayabileceği bir ömür süresi olmalıdır. Biz insanlar olarak bunun ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Tabii ki Allah biliyor. Allah biyolojik olarak insan cinsinin yaşayabileceği süreyi de onu yaratırken potansiyel olarak içine koymuştur. Aslında “kader bir şeyin kendi içinde var olan güç, onun yaratılışının derinliklerinde saklı bulunan ve gerçekleştirilebilecek olan imkanlardır,”[42] Hayat süresi (ecel) de aynı şekilde insan yaratılışında var olan ve insan tarafından gerçekleştirilmesi mümkün olan bir kabiliyettir. Allah diğer canlı türlerinin ömür sürelerini belirlediği gibi, insan cinsinin ömür süresini de potansiyel olarak belirlemiştir. İnsana düşen yaratılışında var olan bu potansiyeli sonuna kadar kullanabilmesidir. Bunun için de ekonomik güç, eğitim-öğretim, coğrafi muhit ve iklim şartları, sosyal şartlar, çevre faktörü, temizlik, trafik kurallarına uyma, dengeli beslenme, hıfzı sıhhaya ve sağlık hizmetlerine riayet gibi bir takım tedbirlere baş vurarak hayat süresini Allah’ın takdir ettiği ve potansiyeli ölçüsünde en son sınıra varıncaya kadar uzatabilme imkanına kavuşmasıdır. Her insan yaşam süresi açısından bu mukadder olan ve potansiyelinin elverdiği son noktaya kadar ulaşabilme şansına sahiptir. Eğer ifade ettiğimiz söz konusu tedbirleri her insan tam olarak yerine getirdiği takdir de daha uzun yaşayabilme imkanına kavuşacaktır.
Bu anlayışla hareket eden bazı alimler Mutezile’nin çoğunluğu başta olmak üzere eceli ikiye ayırmışlardır. Örneğin, İbn Kemal ayetlerde belirtilen ve tespit edilen bu ecele, yani insan cinsi için takdir edilen tabii ömre mübrem ecel demekte ve bu ecelin artıp eksilmeyeceğini ifade etmektedir. Sünnette varid olan “dua kaderi geri çevirir”,[43] “sadaka belayı kaldırır ve ömrü uzatır”[44]hadislerine istinaden sünnette varid olan çeşitli sebeplerle artan; yanma, boğulma v.b nedenlerle de kısalan ecele muallak ecel demektedir.[45] İbn Kemal muallak ecelin subutuna ilişkin şu olayı örnek vermektedir: Hz.Peygamber içinde taun hastalığı bulunan şehre girmeyi yasaklamıştı. Hz.Ömer Şam’a yaklaştığında taun hastalığı sebebiyle geri döndü. Ona “Ey Mü’minlerin Emiri! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? Bunun üzerine Hz.Ömer “Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyoruz” demiştir. Bu muallak ecelin ispatında sarih bir delildir. Keza bir insan kendisini uçuruma veya yüzme bilmeksizin derin bir denize atsa, ölür. Eğer kendisini atmamış olsaydı ölmeyeceğinde şüphemiz yoktu. Her iki durumda da kendisini atması nedeniyle onun ölümünün muallak ecel olduğu açıktır. Ayrıca “Mazlumun duasından çekininiz” vb. uyarılar ve tehdidler; Nuh (a.s)’ın kavmine bedduası ve onların helaki gibi bütün bu saydığımız deliller ecelin mübrem (tabiî ecel) ve muallak olmak üzere iki kısma ayrılmasında kesin bir nas ve açık bir delildir.[46] Ragıp el-Isfahânî de ecelin iki kısım olduğunu söylemektedir. Birincisine insanın yatağında normal olarak öldüğü şekline tabii ecel derken, diğerine insan hayatının son bulmasına yol açan boğulma, yanma kılıçla hayatına son verme gibi ecele de vasıtalarla ölüm demektedir.[47]
