Ahlaki Olgunluk, Yalnızca Kur’an Merkezli Olmakla Değil Allah Odaklı Olmakla Mümkündür
–>
YALNIZCA KUR’AN MERKEZLİ OLMAK YETERLİ MİDİR?
KUR’ANCI OLMAK BİR ÇEŞİT MEZHEPÇİ OLMAKTIR
İLAHİ ADALET, YALNIZCA ÖLÜM SONRASI İÇİN DEĞİLDİR
KÜÇÜK ŞEYLER GERÇEKTEN DE KÜÇÜK ŞEYLER MİDİR?
ALLAH ODAKLI YAŞAM, AHLAKLI DİNDİR
YALNIZCA KUR’AN MERKEZLİ, AMA ALLAH ODAKLI OLMAYAN KİŞİNİN AHLAKLI OLABİLECEĞİ KUŞKULUDUR.
ALLAH ODAKLILIK HUZUR GETİRİR; KİŞİYİ DÜRÜST YAPAR.
KUR’AN MERKEZLİ DİN, MENSUPLARINI MUTLU KILAR.
RİVAYET MERKEZCİ BİR DİN YALNIZCA BELLİ BİR SINIFI MUTLU YAPAR.
ALLAH ODAKLI OLMAYAN YAŞAM, DOĞRU İLKELERE VE KURALLARA OTURSA BİLE İSTİSMARA AÇIKTIR.
ALLAH ODAKLI OLMAYAN KİŞİ KUR’AN MERKEZCİ BİLE OLSA HUZURLU OLMAZ.
Bir musibet, bin nasihatten daha hayırlı mıdır?
YALNIZCA KUR’AN MERKEZLİ OLMAK YETERLİ MİDİR?
Allahsız bir din olabilir mi? Olabilir tabii. Kişi güneşe tapar, aya tapar yani Allah’ın dışında başka bir şeye tapar Allahsız bir dine inanmış olur. Ancak benim bahsetmek istediğim konu bu değil. Ben bundan söz etmiyorum.
Ben bizden, kendimizden söz ediyorum. Allah’sız bir Kur’an inancından…
Allahsız bir Kur’an inancı olabilir mi? Veya nasıl olabilir?
Kur’an merkezli bir dini anlayışa sahip olanların Kur’an’ın tek kaynak olması yönünde bir sorunu yok. Uydurmalara, hurafelere inanmamak yönünde de bir sorunu yok.
Ancak din, Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul etmek midir? Uydurmalara inanmamak mıdır? Diyeceksiniz ki; uydurmalara inanmamak ama aynı zamanda uydurma olmayanlara inanmaktır. Yani Kur’an’a inanmaktır.
Peki din Kur’an’a inanmak mıdır? Veya Allah’a inanmak=Kur’an’a inanmak mıdır?
Allah’a inanmak çoğu kişinin söylediği gibi Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak değildir.
• Allah hayatımızda ne kadar yer ediyor?
• Karşılaştığımız olayları, sorunları değerlendirirken Allah’ı ne kadar hesaba katıyoruz?
• En basit veya günlük hayattan gördüğümüz bir konuda bile “Allah bu durumda benim şöyle davranmamı ister veya böyle davranmam O’nun hoşuna gitmez”, hesabı yapıyor muyuz?
• Her an O’nu yanımızda hissediyor muyuz? Tek başımızayken ikinci, iki kişiyken üçüncü, üç kişiyken dördüncü,…O’nu görüyor muyuz?
58Haşr suresi, 7: “Göklerde ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.”
• “Doğru işler yaparsam, Allah mutlaka onun karşılığını verir, arkamda olur, bana destek verir; yanlış işler yaparsam, Allah bunun bedelini ödetir, karşımda olur” mantığıyla mı hareket ediyoruz? Veya başımıza bir şey geldiğinde, kafamızı bir yere çarptığımızda Allah’ı aklımıza getiriyor ve acaba yanlış bir şey mi yapıyorum sorusunu kendimize soruyor muyuz? İşte bu ahiret inancıdır, ‘Son’a, işin sonuna inanmaktır. Kişinin Allah’a inandığını gösteren en bariz ölçüdür. Bir denetim mekanizmasıdır. Kişinin doğru davranması için bir motivasyon aracı, teşvik edici bir güç, yanlışlardan uzaklaşması için engelleyici bir güçtür. Kişiye özgüven sağlar, “eğer ben doğru davranırsam, Allah benim yanımda olur, karşıma ne engel çıkarsa çıksın, ne tür bir zorluk çıkarsa çıksın, sonuçta benim arkamda O var. Hiç kimse benden memnun kalmasa da, yaptıklarım, konuştuklarım hiç kimsenin hoşuna gitmese de sonuçta Onun hoşuna gidiyor. Doğru şeyler yapmaktan, doğru bir insan olmaktan korkmamalıyım, kınayanın kınamasından çekinmemeliyim.” hissini verir.
Ahirete inanmak, Allah’a inanmakla benzer şekilde basitleştirilmiş ve kalıplaştırılmıştır. Cennet ve cehennemin varlığına inanmak anlamında kullanılmaktadır. “Ahiret” son demektir. Ahirete inanmak = Sona inanmak. Bu son dünyanın sonu olabileceği gibi, hayatta karşılaştığımız sonlar da olabilir. Yani her şeyin, her işin sonunu düşünürken Allah’ı hesaba katmak demektir. Ticari bir faaliyetin sonunun bile Allah’a bağlı olduğunu, bütün iplerin O’nun elinde olduğunun bilincinde olmaktır. Çalışkanlığımızın, kurnazlığımızın veya şansın O istemediği sürece bir para etmeyeceğini bilmek ve bu bilinçle hareket etmektir.
Allah her konuyla ilgili bir takım kurallar, yasalar belirlemiştir ve hayat bu yasalar doğrultusunda devam etmektedir. Örneğin, başımıza gelen şeylerin kendi yaptıklarımızdan kaynaklanması ve aynı zamanda bunlarla denenmemiz bütün insanlar için geçerli olan bir yasadır.
42Şura/30: Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.
4Nisa/79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
2Bakara/155: Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.
Ancak Allah bazı kimselerin iddia ettiği gibi, evrene bir takım yasalar koymuş ve bir kenara çekilmiş değildir. 42Şura/30’da “O yine de çoğunu affeder” ifadesi bu yasaların Allah’tan bağımsız olarak katı kurallar halinde uygulanmadığını ortaya koyar.
Allah’a inanmanın ne demek olduğunu anlamak için öncelikle inanmak nedir onu anlamalıyız. Biz bir arkadaşımıza “sana inanıyorum dediğimizde;
1-Senin sözlerinin doğru olduğuna inanıyorum,
2-Sana güveniyorum, seni güvenilir buluyorum, demiş oluruz.
Örneğin, birçok kişinin söylediklerini, yazdıklarını doğru bulabiliriz ama kendilerine güvenmeyebiliriz. İnanmak ikisini de kapsar.
Kur’an’a inanarak Allah’ın sözlerine inanmış, sözlerini doğru bulmuş oluruz. Allah’a güvenmek ise çok yönlüdür.
Onun kesinlikle sözünden caymayacağına, adaletli olduğuna yani hiç kimseye haksızlık yapmayacağına, herkesi kendi belirlediği ilke ve değerlere göre değerlendireceğine, kimseyi kayırmayacağına inanırız. Bu ahirete inanmayı ifade eder.
Aynı soru üzerinde tekrar düşünelim: Allah’sız bir Kur’an inancı olabilir mi?
Kişi, Kur’an diyor ama hayatında Allah yer almıyorsa Allah’sız bir dine inanıyor demektir. Hayatında Allah nasıl yer alır, yukarıda bahsetmiştik.
Allahsız bir Kur’an inancı: Otomatiğe bağlanmış gibi, ruhtan duygudan eksik Kur’an yorumları… Öznesi çoğunlukla Allah olmayan ifadeler…
Kur’an’da bu geçmiyor, şu geçiyor… Kur’an şöyle diyor, böyle demiyor… Kur’an buna karşı çıkıyor… Kur’an’da bu yok, var… Kur’an’a aykırı davranıyorsun… Kur’ana göre…
Hiç kimse kalkıp bu ifadelerin yanlış olduğunu söyleyemez, ben de söylemiyorum. Hatta aynı ifadeleri defalarca kullandım hala da kullanıyorum. Ancak dinle ilgili konuştuklarımızın öznesi %90 belki de daha fazla Allah olmuyorsa ortada bir anlayış hatta bir inanç sorunu var demektir. Allah dışında diğer özneler, bu illa Kur’an olmak zorunda değil, konuşmalardaki etkileyiciliği ve verimi de azaltıyor.
Doğrusu, ‘Kur’an’ demiyor, ‘Allah’ diyor… Kur’an’da yasaklanmıyor, Allah yasaklıyor…
Örneğin, yanlış bir şey yaptığını düşündüğümüz birine verebileceğimiz tepkilere bir bakalım.
– Bu Kur’an’da yok, Kur’an’a aykırı…
– Bu yanlış, yapmasan iyi olur…
– Bu doğru değil…
– Bu senin için zararlı…
– Bak, Allah seni görüyor, bunu yapmaya devam edersen üzülürsün, ben senin sonuçta üzülmeni istemiyorum. (Allah inancı + Ahiret inancı)
– Senin bunu yapman Allah’ın hoşuna gider mi sence? (Allah inancı)
– Allah bunu doğru bulmuyor biliyor musun?, -Sen nerden biliyorsun? –İşte istersen sen kendin oku, Allah kitabında ne diyor. (Allah inancı + Kur’an inancı)
Son üç tanesi gerçek anlamda inanan, Allah’ı dikkate alan insanların verebileceği tepkilerdir. Ve diğerlerine göre çok daha verimli ve etkileyicidir.
Birileri kalkıp bize, Kur’an merkezci anlayışa karşı, “siz Kur’ancısınız” diyor.
Hayır, biz Kur’ancı değiliz. Biz Kur’an’a tapmıyoruz. Biz sadece Allah’a tapıyor, Allah’a ibadet ediyoruz, diyoruz.
KUR’ANCI OLMAK BİR ÇEŞİT MEZHEPÇİ OLMAKTIR
Kur’an yol gösterir, bilgi verir. Doğru bilgi, kişiyi entelektüel, aydın kılar. İnanç sahibi olmak kişiye bağlıdır. İnanç davranışlara yön verir. İnanıyorsanız, davranışlarınız bu doğrultuda anlam kazanır. Bilginin doğruluğuna inanarak davranmak ayrı şeydir, bilginin kaynağına veya öznesine inanarak davranmak ayrı şeydir. İlkinde daha ziyade sekülarist bir bakış açısı vardır. İnandığınız bilgi doğrultusunda davranmakla özneniz olan bilgiyi kutsar, kendinizle çevrenizde gurur duyabilirsiniz. Ancak bilgiden kayda değer bir beklenti içine girmezsiniz. Bilginin kaynağını, öznesini kutsamakla ise özneden beklentiniz sürüp gider.
Kur’an gemisine binmekle, rotayı doğru yöne çevirmiş olursunuz. Ancak gemideki uygulamalarınız ve başınıza gelenler arasında doğru ilgi kuramadıysanız, uygulamalarınız doğru olduğu halde, huzursuz ve mutsuz yaşarsınız.
