-
1st Ocak 2009

İlahi Kültürde Eleştiri Kültürü

posted in AHLAK |

İLAHİ KÜLTÜRDE ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ

Hiçbir düşünce veya inanç sistemi yoktur ki eleştiriden muaf olsun. Eksiklikleri gösterilmeden ve uyarılmadan bireylerin gelişiminden söz etmek çok zordur. Hiç kimse mükemmel bir ailede ve mükemmel bir çevrede yetişmediği gibi kusursuz da değildir. Böyle olunca, onun bilgisinde, karakterinde ve davranışlarında birtakım eksikliklerin, yanlışların ve yanılgıların olması kaçınılmazdır. Bilim, edebiyat, sanat vb. alanlardaki pek çok eser eleştiri kültürü sayesinde daha gelişme kat etmiştir.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü eleştiri ve öz eleştiriyi şöyle tanımlamaktadır. Eleştiri: Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit… Öz eleştiri: Bir kişinin kendi davranışları üzerine yönelttiği yargı, otokritik…

Eğitim, bireyin eksikliklerini, yanlışlarını ve yanılgılarını kendisine göstererek hak ve adalete uygun bir tutum içine girmesini amaçlar. Bu sayede bireyin, pek çok açıdan içinde bulunduğu koşullardan daha iyi koşullarda yaşaması amaçlanır. Eleştirileri dikkate almayan kişi; yerinde sayar, gelişemez, mutlu ve huzurlu olamaz, dar bir çevrede yaşar, toplumsallaşamaz, insanların kendisiyle ilgili değerlendirmeleri onu hep tedirgin eder, kaygılarla yaşar ve yalnızlığa mahkûm olur. Ona göre eleştirilmek; yargılanmaktır, küçük düşürülmektir, dışlanmaktır, mahkûm edilmektir. O yüzden pohpohlanarak ve hiç eleştirilmeden büyütülen çocukları ileriki yaşlarında büyük acılar beklemektedir. Bu yöntem, dış dünyadaki realiteye uygun olmadığı gibi, onların gelişim süreci için de büyük bir duvar gibidir.

Eğitimciler, ustalar, anne-babalar, peygamberler insanlardaki bu eksiklikleri gidermek isterler. Bu süreci doğru değerlendirenler, soğuğa-sıcağa, yağmura-çamura, fırtınaya-kasırgaya, hileye-sahtekârlığa, yalana-dolana, şeytani her türlü alavere-dalavereye karşı dayanıklı olurlar.

Allah insanlara ilahi kitap göndermekle, o kitaba sahip çıkanları eleştiri kültürünü en üst perdeden yaşatma göreviyle de sorumlu tutmuştur. Yaşadıkları dünyada haksızlıklara, yolsuzluklara, adaletsizliklere, zulme karşı sabah-akşam sözlü ve fiili olarak karşı duruşlarını ortaya koyacaklardır. Bu batağa batanları, bu bataklıklardan kirlenenleri uyaracak ve eleştirilerini ortaya koyacaklardır. Çünkü ilahi din, ilahi ilkeler ve değerler bütünüdür.

Şeytani güçler, bu ilkeleri ve değerleri anlamsızlaştırmak isteyecek, insanları ilkesiz bir yaşama, ahlak temelinden yoksun dini rituelllere mahkûm etmek isteyecektir. Bu anlayışın öncüleri insanları hak etmediği durumlarda alkışlayacak, ödüllere boğacak hak ettiği durumlarda görmezlikten gelecektir. Bu şeytani oyuna pek çok kişi alet olacak, “kalbi kırmama, gönlü hoş tutma” adına hak söz gereksiz bulunacak, boş işler ve davranışlara gıptayla bakılacaktır.

Çağımızda, doğruların evrensel olmadığını, göreceli ve dönemsel olduğunu, dolayısıyla hiçbir düşünce ve görüş, hiçbir ilke ve değerin mutlak doğru olmadığını savunan “New Age” felsefik akımı, post modernizm adı altında ilahi mesajların altını oymak istemektedir.

Mistik öğretiler de, “Hangi nedenle olursa olsun gönül kırma!” gibi sözlerle bu anlayışa örtülü destek vermektedirler. Eleştiri kültüründen yoksun büyüyen insanlar, gerektiğinde bu ilahi değer karşıtı oyunlara gelmekte ve söz konusu saçmalıkları bir malzeme olarak kullanmaktadırlar. Filan grubun veya cemaatin ya da topluluğun insanları birbiriyle çok tatlı geçinmekte ve aralarında olumsuz sayılabilecek bir şeyin geçmediğini iddia etmektedirler. Eğer böyle bir topluluk varsa, bilinmelidir ki bu toplulukta, ya aralarındaki yüksek çıkar ilişkisinden dolayı yaşanan haksızlıklara ve sorumsuzluklara göz yumulmaktadır veya topluluğun üyeleri bu yolla uyutulmakta ve uyuşturulmaktadır ki ileride onlar kendi kötü emelleri için kullanılsın. Ayrıca özlemi duyulan insanlarla birlikte yaşamaktan onları alıkoyan ne vardır ki!

“Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak. Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklenedursunlar.” (6En’am: 112-113)

İlahi değerler insana ideal kişilik kazandırmayı amaçlamaktadır. Tüm peygamberler ve onların dostları uyarı görevlerini hayatları boyunca hem de en üst perdeden sıklıkla yapmışlardır.

“De ki: “Hakikatin en güvenilir şahidi (kanıtı, delili) kimdir?” De ki: “Allah benim ile sizin aranızda şahittir; bu Kuran bana vahyedildi ki ona dayanarak sizi ve onun ulaşabileceği herkesi uyarabileyim.“ Siz, Allahtan başka ilahların olduğuna gerçekten şahitlik yapabilir (kanıt gösterebilir) misiniz? De ki: “Ben (böyle) şahitlik yapamam!” De ki: “O, tek bir ilahtır ve bakın, sizin yaptığınız gibi, Allah’tan başka şeylere ilahlık yakıştırmak benden uzak olsun!” (6En’am: 19)

Evet, yukarıdaki ayette bazı insanların hoşuna gitmeyecek ifadeler vardır. Demek ki ilahi din, her zaman gönül alma dini değildir. O yüzden Kur’an’ın bazı muhatapları, hak ve adaletten yana olanlara karşı küstahlık yoluna gitmiş ve şiddete başvurmuşlardır.

Uyarılara kulaklarını tıkayanlar, mutsuz ve huzursuz yaşamlarıyla kaybetmişler, uyarıları sahiplenenler ise gelişim ve ilerlemenin öncüleri olmuşlardır. Evet ilahi din, başlı başına bir uyarıdır, ihtardır, ikazdır. Bir itirazdır; yanlış bilgiye itiraz, yanlış davranışa itiraz…

Kur’an bir zikirdir; bir hatırlatma, bir uyandırma… Hatırlatma da eleştiriyi tekrar gündeme taşımaktır:

“…Hatırlatma ancak hakka inananlara yarar sağlar.” (51Zariyat: 55) Çünkü ilahi değerlerin önemine ancak onlar inanırlar.

Hatırlatma yarar sağlayacaksa öğüt verip hatırlat.” (87A’la: 9) ilahi buyruğu bireylerdeki davranış frekans farklılığını ifade etmektedir. Ki o bireyler o yaşa gelinceye kadar o davranış bütünlüğünü kendileri tercih etmiştir.

Muhatabınızın eksikliklerini, yanlışlarını ve yanılgılarını görmezlikten gelmek, bu konulardan söz etmemek değerleri rafa kaldırmaktır, polyanacılık oynamaktır; çekilen acılara, haksızlıklara göz yummak, kısaca yağlaşmaktır.

Ailede, toplumda ihtilafların çıkması gayet anlaşılır bir durumdur. Hayat boyunca ihtilaflar hep olacaktır. İlahi kitabın iniş amacı, anlaşmazlıklara çözüm getirmektir.

Sana kitabı, ancak ayrılığa(ihtilafa) düştükleri şeyleri onlara açıkça ortaya koyman için ve hakka inanan bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.” (16Nahl: 64) Ayrıca bkz. 2Bakara: 213.

İhtilaflar karşısında yalnızca durum tespiti yapmak yeterli değildir. Bilmek bir durum, inanmak bir duruştur. “Türkiye’de şu kadar sayıda sigara içen vardır” bir bilgi, bir durum tespiti iken, “sigaraya karşıyım” bir duruştur. İlahi değerler, haklının yanında haksızın karşısında yer almayı ilahi bir görev olarak öğütler:

“Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (4Nisa/135)

İlahi dinde sosyal bir sınıfa mensup olmak kimseyi ayrıcalıklı kılmaz. Değerlerin işletilmesinde sınıf ayrımı, cinsiyet ayrımı veya din ayrımı yapılmaz. Kast sistemi, değerleri değersizleştirir. Allah katındaki üstünlük değerlere sahip çıkmakla, sorumlu ve iç disiplinli davranmakla gerçekleşir. Yoksa bir kabileye, aşirete, sosyal sınıfa, ekonomik veya akademik özelliğe sahip olmak kendi başına özel bir statü sağlamaz. Erkeklerin gururu okşanarak, kadınların kaprisi çekilerek değerler es geçilmez. Kimse ayrıcalıklı olmayınca kimse eleştiriden muaf olmaz. Erkeklerin kadınlara üstünlüğü olmadığı gibi kadınların da erkeklere üstünlüğü yoktur. Değerler insanı muhatap alır. İlahi dinde erkekliğin veya kadınlığın ayrı bir paradigması yoktur. İlahi din erkeği ayrı terazide kadını ayrı terazide tartmaz, hepsini aynı terazide tartar. Orada insanlara ve inananlara hitap vardır.