Her insan mübrem eceline (tabii ecel) ulaşabilme imkanına sahiptir. Bu ecele ulaşma konusunda ve insanların doğal ömürlerini tamamlama konusunda Allah hiçbir insanın önüne engel çıkarmaz. O insanın ömür süresinin kesintiye uğramasına sebep olmaz. Zira bu dünya imtihan dünyasıdır. Her insan bu tabii eceline ulaşabilme şansına sahiptir. Bundan dolayıdır ki insan doğal ömrünü tamamlaması için bir takım tedbirlerin alınması söz konusudur. Bu nedenle Hz.Peygamber insanın mukadder olan eceline ulaşabilmesi için şifa arama ve tedavi olma yolunda gereken gayretin gösterilmesini emir buyurmuşlardır. Bunun için Hz.Peygamber “Allah’ın verdiği her derdin ve hastalığın devası da vardır; tedavi olunuz.”[48] buyurmuştur. Başka bir hadiste tedavi olmamızda bir sakınca var mıdır? sorusuna Hz.Peygamber “Ey Allah’ın kulları, tedavi olun” cevabını vermiştir.” Hz.Peygamber bazı ölüm çeşitlerinden Allah’a sığınmış, rahat bir şekilde tabii ecelle ölmeyi temenni etmiştir.[49] O bulaşıcı hastalıklardan korunmayı tavsiye etmiş ve “Cüzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız.”[50] şeklinde buyurmuştur.
Bütün bu tavsiyeler ve yönlendirmeler insanoğlunun insan cinsi için takdir edilmiş süreye kadar yaşayabilme ve hayatta kalmasına yönelik emir ve tavsiyelerdendir. Hz.Peygamber insanın sıhhatini korumayı, hastalık anında da olsa ölümü temenni etmemeyi, iyilik ve sıla-i rahim gibi bir takım erdemli davranışları tavsiye ederek insanın huzurlu ve uzun bir hayat sürmesini arzulamıştır.[51] Eğer her insan için belirlenmiş bir ecel olmuş olsaydı, bu tür tavsiyelerin bir anlamı olmazdı.
İnsan bilgi ve davranışlarının hayat ve ecel üzerinde büyük bir tesiri vardır. Nitekim istatistikî gerçeklerin ortaya koyduğu gibi ekonomik güç, eğitim-öğretim, sosyal şartlar ve çevre faktörü, temizlik, dengeli beslenme, hıfzı sıhhaya riayet ve sağlık hizmetleri gibi çok yönlü etkenlerin hayatımız üzerindeki etkileri inkar edilemez.[52]
Uzmanlar dengeli beslenmenin uzun ve sağlıklı yaşamın anahtarıolduğunu belirtmektedirler. Vücudumuzda dakikada 10 milyon hücre ölür ve bir o kadarı da yenilenir. Ortalama 100 günde (beyin ve sinir hücreleri hariç) bütün vücudumuz yenilenir. Düzensiz kötü beslenme yenileme sistemini aksatır. Cilt canlılığını, tazeliğini kaybeder ve en önemlisi vücut hastalıklara açık olur. Yorgunluk, çabuk yorulma, baş ağrısı olabilir. Düşünce ve hafıza sistemi bulanıklaşır. Dengeli beslenenlerin uzun ve sağlıklı yaşadıkları bugün artık kabul edilen bir gerçektir. İnsan sağlığı; beslenme, kalıtım, iklim ve çevre koşulları gibi bir çok etmenin etkisi altındadır. Bu etmenlerin başında beslenme gelir. Yapılan araştırmalarda, yetersiz beslenen toplumlarda çocuk ölüm hızının yeterli beslenen toplumlardan 10 kat daha yüksek olduğu görülmüştür. Bunun yanında gelişmiş ülkelerde; yetişkinlikte ölüm nedenlerinin başına geçen kalp-damar, kanser ve benzeri kronik hastalıklarda yanlış ve dengesiz beslenmenin 1. derecede risk etmeni olduğu anlaşılmıştır. Yine bazı toplumlarda enfeksiyon hastalıklarının sık ve ağır seyretmesinde, körlük, topallık gibi sakatlıklarda beslenmenin önemli etmen olduğu açıklanmıştır. Dolayısıyla körlük ve topallık kader değil, yetersiz ve dengesiz beslenme ve diğer faktörlerden kaynaklanan bir durumdur.
