SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK
ELİF ŞAFAK’IN “AŞK” ADLI ROMANINA ELEŞTİREL YAKLAŞIM
MEVLANA VE ŞEMS HAKKINDA BİLGİLERİN VE ONLARIN AĞZINDAN ANLATIMLARIN MEVCUT OLDUĞU ELİF ŞAFAK’IN AŞK ADLI KİTABININ BİR ELEŞTİRİSİDİR. ANCAK AŞAĞIDA DA BAHSEDİLDİĞİ ÜZERE GÖRECEKSİNİZ Kİ MEVLANA VE ŞEMSİN AĞZINDAN ANLATILAN DİNİ ANLAYIŞ KESİNLİKLE İSLAM’LA UZLAŞMADIĞI KANITLARIYLA AŞAĞIDA VERİLMİŞTİR.
KİTAPTA VERİLMEK İSTENEN TEMEL MESAJLAR
- Mezheplere mensup din alimleri halktan korktukları için dini yasaklardan uzak duruyorlar. Örneğin bu yüzden içki içmiyor, meyhaneye gitmiyor, kumar oynamıyor ve kadına kıza gitmiyorlar.
- Aklın peşine giden yanlış yola gider; aslolan duygular ve gönüldür. Evli kadın gönlü kimden (sufi Aziz’den) yana ise ona gitmiştir.
- Tarikat ehlini bir noktadan sonra dini kurallar bağlamaz. O yüzden Mevlana henüz o makama ulaşmadığı için şeyhi şarap içerken Mevlana’nın içmesine izin verilmemiştir.
- Kişinin dininin ne olduğu önemli değildir. Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman. Bunların hepsi zaten birdir.
Kitapta Rumi ve Şems’in ağzından anlatılan genel İslami anlayış ve bazı uygulamalar eğer bu iki şahsa iftiraysa durum vahimdir, ancak iftira değil de gerçekse durum çok daha vahimdir…
İslam, Allah’tan gelen, peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla bize iletilen, akla uygun bir dindir. İnsanların yaşamlarını daha dürüst, daha ahlaklı, daha kaliteli, daha onurlu ve daha sağlıklı yaşamalarını amaçlar. İslam’a göre kula kulluk etmek en büyük günahtır. İnsanüstü, doğaüstü, üstün güçler sadece Allah’a aittir. Allah bütün insanlar için tek büyük dini otoritedir. Diğer tüm insanlar ise insani özelliklere sahip olma açısından eşittirler. İnsanlar ne kadar dürüst, çalışkan, ahlaklı, Allah’tan korkan olurlarsa olsunlar ulaşabilecekleri en son nokta yine insan olmalarıdır.
Hiçbir insan duyguları, davranışları, tepki ve tutumları neticesinde insan olmaktan daha üst bir boyuta ulaşamaz, ilahi niteliklere sahip olamaz, ilahlaşamaz. İlahi niteliklere sahip olan sadece Allah’tır. Hiçbir insan (Allah’ın peygamberlerine verdiği bazı mucizeler hariç -ki onlar da bize bildirilmiştir-) insanüstü, doğaüstü, üstün, ilahi vasıflara sahip olamaz çünkü bu vasıflara sahip olan sadece ve sadece Allah’tır. Aksi takdirde üstün güçleri olduğuna inanılan bu tür insanlar Allah’a ortak edilmiş olurlar ki bu da en büyük suç ve en büyük zulümdür.
Bu, İslam’ın en temel ilkesidir. İslam’ı diğer dinlerden ayıran en temel ilke… Oysa bu kitapta Şems adıyla bahsedilen şahıs; gaybı bilen, duvarların-kapıların arkasını görebilen, ilahi aleme yolculuk yapıp bir takım ilahi sırlara vakıf olan, Allah’la mutabakat yapan ve Onun tarafından özel seçilmiş biri olarak tanıtılmaktadır. O özel bir insandır. İnsanüstü yani ilahi bazı nitelikleri vardır. Hatta bu özelliklerinden dolayı insanlar hayrete düşer, bu acaba bir büyücü müdür diye sorarlar kendilerine. Kitaba göre Şems öyle biridir ki, söylediği her sözde bir hikmet vardır. Sizden Allah’ın yasakladığı bir şeyi yapmanızı istese dahi “neden” diye soramazsınız. Sorduğunuz anda imtihanı kaybetmiş olursunuz. İnsanların bu şekilde yüceltilmesi ve putlaştırması tamamen İslamdışıdır. Gaybı bilen ise sadece ve sadece Allah’tır.
İslam, Allah’ın istediklerini Allah’ın istediği şekilde, sadece Allah için ve saf bir niyetle yapmaktır. Bunlardan Allah’ın istemediği şeyleri Allah’ın istemediği şekilde yapmak, niyet ne kadar iyi olursa olsun İslam değildir. Öyle olsaydı eğer dinleri için yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, karalara bürünen rahipler, rahibeler, hinduistler ya da taoistler herkesten daha doğru yolda olurlardı, kurtulurlardı.
Nitekim Şems kendini Müslüman olarak tanımlamıyor. “Ben ne Hıristiyan’ım, ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslümanım diyor.” (s. 231-232) Dolayısıyla söylediklerinin İslam dışı olması kadar doğal bir şey olamaz.
1. MEVLANA VE ŞEMS HALA DİRİ Mİ? ARAMIZDA SEMA MI EDİYORLAR? HER ZAMAN DİRİ OLAN, ÖLMEYEN SADECE ALLAH DEĞİL MİDİR?
“İşin aslı, hiç sona ermedi bu hikâye, devam etti. Neredeyse sekiz yüzyıl sonra bile, Şems’in ve Mevlâna Celaleddin Rumi’nin ruhları bugün hâlâ diri ve hercai, sema etmekteler aramızda…”(s.38)
ALLAH DİYOR Kİ:
21/34: Biz, senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî mi kalacaklar?
25/58: Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter.
2. “ALLAH BİZLERİ ASLA TERK ETMEZ, KENDİ KENDİSİNİ NASIL TERK EDEBİLİR Kİ” SÖZÜ NE ANLAMA GELİYOR? BİZ HAŞA ALLAH MIYIZ?
“Sual ettim: “Biz size şah damarınızdan daha yakınız demiyor mu? Allah gökte fersah fersah ötelerde bir tahtta oturmuyor ki. Her an her yerde ve hepimizin içinde. O yüzden asla terk etmez bizleri. Kendi Kendisini nasıl terk edebilir ki?” “(s. 51)
ALLAH DİYOR Kİ:
2Bakara/258: Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. İbrahim: “Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
3. ŞEMS PEYGAMBER MİDİR Kİ ALLAH’LA KONUŞUYOR? GAYBI SADECE ALLAH BİLİRKEN, PEYGAMBER BİLE GAYBI BİLMEZKEN ŞEMS Mİ BİLİYOR? GÖKTE VE YERDE OLAN, KAH ORDA KAH BURDA OLAN ALLAH DEĞİL MİDİR?
“Çocukluğumdan beri öteki âleme ziyaretlerde bulunur, keşifler yapar, gaipten sesler işitirim. Rab ile konuşurum. O da bana karşılık verir. Anlatır, açıklar. Gün olur, bir fısıltı kadar hafifler, arşın yedinci katına süzülürüm. Sonra ağırlaşarak arzın en derin çukurlarına iner; meşelerin, kestane ağaçlarının, kayınların altına gömülü kayaların sırlandığı toprağa sızarım. Kâh orada kâh buradayım. Ara ara iştahım toptan kesilir, günlerce bir lokma yiyemem. Konuşmayı unuturum. Kelimeler silinir zihnimden. Sonra, göç eden kuşlar gibi bir anda geri dönerler. Bunların hiçbiri korkutmaz beni. Ne var ki insanlara tuhaf geldiğini bilirim. Zamanla öğrendim ki, vecd hâllerinden başkalarına pek bahsetmemeli. İnsanoğlu nedense anlayamadığını kötülemeye meyilli. Kaç kez bizzat tecrübe ettim bu şaşmaz kaideyi.
Öteki âleme gidip gelmemi yadırgayan, keşiflerimden ürken ve bana bu konuda peşin hükümle yaklaşan ilk kişi öz babamdı. Takriben on yaşındaydım. O zamanlar koruyucu meleğimi hemen her gün görmeye başlamıştım.” (s.60-61)
ALLAH DİYOR Kİ:
Gaybı sadece Allah bilir:
6En’am/59: Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.
Allah Resul’u gaybı bilmez:
6En’am/50: De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
Hep diri olan, hem yerde hem gökte olan sadece Allah’tır.
2Bakara/255: Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.