“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (değerli) olanınız, (ırk ya da soyca değil) sorumlulukça (takvaca) en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (49Hucurat: 13)

“Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder. Allahın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey), mutlaka en güzel (şey)dir: Allah, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir.” (4Nisa: 58)

Erdemli ve iç disiplinli yaşama, ahlaklı olma, kişilikli davranma konusundaki uyarıları gurur meselesi yapmayı ilahi mesaj mahkûm eder. Onun kişisel ve basit çıkarları konusundaki savunmasını haklı bulmaz. İnsanlara şirin görünmek için kaypaklık gösteren tiplemelerin, ellerine güç geçince ne denli bozguncu ve yıkıcı olacağına işaret eder.

İnsanlardan öylesi var ki, bu dünya hayatı hakkındaki görüşleri senin hoşuna gider; (dahası) kalbindekilere Allah’ı da şahit tutar(yemin eder), üstelik tartışmada son derece ustadır.” (2Bakara: 204)

Ancak hâkimiyeti eline alır almaz yeryüzünde bozgunculuk(fesat) çıkarmaya, ekini (ürünü) ve nesli(soyu) yok etmeye çalışır; Allah bozgunculuktan(fesattan) asla memnun olmaz.” (2Bakara: 205)

“Kendisine ne zaman “Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde(takvalı) ol!” dense, yersiz gururu(izzet) onu günaha sevk eder: Böylelerinin payına cehennem düşecektir; ne kötü bir konaklama yeridir orası!” (2Bakara: 206)

“Ama insanlar arasında öylesi de var ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder: Allah ise, kullarına karşı daima şefkatlidir.” (2Bakara: 207)

“Yoksa kalplerinde hastalık(bozukluk) bulunanlar, Allah’ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar?” (47Muhammed: 29)

“Eğer biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları yüz ifadelerinden (simalarından) tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından (üslubundan) da tanırsın. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (47Muhammed: 30)

Doğru bir amaca hizmet etmeyen “yapıcı ve yıkıcı eleştiri” tanımları esasında aldatıcıdır. Sizden kopmayı, sizi harcamayı, sizinle ilişkileri kesmeyi, sizi daha kötü koşullarda yaşatmayı amaçlayan her türlü eleştiri yıkıcıdır; sizi kazanmayı, size daha yakın olmayı, sizi geliştirmeyi amaçlayan her türlü eleştiri yapıcıdır. Ayrıca sözü doğru anlama yerine her sözü yıkıcı/aleyhte anlamak yolunu daha net belirlememiş kararsız ikiyüzlülerin davranışıdır.

“Ey kavmim! Nasıl olur da ben sizi kurtuluşa çağırdığım halde siz beni ateşe çağırırsınız?” (40Mümin: 41)

“Şimdi sen onları gördüğünde dış görünüşleri hoşuna gider ve konuştuklarında söylediklerine kulak vermek istersin. Onlar, yere dikilmiş kütükler gibi (olduklarına emin görünseler de) her çığlığı kendilerine (yönelik) sanırlar. Onlar düşmandırlar, öyleyse onlara karşı dikkatli ol. (Ve bedduayı hak ederler:) “Allah onları kahretsin!” Akılları nasıl da (hakikatten) sapıyor!” (63Münafıkun: 4)

Eleştiri kültürünü, kavga ve savaş gibi ölüm kalım meselesi olarak algılayanlar, amaçlarla araçları birbirine karıştırmaktadırlar. Sözün amacı yerine konuşma araçları olan sözcüklere takılmaktadırlar. Parmağın gösterdiği yer yerine parmağın duruşuyla ilgilenmektedirler. O yüzden sözler ve davranışlar onlara çok ağır gelmekte, çok fazla etkili olmaktadır.

“İnsanlardan öylesi vardır ki, “Allah’a iman ettik” der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden ‘bir yardım ve zafer’ gelirse, andolsun, “Biz gerçekten sizlerle birlikteydik” demektedirler. Oysa Allah, alemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?” (29Ankebut: 10)

İlahi dinin temel karakteri, “uyarı” üzerine kuruludur. Tüm Allah’ın elçilerinin birincil görevleri uyarmak ve sonra bu uyarıya olumlu tepki verenleri müjdelemektir.

İlahi kültürde kim olursa olsun insanlara olan güven, bağlılık, sevgi ve dostluk, daima şartlıdır. Belli koşullara bağlıdır. Vahyin özünde insanlara onlar ne yaparlarsa yapsınlar, her halükarda koşulsuz sevgi ve koşulsuz bağlılığa sıcak bakılmaz. Muhataplarımız dürüst iseler, çalışkan iseler onlara güveniriz, onları severiz, onlara kendimizi yakın hissederiz. Onların dürüstlükten uzaklaştıkları, sorumsuzca yaşadıkları ölçüde onlara olan sevgimizde, güvenimizde ve bağlılığımızda gitgide azalmalar meydana gelir. Onlar doğru, güzel ve yararlı işler yaptıkça da onlara olan güvenimiz, sevgimiz ve bağlılığımız gitgide artar.