Yapılan bir araştırmada; meyve, sebze, işlenmemiş tahıl, az yağlı süt ürünleri ve sınırlı miktarda et ve tavuktan oluşan bir rejimin yaşam süresini yüzde 30 oranında uzattığını ortaya koymuştur. Sağlıklı yaşam için önerilen yiyeceklerle beslenen bireylerde ölüm riskinin azaldığı, bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Amerikalı bilim adamları kanser, kalp hastalıkları, inme ve beyin kanamaları ile ilgili sorunların, yiyecekler ile ilgisine değinerek; meyve, sebze, hububatlar, düşük yağlı hayvansal besinler ve yağsız et yemenin sağlıklı beslenmenin anahtarı olduğunu ve ömrü yüzde 30 oranında uzattığını kaydetmişlerdir. Beslenme sisteminde yapılacak bir kaç değişiklikle sağlığın düzelmesi ve ömrün uzaması mümkün olabilmektedir.
İnsan ömrünü etkileyen önemli faktörlerden biri de trafik kazalarıdır.Birleşmiş Millletler istatistikleri tüm dünyada ölümle sonuçlanan trafik kazalarının yüzde 80’inin gelişmekte olan ülkelerde meydana geldiğini gösteriyor. kazaların yüzde 90’ının sürücülerin trafik kurallarına uymamasından kaynaklandığı belirtilmektedir. Trafik kazalarına sebep olan faktörler; insan, taşıt, yol, çevre-iklim ve diğerleridir. İnsan faktörü ana unsur olup sürücü, yolcu, yaya hataları olarak üç başlıkta toplanabilir. Kazaların azaltılabilmesi için ilk şart; insanları trafik konusunda daha fazla bilinçlendirmek ve eğitmektir. Bu sayede ölümcül kazalar azaltılabilecektir. Araştırmalar gelişmiş ülkelerde yaşanan kazaların düşük gelirli ve orta gelirli ülkelerde yaşanan kazalara oranla daha düşük seviyede olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla trafik kazalarının da insan ömrünün kısalmasında önemli bir faktör olduğu unutulmamalıdır.
Ekonomik güç ve eğitim-öğretimin insan ömrünün uzunluğunda önemli faktörlerden olduğu bugün artık bilinen bir gerçektir. Sanayileşmiş ülkelerle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler bu açıdan mukayese edildiğinde ömür ortalamalarının düşüşünü ve yükselişini açık bir şekilde müşahede etmek mümkündür. Birleşmiş milletler 2007-2008 insani gelişmişlik raporu (UNDP) bu gerçeği gözler önüne sermektedir :
|
Yukarıdaki tabloda sanayileşmiş ülkelerle, gelişmekte olan ve az gelişmiş bazı ülkelere ait insani gelişme endeksi, Birleşmiş Milletler ortaklarından ve resmi kaynaklardan en son verilere dayanılarak, ortalama yaşam süresi, yetişkinlerde okuryazarlık, ilköğretim, ortaöğretim ve üst öğretime kayıt ve gelir düzeyleri incelenerek hazırlanmıştır. Ölçümler, ülkelerin sunduğu verilere dayanmiş ve Endeks düzenli olarak yeniden uyarlanmıştır. ‘2007 İnsani gelişme endeksi’, Çin’in özel yönetim bölgesi olan Hong Kong ve işgal altındaki Filistin toprakları dahil olmak üzere 175 BM üye ülkesinin 2005 istatistiklerini değerlendirmiştir. Bu yılki İnsani Gelişme Endeksi sıralaması, aralarında Afganistan, Irak ve Somali gibi 17 BM üyesi ülkeyi yetersiz güvenilir veri eksikliği sebebiyle içermemiştir. Tümü Afrika’nın güneyinde bulunan yirmi iki ülke ‘düşük insani gelişme’ kategorisinde yer almıştır. İnsani Gelişme Endeksi’ne göre, bu ülkelerin onunda, her beş çocuktan ikisi 40 yaşına kadar yaşayamayacaktır.