4. KENDİNİ ONDA YOK ETMEK NE DEMEKTİR? BUNUN DİNİ DAYANAĞI NEDİR? BAŞLANGIÇSIZ VE SONSUZ OLAN ALLAH DEĞİL MİDİR? SEMANIN YARATICISI ALLAH DEĞİL MİDİR? ŞİRK, ALLAH’A BİRİLERİNİ VE KENDİNİ ORTAK ETMEK, EN BÜYÜK GÜNAH DEĞİL MİDİR?
“Kendimi O’nda yok ettiğimden beri, ölmeden evvel öleli, başlangıçsız ve sonsuzum.” (s.62)
Bu benzersiz yarenlik sayesindedir ki (Mevlana) Rumi, önceleri hâkim çizgiye yakın duran bir din âlimiyken, alışageldik tüm kurallardan çıkmaya cüret ederek adanmış bir gönül ehli, aşkın ateşli savunucusu, semanın yaratıcısı ve tutkulu bir şair oldu.” (s.38)
ALLAH DİYOR Kİ:
57Hadid/3: O(Allah), Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.
5. ŞEMS ALLAH’LA MUTABAKAT MI YAPTI? KAİNATIN SIRLARINI MI BİLİYOR? GÜYA ALLAH ONA RÜYA GÖRMEYECEĞİ GARANTİSİNİ VERİYOR Kİ BÖYLELİKLE ŞEMS HER GÖRDÜĞÜNÜN GERÇEK OLDUĞUNA İNSANLARI İNANDIRSIN… ALLAH HAŞA ŞEMS’İN ARKADAŞI MI Kİ ONDAN RÜYA GÖRMEMEYİ TALEP EDİYOR VE O DA KABUL EDİYOR? BU NE BÜYÜK BİR KİBİRDİR! GÖRDÜKLERİNİN RÜYA DEĞİL GERÇEK OLDUĞUNDAN NASIL BU KADAR EMİN OLUYOR? VAHİY Mİ ALIYOR?
“Anlat hele, yolun nasıl Bağdat’a düştü? Yoksa rüyada mı gördün bu zaviyeyi?” Derviş başını salladı. “Hayır, buraya gelmeme sebep bir rüya değildi. Ben zaten hiç rüya görmem.” “Herkes rüya görür” dedi Baba Zaman şefkatle. “Hatırlamıyorsundur, o başka. Hatırlamaman rüya görmediğin anlamına gelmez.”
“Ama ben rüya görmem” diye tekrarladı Şems. “Allah’la mutabakatımızın parçasıdır. Çocukken kâinatın kimi sırlarının bir bir önüme serildiğine şahitlik ettim. Bunu anneme babama anlattığımda hiç hoşlarına gitmedi, hayal gördüğümü söylediler. Sırrımı arkadaşlarıma açayım dedim, onlar da ‘ya hayalcinin ya yalancının tekisin’ dediler. Hocalarıma danıştım ama onların tepkisi de farklı olmadı. En nihayetinde anladım ki insanoğlu fevkalade bir hâl işitti mi ona ‘hayal ya da rüya’ der, geçer.”
“En sonunda Allah’tan bir daha rüya görmemeyi talep ettim. Böylece ne vakit bir alametle karşılaşsam ya da öteki âlemi keşfe çıksam, bunun bir rüya olmadığını kesinkes bilecektim. Allah razı geldi. Rüya melekesini benden çekip aldı. İşte bu yüzden asla rüya görmem.” (s.84-85)
ALLAH DİYOR Kİ:
Göklerin ve yerin gaybını sadece Allah bilir:
11Hud/123: Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.
11Hud/31: Ben size: «Allah’ın hazineleri benim yanımdadır» demiyorum, gaybı da bilmem. «Ben bir meleğim» de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, «Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir» diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum.»
5Maide/109: Allah, elçileri toplayacağı gün, şöyle diyecek: “Size verilen cevap nedir?” Onlar da: “Bizim bilgimiz yoktur; şüphesiz görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen’sin Sen.”
6. İNSANLARIN ÖZEL GÖRÜLMESİ, PUTLAŞTIRILMASI İSLAMİ DEĞİLDİR. PEYGAMBERLER SIK SIK KENDİLERİNİN DE BİZLER GİBİ BEŞER OLDUKLARI MESAJINI VERMİŞLERDİR. ONLAR İNSAN OLMAYI YETERLİ GÖRMÜŞLER, HADLERİNİ AŞIP KENDİLERİNİ İNSANÜSTÜ KONUMA SOKMAMIŞLARDIR. ONLAR ALLAH’A ÇAĞIRMIŞLARDIR, KENDİLERİNE DEĞİL… ONLAR ALLAH’I ÖVMÜŞLERİDİR, KENDİLERİNİ DEĞİL. ONLAR ALLAH’IN ÖVÜLMESİNİ İSTEMİŞLERDİR, KENDİLERİNİN DEĞİL…
“Deli bakışları yüzüme değince güneşe yüz sürmüşçesine ateş bastı içimi. O zaman anladım ki bu adamın ismi ile cismi birdi. Adını aldığı “güneş” gibi kuvvet ve hayat saçıyor, bir ateş topu gibi içten içe yanıyordu. Hakiki güneşti Şems.” (s.74)
“Şems’in Allah vergisi insanüstü yetenekleri vardı. Duvarların, kapıların ötesini görebiliyor, dilediğinde kendini görünmez yapabiliyordu.” (s.267)
ALLAH DİYOR Kİ:
1Fatiha/2: Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
41Fussilet/6: De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!”
7. ŞEMS TAHTA KAPININ ÖTESİNİ, DUVARLARIN ARKASINI GÖRÜYOR MU? İNSANLARIN RUHLARININ EN SAKLI HALLERİNİ, GİZLİ SIRLARINI MI GÖRÜYOR? İYİ DE BUNLARI GÖREN VE BİLEN ALLAH DEĞİL MİYDİ? O ZAMAN BİZ NEDEN ALLAH’TAN KORKUYORUZ, ŞEMSTEN KORKALIM. NİTEKİM KİTAPTA DA ÖYLE OLUYOR… AYRICA GÜYA ŞEMS ÖTEKİ ALEMİ KEŞFE ÇIKIYOR… PEYGAMBERLERİN BİLE YAPAMADIĞINI YAPIYOR YANİ.
“Bunu duyunca Şems tekrar kapıya baktı. Bakışlarını yine tâ kemiklerimde hissettim. Sanki duvarları delip geçiyor, sadece kapının ötesini değil, ruhumun en dipte ve en saklı hallerini inceliyor, benden bile gizli sırlarımı tanıyordu. Bir korku bürüdü içimi. Belki de kara büyü biliyordu. Kuran-ı Kerim’in sakınmamızı tembihlediği Babil’in iki meşhur meleği Harut ile Marut eğitmişti Tebrizli Şems’i. Ya da bir başka hüneri vardı da duvarların ötesini görebiliyordu. Her halükârda korkutuyordu beni.” (s.87)
“”Hayır öyle bir şey olmadı. Ne uyuyakaldım ne de kâbus gördüm” dedim. “Ben zaten hiç rüya görmem.” ‘Ya ne demeye çığlık çığlığaydın o zaman?” diye üsteledi hancı.
“Çünkü öteki âleme uzandım da geldim. Ben böyle ara sıra öte âleme keşfe çıkarım. Rüya başka keşif başka.”” (s.49)
ALLAH DİYOR Kİ:
35Fatır/38: Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. O, kalplerin içinde ne varsa onu da hakkıyla bilendir.
6En’am/50: De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
8. O’NDA YA DA ALLAH’TA KALMAK NE DEMEK? HAŞA ALLAHLAŞMAK YA DA ALLAH GİBİ OLMAK MI DEMEK? YA DA “AYRI VE FARKLI MAHLUKLAR DEĞİLİZ, HEPİMİZ TEK’İZ” NE DEMEK? BU DÜŞÜNCELERİN PANTEİZMDEN FARKI NE? TÜM BUNLARIN İSLAM OLMADIĞI, İSLAM İLE TABAN TABANA ZIT OLDUĞU KESİN…
“Kim O’nu bulursa sonsuza dek O’nda kalır.” (s.86)
“Nasıl yani? Sanki beni dinlerler! Adamlar benden nefret ediyor. Az kalsın öldürüyorlardı görmedin mi?” “Dinlerler!” dedi Şems kararlılıkla. “Zira ‘onlar* diye ayrı bir varlık yok, tıpkı ‘ben’ diye bir şey olmadığı gibi. Aklından şunu çıkarma: Kâinatta ne varsa birbirine bağlı. İnsan, hayvan, nebat, cemad… Yüzlerce, binlerce farklı ve ayrı mahlûk değiliz. Hepimiz Tek’iz.” (s.176)
ALLAH DİYOR Kİ:
6En’am/101: O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir. (Göklerin ve yerin sonradan var olduğunu ve ayrı varlıklar olduğunu görüyoruz)
46Ahkaf/3: Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.