Eğer insanlara kendi eksiklikleri ve öncelikleri ile ilgili vahye uygun bir uya(ndı)rma yapılıyorsa, gerçek değer budur. Öğüt yerine sıcak ilgi bekleyen kişilik, yaşadığı (yaşayacağı) veya yaşattığı (yaşatacağı) sıkıntılarda beklenti içine girdiği bu sıcak ilgi, ortaya çıkacak olan acıları ve sancıları dindirebilecek mi, giderebilecek midir?

Her insan ilgiye, sevgiye ve değer verilmeye layıktır. Evet… İlgi, sevgi ve değer, her insanın ihtiyaç duyduğu, ancak doğru davrananların hak ettiği, bile bile yanlış davranmakta ısrarcı olanlara anlamlı bir katkısının olmadığı bir kazançtır. Bu kazanç, bir ödül ve ganimet gibidir, bilinçli bir emek sonucunda elde edilmiştir. Dürüst ve çalışkan insanlar, daha fazla ilgiyi, sevgiyi, değeri ve ödülü hak ederler. Dürüst olmayan ve sorumsuzca yaşayan insanlar, doğal olarak daha az ilgi, sevgi ve değer görürler. Doğru iş yapmadığı, emek harcamadığı halde yüksek değer beklentisi, Kur’an’da bildirildiğine göre Allah’ın sözünü geçersiz (işlevsiz) kılma anlamına gelmektedir. Hele, ciddi yanlışlar yaptığı halde değer beklentisi içine girmek ilahi mesaja karşı yeni bir anlayış türetmek olup bu, daha büyük bir hatadır.

48Fetih: 15-“Siz (ey inananlar) ganimetleri almaya gittiğiniz zaman (daha önce savaştan, zorluktan kaçanlar) geride kalmış olanlar: “Bırakın (ganimet paylaşımı için) sizinle gelelim!” diyecekler; Allah’ın sözünü değiştirmek istiyorlar. De ki: “Bizimle hiçbir zaman gelemeyeceksiniz. Allah daha önce (ganimetleri kimin kazanacağını) bildirmiştir”. Bunun üzerine onlar: “Hayır, aslında bizi(m ganimetten alacağımız payı) kıskanıyorsunuz!” diye cevap verecekler. Hayır, onlar hakikati çok az kavrayıyorlar!”

Yüksek (sevgi ve değer) beklenti(si) içine giren kişi bilmelidir ki ilahi mesaj zaten değer yüklüdür. Kur’an-ı Kerim, ifadesinde “kur’an” ‘okumak’, “kerim” ‘değerli” demektir. Buna göre Kur’an-ı Kerim, “değerli okuma” veya “değerleri (değerli olanları) okuma” demektir.

Yüksek beklenti içine girenlerin de beklenti içine girdikleri kişilerin de özgürlükleri gitgide azalır, zamanla birbirinin kölesi konumuna gelirler. Sürekli ödül beklentileri olan kişi, “adeta herkes ve her şey kendisine hizmet için vardır” diye düşünen bir karakteri ve doyumsuz bir kişiliği yansıtır. O, ha bire alkış ve takdir bekler. Her defasında daha fazlasını ister. Bir türlü doymaz. Kendisini ve çevresini kaprislerinin kurbanı yapar. İlgi gösterildikçe kaprisleri, ilgi azaltıldıkça kompleksleri çekilmez olur. Bu tutumla ne kendisi mutlu olabilir, ne de muhatapları.

Yüksek beklenti, aynı zamanda bir kibir göstergesidir, benmerkezci (egosantrik, narsist) bir kişilik yapısını yansıtır. Çocukluk dönemini (4 yaşına kadar olan dönem) yetişkinlikte yaşamaktır. Oysa kişi, benmerkezci bir yaşam yerine, empati kurarak “biz bilinci”ne sahip bir tutum içinde olursa muhatapları arasındaki güven, ilgi, sevgi ve değer daha artacak, aralarında optimum doğal mesafe oluşacaktır.

Yüksek beklenti, kendisini ve beklenti içine girdiği kişiyi bir çeşit tanrısal karaktere büründürür. Kişi, gücünü muhataplarının alkışlarından değil dürüstlüğünden ve çalışkanlığından (ürettiklerinden) almalıdır. Kendi işiyle meşgul olan kişi, başkalarını köleleştirmez. Gücünü hak ve adalet duygusundan alır. Allah’a inanıyorsa, kendisi dürüst oldukça, çalıştıkça Allah’ın olup biten her şeyi gördüğüne, duyduğuna ve bildiğine inandığı ve her şeye güç yetirdiğine inandığı için emeklerinin boşa çıkarmayacağına da inanır. Ayrıca muhatapları da dürüst ve sorumlu iseler kendisine haksızlık yapmayacaklarını bilir.