Yüksek İnsani Gelişmişlik düzeyindeki ilk 70 ülkede endeks değerleri sürekli yükselmiştir. Orta gelişmişlik düzeyindeki 88 ülkede de benzer bir trend gözlenmiştir. Ligin dibindeki 27 ülkedeki insanların hayatlarında da son yıllarda nisbi bir iyileşme olduğu söylense bile gelişmiş ve orta gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerle aralarında uçurum var. Tümü Afrika kıtasında olan bu ülkelerin çoğu iç savaşlarda binlerce eğitimli insanını yitirdi. Hiçbirinde yaşam beklentisi 63’ü geçmiyor. En kötü durumdaki Sierra Leone’de ise insanların yaşam beklentisi yalnızca 41.8 yıl. Bu ülkede okuryazarlık oranı ise yüzde 34.8.
Bu istatistiki bilgiler de göstermektedir ki hayatın uzun veya kısa oluşunda ülkede kişi başına düşen gayri safi milli hasıla, yani ülkenin ekonomik gücü son derece önem arz etmektedir. Ekonomik açıdan güçlü, bol nimetler içinde rahat bir şekilde geçimin insan ömrü üzerindeki tesiri bu tabloda görülmekle birlikte Cenab-ı Hak da bu gerçeği şu ayetinde dile getirmektedir: “Biz onlara ve babalarına iyi geçimlikler verdik. Ta ki ömürleri/hayatları (umr) uzasın.”[53] Ayet ataları ve kendileri rahat yaşatılan müşriklerden bahsetmektedir. Alimler bu ayeti farklı şekillerde yorumlasa da bu ayetin ortaya koyduğu en önemli mesaj bol nimetlerin ve müreffeh hayatın insan ömründe tabii olarak müspet yönde tesir icra ettiği yani refah toplumlarında insan ömrünün uzun olduğu vurgulanmaktadır.[54] Tabloda da görüleceği üzere ekonomik gelişmeye paralel olarak da eğitim-öğretim alanındaki gelişmeler, okuma yazma oranı ve üniversiteye kadar eğitime katılanların oranı da insan ömrünün uzunluğunda etkili olduğu söylenebilir.
Tabloya bakıldığında açık bir biçimde sanayileşmiş ülkelerde ömür ortalaması 75-81 arasında iken, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde ise 40-70 arasında değişmektedir. Bu ülkelerle ilgili ekonomik gelire bakıldığında kişi başına düşen refah gelir ve eğitim öğretim açısından önde olan sanayileşmiş ülkelerin ömür ortalamaları da yüksek olduğu görülmektedir. Ömür ortalaması düşük olan ülkelerde ise hem eğitim-öğretim hem de kişi başına milli gelirin çok düşük olduğu gözlemlenmektedir.
Bu konuda yapılan başka araştırmalar da aynı verileri ortaya koymaktadır. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü, Afrika ülkelerinden Zimbabve’nin, dünyanın en kısa ömür ortalamasına sahip ülke olduğunu bildirmektedir. BM raporuna göre, Zimbabve’de kadınların ortalama ömrü 34, erkeklerinki ise 37’dir.
Raporda, HIV virüsü kapması erkeklerden daha muhtemel olan Zimbabveli kadınların ortalama ömrünün son bir yılda 2 yıl azaldığı da belirtilmektedir.
Dünyanın en kısa ömür ortalamasına sahip 10 ülkesinin tamamının Afrika ülkeleri olduğunun ifade edildiği raporda, Svaziland ve Sierra Leone’de de insanların 40 yaşını bile göremedikleri ifade edilmektedir.