9. ŞEMS BİR ŞEHRE GİRMEDEN ÖNCE ORDAKİ ÖLÜ VEYA DİRİ TÜM VELİLERİ SELAMLIYORMUŞ, ONLARDAN DESTUR ALIYORMUŞ VE ONLAR DA ONA CEVAP VERİYORMUŞ. BUNLARDA NASIL BİR ÖZELLİK VAR Kİ HER AN BİRBİRLERİNİ GÖREBİLİYORLAR VE DUYABİLİYORLAR? ÖLÜLERE İŞTTİREBİLİYORLAR? AYRICA BİR ŞEHRE GİRDİĞİMİZ ZAMAN BİZİ KORUYUP GÖZETEN VELİLER MİDİR? ALLAH DEĞİL MİDİR? ŞEHRE GİRERKEN ALLAH’A DUA EDİLMESİ GEREKMEZ Mİ? HER YERDE BİZİMLE BİRLİKTE OLAN, BİZİ GÖREN VE GÖZETEN ALLAH DEĞİL MİDİR?
“Bir şehre varmadan önce hiç şaşmadan tekrarladığım kadim bir âdetim var: Şehrin kapılarından geçmezden evvel bir müddet durur ve oradaki tüm velileri selâmlarım içimden. İster ölü olsun ister diri, ister meşhur olsun ister meçhul, o şehirde yaşamış ya da yaşamakta olan tüm velilere bir selâm yollarım önden. Destur isterim onlardan. Bunca senedir hiçbir şehir, kasaba yahut köy yok ki velilerinden destur almadan ayak basmış olayım. Varacağım yerde ağırlıklı olarak Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler yahut Mecusîler ikamet etsin, hiç fark etmez. Her yerde muhakkak bir veli vardır ve onlar, dini, cemî ve cîsmanî farklılıklardan öteye geçmiştir. Veli dediğin tüm beşerin rehberidir.” (s.132-133)
ALLAH DİYOR Kİ:
57Hadid/4: Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir.
17İsra/80: De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”
35Fatır/22: Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.
20Taha/46: Allah, şöyle dedi: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.”
10. BİRİNİN HIRKAMDA ALLAH VAR (HAŞA “BEN ALLAH’IM”) DEMESİ, ONU ALLAH RESULUYLE KIYASLANACAK BİR KONUMA MI GETİRİYOR? BU KESİNLİKLE İSLAM DEĞİL, O ZAMAN BU HANGİ DİN? ŞEMS SORUYOR: HZ. MUHAMMED Mİ DAHA İLERİDEDİR, SUFİ BAYEZİD-İ BİSTAMİ Mİ? MEVLANA, NASIL İKİSİNİ BİR TUTARSIN DİYOR AMA ŞEMS BU CEVABI BEĞENMİYOR. NEDEN? BİSTAMİ “HIRKAMDA ALLAH VAR” DEDİ DİYE… ARTIK GERİSİ YORUMSUZ…
“Derviş zınk diye durdu, arkasını döndü, ilk defa gülümsedi. “Şu ikisinden hangisi daha ileridedir sence: Hazreti Muhammed mi, Sufi Bayezid-i Bistâmî mi?” “Bu ne biçim soru böyle?” diye tersledim. “Son peygamber, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ile bir sufiyi bir mi tutarsın?”
Etrafımızda meraklı bir kalabalık toplanmıştı ama derviş izleyicileri umursamıyor gibiydi. İfadesini hiç bozmadan üsteledi: “Bir düşün: Peygamber Hazretleri şöyle buyurmamış mıydı? Yarabbi, Seni yüceltirim(tebcil ederim). Seni lâyıkıyla bilemedim’. Hâlbuki Bayezid-i Bistâmî ‘Ben kendimi yüceltirim(tebcil ederim), benim şanım yücedir. Zira hırkamda Allah var’ dedi. Madem biri Allah’a nazaran ufak hissederken kendini, diğeri Allah’ı içinde taşır, bu ikisinden hangisi daha ileridedir sence? ”
Birden nefes alamadım, yutkundum. İlk duyduğumda saçma sapan gelen bu soru birden başka bir anlam kazandı. Sanki bir örtü kalktı, altından ilginç bir bulmaca çıktı. Dervişin yüzünde kaçamak bir tebessüm belirip kayboldu. Artık karşımda dikilen adamın meczubun teki olmadığını biliyordum. Benden samimiyetle bir şey istiyordu. Daha evvel düşünmediğim bir soruyu düşünmemi. “Ne demek istediğini anladım” dedim. “Bu iki kelamı karşılaştırıp, her ne kadar Bistâmî’nin sözü daha iddialı görünse de, aslında Peygamber Efendimizin sözünün ondan daha ileride olduğunu açıklamaya çalışacağım.” “ (s.200)
ALLAH DİYOR Kİ:
2Bakara/258: Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. İbrahim: “Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
11. ALLAH AŞKININ DERYA DENİZ OLMASI, ONDAN SU ALMAK NE DEMEK? İLAHİ AŞKTA YOK OLMAK NE DEMEK? BU LİTERATÜR HANGİ İSLAMİ KAYNAKTA, HANGİ VAHİY METNİNDE VARDIR? NEDEN KURAN’DA BİR YERDE BİLE BU TABİR GEÇMİYOR? ALLAH AŞKINDAN SU ALAN KİŞİ İLAHİ NİTELİKLERE Mİ SAHİP OLUYOR? BİSTAMİ HIRKAMDA ALLAH VAR DEDİĞİNE GÖRE ÖYLE OLUYOR…
“Kulak kesildim, seni dinliyorum” dedi derviş. “Allah aşkı derya deniz gibidir. Kendi meşrebince her insan ondan su alır. Fakat kimin ne kadar su alacağı kabının büyüklüğüne bağlıdır. Kiminin kabı fıçıdır, kiminin kova; kiminin kırbadır, kiminin matara.”Ben konuştukça dervişin yüzündeki ifade değişmeye başladı. Yavaş yavaş gözlerine kendi fikirlerinin yankısını başkasının sözlerinde duyan bir adamın yumuşak, dostane parıltısı geldi.
“Bistâmî’nin kabı Peygamber Efendimizinkine nazaran ufaktı. O bir avuç içti, kandı. O kadarla mesut ve sarhoş oldu. Ne güzel, kendinde ilahi varlıktan eser bulmuş. Ama o hâlde kalmak, yola devam etmemek demektir. O mertebede bile Allah ile nefs ayrı gayrıdır. Peygamber Efendimize gelince, Allah’ın sevgili kuludur, onun kabı kolay dolmaz. O yüzden Allah, Kuran’da şöyle buyurmuş: Açıp genişletmedik mi senin kalbini? Kalbi böyle genişleyince, yani kabı büyüyünce, doymak bilmez bir susuzluk hasıl olmuş içinde. Boşuna değil, ‘seni lâyıkıyla bilemedik’ deyişi. Hâlbuki kimse Allah’ı onun gibi bilemedi.” Derviş sakin, kendinden emin gülümsedi. Baş kırıp selâm verdi. Sonra minnet belirtir şekilde elini kalbine attı, bir süre öylece durdu. Gözlerini tekrar kaldırdığında, batan güneşin ölgün ışığında, yepyeni bir ilgiyle baktı bana. Karşımda hürmetle eğildi. Ben de onun önünde hürmetle eğildim. (s.201)
“Uzak olmayan bir şehirde bir allâme-i cihan yaşar. Kelâmda ustadır; takva ve ibadette kâmil, ilim ve marifette mahirdir. Binlercesi sever ve sayar onu. Sözlerine rağbet eden çok, hayranları gani gani ama İlahi Aşk’ta yok olmadığından, benlik zannından tam olarak kurtulamamıştır. Sizi ve beni kat kat aşan sebeplerden ötürü zaviyemizden birinin gidip kendisine can yoldaşı olmasında fayda vardır.” (s.101)
12. KİMYA, ÖLÜLERİ GÖRÜYOR VE ONLARLA KONUŞUYOR MU? ÖLÜLER ARAMIZDA GEZİP BİZLERİ İŞİTİYORLAR MI? ALLAH, ÖLÜLERE İŞTTİREMEZSİNİZ KABİLİYET ÖLÜLERLE KONUŞMAKLA MI OLUYOR? İNSAN ANCAK BÖYLE İNSANÜSTÜ ÖZELLİKLERE SAHİP OLDUĞUNDA MI KABİLİYETLİ SAYILIYOR? ASIL KABİLİYET; DÜRÜSTLÜK, ERDEM, ÇALIŞKANLIK, ÜRETKENLİK DEĞİL MİDİR?
“Doğruyu söylemek zorunda olduğumu anladım. “Rahmetli eşiniz burada, yanımda. Elimi tutuyor, beni konuşmaya teşvik ediyor. Koyu kahve badem gözleri, çillenmiş yüzü, uzun sarı bir elbisesi var…”
Genç kadın terliklerini işaret edince, onu da anlattım. “Terliklerinden bahsetmemi istiyor. Parlak turuncu ipekten yapma, üstünde ufacık al çiçekler işli. Çok güzeller.”
