SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK
İSLÂM’DA ŞİRKE MAHAL SAYILAN DAVRANIŞLAR
Biz burada, Allah Teâlâ’nın, Muhammedi şeriatta -sahibine sonsuz salât ve selâm olsun- şirke mahal saydığı ve bu yüzden yasakladığı bazı davranışlar üzerine dikkat çekmek istiyoruz. Bunlar şunlardır:
1. Allah’tan başkasına secde etmek:
Müşrikler, putlara ve yıldızlara secde etmekteydiler. Bunun üzerine Allah’tan başkasına secde edilmesi yasaklandı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Güneşe de aya da secde etmeyin! Onları yaratan Allah’a secde edin.” [316]
Secdede ortak koşmak, -işaret ettiğimiz gibi- beraberinde tedbirde yani kainatın idaresinde de ortak kılmayı gerektirir. Durum, bazı Kelâm bilginlerinin (mütekellimîn), “ibâdette tevhîd, dinlerin değişmesiyle değişebilen ve delîl-i burhanı istenmeyen hükümlerdendir” şeklinde zannettikleri gibi değildir. Eğer öyle olsaydı, Allah Teâlâ, yaratma ve tedbir işinin yalnız kendisine ait olduğunu, (dolayısıyla bunun gereği olan ibadette tevhidin de hakkı olduğunu) beyanla onları ilzam (susturma) yoluna gitmezdi. O şöyle buyurur:
“De ki: Hamd olsun Allah’a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı? (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? (…) Allah ile birlikte başka bir tanrı var öyle mi? Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (…) Eğer doğru söylüyorsanız, siz kesin delilinizi getirin haydi!” [317]
Doğrusu şudur ki onlar, yaratma ve büyük şeylerin idaresi konusunda Allah’ı birlemenin gerekliliğini itiraf etmekte, ibadetin bu iki tevhid şekliyle ayrılmaz halde olacağını -Tevhidin manasını ortaya koyarken işaret ettiğimiz gibi- kabullenmektedirler. Bunun içindir ki, Allah Teâlâ, onları (ulûhiyette tevhidi konusunda) ilzam ettiği şeyle, (ibadette tevhidi konusunda da) ilzam etmiştir. En üstün delil ancak Allah’a aittir.
2. İhtiyaçları Allah’tan başkasından arzetmek:
Şirke mahal sayılan davranışlardan biri de şudur: İnsanlar; hastanın iyileşmesi, fakirin zenginleşmesi gibi ihtiyaçlarını Allah’tan başkasına arzediyorlar, onlardan yardım bekliyorlar, isteklerinin gerçekleşmesi beklentisiyle onlara adaklarda bulunuyorlar ve bereket umarak isimlerini anıyorlardı… Bunun üzerine Allah Teâlâ, namazda:
“Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım isteriz.” [318] denilmesini emretti ve şöyle buyurdu:
“Allah ile birlikte kimseye dua etmeyin (yalvarmayın)!” [319]
Bu âyette sözü edilen “dua” dan maksat, -tefsir bilginlerinin dediği gibi- “ibâdet” değildir; aksine “istiâne” yani yardım istemektir. Çünkü şu âyet, onun bu şekilde anlaşılmasını gerektirmektedir:
“Bilâkis yalnız Allah’a yalvarır, O’ndan yardım istersiniz; O da kaldırılmasını istediğiniz belâyı kaldırır.” [320]
3. Ortak koşulan bazı şeyleri “Allah’ın kızları” ve “Allah’ın oğulları” şeklinde isimlendirmek:
Şirk olarak görülen davranışlardan biri de, ortak koştukları bazı şeyleri (putları) “Allah’ın kızları” ve “Allah’ın oğulları” olarak isimlendirmeleridir. Allah Teâlâ, bunu şiddetle yasaklamıştır. [321] Daha önce bu yasağın sırrını açıklamıştık.
4. Din adamlarını Rab edinmek:
Bir diğeri; din bilginlerini, ruhbanlarını Allah’tan ayrıca Rabbler edinmiş olmalarıdır. Bu şu manada idi: Onlar, din adamlarının kendileri için helâl kıldıkları şeyleri helâl; haram kıldıkları şeyleri de haram sayıyorlar ve haddizatında da durumun öyle olduğunu kabul ediyorlardı.
“Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini.., rabbler edindiler.” [322] ayeti inince Adiyy b. Hatim, Rasûlullah’a (s.a.) gelerek, Ehl-i kitabın böyle bir inanca sahip olmadıklarını, dolayısıyla âyetten maksadın ne olduğunu sormuştu. Rasûlullah (s.a.) ona:
“Din adamları, onlara bazı şeyleri helâl kılıyorlar, onlar da o şeyi artık helâl görüyorlardı; bazı şeyleri de haram kılıyorlar, onlar da o şeyleri artık kendilerine haram sayıyorlardı.” [323] buyurarak âyetten ne kastedildiğini açıklamıştı.
Bunun sırrı şudur: Helâl ve haram kılma yetkisi, melekût âleminde “falanca şey sebebiyle sorumluluk vardır veya yoktur” şeklinde yürürlüğe konulan bir emirden (tekvin) ibarettir ve bu emir, o şey sebebiyle sorgulanma ya da sorgulanmama sebebi olmaktadır. Böyle bir yetki ise ancak Allah’a aittir ve sadece O’nun özelliklerindendir.
“Helâl Kılma” Ya da “Haram Kılma” İfadesinin Rasûlullah’a (s.a.) Nisbeti;
“Helâl kılma” ya da “haram kılma” ifadesinin Rasûlullah’a (s.a.) nisbet edilmesi ise, onun bu meyandaki sözünün, Allah’ın helâl ya da haram kılmasına kesin bir emare olması manasına gelir. Ümmetinden müctehidlere olan nisbetine gelince, o hükmü Şâri’ Teâlâ’dan nass olarak, ya da nasslardan çıkarılmış bir mana olarak rivayet etme anlamındadır.
Bil ki: Allah Teâlâ, bir peygamber gönderip, mucize yoluyla onun peygamberliği sabit olup, onun vasıtasıyla daha önce kendilerince haram olan bazı şeyleri helâl kılınca, bazı insanlar, içlerinde o şeye karşı bir çekingenlik duyarlar ve gönüllerinde o şeyin haramlığına doğru bir meyil bulurlar. Zira millet olarak onu haram kılmaktaydılar.
Bu çekingenlik hali:
a) Helâl kılınan o şeyin, bu şeriatta bulunduğuna dair tereddüt sebebiyle olabilir. Bu durumda o kimse, helâllik hükmünü getiren peygamberi inkâr etmiş (kâfir) bir konumda bulunur.
b) İlk haramlık hükmünün, neshe ihtimali bulunmayacak muhkemlikte olduğu inancı sebebiyle olabilir. Bu inançta olan kişiye göre Allah Teâlâ, bir kuluna ulûhiyet elbisesi giydirmiş veya o kişi Allah’ta fani olup O’nunla baki (fena fillâh ve beka billâh) olmuştur. Böyle birinin, bir şeyi yasaklaması ya da mekruh kılması, (muhalefet halinde) mala ve aileye bir belânın gelmesini gerektirir. Böyle bir kişi, Allah Teâlâ’ya şirk koşuyor; ilâhı gazap ve öfke hali ile mukaddes olan haram ve helâl kılma yetkilerini O’ndan başkasına tanıyor demektir.