Peki şimdi sormak gerekir. Kur’an’da adaleti ve rahmetiyle tasvir edilen ve “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” buyuran Allah Zimbabve’li erkek ve kadınlara ortalama ömür olarak 34 ve 37 yıl gibi bir zaman dilimini mi takdir etmiştir? Burada insan ömrünün kısa olması, dengeli beslenme, kalıtım, coğrafi muhit, iklim ve çevre koşulları, koruyucu hekimlik, sağlık imkanları, çeşitli hastalıklar vb. temel faktörlerin yoksunluğundan mı yoksa Allah’ın onlara önceden tayin ve takdir ettiği ecel sebebiyle midir? Allah zengin ve sanayileşmiş ülkelerde yaşayan insanlara uzun ömür, fakir ve gelişmemiş ülkelerdeki insanlara kısa ömür mü takdir etmektedir? Kaldı ki tabloda da görüleceği gibi uzun ömürlü insanların yaşadığı ülkeler din olarak İslam’ı değil Hıristiyanlığı benimsemiş halklardan oluşan ülkelerdir. Bu durumda Allah zengin ve sanayileşmiş ülkelerde yaşayan Hıristiyanlara uzun ömür verip de fakir ve gelişmemiş ülkelerde yaşayan Müslümanlara kısa ömür mü takdir ediyor? Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir. Allah insan cinsi için bir ecel tayin etmiştir. Yukarıda saydığımız insan sağlığı için dengeli beslenme, kalıtım, Coğrafi muhit, iklim ve çevre koşulları, koruyucu hekimlik, sağlık imkanları, çeşitli hastalıklardan korunma vb tedbirler alındığı ve bunlara riayet edildiği takdirde insan türü için mukadder olan en üst ömür süresinin sonuna kadar insan yaşayabilme kapasitesine sahiptir. Allah adil ve rahmet sahibi bir varlıktır. Kullar arasında bu bağlamda bir ayrım yapması söz konusu değildir. İnsan bu dünyada imtihan sürecindedir. Kainat onun emrine verilmiştir. Ona sorumluluğu oranında da hürriyet verilmiş ve iyilik ve kötülük yapabilme kabiliyeti bahşedilmiştir. Allah herkese çalıştığı kadarını vermektedir. Dolayısıyla bu koşullarda insan türü için her insanın ulaşabileceği tabii ömür dediğimiz ömür süresi vermiştir. Bu onun adaletinin ve rahmetinin gereğidir.
Bir insan bütün bu sayılan tedbirlere riayet ederse Allah’ın insan cinsi için takdir etmiş olduğu ömrü yaşayabilme imkanına sahiptir. Ama el-Isfahanî’nin dediği gibi, kılıçla ölüm, boğulma, yangın, trafik kazaları sonucu ölüm ve yukarıda saydığımız tedbirlerin alınmadığı durumlarda insanın bu ömrü kısalabilir. Bu kuralları da Allah koymuştur. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır: “Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz bir kitaptadır.”[55] Şüphesiz ki buradaki kitaptan kasıt, kanun ve nizamdır. İnsan cinsi için tespit edilmiş tabii ömür süresine ulaşarak uzun ömürlü olmak ve zikredilen bu süreye ulaşmaksızın ömrün kısa olması bir nizama ve kurala bağlıdır. Bu insanın alacağı tedbirlere göre gerçekleşecektir. İnsan tedbirini alırsa uzun ömürlü olurken, almadığı zamanda ömrü tabii olarak kısalacaktır. İnsana düşen bu nizama göre hareket etmektir. Bundan dolayı maktül mübrem eceliyle ölmemiştir. Katil maktülün ömrünü kısaltmış olmaktadır. Bunun neticesinde de katil cezalandırılacaktır. Maktul mübrem eceliyle ölmüş olsaydı, katilin suçlu bulunması ve cezalandırılması anlamsız olurdu. Çünkü Allah takdir etmiş, katil de onu bu takdire göre öldürmüş olurdu. Oysaki Allah “Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azap hazırlamıştır.”[56] buyurarak katilin sorumluluk içinde bulunduğunu belirtmektedir. Allah maktülün eceliyle ölmesini istemiş olsaydı, katili sorumlu tutmaması gerekirdi. Görülüyor ki maktül ecelini tamamlamamıştır. Öldürme fiili Allah’a değil, katile aittir. Bu fiile Allah’ın karışması söz konusu değildir. İnsan Allah’ın kendisine verdiği hürriyet sayesinde tavır ve davranışlarını gerçekleştirmektedir. (Prof.H.Musa BAĞCI Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi)
[1] 3, Ali İmran, 185 ; 21, Enbiya, 35 ; 29, Ankebut, 57.