Mevlâna’nın gözleri doldu. “O terlikleri Gevhere Şam’dan almıştım. Pek severdi rahmetli…”
Bunları söyledikten sonra koca âlim sessizliğe büründü. Vakur, dalgın, mesafeli bir ifadesi vardı. Ama yeniden konuşmaya başladığında tavrı nazik ve dostaneydi, sesinde kederden eser yoktu.
“Şimdi anlıyorum neden herkesin kızınızı kabiliyetli bulduğunu” dedi Mevlâna babama. “Haydi, burada dikilmeyelim. Evime gidelim. Beraber yemek yer, Kimya’nın istikbalini konuşuruz. Eminim çok iyi bir talebe olacak; hem de pek çok oğlanı geride bırakacak.”
Yola koyulmadan evvel Mevlâna usulca sordu. “Bunları Gevher’e de iletir misin evladım?” “Gerek yok ki efendim. O sizi duydu bile” dedim. “Bana dedi ki şimdi gitmesi gerekiyormuş. Ama gittiği yerden daima muhabbetle sizi izliyormuş.”
ALLAH DİYOR Kİ:
30Rum/52: Şüphesiz, sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da işittiremezsin.
2Bakara/177: Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
13. KIZ YA DA KADIN OLMAK OLUMSUZ BİR ÖZELLİK Mİ? ONLAR EVLENİP ÇOCUK DOĞURDUĞUNDA ÇALIŞMALARI, EDİNDİKLERİ BİLGİLER BOŞA MI GİDER? ALLAH ONLARI SORUMLU TUTMUYOR MU BAZI ŞEYLERDEN?
“Mevlâna’ya döndüm:
“Efendimiz sizin yanınızda yetişmek bana şeref verir. Zorluktan kaçmam, okumayı severim. Öğrenmeye açım. İyi bir öğrenci olacağıma sizi temin ederim.”
Mevlâna’nın gözleri parladı. “İşte bu çok güzel” dedi ama sonra içini çekti. Sanki aklına tatsız bir ayrıntı gelmişti. “Ama sen kızsın. Biz beraber durup dinlenmeden çalışsak, yollar kat etsek bile çok geçmeden evlenecek, çoluk çocuğa karışacaksın. Onca senelik tedrisat boşa gidecek.”
Ne diyeceğimi bilemedim. Şevkim kırılmıştı.” (s.218)
ALLAH DİYOR Kİ:
9Tevbe/71: Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
14. ŞEMS GELECEĞİ Mİ GÖRÜYOR? ALLAH RESULU GELECEĞİ BİLEMEZKEN ŞEMS BİLİYOR MU?
“Ayakta dikilmiş sessiz sedasız onu izlerken öteki âleme çekiliverdim birden, keşfe çıktım. Mevlâna’nın bundan seneler sonraki hâlini gördüm. Daha yaşlı, daha zayıf, daha hüzünlü ama daha bir heybetli ve vakur oturacaktı gene aynı noktada, aynı bal sarısı ışığın altında. Koyu yeşil bir cüppe olacaktı omuzlarında; âlicenap bir nazarla bakacaktı etrafına ama kalbinde dinmeyen bir sızı olacaktı daima. Benim yokluğumu bir yara izi gibi üzerinde taşıyacaktı. O an iki şeyi anladım: Birincisi, Mevlâna bu evde yaşlanacak ve ömrünün son demlerini gene bu şehirde geçirecekti. Ve ikincisi, ben gittikten sonra yokluğumla açılan yara kapanmayacaktı. Gözlerim doldu.” (s.292)
ALLAH DİYOR Kİ:
72/25: De ki: “Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, bilemem.”
31/34: Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır. (Kaç kere şems nerede ve nasıl öleceğini görüyor. Hiç rüya görmediğini iddia ettiğine göre demek ki geleceği görüyor. Ancak Allah diyor ki hiç kimse nerede öleceğini bilemez.)
15. KATİL KENDİNİ AZRAİLE BENZETİYOR, “ALLAH İSMİNE ZEVAL GELMESİN DİYE KÖTÜ İŞLERİ AZRAİLE YAPTIRIYOR, BU ADALET MİDİR” DİYOR? BİR KATİLİN AĞZINDAN DA OLSA KATLİAMIN BÖYLE MEŞRULAŞTIRMASI VE BUNDA ALLAH’IN ADININ KULLANILMASI DOĞRU MUDUR?
“Benim gibilerine de lüzum var şu hayatta. Allahüteala bile mukaddes nizamını kurarken, can alma işinde Azrail’i kendine naip tayin etmemiş mi? Böylece insanlar her ne felaket gelirse başlarına Azrail’den bilmişler. Ecel meleğini lanetlemiş, ondan çekinmişler. Bu sayede O’nun ismine zeval gelmemiş. Diyebilirsiniz ki adil midir, reva mıdır Azrail’e? Ama zaten bu dünya pek de öyle adaletli bir yer sayılmaz, öyle değil mi?” (s.42)
ALLAH DİYOR Kİ:
17İsra/71: Her insan grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.
23Mü’minun/62: Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.
6En’am/160: Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
16. ŞEMS FAL BAKIYOR; ALLAH, FAL ŞEYTAN İŞİ PİSLİKTİR DEMİYOR MU? GEÇMİŞ DE GELECEK DE GAYB DEĞİL MİDİR? ŞEMS GAYBI MI BİLİYOR? İNSANLARIN İÇLERİNİ Mİ OKUYOR? GAYBI BİLEN SADECE ALLAH DEĞİL MİDİR?
“Daha iyisini yapayım istersen” diye önerdim: “Gel, el falına bakayım.” Hancıya doğru yürüdüm, kor alevler saçan gözbebeklerinden ayırmadan gözlerimi. İstemsizce, güvensizce irkildiyse de, sağ elini elime alıp avucunu açtığımda bana karşı koymadı. Falcı, büyücü kısmı insanların ellerinden geleceği okuduğunu iddia eder. Ben ise sadece geçmişi okurum. İnsanın geçtiği, geçip de bir türlü geride bırakamadığı yolları…
… “Sevdiğin bir kişiyi kaybetmişsin” dedim. Bu sefer hancının sol avcunu elime aldım.
…”Bir değil, iki kişi kaybetmişsin” diye düzelttim. “Karın ilk çocuğunuza hamileymiş o zamanlar.”
…”Biliyorum ki teselli olmayacak ama söylemem gereken bir şey var” dedim yavaşça. “Karını öldüren ne yangındı, ne duman. Tavandaki tahta kalaslardan birisi üstüne düştü. Hemen o an, yani hiç acı çekmeden can verdi. Sense hep korkunç acılar çektiğini vehmetmiştin. Öyle olmadı.”
Hancı kaşlarını çattı, tahayyül edilemez bir yükün altında bel vermiş gibiydi. Elemle çatallanan bir sesle sordu: “Nerden bilirsin bunca şeyi? Büyücü müsün sen?”
Suali duymazdan geldim. “Karını münasip bir şekilde toprağa veremedin diye kendini suçlar durursun. Hâlâ kâbuslarında onun çukurdan sürünerek çıktığını görüyorsun. Ama zihnin sana oyunlar oynamakta. İşin aslı, hem eşin hem oğlun fevkalade bir haldeler. Birer ışık zerresi gibi hafif ve hür, ebediyeti gezmekteler.”” (s.53-54)
ALLAH DİYOR Kİ:
5/90: Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
6En’am/59: Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.
6En’am/50: De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
17. “BENİMLEYSENİZ SİZ DE UMMANA DALIN, YOK DEĞİLSENİZ KÜMESİNİZDE KALIN” BİR BABAYLA BÖYLE Mİ KONUŞULUR? HZ. İBRAHİM BABASIYLA BÖYLE Mİ KONUŞMUŞTU? ONU AŞAĞILAMIŞ MIYDI? ANNE BABAYA İYİLİK EDİN, YUMUŞAK SÖZ SÖYLEYİN DEMİYOR MU ALLAH?
“Babacım bilesin, bu oğlun kardeşlerinden farklı bir yumurtadan çıktı. Dilersen beni tavuklar tarafından büyütülen bir ördek yavrusu say. Emin ol şu ömrümü kümeste geçirmeyeceğim. Sizin içine girmeye korktuğunuz suda ben can buluyorum. Zira sizin aksinize ben yüzebiliyorum. Benim meskenim ummanlar. Benimleyseniz, siz de ummana dalın. Yok değilseniz, karışmayın ve kümesinizde kalın.” (s.61)
ALLAH DİYOR Kİ:
17İsra/23: Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.
17İsra/28: Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle. (Yüz çevirmen gerekse bile yumuşak söz söyle)
31/15: Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (Şems’i babası ortak koşmaya mı zorladı? Zorlasa bile ona itaat etmez belki ama yine de iyi geçinir.)
