RİVAYETLERİN (HADİSLERİN) İSLAMİ AÇIDAN DEĞER(LENDİRİLMES)İ
Allah herkese kendisiyle gerçeği görecekleri akıl ve vicdan vermiş, içinde ilkeler ve değerlerle dolu bir kitabı seçkin elçilerine indirmiştir. İnsan net olan bazı konulara inanmayınca, ondan emin olmayınca diğer konular da sorunlu sürmektedir.
KUR’AN’DA ALLAH’IN SÖZLERİ VE FİİLLERİ
KUR’AN’DA İNSAN SÖZLERİ VE DAVRANIŞLARI
Kur’an, Allah’ın kitabıdır, kelamıdır. tümüyle Allah’ın söz (kavl) ve fiillerinin anlatımından oluşmaz. Bu, ne demektir? Kur’an’da Allah’ın sözleri ve fiilleri dışında, peygamberlerin, müminlerin sözleri ve davranışları vardır. Ancak bu sözleri de yine biz Allah aktarmıştır. Bu sözlerin sahipliği gerçeğini değiştirmemiştir. O yüzden örneğin Allah demiştir ki: Musa dedi ki “:….” Böylece Hz. Musa’nın sözünü bize aktarmıştır. Tüm aktarımla birkaç cümle değildir. Binden fazla cümle… Orada münafıkların, kafirlerin, müşriklerin, şeytanların, katillerin, eşcinsellerin sözleri ve davranışları anlatılmıştır. Dolayısıyla orada, Allah Resulüne ve diğer resullere ait kesin sözler vardır.
Örnek mi?
Furkan: 30. Peygamber dedi ki: “Ey Rabbim! Halkım şu Kur’an’ı amacından uzak bir konuma soktu.”
Bu sözün Allah Resulüne ait olduğu kesin mi? Elbette… Buna benzer oldukça çok sayıda örnek var. 332 yerde, Allah “kul=de ki” diyor. “De ki” ile başlayan ayetlerde Peygamber’in söylemesi gerekenler, en az 4-5 cümleden oluşuyor. Bu ne demek? “De ki”li cümleler, en az 1500 cümle. Allah Resulü’nün, en az 1500 cümleyi kesinlikle söylediğini biliyoruz. Bir de, “Sen dedin”, “Demiştin”, “Diyordun”, “Demedin”, “Dedin mi” gibi bu konuya çok sayıda örnek var. 460 yerde ise diğer Allah’ın Resullerinin dedikleri aktarılmıştır. Bunu da en az 5 ile çarpalım. En az 2000 cümle yapar. Bir de Allah Resulu zikretti (bahsetti), sordu, hatırlattı, öğüt verdi, nasihat etti diye geçen ifadeler var. Bunların dışında “Müminler dedi ki” diye başlayan cümlelere girmeyelim. 534 yerde inanmayanların (müşrik, kafir, zalim) sözleri aktarılmış. Bunu da en azından 5 ile çarpalım. 2000’den fazla cümle kafirlerin sözü olarak aktarılmış. Allah’ın Firavun’un sözlerini, şeytanın sözlerini bile en azından birkaç sayfa Kur’an’ına koymuş, ama sevdiği, seçtiği elçisinin sözünü koymamış. Lütfen gerçeğe saygılı olalım. Yoksa şeytanın ve Firavun’un sözü daha mı kıymetli? Haşa. Örnekler sözler mi istemiştiniz? Buyurunuz…
KUR’AN’DA “DE Kİ” İFADELERİ–
2/80,93,94,97,111,120,135,139,140,142,189,215,217, 219,219, 220,222 3/12,15,20,26, 29,31-32,61,64,73,84,93,95, 98,99,119,154,154,165,168,183 4/63,77,78,127,176 5/4,17,18,59-60,68,76,77,100 6/11, 12,14,14,15,19 (4yerde),37,40,46,47,50,50,54, 56,58,63,66,71,90-91,91,109,135, 143,145,147, 151,158,161,162,164 7/28,29,32,33,158,187,187,188,195,203 8/1,38,70 9/24, 51,53,61,64, 65,81,83, 94,105,129 10/15,16, 18,20,21,31,31,34,35,38,41,49-50,53,58-59,59,69, 101-102, 104,108 11/13,35,121 12/108 13/16 (5yerde), 27,30,33, 36,43 14/30,31 15/89 16/102 17/23, 24,28,42,50-51,51,53,56, 80, 81, 84,85,88,93, 95,96,100,107,110, 111 18/22,24, 26,29,83, 103,109,110 19/75 20/44,47,105,114,135 21/24,42,45, 108,109 22/49,68, 72 23/28, 29,84, 85,87,88,89,93,97,118 24/30,31,53,54 25/6,15,57,77 26/12,216 27/59,64,65, 69,72,92,93 28/49, 71, 72,85 29/20,50,52,63 30/42 31/25 32/11,29 33/16,17,28,59,63 34/3,22,24,24-25-25-27,30,36,39,46-47-48-49-50 35/40 36/79 37/18 38/65,67,86 39/8-9-10-11,13-14-15,38,38-39,43-44,46,53,64 40/66 41/6,9,13,44,52 42/15,23 43/81,89 45/14,26 46/4,8,9,10 48/11, 15,16 49/14,16,17 52/31 56/49 62/6,8,11 64/7 67/23,24,26,28,30 72/1,20,21,22,25 79/18 109/1-6 112/1-4 113/1-5 114/1-6 58 sûre Toplam 332 yerde Dedin/söyledin-9/92 Diyorsun/Söylüyorsun-3/124 4/81 11/91 20/94 33/37 Demiyorum/Söylemiyorum-6/50,50 7/105 11/31,31,31 40/44 Deme/Söyleme-17/23 18/23 Denildi ki- 2/11,13,91,170,206 3/167 4/61,77 5/104 9/38,46 16/24,30 24/28 25/60 32/20 36/45,47 37/35 45/32 58/11 63/5 77/48 Sözün- 41/33 69/40 81/19
DİĞER RESULLERİN SÖYLEDİKLERİ:
-2/54,61,67-69,71,124,126-129,131-133,214, 246-248,258-260 3/37-38,40-41,52,55,124 4/81 5/20,25-26,72,109-110,112,114, 116-117 6/50,74,76-78,80 7/59,61, 65,67,71,73-74,79, 80-81,85-88,93,104-105,116,128-129,138, 140,143,150-151,155 9/40,92 10/71-72, 77,80-82, 84,88 11/7,18,28-31, 33-34,41-43,45,47, 50-53,54-57,61,63-65,69,77-78,80,84-86,88-90,91-93 12/4-6,13,18,23,26,33,37-42,47-50, 52-53,55,59-60, 62,64,66-67,69,77,79,83-84,86-87,89-90, 92-94,96,98-101 14/6-12,35-41 15/52,54,56-57,62,68-69, 71-72 17/102 18/60,62,64,66,69,71, 73-74,76-77,95-96,98 19/3-6,8,10-11,30-33,42-45,47-48 20/10,18,25-35,45, 47-48,50,52- 54, 59,61,66,84, 86,90,92-94,97-98 21/52,54,56-57,63,66-67,83,87,89,112 23/23,26,32,39 25/30 26/12-14,16,20-22,24, 26,28,30,43,62,70,72-73,75-89,106-110,112-115,117-118,124-135,142-152, 155-156, 161-166,168-169,177-184,188 27/7,15-16,19-21,27-28,31,36-38,40-41,44-46,54-55,91-92 28/28 29/16-18,25-26,28-30,32,36 31/13,16-19 33/37 36/14,16-17,19,26-27 37/85-89,91-93,95-96,99-100,102,124-126 38/24,32-33, 35,41 39/71 40/27-28,50,83 43/24,26, 46,63-64 46/15,17 51/25,27,31 60/4 61/5-6,14 66/3 71/2-28 91/13 463 yerde
İNANMIŞ KİŞİLERİN SÖYLEDİKLERİ
–2/25,58,83,104,133,136,154,156,169,201,235, 246,249-250, 259,285 3/7, 16,37,52,64, 81, 147,165,173 4/5,8-9,43,46,75,77,94,171 5/7,14,23,27,53, 83, 85,111-113 6/152 7/23, 35-37,43-44,47,50,75, 121,125, 129,149,161,164,205 9/59 10/85 11/72 12/10,74,79,80,91,97 16/27, 30,116 17/23,28,108 18/10,14,19, 21,23,37,53, 63,67,70, 72,75,78,95-96,98 19/18,20,23,26,29 20/40, 70,72 22/40 23/109,113 24/12,16,51 25/63,65, 74 26/47,50,61 27/22,39-40,42,44 28/9,11,12,20,23, 25-27,53,55,76,80 28/82 29/2,46 30/56 31/13 33/4,22,32,69-70 34/23 35/34 37/54,56,102 38/22-23 39/74 40/28,30,38,44 41/30,33 42/45 43/13,24 46/13,15,29-30 47/16,20-21 49/14 51/29 52/26 57/14 58/1-3 59/10 60/4 61/2-3,14 66/3,8,11 68/28 69/19 72/1,5 78/38 183 yerde
Bir de Kur’an’da elçilerin davranışları aktarılır. “Hani sen evinden çıkmıştın. Hani müminlerin hoşuna gitmiyordu. Hani eşine bir şey söylemiştin.” Gibi canlı örnekler sunulur. Bu ayetlerin sayısı da oldukça kabarıktır. Öyleyse gerçekten peygambere itaati önemseyen bir kişi için Peygamber’e ait çok sayıda söz ve davranış Kur’an’da mevcuttur. Ayrıca hadis kitapları da ilahi kitabı destekliyorsa onlar da bu anlayışı güçlendirir.