Kur’an merkezli bir bakış açısıyla pek çok şeyi doğru anlayabilirsiniz. Her dini anlayışı bilinen anlamıyla bir mezhep olarak nitelemek yanlış olmaz. Sizin Kur’an’ı doğru anlamlandırmanız da doğru bir mezhep olarak kabul edilebilir. Ancak bir mezhep, doğru mezhep, yalnızca mezhep, hepsi bu… Mezhepler de dini doğru anlama üzerine kurulmuş ekollerdir. Hepsi bu. İslam’ın, imanın, abdestin, namazın, zekatın, haccın, orucun, evliliğin, boşanmanın, borcun, mirasın,… şartları, farzları, onları bozan şeyler… Varsayın ki bunların hepsini doğru anladınız. Evet, bunların hepsi doğru. Acaba Allah’ın dini bu mu?
İçinizde hiç mezhep kitaplarını okuyanınız oldu mu? İlmihal kitapları onların özeti gibi. Neler var içinde. İşte yukarıda saydığım abdestin, namazın,… şartları, onları bozan şeyler… Diyelim ki siz de tüm bu bilgilerin her birini yerinde ayetlerle desteklediniz. Kanıtlarla beslediniz. Böyle bir bilginin doğruluğuna itiraz edebilir misiniz? Elbette hayır. Peki, bunları uygulayanlara itiraz edebilir misiniz? Elbette hayır. Al sana işte bir mezhep. Söyler misiniz, Allah bu kitapların neresinde? Nitekim ilmihal bilgilerinin kendisinden derlendiği asıl mezhep (fıkıh) kitapları, belki her biri doğru olmasa da kanıtlarla (ayet /hadis) desteklenmişlerdir. İşte diyorum ki bu deliller ve onların doğru sonuçlarını hayata yansıttınız mı doğru mezhebe mensup olursunuz.
Mezhepler, kurallarla yüklü bir dini anlayışı savunduğu ve Allah’a da kitaplarında pek yer vermedikleri için Allah’ı öne çıkarmayı kelam ve tasavvuf ilke edindi. Kelamcılar (Akaitçiler: İnanç ve itikat kitaplarını yazanlar) Yunan felsefesindeki ve Hıristiyanlıktaki, tasavvufçular Hinduizm, Budizm ve Hıristiyanlıktaki formatlara uygun bir Allah anlayışını getirdiler. Kelamcılar, kelam tartışmaları arasında Allah’ı kaybederlerken, tasavvufçular Allah’ı ötede beride aramanın gereksiz olduğunu, seyrü sülükünü tamamlayıp farkına varan herkesin zaten Allah olduğunu sabukladılar.
Allah, mezhep değil din gönderdi. Bu dinin, gerek bilgi gerekse de uygulama bağlamında nasıl olması gerektiğini kitabında açıkladı. Bilgiyi, uygulamayı, onun sonuçlarını, bunlara karşı geliştirilen tavırları ve Allah’ın onlara ne zaman nasıl bir karşılık verdiğini yeterli miktarda ortaya koydu. İyilik yapanlara Allah bu dünyada da yardım edeceğinden söz etti. Kötülük yapanların yanlarına kar kalmayacağından söz etti. Allah asla vaadinden caymaz, dedi. Gönderdiği elçilere ve onlara karşı tepki gösterenlere dünyada neler yaşattığına dair pek çok örnek verdi. Verdi ki diğer insanlar da bunu asla göz ardı etmesinler.
BİZİ DERİNDEN ETKİLEYEN VE SEVİNDİREN HANGİ OLAYDA ALLAH DEVRE DIŞIDIR Kİ!
İLAHİ ADALET YALNIZCA ÖLÜM SONRASI İÇİN DEĞİLDİR
1-Dünyada güzel bir yaşamla yaşatmaktan söz etmiştir-16Nahl/97,41,30 10Yunus/64 39/10
2-Dünyada da ahirette de rezillikten söz etmiştir-2Bakara/114 39Zümer/26 41Fussilet/16,
3-Dünyada zorlu cezaya çarptırmakla tehdit etmiştir-3Al-i İmran/56 9Tevbe/74,85 13Ra’d/34
4-İşaretlerini hem insanların iç dünyalarında hem de çevrelerinde mutlaka göstereceğinden söz etmiştir -41Fussilet/53 27Neml/93
5-Allah insanları hayır ve şerle deneyeceğini bildirmiştir-21Enbiya/35
6-Allah’ın dokunduracağı zararı veya hayrı kimsenin kaldıramayacağını bildirmiştir-6En’am/17
7-…Onlara bir iyilik dokunursa: “Bu, Allah tarafındandır.” derler. Onlara bir kötülük dokunursa:” Bu, senin yüzündendir.” derler. De ki:” Hepsi, Allah tarafındandır.” Bu halka ne oluyor ki söylenen sözü kavrayamıyorlar! Sana bir iyilik dokunduysa, Allah tarafındandır. Sana bir kötülük dokunduysa, kendi yüzündendir…, diye ifade etmiştir-4Nisa/78-79
***
KÜÇÜK ŞEYLER GERÇEKTEN DE KÜÇÜK ŞEYLER MİDİR?
Yapılanlar ve yaşananlar.
KÜÇÜK ŞEYLER (KELEBEK ETKİSİ/ETKİ-TEPKİ İLKESİ/İLAHÎ MESAJLAR)
Yapılanlar: Küçük diye önemsemediğimiz, ama tanık olduğumuz veya yaptığımız bazı doğru veya yanlışlar. YAPTIKLARIMIZ
Yaşananlar: Küçük diye önemsemediğimiz, ama tanık olduğumuz veya tattığımız acı ve tatlı şeyler. YAŞADIKLARIMIZ
Esasında bizi mutlu veya mutsuz edecek olanlar bunlar. Bunları önemsemediğimizde yaptığımızın ve söylediğimizin pek bir anlamı ve değeri kalmamaktadır. Bu zamanla bizleri ilkesizliğe götürmektedir.
Yaptıklarımızı veya tanık olduklarımızı önemsemediğimiz zaman bunları paylaşma gereği de duymayız.
Yaşananları önemsemediğimiz zaman yaşadıklarımızın nedenlerini sorgulamaz, önlemimizi almaz ve aynı hatayı tekrarlarız, ya da doğru tutumuzu geliştiremeyiz.
Yaptıklarımız bizim irademizle, yaşadıklarımız ise bizim irademiz dışında gerçekleşebilmektedir. Diyelim ki sen kendince bir doğru yaptın. Eğer bu sence önemsiz ise paylaşmayı anlamsız bulursun. Diyelim ki acı-tatlı ama sence önemsiz bir şey yaşadın. Üzerine çamur sıçradı, önemsiz diye nedenini sorgulamazsan bir süre sonra üzerine daha büyük çamur sıçramasını beklemen gerekir.
Yapılanlara ve yaşananlara önem vermez isek hayat anlamını ve değerini kaybeder.
Bizi derinden etkileyen şeylerin olası nedenlerini bulmalıyız. Bulmazsak sonuçta nazara, büyüye, uğura, kadere, rastlantılara, tesadüflere, şansızlığa inanmak, yaşadığımız olayı bunlara bağlamak veya her şeyi boş vermek zorunda kalırız. Bilirsek önlemimizi alırız.
Başımıza gelenler bizden, yaşadıklarımızdan kaynaklansa da Allah’ın bizi kolladığını da göz ardı etmemek gerekir.
Önemli olan şudur: Yaşadıklarımız bizi geri mi götürüyor, ileriye mi? Ya başımıza hiç bir şey gelmeseydi, bizi uyaran hiçbir şey olmasaydı ve yaptıklarımız birikseydi ve bir anda korkunç bir felaketle karşılaşsaydık?
Başımıza gelenler dalıp gitmemizi engelliyor. Başımıza gelenler aslında Allah’ın hala bizi unutmadığının da bir göstergesi, belki değişiriz diye O bize uyarıcılar gönderiyor.
Öyleyse, akıllı insanlar isteklerine kavuşmayı hak edecek işler yaparlar.
***
Duygusuz, inançsız her girişim başarısızlığa çöküşe mahkumdur.
Kur’an niye değerli?
Ayetleri tartışılmaz kılan ne?
Kur’an Allah’ın kitabı olduğu için değerli, ayetler Allah’ın sözü olduğu için tartışılmaz, kesin doğru değil mi?
O zaman Kitabı değil, Kitab’ın sahibini hesaba katarak adım atmak değil midir esas olan?
Peki yaşamımızda bu ne kadar böyle, yani tamam ne Kur’an’da var ne yok, ne uydurma ne değil, bu konularda çoğunluk aşağı yukarı hemfikir olabiliyor ama Allah’ın her an, bize şah damarımızdan daha yakın olduğu bilincinize yüz üzerinden kaç puan verirsiniz?
Evet, kişi inandığını söylüyor ama inancı uğruna bir şey yapmıyorsa ya inancında samimi değildir ya da bu inanç uzun ömürlü olmayacaktır.
Esasında imanı iki aşamada ele alabiliriz.
1- Allah bizi görüyor, Allah burada bizimle beraber, Allah bize çok yakın bilincinde olmak: Bu bilinç bize kontrollü ve dikkatli bir yaşam sağlar. Yanlış şeylerden uzaklaşmamıza yardımcı olur.
2- Allah için bir şeyler yaparken, doğru işler yaparken şu bilinçte olmaktır: Ancak doğru işler yaparsam bugünüm, yarınım, geleceğim güzel geçebilir. Allah’tan bir şeyler umut edebilirim. Çünkü Allah yapılan doğru, güzel işleri karşılıksız bırakmaz. İşte bu, ahiret inancıdır.
“Dualarımızda güzel isteklere, dileklere yer verirken ümit dolu olabilmemiz Allah’ın sözlerine uygulamada ne kadar sadık kaldığımıza bağlı değil mi?”
29Ankebut, 7:
“Ve inanan ve iyi işler yapanlara gelince, onların kötülüklerini, elbette sileceğiz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz.”
İnandım, inanıyorum demekle iş bitmiyor, ‘Neye? Nasıl? Ne kadar? Hangi ölçüde? inanıyoruz,’ bunu sorgulamak gerek…
Örneğin, bir tartışma yapıyorsunuz birisiyle ve o anda çok sinirlendiniz, öfkelendiniz ve bu öfke size muhakkak kötü bir şey yaptıracak. Ancak Kur’an’daki, 3Al-i İmran, 134’deki, “Onlar öfkelerini yutarlar” ayetini aklımıza getirip, öfkemize yenik düşmez isek, doğru bir tavır takınmış olacağız, dahası Kur’ani bir tavır takınmış olacağız. İşte bu, Kur’an merkezli bir din. Ancak bu doğrunuzla Allah’ın size ve muhatabınıza doğru sonuçlar yaşatacağı, yanlış yaparsanız da Allah’ın başınıza işler açacağı bilinci Allah odaklı bir yaşamı ifade etmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak daha genel ve dikkat çeken bir örnek vermek istiyorum.
Allah bir ayette diyor ki:
9/31: Onlar, Allah’ın yanı sıra hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.