18. ALLAH “AKLINI KULLANMAYANLARA PİSLİK YAĞDIRIRIM” DİYOR, ONLARCA YERDE “AKLINIZI KULLANMAZ MISINIZ” DİYOR, ŞEMS HAK YOLUNDA İLERLEMENİN AKIL İŞİ OLMADIĞINI, AKLIN KILAVUZ EDİNİLMEMESİ GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYOR! AKLI KÜÇÜMSÜYOR. AKIL TEMKİNLİDİR, DİYOR; KENDİNİ SAKINMAYI ÖĞÜTLER. AŞK İSE BIRAK KENDİNİ, KOY GİTSİN DER? KENDİNİ BIRAKMAK, ALLAH’IN SINIRLARINI VEYA HERHANGİ BİR SINIRI DİKKATE ALMADAN HAREKET ETMEK İYİ BİR ŞEY MİDİR?
“İkinci Kural: Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil’. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil! (s.64)
Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: “Bırak kendini, ko gitsin!” Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!”(s.95)
ALLAH DİYOR Kİ:
10Yunus/100: Allâh’ın izni olmadan hiç kimse inanmaz ve (Allâh) pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine koyar.
8Enfal/22: Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.
8Enfal/56: Bunlar, içlerinden antlaşma yaptığın kimselerdir ki, sonra her defasında ahidlerini bozarlar. Onlar sakınmazlar.
19. KONUŞMAMAK, DİLSİZ OLMAK MI İYİDİR? TABİİ, ŞEMS GİBİLERİ KİMSE SORGULAMAMALI, ONUN KARŞISINDA KİMSE AĞZINI AÇMAMALI.
Altıncı Kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur. (s.96)
ALLAH NE DİYOR:
2Bakara/18: Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.
20. ŞEMS’E YOLDAŞ OLABİLMEK İÇİN ŞARAP ALIP İÇMEK Mİ GEREKİYOR? İNSAN İÇKİ DIŞINDA BAŞKA BİRŞEYLE İMTİHAN EDİLEMEZ Mİ? İÇKİ İÇMEYEN İNSANLAR ÇEVRELERİNDEN KORKTUKLARI İÇİN Mİ İÇMİYOR? GÜYA ŞEMS VE ÇEVRESİNDEKİ SUFİLERİN DIŞINDA KALAN BÜTÜN İNSANLAR İNSANLARDAN ÇEKİNDİKLERİ İÇİN İÇKİ İÇMİYORLAR…
“Kızıl Çömez, bana yoldaşlık etmeye gücün yeter mi peki?”
diye sordu aniden. Hevesle ve gayet çevik bir şekilde zıplayarak doğruldum.
“Elbette yeter! Gücüm özümden gelir.” “Peki o zaman. Mademki benim müridim olmak istersin, işte ilk vazifen: En yakın meyhaneye git, bir testi şarap al. Gel bu meydanda dik kafana, lıkır lıkır iç!”
“Tövbe Estağfurullah’ dedim. “Babam duysa bacaklarımı kırar valla. Ailem beni Baba Zaman’ın zaviyesine iyi bir Müslüman olmam için yolladı, kâfir olup yoldan çıkmam için değil. Sonra elalem hakkımda ne düşünür? Konu komşu ne der?””(s.119-120)
ALLAH DİYOR Kİ:
5Maide/90: Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
5Maide/91: Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
21. ŞERİAT, MARİFET, TARİKAT VE HAKİKAT ADI VERİLEN KAPILAR HANGİ İSLAMİ KAYNAKTA, HANGİ NASTA MEVCUTTUR? HAKİKAT KAPISINA VARAN GERÇEKTEN DE ŞERİATIN İLKELERİNE YANİ ALLAH’IN KOYDUĞU İLKELERE UYMAK ZORUNDA DEĞİL MİDİR? ÖRNEĞİN ŞEMS HAKİKAT KAPISINA VARDIYSA İÇKİ İÇEBİLİR, YALAN SÖYLEYEBİLİR, ADAM ÖLDÜREBİLİR, KADINLARA DOKUNABİLİR Mİ? NİTEKİM BUNLARDAN BAZILARINI YAPMIYOR MU? EVLENMEDEN ÖNCE KİMYA İLE MÜNASEBETLERİ YA DA MEVLANAYI GÜYA İMTİHAN EDERKEN KENDİSİNİN İÇKİ İÇMESİ BUNDAN MIDIR? HAKİKAT KAPISINA VARANI ALLAH BAĞLAMAZ MI? PEKİ KİM ANLAYABİLİR KİMİN HANGİ KAPIDA OLDUĞUNU? ŞU ANDA DÜNYADA KENDİNİ PEYGAMBER, MEHDİ, YA DA İSA SANANLAR OLDUĞU GİBİ KENDİNİ HAKİKAT KAPISINDA SANANLAR OLAMAZ MI? NE YAPSIN ONLAR, TÜM İSLAMİ İLKELERİ TERK Mİ ETSİNLER? BU DURUM KURALSIZLIĞI, SINIRSIZLIĞI GETİRMEZ Mİ? BU İNANÇ İSLAMDIŞI DEĞİL MİDİR?
“(Kitapta mutaassıp[yazara göre tarikatçı olmayan bağnaz kişi şunları söylüyor] ismi verilen biri konuşuyor) Bu tasavvuf ehli işi iyice abartıp, “Önümüz sıra dört kapı vardır; şeriat, marifet, tarikat ve hakikat basamak basamak çıkılır” diyorlar. Kimileri de ekliyor ardından; “Şeriat sadece bir menzildir.” Sorarım onlara, bu neyin menziliymiş? Bir de çekinmeden diyorlar ki, “Dördüncü kapıya varanı birinci kapının kuralları bağlamaz. Hakikat(tarikat) ehli, şeriatın(dinin) kaidelerine uymak zorunda değildir.” Hoppala! Yüce mertebeye ulaştıklarını zannediyorlar öyle mi? Sade suya tirit bahane! İçki içmek, raks etmek, musiki aleti çalmak, şiir yazmak, resim yapmak… Onlara göre dini vecibelerden daha önemli. Sürekli vazedip duruyorlar, “madem İslam’da rütbe yok, herkesin Allah’ı kendine göre bulmaya hakkı var” diyorlar. Kulağa zararsız, hatta masumane geliyor bu laflar ama halka tebliğ ettikleri laf salatasının altında, ben biliyorum ki, sinsi ve habis bir niyet var: “Dini mercilere kulak asmayın, onlara ne gerek var!” diyorlar.” (s.193)
BAŞLANGIÇTA MEVLANA’NIN GENÇ OĞLU ALAADDİN ÇELEBİ İLE EVLENECEK MEVLANA’NIN CARİYESİ VEYA HİZMETÇİSİ VEYA ÜVEY KIZI OLAN 15 YAŞINDAKİ KİMYA, İSTEMEDİĞİ HALDE DAHA SONRA 65 YAŞINDAKİ ŞEMS’LE EVLENDİRİLECEKTİR. KİMYA SIK SIK EVDEN KAÇACAK, ŞEMS VE MEVLANA ONU ARAYACAKLARDIR. ALAADDİN ÇELEBİ SIK SIK ŞEMS TARAFINDAN TEHDİT EDİLİNCE ŞEMS, DAHA SONRA MEVLANA’NIN OĞLU TARAFINDAN ÖLDÜRÜLECEKTİR. (Bu konuda Tarih araştırmacısı Prof. Mikail Bayram’ın “Tarihin Akışında Nasreddin Hoca ve Ahi Evran” s.56-59. Ayrıca Bkz. Ahmet Eflaki Menakibu’l-Arifin)
“Şems (ihtiyar adam) ve Kimya(genç kız) arasındaki münasebetler: (Şems’le ileride evlenecek olan Kimya: )
Şems hafifçe durakladı. Gayriihtiyarî ağzına takıldı gözüm. Dudakları pembe ve biçimliydi. Ağzı davetkâr bir saklıbahçeydi.” (s.246)
“Şems bu kadar yakınımdayken kalbim daha hızlı atıyordu. Tuhaf bir adamdı, sesinde müthiş bir ahenk vardı, elleri ince ve zarifti; bakışları güneşten fışkıran bir huzme misali değdiği yeri canlandırıyordu. Yanındayken hem gençliğimi hissediyor, hem anaç duygularla doluyordum. Onu korumak, kollamak istiyordum. Gerçi bunu nasıl yapacak, onu neden koruyacaktım, kestiremiyordum. Şems elini omzuma koydu, yüzü yüzüme öyle yakındı ki nefesinin ılıklığı tenimi okşuyordu. Bakışlarında şimdi yepyeni, rüyada gibi bir hâl vardı. Usulca dokundu yanağıma. Tenimdeki parmak uçları yanan bir kandil gibi sıcacıktı. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Derken parmakları yüzümde aşağılara kaydı, alt dudağıma uzandı. Başım döndü, gözlerimi kapadım, heyecandan titriyordum. Ama Şems dudağıma değer değmez elini çekti… Ancak odama dönüp döşeğe sırtımı dayadığımda, gözlerimi tavana ‘dikip, acaba Şems beni öpseydi nasıl olurdu diye heyecan içinde düşünürken şafak attı.” (s.247)
“Şems gülümsedi. Bileğimi kavradı, elimi tuttu. Bıraktım vücudunun sıcaklığı vücuduma geçsin; esir etsin beni kendine, meftun etsin. Konuştuğunda sesi yumuşacıktı.” (s.277)
“Sert bir rüzgâr esti bizden yana. Kar taneleri havada rastgele savruldu. Şems bana doğru bir adım atarak sırtımdaki şalı düzeltti; omuzlarımı örttü. O kadar yakınımdaydı ki, kokusunu içime çektim. Sandal ağacı, misk-i amber ve yağmur sonrası toprak karışımıydı Şems’in kokusu. Karnımda, göğsümde bir kıpırdanma, bacaklarımın arasında bir dalgalanma hissettim. Bir erkeği arzulamak böyle bir şeydi demek. Hem utanç vericiydi hem de, tuhaf bir şekilde, utanacak bir şey yoktu bunda.” (s.276)
ŞEMS İÇKİ İÇİYOR:
“(Şems: ) Derken ikinci şişeyi aldım, aynı şekilde onu da toprağa döktüm. Gülün turuncu rengi bu kez daha bir canlandı, ısıl ışıl lâl oldu. Şişenin dibinde ancak birkaç yudum şarap kalmıştı.
