-
17th Aralık 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

VAHİY KURAN’DIR

Kur’an, Allah’ın Resulü vasıtasıyla kullarına gönderdiği vahiyden meydana gelen kitabın adıdır. Peygambere gönderilen vahyin hiçbiri bu kitabın dışında kalmış değildir. Yani vahiy klasik tabiriyle tilavet olunan vahiydir. Ve bu vahyin tümü de Kur’an’ın içindedir. Kur’an’a girmemiş, dışında kalmış (tilavet edilmemiş) vahiy yoktur. Her ne kadar sonrakiler tilavet olunmamış vahiyden bahsetmiş ve geleneksel kültürümüzün içinde bu «vahy-i gayri metluv = tilavet olunmamış vahiy» bulunmakta ise de Kur’an’a bakıldığında böylesi bir vahyin mevcudiyetini gündeme getirecek herhangi bir işarete, bir gönderiye rastlamak mümkün değildir.

Zaten vahiy, dini oluşturan şey ise -ki öyledir-vahyin tümü Kur’an’da toplanmıştır. Kur’an dışında herhangi bir vahiy kalmamıştır. Daha sonrakiler metni baki, manası kaldırılmış veya manası baki, metni kaldırılmış olarak adlandırdıkları türden vahiy mevcudiyeti ile ilgili elimizde herhangi bir ciddi delile rastlamak da mümkün değildir. Bütün bu ve benzeri şeyler sonrakilerin ortaya attıkları ve müslümanların giderek Kur’an İslamı’ndan uzaklaşmalarında büyük rolü bulunmuş şeyler olarak günümüzde dahi ciddi şekilde meselenin üzerine gitmeyenlerce etkinliğini sürdüren ve Kur’an’a dayalı bulunmayan şeylerdir.

Kur’an, Allah’ın kullarına elçisi vasıtasıyla gönderdiği mesajların-toplandığı kitabın adı olduğuna ve bu adı da ona Allah verdiğine göre Allah dinini bu kitapta toplamış, bu kitapla anlatmıştır. Kendisine yine o kitapta ‘iman nedir, kitap nedir bilmezdin’ (Şura 42/52) buyuran Allah, elçisinin de Allah’ın dinini bu kitaptan öğrendiğini görüyoruz, biliyoruz. 23 Kameri yılda yaşanan bir hayatın içinde zaman zaman indirilen ayetlerin gösterdiği istikamette Allah’ın dinini kişiliği ile teşekkül ettirmede baş rolü oynadığını bildiğimiz Peygamber bu kitabı ahlak edinmiş; akide ve amellerine bu kitapta bulunan mesajları esas alarak ümmetinin de aynı şeyi yapmasını onlara Allah’ın emirleri istikametinde göstermiş, öğütlemiştir.

Kur’an ahlak edinilsin için gönderilmiş bir kitaptır. Kur’an önce Peygamberin, onu takiben de ona inananların dünya görüşlerini (akidelerini) ve buna bağlı olarak da amellerini düzene koymalarını âmir bir kitaptır. Peygamber de ona tabi olanlar da bu kitabı ahlak edinmeye özen göstermişler, bu kitabı düşünce ve davranışlarının düsturu (esas temeli) kabul etmiş ve etmeye çalışmışlardır.

Diğer bir deyimle Kur’an sünnet edinilsin diye gönderilmiş bir kitaptır.
Sünnet deyimi üzerinde kısaca durursak şunları söyleyebiliriz: Sünnet kişinin yapmayı adet haline getirerek kendisinden sapmayı düşünmediği düşünce ve yaşam biçimidir. Bu genel tanımın -özellik kazandıracak olursak Sünnetullah- Allah’ın yapmayı adet haline getirdiği ve kendisinden şaşmadığı esaslar bütünü anlamında iken ve bunu Kitab’ında vurgulayarak belirtmiş iken, kullarına gönderdiği vahyin toplamı olan Kur’an’ın da başta Resulü olmak üzere ona tabi olanlardan da bu Kitabta bulunan esasları düşünce ve yaşam tarzı haline getirmelerini, bir diğer tabirle sünnetleştirmeleri gerektiğini belirttiğini biliyoruz.