Bir insana, onun sorunlarına ve sıkıntılarına odaklanarak ikna olabileceği bir bilgiyle çözüm arayışı için çaba harcanıyorsa, onun gelişimi için kendisinin de yeterli bulabileceği bir zaman ve emek veriliyorsa, bu gerçek bir sevgi ve değer göstergesidir. Daha fazlasını hak edecek bir tutum içine girmediği halde bunun ötesinde bir sevgi-değer arayışı, “Ben daha fazlasına layığım” anlayışının sonucu olup bir kendini beğenmişlik (kibir ve kapris) göstergesidir. Böyle birinin, sağlıklı ortamlarda aradığı bu büyüklenmeye (kibir) kolay kolay ulaşamayacağı açıktır. Öylesine kibirli ve kaprisli davranmaktadır ki ona gösterilen sevgi-değer ona asla yetmeyecek, sık sık o bu yüzden ortam değiştirecek ve hep daha fazlasını bulabileceği atmosferler arayacaktır.

40Mümin: 56-“Allah’ın mesajları konusunda sağlam hiçbir delile dayanmadıkları halde polemiğe girenlerin içlerinde hiçbir zaman tatmin olamayacakları küstahça bir kendini beğenmişlik (kibir duygusun/ kuruntusun)dan başka bir şey yoktur. (Bir kendini beğenmişlik vardır ki buna asla ulaşamazlar/ (bununla) asla tatmin olamazlar.) Böyle bir durumda sen Allah’a sığın! Çünkü her şeyi işiten, her şeyi gören yalnız O’dur!”

Böyle birinin duygularının doyurulması, hem kendisi hem çevresindeki insanlar açısından mümkün değildir. O, bulunduğu ortamda insanları huzurlu ve mutlu kılacak değerlerin hakim kılınmasıyla doğrudan ilgili değildir. Bazen düşünsel olarak böyle bir söylem içinde olsa da yürekten bunu yapmadığı için onu bunlar tatmin etmez. Onu ancak kendisine ilgi gösterici, takdir (beğeni ve değer verici) ve taltif (ödüllendirici) edici, övücü ve gururunu okşayıcı tutum ve davranışlar mutlu edecektir. Ne yazık ki ahlaki erdemler, sözde kalacak ve onu tatmin etmeyecektir.

Ha bire alkış bekleyen, alkış alamaz ise kendi içinden çıldıran bir kişilik doğal bir yaşam sürmez. Yanlışlarından dolayı uyarılınca kendini kaybeden kişilik; yanılmazlığına, sorgulanmazlığına, dokunulmazlığına, eleştirilemezliğine, kutsallığına muhataplarını inandırmaya çalışmaktadır.

Ciddi yanlışlara, batağa, tehlikelere düşmesinden endişe ettiğiniz dostunuzu yaşayacağı belalardan dolayı önce uyarırsınız, geri dönüş görmezseniz önceki uyarılarınızı hatırlatırsınız. Bu uyarılar ve hatırlatmalardan çoğu kişi memnun olmaz. Tekrarlanan uyarılar ve hatırlatmalar, muhataplarınız tarafından eleştiri olarak anlaşılmaktadır. Gerçekte de yanlış yapanı yanlışları konusunda uyarmak, onu eleştirmektir. Önce onun söz ve davranışlarının yanlışlığını, ona yansıyacak sakıncalarını ortaya koymak ve sonra eğer böyle devam ederse onu ileride kötü sonuçların beklediği dile getirmek, eleştirel yaklaşmaktır.

Sıradan uyarılara bile tahammül edemeyenler, daha ağır eleştirilere muhatap olurlar. Bu uyarılar, uyaran kişiyle iç içe olmak istemeyeni pek etkilemez. Uyarılara kulak asmadığı halde uyarana yakınmış gibi görüntü veren kişi eleştirilerden çok fazla etkilenecek, mesajın yumuşatılmasını, bu denli sert mesajlar verilmemesini isteyecek, pazarlık yapmaya çalışacak, uzlaşmanın yollarını arayacak ve böylece farkına varmadan, kendi içgüdüsel eğilimleri uğruna ilahi mesajın işletilmesinde bozulmalara yol açacaktır. Böyle biri sorumlu davranmadığı, yorulmadığı, emek vermediği halde pastanın peşine düşmüş kişinin izlenimi verecektir. Sorumlu davranan hiçbir elçi ve mümin, ilahi mesajdan asla taviz vermez.

Onlar, senin kendilerine yaranmanı (yağlaşmanı/uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı (yağlaşacaklardı).” (68Kalem: 9)

Eğer elçilerin muhatapları kendi kişiliklerini, karakterlerini pek fazla kirletmedilerse ilahi uyarılar onlara pek ağır gelmemiştir. İlahi din, adeta onların üzerine dikilmiş elbise gibi tam oturmuştur. Bozuk karakterlere ise bu ilahi giysi, ya bol veya dar gelmiştir. Muhatapları, kalıplarını bu giysiye uydurmak yerine, ilahi giysiyi ya kesip küçültmek veya ek yamalarla büyütmek istemişlerdir.