Bunu kadehe boşalttım. Yarısını içtim, kalan yarıyı Rumi(Mevlana)’ye uzattım. Titreyen ellerle kadehi aldı; nezaketle, temkinle kabul etti sunulanı. Ömrü hayatında ağzına içki sürmemiş bu âlim şimdi benim için, bana ve dostluğumuza inandığı için kadehi kavrıyordu.
“Dinin şartlarına uymak önemlidir” dedi. “Ama insan kuralları özden, parçaları bütünden daha fazla önemsememeli. İçki içen insan içmeyenleri, içki içmeyense içenleri küçümsememeli. Bugün bana ikram ettiğin kadehi bu şuurla içiyorum ve tüm kalbimle inanıyorum ki aşk sarhoşluğunda ayıklık var.”
Rumi tam şarabı ağzına götürecekti ki kadehi elinden kaptığım gibi yere çaldım. Kızıl şarap bembeyaz kar üzerinde kan lekesi gibi saçıldı. “Sen içme” dedim. “Bu kadar yeter. Göreceğimi gördüm ben.” Artık bu imtihanı devam ettirmeye gerek yoktu.” (s.304)
ALLAH DİYOR Kİ:
17İsra/32: Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.
24Nur/30: Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
5Maide/90: Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
6En’am/50: De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” (Allah Resulu bile kendisine gönderilen vahye uyuyor. Ben hakikat kapısındayım bunlardan muafım demiyor.)
2Bakara/85: …Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?…
22. MÜSLÜMANLAR İÇKİDEN UZAK DURURKEN BUNU İTİBAR KAYGISI İLE Mİ YAPIYORLAR? ÇEVRESİNDEKİLERDEN ÇEKİNDİKLERİ İÇİN Mİ İÇKİ İÇMİYORLAR? BU ONLARA BİR HAKARET DEĞİL MİDİR? EĞER BÖYLE OLSAYDI GİZLİ GİZLİ İÇMELERİ ÇOK MU ZOR OLURDU? PEKİ, İNSANLARIN BİZ İÇKİ İÇMİYORKEN BİZİ İÇKİ İÇEN SANMALARI NE DERECE DOĞRUDUR? İÇİMİZ FARKLIYKEN DIŞTAN KENDİMİZİ FARKLI MI GÖSTERMELİYİZ? O ZAMAN BU DÜRÜSTLÜK OLUR MU? BÖYLE BİR DURUMDA BİRBİRİMİZE NASIL GÜVENECEĞİZ?
“(Şems: )Pek iyi değilim aslında. Çok susadım, lâkin bu evde susuzluğumu giderecek hiçbir şey yok.”
(Mevlana Rumi: )”O zaman gidip bir Kerra’ya sorayım, canın ne çekiyorsa söyle, hazırlasınlar” dedi.
(Şems: )”Yok, istemem. Bana gereken şey mutfakta değil ki. Meyhanede! İçimden sarhoş olmak geliyor bu akşam.” Rumi’nin yüzünden bir endişe bulutu geçti. Kafası karışmış gibiydi.
(Şems: )“Testini mutfakta dolduracağına, meyhanede doldursana” dedim.
(Mevlana Rumi: )“Nasıl yani? Sana şarap mı alayım?” diye tereddütle tekrarladı koca âlim. ” (Şems: ) Aynen öyle. Sade bana değil. Gidip ikimize birden şarap alsan pek makbule geçer. İki şişe kâfi; biri sana, biri bana. Yalnız bir ricam olacak. Meyhaneye vardığında alelacele şişeleri kapıp buraya gelme. Birazcık oralarda oyalan. İnsanlarla sohbet et. Ben seni burada bekliyor olacağım. Aceleye mahal yok.
Mevlâna yarı isyan yarı kaygıyla baktı yüzüme. O an tâ Bağdat’ta yoldaşım olmak isteyen kızıl saçlı çömez geldi aklıma. Başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğüne kafa yormaktan fırsat bulup da tasavvuf deryasına dalamamıştı. Acaba benzer şekilde, itibar kaygısı Rumi’yi bu yolda ilerlemekten alıkoyacak mıydı?” (s.292)
23.MEVLANANIN KADINA BAKIŞI
KARISI KÜTÜPHANEDEKİ KİTAPLARI OKUMAK İSTEMESİNE RAĞMEN, MEVLANA KÜTÜPHANEYİ ONA YASAKLIYOR, KARISI İSTEMESİNE RAĞMEN BU KONULARDA ONUNLA KONUŞMUYOR…
KADINLAR FIKIH, FELSEFE, TARİH VE MANTIK GİBİ İLİMLERLE UĞRAŞMAMALI, BUNLARI KONUŞMAMALI. HATTA İLGİLENMEK VE BİLGİLENMEK İSTESELER DAHİ BUNLAR HAKKINDA KONUŞMAMALI, KİTAP OKUMAMALI…
(Mevlana’nın karısı Kerra: ) “Bugünlerde öyle keyifsiz, o kadar takatsizim ki. Mevlâna ile Şems gece gündüz kapanıp fısır fısır sohbet ettikçe, ben daha derin batıyorum sessizliğe. Keşke fıkıh, hadis, felsefe, tarih ve mantık gibi hususlarda bilgili olsaydım. Bazen öyle anlar oluyor ki kadın yaratıldığıma isyan edesim geliyor. Bu dünyaya kız olarak gelince durmadan çalışmayı öğretiyorlar: Yemek pişirmek, temizlik yapmak, kirli çamaşırları külle ovmak, dereden su taşımak, eski çorapları yamamak, yağı sütten ayırıp çökelek yapmak, hamur açmak… hepsini belliyorsun peş peşe. Kimi kadınlar bunların yanı sıra ya da yerine vücutlarını kullanarak erkeklerin aklını başından almayı öğreniyor. Ama işte hepsi bu. Öyle ya da böyle hep hizmet ediyorsun. Kimsenin kadınların ellerine kitap verdiği yok. Oysa Mevlâna’nın, bugün Şems’le konuştuğu gibi benimle de hararetli hararetli konuşmasını, bana da akıl danışmasını nasıl istiyorum. Evlendiğimizin ilk senesiydi. O zamanlar yalnız kaldığım her fırsatta kocamın kütüphanesine sokulmayı huy edinmiştim… “Bana çuvalla altın verseler, babamın kitaplarının bir sayfasına değişmem” der Mevlâna. “Bu paha biçilmez kitapların her biri bana ceddimden kalma. Babamdan devraldım onları, vakti gelince oğullarıma aktaracağım.” (YİNE ERKEKLERE YANİ… KADINLARIN İŞİNE YARAMAZ)
Maalesef, Mevlâna’nın kitaplarına ne kadar kıymet verdiğim uzun zaman önce acı bir şekilde öğrendim. Evliliğimizin ilk senesi dolmamıştı. Evde yalnızdım. Birden aklıma esti. Elime bir bez, bir kova alıp, kütüphaneye daldım. Kararlıydım. Kocamın kitaplarını bir bir temizleyecek, böylece ona hoş bir sürpriz yapacaktım. Tüm kitapları raflardan indirdim; bir kadife parçasını gül suyuna banarak her kitabın kapağını bir güzel sildim. Bu yörenin inanışına göre kitaplara dadanıp sayfalarını kemirmekten zevk alan haylaz bir cin varmış. İsmi Kebikeç! İşte bu cini defetmek için her kitabın başına muhakkak bir uyarı yazmak gerekirmiş. Ya Kebikeç! Bu kitaptan uzak dur! Sana göre değil bu sayfalar! Ben de her bir kitabı sildikçe bu yazıya bakıp gülümsüyordum. O öğleden sonra kütüphanedeki bütün kitapların tek tek tozunu aldım. Çalışırken bir yandan da İmam Gazali’nin ihya Ulum al-Din adlı kitabını karıştırıyor, anlamaya çalışıyordum. Okuma yazmam vardı ama kitapların dünyasını kavramak için salt okumayı bilmek yeter mi! İşte öyle kendi kendimle cebelleşerek ne kadar vakit geçti bilmem ama dalmış olmalıyım. Aniden soğuk bir ses duydum.