Bu durum bizde de çok yaygın değil mi? Bizde de Muhammed resule belki Allah’ın oğlu demiyorlar ama; kainatın efendisi, evren onun için yaratıldı, Adem yaratılmadan önce Muhammed yaratıldı, Evren yaratıldığında üzerinde Nuru Muhammed yazıyordu,… demiyorlar mı?
Bir bakıma Muhammed Resulu putlaştırmıyorlar mı? Ona Allah’ınkilere benzer nitelikler yakıştırmıyorlar mı?
Ya Kur’an için,
Onu belinizden aşağı tutmayın, abdestsiz sakın ona dokunmayın, onu okurken doğru düzgün oturun, onu güzel seslerle ve nağmelerle okuyun,… Neden peki? Çarpılırsınız, vs
Aynı durum sizin verdiğiniz örnekteki gibi, Kabe için de geçerli.
Bu örnektekilerin hepsi Allah’a inandığını söylüyor ama Allah’ın bize gönderdiklerine, bize sunduklarına Allah benzeri nitellikler yakıştırıyorlar, onları putlaştırıyorlar, kutsallaştırıyorlar. Allah’tan istemeleri gereken yerde onlardan istiyorlar, Allah’tan korktukları kadar veya buna yakın olarak onlardan korkuyorlar. Bir sürü kutsalların içerisinde teoride Allah merkezli ama pratikte Allahsız bir din yaşıyorlar.
Kur’an merkezli anlayışı savunanlarda elbette Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğu, anlaşılması ve uygulanması gerektiği bilinci var. Ancak ortada başka bir sorun var.
Din konusunda uydurmaları reddetmek ve Kur’an’ı tek kaynak olarak görmek bize sadece başvuru kaynağımızı doğru olarak belirlememezi sağlar. Rotamızı doğru tarafa çevirmemize yardımcı olur. İşte sadece bu kadar… Bu küçük bir şey değildir, ama din bu değildir, Allah’a inanmak bu değildir.
Şöyle bir bakış açısı doğru değil,
İnsanlar yanlış inanıyor, şunlar şunlar Kur’an’da yok. Onlar bilmiyor, biz biliyoruz. Biz bu işin sırrını çözdük, biz gerçeğe ulaştık. Bizden olanlar Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul edenlerdir, uydurmaları reddedenlerdir.
Birini bizden kabul etmek için Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul etmek yeterli midir? Din bu değildir, inanmak bu değildir. Bunu anlamak işin sırrını çözmek değildir, sadece pusulayı doğru yöne çevirmektir. Ama o yönde ilerlemezseniz bunun bir anlamı yoktur.
Yaptığımız işlerde, ‘Allah ne yaparsam memnun(razı) olur?’ hesabı yapıyor muyuz?
Bizi olumlu veya olumsuz olarak derinden etkileyen her olayın arkaplanında daima Allah olduğunun bilincinde miyiz, bunu göz ardı etmeyen, buna inanan bir anlayış içinde miyiz?
Kafamızı bir yere çarptığımızda, ‘acaba Allah’ın hoşuna gitmeyecek yanlış bir şey mi yaptım?’ diye yaptıklarımızı bir gözden geçiriyor muyuz?
Ancak doğru şeyler yaparsam Allah’tan bir şeyler umut edebilirim, ancak bu durumda Allah benim yanımda olur ve bana yardım eder diye düşünüyor muyuz?
İşte tüm bunlar bizim rotamızda ilerleyebilmemizi sağlar, Allah’ın sözlerini uygulayabilmemizi sağlar, kalıpçılıktan kurtulmamızı sağlar. İşte bunlar Allah’a inancımızın göstergeleridir. İşte bunlar birilerini bizden kabul edebilmenin kriterleridir.
Allah’a ait sözler(Kur’an) sürekli Allah’ın denetiminde olan bir bilinçle hayata geçirildiği zaman işte o zaman Allah’ın dini yaşanmış olur.
***
Elimizdeki rota Kur’an, o varsa, doğru yönde ilerlememiz için önemli bir koşulu yerine getirmiş oluyoruz. Ancak bu rota doğrultusunda giderken gemideki bizlerin kim olduğu, yaşantımızda kişilere, değerlerle ne tür tavırlar takındığımız asıl gerçeğimiz ve asıl yolumuz oluyor.
Kimseler size destek olmasa da gerçek bir dosta sahip olmasanız da doğrularınızla yapayalnız olsanız da, aynı dili konuştuğunuz insan sayısı sınırlı olsa da ya hiç olmasa da siz bilirsiniz ki Allah sayesinde doğruluğunuz aracılığı ile siz yalnız değilsiniz, siz mutsuz değilsiniz ve en önemlisi siz gelecekten umutlusunuz, biliyorsunuz ki Allah yaptıklarınızın karşılığını geciktirmeksizin verecek ve sizi asla ve asla yapayalnız bırakmayacak….
***
Eğer din Allah’sız yaşanıyorsa Kur’andışı oluşumlar ile Kur’an merkezli anlayış arasında kayda değer bir fark yoktur. Allah’sız din” ifadesiyle günlük yaşantıda Allah’ın hatırlanma sıklığı(frekansı) kastedilmemektedir. Ne yazık ki bazıları bu yanılgıya düşmektedirler.
Din; yaşanılan sorunları Kitap ışığında ve Allah’tan bir beklenti bilinciyle çözmeye çalışmaktır.
Sevinç ve üzüntülerimizde, kazanç ve kayıplarımızda Allah’ın bunları bize neden sağlamış olabileceğini(OLASILIKLAR) düşünmek, bunlara neden olabilecek olası davranışlarımızı gözden geçirmek, bu vesileyle olumlu davranışları artırmak ve güçlendirmek, olumsuz davranışları azaltmak.
Tüm olayların, durumların altında muhakkak Allah ve onun düzeninin olduğunu bilmek işte Allah’a iman bu.
Başka bir deyişle: Bizi birtakım davranışlara motive eden, Allah’ın istemesi (Kur’an referanslı) ve akabinde bize olumlu şeyler yaşatacağına olan inançtır. (Allah’ı hayatın merkezine alan inanç)
Olumlu şeyler yaşıyoruz veya yaşadığımız güzel şeylerin kaynağında, yaptığımız olumlu davranışların karşılığı olarak Allah’ın bizleri gözettiğine (bazen hayır sandığımız şer, şer sandığımız hayır olabilir) inanıyoruz. Bu yardım, olumlu bir pekiştireç işlevi görüyor.
Olumsuz şeyler yaşıyoruz veya yaşadığımız olumsuz şeylerin kaynağında, yaptığımız olumsuz davranışların karşılığı olarak Allah’ın bizlere bedel ödettiğine /ödetmiş olabileceğine (bazen hayır sandığımız şer, şer sandığımız hayır olabilir) inanıyoruz. Bu bedel, eğitici bir ceza işlevi görüyor.
Hayat bu döngü içinde devam ediyor. Allah’a inanıyorsunuz, güveniyorsunuz, O’nun isteklerini ciddiye alıyor, davranışlarınıza yansıtıyorsunuz. O da size hak ettiğinizi yaşatıyor. Siz bu yaşadıklarınızı O’nun bilgisi ve kontrolü altında yaşadığınızı bilmeniz ve buna inanmanız da O’na imanın bir gereğidir. O size hak etmediğiniz bir şeyi asla yaşatmıyor.
Buradan Allah’a inanmak, a)O’nun isteklerinin kesin doğruluğunu kabul etmek (KUR’AN MERKEZLİ İNANÇ) b)Allah’ın bu isteklerini davranışlarınıza yansıtınca sizin bu yaptıklarınızın gündelik yaşamda karşılıksız kalmayacağına inanmak. (ALLAH ODAKLI İNANÇ)
İşte sorun bu madde de, pek çok kişi bu bedeli ölüm sonrası olduğuna inanıyor. Oysa vahiy ve onun uygulayıcıları olan peygamberler, yaptıklarının karşılığını kısa vadede de, uzun vadede de mutlaka karşılığını bulacaklarına inanmaktaydılar. Gündelik yaşamda karşılığı olduğu gibi ölüm sonrasında çok çok daha fazlasıyla karşılığı vardır.
Allah sayesinde doğruluğunuz aracılığı ile siz yalnız değilsiniz, siz mutsuz değilsiniz ve en önemlisi siz gelecekten umutlusunuz, biliyorsunuz ki Allah yaptıklarınızın karşılığını geciktirmeksizin verecek ve sizi asla ve asla yapayalnız bırakmayacak…
Yalnızca ölüm sonrası değil burda da her şeyin karşılığının önümüze çıkacağı /çıkabileceği. Yaşadıklarımızın hepsinin daha önce yaptıklarımızın bir bedeli olması inancı.
Diyelim ki bir olay sizi fazlasıyla sevindirdi veya üzdü. Acaba geçmişte yaptıklarınızın buna neden olabileceğine, Allah’ın bundan dolayı size bunu yaşatmış olabileceğine inanıyor musunuz?
İşte buna ne sıklıkla inanılıyorsa o derece Allah’ı merkeze alan bir inançtan söz edilebilir. Bu kadar ciddi sevinç ve üzüntülerde dahi olayın arka planında Allah’ın olduğunu/olabileceğini göz ardı etmek, buna inanmamak, Kur’an’daki kurallara tam uyulsa bile bu durum ve anlayış ‘doğru bir mezhep’ tanımından öteye geçmez.
***
Sıradışı bir konuya dahi sıradan bakabiliyoruz belli noktalarda. Kafamızda hala Allah’ı zikretmek, sesli-sessiz olarak, Allah diye tekrarlayarak hatırlamak olarak algılanıyor.
Kitap yeterlidir deyince bir sıradanlığı ve zannı bırakmış ve sapasağlam bir kulpa tutunmuş oluyoruz ancak bu kitaptaki bakışı yakalamak o kadar da kolay değil sanırım, zor da değil ama bunun için ciddiye almak, beyin jimnastiği yapmak gerekiyor.
Çünkü ‘Kur’an yeterli ve tek kaynaktır’ anlayışı sonrasındaki durumunuz kınadığınız diğer oluşumlara fazlasıyla benzeyebiliyor. Yani olaylara yaklaşımımız, üzüldüğümüz ve sevindiğimiz noktalar, değer verdiklerimiz, onlarsız yapamayacaklarımız, bunların pek çoğu başkaları diye nitelenen insanlarınkine benziyor….
Aslında gerçek anlamda sıradanlıktan kurtulmuş olmuyoruz tek kitap söylemi ile…
Bundan dolayıdır ki daha şüpheci, daha sorgulayıcı, irdeleyici bakmadığımız sürece ve bakış açımızın tam merkezine Allah’ı yerleştirmediğimiz sürece aradaki fark, mezhepler arasındaki farktan öteye geçememektedir.
Olayın başka bir yönü de elimizdeki bilgi ve özgünlükle diğerlerinden daha rahat yaşayacak, tabiri caizse bilginin sefasını sürecek ama pratik hayatta(realitede) benzer kalacağız….!
Bu hem kızılacak hem de sorgulanması gereken bir nokta bence… İsrailoğullarının hem Musa peygamberin sağladığı özgürlükten faydalanması hem de eski inançlarına özlem duymaları, hayatlarının merkezinde Allah’ı yerleştirmek konusunda direnç göstermelerinden kaynaklanmaktadır.
