-
30th Ocak 2012

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

İSLÂM’DA ŞİRKE MAHAL SAYILAN DAVRANIŞLAR

Biz burada, Allah Teâlâ’nın, Muhammedi şeriatta -sahibine sonsuz salât ve selâm olsun- şirke mahal saydığı ve bu yüzden yasakladığı bazı davranışlar üzerine dikkat çekmek is­tiyoruz. Bunlar şunlardır:

 

1. Allah’tan başkasına secde etmek:

Müşrikler, putlara ve yıldızlara secde etmekteydiler. Bunun üzerine Allah’tan başkasına secde edilmesi yasaklandı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Güneşe de aya da secde etmeyin! Onları yaratan Allah’a sec­de edin.” [316]

 

Secdede ortak koşmak, -işaret ettiğimiz gibi- beraberinde tedbirde yani kainatın idaresinde de ortak kılmayı gerektirir. Du­rum, bazı Kelâm bilginlerinin (mütekellimîn), “ibâdette tevhîd, dinlerin değişmesiyle değişebilen ve delîl-i burhanı istenmeyen hükümlerdendir” şeklinde zannettikleri gibi değildir. Eğer öyle ol­saydı, Allah Teâlâ, yaratma ve tedbir işinin yalnız kendisine ait ol­duğunu, (dolayısıyla bunun gereği olan ibadette tevhidin de hakkı olduğunu) beyanla onları ilzam (susturma) yoluna gitmezdi. O şöy­le buyurur:

“De ki: Hamd olsun Allah’a, selâm olsun seçkin kıldığı kulla­rına. Allah mı hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı? (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? (…) Allah ile birlikte başka bir tanrı var öyle mi? Allah, onla­rın koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (…) Eğer doğru söylüyorsanız, siz kesin delilinizi getirin haydi!” [317]

Doğrusu şudur ki onlar, yaratma ve büyük şeylerin idaresi konusunda Allah’ı birlemenin gerekliliğini itiraf etmekte, ibadetin bu iki tevhid şekliyle ayrılmaz halde olacağını -Tevhidin manası­nı ortaya koyarken işaret ettiğimiz gibi- kabullenmektedirler. Bunun içindir ki, Allah Teâlâ, onları (ulûhiyette tevhidi konusun­da) ilzam ettiği şeyle, (ibadette tevhidi konusunda da) ilzam etmiş­tir. En üstün delil ancak Allah’a aittir.

2. İhtiyaçları Allah’tan başkasından arzetmek:

Şirke mahal sayılan davranışlardan biri de şudur: İnsanlar; hastanın iyileşmesi, fakirin zenginleşmesi gibi ihtiyaçlarını Al­lah’tan başkasına arzediyorlar, onlardan yardım bekliyorlar, istek­lerinin gerçekleşmesi beklentisiyle onlara adaklarda bulunuyorlar ve bereket umarak isimlerini anıyorlardı… Bunun üzerine Allah Teâlâ, namazda:

Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım isteriz.” [318] denilmesini emretti ve şöyle buyurdu:

“Allah ile birlikte kimseye dua etmeyin (yalvarmayın)!” [319]

Bu âyette sözü edilen “dua” dan maksat, -tefsir bilginleri­nin dediği gibi- “ibâdet” değildir; aksine “istiâne” yani yardım is­temektir. Çünkü şu âyet, onun bu şekilde anlaşılmasını gerektir­mektedir:

“Bilâkis yalnız Allah’a yalvarır, O’ndan yardım istersiniz; O da kaldırılmasını istediğiniz belâyı kaldırır.” [320]

 

3. Ortak koşulan bazı şeyleri “Allah’ın kızları” ve “Allah’ın oğulları” şeklinde isimlendirmek:

Şirk olarak görülen davranışlardan biri de, ortak koştukları bazı şeyleri (putları) “Allah’ın kızları” ve “Allah’ın oğulla­rı” olarak isimlendirmeleridir. Allah Teâlâ, bunu şiddetle yasakla­mıştır. [321] Daha önce bu yasağın sırrını açıklamıştık.

4. Din adamlarını Rab edinmek:

Bir diğeri; din bilginlerini, ruhbanlarını Allah’tan ayrıca Rabbler edinmiş olmalarıdır. Bu şu manada idi: Onlar, din adamlarının kendileri için helâl kıldıkları şeyleri helâl; haram kıldıkları şeyleri de haram sayıyorlar ve haddizatında da durumun öyle ol­duğunu kabul ediyorlardı.

“Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini.., rabbler edindi­ler.” [322] ayeti inince Adiyy b. Hatim, Rasûlullah’a (s.a.) gelerek, Ehl-i kitabın böyle bir inanca sahip olmadıklarını, dolayısıyla âyetten maksadın ne olduğunu sormuştu. Rasûlullah (s.a.) ona:

Din adamları, onlara bazı şeyleri helâl kılıyorlar, onlar da o şeyi artık helâl görüyorlardı; bazı şeyleri de haram kılıyorlar, on­lar da o şeyleri artık kendilerine haram sayıyorlardı.” [323] buyurarak âyetten ne kastedildiğini açıklamıştı.

Bunun sırrı şudur: Helâl ve haram kılma yetkisi, melekût âleminde “falanca şey sebebiyle sorumluluk vardır veya yoktur” şeklinde yürürlüğe konulan bir emirden (tekvin) ibarettir ve bu emir, o şey sebebiyle sorgulanma ya da sorgulanmama sebebi ol­maktadır. Böyle bir yetki ise ancak Allah’a aittir ve sadece O’nun özelliklerindendir.

“Helâl Kılma” Ya da “Haram Kılma” İfadesinin Rasûlullah’a (s.a.) Nisbeti;

“Helâl kılma” ya da “haram kılma” ifadesinin Rasûlullah’a (s.a.) nisbet edilmesi ise, onun bu meyandaki sözünün, Allah’ın helâl ya da haram kılmasına kesin bir emare olması manasına ge­lir. Ümmetinden müctehidlere olan nisbetine gelince, o hükmü Şâri’ Teâlâ’dan nass olarak, ya da nasslardan çıkarılmış bir mana olarak rivayet etme anlamındadır.

Bil ki: Allah Teâlâ, bir peygamber gönderip, mucize yoluyla onun peygamberliği sabit olup, onun vasıtasıyla daha önce kendi­lerince haram olan bazı şeyleri helâl kılınca, bazı insanlar, içlerin­de o şeye karşı bir çekingenlik duyarlar ve gönüllerinde o şeyin haramlığına doğru bir meyil bulurlar. Zira millet olarak onu haram kılmaktaydılar.

 

Bu çekingenlik hali:

a) Helâl kılınan o şeyin, bu şeriatta bulunduğuna dair tered­düt sebebiyle olabilir. Bu durumda o kimse, helâllik hükmünü getiren peygamberi inkâr etmiş (kâfir) bir konumda bulunur.

b) İlk haramlık hükmünün, neshe ihtimali bulunmayacak muhkemlikte olduğu inancı sebebiyle olabilir. Bu inançta olan ki­şiye göre Allah Teâlâ, bir kuluna ulûhiyet elbisesi giydirmiş veya o kişi Allah’ta fani olup O’nunla baki (fena fillâh ve beka billâh) ol­muştur. Böyle birinin, bir şeyi yasaklaması ya da mekruh kılması, (muhalefet halinde) mala ve aileye bir belânın gelmesini gerekti­rir. Böyle bir kişi, Allah Teâlâ’ya şirk koşuyor; ilâhı gazap ve öfke hali ile mukaddes olan haram ve helâl kılma yetkilerini O’ndan başkasına tanıyor demektir.

5. Putlara ve yıldızlara kurban kesmek:

Bir diğer şekli, adlarına kurban kesmek suretiyle putlara ve yıldızlara yaklaşmaya çalışmaktır. Bu, ya boğazlarken onların ad­larını anmak şeklinde, ya da onlara has olan sunaklarda kesmek yoluyla oluyordu. Bu da yasaklandı. Bu meyanda, ortak koştukları tanrılara yaklaşmak amacıyla bazı özellikteki hayvanları salıveriyorlardı. Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Allah, bahîra, sâibe, vasile ve ham diye bir şey (meşru) kılmamıştır. Fakat kâfirler yalan yere Allah’a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları çalışmaz.” [324]

 