PEYGAMBER’İN DAVRANIŞLARI:
v İmanı-2/285 3/152,179 4/136 7/158 9/86 24/62 48/9 49/15 57/7,19 58/4 60/1 61/11, İmanda ayrım yapılmaması-2/285 3/152,
v Sorumluluk bilinci ve özdenetimi-3/179 8/1 24/52 57/28, Takva çağrısı-26/107,125,143, 162, 178, İtaatı-3/32,132 4/13,59,69 5/92 8/20,46 9/71 24/52,54 33/33 48/17 49/7,14 58/13 64/12,
v Tebliği-5/67,92 7/62,68,79,93 16/35 24/54 29/18 33/39 64/12 72/23,28, Daveti- 8/24 57/8, Allah’tan başkalarını kutsal bilip bağlanmamaya çağrısı-41/14, Allah’ın kullarının kendisine teslim etme çağrısı-44/17-18,
v İlahi mücadelesi[cihâd]-9/86,88 61/11, Nasihatı-7/62,68,93, Düzeltmek için uğraşı-8/1, Aktivitesi-26/218 52/48 72/19 73/2,20 74/2, Geri kalmayışı-9/120,
v Namaz-niyazı-24/56 33/33 58/13,
v Zekatı-24/56 33/33 58/13, Sosyal yardım harcaması yapması-57/7, Zenginleştirmesi-9/74, Vermesi-9/59 59/7,
v Açıklaması-5/15,19 14/4, Okuyup anlatışı-2/129,151 7/35 39/71 65/11 98/2, Vahiy konuşması-53/3-4,
v Dostluğu-5/56, Sırdaş edinmesi-9/16, Sevgisi-9/24 42/23, Birlikteliği-9/88 25/27, Müminlere karşı şefkatli ve merhametli oluşu-9/128, Müminlere karşı düşkünlüğü-9/128,
v Başvurulması-4/59, Görüşü-9/94,105, Sakındırması-59/7, Haram kılması-9/29, Haksızlık etmemesi-24/50, Kararı-24/48,51, Nihaî kararı-33/36, Bilgisi-57/25, Bağışlanma isteği-4/64 63/5, İnsanların içinde olması-3/101,
v Dürüstlüğü-11/112 33/22 36/52 42/15, Onurlu olması-9/128, Şahit olması-2/143 22/78 73/15, Uyarıcı olması- 4/165 6/48 18/56, Onaylaması-2/101 3/81, Müjdelemesi-4/165 6/48 18/56, Sözü-33/22, Yüzünü din için çevirmesi-10/105 30/30,43,
v Gerçeği getirmesi-4/170, Ayet getirmesi-3/49 13/38 40/78, Eseri-20/96, Aldanma vaat etmemesi-33/12,
Allah dileseydi Kitabını koruduğu gibi hadisleri de korurdu. Ayrıca hadis kitaplarının yazım tarihine baktığımızda Hz. Peygamber’den yaklaşık 200 yıl sonra, Emevi gibi zalim, ırkçı, totaliter, baskıcı bir devletin temelleri üzerinde yazılmıştır. O devlet ki yöneticileri fıçı fıçı içki içip sarhoş olmuşlar, yolsuzluklar yapmışlar, dansöz oynatmışlar, dini dejenere etmek için kendi lehlerine hadis uydurmuşlar, tüm Emevi camilerinde 80 yıl boyunca Hz. Ali ve yakın çevresine saatlerce lanet okumuşlardır. Peygamber’in en yakın arkadaşlarına zulm etmişlerdir. Onların bıraktığı mirastan farklı sonuç beklemek çok fazla safdillik olurdu.
Kur’an’da bilindiği gibi Besmelelerle birlikte 6346 ayet bulunmaktadır. Hadis kitapları geçmişteki çeşitli din bilginleri tarafından sınıflandırılmıştır:
Kimine göre güvenilir(sahih) hadis kitapları, KÜTÜBÜ SİTTE (ALTI HADİS KİTABI)’dır. Toplam 35.197 hadis içermektedir.
Kimine göre güvenilir(sahih) hadis kitapları, KÜTÜBÜ SEB’A (YEDİ HADİS KİTABI)’dır. Toplam 37.023 hadis içermektedir.
Kimine göre güvenilir(sahih) hadis kitapları, KÜTÜBÜ TİS’A (DOKUZ HADİS KİTABI)’dır. Toplam 80.529 hadis içermektedir.
HADİS ALİMLERİNİN BİRBİRLERİNE İTİRAZLARI
Sadece Buhari ve Müslim’in ortak hadis sayısı 1986’dir. Bu şu demektir: 1986 hadisin dışında kalan hadisleri her bir hadis kitabı düzenleyicisi olan din alimi, sahih olarak görmemektedir. Görmediği, kendi kriterlerine uygun olmadığı için kitabına almamıştır. (Bkz. Müttefekun Aleyh_ Abdullah Feyzi Kocaer) http://www.darulkitap.com/kitaplar/hadis/muttefikunaleyh.rar
Kütübü Sitte ve Müsned’in ortak hadis sayısı 295’dir. Bu şu demektir: 295 hadisin dışında kalan hadisleri her bir hadis kitabı düzenleyicisi olan din alimi, sahih olarak görmemektedir. Görmediği, kendi kriterlerine uygun olmadığı için kitabına almamıştır. (Bkz. Yedi Hadis İmamının İttifak Ettiği Hadisler: Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, İbn Mace, Ahmed B. Hanbel) http://www.darulkitap.com/kitaplar/hadis/7imam.rar
Kütübü Sitte ve diğer hadis kitaplarındaki ortak sayısı 499’dür. Bu şu demektir: 499 hadisin dışında kalan hadisleri her bir hadis kitabı düzenleyicisi olan din alimi, sahih olarak görmemektedir. Görmediği, kendi kriterlerine uygun olmadığı için kitabına almamıştır. (Bkz. Camiu’l-Ehadis: Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, İbn Mace, Ahmed B. Hanbel, Malik B. Enes, Darimi) http://www.darulkitap.com/kitaplar/hadis/camiulehadis.rar
Evet, bir hadis bilginin sahih kabul ettiği hadisi diğer hadis bilginleri (çoğu hadis bilgini) sahih olarak görmemektedir. Sahih kabul etme elbette sened (rivayet eden kişiler) itibariyledir. Sened itibariyle de olsa sahih görülmemektedir. Hadis bilginlerinin sahihliğinde ittifak ettikleri, Kur’an denetimine tabi tutma dışında hadislerin sağlamasını yapma yöntemi bilinmemektedir. Hadis kültürü dünyasında, 1 veya 2 milyona yakın hadis bulunmaktadır. Oysa Kütüb-ü Sitte (Altı Hadis Kitabı) ‘de tekrarsız olarak yaklaşık 10 bin hadis bulunmaktadır. Kütüb-ü Tis’a (Dokuz Hadis Kitabı-Müsned, Muvatta ve Darimi dahil) ‘da tekrarsız hadis sayısı 50 bini geçmez.
Dönelim geleneksel mirasa. Alimler 200 yıl sonra yazılan kitapların, özellikle rivayetlerin(hadislerin) kritiğini (eleştirisini) yapmışlardır. Hatta Dört Halife Döneminde zaman zaman dile getirilen çok kısmi hadis örnekleri Hz. Ömer ve Hz. Aişe validemizin tenkidine uğramıştır. Hz. Aişe’nin itiraz ettiği hadisler adı altında eserler hadis alanında uğraş verenlerce meşhurdur. Zaten birinin kendi hadis kitabına aldığı ama diğerinin almadığı hadisler, o hadis bilginine göre sahih kapsamında değerlendirilmemektedir.
BUHARİ VE MÜSLİM(SAHİHAYN)‘E YAPILAN TENKİTLER-(Prof.Dr.M.Yaşar KANDEMİR)
1- Dârekutnî‘nin(ö.385/995) Tenkidleri: Tarih boyunca muhtelif muhaddisler Buhari’nin ve Müslim ‘in Sahih ‘lerine tenkitler yöneltmişlerdir. Bilindiği kadarıyla bu eserleri senedleri bakımından tenkid edenlerin ilki Buhari ‘den 119 yıl sonra vefat eden Dârekutnî ‘dir(ö.385/995). El-İlzâmât `ale’s-Sahihayn adlı eserinde, Buhari ve Muslim ‘in şartlarına uyduğu halde Sahihayn ‘da yer almayan yetmiş hadisi toplamıştır… Dârekutnî ‘nin aynı konudaki diğer önemli bir eseri (el-İlzâmât ile birlikte yayımlanan) Kitâbu’t-Tetebbu` ‘dur. Sahihayn ‘da bulunup da illetli olduğunu ileri sürdüğü 218 hadis hakkındadır…
2-İbn Hazm‘in (ö.438/1046) Tenkidleri: İki hadisi tenkid etmiştir. Buhari ‘deki tenkid ettiği hadis, İsra ve Mi’rac hadisidir. Muslim ‘deki hadis ise, Mekke fethinde müslüman olan Ebu Sufyan ‘ın Resûlullah ‘tan istediği üç şeye dairdir.