Bu manada sünnet fıkıhta kullanılan ve bir ayrı manası da nafile anlamını taşıyan sünnetten kesin olarak farklıdır ki nafile manasında kullanılan sünnetin istenilip yapılan, istenilip vazgeçilen ve yapılıp yapılmaması insanın ihtiyarına ve isteğine bağlı bulunan davranışlar manasına geldiğini biliyoruz. Bizim konumuz olan sünnetin ise nafile manasındaki sünnetle alakası bulunmamakta olduğu bilinmelidir. Bizim burada üzerinde durduğumuz ve açıklamaya çalıştığımız sünnetin farz anlamına, yani yapılıp yapılmamasında insanın muhayyer bırakılmadığı ve zorunluluk taşıyan keyfiyet manasında bulunduğunu belirtmeliyiz.

Sünnet bağlamında bizi burada ilgilendiren ‘Sünnet-i Resulullah’tır.

Resulullah’ın sünneti denildiğinde ise anlaşılması gereken şey; Resulullah’ın Allah’ın Kitabı Kur’an’dan anlayıp uyguladıklarıdır. Bu tarifin kapsamında kalan ve bulunan sünnetin ise bütün müslümanları ilzam ettiği (bağlayıcı bulunduğu) bilinmelidir. Zira Resulullah, Allah’ın elçisidir. O’nun dininin ilk kabul edeni ve ilk uygulayanıdır. Gerek vahyin kendisine ilk geldiği kimse olması, gerekse bu vahyin içerdiğini düşünce ve ameller haline getirmede ilk uygulayıcı olması bakımından peygamber biz müslümanları bağlar. Bu bağlama, esas itibariyle Kur’an’ın bağlamasıdır. Zira peygamberi de bağlayan Kur’an’dır.

Bizim Resulullah’a bağlanmamız da Onun Kur’an’a bağlanmasına bağlanmamız manasındadır, ki O kendiliğinden bir din koymayan, kendiliğinden bir söz uydurup da Allah’a isnat etmeyendir. Resulullah din adına ne demiş ve ne yapmış ise Allah’ın kendisine vahiy yoluyla bildirdiği ve bilahare Kur’an’da toplanan vahiy ile demiş ve yapmıştır. Kur’an dışında vahiy bulunmadığına göre Onun söyledikleri ve yaptıkları esas itibariyle vahye dayalıdır. Kendisine gelen vahyi din edinmiştir Resulullah. Zira din vahiyden oluşmakta ve vahiyde bulunmaktadır. Bütün vahiy de Kur’an’da bulunmaktadır.

Kur’an’ın dışında vahiy aramanın hiçbir anlamı yoktur. Zira Vahiy dini oluşturduğuna göre, bu vahiylerin bir kısmının Kur’an’a alınması ve Kur’an olarak Allah’ın korumasında bulunması, diğer bir kısmının (vahy-i gayr-ı metluv denilegelmiş kısmının) da Kur’an’a alınmayıp, Allah’ın korumasına da alınmamış bulunması izah edilemez bir husustur. Böyle olsa idi bu takdirde dinin bir kısmı korunmuş, diğer kısmı ise korunmaya alınmamış ve bu yüzden de şunun bunun rivayetine bırakılmış, insanların aralarında ihtilafa sebep olacak şekilde bırakılmış olması anlamına gelirdi ki işte bunu açıklayabilmek ve savunabilmek gerçekten mümkün değildir.

Bunu savunanların esası bulunmayan ve esastan yanlış bir şeyi savunduklarını burada açıkça belirtmekte zaruret görüyoruz. Eğer din vahiyden oluşuyorsa ve vahiy de korunmaya alınmışsa -ki öyledir- bu takdirde korunmaya alınmamış vahiyden söz etmek mümkün bulunmamaktadır.