6. Mübarek ve saygı duyulan adlarla yeminde bulunmak:

Bir diğeri de şudur: Bazı insanlar hakkında, isimlerinin mü­barek ve saygıdeğer olduğuna inanılır, yalan yere onların isimle­riyle yemin edilmesi halinde, mala ya da cana bir bela geleceğine inanılırdı. Bunun için de, öyle bir şeye yeltenilmezdi. Bu inanç se­bebiyledir ki müşrikler, anlaşmazlıklarda karşı tarafa hep putları­nın isimleriyle yemin verdirirlerdi. Allah Teâlâ, onlara bunu ya­sakladı. Rasûlullah (s.a.) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Kim, Allah’tan başkasının adına yemin ederse, şüphesiz o şirk koşmuştur.” [325]

Bazı muhaddisler, “Rasûlullah (s.a.), bu sözünü tehdit ve mü­balağalı bir üslup için söylemiştir” derlerse de, ben aynı kanaatte değilim. Bence, hadisten murad, Allah’tan başkası adına -açıkla­dığımız inanç üzere- yapılan yemîn-i mün’akide ve yemîn-i gamûstur. [326]

 

7. Allah’tan başkası adına haccetmek:

Bir diğeri, Allah’tan başkası adına haccetmektir. Bu şöyle olur: Kişi, feyiz ve bereket aldığına inandığı koştuğu ortaklara has yerlere gider, ziyaret eder ve orada bulunmayı, putlara yaklaşma sayar. Şâri’ Teâlâ, bunu da yasaklamıştır. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Hususi ziyaret amacıyla yolculuğa çıkılmaz; bundan üç mescid müstesnadır: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim mesci­dim.” [327]

 

8. Çocuklara “Abdu’l-Uzzâ”, “Abdu Şems”.., gibi isimler vermek:

Bir diğeri, çocuklara “Abdu’l-Uzzâ”, “Abdu Şems”.., gibi isim­ler verilmesidir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Sizi bir tek nefisten (Adem’den) yaratan, gönlü ısınsın diye ondan da eşini (Havva’yı) yaratan O’dur. Eşini sarıp örtünce (onunla birleşince) hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah’a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olaca­ğız.’ diye dua ettiler. Fakat (Allah) onlara kusursuz bir çocuk ve­rince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında Allah’a ortak koştu­lar, Allah ise onların ortak koştuğu şeyden yücedir.” [328]

Hadiste bildirildiğine göre Havva, çocuğuna “Abdu’l-Hars” adını koymuştu. Bu, kendisine şeytanın ilkası sonucunda olmuştu. Sayılamayacak kadar çok hadiste sabit olmuştur ki, Rasûlullah (s.a.), ashabına ait “Abdu’l-Uzzâ”, “Abdu Şems”… (Uzzâ’nın Kulu, Güneşin Kulu) gibi şirk ifade eden isimleri “Abdullah”, “Abdurrahman”gibi isimlerle değiştirmiştir.

Bu saydığımız davranışlar, şirkin suret ve kalıpları olmakta­dır. Şirke mahal bulundukları için, Allah Teâlâ onların hepsini ya­saklamıştır.

[316] Fussılet: 41/37.

[317] Neml: 27/59-64.

[318] Fatiha: 1/5.

[319] Cinn: 72/18.

[320] En’âm: 6/41.

[321] Meselâ Bkz. En’âm: 6/100, Nahl: 16/57, Saffât: 37/149-153, Zuhruf: 43/16, Tür: 52/59; Mâide: 5/18. (Ç)

[322] Tevbe: 9/31.

[323] Bkz. İbn Kesîr, 2/348.

[324] Mâide: 5/103.

Bahîra: Beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan devedir. Kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı.

Sâibe: Sütünden yalnız misafirlerin faydalanabileceği, putlar adına sa­lıverilen develerdi.

Vasile: Biri erkek, diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya de­vedir. Bu durumda erkek yavruyu putlara kurban ederlerdi.

Hâm: On nesli dölleyen erkek deveye denir. O da, sırtını korudu dü­şüncesiyle serbest bırakılırdı. (Ç)

[325] Tirmizî, Nüzûr, 9; Nesâî, Eymân, 4; İbn Mâce, Keffârât, 2.

[326] Yemîn-i gamûs: Yalan yere edilen yemindir. Sahibini cehenneme dal­dıracağı için bu isim verilmiştir.

[327] Buharı, Mescidu Mekke, 1, 6, Savm, 76; Müslim, Hacc, 415, 511.

[328] A’râf: 7/189-190.

 

(Şah Veliyyullah Dihlevi, Huccetullahi Baliğa, c. 1, 230 (186).)

 

posted in *ÇOKTANRICILIK(Şirk) | 6 Comments