3-Ebu Ali el-Gassanî‘nin (ö.498/1105) Tenkidleri: Et-Tenbîh ale’l-evhâmi’l-vakia Fi’s-Sahihayn min Kıbel’r-Ruvât ile diğer eseri, Takyîdu’l-Muhmel ve Temyîzu’l-Muşkil
4-Mahmud Ebû Reyye: Edvâ’`ale’s-Sunneti’l-Muhammediyye ev difâ` `ani’l-hadis= “Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması” adıyla Yöneliş Yayınlarınca Türkçeye çevrilmiştir. 200 ‘den fazla hadisi kuşkulu bulmuştur. s.338 Hâzimî-Şurûtu’l-Eimmeti’l-Hamse. Bu kitapta, Muhammed Zâhid el-Kevseri nin yazdığı dipnotta, 200 ‘den fazla hadisi kuşkulu bulmuştur.
5-el-Makdisî: Garâibu’s-Sahihayn-200 ‘den fazla hadisi kuşkulu bulmuştur.
6-es-Seyyid Sâlih Ebû Bekr‘in Görüşleri: El-Advâu’l-Kur’âniyye fi’ktisâhi’l-ehâdisi’l-isrâîliyye ve tathîri’l-Buharî minhâ: İsrailiyyat izleri taşıyan hadisler, Kur’an ‘da olmayan hükümleri koyan hadisler, Peygamber ‘i aşırı yücelten hadisler buna örnek vermiştir. Sahih-i Buhari İsrailiyyatla dolu olduğunu diğerlerinin de benzer özellikler taşıdığını söylemiştir… Kur’an ‘da her şey olduğunu, Kur’an ‘a ters düşen sözlerin uydurma olduğunu dile getirmiştir… İki cilt kitabının ikinci cildinde, 120 hadisin İsrailî uydurma olduğunu söylemiştir…
7-Muhammed Sâdık Necmî‘nin Görüşleri: Teemmulât fi’-Sâhihayn. Şii yazar 50 hadisi tenkid etmektedir.
8-Muhammed Gazâlî’nin Görüşleri: Es-Sunnetu’l Nebeviyye beyne ehli’l fıkh ve ehli’l hadîs= Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevi Sünnet adıyla Türkçeye de tercüme edilmiştir. Trc. Ali Özek İstanbul-1982 20 ‘den fazla hadisi tenkid etmiştir. Bu konuda bir açık oturum düzenlenmiş, “Sünnet Üzerine Bir Kitap ve Bir Açık Oturum” adıyla İslami Araştırmalar dergisinde neşredilmiştir. V/2 s.100-118 Nisan 1991
9-Mehmed Said Hatiboğlu’nun Görüşleri: Hz.Peygamber’in Vefatından Emevilerin Sonuna Kadar Siyasi İctimai Hadiselerle Hadis Münasebetleri(Doçentlik tezi)-Gayb haberlerini Peygamber ‘in bilemeyeceğini, bu haberlerin uydurma olduğunu bildirmiştir. Uydurmaya örnek olarak Buhari ve Muslim ‘den bir hayli hadis rivayet etmiştir. (SÜNNETİN DİNDEKİ YERİ s.367-410 İSLAMİ İLİMLER ARAŞTIRMA VAKFI TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR. ENSAR NEŞRİYAT İSTANBUL-1998 Prof.Dr.M.Yaşar KANDEMİR).
HADİSLERİN VE ALLAH RESULÜNÜN KONUMU
Görece olarak bazı hadis kitapları diğerlerine göre daha sahihtir. Örneğin Buhari ve Müslim bunlar arasında en güvenilir olan hadis kitaplarıdır. Evet, bu kitaplarda çok sayıda ahlaki ve ilahi değerler vardır. Bunlar da Kur’an’daki pek çok ayeti destekler mahiyettedir. Şimdilik bu hadis kitaplarından örnekler vermek yerine genel bilgi vermeyi uygun buluyorum. Ancak aynı kitaplarda insanı, özellikle kadınları aşağılayıcı ve Kur’an’a aykırı azımsanmayacak ölçüde sözler de bulunmaktadır. İçinde tutarsızlık (çelişki) bulunan bir kitap arşivde tarihe ışık tutsa da, içindeki hikmetli sözler alınsa da kaynak olma özelliğini yitirmiş demektir. Örneğin oradan yeni bir dini hüküm çıkarılamaz. Ancak var olan ilahi kitaptaki hükümlere o dönemin toplumundan örnekler getirebilir. O yüzden dinin kaynağı yalnızca Allah’ın kitabı Kur’an’dır. Hz. Peygamber hayatta iken de Kur’an tek kaynak idi. Allah Resulü, yalnızca o kitabı tebliğ ediyordu. Müslümanların Kur’an’ı yanlış anlama veya doğru anlayamama durumunda Elçi onu Kur’an’dan açıklıyor veya o döneme özgü örneklerle ayete açıklık getiriyordu. Bunu herkese değil yalnızca anlamayan veya yanlış anlayanlara yapıyordu. Çünkü ilahi kitap ona inananlarca anlaşılabilir bir kitaptı. Onun yanlış anlaşılması ancak bizlerin eksikliklerinden veya hatalı tutumlarından kaynaklanmakta idi. Nitekim 2Bakara, 67-71 arasını incelersek İsrail oğullarının ilahi kitabı ne zaman anlamadıklarına ve Allah Resulü Musa’nın ne zaman devreye girdiğine tanık oluruz.
Allah Resulü tebliğ ettiğine uygun davranıyor ve bununla müminlere örnek oluyordu. Bizler Allah’ın kitabı deyince genellikle, “Allah şunu, şunu dedi, şunu şunu yapın veya bunu bunu yapmayın” diye anlıyoruz. Bu bilgi doğru değildir. Allah’ın kitabı yalnızca bunları içermez. Aynı zamanda Resul bunları insanlara götürdüğünde karşılaştığı tepkileri ve bunların Resul’deki yansımalarını da içerir. Yani Kur’an canlı bir organizma gibidir. Orada Allah Resulünün içine girdiği her olay aktarılmıştır. Öyleyse orada Resulün hayatı da aktarılmıştır, belki beşeri (biyolojik gereksinimleri olan insan) özelliklerine fazla vurgu yapılmamıştır. Ancak Kur’an’da Allah’ın dediklerinin yanı sıra, Resullerin dedikleri, Müşriklerin dedikleri, Münafıkların dedikleri, şeytanların dedikleri de aktarılmıştır. Orada adeta herkesin insanlığın işine yarayacak sözleri aktarılmıştır.
Günümüzde pek çok insan ne yazık ki Allah’ın kitabı Kur’an’ı rafa kaldırmışlar (Bkz. 25Furkan, 30), onun yerine farklı grupların kendilerine özgü kitaplarını neredeyse onun yerine geçirmişlerdir. Artık Kur’an hayat kitabı değil, memat(ölüm) kitabına dönüşmüştür.
Buhari, kitabının önsözündeki verdiği bilgiye göre 600 bin hadis toplamış, bunlardan yalnızca tekrarlarla birlikte 9082, net 2761 hadisi kitabına almıştır. Gerisini çöpe atmıştır. Ancak ne yazık ki 2761 hadis arasında bile doğru hadislerin yanı sıra akıl almaz biçimde İslam’a aykırı hadisler vardır.
Görüldüğü gibi yalnızca Altı Hadis Kitabı yaklaşık 38 cilt ve tekrarlarla birlikte 35 bin küsur hadisi bulmaktadır.
GENEL OLARAK HADİSLERİ SINIFLANDIRMA
Hadis usulü alimleri hadisleri çeşitli biçimde sınıflandırmışlardır. Bunların en genel sınıflandırmada hadisler ikiye ayrılmıştır: 1. Ahad hadisler 2. Mütevatir hadisler
Ahad hadisler, birkaç farklı kanaldan gelen sahih hadisler için kullanılmıştır. Sahih hadis veya ahad hadis bu bakımdan zan ifade etmektedir. Zannın doğruluk değeri en fazla % 60-70 doğru demektir. Sahih hadis % 60-70 doğru hadis demektir. Mütevatir hadis ise baskın görüşe göre kitlesel 70 ve daha fazla kanaldan gelmiş hadis ve haberler için kullanılmaktadır. Mütevatir hadis ise %90-99 doğru anlamına gelmektedir. Kur’an mütevatir yolla gelmiş değildir. Kur’an, bizzat Allah Resulü hayatta iken onlarca vahiy katibi tarafından yazılmış, Hz. Peygamber’in vefatıyla bu nüshalar resmi tek nüsha haline getirilmiştir. Yazılı belgenin aktarımına mütevatir denmez. Örneğin, Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat” adlı kitabı bize mütevatir yolla ulaşmadı. Mütevatir haberde duyum yoluyla, çok büyük bir kitle nakletmiş olsa da kulaktan kulağa rivayet söz konusudur. Mütevatirin yüzde yüz kesinlik ifade etmeyeceği hakkında çok sayıda örnek verilebilir. Her dindeki dini bilgiler yazılı metin halinde gelmediyse binlerce kişi o inancı aktardıysa o rivayet bir mütevatirdir. Bir Hıristiyan da pekala domuz etinin helal olmasıyla ilgili rivayetleri mütevatir bulabilir. Ancak bu bir kesinlik ifade etmez. Ellerindeki İncil’de de domuz etinin helal oluşuyla ilgili bir kayda rastlanmaz.