Vahiy denildiğinde anlaşılması gereken Allah’ın gereğinin yerine getirilmesi için yarattığına verdiği talimat olmalıdır. Bu cümleden olarak Kur’an’da bahsi geçen vahiylerle ilgili bazı değiniler yapalım.

Allah hem eşyayı yaratmış, hem de bu eşyanın her birine kendine has özellikler vermiş ve bu özellikleri eşyanın tabiatı yapmıştır. Örneğin ateşin yaratılması Allah’tan olduğu gibi, yakması da Allah’tandır ve bu yakma özelliğini de ateşe Allah vahyetmiş (vermiş)tir. Güneşi yoktan yaradan Allah olduğu gibi, güneşe ısı ve ışık saçması ve belli bir mekanda yerini değiştirmeden durması talimatını veren (vahyeden)’de Allah’tır.

Yine üzerinde yaşadığımız dünyayı üzerinde yaşayanlarla birlikte yoktan vareden Allah olduğu gibi, dünyaya 23 derece eğiklik vererek hem kendi ekseni etrafında 24 saatte bir devir tamamlamayı, hem de bir yörünge üzerinde güneşin etrafında dönerek 365 günde bu devrini tamamlamayı emreden (vahyeden) yine Allah’tır.

Kısaca bu demektir ki Allah hem eşyayı (bütün şeyleri) yoktan varetmiş ve hem de bu yarattıklarının herbirine özellikler (görevler, nitelikler) vererek bu nitelikleri üzerlerinde taşıma görevlerini vermiştir. İşte bu görevleri eşyaya veren (vahyeden, uyulması zorunlu emirler olarak veren)de Allah’tır. Kur’an bizlere bu anlamda vahiyden söz etmektedir. “Arı’ya vahyettik” ifadesi de bunu açık olarak anlatan vahiy türü ile ilgili Allah’ın açıklamasıdır. Bu anlamdaki vahiy, uyulması zorunlu bulunan vahiydir ki bu vahye uymanın sorumlulukla, sevab veya ceza ile ilgisi bulunmamaktadır.

İkinci olarak yine Kur’an peygamberlere vahyden bahsetmektedir. Allah kendisi ile kulları arasında elçilik görevi için seçtiği (meb’us) kişilere kullarına iletilmesi gereken mesajını bildirmektedir. Bu tür vahiy, ilk vahiy gibi insanların seçimine bırakılmamış vahiy değildir, yani zorunlu olarak ve irade dışı uyulacak vahiy olmayıp, insanın gerek kendisine gönderilen elçi, gerekse elçinin tebliğ ettiklerinin ihtiyarı ile uyup uymamakta zorlanmadığı vahiydir.

Adem’den bu yana, seçilmiş hiçbir elçinin kendisine vahyedilmesini reddetmediğini bildiğimiz bu vahiy, kendisine bildirilenin isteği ile kabul etmesi esasına dayalı vahiydir. Kendisine vahyedilen Yunus’un, vahyin kendisine yüklediği görevden bir bakıma bıkkınlık göstermesi ve görevini ihmal eder tavrı sonuç olarak bize göstermektedir ki insanların bu tür vahiy söz konusu olduğunda ihtiyarı ön plandadır. Görevi ile ilgili tavrı yüzünden Yunus (a.s.)’ın hesabı ahirete bırakılmayıp bu dünyada yakasına yapışılmıştır. Yani görevi kabul ettikten sonra onu ihmal etmesine müsaade edilmemiştir.

Peygamberlerle gönderilen vahiy, insanlara açıklanmakta ve insanların bu vahye tabi olması istenilmektedir. Fakat insanların bu vahye uyması zorunlu bulunmamaktadır. Allah, insanlara doğruyu ve eğriyi bildirmekte ve doğruyu seçmelerini öğütlemekte, tavsiye etmektedir. Doğruyu kabul etmeleri halinde kendileri için iyi olanı seçmiş olacaklarını belirtmektedir. Ama yine de insanları bu seçimlerinde zorlamamaktadır. Ve kendisi insanları zorlamadığı gibi, insanların da diğer bir insanı bu konuda zorlamaması gerektiğini belirterek “Dinde zorlama yoktur” (2/256) buyurmaktadır.