Kişinin bozuk karakterli olması, ya sorumsuzca veya türetilmiş dar kalıplar içinde yaşaması sonucu meydana gelmektedir. Bir insan düşünün ki ilahi mesajla karşılaşıncaya kadar başıboş yaşamış; hoşuna ne gidiyorsa, kolayına ne geliyorsa onu yapmıştır. Doğru ve yararlı olanı gözetmek yerine hoşuna giden yemeği yemiş ve içkiyi içmiş, hoşuna gitmeyen beslenme tarzından kaçınmıştır. Hoşuna gidenle dost olmuş, kendisini eğlendirmeyen kişilerden kaçınmıştır. Hoşuna gideni giymiş, hoşuna gitmeyen giyim tarzından uzak durmuştur. Hoşuna gideni izlemiş, hoşuna gideni dinlemiş, hayatını eğlencelerle, espri-şakalarla geçirmiştir. Canı ne zaman istiyorsa o zaman yatmış, canı ne zaman istiyorsa o zaman kalkmıştır. Çok çok mecbur olmadıkça doğru ve yararlı işler yapmamıştır. Sık sık zor olandan kaçınmış, kolay olana koşmuştur.

Kısaca onun yaşamında ahlaki sınırlamalar ve insani sorumluluklar sık sık askıya alınmıştır. O ister kendi durumundan memnun olsun, ister olmasın gerçek budur. Böyle biri, ilahi mesajla karşılaşınca, açıktır ki ahlaki sınırlamalar ve insani sorumluluklar ona ağır gelecektir. Böyle biri, fırsat buldukça bunlardan kaçınacak, önceki hayatındaki alışkanlıklarını sürdürmek isteyecektir. İnsani ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmeyince insanların ona olan güveni, sevgisi, saygısı azalacaktır. Bu, onu üzecektir. Sorumluluklarla ilgili uyarıların dozu arttıkça bu uyarılardan rahatsız olacak, uyaran kişilere öfkelenecek, belki kin duyacaktır. Kendisinin idare edilmesini isteyecek ve üslubu, kendisine malzeme olarak kullanacaktır.

Allah muhakkak iman edenleri de bilmekte ve muhakkak münafıkları da bilmektedir.” (29Ankebut: 11)

“O, itikadi konularda, Nuh’a emrettiğini -ve sana (ey Muhammed,) vahiy aracılığıyla öğrettiğimizi ve aynı zamanda İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimizi- sizin için de dini ilkeler olarak uygun gördü. Dini ilkeleri yürürlükte tutun ve o konuda grup grup olmayın. Ancak onları kendisine davet ettiğin şey, çoktanrıcılara ağır geldi. Allah dileyen herkesi kendine seçer ve O’na yönelenleri doğru yola ulaştırır.” (42Şura: 13)

“Onlara Nuh’un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: “Ey kavmim, benim makamım ve Allah’ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah’a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.” (10Yunus: 71)

Eleştiri kültürünü, kavga ve savaş gibi ölüm kalım meselesi olarak algılayanlar, insanların değerlendirmelerini çok fazla dikkate almaktadırlar. Birilerinin yanında hatalarının çıkmasını kendi bitişleri, tükenişleri olarak görmektedirler. Onur ve itibarı, dürüst ve erdemli yaşamakta değil birilerinin ilgisine bağlamaktadırlar.

“Öyle kişiler ki onlar (münafık ikiyüzlüler), müminleri bırakıp da küfre sapanları dostlar ediniyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar? Onur ve yüceliğin tümü Allah’ındır.” (4Nisa: 139)

“Allah, Kitap’ta size şunu da indirmiştir: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka söze dalıncaya kadar, onlarla birlikte oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi sayılırsınız. Hiç kuşkusuz Allah, münafıklarla kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (4Nisa: 140)

Çirkefliklerin, yalanların ve iftiraların egemen olduğu bir ortamda tepkisiz kalmak, ya dalıp gitmekten veya duyarsız ve sorumsuz davranmaktan kaynaklanmaktadır.

Tepkisiz, duyarsız ve sorumsuz yaşam sürenlerin ortamda var olup olmadıkları, doğrudan bir şeyler onları rahatsız etmedikçe hissedilmemektedir. Dört mevsime alışık olmayan kişi, tek mevsimlik yaşayan biri diğer mevsimlerin rüzgârına, yağmuruna ve karına dayanamaz. Bilmez ki farklı iklim koşullarında kendisi daha da güçlenecektir.

Takdir ve tenkit, ödül ve ceza kişinin gelişiminde önemli role sahiptirler. Birey ahlaki gelişimini; iyiyi kötüden ayırt edebildiği, bu ayrıma uygun davranabildiği, erdemli davranışlarda onur duygusu ve değerlere ters düşme durumunda utanç duyma eğilimi içine girebildiği ölçüde sürdürür. Bu gelişime uygun adımlar, çevreden de takdir toplar. O, çevreden takdir toplamak için değil doğru ve gereğine inandığı için bunlara uygun davranır. Bunlara aykırı davranma durumunda salt kural çiğnendiği için değil birilerini acıttığı veya acıtacağı için eleştiri alır. Bu eleştirileri görmezden gelmenin, topu taca atmanın, uyarıları çarpıtmanın, gurur veya kapris yapmanın sorun oluşturması nedeni, salt körlükten, sağırlıktan ve sorumsuzluktan dolayı değil aynı acıların tekrar yaşanacağı endişesinden kaynaklanmaktadır.

“Siz ey inanlar! Eğer Allah(ın davasın)a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.” (47Muhammed: 7)

“Siz ey inanlar! İçinizden kim dininden geri dönerse, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir lütfüdür, onu layık olana verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (5Maide: 54)

Kendi eksikliklerinin, yanlışlarının ve yanılgılarının farkında olan ve sorumlu davranma yoluna giden biri büyük ölçüde eleştiri sorunu yaşamaz. Görene artık neyi göstereceksiniz ki! Öz eleştiri yapabilen biri eleştiri boyutunu aşmış olmalıdır.

Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar düzeltici (salih) bir işi (ameli) bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (9Tevbe: 102)

İstisnai durumlarda sorumlu davranmakla birlikte eleştiri dozajının hafifletilmesi, dönemsel ve belli koşullara bağlıdır. Savaş gibi son derece hassas davranılması gereken ortamlarda ve ne yapacağı belli olmayan Firavun gibi bir zorbanın yanında üslup değişikliği, daha büyük zararlara neden olmamak için insani bir durumdur.

Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlara da danış. Bir kez karar verdin mi de artık Allah’a güvenip dayan. Allah, güvenip dayananları sever.” (3Al-i İmran: 159)

“İkiniz birlikte doğruca Firavun’a gidin; çünkü o gerçekten her türlü ölçüyü aşmış bulunuyor! Ama onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki aklını başına toplar yahut (böylece, en azından kendisine) gözdağı verilmiş olur. Dediler ki: “Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı ‘taşkın bir tutum takınmasından’ ya da ‘azgın davranmasından’ korkuyoruz.” (20Taha: 43-45)

Eleştiriye asla izin verilmeyen toplumlarda gelişme ve ilerleme olanaksızdır. Orada sorgulanamazlar ve sorgulayamazlar vardır, putlaştırılanlarla putlaştıranlar vardır, ilahlaşmak isteyenlerle köleleştirilmek istenenler vardır. Yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin üstü örtülü, haksızlık yapanların yaptıkları yanına kâr kalır. Ortalık yüksek kompleksli ve yüksek kaprisli insanlardan geçilmez. İnsanlar ya karınlarından konuşur veya inanmadıklarını söylerler. İkiyüzlü ve maskeli yaşam normal bir yaşam olarak görülür. Dedikodular ayyuka çıkar. Açık sözlü, açık yürekli, içten ve dürüst tutum ve davranışlar ender görülür.

Durup dururken uyarı ve eleştiri olmaz. Bunlar işler ters gitmeye başlayınca, birileri duyarsız, tepkisiz ve sorumsuzlukta ileri gidince uyarılar mecburi hale gelir. Gerçekte sorgulamak, denetlemek ve eleştirmek birbirlerini izleyen toplumsal sorumluluklardır. Sorgulamak bir hakikat arayışıdır. Yanlış söz ve davranışlara karşı eleştiri niteliğindedir. Bir kişi kendini eleştirebilir ya da çevresini eleştirebilir. Herkes yeri gelince ikisini de yapmalıdır.

İnsanlar hem kendilerine hem de çevrelerine karşı duyarlı olmalı; bu duyarlılıkla yanlışları düzeltme, onarma, kötüyü iyi etme amacı taşımalıdırlar. Kendini ve çevreyi denetleme hareketi dengeli bir harekettir; kişinin hem kendi içinde yenilenmesini hem de çevresini yenilemesini sağlar. Ancak bu denge bozulduğunda yenileme değil bozma, iyileşme değil bozulma ortaya çıkabilir. Örneğin kişinin kendinden çok çevreyi denetlemesi normal bir davranış değildir.

Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2Bakara: 44)

Kendisinden çok çevreyi denetleyenlerin niyeti çoğu kez saf değildir. Bu kişiler özellikle çevrenin kendilerine karşı olan tepki ve tutumlarına çok önem verirler. Hatta tetikte beklerler. Çevrenin kendileriyle ilgili en küçük değerlendirmesi bile onlarda başkalarında görülmeyen derin etkilere neden olur. Çevrelerinde olup bitenlere karşı bu denli duyarlı olanlar, çevrenin kendileriyle ilgili duyarlıklarında bir pire için bir yorganı yakabilirler. Bu tür insanlar genellikle kendilerini korumaya alan insanlardır. Kendilerini sandıkların içine koymuş, sonra kapağını kapatmış, üzerini de çeşit çeşit dantellerle süslemişlerdir. O sandıklara dokunulması hiç hoşlarına gitmez. Aman danteller bozulmasın ve o kapak açılmasın! Sandığın içinden pis kokuların gelmesi onları rahatsız etmez. O kokuların üzerini çeşitli parfümlerle kapatmaya çalışırlar. Bunlar bencil insanlardır. Çevrenin yaptığı yanlışlara karşı duyarlıdırlar ancak kendileri eleştirilmekten hiç hoşlanmazlar. Kendilerine karşı yapılacak küçük bir hatayı bile affetmez, hemen diklenir ve çok sert tepki verirler. Eğer çevrenin yaptığı hata kendilerine karşı değil de genel bir konuyla ilgiliyse, onu gündeme getirmeyi gereksiz bulurlar ama unutmazlar da. Yapılan hataları gözler, bir yere kaydeder ve onları çıkarmak için uygun ortam beklerler. Biri onları eleştirirse, önce hatalarına bahaneler getirirler bir sürü niyetler ortaya sürerler. Bu aynı pis kokuları örtmek için parfüm sıkmaya benzer. Eğer karşı taraf vazgeçmez ve uyarılarına devam ederse, onun hatalarından gözleyip saklayıp bir kenara kaydettiklerini bir bir ortaya çıkarmaya başlarlar. “Bana bunu diyorsun ama geçenlerde sen de şunu yapmıştın…” Burada amaç düzeltmek değil intikam almaktır. Sen benimle uğraşırsan ben de seninle uğraşırım mantığıyla gözdağı vermektir. Bu yaptıkları ne kendi işlerine yarar ne de karşı tarafın işine yarar. Sadece bozarlar, yapmazlar… Yeter ki kendilerine bir laf gelmesin… İşte tüm amaç budur. Amaç düzeltmek, yapmak, yenileştirmek, bozuklukları tamir etmek değildir.

Bu tip insanların böyle olmalarının nedeni salt bu sergiledikleri davranışlar değildir. Onlar sadece işin görünen yüzüdür. Asıl neden vicdan mekanizmasının çalışmasına engel olmaktır. Bir insan içinde sürekli vicdan muhasebesini yapıyor, yaptıklarını gözden geçiriyor ve içinde bir düzeltim işine girişiyorsa insanların onu eleştirmesinden rahatsızlık duymaz. Çünkü kendi içinde o zaten defalarca kendini eleştiriyor ve alternatif çözüm yolları arıyordur. Kendisinin göremediğini başkasının göstermesi, tersine onu memnun eder. Düşünür ki, eğer o da göstermeseydi kendisinin bunu görmesi ve düzeltmesi mümkün olmayacaktı ve ilerde kim bilir kendisine nelere mal olacaktı veya şimdiye kadar ondan neler götürdü?

“Aman çevre beni uyarmasın” diye tetikte bekleyenler, buna o kadar çok odaklanmışlardır ki bu durum onları kendilerine karşı kör etmiştir. Onlar rahat ve doğal yaşasalar zaten kendi içlerindeki vicdan mekanizması otomatik olarak düzenine devam eder ve onlar da hem kendilerini hem de çevrelerini düzeltme fırsatı bulabilirler.

İlahi kültürde eleştiri insan yaşamında olağan bir durumdur. Eleştirinin olağan olması, herkesin her zaman her yerde ve her olayda eleştirileceği anlamına gelmez. Sorunsuz bir hayat olmayacağına göre, anlaşmazlıklar ve sıkıntılar nasıl ki hayatın doğal bir parçası ise ıslah çabaları da hayatın bir parçası olacaktır. Ayrıca insanın yapıp ettiklerinin ve ürettiklerinin düzeltilmesi ve daha iyisinin ortaya konması her zaman mümkündür. (Turgut Çiftçi) http://www.hakveadalet.com/ilahi-kulturde-elestiri-kulturu

KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ BAŞLIKLARI İNCELEYİNİZ…

1) İletişim Çatışmaları ve İletişimi Geliştirmenin Yolları
2) Niyet ve Bahane Kandırmacaları
3) Sorumsuzluk, İhmal, Bencillik ve Soyutlanma_Ka’b bin Malik
4) Bahaneler ve Mazeretler
5) Eleştirmek ve Eleştirilmek
6) Eleştirinin Önemi
7) Münafık, İkiyüzlü, Kararsız, İlkesiz ve Duyarsız Kimdir?
8) Münafıkların Özellikleri
9) Ahlak Odaklı Din, Allahlı Dindir
10) Dürüstlük Dinin Özüdür
11) Adanmış ve Aday İnsan
12) Kur’an’da İlahi Adalet İlkeleri
13) Soru Sormanın Yöntemi ve Adabı
14) Yeni Sınıfın İdeolojisi: Kariyerizm ve Konformizm
15) Ahlak, Adalet, Emek ve Sermaye
16) Doğruluk Kaygısı_Montaigne
17) Kendimizi Kime Beğendirelim?

This entry was posted on Perşembe, Ocak 1st, 2009 at 14:34 and is filed under AHLAK. You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

Yorum Yaz