Kaymağını ye ekmeğini at….
Maya aynı mayaysa ister kek yap ister pasta…
İncil’de insanın mayasından bahseder İsa peygamber…
Eğer hamurun mayası aynı ise fark eden şu oluyor; biri acılı tatsız bir ekmek yapıyor ve hayat boyu bunu yiyerek Allah’a yaklaştığını düşünüyor, diğeri elindeki güzel tarifle çok daha lezzetli bir kek yapıyor, ama yemeğini şov aracına dönüştürüyor, bundan ne kendisi yararlanıyor ne de başkası…
Yani din aslında maya işidir…. Din bakış açısını değiştirmektir.. Sadece haram ve helalleriniz ve bir kaç söyleminiz dışında kişilik olarak siz aynı sizseniz yeni mezhebiniz size hayırlı olsun derim…
***
Burada söylenmek istenen, Allah’ı gün içerisinde ne kadar süre aklımızda tuttuğumuz değildir.
Yanlış anlamaları önlemek için kısaca bir örnek vermek istiyorum:
Deistler der ki: Allah evreni, bizleri yaratmıştır, sonra kenara çekilmiştir.
Biz de şu düşüncede olmayalım: Allah evreni, bizleri yaratmıştır, kuralları da koymuştur, emirleri yasakları da belirlemiştir, bize bunları Kur’an ile bildirmiştir, sonra kenara çekilmiştir. Ya da çok büyük olaylar dışında kenara çekilmiştir.
2Bakara/255: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), daima aktif(kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku…
İşte burada söylenilen bu:
Allah sadece kurallarıyla, haram ve helalleriyle bizimle değildir. O hayatımızda aktif bir rol oynamaktadır, gerektiğinde bize ödüller vermekte gerektiğinde bizleri cezalandırmaktadır. Bazen işlerimizi kolaylaştırmakta bazen zorlaştırmaktadır. Tüm bunları da bizim yaptıklarımızın bir karşılığı olarak yapmaktadır.
Bizler sadece şunu yapmayalım:
Kur’an’da şu var bu yok… Bu helal, bu haram…
Başımıza gelen, bizleri etkileyen olayların arka planında Allah olduğu bilinciyle hareket edelim. Acaba biz ne yaptık ki Allah başımıza bunu getirdi diye düşünelim. Veya daha işlerimizi yapmadan bu hesabı yapalım.
“Bunu yaparsak bu Allah’ın hoşuna gitmez, ileride üzülebiliriz. Şunu yaparsak, bu Allah’ın hoşuna gider, ondan bir şeyler umut edebiliriz.” gibi.
Peki din nedir?
1-Allah’ın koyduğu kurallar bütünüdür. Helaller, haramlar, ilahi buyruklar ve sınırlamalar…
(Bu konuda dini Allah’a özgülemek: Din koyucu olarak sadece Allah’ı kabul etmek yani Kur’an’ı dinde tek kaynak olarak görmek.)
2- Fatiha suresindeki, “O, din gününün sahibidir” ayetine göre, Din günü: Hesap günü, ödül ve ceza günü. Yani,
(Bu konuda dini Allah’a özgülemek: Hesap görücü olarak sadece Allah’ı görmek, başımıza gelen ödül ve cezanın kaynağı olarak sadece Allah’ı görmek)
İşte söylemek istediğim bu ikinci maddeyle ilgili. Bizim başımıza gelen, bizi sevindiren veya bizi üzen her olayın arkasında Allah vardır. Allah’ın bu olayları başımıza getirmesi ise bizim yaptıklarımız nedeniyledir. Bizim yaptıklarımıza göre Allah hayatımızı şekillendirmektedir. Dolayısıyla Allah’ı dikkate alarak yaptıklarımızı gözden geçirmemiz gerekir.
***
Yeryüzünde yaşanan gerçek anlamdaki kötülükler ve olumsuzluklar insan kaynaklıdır. Allah’ın merkezde olduğu bir inançta insanların suçları Allah’a atfedilemez… Ekonomik anlamda adaletsizlik varsa bunun nedeni Allah değil insanlardır…
İşte Allah odaklı bakan anlayış, içinde bulunduğum durumda doğruluk ve değerler adına ne yapabilirim diye düşünür… Düşünür ki belki yoksul doğmanın da olumlu tarafları vardır ve belki varlıklı olarak doğsaydım şu anda kazandığım farkındalıklara sahip olamayacaktım. Diğer taraftan aslında yoksul sıfatım görece olarak baktığım kriterin daha üst seviyelerde olmasından kaynaklanmaktadır…
Allah merkezli inançta umutsuzluk değil umut vardır…
Hüzün değil sevinç vardır…
Geçmişi hesaba çekme ve gelecekten ümitsizleşme değil ileride yaşanacaklara duyulan şevk vardır…
Kapana kısılmışlık hissi değil bu durumda ne yapabilirim ne üretebilirim düşüncesi vardır…
Tüketim değil üretme isteği vardır…
Başkalarına suçlama değil kendi hayatını sorgulama vardır…
Şikâyet değil hareket vardır…
Kınama değil irdeleme, analiz etme vardır…
Şikâyet değil daha iyisini doğruluk adına isteme vardır…
Kısacası hayata hangi pencereden baktığınız seçimlerinizi, inancınızı, Allah’a bağlılığınızı, duygularınızı belirliyor…
Allah’lı bir din yaşayan insan ister Sudanda ister İsviçre’de ister Irakta yaşasın/yaşamak zorunda kalsın. Allah’ın kendisi için bir yol kılacağını ve içinde bulunduğu durumun yaptığı doğru kadar değerli olduğunu, her yerde ve her durumda doğruluk adına bir şeylerin yapılabileceğine inanır…
***
Dinde iki temel saç ayağı vardır:
1-Allah’tan başka kimsenin ilah olmadığı ve dolayısıyla bu ilahlık yetkilerini kimsenin kullanamayacağı (Din koyucu olarak sadece Allah’ı kabul etmek yani Kur’an’ı dinde tek kaynak olarak görmek.)
2-Ahiret bilinci (hesap görücü olarak sadece Allah’ı görmek, başımıza gelen ödül ve cezanın kaynağı olarak sadece Allah’ı görmek)
Kur’an merkezli söylem içinde olanların bir kısmı Kur’an merkezli söylemleriyle bir rota tayin etmiş oluyorlar; ama o rotayı izlerken yaşadıkları her şeyden sorumlu olduklarını çoğu zaman göz ardı ediyorlar. Yani saç ayağının birinci ayağını görüp diğer ayağını unutuyorlar ya da göz ardı ediyorlar. Bu durumda da öğrenilen rota bilgisi de sadece entellektüel çapta kalıyor. Bizim bir inanır olup olmadığımız; Allah’ı hayatımızın merkezinde tutup tutmadığımızla, her yaptığımız işte Allah’ı hesaba katmamızla ortaya çıkacaktır.
Kısacası rotayı bilmek değil; o rotada dosdoğru bir şekilde gemimizi: fırtınada, boranda, günlük güneşlik günde, kalkışta ve varışta; yaptığımız her hatanın ya da doğrunun sonuçlarını alacağımızın bilincinde olmak, gemiyi Allah’ın bizden istediği tutum içinde yüzdürmektir.
42Şura/30-“Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.”
***
ALLAH ODAKLI YAŞAM, AHLAKLI DİNDİR
“Allahsız din” aslında “ahlaksız bir dini” anlatıyor. Belki kulağa pek hoş gelmiyor ama gerçek bu.
“Ahlak” kaynağını Allah’tan alıyor. Aslında tevhid inancının, yaşama geçmiş hali “ahlaki davranmak”. Yani kişi tevhide uygun bir inançta olduğunu iddia ediyorsa her türlü “ahlak dışı” şeye karşı tam savunmada olmak zorundadır çünkü Allah mutlaka onu görür.
Fakat burada “ahlak dışı davranış” ı zinayla, hırsızlıkla, vb ile sınırlandırmak ya da temsil ettirmek kendini kandırmak olur. Çünkü Allah’ı hesaba katmadan atılan her davranış zaten otomatikman ahlaki olmaktan çıkar. Yani sadece Kur’an’ı din konusunda kaynak kabul ediyorum dediği halde ahlaksız-ahlak dışı davrananların olması mümkündür.
**
Evet aslında Allah’lı bir din, kaynağının Allah olduğu ahlaklı bir din olmalı.
Bundandır ki bazen bizden farklı inancını bilsek de dürüst tavırlar geliştirmiş kimselere yakınlık duyarız. Bu seçim insanın özünde, doğal yapısında (fıtratında) Allah kaynaklı bir ahlaka sahip olduğunu gösterir.
Aynı şekilde aynı inanca sahibiz diye de yanımızdakinin yaptığı hataları meşru görmek, önemsiz görmek başka bir ahlaksızlık örneği olmaktadır.
Ama ne yazık ki bu durum pek çok dini grup ve cemaatte var.
Yani bizden olanlar ve olmayanlar diye ayırırlar insanları.
Oysa insanlara bakışımız da olayları yorumlayışımızdaki gibi Allah kaynaklı/odaklı olmalıdır.
Kendimize bakışımızda böyle olmalı. Ben ortak etmiyorum, din koyucu olarak sadece Allah’ı görüyorum ama şuradaki biri bunun farkında değil, onu küçümsemeye hakkımız yok.
Bildiklerimizle kendimizi ve yandaşlarımızı üstün, seçilmiş görmek Allah’ın ahlakiliğine sığmaz.
Onun katında her insan, insan olarak eşittir ancak takvalı olanlar Allah’a daha yakındır.
İncilde bu konuda bir kıssa var:
Luk.18: 9-10 Kendi doğruluklarına güvenip başkalarına tepeden bakan bazı kişilere İsa şu benzetmeyi anlattı: “Biri Ferisi*, öbürü vergi görevlisi* iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıktı.
Luk.18: 11 Ferisi ayakta kendi kendine şöyle dua etti: ‘Tanrım, öbür insanlara -soygunculara, hak yiyenlere, zina edenlere- ya da şu vergi görevlisine benzemediğim için sana şükrederim.
Luk.18: 12 Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’
Luk.18: 13 “Vergi görevlisi ise uzakta durdu, gözlerini göğe kaldırmak bile istemiyordu, ancak göğsünü döverek, ‘Tanrım, ben günahkâra merhamet et’ diyordu.
Luk.18: 14 “Size şunu söyleyeyim, Ferisi değil, bu adam aklanmış olarak evine döndü. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.”
İşte bu kıssada da olduğu gibi ahlakilik diğer şekilsel ibadetlerin önüne geçebilmektedir. Ancak hiç bir zaman sufilerin düştüğü ve dinin sadece ahlaktan, soyut kavramlardan oluştuğu yanılgısına da kapılmamak gerekir.
Bu kitabın öğretilerinin tümü bir bütündür ve biri olmadan diğeri olmaz. Ancak öz olmadan da diğerinin gerçek anlamda değeri kalmaz…
***
Grup psikolojisi içinde çifte standartlar işletmek ve büyüklenme içine girip kendini özel görmek ahlaki olmayana örnek ve böyle olduğu sürece kişiler Allah’tan destek ummaları anlamlı durmamaktadır.