Kısaca özetlersek bu tür vahiy insanların seçimlerinden sonra, bu seçimlerine bağlı olarak uymayı kendilerine sorumlu kıldıkları türden vahiy olur. Allah’ın kullarını birinci türdeki vahiyde olduğu gibi zorlamadığı vahiydir.

Bir diğer vahiy ise insanların tümünü ilgilendirmeyen, insanlara tebliği gerektirmeyen, kişiye özel diyebileceğimiz vahiy türüdür. Bu tür vahyin en belirgin örnekleri ise Musa ve İsa’nın annelerine gönderilen vahiydir. Kur’an bu konuda açıklama yapmaktadır. İsa’nın annesi Meryem temiz ve iffetli bir bakire olarak ibadet için mescide çekilmiş ve insanlarla ilişkide bulunmamaktadır. Derken günün birinde karnının şiştiği ve giderek büyüdüğünü görerek üzüntüye kapılır ve ‘Ben namuslu bir bakire olduğum, evli bulunmadığım ve hiçbir erkekle de ilişkide bulunmadığım halde benim bu halim nedir? Bunu insanlara nasıl açıklarım ne derim insanlara bu halimle ilgili olarak diye üzülür ve bu halden kurtulmak için belki de çocuğu düşürmeyi düşünür.

İşte bu durumda Allah Ona vahyederek kendisinin korktuğu gibi olmadığını, bu çocuğu Allah’ın gönderdiği elçinin ilka ettiğini, üzülmemesi ve teskin olmasını isteyerek ona teminat verir ki Meryem bu çocuğa birşey yapmayı düşünmesin ve çocuğu doğursun. Ki Allah bu çocuğu (İsa) elçi olarak seçecektir. Nitekim Allah’ın murad ettiği olmuş ve Meryem teskin olarak çocuğu düşürmeyi aklından çıkarmış ve üzüntüsü son bulmuştur.

Zira Allah kendisine gönderdiği vahiyle bu konuda onu teskin etmiş, sakinleştirmiştir. Neticede bildiğimiz gibi çocuk doğar ve annesinin kucağında iken de topluma karşı annesine edilen vahiy istikametinde konuşarak toplumun bu konuda Meryem’i kınamasına meydan verilmemiş olur. İşte Meryem’e vahyedilmesi bu sebebledir ve bu vahiy Meryem ve İsa ile ilgili olarak işlevini görmüştür. Fakat insanlara tebliği ve onların bu tebliğe uyması (Peygamberlere gönderilen vahiyde olduğu gibi) değildir bu olaydaki görülen vahiy.

Yine Musa’nın annesine de yakın sebeblerle, yani çocuğunun elçi olarak görevlendirileceği sebebi ile çocuğun korunması ve annesi tarafıdan çocuğa zarar verilmemesine yönelik olan bu vahiyde de Allah, çocuğu korumak için Musa’nın annesine yapması gereken şeyi vahyetmiştir.

Bilindiği gibi Musa’nın doğduğu günlerde Mısır’daki Fir’avn rüyasında topraklarında yaşayan Benî İsrail’den birinin doğacak veya doğmuş bir erkek çocuğunun kendi başına iş açacağını görmüştür. Bu (Fir’avn’a göre) beladan kurtulmanın tek yolu ise doğmuş ve doğacak bütün Benî İsrail çocuklarının öldürülmesi olarak kafasında yer eder ve bunu kanunlaştırarak emri verir ve bütün çocuklar kapı kapı dolaşılarak, evler aranarak öldürmek için alınır ve öldürülür.