“Hatun, burada ne yapıyorsun?”
Arkamı döner dönmez Mevlâna’yla göz göze geldik. Ne zaman gelmişti eve? Ayak seslerini duymamıştım. “Hoş geldin bey” dedim ama ses etmedi. Öyle tuhaf bir ifade vardı ki yüzünde, bir an için kendi kocama değil, bir yabancıya baktığımı sandım. Sekiz yıllık evliliğimiz boyunca bir tek o zaman benimle böyle sert konuştu.
“Temizlik yapıyordum sadece” diye yanıtladım, cılız bir sesle. “Hoşuna gider sanmıştım.”
“Ama gitmedi” dedi Mevlâna. “Niyetinin iyi olduğuna şüphem yok fakat rica ediyorum kitaplarıma el sürme. Temizlenmeleri gerektiğinde onları ben temizlerim. Senden ricam bu odaya girmemen ve kimseyi de buraya sokmaman.”
O günden sonra kocamın kitaplarına bir daha el sürmedim. Evde kimse yokken bile kütüphaneye girmedim. Anladım ki kitapların kapısı bana kapalı. Meğer kocamın kitaplarından uzak durması gereken bir tek Kebikeç değilmiş, ben de varmışım. Bana göre değilmiş o sayfalar!
Ağrıma gitse de, nicedir kanıksamıştım bu durumu. Hatta unutmuştum bile. Tâ ki Şems-i Tebrizî evimize gelinceye kadar. O ve Mevlâna kırk gün boyunca kendilerini kütüphaneye kapattıklarında eski hatıralar hızla canlandı. Demek bana yasak olan odanın kapıları, Şems’e ardına kadar açıktı. Zoruma gitti. İçimde bîr yerde, derinimde, varlığını dahi bilmediğim bir yara kanamaya başladı. “(s.213-215)
24. DAİMİ NAMAZ NE DEMEK? KANITI NEDİR? CEHENNEM ATEŞİNİ SÖNDÜRMEK YA DA CENNETİ ATEŞE VERMEK KİMİN HADDİNE! BUNLARI ŞEMS Mİ YARATTI Kİ KENDİSİ YOK EDİYOR! ALLAH’IN YARATTIĞI VE GEREKLİ GÖRDÜĞÜ ŞEYLERİ ALLAH’A İNANAN BİRİ BOŞ VE YARARSIZ GÖREBİLİR Mİ?
“Şems aklımdan geçen sorulardan habersiz sözlerine devam etti: “Haram ve helalden bahsediyorsun. Öyle insanlar var ki sırf cehennem dehşeti yahut cennet rüşveti için iman ediyor. Etmesinler daha iyi! Kim kimi kandırıyor? Kıldıkları namazın bile hesabını tutuyorlar. Bizse daimi namazdayız. Sürekli huzurdayız. Zühdî ibadeti ne yapayım? Bana kalsa bir kova su alır cehennem ateşini söndürür, cenneti de ateşe veririm ki, sırf ve saf aşk kalsın. Gerisi boş!”” (s.277)
25. ŞERİAT DEĞİL, ALLAH DER Kİ SENİN Kİ SENİN BENİM Kİ BENİM. ANCAK SENİNKİNDEN YOKSULA, YETİME YARDIM ET.
“Şeriat der ki: “Seninki senin, benimki benim.” Tarikat der ki: “Seninki senin, benimki de senin.” Marifet der ki: “Ne benimki var ne seninki.” Hakikat der ki: “Ne sen varsın, ne ben.”” (s.231)
26. ŞEMS KENDİNE MÜSLÜMAN DEMİYOR. ZATEN BAHSETTİĞİ ŞEYLERİN İSLAMLA, İSLAMİ NASLARLA ALAKASI YOK. O ZAMAN HANGİ DİNDEN BAHSEDİYOR?
“Ben ne Hıristiyan’ım, ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslüman; Ne Doğu’danım, ne de Batı’dan. İkiliği bir kenara koydum, İki âlemin bir olduğunu gördüm.” (s.231-232)
ALLAH DİYOR Kİ:
3Al-i İmran/19: Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam’dır.
3Al-i İmran/64: De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz müslümanlarız.”
5Maide/3: Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim.
22Hac/78: Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde de. Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce, gerekse bunda size “Müslümanlar” adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!
EVLİ ÜÇ ÇOCUK ANNESİ BİR KADININ EŞİYLE İLİŞKİSİNİ KESMEDEN BAŞKA BİR ADAMLA EVLİLİKDIŞI YENİ BİR İLİŞKİ YAŞAMASI, AŞK OLARAK NİTELENDİRİLİYOR! KOCANIN KARISINI ALDATMASI KADININ BU DURUMUNU MEŞRULAŞTIRIR MI? ALLAH “ZİNAYA YAKLAŞMAYIN-17/32” DEMİYOR MU? AZİZ BİR SUFİ DEĞİL Mİ? SUFİLERİ ZİNAYA YAKLAŞMAK BAĞLAMAZ MI?
“Buraya sevişmeye gelmemişti. Ya ne demeye gelmişti? Yabancı bir erkeğin otel odasında ne arıyordu? Aziz ona dokunmaya kalkarsa nasıl karşılık verecekti? Şayet onunla beraber olursa bir daha kocasının, çocuklarının yüzüne nasıl bakardı? Gerçi David bunca sene başka kadınlarla kırıştırıp Ella’nın yüzüne bakmakta sıkıntı çekmemişti ya, o başka meseleydi.
Derken başka kaygılara zıpladı aklı. Ya Aziz onu beğenmezse? Vücudunu güzel bulmuyordu Ella. Hiçbir zaman kendi bedeninde rahat olmamıştı. Tekrar çocuklarına döndü düşünceleri. Acaba uyumuşlar mıydı, yoksa bu saatte televizyon başında mıydılar? Annelerinin şu anda nerede olduğunu bilseler, onu affederler miydi?” (Sf: 368)
ZİNA SIRASINDA DUA ETMEK DE NEDİR? BÖYLE OLUNCA EVLİ OLMADIĞIN BİR KADINA DOKUNMAK, ZİNA ETMEK MEŞRULAŞMIŞ MI OLUYOR? BU HANGİ DİNDİR?
“Aziz elleriyle Ella’nın bedeninde gittikçe genişleyen daireler çizmeye başladı. Aşağıdan yukarıya, ayak bileklerinden yüreğine doğru genişleyen çemberler… Parmak uçları sıcacıktı. Dokunduğu yere tuhaf bir enerji yayıyordu. Parmakları mum gibi yanan adam…
Bu zaman zarfında Aziz’in gözleri kapalı, dudakları kıpır kıpırdı. Mırıldandığı kelimeler Ella’ya esrarengiz bir lisan gibi geldi ilk başta. Ama sonra hayret içinde anladı ki aslında Aziz dua etmekteydi. Ne dediğini anlamasa da kendisi için dua ettiğini kavradı. Bir anda Ella’nın avuçları, dirsekleri, omuzları ve dahi tüm bedeni yoğun bir enerji bulutuyla karıncalanmaya başladı… Tuhaf bir şekilde içinde cinsellik hem var hem yoktu. Aziz’in parmakları karnından yukarıya kaydığında Ella göğüslerinin daha diri, daha dik olmamasına hayıflandı. Üç çocuk ve bunca sene sonra sarkmıştı göğüsleri. Ya da ona öyle geliyordu.
Ama endişesi geldiği gibi geçti. Gözlerini kapadı, hiçbir şeye tutunmadan kendini Aziz’in nefesine bıraktı. Bir deli ırmaktaydı şimdi, çağıl çağıl akıyordu. Suyun ucu bir şelaleye varacaktı belki ama gene de durmak istemiyordu. Ve o an anladı ki bu adamı sevebilirdi. Hem de öyle çok sevebilirdi ki…
Bu hisle kollarını Aziz’in boynuna doladı ve onu kendine doğru çekti. Onunla sevişmek istedi.” (Sf: 370-371)
“(Ella: )Sen Boston’a gelmeden önce bir akşam David’le dışarı çıktık ve uzun zamandır ilk defa rol yapmadan dürüstçe konuştuk. Bana seni sordu. Meğer gizli gizli yazışmalarımızı okumuş. Tabii böyle olmasına üzüldüm ama hakikati inkâr etmedim. Yani, ikimizin arasında olanları kastediyorum.”