Şunu demek istiyorum ki; kişi her iş ve davranışında Allah’ın kendisini gördüğüne lafta değil yürekten inanmıyorsa; dolaylı ya da açık yalan söylemesi, insanların haklarını çiğnemesi, sahip olduklarını insanlık dışı amaçlar için kullanması,… yani özetle insanca değil şeytanca davranması; ahlaksızca davranması ve “ahlaksızlığa” ortam hazırlaması çok kolay olur.
Bunu kim yaparsa yapsın fark etmez; ister din konusunda Kur’an dışı kaynakları da kabul etsin, ister sadece Kur’an desin sonuç aynı olur..
***
Yaşadığımız olaylarda Allah’ın tam aktif(kayyum) olarak özne olma gerçeğinin bilincinde olmak. Bu bize işlerimizi yaparken bu gerçeği göz önünde bulundurmamızı sağlar.
***
Hayatımdan somut bir örnekle konuyu pekiştirmek istiyorum:
Kendimden bir örnek vereyim, geçen senelerde dişimi çektirmiştim, gecenin bir yarısı, annem yanımda uyuyordu, anneme hiç olmadık yere bağırmıştım, haksız bir bağırıştı, yersizdi, ve çekilen dişimde gündüz vakti bir problem çıkmazken o olaydan sonra feci şekilde kanamaya ve beni rahatsız etmeye başladı, sonra düşündüm ki ben bunu hak ettim, anneme yaptığım saygısızlık ve haksızlıktan ötürü bu başıma gelmişti… Ha belki başka nedeni de olabilir, ama ben yaptığım hatayı biliyordum ve muhtemelen bundan dolayı Allah beni cezalandırdı.
Gene bir gün okuldan gelirken, ayağımın altında bir mandal varmış, üstüne bastım ve düştüm, kendi kendime güldüm, ama içim acıdı, gene dedim ben şunu yaptım ondan dolayı böyle oldu…
Yani başımıza gelen iyi ve kötü şeylerin muhakkak bir nedeni var ve bunun başında mutlak bir İlahi Adalet var, hiçbir haksızlık yapılmıyor bize…
Hiç kimse neden benim başıma şu geliyor, neden başkası değil de ben demesin. Allah adaletsizlik yapmıyor…
Öyleyse, tüm sevinçlerimizde mutluluklarımızda üzüntülerimizde Allah’ın tüm olayların içinde olduğunu, bize müdahale ettiğini unutmayalım.
***
Başımıza gelenlerin arka planında Allah’ın olduğunu bilmek, bu geri dönütlerle kendine çeki düzen vermek, Allahlı bir din yaşamanın gereklerinden…
Zaten Allah’ın indirmiş olduğu bir din/yaşam biçiminde amaç ne olur? Onun doğru dediklerine doğru demek, sakın dediklerinden sakınmak ve sakınılmadığı taktirde de karşılık vereceğini bilmektir.
Bu, aynı zamanda alçakgönüllülüğü, kendine yukarıdan bakmayı, otokontrolü sağlar.
En önemlisi de ahlaklı bir insan ortaya çıkar.
Evet hata yapabiliriz ancak hatanın ardından, birtakım bahanelerin ardına sığınmak ahlaki değil!…
Allahlı bir dine mensup olan kimsenin diğerlerinden farkı olabildiğince sık ahlaki davranmasıdır. Ne kadar ahlaki ise o kadar doğruluğa yakın olur.
Ahlakilik yani dürüstlük varsa diğer yapılanların bir değeri olur.
Bu bağlamda her insan kendine Allah tarafından bakmaya çalışmalı bence.
Örneğin şu yaptığımı Allah onaylar mı? Şu yaptığımla Allah’ı öfkesini kazanıyor muyum diye..
Bu soruların cevabı birinci olarak vicdanımızda ve tıkandığımız noktada Kur’anın temel mesajında saklı.
Kur’anı okurken ve anlamaya çalışırken de Allah odaklı anlamaya çalışmalıyız.
Ki doğruya erişelim…
***
Denemekten, Çabalamaktan Yorulup Cesaretin Kırıldığında,
Bil ki…..
Allah Ne Kadar Uğraştığını Görüyor,
Kalbin Taş Kesilecek Kadar Ağladığında,
Bil ki……..
Allah Döktüğün Gözyaşlarını Sayıyor,
Hayatın Durduğunu, Zamanın Aleyhine İşlediğini Düşündüğünde,
Bil ki…….
Allah Seni izliyor,
Hayallerin Yıkılmış, Umudun Kalmamış ve Kendi Kendine Neden Böyle Diye Soruyorsan,
Bil ki….
Allah Cevabını Biliyor,
Hiç Neden Yokken İçinde Tuhaf Bir Huzur Hissettiğinde,
Bil ki……
Allah Sana Fısıldıyor,
Bütün İşlerin Yolunda Gidiyor Ve Teşekkür Etmek için Her An Bir Neden Daha Oluyorsa,
Bil ki….
Allah Seni Kolluyor,
Bütün Kalbinle Dilediğin şey Sonunda Gerçek Olduysa,
Bil ki….
Allah Sana Gülümsüyor,
Nerede Olursan ol,
Ne Düşünürsen Düşün,
Ne Yaparsan Yap,
Bil ki……
Allah Biliyor..
***
Kur’an’ı entellektüel egoyu doyurmak için kullananlar asla mutlu ve huzurlu olamazlar ki..
Kalpleri bununla tatmin olamaz, kendilerini kandırmaktan başka bir şey olmaz bu.
Ama Allah’ın ayetlerini yaşamlarında adalete, dürüstlüğe en sağlam dayanak olarak sarılanlar bunun meyvesini alırlar, bu meyve ile beslenirler. Kendilerinin ve diğer insanların hak ve özgürlüklerinin güvencesidir ayetler; entel dantel masaların mezesi değil.
İnanırki Allah, kendisine dürüst her hareketinin karşılığını tam verir- bazen de daha fazlasıyla ödüllendirir- ve yine inanır ki, Allah, dürüstlükten uzak, Allah yokmuş, görmüyormuş, yaptıklarımızdan habersizmiş gibi davranan herkese de gerekeni yapar…
***
Allah’la ilgili konuşmayalım mı? Zaten Allah’ı tatile çıkarmışız biz… O bizi yarattı, kuralları koydu, emir ve yasakları belirledi sonra tatile çıktı. Ne zaman geri dönecek; biz öldükten sonra ya da kıyamet koptuktan sonra. Allah bizi o zaman cezalandıracak, o zaman ödüllendirecek veya yaptıklarımızın bedelini o zaman verecek. Hepsi öldükten sonra değil mi?
Biz ne zaman üzülüyorsak kendi yaptıklarımızdan dolayı üzülüyoruz.
Bu bilinçte olmadığımız sürece Allah’ı hayatımıza sokamayız, Allah’ın her zaman aktif ve her şeye müdahil olduğu gerçeğini göz ardı etmiş oluruz.
Bu bilinç bize ahlak kazandırır, dürüstlük kazandırır. Bu bilinç olmadan yaptığımız davranışlar, kurallara uymamız ruhsuz olur, duygusuz olur, Allahsız olur.
Bu bilinç olmadan okuduğumuz kitaplar, öğrendiklerimiz bizleri kitap yüklü eşeklere çevirir. Çünkü hayatımızda Allah aktif olarak yer almadığı sürece, Allah’ın emir ve yasaklarını da O’nun istediği gibi yerine getiremeyiz.
62Cumua suresi/5: “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin haline benzer. Allah’ın ayetlerini yalanlayan topluluğun durumu ne çirkin! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola çıkarmaz.”
***
En yakının bile olsa adam kayırma, şahitliğini dürüstçe yap:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa suresi/135
En düşmanın bile olsa, asla haksızlık yapma:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Maide suresi/8
Gerçekten de dürüstlük, Kur’an merkezlilikten de Allah odaklılıktan da önce olması gereken insanî ve ahlakî bir duruştur.
Lütfen dürüst olalım:
Ø Doğrunun değil en doğrunun tarafı olalım!
Ø Özü-sözü bir olalım!
Ø Adaletli olalım!
Ø Açık sözlü olalım!
Ø Açık yürekli olalım!
Ø Tutarlı olalım!
Ø İlkeli olalım!
Ø Gerçekçi olalım!
Ø Direkt olalım!
Ø Samimi olalım!
Ø Sorumlu olalım!
Ø Değerbilir olalım!
Ø Hak-bilir olalım!
Ø Kararlı olalım!
Ø Saygılı olalım!
Ø Ölçülü olalım!
Ø Özeleştiri yapalım!
Ø Abartılardan uzak duralım!
Ø Otokontrol sahibi olalım!
Yoksa dürüstlük:
Ø İğnelemek değildir.
Ø Dokundurmak değildir.
Ø Kem küm etmek değildir.
Ø Lafı evelemek gevelemek değildir.
Ø Dolaylı olmak değildir.
Ø Kaçak güreşmek değildir.
Ø İlkel yöntemlerle iletişim kurmak değildir.
Ø Kendi bütünlüğü içinde çelişkilerle iç içe olmak değildir.
Ø Başkasından istediklerimizi kendimizden uzaklaştırmak değildir.
Ø Bir taraftan baltalarken, tırpanlarken diğer taraftan orakla temizlik yapıyormuş görüntüsü vermek hiç değildir.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluk bilincinden uzaklaşmayın ve özü-sözü bir (sâdıklar) kişilerle beraber olun.” Tevbe suresi/119
***
Gerçek özgürlük bu değil midir zaten? Kim ne der, kimin sevgisini kazanır ya da desteğini kaybederim hesabı yapmayan kişi özgür düşünebilen değil midir?
Allah bizi bizim gibi insan olanlara endeksli; bağımlı, özgür değil köle bir hayat sürmekten men etmiştir, bu bir lütuf aslında ama değerini bilene..
***
Hepimizin farklı sebeplere dayanması muhtemel olan özgüven eksikliklerimiz tek formülle çözülüyor:
En güzel söz O’nun vahyine uygun olan söz.
En güzel insan; O’na uygun yaşayan ve bunu tavsiye eden.
En güzel elbise takva elbisesi.
En büyük zenginlik takva.
En büyük yatırım sahibi; umutlu olan; gelecekten en çok umudu olan bugün dürüst davranan, bugünden yarına dürüstlük tohumları atan, onların meyvesi de temiz ve tatlı olacak.
Önce O’na güven
Sonra kendine güven
En sonunda sana güveneyim.
Önce O’na güveneyim.
Sonra kendime güveneyim.
En sonunda bana güven.
Bunların da sonunda aramızda yıkılmaz bir güven olsun.
***
Yaşadığımız her şey önemli. Başımıza gelenleri gözden geçirelim: yolda giderken ayağımız bir taşa takılır sendeleriz, başımızı bir yere çarparız birden, elimizdeki bişey birden düşer yere etrafa saçılır….. vs ne kadar küçük şeyler bunlar değil mi? Şimdi bunları mı düşüneceğiz, böyle ufak işlerle mi uğraşacağız diyebilirsiniz…Ama “Allah, o ufak şeylerle uğraşıyor”….