[2] 21, Enbiya, 34.
[3] Ömer Özsoy, a.g.e, s. 88.
[4] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, Daru Sadır, Beyrıt, Tarihsiz, XI, 11 ; Murtaza ez-Zebidi, Tacu’l-Arus min Cevahiri’l-Kamus, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, I, 6831;
[5] Murtaza ez-Zebidi, Tacu’l-Arus, I, 6831; İbn Faris, Makâyîsu’l-luga, I, 64; el-Isfahânî, el-Mufredât, s. 11 ; İ. Goldziher, Ecel mad. (MEB) İA, İst, IV, 104 ;
[6] 22, Hac, 5 ; 16 Nahl, 70 ; iki ecelin olduğu ile ilgili görüşler için bkz: ez-Zebidi, Tacu’l-Arus, I, 6831.
[7] Bakara; 282, En’âm; 2, 60, Hud; 3, Ra’d; 2, İbrahim; 10, Nahl; 61, Ta Ha; 129, Hacc; 3, 33, Ankebut; 53, Rum; 8, Lokman; 29, Fatır; 13, 45, Zümer; 5, 42, Mümin; 67, Şûra; 14, Ahkaf; 3, Nuh; 4.
[8] 7, A’raf, 185.
[9] ez-Zebidi, Tacu’l-Arus, I, 6831.
[10] 28, Kasas, 27-28. Bu konuyla ilgili diğer ayetler şöyledir: 2, Bakar, 231, 232, 234; 65, Talak, 2, 4.
[11] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, III, 1874 ; Osman Karadeniz, Ecel Üzerine, Anadolu Matbaacılık, İzmr, 1992, s. 14.
[12] 6, En’am, 60, 11, Hud, 3 ; 16 Nahl, 61; 39, Zumer, 42; 35, Fatır, 45.
[13] 56, Vakıa, 60.
[14] 6, En’am, 2.
[15] 63, Munafikun, 11.
[16] 7, A’raf, 34 ; 10, Yunus, 49 ; 15, Hıcr, 5 ; 23, Mu’minun, 43.
[17] 63, Munâfikûn, 11 ; 11, Hud, 3 ; 16, Nahl, 61.
[18] 31, Lokman, 29 ; 35, Fatır, 13 ; 39, Zumer, 5.
[19] 46, Ahkaf, 3 ; 30, Rum, 8.
[20] 3, Ali İmran, 145.
[21] Ahmet Akbulut, Allah’ın Takdiri Kulun Tedbiri, AÜİF der. XXX, 152 ; 2, Bakara, 231, 232, 234 ; 7, A’raf, 34, 135 ; 13, Ra’d, 3, 38 ; 29, Ankebut, 5, 53. ; Cihat Tunç, Ecel, DİA, İst, 1994, X, 380.
[22] 63, Munafikun, 11 ; 71, Nuh, 4; 34, Sebe, 30.
[23] 7, A’raf, 34 ; 10, Yunus, 49 ; 15, Hıcr, 5 ; 23, Mu’minun, 43.
[24] 3, Al-i İmran, 145.
[25] Murtaza ez-Zebidi, Tacu’l-Arus, I, 6831.
[26] et-Tirmizî, Kader, 9, (IV, 451).
[27] el-Buharî, 82, Kader, 1 (VII, 210) ; 59, Bedu’l-halk, 6, (IV, 78) ; Enbiya, 1, (IV, 103) ; 97, Tevhid, 28, (VIII, 138) ; Muslim, 46, Kader, 1, (IV, 2036) ; et-Tirmizî, 33, Kader 4, (IV, 446) ; Ebu Davud, 34 Sunne, I, 226; Ahmed, el-Musned, I, 382.
[28] İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XI, 483; el-Beyazî, İşârâtu’l-Merâm, s. 272.
[29] Abdurrezzak, el-Musannef, Kader, XI, 119.
[30] Muslim, 46, Kader, 7, (IV, 2051) ; Ahmed, el-Musned, I, 390, 413, 433, 445.