“Kocama başka bir erkeği sevdiğimi söyledim.”
“Bu sana delice gelecek belki ama seninle Amsterdam’a gelmek istiyorum.” (Sf: 386)
EVLİ BİR KADININ BAŞKA BİR ADAMLA BİRLİKTE YAŞAMASI, ZİNA ETMESİ AŞK OLUYOR VE EZANA BENZETİLEBİLİYOR…
“Sabah ezanını hayatında ilk defa işiten birine duyduğu sesin neye benzediğini sorun. Muhtemelen şunu söyleyecektir: Gizemli, sıra dışı, neredeyse tılsımlı. Ama aynı zamanda doğaüstü, akıldışı, hatta ürpertici. Tıpkı aşk gibi! Gecenin karanlığında, Ella Rubinstein’ı uyandıran ses buydu. Hızla doğruldu… Bulunduğu yer, kocası ve üç çocuğuyla paylaştığı o geniş ve lüks ev değildi. Bunların hepsi başka bir zamana aitti. O kadar uzak bir zaman ki, değil kendi mazisi, bir peri masalı gibi geliyordu şimdi. …Konya’da, ilaç ve temizlik malzemesi kokan mütevazi bir hastanedeydi. Ve şu an nefes alış verişini işittiği, insan yirmi senelik kocası değil, geçen yaz güneşli bir öğleden sonra uğruna kocasını terk ettiği adamdı.” (Sf: 408)
http://www.facebook.com/home.php?#!/note.php?note_id=286095449301&id=1324327542&ref=mf
TARİKAT EHLİ İÇİN KURALLAR (İLAHİ BUYRUKLAR) ÖNEMLİ Mİ?
“Dördüncü kapıya varanı birinci kapının(dinin) kuralları bağlamaz. Hakikat(tarikat) ehli, şeriatın(dinin) kaidelerine uymak zorunda değildir.” Hoppala! Yüce mertebeye ulaştıklarını zannediyorlar öyle mi? Sade suya tirit bahane! İçki içmek, raks etmek, musiki aleti çalmak, şiir yazmak, resim yapmak… (s.193)
“Peki o zaman. Mademki benim müridim olmak istersin, işte ilk vazifen: En yakın meyhaneye git, bir testi şarap al. Gel bu meydanda dik kafana, lıkır lıkır iç!”…
Sonra elalem hakkımda ne düşünür? Konu komşu ne der? (DEMEK Kİ MEVLANA ELALEMDEN ÇEKİNDİĞİ İÇİN İÇKİ İÇMİYOR)”(s.119-120)
Bu benzersiz yarenlik sayesindedir ki (Mevlana) Rumi, önceleri hâkim çizgiye yakın duran bir din âlimiyken, alışageldik tüm kurallardan çıkmaya cüret ederek adanmış bir gönül ehli, aşkın ateşli savunucusu, semanın yaratıcısı ve tutkulu bir şair oldu.” (s.38)
“(Şems: ) Derken ikinci şişeyi aldım, aynı şekilde onu da toprağa döktüm. Gülün turuncu rengi bu kez daha bir canlandı, ısıl ışıl lâl oldu. Şişenin dibinde ancak birkaç yudum şarap kalmıştı.
Bunu kadehe boşalttım. Yarısını içtim, kalan yarıyı Rumi(Mevlana)’ye uzattım. Titreyen ellerle kadehi aldı; nezaketle, temkinle kabul etti sunulanı. Ömrü hayatında ağzına içki sürmemiş bu âlim şimdi benim için, bana ve dostluğumuza inandığı için kadehi kavrıyordu.
“Dinin şartlarına uymak önemlidir” dedi. “Ama insan kuralları özden, parçaları bütünden daha fazla önemsememeli. (s.304)
“Hatun, burada ne yapıyorsun?”
…Senden ricam bu odaya girmemen ve kimseyi de buraya sokmaman.”
O günden sonra kocamın kitaplarına bir daha el sürmedim. Evde kimse yokken bile kütüphaneye girmedim. Anladım ki kitapların kapısı bana kapalı. Meğer kocamın kitaplarından uzak durması gereken bir tek Kebikeç değilmiş, ben de varmışım. Bana göre değilmiş o sayfalar!
Ağrıma gitse de, nicedir kanıksamıştım bu durumu. Hatta unutmuştum bile. Tâ ki Şems-i Tebrizî evimize gelinceye kadar. O ve Mevlâna kırk gün boyunca kendilerini kütüphaneye kapattıklarında eski hatıralar hızla canlandı. Demek bana yasak olan odanın kapıları, Şems’e ardına kadar açıktı. Zoruma gitti. İçimde bîr yerde, derinimde, varlığını dahi bilmediğim bir yara kanamaya başladı. “(s.213-215)
(Şems: )”Yok, istemem. Bana gereken şey mutfakta değil ki. Meyhanede! İçimden sarhoş olmak geliyor bu akşam.” Rumi’nin yüzünden bir endişe bulutu geçti. Kafası karışmış gibiydi.
(Şems: )“Testini mutfakta dolduracağına, meyhanede doldursana” dedim.
(Mevlana Rumi: )“Nasıl yani? Sana şarap mı alayım?” diye tereddütle tekrarladı koca âlim. ” (Şems: ) Aynen öyle. Sade bana değil. Gidip ikimize birden şarap alsan pek makbule geçer. İki şişe kâfi; biri sana, biri bana. Yalnız bir ricam olacak. Meyhaneye vardığında alelacele şişeleri kapıp buraya gelme. Birazcık oralarda oyalan. İnsanlarla sohbet et. Ben seni burada bekliyor olacağım. Aceleye mahal yok…
Başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğüne kafa yormaktan fırsat bulup da tasavvuf deryasına dalamamıştı. Acaba benzer şekilde, itibar kaygısı Rumi’yi bu yolda ilerlemekten alıkoyacak mıydı? ” (s.292)
BAŞLANGIÇTA MEVLANA’NIN OĞLUYLA EVLENECEK OLAN KİMYA (GENÇ KIZ), 60’LI YAŞLARDAKİ ŞEMS’LE EVLENECEK, ŞEMS’İ DE DAHA SONRA MEVLANA’NIN OĞLU ÖLDÜRECEKTİR. (Bu konuda Tarih araştırmacısı Prof. Mikail Bayram’ın Mevlana konusundaki eserlerine ve röportajlarına bakılabilir.)
“Şems (ihtiyar adam) ve Kimya(genç kız) arasındaki münasebetler: (Şems’le ileride evlenecek olan Kimya: ) Şems hafifçe durakladı. Gayriihtiyarî ağzına takıldı gözüm. Dudakları pembe ve biçimliydi. Ağzı davetkâr bir saklıbahçeydi.” (s.246)
“Şems bu kadar yakınımdayken kalbim daha hızlı atıyordu. Tuhaf bir adamdı, sesinde müthiş bir ahenk vardı, elleri ince ve zarifti; bakışları güneşten fışkıran bir huzme misali değdiği yeri canlandırıyordu. Yanındayken hem gençliğimi hissediyor, hem anaç duygularla doluyordum. Onu korumak, kollamak istiyordum. Gerçi bunu nasıl yapacak, onu neden koruyacaktım, kestiremiyordum. Şems elini omzuma koydu, yüzü yüzüme öyle yakındı ki nefesinin ılıklığı tenimi okşuyordu. Bakışlarında şimdi yepyeni, rüyada gibi bir hâl vardı. Usulca dokundu yanağıma. Tenimdeki parmak uçları yanan bir kandil gibi sıcacıktı. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Derken parmakları yüzümde aşağılara kaydı, alt dudağıma uzandı. Başım döndü, gözlerimi kapadım, heyecandan titriyordum. Ama Şems dudağıma değer değmez elini çekti… Ancak odama dönüp döşeğe sırtımı dayadığımda, gözlerimi tavana ‘dikip, acaba Şems beni öpseydi nasıl olurdu diye heyecan içinde düşünürken şafak attı.” (s.247)
“Şems gülümsedi. Bileğimi kavradı, elimi tuttu. Bıraktım vücudunun sıcaklığı vücuduma geçsin; esir etsin beni kendine, meftun etsin. Konuştuğunda sesi yumuşacıktı.” (s.277)
“Şems’in Allah vergisi insanüstü yetenekleri vardı. Duvarların, kapıların ötesini görebiliyor, dilediğinde kendini görünmez yapabiliyordu.” (s.267)
(Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitapçılık)