SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK
AİLE İÇİ TARTIŞMA VE ÇÖZÜM YÖNTEMİ
122. Sağlıklı aile, içerisinde hiç bir tartışmanın yaşanmadığı aile değildir. İnsanların birlikte yaşadığı bir yerde tartışma ve hatta kimi zaman çatışma kaçınılmazdır. Özellikle bu birliktelik “yakın” ve “uzun süreli” ise, tartışma daha da normal hâle gelir. Sağlıklı aile tartışmaları çözümlemeyi bilen, anlaşmazlıkları hall ü fasl edecek kuralları olan ve aile bireylerinin, adı konmuş ya da konmamış olan bu kurallara uyduğu ailedir.
123. Aile içi tartışma ve çatışmaları çözmek istiyorsanız maskelerinizi çıkarıp gerçek yüzlerinizle görününüz. Maskeler, problemi ortaya koymayı güçleştiren, tartışmayı çözümsüzlüğe mahkûm eden bir işlev görürler. Taraflar, tartışmada gerçek yüzlerini değil de maskelerini kullanırlarsa, onları uzlaştırmak ve problemi çözmekten söz etmek, “maskeleri uzlaştırmaktan” söz etmek demektir. Bu da, gerçekte hiçbir şeyin çözümlenmediğini gösterir.
124. Maskeler başta sağlıklı iletişimi yok eder. Maskeli kişilik her yerde ve herkes için kötüdür, fakat ailede daha bir sırıtır. Çünkü, birbirlerine aile olacak kadar yakın olan kişiler eğer ailenin diğer fertlerine karşı maske takıyorlar, onlara gerçek yüzlerini göstermi-yorlarsa, bir müddet sonra o kimseler gerçek yüzlerini unuturlar. Bu kişilik sapması anlamına gelir. Ortada dolaşan gerçek bir şahsiyet değil, sentetik ve yapay bir bireydir ve yapay bir bireyle hiçbir problemi sahici bir biçimde halledemezsiniz.
125. Aile içi çatışmadan korkmayınız, aile içi iletişimsizlikten korkunuz. Çünkü sağlıklı bir iletişimin çözemeyeceği ihtilaf yoktur. Sağlıklı iletişim, tartışan tarafların birbirlerine karşı hem etken hem de edilgen olmalarıyla mümkündür. Bu da, kendini ve muhatabını ciddiye alanların, kendine ve muhatabına değer verenlerin yapabileceği bir şeydir.
126. Aile içerisindeki anlaşmazlığı birbirlerini kırmadan, yaralamadan çözen çiftler, sağlıklı aileyi oluşturmuşlar demektir. Anlaşmazlık kimi zaman ciddi, kimi zaman da basit meselelerden çıkabilir. Öncelikle anlaşmazlık noktasını doğru ve iyi tespit etmek şarttır. Anlaşmazlık noktasının doğru tespiti, muhatabın ne söylemek/yapmak istediğinin doğru bilinmesinden geçer. Bu da kişinin niyeti dışarıda tutularak anlaşılacak bir husus değildir. O hâlde, önce niyet ve amaç öğrenilmelidir.
127. Bazen niyet ve amacını öğrendiğimizde, önce muhalefet ettiğimiz bir kişiye biz de rahatlıkla katılıp, “Ha, eğer bu niyetle söyledinse iş başka” ya da “Öyle mi? Eğer bu amaçla yaptınsa o zaman ben de seninle birlikteyim” dediğimiz olmuştur. Özellikle eşler arasındaki duygusal bağ, kimi zaman iki insan arasındaki iletişimin en temel ölçüsü olan niyet ve amaç gerçeğinin unutulmasına, es geçilmesine yol açar.
128. Duygu ve düşüncelerinizi abartmadan ve azaltmadan olduğu gibi ortaya koyunuz. Bu kendine güveni ve saygısı olan insanların yapabileceği bir şeydir. Kendine güvenen ve saygı duyan biri, mutlaka muhatabına da güvenecek ve saygı duyacaktır. Bunun zıddı kendine güvenmeyen ve saygı duymayan hastalıklı bir kişiliktir ki; bu tip ya sadece edilgen ya da sadece etken olarak ortaya çıkar.
a) Eğer edilgense, kendilerine güvenleri olmadığı için hep peşinen haksız olduklarını, zaten hiç bir zaman da haklı olamayacaklarını zannederler ve böylesine bir aşağılık duygusu içerisindedirler. Onun için de, muhataplarını hep onaylar, haklı olsun-haksız olsun, ona pısırık ve edilgen tavırlarıyla cesaret verirler. Onurlarının çiğnenmesine izin verirler ve kendilerini böyle cezalandırmış olurlar.
b) Eğer bu tip etkense, kendinden başka kimseye değer vermez, kendi söylediğinden başka doğru olmadığını zanneder. Saldırgandır, bu nedenle de haklı haksız demeden muhataplarını ezmeye, onları mat etmeye bayılır, bundan vahşi bir zevk alır.
129. Sağlıklı bir ailede karı-koca öncelikle birbirlerinin insani haklarını garanti altına almışlardır. Ezmek ya da ezilmekten iki taraf da zevk almaz, çünkü tartışmanın amacı ezmek ya da üstün çıkmak değil, en doğru ve makul olanın gerçekleşmesidir. Bu nedenle de, baskı değil ikna, çatışma değil uzlaşma, saldırı değil bildiri ve iletişim üzerine oturur.
130. Aile bireyleri birbirlerine karşı hatayı büyültüp meziyeti küçülten dürbünler kullanmamalıdırlar. Ben bunlara “şeytan dürbünleri” adını veriyorum. Bu dürbünü şeytan kimin eline tutuşturursa, o muhatabının hep kötü yanlarını görecek, güzel yanlarını hep gö-zardı edecektir. Bu noktada hakimlerin ahlâkî bir tavsiyesini hatırlamakta yarar var: “Senin başkalarına yaptığın kötülüğü ve başkalarının sana yaptığı iyiliği büyük gör. Senin başkalarına yaptığın iyiliği ve başkalarının sana yaptığı kötülüğü küçük gör.” Bu ahlâkî fazilettir. Bu kadarım yapamayan, en azından çıplak gözle bakmayı becerebilmelidir.
131. Sorunları şimdiki bağlam içerisinde ele alınız ve “eski defterleri” karıştırmayınız. Bu tutum eşler arasındaki anlaşmazlığın çözümlenmesinde son derece kolaylaştırıcı bir işlev görecektir. Aksi bir durum, meseleyi çözümsüzlüğe mahkûm etmek olacaktır. Sözün burasında, eşinden hoşlanmadığı bir söz işiten kimse eğer yirmi yıllık evliyse, bütün bu yıllar boyunca eşinin kendisine söylediği “hoşlanılmayan sözler” defterini açıp bir bir saydığını düşünelim. Bu durumda, karşı taraf da, aym yanlışa düşerek kendisini savunmaya kalkacak ve tüm eski ve görülmemiş hesaplar masaya yatırılacaktır. Bu masadan her iki tarafın da, hiç bir hesabı görmeden, fakat görülmemiş eski hesaplara, bir yenisini daha ekleyerek kalkacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Oysa, eşinden hoşlanmadığı sözü işiten kimse “Falan zaman da şunu demiştin” diye söze başlamak yerine “Bu sözü söylediğinde şöyle şeyler hissettim.” diye başlasa problemi şimdiki bağlam içerisinde ele almış ve tartışmayı çatışmaya dönüştürmeden çözümü kolaylaştırmış olur.
132. Karı-koca arasında herhangi bir taraf sürekli nasihatçı, diğer taraf da sürekli nasihat dinleyen pozisyonunda olmamalı, her iki taraf da birbirlerinin nasihat ve öğütlerine açık olmalıdır. Eşler arasında rollerin böylesine adaletsiz paylaşıldığı bir ailede nasihatçıyı denetleyen bir mekanizma olmayacağına göre, o kendisini “la yuhti” (hatasız) ve “la-yüs’el” (sorumsuz) görmeye başlayacak, bu da aileyi despotik ve baskıcı bir aile hâline getirecektir. Böyle bir ailede yetişen bireyler, “uyumlu evlat” ya da “uysal vatandaş” olabilirler, fakat kimlik ve kişilik sahibi bir şahsiyet asla.