Atlanan bir şey var ki o da şu: “Amann! Bunda ne var canım alt tarafı ayağım sendeledi, başımı hafifçe çarptım, elimdeki bir anlık dikkatsizliğimle yere düştü” dediğinizde, hayatın da zaten o küçük şeylerin alt alta toplamından oluşan bir bütün olduğu gerçeğini görememek.
Yanardağlar, depremler Allah’ın bilgisi ve kontrolü dışında gerçekleşmiyor. Doğa yasalarını belirleyen O’dur. Doğa kendi işleyişinin sürdürüyor. Ama bu yasaları göz ardı edenlere hayat çok pahalıya patlamıyor mu?
Başkalarının başına gelince, falanın ahı tuttuğuna inanılıyor da bizim başımıza gelince bahaneler türetiliyor.
“Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” özdeyişi ile gerçekleri dile getirip kendi hayatımızda bu gerçeğin dışına çıkıp eğrilmemeliyiz.
42Şura Suresi 30:
“Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder.”
Bu ayette Allah küçük(!) büyük(!) ayırmadan başımıza gelen her musibetin bizim yaptıklarımızdan dolayı başımıza geldiğini söylemiyor mu? Kur’an’ı kendilerine araştırma ve odak konusu seçenlerin Allah’ın bu ayetteki sözü ile hayatlarında aslında küçük(!) büyük(!) her musibeti ciddiyetle araştırma, inceleme konusu yapıp; “şimdi ayağım neden sendeledi” ben ne yaptım da Allah bana bunu yaşattı deyip sürekli bir özeleştiri içinde olmaları gerekmiyor mu?
“Bu başıma gelen küçük bir şey bir anlamı yok ki”, “şu başıma gelen de küçük bir şey onun da bir anlamı yok ki” “o yüzden yaşadıklarım üzerinde düşünmeme de, bunları neden yaşadığımı anlamaya çalışmama da gerek yok ki” mantığı ile Allah’tan gelen bu uyarı ve mesajları görmezden gele gele, Allah’ı adeta yaşamımızdan çıkararak, sanki Allah, bizim her anımızı görmüyor ve duymuyor gibi sürgüne gönderme anlamına gelmez mi?
Duyduklarına ve gördüklerine tepki vermeyen Allah’ın duymasının ve görmesinin ne anlamı olur ki o zaman zaten; eğer görüp duyup bu gördüklerini ve duyduklarını bir değerlendirmeden geçirip gerekeni yapmıyorsa; dönüt (ceza ya da ödül) vermiyorsa duymuş ya da görmüş olur mu gerçek anlamda? Bu durumda, duyan ve gören ama tepkisiz kalan tanrı inancı onu sanki bir puta benzetmektedir, çünkü “put gibi duruyor” sözü ‘duyduklarına ve gördüklerine tepki vermiyor,’ anlamını çağrıştırmaz mı?
Ciddi bir felaket yaşamadan başımıza gelenlerin Allah’la ilişkisini kuramıyorsak yaptığımız yanlışların da yaptığımız doğruların da değeri olmaz. Yaptığımız yanlışlara Allah’ın gereken tepkiyi vermediğini veya çok ileriye ertelediğini, yaptığımız doğrulara Allah’ın gereken ödülü vermediğini veya çok ileriye ertelediğini düşünüyorsak yanlışın da doğrunun da pratikte pek değeri olmaz. Yanlışla doğru arasında fark kalmaz bize göre. Dolayısıyla dürüst olmakla dürüst olmamak arasında da fark kalmaz.
9Tevbe suresi 70: “Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”
Allah bu ve bunun gibi bir çok ayette; insanların takipçisi; “her adımlarına en uygun karşılığı veren” olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Kendilerine gelen apaçık delillere rağmen kendilerini değiştirmeyen toplumlar adım adım kendi felaketlerini hazırlıyorlar. Allah onların başlarına bu felaketleri zulmetmek için getirmiyor.
Ama eğer bu geçmiş toplumlar hakkındaki ayetleri görüp sanki Allah’ın bu mekanizmayı yani: “herkesin her yaptığını değerlendirip ona uygun olanı yaşattığını” adeta “efsanevi ya da tarihi” bir öykü gibi dinleyip; bu gerçeğin kendimize, bugünümüze uygun olmadığını yani bizim için bugün geçerli olmayan; teorik bir bilgi olduğunu düşünürsek kendi kendimizi kandırır ve aslında Allah’sız bir din yaşadığımızı göz önüne sermiş oluruz.
***
İnsanın kendini aslında ne sandığı ve gerçekte ne olduğunu unutmaması gerektiğini düşündürdü bana. Hepimiz kendimizle ilgili öz eleştiride bulunabilmeyi ve kendimiz göremedik ise bize yapılan uyarıları ciddiye almayı ilke edinmeliyiz.
Şu çok önemli bir tespit ki yaşadığımız her şeye küçük önemsiz diye hayatın neredeyse tümünü yok sayıyor ve kendiliğinden hayatı anlamsızlaştırıyor, içini boşaltıyoruz.
Dinden uzak olanların bu durumdan sonraki varacağı nokta “hayat anlamsız, boş, yaşam amaçsız” hezeyanları olurken dinle ilgili olanlar da içsel boşluklarını doldurmak hayatı anlamlı kılmak için şekil gerektiren edimlere daha çok önem vermeye, hayatın birinci maddesi haline getirmeye başlıyorlar.
Ancak her iki yaklaşım da kişinin kendi özünden uzaklaşması sonucunu doğuruyor. Kendi gerçeğinden uzaklaşma ise hayatı yönlendiren koruyan, kollayan, yapılan her şeyi gören ve muhakkak karşılık verecek olan Allah inancından da uzaklaşılıyor.
Yaşarken içsel güdülerle ve içsel ödüllerle(İÇE/ÖZE DÖNÜK) değil dışsal güdü ve ödüllerle(DIŞA DÖNÜK) yaşıyor.
Yani bir şeyi doğru olduğu için değil göstermek, gösteriş(riyakarlık) yapmak, puan toplamak amacı ile yapıyor. Yine yaptığı yanlışlar başkaları tarafından bilinmiyorsa çok fazla rahatsız olmuyor. Çaktırmadan rahatça yalan söyleyebiliyor.
Aslında böylesi bir yaşam dolaylı bir yaşam. Hayat bu kadar karmaşık değil. Kişi sürekli Allah odaklı olarak doğru merkezli olarak kendini eleştirse hem her geçen gün gelişecek, hem yaptığı hataları tekrarlamayacak ki böylece yaptıkları ile paralel büyüyecek sonuçlara/cezaya maruz kalmayacak- hem başkaları için değil kendisi için yaşayacak.
Psikolojide “kendini gerçekleştirme” denen bir kavram var. Özünde kişinin insan olarak tüm edimlere mükemmele ulaşma çabası vardır kendini gerçekleştirmede. Amaç mükemmeli yakalamak olunca kendin olmak olunca bizi her an gören Allah’ın bizlere mesajlar ulaştırdığını, yönlendirdiğini, yaptıklarımızın karşılığını verdiğini bilir ve yaşadıklarımızı es geçmek yerine yaşadıklarımızda yola çıkarak yaptıklarımızı kontrol eder dönüt ve düzeltmelere gideriz.
Kur’anda anlatılan ideal insan aslında psikolojideki “kendini gerçekleştirmiş insan”dır. İdeal olana ulaşmak hedefte olunca, bunun da yolunun Allah’la olacağını bilince ne egoistlik, ne kibir ne gösteriş ne mutsuzluk ve ne de umutsuzluk olur.
Hala başımıza bir şeyler geliyorsa demek ki Allah hala bizi önemsiyor ve uyarmaya değer görüyor.
Allah’ın bizi gözden çıkardığı an gelmezden önde bize ulaşan mesajları kendimiz için doğru değerlendirelim ve bizi uyaranlara gücenmek bizi ne mutlu kılacaktır ne de huzurlu….
***
Sadece Kur’an’ı kaynak alıyorum deyip, yaşamımızda neyi değiştirdik?
Namazınız?
Abdestiniz?
Orucunuz?
Giyiminiz?
Yaşadıklarınızı yorumlayışınız?
Ailenizle, çevrenizle olan ilişkileriniz?
İnsanlara verdiğiniz önem ve değer?
Konuşmalarınızda öncelik verdiğiniz konular?
Konuşma şekliniz (direkt, dolaylı, edalı, dosdoğru, açık sözlü, açık yürekli…)?
Mesleğiniz?
Vaktinizi harcadığınız etkinlikler?
Sevdikleriniz?
Dostlarınız? Paylaşımda bulunduklarınız? Birlikte olmaktan keyif aldıklarınız?
Yaşama sevinciniz?
…
Değişen pek bir şey yoksa, sadece teoride ilerleme göstermişizdir…
***
9Tevbe suresi/120- “Medine halkına ve çevrelerindeki Bedevî Araplara, Allah resulünden geri kalmaları ve onu bırakıp da kendi canlarının derdine düşmeleri yakışmaz. Çünkü Allah yolunda uğrayacakları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere ayak basmaları, düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları durumunda kendileri için, barışa yönelik iyi bir amel mutlaka yazılacaktır. Allah, güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmez.”
4Nisa suresi/81- “Tamam-kabul” derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
43Zuhruf suresi/19- “Onlar, ki Rahmanın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Kendileri yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak ve sorumlu tutulacaklar.”
21Enbiya suresi/94- “Kim inançlı olarak erdemli işler yaparsa onun bu çabası boşa gitmeyecektir; biz sürekli olarak kaydetmekteyiz.”
42Şura suresi/30-“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
Yukarıdaki ayetler ilk etapta ne düşündürdü bilmiyorum, belki ölümden sonra açılacak sayfalara dikkat çektiğimi düşünüp “dinci” bir tavır gibi algılamış olabilirsiniz. Ama benim dikkat çekmek istediğim İslam’ın “kayıt dışı” bir din olmadığı. Yani tıpkı kayıt dışı ekonomideki gibi kayıtlara geçirilemeyen ticaret gibi yaptıklarımızın da Allah’ın kayıtlarına geçmediğini sanan bir dinsel yaklaşımın yanılgı olduğu..
Nasıl ki kayıt dışı ekonomide otoritelerin bilgi ve denetiminden kaçırılarak gerçekleştirilen kayıt dışı ekonomik faaliyetler ile insanlar zenginliklerini arttırmak; devletin vergi toplamasını bir başka deyişle yaptıkları ekonomik faaliyetlerin karşılığında devletin kayıtlarına geçip yaptıklarının vergisini ödemeyi kabul etmedikleri için daha da zenginleşmeye çalışırken aslında kendilerinin de içlerinde bulundukları ekonomik düzenin temellerini dinamitleyebiliyorlarsa aynı şeyi dinleri konusunda da yaşıyorlar. Allah’ın yaptıkları her şeyi/kendilerinin tüm faaliyetlerini kayıt altında tutmadığını: Allah‘tan vergi kaçırdıklarını zannederek, yaptıkları (faaliyetleri) ile başlarına gelenler (vergiler) arasındaki bağı; ilgiyi koparıyorlar.