Din alimleri ahad hadislerin dini uygulamalarda kanıt (delil) olabileceğini, ancak inanç (akaid/itikad) konusunda delil olamayacağı konusunda neredeyse görüş birliğine varmışlardır. Onlara göre mütevatir hadisler inançta, ahad hadisler amelde delil niteliği taşıyabilir. Bir şeyin haram olduğuna inanmak, gayptan haber vermek, Allah’ın nitelikleri gibi konular inançla ilgilidir. Onlara göre de bu konuda bir hadisin delil değeri taşıması için ya Kur’an’dan delil getirilmelidir veya eğer hadis ise en azından mütevatir olmalıdır.
Sahih hadisin % 60-70 doğru, mütevatir hadisin %90-99 doğru olması ne anlama gelmektedir? Hadislerin sıhhati (sahihliği, doğruluğu), hadisin vermek istediği mesajla ilgili değil rivayet (aktarım) edenlerin güvenilirliği ile ilgilidir. Diğer bir ifadeyle, sahih hadis demek, farklı kanallardan gelen rivayet sayısının güvenirliği, % 60-70 demektir. Mütevatir hadis ise farklı kanallardan gelen rivayet sayısının güvenirliği % 90-99 anlamına gelmektedir. Basit bir örnek vermek gerekir, dedeniz hakkındaki bir haberi dedeniz öldükten sonra güvenilir 3-5 kişi söylüyorsa bu haber sahihtir, en az 70 kişi söylüyorsa mütevatirdir. Ama dedenizin ne söylediklerinin kritiği yapılmamıştır. Örneğin, dedeniz şöyle şöyle fikirlere sahip bir adam idi. Acaba dedeniz böyle şeyler söyler veya böyle işler yapar mıydı? İşte bunun kritiği (incelenmesi) yapılmadan sahih veya mütevatir olmasına karar verilmiştir. Hadis alimlerine göre, bir hadisin sahih olması, o hadisin metninin % 60-70 doğru, mütevatir olması da o hadisin metninin %90-99 doğru olduğu anlamına gelmemektedir. Konu rivayetlerin en kadar çok kişi tarafından tekrarlanmasıyla ilgilidir.
ZAN İFADE ETSE DE HADİSLERLE İLGİLİ TUTUM
İlahi buyrukları destekleyici ve onları vahyin amacı doğrultusunda açıklayıcı tüm hadisler, her Müslüman için birer değerdir, onları hayatında kullanır, yaşamına renk katar. Atasözlerini ve özdeyişleri kullanan her Müslüman bu yöndeki hadislerden pekala yararlanır. Gerekçe nedir? Müslüman şu gerçeğe inanmaktadır. Nerede bir hak ve hakka uygun bir söz varsa o mutlaka, Allah kaynaklıdır. Bakınız Kur’an: 18Kehf/29: “Hak, Rabbin kaynaklıdır…” 2Bakara/147: “Hak, Rabbindendir…” Birileri doğru, güzel ve iyi şeyler yapmıştır, Allah da ona bu güzel şeyi öğretmiştir. Kimden gelirse gelsin bu gerçek değişmez. Hadisler bu konuda daha fazla hak sahibi olduğu gibi, içerisine uydurmalar karışması hasebiyle daha fazla da vahiy denetimine (Kur’an’a arz etmeye) tabi tutulmalıdır. Çünkü orada bir Çin atasözünden daha bağlayıcı olduğuna inanılan bilgiler vardır. Bu bilgiler vahye ilişkin gerçekleri işlemektedir. Öyleyse onların gerçekten vahyi destekleyici veya vahyi amacı doğrultusunda açıklayıcı olmalıdır. Vahiy dışındaki alan, mayınlı alandır. Başka bir otoritenin (Kur’an’ın) denetimine tabi olan bir kaynak ana kaynak olamaz. Ancak yan kaynak olabilir.
Hadis külliyatında ilahi buyrukları destekleyici ve onları vahyin amacı doğrultusunda açıklayıcı çok sayıda hadis örneği vardır. Örnekler:
664-İbnu Abbâs şu âyet hakkında: “Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar” (Yusuf, 106) şu açıklamayı yapmıştır: “Yâni, “Onlara kendilerini kim yarattı, semâvat ve arzı kim yarattı diye sorarsınız, “Allah” diye cevap verirler, işte bu onların imanıdır. İbâdet etmeye gelince Allah’tan başkasına taparlar, bu da onların ortak koşmaları, şirkleridir.” [Rezin’in ilavesidir. (Taberi 13, 51).]
2010-”Resûlullah Hz. Muâz’ı Yemen’e gönderdi. (Giderken) ona dedi ki:”Sen Ehl-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin ilk şey Allah’a ibâdet olsun. Allah’ı tanıdılar mı, kendilerine Allah’ın zekâtı farz kılmış olduğunu, zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver. Onlar buna da itaat ederlerse kendilerinden zekâtı al. Zekât alırken halkın (nazarlarında) kıymetli olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zîra Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir.” [Buhârî, Zekât 1, 41, Sadaka 1, 63, Mezâlim 9, Megâzî 60, Tevhid 1; Müslim, Îmân 31, (19); Tirmizî, Zekât 6, (625); Ebû Dâvud, Zekât 4, (1584); Nesâî, Zekât 46, (5, 55).]
5160-Mesruk anlatıyor: “Hz. Aişe’ye dedim ki: “Ey anneciğim! Muhammed Rabbini gördü mü?” Bu soru üzerine:” Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana: “Muhammed Rabbini gördü” derse yalan söylemiş olur.(Hz. Aişe bu noktada, sözüne delil olarak) şu ayeti okudu. “Onu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder” (En’am 103). Devamla dedi ki: “Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi bilir, yalan söylemiştir. Zira ayet-i kerimede: “Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez”(Lokman 34) buyrulmuştur. Kim sana Muhammed’in vahiyden bir şey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Çünkü ayet-i kerimede: “Ey Peygamber! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah’ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın” (Maide 67) buyrulmuştur. Lakin Resulullah Cibril’i (suret-i asliyesinde) iki sefer görmüştür.” [Buhârî, Tefsir, Maide 7, (Bed’ül-Halk 6, Tefsir, Necm 1, Tevhid 4; Müslim İman, 287, (177); Tirmizî, Tefsir, En’am (3070).]
“Size, sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı…” Müslim Kitap-15 Bab-19 Hadis 1218 İbn Mace Kitap-25 Bab-84 Hadis-3074
5799-”Resûlullah vasiyette bulundu mu?” diye sordum.”Hayır” dedi. Ben tekrar:”Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın halka nasıl vasiyeti farz kılar veya emreder?” dedim.”Allah’ın Kitab’ını vasiyet etti!” diye cevap verdi.” [Buharî, Vesaya 1, Megazî 83, Fezailu’l-Kur’an 18; Müslim, Vasiyet 16, (1634); Tirmizî, Vesaya 4, (2120); Nesâî, 2 (6, 240).]
5406-İbnu Abbas anlatıyor: “Resûlullah muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu’l-Hattab idi. Resûlullah : “Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalalete düşmeyin!” buyurdular. Hz. Ömer:”Resûlullah’a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur’an var, Allah’ın kitabı sizlere yeterlidir” dedi. Oradakiler aralarında ihtilafa düştü. Kimisi: “Yaklaşın, Resûlullah size vasiyet yazsın!” diyor, kimi de Hz. Ömer’in sözünü tekrar ediyordu. Gürültü ve ihtilaf artınca, :”Yanımdan kalkın, yanımda münakaşa caiz değildir!” buyurdu. Bunun üzerine İbnu Abbas : “En büyük musibet, Resûlullah’la onun vasiyeti arasına girip engel olmaktır!” diyerek çıktı.” [Buharî, Megazî 83 Salat 80 Fezail 3, İlm 39, Cihad 176, Cizye 6, İtisam 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637).]
424-Hz. Ali anlatıyor: “Resûlullah buyurdular ki: “Kim Kur’ân’ı okur, beller, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl ederse Allah, o kimseyi cennete koyar.” Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’ân 13, 2907 H.
643-Adiyy İbnu Hâtim anlatıyor: “Boynumda altundan yapılmış bir haç olduğu halde Resûlullah’a geldim. Bana: “Ey Adiy boynundan şu putu çıkar, at!” dedi ve arkadan şu ayeti okuduğunu hissettim:”Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe, 31). Resûlullah devamla: “Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.” Tirmizi, Tefsir, Berâe, (3094).
Adiyy İbnu Hâtim anlatıyor: “Boynumda altından yapılmış bir haç olduğu halde Resûlullah(a.s.)’a geldim. Bana: “Ey Adiy boynundan şu putu çıkar, at!” dedi ve arkadan şu ayeti okuduğunu hissettim: “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini (yani din adamlarını) ve Meryem oğlu Mesihi rab edindiler. Oysa tek olan Allah’ tan başkasına ibadet etmemekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir.” (9Tevbe, 31)
Adiyy İbnu Hâtim bu ayeti kerimeyi duyunca Rasulullah’a: “Onlara ibadet etmiyorlar ki!” dedi. Bunun üzerine Rasulullah: “Onlar Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman onlara itaat etmiyorlar mı?” diye sorunca; Adiyy İbn Hatem: “Evet” dedi. Rasulullah: “İşte böylece onlara ibadet ediyorlar” buyurdu. (Tirmizi, Tefsir, Berâe, (3094-3095)
YA HADİSLER KESİN DOĞRUYSA…
Hadislerin % 100 Allah Resulü tarafından söylenmiş olduğunu bilseydik durum/sonuç ne olurdu? Bu konuda Allah Resulü’nün sahabesinin (arkadaşlarının) tutumuna bakmakta yarar vardır. Allah Resulünün yanında yetişmiş olan Peygamber dostları, onun her dediğine kayıtsız şartsız teslim olmuyorlardı. Hz. Peygamber’in kararlarına arkadaşlarının itiraz ettiklerinin örneklerinin yanı sıra Peygamber’in hatalı kararları ve tutumlarına dair çok sayıda örnek vardır. Buna dair örnekleri aşağıda bulacaksınız.
HZ. PEYGAMBER’İN KARARLARINA ARKADAŞLARININ İTİRAZ ETTİKLERİNİN ÖRNEKLERİNİN YANI SIRA PEYGAMBER’İN HATALI KARARLARI VE TUTUMLARINA DAİR ÖRNEKLER:
5949-“Resûlullah Medine’ye geldiğinde, Medineliler hurma aşılıyorlardı: “Ne yapıyorsunuz?” diye onlara sordu. Medineliler: “Bu, eskiden beri yapmakta olduğumuz bir şey!” deyip (açıkladılar). Resûlullah da: “Eğer bunu yapmasanız belki de sizin için daha iyi olur!” buyurdular. Bunun üzerine Medineliler o işi bıraktılar. Hurma ağaçları meyve tutmadı. Durum Resûlullah’a haber verilince şöyle buyurdular: “Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi görüşüme (reyime) dayanan bir şey emredersem, bilin ki ben bir insanım!” [Müslim, Fezail 140, (2362).]
4897-”Resûlullah, odasının kapısında bir münakaşa işitmişti. Yanlarına çıkıp: “Ben bir beşerim. Bana ihtilaflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine nazaran daha ikna edici olur. Ben de onun doğru söylediğini zanneder, lehine hükmederim. Ancak kime bir Müslümanın hakkını vermiş isem, bunun ateşten bir parça olduğunu bilsin. O ateşi ister yüklensin, ister terk etsin (kendisi bilir)” buyurdular.” (Ayrıca 6670 No’lu hadis)
5361-”Resûlullah buyurdular ki: “Allahım! Ben senden cayamayacağın bir söz talep ediyorum. (Biliyorsun) ben bir beşerim. Hangi mü’mine eziyet verir, kırıcı söz sarf eder, lânette bulunur, vurursam (canını yakarsam) bu haksızlığı onun lehine, Kıyamet günü bir rahmet, (sevabında) bir artış, sana bir yaklaşma vesilesi kıl.” [Buhari, Da’avat 34; Müslim, Birr 90, (2601).]
5362-”Resûlullah’ın yanına iki kişi girdi. Resûlullah’a bir şeyler söylediler. Fakat ne söylediklerini bilmiyorum. Söyledikleriyle Resûlullah’ı kızdırmışlardı. Onlara kötü söz söyledi(lânet etti), kırıcı konuştu (sebb etti). Adamlar çıkınca: “Vallahi! Ey Allah’ın Resûlü! Bunların kazandığı hayrı kim kazanabilir?” dedim. “Bu da ne?” buyurdular. “Onlara kötü söz söyledin, kırıcı konuştun” dedim. “Benim Rabbime ne şart koştuğumu bilmiyor musun? Dedim ki: “Allahım, ben bir beşerim. (Beşerin razı olduğu gibi razı olur, beşerin kızdığı gibi kızarım.) Öyleyse mü’minlerden hangisine (hak etmediği halde) kötü söz söylersem, kırıcı konuşursam” bunu onun hakkında (günahlarından temizlik vesilesi), (sevabında) bir artış ve ücret kıl!” buyurdular.” [Müslim, Birr 88, (2600).]
14. (525)- Resûlullah Safvân İbnu Umeyye, Süheyl İbnu Amr ve el-Hâris İbnu Hişâm’a beddua ediyordu. Bunun üzerine şu âyet indi: “Allah’ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azâb etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir” (Âl-i İmran: 3/128).
AÇIKLAMA:… Saffân İbnu Ümeyye: Fetih günü kaçtı ise de sonradan Resûlullah’a katılarak, henüz Müslüman olmadığı halde Huneyn ve Taif seferlerinde Müslümanların yanında yer aldı. Müellefe-i kulûbtandır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın cömertçe ikramları sonunda Müslüman oldu. Yermuk seferine Müslüman olarak katıldı.
5756 AÇIKLAMANIN DEVAMI_Bedir Savaşı’na karar verildikten sonra Hz. Peygamber ordunun savaş vaziyeti alacağı yeri tayin ederek yerleşme emrini vermişti ki, Hubab huzura çıkarak harp mevziini seçme işini vahyin irşadı ile değil de kendi re’yi ile yaptı ise buranın uygun olmadığını Hz. Peygamber’e söyledi. Hz. Peygamber de: “Hayır, vahiy değil, kendi reyimle seçmiştim” der. Hubab’ın fikrine uygun olarak yeniden yerleşim yapılır (İbnu Sa’d II/15; Hâkim, a.g.e., III/427; Vâkıdî, Meğâzî Oxford, 1966, I/53) Aynı Hubab’ın gerek Hayber (Vâkıdî, a.g.e. II/645), gerek Tâif (Vâkıdî, a.g.e. II/325-326) seferleri sırasında, gerekse Benû Nadr ve Benû Kureyza gazvelerinde (Suyûtî, Hasâisu’l-Kübrâ, III/257-258) (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/138.)
5756 AÇIKLAMANIN DEVAMI_Fetih günü Mekke’nin haramlığını (yasaklığını) ilân eden Hz. Peygamber’in bu meyanda “otlarını yolmanın da harama (yasağa) dahil olduğunu” söylemesi üzerine amcası Abbas tarafından izhir denen ve günlük hayatta muhtaç olunan bir otun bu yasaktan hâriç tutulması için yapılan talebin kabul edilmesi (Buhârî, Cenâiz 76; Müslim, Hacc 445-448) şarap yapılan (Buhârî, Eşribe 8), eşek eti pişirilen kapların kırılması için verdiği emre “kırılmayıp yıkandıktan sonra kullanılması” (Buhârî, Meğâzî 38) için yapılan teklifin kabul edilmesi gibi örnekler Hz. Peygamber’in çok farklı konularda muhataplarını dinleyip görüşlerini değerlendirdiğini gösterir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/138.)
628 AÇIKLAMASI-Bedir Savaşı zaferle kapanıp, aralarında Resûlullah’ın iki amcası Abbâs ve Akîl’in de bulunduğu 70 kadar esirle Medine’ye dönülünce bu esirlere nasıl bir muamele yapılacağı gündeme geldi. Harp esirleri üzerine henüz vahiy gelmemiş olduğu için Hz. Peygamber meseleyi istişare yoluyla çözmeye karar verdi. Ashâb’ın ileri gelenlerinin fikirlerini aldı:
Hz. Ebu Bekir: “Bunlar senin kavmine mensup kimselerdir, bazısı da ailendendir.. Fidye mukabili serbest bırak, fidye ile maddî yönden güç de kazanırız…” manasında tavsiyede bulundu.
Hz. Ömer: “Bunlar seni yalanladılar, yurdundan çıkardılar, getir hepsinin boyunlarını vur, bunlar küfrün önderleridir. (Onlardan gelecek paraya muhtaç değiliz) Allah bizi zengin kılar. Amcan Akil’i Ali’ye, Abbâs’ı Hamza’ya, falancayı da bana teslim et, boyunlarını uçuralım…” meâlinde konuştu. Sa’d İbnu Muâz da aynı kanaati izhâr etti…
…Bu sırada Hz. Peygamber’in yanına giren Hz. Ömer, Resûlullah’ın ve Hz. Ebu Bekir’in ağlamakta olduklarını görür. – Ey Allah’ın Resûlü niye ağlıyorsun? sebebini söyle, gerekiyorsa ben de ağlıyayım! der. Hz. Peygamber:
– Arkadaşlarınızın fidye alması sebebiyle ağlıyorum. Onların azabı bana şu ağaçtan daha yakın kılındı. (Orada yakın bir ağaç vardı). Şâyet, gökten azâb inmiş olsaydı Ömer’le Sa’d İbnu Mu’âz’dan başka kimse kurtulamazdı” der. Ancak, gelen şu müteakip vahy mü’minlere ganimeti helâl kılar. (Meâlen): “Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir” (Enfal: 8/69) (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/502-505.)
4255 AÇIKLAMA-Uhud Savaşı öncesinde, Hz. Peygamber bir rüya görmüştü: “Sanki sağlam bir zırh içerisindeydi, kılıncı Zülfikâr’ın demiri çatlamıştı. Bir öküz kesilmişti arkadan da bir koç kesilmişti.” Rüyayı ashabına anlattı. Ve şöyle tevil etti: “Sağlam zırh Medine’dir. Kılıcımın çatlaması, nefsime gelecek bir musibet, [Âl-i Beytimden birinin ölmesidir.] Kesilmiş sığır, ashabımdan öldürülmedir. Koçun ilavesine gelince, koç bir gruptur, inşallah Allah öldürecektir.”
Bu rüya’ya göre, Resulullah Medine’den çıkmama görüşünde idi. Görüşüne muvafakat almak istiyordu. Bu maksatla istişare etti. Abdullah İbnu Übey İbni Selül de çıkmamak gerektiğini söyledi. [O şöyle diyordu: “Ey Allahın Resûlü! Medine’de kal, onlara çıkma. Allah’a kasem olsun, Medine’den düşmana karşı her çıkışta musibetle karşılaştık. Bize girince de onlar musibetle karşılaştılar. Eğer girerlerse, erkekler karşılarında çarpışır, kadın ve çocuklar tepelerinden taş atarlar…”]
4255…Medine’den çıkmamak, Muhacir ve Ensâr’dan büyüklerin müşterek görüşü idi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Şehrin içinde kalın. Kadın ve çocukları şatovari surlu evlere yerleştirin, (biz de düzensiz olarak şehre girecek muhariplerle savaşırız)” diyordu. Bedr’e katılmamış olan gençler, Resulullah’tan düşmana karşı çıkmayı talep ettiler, şehit olmak arzularını beyan ettiler. [“Bizi düşmanın karşısına çıkarın, bizi kendilerinden korkmuş, zayıflar olarak görmesinler dediler.”] İstişarede bu görüş galip geldi.
Resulullah halka cuma namazı kıldırdı. Sonra onlara vazetti, gayret ve cihad emretti. Sabrettikleri takdirde zafer elde edileceğini müjdeledi. Düşmana karşı çıkma hazırlığı yapılmasını emretti. İkindi namazını da kıldırdıktan sonra şahsen hazırlanmak üzere evine girdi. Bu esnada Medine ve Âvali ahalisi de hazırlanmış, toplanmış idi. Resulullah’ın çıkmasını bekliyorlardı. Sa’d İbnu Muâz ile Üseyd İbnu Hudayr, halka: “Siz Resulullah’ı dışarı çıkmaya zorladınız. Halbuki, O’na emir gökten gelir, kararı ona bırakın!” dediler…
4255 AÇIKLAMA-…Resulullah da çıktı. Üst üste iki zırh giymiş, beline kayıştan mamul kılıç hamalini bağlamış, kılıcını takmış, başına miğferini geçirmiş, kalkanını da sırtına atmış idi. Bekleyen halk (Sa’d İbnu Muaz ve Üsyed’in konuşmaları üzerine dışarı çıkmadaki ısrarlarına) toptan pişman olmuşlardı:
“Sana muhalefet bizim neyimize! Siz nasıl muvafık görüyorsanız öyle yapın!” dediler. Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bir peygamber zırhını bir kere giydi mi düşmanlarıyla onun arasında Allah hükmedinceye kadar, onu atmak ona yakışmaz! Verdiğim emre dikkat edin, onu Allah’ın adına yapın; sabrettiğiniz takdirde zafer sizindir” der… (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/128-133)
4262 AÇIKLAMA-…Muhasara, başarısız on küsür gün devam eder. Hz. Peygamber ittifak arasına nifak (ikilik) sokma yollarını arar. Gatafanlılarla gizlice sulh yapmayı, onlara maddî bir şeyler ödeyerek çekilmelerini sağlamayı düşünür. Hatta Medine hurmalarının üçte birini verme şartıyla antlaşma temin edilir. Ancak Ensar: “Bu bir emirse dilediğinizi emredin, teklifse razı değiliz” derler. Resulullah: “İlahi emir olsaydı, istişare etmezdim, bu bir fikirdir, teklif ediyorum” der. Ensar: “Öyleyse kılıçtan başka bir şey vermeyiz” derler. İbnu Hişam, Sa’d İbnu Muaz’ın şöyle dediğini kaydeder: “Ey Allah’ın Resulü! Biz Allah’ı tanımaz putlara taparken, onlar hurmalarımızdan ikramımız olarak veya parayla satın alarak yerlerdi. Şimdi İslam’la müşerref olduk, hidayete erdik. Sizinle ve İslam’la izzete erdik. Bu halde mi malımızı şerefsizce vereceğiz. Hayır! Allah’a yemin olsun böyle gelecek bir sulha ihtiyacımız yok! Antlaşma yırtılır, bu iş böylece kalır.
651- İbnu Ömer anlatıyor: Abdullah İbnu Übey İbni Selül öldüğü zaman oğlu Resûlullah’ın huzur-i âlîlerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini talep etti. Resûlullah talebi kabul edip verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırıvermesini talep etti. Resûlullah bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer kalkarak Resûlullah’ın elbisesinden tuttu ve: “Ey Allah’ın Resulü, Rabbin seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?” diye müdahale etti. Resûlullah: “Allah beni muhayyer bırakmıştır, zira: “Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır” (Tevbe, 80) buyurmaktadır. Ben yetmişten de fazla bağışlama talebinde bulunacağım” dedi. Hz. Ömer: “Ama o münafıktır!” dedi. …Resûlullah buna rağmen onun ardından namaz kıldı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk şu âyeti inzâl buyurdu: “Onlardan ölen hiç kimse için ebediyen namaz kılmayacaksın, mezarı başında da durmayacaksın. Çünkü onlar Allah ve Resûlüne inanmadılar, fâsık olarak öldüler” (Tevbe, 84).
Hz. Ömer der ki: “Sonra o gün Resûlullah’a karşı izhar ettiğim cürete hayret ettim. Allah ve Resulü daha iyi bilirler.” [Buhâri, Cenaiz: 85, Tefsir, Berâe: 12; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe: 25, (2400), Sıfâtu’l-Münâfıkîn: 3, (2744); Tirmizî, Tefsir: 3096 H.; Nesâî, Cenâiz: 69, (4, 68).]
4266-“Resûlullah Hudeybiye senesinde Medine’den çıktı… Süheyl İbnu Amr çıkageldi. Aleyhissalâtu vesselâm: “İşiniz artık size kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr geldi.” Resulullah’a: “Gel! seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım!” dedi. Resulullah katibini çağırdı ve emretti: “Yaz Bismillahirrahmanirrahim.”
Süheyl itiraz etti: “Rahmân ne demek? Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat: Bismikallahümme yaz, vaktiyle senin de yazdığın gibi” dedi.
Müslümanlar da ona itiraz ettiler: “Biz onu değil, bismillahirrahmanirrahîm’i yazarız!” dediler.
Ama Resulullah emreder: “Bismikallahümme yaz! ve devam et: “Bu Allah Resulü ve Süheyl’in üzerinde mutabık kaldıkları hususlardır.”
Süheyl yine itiraz eder: “Vallahi, eğer bilsek ki sen Allah’ın Resulüsün sana Beytullah’ı kapamazdık, seninle savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbni Abdillah.”
Resulullah : “Vallahi siz beni yalanlasanız da ben kesinlikle Allah’ın Resûlüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbni Abdillah yaz!” buyurur ve devam eder: “Bizimle Beytullah arasından çekilmeniz ve onu tavaf etmemiz şartıyla.”
Süheyl itiraz eder: “Vallahi hayır. (Biz size bu yıl tavafa izin versek), Araplar “bizim âniden emrivâkiye geldiğimiz” hususunda dedikodu yapar. Ancak ziyâreti gelecek yıl yapacaksınız” der. Böyle yazılır. Süheyl ilâve eder: “Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iade etmen şartıyla.”
Müslümanlar bu şarta itiraz ederek: “Sübhânallah! Bize iltica eden bir Müslüman, müşriklere nasıl iade edilir?” derler. Bu halde iken Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında seke seke geldi. Mekke’nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış, kendini Müslümanların arasına atmıştı.
Süheyl: “Ey Muhammed, bu seninle üzerine anlaştığınız maddelerin ilk uygulaması olacak, bunu bana iade edeceksin!” dedi. Resulullah : “Biz henüz anlaşmayı yazıp bitirmedik” buyurdu. Süheyl: “Öyleyse, vallahi ben seninle hiç bir madde üzerine sulh yapamam!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Öyleyse şu Ebu Cendel’i bana bağışla da imza et!” buyurdu. Fakat Süheyl: “Asla ben bunu sana bağışlamam” diye direndi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Hayır, hatırım için yap!” ricasında bulundu. Süheyl direndi: “Asla yapmam!”
Mikrez İbnu Hafs atılıp: “Biz onu sana müsaade ettik!” dedi. (Ancak imza yetkisine sahip olmadığı için Süheyl onu dinlemedi. Ebu Cendel teslim edilecekti). Ebu Cendel: “Ey Müslümanlar, (nasıl olur?) Ben size Müslüman olarak sığınmışım. Beni müşriklere teslim mi ediyorsunuz? Bana yaptıklarını görmüyor musunuz?” dedi. Ebu Cendel’e Allah yolunda çok işkenceler yapılmıştı.