133. Ailede anlaşmazlık konusu davranışları somut bir biçimde ele alınız ve tanımlamadan tanımaya gayret ediniz. Karşıdakinin davranışını tanımadan tanımlamaya kalkmak, hasmın hakimlik yapmasına benzer. Neyi tartıştığınızı tesbit ve tayin ederek tartışmayı açınız. Bu, tartışma konusunu somutlaştıracak, dolayısıyla çözümü kolaylaştıracaktır. Eğer eşlerden biri diğerine kızıyor, kendisine kızılan eş muhatabının neye kızdığını açık seçik bilmiyorsa, burada sağlıksız bir durum var demektir. O da iletişimsizliktir. Hele, A’ya kızıp B’den acısını çıkarmaya kalkmanın adil ve tutarlı bir davranışla hiç alakası yoktur. Kişinin koca, eş, anne ya da baba olması, zulmetmesinin gerekçesi olamaz.
134. Yargılamadan, duygu ve düşüncelerinizi muhatabınıza en kısa ve net bir biçimde aktarınız. Yemeğin vaktinde hazırlanmadığını düşünüyorsanız, “Sen sorumsuzsun!” ifadesi bir yargılamadır, fakat “karnım çok aç, yemek geç kaldığında sabırsızlanıyorum, programım aksıyor.” ifadesi duyguyu olduğu gibi muhataba iletmektir. Birinci ifade, söyleyeni aile içerisinde “efendi” konumuna oturtur, ikinci ifade “eş” konumuna. O hâlde ailede ne olduğunuza ve ne olmak istediğinize, dahası eşinize “köle” muamelesi mi “eş” muamelesi mi yapmak istediğinize öncelikle karar vermeniz gerekiyor. 135. Eşler arasında duygular doğrudan ve içerden geldiği gibi -ne eksilterek ne abartarak- ifade edilmeli, doğal ve yalın olmalıdır. “Şimdi bu isteğine evet dersem yarın başa çıkamam, o hâlde ileriye dönük olarak, şimdiden çok sert tepki göstermeliyim” anlayışıyla hareket etmek, sağlıklı değildir. Bu anlayışta abartılmış bir tepki vardır. Eğer eşiniz abarttığınızın farkına varırsa, abartmadığınız durumlarda da tepkilerinizden aynı “dara”yı (net-brüt farkı) düşebilir. Bu da aranızda ciddi bir iletişim ve güven bunalımına yol açar. Eşler birbirlerine duygularını yalın ve net olarak aktardıkları kanaatini verirlerse, çok olağanüstü zamanlarda bu davranışın ne denli yararlı ve olumlu olduğu anlaşılacaktır. Kızılmayacak bir şeye kızarak tepki gösterenler, bir gün gerçekten kızarak tepki göstermeleri gerektiğinde, ya kendilerine daha şedîd yollar bulacaklar, ya da çaresiz kalacaklardır. Unutulmamalıdır ki, haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder.
136. Konunun özü ile konuya ilişkin olmayan ayrıntılar birbirinden ayırt edilmelidir. Eşlerden birinin “iki saattir seni bekliyoruz” demesine muhatabının “bir buçuk saat oldu” diye karşılık vermesi bu türden bir karıştırma ya da saptırmadır. Ya da ” çocuklara şiddet kullanma” diye uyaran eşe “Neresini kırdık?” diye cevap verme de öyle.
137. Aile içi tartışmalarda “aktif dinleme yöntemini uygulayınız. Aktif dinleme, muhatabınızın duygularını ve sözlerini doğru anlayıp anlamadığınızı test etmek için anladığınız şeyi ona tekrarlamak ve onayına sunmaktır. “Sen bencil davranıyorsun?” diyen eşinize “Ben, bencil davranıyorum, öyle mi?” diye sormak ve öncelikle hem onun ağzından çıkanı kulağının duymasını sağlamak, hem de bunu bizim kulağımızın böyle duyup zihnimizin böyle algıladığım ona ilan edip, onaylayıp onaylamadığını test etmek.
138. Eşler arasında bir konu tartışılırken, bir başka tartışma konusu açılmamalı ve bir tartışma bir konuya tahsis edilmelidir. Eşlerden biri “Hem döküm-saçımsın, hem de bana yardımcı olmuyorsun” diyorsa, burada, ayrı ayrı ele alınması gereken iki problemden söze-diliyor demektir. Bunlar ayrı ayrı ele alınarak hedef küçültülmeli ve çözümün yolu açılmalıdır.
139. Eşler arasındaki tartışmada, herhangi bir tarafın haklı çıkmasından iki tarafın da uzlaşması daha sağlıklı ve sonuçları açısından daha verimlidir. Eşlerden biri tartışmayı kendisinin kazanmasının eşinin kaybetmesi anlamına geldiğini hatırdan çıkarmamalı, eşinin kaybetmesinden özel bir haz duyan kimse, her şeyden önce duygularının sağlıklı olup olmadığını tekrar gözden geçirmelidir.
140. Ortada bir problem varsa, eşler birbirlerini değil problemi hedef almalıdırlar. Bu durumda her iki taraf da birbirleri üzerinde değil problem üzerinde yoğunlaşır ve çözüm üretmenin gerekliliğine inanırlar. Her çıkan problemde, problemi tartışmak yerine eşler birbirlerinin varlığını, birbirlerinin karakterlerini, birbirlerinin huy ve zevklerini tartışmaya başlarlarsa, problem çözülmüş olmaz; aksine çözümsüzlüğe mahkûm edilmiş olur ve üstüne üstlük yeni problemler çıkar.
141. Bazı kimseler problemi çözmeyi değil tartışmayı kazanıp haklı çıkmayı hedeflerler. Eşler arasında böyle bir amaçla yapılan tartışma, iletişimin kopmasına kadar varabilecek kötü sonuçlar doğurmaya adaydır.
142. Cedelci biri olmayınız. “İnsan, birçok konuda tartışmacıdır” buyurur Kur’an. İnsanın tabiatında bu vardır, fakat tabiatta bulunan bu güdüyü kontrol altına alıp “hayırda yarışa” kanalize etmek de irade sahibi her insanın becerebileceği bir durumdur. Tartışılmayacak konuları tartışanlar, tartışılması gereken problemlerde kavga etmeye başlarlar.
143. Dikensiz gül istemeyiniz, çünkü olmaz. Ve gülü seven, elbette dikenine de katlanmalıdır. Eğer gülünü seviyorsanız ve sevginiz karşılıksız sevgiyse, sevdiğinizin dikenine katlanmaktan da ayrıca zevk alırsınız. Fakat kimse sizden dikenini de sevmenizi isteyemez. Haddizatında, sevdiğiniz gülün dikenine katlanmaktan haz almak sevginin zirvesi, dikenini de sevmek, sevginin tutkuya dönüşüp gören gözü kör etmesidir.
144. Karı-koca ilişkisi yakın ilişki türlerinin başında gelir. Yakın ve sürekli ilişkilerde mutlaka problemler, pürüzler ve anlaşmazlıklar çıkar. Aslolan problemsiz, pürüzsüz olmak değil, çıkan problemleri kırıcı olmadan tartışmayı bilmektir. Tartışmayı çatışmaya dönüştürmemenin yolu öfkenizi dindirmeden harekete geçmemektir.
145. Tartışma iki çeşittir: Yapıcı tartışma, yıkıcı tartışma. Yapıcı tartışma, hoşlanmadığımız bir şeyi eşimize belli etmek ve bunu yaparken ölçülü davranmaktır. Bunu yapmadığımızda kendi kendimize yabancılaşırız. Eşlerin hoşlanmadıkları hâlde hoşlanmış gibi, sevmedikleri hâlde sevmiş gibi, ya da sevdikleri hâlde sevmiyormuş gibi, beğendikleri hâlde beğenmiyormuş gibi davranmaları kişiyi kendisine karşı yabancılaştırır. Kendisine karşı yabancılaşma gittikçe diğerine karşı yabancılaşmayı da beraberinde getirir.
146. Tartışmanın yapıcı olabilmesinin temel iki şartı karşılıklı iyi niyet ve güvendir. Bu iki şart varsa o tartışma yapıcı tartışma olma şansına sahiptir.