5. Putlara ve yıldızlara kurban kesmek:
Bir diğer şekli, adlarına kurban kesmek suretiyle putlara ve yıldızlara yaklaşmaya çalışmaktır. Bu, ya boğazlarken onların adlarını anmak şeklinde, ya da onlara has olan sunaklarda kesmek yoluyla oluyordu. Bu da yasaklandı. Bu meyanda, ortak koştukları tanrılara yaklaşmak amacıyla bazı özellikteki hayvanları salıveriyorlardı. Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Allah, bahîra, sâibe, vasile ve ham diye bir şey (meşru) kılmamıştır. Fakat kâfirler yalan yere Allah’a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları çalışmaz.” [324]
6. Mübarek ve saygı duyulan adlarla yeminde bulunmak:
Bir diğeri de şudur: Bazı insanlar hakkında, isimlerinin mübarek ve saygıdeğer olduğuna inanılır, yalan yere onların isimleriyle yemin edilmesi halinde, mala ya da cana bir bela geleceğine inanılırdı. Bunun için de, öyle bir şeye yeltenilmezdi. Bu inanç sebebiyledir ki müşrikler, anlaşmazlıklarda karşı tarafa hep putlarının isimleriyle yemin verdirirlerdi. Allah Teâlâ, onlara bunu yasakladı. Rasûlullah (s.a.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Kim, Allah’tan başkasının adına yemin ederse, şüphesiz o şirk koşmuştur.” [325]
Bazı muhaddisler, “Rasûlullah (s.a.), bu sözünü tehdit ve mübalağalı bir üslup için söylemiştir” derlerse de, ben aynı kanaatte değilim. Bence, hadisten murad, Allah’tan başkası adına -açıkladığımız inanç üzere- yapılan yemîn-i mün’akide ve yemîn-i gamûstur. [326]
7. Allah’tan başkası adına haccetmek:
Bir diğeri, Allah’tan başkası adına haccetmektir. Bu şöyle olur: Kişi, feyiz ve bereket aldığına inandığı koştuğu ortaklara has yerlere gider, ziyaret eder ve orada bulunmayı, putlara yaklaşma sayar. Şâri’ Teâlâ, bunu da yasaklamıştır. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Hususi ziyaret amacıyla yolculuğa çıkılmaz; bundan üç mescid müstesnadır: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim mescidim.” [327]
8. Çocuklara “Abdu’l-Uzzâ”, “Abdu Şems”.., gibi isimler vermek:
Bir diğeri, çocuklara “Abdu’l-Uzzâ”, “Abdu Şems”.., gibi isimler verilmesidir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Sizi bir tek nefisten (Adem’den) yaratan, gönlü ısınsın diye ondan da eşini (Havva’yı) yaratan O’dur. Eşini sarıp örtünce (onunla birleşince) hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah’a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız.’ diye dua ettiler. Fakat (Allah) onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında Allah’a ortak koştular, Allah ise onların ortak koştuğu şeyden yücedir.” [328]
Hadiste bildirildiğine göre Havva, çocuğuna “Abdu’l-Hars” adını koymuştu. Bu, kendisine şeytanın ilkası sonucunda olmuştu. Sayılamayacak kadar çok hadiste sabit olmuştur ki, Rasûlullah (s.a.), ashabına ait “Abdu’l-Uzzâ”, “Abdu Şems”… (Uzzâ’nın Kulu, Güneşin Kulu) gibi şirk ifade eden isimleri “Abdullah”, “Abdurrahman”gibi isimlerle değiştirmiştir.
Bu saydığımız davranışlar, şirkin suret ve kalıpları olmaktadır. Şirke mahal bulundukları için, Allah Teâlâ onların hepsini yasaklamıştır.
[316] Fussılet: 41/37.
[317] Neml: 27/59-64.
[318] Fatiha: 1/5.
[319] Cinn: 72/18.
[320] En’âm: 6/41.
[321] Meselâ Bkz. En’âm: 6/100, Nahl: 16/57, Saffât: 37/149-153, Zuhruf: 43/16, Tür: 52/59; Mâide: 5/18. (Ç)
[322] Tevbe: 9/31.
[323] Bkz. İbn Kesîr, 2/348.
[324] Mâide: 5/103.
Bahîra: Beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan devedir. Kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı.
Sâibe: Sütünden yalnız misafirlerin faydalanabileceği, putlar adına salıverilen develerdi.
Vasile: Biri erkek, diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya devedir. Bu durumda erkek yavruyu putlara kurban ederlerdi.
Hâm: On nesli dölleyen erkek deveye denir. O da, sırtını korudu düşüncesiyle serbest bırakılırdı. (Ç)
[325] Tirmizî, Nüzûr, 9; Nesâî, Eymân, 4; İbn Mâce, Keffârât, 2.
[326] Yemîn-i gamûs: Yalan yere edilen yemindir. Sahibini cehenneme daldıracağı için bu isim verilmiştir.
[327] Buharı, Mescidu Mekke, 1, 6, Savm, 76; Müslim, Hacc, 415, 511.
[328] A’râf: 7/189-190.
(Şah Veliyyullah Dihlevi, Huccetullahi Baliğa, c. 1, 230 (186).)
posted in *ÇOKTANRICILIK(Şirk) | 6 Comments