[31] en-Nevevî, a.g.e, XVI, 213.
[32] en-Nevevî, a.g.e, XVI, 213.
[33] en-Nevevî, a.g.e, XVI, 213.
[34] Akbulut, a.g.m, AÜİF der, XXX, 152.
[35] es-Suyuti, el-Camiu’s-Sağir, II, 44.
[36] en-Nevevî, a.g.e, XVI, 114.
[37] et-Taftazânî, Kelam İlmi ve İslâm Akaidi, s. 223 (dipnot kısmı). Bazı alimler de bunun izahını şöyle yapmışlardır: Hısım ve akrabayı ziyaret etmeseydi o kimsenin ömrünün –mesela elli yıl olacağı Allah Teala’nin ilminde mevcuttu. Bunun yanında Cenab-ı Hak onun hısım ve akrabayı ziyaret edeceğini ve bu sebeple ömrünün yetmiş yıl olacağını da biliyordu. Buna binaen Yüce Allah’ın hüküm ve irade ettiği onun hısım ve akrabasını ziyaret ederek yetmiş yıl yaşayacağı şıkkıdır. İşte aradaki yirmi yıl bu meziyeti sebebiyle bir ziyade (ömür uzaması) sayılmıştır.” Nureddin es-Sabunî, Maturidiyye Akaidi, s. 160. Bu izah tarzı Allah’ın ilmi konusunda tatmin edici değildir. Zira “ilim ma’luma tabidir” ilkesi gereğince, Allah’ın ilmini maluma, yani insan davranışına bağımlı kılmaktadır ki bunun kabul edilmesi mümkün görünmemektedir.
[38] Ebu’l-İz el-Hanefi, Şerhu’t-Tahaviye ve Akidetu’s-Selefiyye, (Thk: Ahmed Muhammed Şakir), Vezaretu’ş-Şuuni’l-İslamiyye ve’l-Evkaf ve’d-Da’ve ve’l-İslamiyye, 1418, I, 246.
[39] Nureddin es-Sabunî, Maturidiyye Akaidi, (Çev: Bekir Topaloğlu), DİB, Yay, s. 159 ; Cihat Tunç, Ecel, DİA, (İst, 1994), X, 381.
[40] Ebu’l-İz el-Hanefi, a.g.e, I, 247 ; İbn Kemal, Risale fi’l-Ecel, s. 1 ; es-Sabunî, a.g.e, s. 159; Cihat Tunç, Ecel, DİA, X, 381.
[41] Akbulut, Allah’ın Takdiri Kulun Tedbiri, , AÜİF der. XXXIII, 152.
[42] Mehmet Aydın, Din Felsefesi, DEÜnv. Yay, İzmir, 1990, s. 136 ; İkbal’in Felsefesinde İnsan, AÜİF der. XXIX, 91.
[45] İbn Kemal, Risaletu Ecel, Asidane İbrahim Efendi Matbaası, 1310/1312, s. 1.
[46] İbn Kemal, a.g.e, s. 2.
[47] el-Isfahânî, el-Mufredât, s. 11.
[48] Buhari, tıb, 1; Muslim, Selam, 69, Fazailu’s-Sahabe, 92; Ebu Davud, Tıb1, 11; İbn Mace, Tıb, 1; Tirmizi, tıb, 2.
[49] Ahmed, el-Musned, II, 171, 356; IV, 204.
[50] Buhari, Tıb, 1, Ahmed, II, 443.
[51] Buhari, Temenni, 6 ; Daavat, 30; Tib, 56 ; Muslim, Zikr, 4; Ebu Davud, Cenaiz, 13.
[52] Osman Karadeniz, Ecel Üzerine, s. 94.
[53] 21, Enbiya, 44 ; Krş: 11, Hud, 3 ; 57, Hadid, 16.
[54] Osman Karadeniz, Ecel Üzerine, s. 85.
[55] 35, Fatır, 11.
[56] 4, Nisa, 93
http://www.musabagci.tr.gg/%26%23304%3BNSAN–Oe-MR-Ue-N-Ue-N–Ue-ST-SINIRI-VAR-MIDIR-f-.htm