Ömer İbnu’l-Hattab der ki: “(O gün, bu cereyan eden hadiseleri çok alçaltıcı bularak) Resulullah ‘a gelip: “Sen Allah’ın hak peygamberi değil misin?” dedim. “Evet!” dedi.” Biz hak üzere, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?” dedim. “Evet” dedi. “Öyleyse biz niye dinimiz uğrunda alçaklığı kabul ediyoruz” dedim. “Ben Resulullah’ım; (bu anlaşmayı imzalamakla) Allah’a âsi olmuş da değilim. Allah yardımcımızdır!” dedi. “Sen, bize (Medine’den çıkarken) Beytullah’a gideceğiz, onu tavaf edeceğiz demedin mi?” dedim. “Pek tabii, ama sana bu yıl gideceksin dedim mi?” dedi. “Hayır!” dedim.
“Sen mutlaka onu tavaf etmeye geleceksin!” buyurdu. Ben Hz. Ebu Bekr’e geldim. “Ey Ebu Bekr! Bu adam Allah’ın hak peygamberi değil mi?” dedim. “Elbette hak peygamberi!” dedi. “Biz hak, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?” dedim. “Elbette (onlar batıl, biz hak üzereyiz)” dedi. “Öyleyse, niye dinimiz için alçaklığı kabul ediyoruz?” dedim. “Be adam! O Allah’ın Resûlüdür. (Bunu kabul etmekle) Rabbine isyan etmiş olmayacak da. Allah onun yardımcısıdır. Şu halde sen O’nun emrine sarıl. Allah’a yemin ederim o hak üzeredir!” dedi. “O bize: “Kabe’ye gideceğiz, onu tavaf edeceğiz!” demiyor muydu?” dedim. “Evet ama, sana bu yıl gideceksin dedi mi?” dedi. “Hayır!” dedim. “Sen ona gidecek, onu tavaf edeceksin!” dedi.
(Hadisi rivayet eden Zührî) der ki: “Hz. Ömer dedi ki: “(O günkü nezaketsiz çıkışımın günahını affettirmek için nice amellerde bulundum.”
Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Resulullah ashabına: “Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!” buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkamadı. Resulullah, emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme’nin çadırına girdi. Ona halktan maruz kaldığı bu hali anlattı. O, kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, traşını olmasını) istiyor musun? Öyleyse çık, Ashab’tan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini kesti, berberini çağırdı, traş oldu.
Ashab bunları görünce kalktılar kurbanlarını kestiler, birbirlerini traş ettiler. Ancak, bu sırada gam ve kederden birbirlerini öldüreyazdılar. Sonra bazı mü’mîne kadınlar (Mekkelilerden kaçarak) geldiler. Allah Teâlâ Hazretleri, (onların geri verilmemesi için) şu âyeti indirdi: “Ey iman edenler, (kendi ifadelerince) mü’mîne kadınlar muhâcir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü’mine kadınlar olduklarına kail olursanız onları kâfirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kâfir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur…” (Mümtehine 10).
Hz. Ömer, ayet üzerine o gün cahiliye devrinde evlendiği iki hanımını boşadı. Birini Hz. Muaviye İbnu Ebû Süfyan nikahladı, diğerini de Safvân İbnu Ümeyye. Sonra Resulullah Medine’ye döndü. Kureyş’ten Ebu Basîr Müslüman olarak Medine’ye iltica etti. Mekkeliler onu almak üzere arkasından iki adam gönderdiler.
“(Antlaşmada) bize verdiğin söz var, onu teslim et!” dediler. Resulullah derhal onu onlara teslim etti. Bunlar Ebu Basîr’i alıp gittiler. Yolda Zülhuleyfe nâm mevkiye gelince, (azıkları olan) hurmadan yemek üzere konakladılar. Ebu Basîr onlardan birine: “Vallahi şu kılıncı çok güzel görüyorum!” dedi. O, hemen kınından sıyırıp: “Doğru! Vallahi pek hârika! Onunla ne tecrübelerim var!” dedi. Ebu Basîr: “Hele bir göster, daha yakından bakayım!” deyip kaptığıyla adama vurup öldürdü. Öbürü kaçıp Medine’ye geldi, koşarak Mescid’e girdi.
Resulullah onu görünce (yanındakilere): “Bu adam her halde bir korku geçirmiş” dedi. Adam’a gelince: “Vallahi arkadaşım öldürüldü! Beni de öldürecek!” dedi. Ebu Basîr da geldi. “Ey Allah’ın Resulü! Allah senin zimmetini (taahhüdünü) yerine getirdi, beni onlara iade ettin. Allah beni onlardan tekrar kurtardı” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Harbi kızıştıranın anası ağlar. Keşke ona bir kişi daha olsa!” cevabını verir. Ebu Basîr bu sözü işitince anlar ki, Aleyhissalâtu vesselâm onu yine iade edecek. Hemen oradan çıkıp deniz kenarına gelir [İs denen bir yere yerleşir].
Mekkelilerin elinden Ebu Cendel İbnu Suheyl de kurtulup Ebu Basîr’e iltihak eder. Derken Kureyş’ten Müslüman olan herkes Ebu Basîr’e katılmaya başlar. Kısa zamanda orada bir grup teşekkül eder. Allah’a yemin olsun. Kureyş’ten Şam’a gitmek üzere bir kervanın haberini aldılar mı, ona saldırıp adamları öldürüyor, mallarına da el koyuyorlardı.
Kureyş Resulullah’a elçi gönderip, Allah’ın adını ve aralarındaki akrabalık bağlarını hatırlatarak, Mekke’den geleceklerin emniyette olacağını, yeter ki Ebu Basîr ve arkadaşlarının yaptığı baskınların önlenmesini rica ettiler. [Bazı rivayette, bunu temin için Medine’ye bizzat Ebu Süfyan’ın geldiği belirtilir.] Resulullah da onları Medine’ye çağırdı. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: “O size Mekke’nin karnında (hududu içinde), onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescid-i Haram’dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir.
Eğer (Mekke’de) kendilerini henüz tanımadığınız mü’min erkeklerle mü’min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). (Bunu) kimi dilerse, onu rahmetine kavuşturmak için (yaptı). Eğer onlar seçilip ayrılmış olsalardı biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba giriftar etmiştik bile. O küfredenler kalplerine o taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki hemen Allah, Resulünün ve mü’minlerin üzerine kuvve-i maneviyesini indirdi, onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Feth 24-26). [Buharî, Şurût 15, 1, Hacc 106, Muhsar 3, Megâzî 35, Tefsir, Mümtahine 2; Ebu Dâvud, Cihad 168, (2765, 2766), Sünnet 9, (4655).]
Hudeybiye’ye indiğinde Hudâalılardan Hıraş b. Umeyye’yi elçi olarak müşriklere gönderdi. O, müşriklere, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Kâbe’yi ziyaret için geldiklerini ve Umre yapıp döneceklerini bildiriyordu. Elçi İbn Umeyye, Mekke’ye varıp bunu söyleyince müşrikler devesine vurup onu yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan çoğu Habeşli bazı kimseler araya girip bu elçiyi kurtardılar, geri dönerek durumu Resulullah (s.a.s.)’e anlattı. Bunun üzerine Resul-u Ekrem. Hz. Ömer (r.a.)’i göndermek için yanına çağırdı. Hz. Ömer (r.a.): “Ya Resulullah, onlar benim kendilerine olan kin ve düşmanlığımı bilirler. Ben onlara güvenemem, şayet onlar tarafından bir işkenceye uğrarsam Mekke’de bana yardımcı olacak akrabalarım Adiyyoğulları’ndan kimse yoktur. Binaenaleyh, Osman b. Affân’ı gönderirseniz, orada onun akraba ve yakınları çoktur. Hem onu severler. İrade ve arzunuzu daha rahat tebliğ edebilir.” dedi.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Hz. Osman b. Affân (r.a:)’ı çağırıp, onu Kureyş’e gönderdi. Osman b. Affân (r.a.) Mekke-i Mükerreme’ye varınca önce Resulullah’ın emrini tebliğ etti ve: “Biz Hudeybiye’ye muharebeye gelmedik. Yalnız ziyaret ve Umre yapmak için geldik.” dedi. Bu arada Osman b. Affân (r.a.) Mekke’ de iman edip İslâm’a girmiş olanlara fethi müjdelemek istiyordu. Bu da Hz. Osman’ın görevleri arasındaydı. Bu arada Kureyş Hz. Osman’a, “İstersen sen Beytullah’ı tavaf et; ancak hepinizin, üzerimize gelip tavaf etmenize izin veremeyiz.” dediler. Hz. Osman b. Affân’ın verdiği cevap bir elçiye yakışır nitelikte ve gayet vakurdu: “Allah’a yemin ederim ki Resulullah ve ashabı tavaf etmedikçe ben de Beytullah’ı tavaf edemem.” (Vakidî, Kitâbu’l-Meğâzî, II, 602).