147. Eşler birbirinin paratoneri olabilmelidir. Bilindiği gibi paratoner yıldırımları üzerine çekerek onların başkalarına zarar vermesini önler. Yıldırımlar paratonere zarar veremez, çünkü onun toprak hattı vardır,-paratoner üzerine çektiği yıldırımı toprağa verir. Tıpkı bunun gibi, eşler de birbirlerinin negatif enerjilerini çevreye zarar vermeden soğurmaya çalışmalı, Kur’an’ın ifadesiyle birbirleriyle “sükûnet bulmalı” dırlar. (30:21)
148. Eşler, mümkün olan her yolu deneyerek, tartışmadan muhatabının kaybederek çıkmasının önüne geçmelidir. Eşler arasında tartışmayı birinin kaybetmesi diğerine kârdan çok zarar getirebilir. Bazen kazanılmış bir tartışmanın bedeli tartışmayı kaybeden eşin yüreğinin yaralanması, kişiliğinin zedelenmesi, onurunun kırılması ve hatta sevgisinin ve saygısının kaybolması pahasına olabilir. Böyle bir tartışmanın galibi, tartışmadan kazançlı çıkmadığını, aksine kaybettiğini anlamalıdır. En başarılı tartışma her iki tarafın da kazançlı çıktığı, öğüt alıp özeleştiri yaptıkları bir tartışmadır.
149. Şahsiyeti öldürmeyiniz. Eşlerin yapabileceği en büyük hata, birbirlerinin şahsiyetini hedef almalarıdır. Bu kişinin bindiği dalı kesmesidir. Çünkü, en yüksek insani ilişki, güçlü şahsiyetleri olan iki insan arasında kurulur. Şahsiyeti zayıf “yaıını insan”\ax\a, güçlü ve tam bir ilişki kurmak muhaldir. İşte bu nedenle, karı-koca birbirlerinin şahsiyetini sürekli takviye etmeli, her iki taraf da muhatabının kendine güven duygusunu artıracak şekilde davranmalıdır. Eşlerden birinin kendine güvenmeyen, şahsiyeti yaralı, kişiliği tartışılan biri olması, diğerinin iftiharı değil, belki intiharı olacaktır.
150. Ev hanımlığı, bilgi ve beceri isteyen ayrı bir uzmanlık alanı olarak görülmeli, ev hanımı olmak “hiçbir şey olmamak” olarak algılanmamalıdır. Ev hanımlığını bir “meslek” olarak telakki etmenin gereği, ev hanımlığına evlenmeden önce hazırlanmak ve evliliğe hazırlıklı girmektir. Ev işlerinde beceri gösteren hanımların, yuvanın huzur katsayısını yükselten taraf oldukları unutulmamalıdır.
151. Evlilik ilişkisi, daha başında karşılıklı ezme, “adam etme”, “dersini verme”, kırma ve küstürme üzerine kurulursa, eşlerin ilişkisi daha başlamadan bitmiş demektir.
152. Eşlerden biri, ne kadar iyi tartışırsa o kadar doğru yapacağı kanaatindeyse, hem kendisine hem muhatabına kaybettireceğini şimdiden söyleyebiliriz. Tartışmayı tatlıya bağlama görevini üstlenen, evin yapıcı öznesi olmayı hak etmiş demektir.
153. Eşler, birbirlerini sürekli başkalarıyla kıyaslamamalıdırlar. Özellikle erkekler hanımlarını anneleriyle, kadınlar da kocalarını babalarıyla kıyaslamaktan kaçınmalıdırlar.
154. Evlilik sadece iki kişinin ilişkisi değil, iki ayrı ailenin, iki ayrı çevrenin birbirleriyle ilişki kurmasıdır. Aileleri ve çevrelerini birbirlerine yaklaştırma rolü evli çiftlere düşmektedir.
155. Evlilikte “nasıl olsa evlendik artık” anlayışı “çantada keklik” anlayışına zemin hazırlar. Bu anlayış bir kere yerleşti mi, evlilik fosilleşmeye başlamış demektir. Artık, karşılıklı düzeltme haklan kullanılmamaya başlar, yanlışlar katlanarak sürer gider. Fosilleşmiş bir evlilikte insan-insan ilişkisi ot-çöp ilişkisine dönüşür ve evlilik, insanın sırtında atılması mümkün olmayan bir kambura dönüşür.
156. Geçimsiz kadın yoktur, ancak kadını anlayabilen ve idare edebilen bir erkek gereklidir. Geçimsiz erkek yoktur, ancak erkeği anlayabilen ve idare edebilen bir kadın gereklidir. Dünyanın en azılı katillerinin, diktatörlerinin ve canilerinin dahi uyumlu bir aile kurabildiklerinin örneklerine rastlıyoruz. Bunun sırrı, bu tür canileri dahi idare edebilen kadınların varlığında aranmalıdır.
Mustafa İslamoğlu – Tavsiyeler 2
posted in EGİTİM | 0 Comments