Eğer kafalarda ve yüreklerde “uydurma/sanal/yapay bir Allah” varsa -ki var- o zaman herkes kendi borusunu öttürebiliyor…
Nasılsa uydurma/sanal/yapay Allah her şeyi görmüyor, her şeyi duymuyor, her şeyi değerlendirmiyor: Kayıt yapmıyor… Kayıt dışı bir Allah var sanki… Kayıt dışı ekonominin çıkmazlarındaki gibi çıkmazlar doğuruyor bu Allah inancı…
Allah var tabii ki ve Allah bizi yarattı ama ondan sonrasında Allah hakkında inanılanların Allah’ın gerçekte var olan özellikleriyle bir ilgisi yok. Çünkü uydurulan din ve onun zihinlerdeki tohumları Allah’ı unutturdu. Allah’ı emekliye ayırdı; tatile gönderdi O’nun yerine tutarsız, uydurma/sanal/yapay bir Allah tanımı zihinlere belletti. Bu yeni Allah duymuyor, görmüyor, anlamıyor, muhakeme etmiyor, gerekeni yapmıyor, erteliyor, gerekeni vermiyor, olmuyor, olmuyor, olmuyor……..
İnsanlar, görmeyen, duymayan, bilmeyen yeni tanrıları ile aslında Allahsızlıklarıyla baş başa kalıp ahlaksızlaştılar..
Arabaları duvara tosladığında da, birilerine yaptıkları yamukların karşılığında maddi ya da manevi açıdan bedel ödediklerinde de yaptıkları ile başlarına gelenler arasında bir bağlantı kurmayarak sanal, gerçekten kopuk hayatlarında geçinip gidiyorlar… Geçinip gidiyorlar, geçinip gitmek işlerine geliyor, kimse kral çıplak demiyor, diyemiyor… Birbirlerini idare ediyorlar eğer etmezlerse başka biri de ona sen çıplaksın diyebilir o yüzden demiyorlar…
Yaptıklarımızla yaşadıklarımız arasında bağlantı var. Bunu bilmek için çok düşünmeye gerek yok evet. Ama bunun üzerine kurulu bir yaşam bilinci geliştirmek için ciddi bir silkelenme belki de her şeyi silip yeniden yazma gerekiyor, her şeyi balyozla kırıp yeniden duvarları yükseltme, sanal/yapay/uydurma/görmeyen-duymayan Allah inancından, gerçek/görmediği duymadığı hiçbir şey olmayan ve gördüklerini duyduklarını adil biçimde değerlendirip değerlendirmesine uygun olanı yaşatan, yani her yaptığımızı ciddiye alan, değerli bulan; kayıt eden Allah inancına geçmek gerekiyor: kayıt dışı dini terk etmek gerekiyor..
3Al-i İmran suresi, 181- “Andolsun; “Gerçek, Allah fakirdir, biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir. Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız(kaydedeceğiz) ve: “Yakıcı olan azabı tadın” diyeceğiz.”
4Nisa suresi, 81-”Tamam-kabul” derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor(kaydediyor). Sen de onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
42Şura suresi, 30 “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
Dünya’ yı kendi kendine dönen mekanik bir top, insanı kendi kendine çalışan bir fizyoloji olarak algılayanları ateist olarak görmek kolay peki acaba başımıza gelenleri sebepsiz ve anlamsız, mesajsız ve değersiz şeyler olarak algılayıp kendini kandıran insanın bilincindeki kayıt dışılık ile ateist olarak gördüklerinin bilincindeki kayıt dışılık arasında bir fark var mı?
19Meryem suresi 19- “Asla; demekte olduğunu yazacağız(KAYDEDECEĞİZ) ve onun için azabta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız.”
36Yasin suresi, 12-“Hakıkat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz(KAYDEDERİZ)…”
***
Teoride insan çok şey öğrenebilir, önemli olan bilgilerin günlük hayatta her an işlenip işlenmemesidir. Yazmak, çizmek, bol bol konuşmak gerçekten çok kolay. Tıpkı madenlerin toprağın altından çıkarılıp işlenmesi gibi.
42Şura suresi, 30-“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
Musibet gelmeden insan sahip olduğu bilgilerin iç yüzündeki gerçekleri maalesef göremiyor. O yüzden şu özdeyiş beyinlere kazılmıştır: “Bir musibet, bin nasihatten daha hayırlıdır.”
***
Allah’a sığınıyorum…
Az önce Kardeşime baktım dedim ki: “onu eğitmeliyim”
Eğitmeliyim ki büyüdüğünde kimseyi yıkmasın
Yalanları ile boğmasın, gittiği yere güven, gittiği yere huzur taşısın….
Ona bundan daha değerli ne bilinci verebilirim ki?
Hangi şey güvenin yerini; bir insana güvenebilme lüksünün yerini doldurur ki…
Vesile olurum ancak; Allahsız veremem ki bu bilinci..
O Allahsız ulaşamaz ki bu bilince…
Ne olursa olsun, neye mal olursa olsun
Hep gerçeğin peşinden; ilkelerin peşinden koşma coşkusunu
Nerden bulur Allahsız yaşayan
Bulamaz ki..
İnsanın en aşağı hali nedir?
Allahsızlığının kanıtı nedir?
Lüks arabasıyla son gaz, çiçekleri ezen bir hanzo,
Köşeye sıkıştırdığı kedinin acizliğinden zevklenen küçük çocuk,
Tekrar tekrar yalanlar söyleyerek umutları, güveni talan eden bir hoyrat
Dişiyle tırnağıyla, gözyaşıyla, alın teriyle biriktirileni,
Kumar masasında caka satarak harcayan asalak
Ve tüm diğer Allahsızlardan, O’nsuz yaşamakta direttikleri
Allah’a sığınıyorum..
***
Asıl güven, ham gerçek; -işlenmemiş, modifiye edilmemiş, manipule edilmemiş, fabrikasyona uğramamış, elden geçmemiş- ham gerçek, her adımda neye mal olursa olsun ortaya konması daha sonrasında da bu gerçeğin doğrulara odaklı olarak çözümlenmesi; yani o konudaki doğrunun yaşanmasıdır…
“Allahlı yaşamak” diye özetlenen bu başlıktaki soruna en canlı örnek işte: yalan söylerken vicdanları sızlamayan; şeytanın hesabına bir tuğla daha eklediklerini, kendi kendilerini yaktıklarını göremeyenlerin hayatında Allah nerededir? Yastık altında mı, tatilde mi, emeklide mi?
Yoksa çaydanlıkta cin masalındaki gibi işine geldiği zaman ortaya çıkarılan bir çaydanlık Allah’ı mı var onların hayatında? Yalan söylerken, yıkarken, talan ederken, güvenin zerresini bırakmazken Allah çaydanlıkta; yalnızca Kur’an derken Allah çıkar çaydanlıktan… Bir masaldır yaşanan. Belki uçan halılar da vardır…
***
Yalnızca Kur’an dese de hayatında yalanı çözüm gibi gören bir zihniyettense Kur’an ve hadisi referans alıp; yalan söylemeyen ve yalandan tiksinen; yalanı acizlik olarak görüp kimseye yakıştırmayan bir insan zaten Kur’an’a uyuyor ve Allahlı yaşıyordur. Ve bu anlamda diğerine göre güven açısından kat kat öne geçer… O kişi için Allah tatilde değildir.
Bu anlamda konu din faşistliği yapmak değildir. Yani yalnızca Kur’an desin de ne halt ederse etsin; istediği kadar yalan söylesin o yine de güvenilirdir gibi saçma bir mantık doğru değildir.
***
Gördüğünüz gibi namaz kaç vakit olacak, Kur’an’a aykırı olmayan hadisleri napıcaz, abdest nasıl olacak tartışmaları insanların arasındaki en büyük kriz olan güven krizini aşmaya yetmiyor… Bunları tartışmak insanları daha güvenilir yapamıyor…
Görüyorum ki gerçekten de herkes hayaller aleminde yaşamakta kararlı.. Gerçek hayat böyle değil; gerçek hayatta bazı insanlar yalan söylüyor, bazıları söylemiyor, bazı insanlar çok bencil, bazıları paylaşımcı, bazıları açık sözlü bazıları sinsi, hesapçı, bazıları iyi niyetli bazıları şeytanın avukatlığını yapıyor, bazıları hain bazıları insan…. Çünkü bazılarının hayatında Allah var, bazılarınınkinde yok.. Hayatında Allah varsa bir insanın her sorun aşılabilir; sizin en başta uzun uzun tartıştığınız her konuda doğruya ulaşabilir, ama Allah yoksa dünyanın en sarsılmaz bilgisine dahi ulaşsa o insan sürekli sorun doğurur; sürekli zarar verir, asla güven vermez.. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı, sanki kimse bu dünyada yaşamıyor.
***
Kur’ân’a baktığımızda Allah, iman etmeyi mutlaka bir fiille (salih amel) beraber zikreder. Kur’ân’ın tanımladığı müminler aksiyon halindedirler.
23Mü’minün suresi, 1-11: “Kesinlikle, inananlar kurtulmuşlardır. Onlar ki, namazlarında huşuludurlar, Ve boş şeylerden yüz çevirirler, Ve iffetlerini korurlar, -Eşleri veya ellerinin sahip olduğu kölelere karşı ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, Oysa, bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanlardır.- Ve onlar, emanetlerine ve sözleşmelerine bağlılık gösterirler, ve namazlarını korurlar: İşte onlar varislerdir, Temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olurlar.”
Allah, elli civarında ayette “İman edenler ve salih amel işleyenler” şeklinde bir ifadeyle iman ile sâlih ameli yani iman ile davranışı birbirine yapıştırmış, bir daha ayrılamayacak bir şekilde birbirine bağlamıştır. Bahsedilen iman ve sâlih amel aynı şey gibidir.
Gerçek Müminlerin nitelikleri sayılırken de,
8Enfal suresi, 2-4:
“Gerçekte inananlar, o kimselerdir ki, Allah anıldığında, kalpleri ürperir. Ve âyetleri onlara okunduğunda, bu, onların inançlarını artırır. Ve Rab’lerine güvenirler. Onlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiklerimizden bağışlarlar, İşte gerçek inananlar onlardır. Onlara Rab’leri katında mertebeler, bağışlama ve güzel bir pay vardır.”
14İbrahim suresi, 24, 25:
“Allah’ın Güzel Söz’e (imana) nasıl örnek verdiğini görmedin mi? O, kökü sağlam, dalları gökte, güzel bir ağaca benzer; o, Rabb’inin izniyle, her an ürün verir. Allah, insanlar için örnekler verir. Belki ders alırlar.”
Ve 25Furkan suresi, 63-77 ayetlerinde nitelenen (Yeryüzünde kibirlenmeden yürümeyi, geceleri secde ve kıyam etmeyi; duada bulunmayı, malı harcarken savurgan ve cimri olmayıp orta bir yol tutmayı, haksız yere adam öldürmemeyi, zina etmemeyi, yalana tanıklık etmemeyi, boş lakırdıya kulak asmamayı, okunan âyetlere duyarlı olmayı ..) özellikleri de göz önüne alınız.
Bütün bu âyetler imanın amelden bağımsız, soyut bir şey olmadığının altını çizmektedir. Allah yolunda mücadele, iyiliği emir, kötülükten nehy, namaz, oruç, infak, tövbe vb. kulluk görevleri iman ile aynı kefede tartılmaktadır.