Hz. Osman b. Affân’ın bu cevabı üzerine müşrikler onu göz hapsinde tutup Mekke’de alıkoydular. Diğer taraftan Hudeybiye’ye “Osman öldürüldü” diye yanlış bir haber ulaştı. (İbn Hişam, Sîre, III, 329). Bu haber, müminleri ziyadesiyle üzdü ve Resulullah (s.a.s.): “O kavim ile çarpışmadan gidemeyiz” dedi. (Taberi, Tarih, III, 77; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, II, 203).
1. (4435)- “Resulullah askeri bir sefere hazırlamış, askerlerin başına da Üsame İbnu Zeyd’i komutan yapmıştı. (Üsâme siyahi bir azadlının oğlu olması hasebiyle) onun komutanlığından memnun kalmayan bazı kimseler dedikodu yaptılar. (Söylenen yersiz sözler kulağına ulaşmış olan) Resulullah:
“Onun komutanlığı hususunda dedikodu yapan sizler, aynı dedikoduyu daha önce babasının komutanlığı için de yapmıştınız. Allah’a yemin olsun! O komutanlığa layık idi. Ve o, bana, insanların en sevgililerindendi. Bu da, bana ondan sonra insanların en sevgili olanlarındandır” buyurdu.” [Buhârî, Fezâilu’l-Ashab 17, Megâzî 42, 87, Eymân 2, Ahkam 33; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 63, (2426); Tirmizî, Menakıb, (3819).]
16. (1116)- Râfi’ İbnu Hadîc anlatıyor: “Resûlullah Huneyn günü Ebu Süfyân İbnu Harb, Savfân İbnu Ümeyye, Uyeyne İbnu Hısn, Akra’ İbnu Hâbis ve Alkame İbnu Ulâse’den herbirine yüzer deve verdi. Abbâs İbnu Mirdâs’a ise daha az verdi. Bunun üzerine (aynı zamanda şair olan) Abbâs İbnu Mirdâs şu mânada bir şiir düzdü:
“Benimle atım Ubeyd’in payını Uyeyne ile Akra’ arasında mı taksim ediyorsun?
Ne Bedr[33] ne de Hâbis, cemiyette, Mirdâs’tan üstün değillerdir.
Ben de onların hiçbirinden aşağı değilim.
Ancak bugün sen, kimi alçaltırsan o bir daha yükselmez.”
Râfi’ der ki: “Bunun üzerine Resûlullah onun payını da yüz deveye yükseltti.” [Müslim, Zekat 137, (1060).]
SON SÖZ
Peygamber dostları, onun her dediğine kayıtsız şartsız teslim olmuyorlardı. Hz. Peygamber’in bazı kararlarına arkadaşlarının itiraz ettikleri ve Peygamber’in bazı hatalı kararları ve tutumları yukarıda örneklerle sunuldu. Tüm bunların gerekçesi, Allah Resulü, bir ilah veya melek değil, o bir insan idi. Dürüstlüğü ile, hak ve adaleti ile, karakteri ile örnek idi. Allah’a karşı sorumluluğunu en güzel biçimde yerine getirdi. Arkadaşları da onun bir insan elçi olduğunu bildikleri için öyle davranıyorlardı. Elçinin görevi, elçilik mesajını desteklemek ve bu mesajın amacına uygun örnekler, açıklamalar ve davranışlar ortaya koymak ve bunları yaymaktır. Elçinin görevi, mesajı değiştirmek, ona ekleme yapmak, mesajın bazı maddelerini iptal etmek değildir. Böyle bir durumda açıktır ki ne hadislerin, ne de Allah Resulünün yetki alanına aşağıdaki başlıklar girmez;
1. Yeni bir ilahi (dini) hüküm (haram-helal-farz) belirleyemez.
2. Kur’an’a aykırı bir söylem Peygamber’e ait olamaz.
3. Peygamberlere ait kesin sözler ve davranışlar Kuran’da vardır.
4. Kur’an, Allah Resulünden bağımsız bir kitap değil Kur’an’, ilahi buyruklarla birlikte Allah Resulünün hayatının kitaplaştırılmış halidir.
5. Resul’u örnek almak “salt hadis kitaplarına uymak” olduğuna inanırsak Hz İbrahim, Hz Musa, Hz Yusuf, Hz İsa gibi diğer resulleri örnek almayı göz ardı etmiş oluruz.
6. Kur’an YAZILI BELGE olarak, hadisler ise SÖYLENTİLER VE RİVAYETLER yoluyla günümüze kadar geldi.
7. Allah borç durumunda bile sözel ifadelere güvenilmemesini, borcun mutlaka şahitler huzurunda hatta sağlam şahitler huzurunda YAZILMASINI farz kılıyor.(2Bakara/282)
ÇÜNKÜ;
1. PEYGAMBERDEN AMAÇ VAHYE UYMAKTIR:
q 20Taha/134-Eğer biz onları o Kur’an’dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, “Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber(RESUL) gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık” derlerdi.
q 28Kasas/47-Kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber(RESUL) gönderseydin de ayetlerine uysaydık ve müminlerden olsaydık” diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik.
q 25Furkan/30- Peygamber, “Ey Rabbim! Halkım şu Kur’an’ı rafa kaldırılmış bir duruma getirdi” dedi.
q 28Kasas/85-Kur’an’ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. De ki: “Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”
2. PEYGAMBER EMREDİLENE UYGUN DAVRANIR:
5Maide/117-“Onlara, senin bana emrettiğin şu sözden başka bir şey söylemedim: ‘Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ İçlerinde olduğum sürece üzerlerine tanıktım. Sen beni vefat ettirince üzerlerine yalnız sen gözetleyici oldun. Ve sen zaten her şey üzerinde bir gözcüsün ve bir tanıksın.“
3. PEYGAMBER, KENDİSİNE KULLUK EDİLMESİ VEYA RABLIK İDDİASINA KALKIŞMAZ:
3Al-i İmran/79-Allah’ın vahiy, sağlam muhakeme ve peygamberlik bağışladığı hiç kimsenin bundan sonra halkına, “Allah’ın yanı sıra bana da kulluk edin!” demesi düşünülemez; aksine, (onlara şöyle öğüt verir): “ilahi kelamın bilgisini yayarak ve kendiniz (onu) derinlemesine inceleyerek Allah adamları olun!“ 80-O, melekleri ve peygamberleri tanrı edinmenizi emretmez: (zaten) kendinizi Allah’a tam teslim ettikten sonra hiç O sizi hakikati inkara davet eder mi?
4. PEYGAMBER’İN İLAHİ BİR GÜCÜ YOKTUR:
27Neml/65-De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.”
6En’am/50-De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
6En’am/59-Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.
7A’raf/188-De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.”
5. HARAM-HELAL BELİRLEYEMEZ:
66Tahrim/1-Ey Peygamber! Eşlerin(den herhangi biri)ni memnun etmek için, neden Allah’ın sana helal kıldığı bazı şeyleri (kendine) haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.
10Yunus/59-60-“De ki: “Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram ve bir kısmını helâl yaptınız.” De ki: “Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah hakkında yalan mı uyduruyorsunuz? Peki, bu kendi yalanlarını Allah’a yakıştıranlar, Kıyamet Günü (başlarına gelecek olan) hakkında acaba ne düşünüyorlar? Gerçek şu ki, Allah insanlara karşı sınırsız cömertlik göstermektedir; ama (ne yazık ki) onların çoğu şükrünü bilmez.”
16Nahl/116-“Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü “Şu helâldir, şu haramdır,” demeyin, yoksa Allah hakkında yalan uydurmuş (Allah’a iftira atmış) olursunuz. Allah hakkında yalan uyduranlar ise kurtulamazlar.”
6En’am/148-Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de, babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
16Nahl/35-Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye kulluk (ibadet) etmezdik, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.
42Şura/21-Yoksa onlar, Allah’ın asla izin vermediği şeyleri kendileri için (hukuki ve) ahlaki bir yükümlülük (din) haline sokan sözde ilahi ortakları mı var? Nihai hüküm ile ilgili (Allah’ın) bir kararı bulunmasaydı, onlar arasında her şey (bu dünyada) hükme bağlanmış olurdu ama zalimleri (öteki dünyada) acı bir azap beklemektedir.
5Maide/87-Siz ey inananlar! Allahın size helal kıldığı hayatın güzellikleri haram kılmayın (kendinizi yoksun bırakmayın). Hakkın sınırlarını aşmayın: Allah, sınırları aşanları asla sevmez.
6En’am/149-“De ki: “En üstün delil yalnızca Allah’ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi.”
6En’am/150-“De ki: “Haydi, Allah şunu haram kıldı” diye tanıklık yapacak şahitlerinizi getirin. Onlar şahitlik etseler de sen onlarla beraber şahitlik etme. Ayetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar Rablerine, başka şeyleri denk tutuyorlar.”
6En’am/145-De ki: “Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir.” Şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.
6En’am/151-De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”
2Bakara/173-“Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı…”
6En’am/140-Beyinsizlikleri yüzünden bilgisizce çocuklarını öldürenler, Allah’ın kendilerine verdiği rızkı -Allah’a iftira ederek- haram sayanlar, mutlaka ziyan etmişlerdir. Gerçekten onlar sapmışlardır. Doğru yolu bulmuş da değillerdir.
Konuyla ilgili daha fazla ayrıntı için lütfen aşağıdaki yazıyı inceleyiniz:
Resule İtaat, Müslümanın Peygamber Anlayışı ve Peygambere Bakışı