2Bakara suresi, 214:
“Yoksa, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenin benzeri, sizin de başınıza gelmeden, Cennet’e gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı, onlara öylesine dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, Rasül ve onunla birlikte inananlar, “Allah’ın yardımı ne zaman?” demişlerdi. Gözünüzü açın şüphesiz ki Allah’ın yardımı çok yakındır.”
3Al-i Imran suresi âyet 142:
“Yoksa Allah, içinizden mücadele verenleri ayırt etmeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennet’e gireceğinizi mi sandınız.”
9Tevbe suresi,16:
“Allah, içinizden mücadele verenleri, Allah’tan, Elçi’sinden ve inananlardan başka dost/yardımcı edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
10Yunus suresi, 62, 63:
“Uyanın! Allah’ın Yakınlarına kesinlikle kaygı yok onlar üzülmeyecekler de. Onlar, inanan ve takvâlı davranan kimselerdir.”
2Bakara suresi, 103:
“Evet, ve eğer inansalardı ve takvâlı olsalardı, Allah’tan bir ödül daha iyi olacaktı. Keşke bilselerdi!”
5Maide suresi, 93:
“İnanan ve iyi işler yapanlara, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Yeter ki takvâlı davransın, inansın, iyi işler yapsın, sonra takvâlı davranıp inansın ve sonra takvâlı davranıp iyilik yapsınlar. Ve Allah iyilik yapanları sever.”
29Ankebut suresi, 1-7:
“Elif, Lâm, Mim. İnsanlar, sınanmadan, yalnızca “inanıyoruz” demeleriyle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Oysa biz, hiç kuşkusuz, bunlardan öncekileri de sınamıştık. Öyleyse Allah, elbette gerçeği söyleyenleri bilir ve hiç kuşkusuz yalancıları da bilir. Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçabileceklerini mi sanıyorlar? Karar verdikleri şey, ne kötüdür! Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, evet, Allah’ın belirlediği zaman yoldadır. O duyandır, bilendir. Ve kim mücadele verirse, ancak kendisi için mücadele verir. Evet, Allah, gerçekten dünyalara karşı zengindir. Ve inanan ve iyi işler yapanlara gelince, onların kötülüklerini, elbette sileceğiz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz.”
49Hucurat suresi, 14-16:
“Bedeviler, “inandık” dediler. De ki: “İnanmadınız, ama ‘İslam’a girdik’ deyin; inanç henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Elçisi’ne boyun eğerseniz, O, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez.” Gerçekten Allah, bağışlayıcıdır, merhametlidir! İnananlar, ancak, Allah’a ve Elçisi’ne inanırlar, sonra da kuşku duymazlar; bunlarla birlikte, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücadele vermiş kimselerdir. Doğru olanlar, işte bunlardır. De ki: “Siz dininizi mi Allah’a öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerde olanları da, yerde olanları da bilir.” Ve Allah, her şeyi bilir!
Âyetleri gördünüz. İnsanlar, kesinlikle, “inandık” demekle kurtulamayacaklardır.
Çünkü iman aynı zamanda yaşamaktır.
Yaşanmayacak bir kuru imanın bir anlamı ve önemi olmaz.
İslâm’dan başka bir din arayanların, buldukları dinlerinin kabul edilmeyeceğini hatırlatan Rabbimiz, “Biz iman ettik” diyen bedevilerin imanlarını yüzlerine çarpmaktadır. “Hayır siz henüz iman etmediniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi” buyuruyor. Zira eğer ki siz gerçekte iman etmiş olsaydınız, Allah yolunda canınızla, malınızla mücadele edersiniz, ama siz “eslemna”(Müslüman Olduk) diyebilirsiniz diyor. Yani tabiri caizse, “kafa kağıdınızda Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yok. Kimliğinizi tespit etme babından, Mecusi, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt vs. bir toplumdan olmayıp, Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki bu doğrudur. Ama size gerçek anlamda mümin denemez” buyuruyor, Rabbimiz. Açıkça, bize, “ya bu deveyi güdersiniz ya da bu diyardan gidersiniz” deniliyor.
Kur’ân’ın üzerinde durduğu mesele, inandığımız doğruların hayatımızda uygulanmasıdır. İman ile ameli birbirinden ayırıp ayrı ayrı kategoride değerlendirmek Kur’ân’a göre uygun değildir. Kur’ân bizden iş, davranış istiyor. İnandığımızı yaşamamızı istiyor. Mesela Kurân: “Mümin şuna denir” derken, şu şu işleri işleyenler ancak iman etmiş sayılır” demek istiyor. Âyetlerde gördüğünüz gibi cennet salt inanmışlara değil, imanla birlikte salih amel işleyenlere; takvâ sahiplerine(Allah bilinciyle sorumlu davrananlara), Sâlihlere(düzelip düzeltenlere), Muhsinlere(iyilere), Ebrâra(erdemlilere) vadediliyor.
İnandığı halde (mazeretsiz) amel işlemeyen insanlar kâfir mi, değil mi tartışması yerine onların mümin olup olmadıklarının cevabı araştırılmalıdır. Her ne kadar “amel imandan bir cüzdür” deyimi doğru değilse bile kesinlikle “amel imanın bir gereğidir, icabıdır, dışa vurumudur.” (Hakkı Yılmaz)
***
Sabah olmamış. Alacakaranlık bile yok. Müezzin sıcak yatağında kalkma hayali kuruyor.
Ben, okuduğum kitabın son sayfalarındayım. Bedenim yorgun, kalbim mutmain. Omuzlarım semersiz. Dünya desen değersiz.
Bugün değil, çeyrek asır öncesi. Çiçeği burnunda yeni iman etmiş bir Müslüman. Komünist iken insanlık için, ama sonrası için belirsiz ölümü göze almış bir saftirik yiğit.
‘İman’ın ardından ise cennet vaad edilen, meleklerin etrafında fırfır ettiği bir mümin. İşte bu, sonsuz mutluluğa ulaştıran bir sınav. İstenilen ise bütün dinlerin temeli. Buda’dan Musa’ya, Konfiçyus’tan İsa’ya değişmeyen kurallar. Yalan söyleme! Hakkın olmayanı yeme! Zina etme! Adam öldürme! vs.
Ne CIA, ne MGK, ne BM… Umurum değil. Kaygım yok. Ya da kaygıyı bilmiyorum. Düşünüyorum.
Çiçek değilim, ot değilim. Hayvan değilim, kaya parçası değilim. İnsan olduğum için şükür halindeyim. İnsan olduğumun farkında olmaktan dolayı ise kulluğumun zirvesindeyim.
Tek bir din var. Çünkü tek bir Allah var.
Adem’in diniyle Musa’nın, İsa’nın, İbrahim’in, Muhammed’in dini aynı. Nebi ve Rasullerle, Allah yolumuzu işaret etmiş. İnsanlar değiştikçe kurallar da değişmiş. Allah’ın tavsiyelerinin üstü kapatıldıkça, vicdanlar satıldıkça yeni elçiler gönderilmiş.
Yoksa hepsi aynı kaynağa dayanıyor. Kaynak Allah. Fark kurallarda. Ve farkların bildirildiği elçilerle anılan sistemlerde.
Hani dinde reform deniyor ya; bunları Allah yapmış. Kula bırakmamış.
Böyle bir kutsal zincirin üyesi olmayı ciğerinde, kalbinde, parmağında, damarında hissetmek ne hoş duygudur!
İşte o duygularla doluydum. İki cihan az geliyordu. Başka cihanlar düşlüyordum.
Havf ve reca, yani sevgi ve korkuyu aynı anda yaşamayı düşlüyordum. Allah’tan hem korkmak hem de sevmek… Becerememek beni üzüyordu. Üzüntü ise farklı bir lezzet veriyordu ruhuma.
Yokluk, açlık korkutmuyordu. Kuşlar, kediler nasıl bir şekilde rızkını buluyorsa, ben de bulurdum. Çünkü veren Allah’tı.
Çürük bir arabam vardı. Gaz pedalının yanındaki sac delikti. Oradan rüzgar girerdi. İki çorap giyerdim. ‘Ya Rab, ayağımı üşütmeyecek bir araba’ diye dua ederdim. Yeni doğmuş oğlumuz arka koltukta ise, fren yaparken elim arkaya giderdi. Çünkü arkada da koca bir delik vardı.
O zamanlar alarm pek yoktu. Bir gürültüde arabası olanlar uyanır, teyakkuza geçer, pencereden tarassut ederlerdi.
Benim kılım bile kıpırdamazdı. Kapısı kilitli değilmiş, penceresi açıkmış, teybi çalarlarmış, umurum değildi. Deliksiz uyur, tevekkül halinde olduğumu düşünürdüm.
Ta ki, bir gün o arabayı gıcır bir arabayla değiştirene kadar…
O günden sonra en ufak gürültüde uyanıp, tıpkı komşular gibi tarassuta geçtim.
Anladım ki, maharet benim içimdeki cenin tevekkülde değil, arabaya verdiğim değerdeymiş. Mal canın yongasıymış. İmtihan zormuş. Tevekkülüm tevekkül değilmiş.
Allah’tan düşmanıma yokluk değil mal vermesi için dua edeceğim kadar anlamlıymış.
O zaman yeniden düşündüm Allah’ı, El İlah’ı…
Bu kadar önsöz seçim öncesinde şunu belirtmek için:
Meclis’e girecek adaylar!
İster iktidarda ister muhalefette, ‘hardal danesi kadar’ veya ‘ummanı kaplayacak kadar’ imanı olanlar; ‘az bir bahaya’ kendinizi satmayın!
Önce kendinize, sonra başkalarına karşı dürüst olun. Sakın iyiyim, mükemmelim demeyin. O yolda yürüdüğünüzü söyleyin. Kötü niyetli insan yoktur. Niyetini tahmin ve tayin edemeyen insan vardır.
Her zaman bir arabanın daha iyisi bulunur. Vicdanın, gönlün, yardım etmenin, ölümün ve sonrasının daha iyisi sizin içinizdeki fırtınaya bağlıdır ve daima sizdedir.
İçinizdeki ve dışınızdaki ilahlara yenilmeyin!
El İlah sizi, içinizi, geçmişinizi, geleceğinizi görüyor, biliyor, izliyor. (2007-07-14 Star) http://www.tumgazeteler.com/?a=2146038
***
Çözülmesi gereken bir şifre değil, bir slogan değil, bu kadar karmaşık değil, çok basit, çok saf…
Allah’lı din nedir aslında?
Ahlaktır
Dürüstlüktür
Vicdandır
Güvendir
Saflıktır
İç temizliğidir
İçi dışı bir olmaktır
Gösterişten, kibirden, yalandan, sahtelikten, her türlü dalavereden uzak olmaktır
Dostluktur
Gerçek sevgidir
Yani aslında herkesin aradığı, ama çok az kişinin sahip olduğu şeydir
İşte o GERÇEK İNANÇTIR…
http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=3566&PN=1&TPN=1
KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…
1) İlahi Kültürde Eleştiri Kültürü
2) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
3) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
4) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
5) Bahaneler ve Mazeretler
6) Eleştirmek ve Eleştirilmek
7) Eleştirinin Önemi
8) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
9) Münafıkların Özellikleri
10) Dürüstlük Dinin Özüdür
11) Adanmış ve Aday İnsan
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Kendimizi Kime Beğendirelim?