Bu durumda Musa’nın annesi Fir’avn’ın askerleri tarafından hunharca öldürülmesine tahammül edemeyerek ne olsa öldürülecek olan çocuğuna kendi eliyle belki de daha güzel bir ölümle onu öldürmeyi düşünebilir. Zira anne şefkati çocuğunun ölmesine razı olmadığı gibi, öldürülmesine hiç razı olmayacak boyutlardadır. İşte burada Allah Musa’nın annesine vahyederek çocuğu ile ilgili talimat verir ve onu bir sepete koyarak Nil’e bırakmasını bildirir. Nil, Mısır’da çok durgun akar, adeta bir göl suyu gibi görüntüsü vardır ve aktığı sezilmez. Ama Akdeniz’e doğru da akmaktadır. Nil’e bırakılan Musa’nın içinde bebek olarak bulunduğu sepet akıntı ile, daha sonra büyüyeceği ve emin olarak büyütüleceği Fir’avnın Nil kıyısındaki sarayının yakınlarına kadar yüzer ve bu sepeti adamlarına getirterek onun sarayında Musa (a.s.) öldürülmekten emin olarak büyür, büyütülür ve sonunda Allah bu çocuğa elçilik görevi verir, ki bu çocuk Musa (a.s.)’dır.

İşte Musa’nın annesine de çocuğu ile ilgili olarak ‘kişiye özel bir vahiy’ göndermiş ve bu kişi de bu vahye uymuştur.

Bu iki örnek vahiyden sonra herhangi bir kimseye ve herhangi bir nedenle vahiy gönderildiğine dair elimizde bir delil bulunmamaktadır. Allah, Kitabı Kur’an’da yukarıda bahsettiğimiz vahiy türlerine değinmekte bu konuda biz kullarını bilgilendirmektedir. Bizim bilgimiz de O’nun bildirmesinden ibaret bulunmaktadır. Bu bilgilere ekleyecek herhangi bir bilgimiz bulunmamaktadır vahiy konusunda.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi ‘Vahy-i gayr-ı metluv’ diye bir şeyin söz konusu olmadığı, böylesi bir vahiy türünü peygamberden sonra gelenlerin zorlama sonucu gündeme getirip, gündemde tuttuklarını ve üzerinden geçen asırlarla da söylemlerine sanki kesinlik kazandırdıklarını görüyoruz. Hiçbir yanlış, üzerinden asırlar geçtiği için doğrulaşmaz. Putlara tapılması, onların Allah’a eş koşulması da üzerinden asırların geçtiği bir vakıa olduğu halde asla gerçek değildir ve bir sapıklık kıdemlendikçe gerçek haline dönüşemez, dönüştürülemez. İnsanlar bunu bilmelidirler.

Günümüzdeki kavram kargaşasında vahy-i gayr-ı metluv söyleminin en temeldeki sebeb olduğunu görüyor ve biliyoruz. Müslümanlar böylesi esassız Kur’an dışı söylemlerden vazgeçmedikçe, her konuda olduğu gibi bu konuda da Kur’an’a dönmedikçe kavram kargaşasından asla kurtulamayacaklardır. Aralarındaki ihtilafların en temeldeki sebebi ise Kur’an İslam’ından uzaklıklarıdır.

Bu uzaklığı yakınlığa dönüştürmedikçe, Kur’an’a yaklaşarak Kur’an ile kendi aralarındaki mesafeyi yok etmedikçe bu tür ve benzeri ihtilaflardan kurtulamazlar. Kurtulmanın tek yolu ise bu mesafeyi kaldırmaktır. Asırlardan beri böyle söylenegelmesi, böyle bilinegelmesi gibi hiçbir değer bulunmayan şeyleri yeniden gözden geçirmeliler ve Kur’an’ın tuttuğu ışığın aydınlatması ile gerçekleri görmelidirler.

Kendisine bakılan Kur’an, hiçbir ayetinde vahy-i gayr-ı metluv’dan bahsetmemektedir. Biz kimi vahyi yazdırır ve koruruz, kimini de yazdırmaz ve insanların hafızalarına teslim ederiz denilmemektedir. Allah, elbette dinini koruyandır. Dininin yazılı bulunduğu Kitab’ı indiren ve korumasına alandır. Allah gerçekten Külli şeyin kadirdir’. Şayet hadisler de vahiy olsa idiler, bu takdirde Allah’ın gücü onları da korumasına alacak güçte olduğundan onları da korur ve insanların üzerinde ihtilaf edip durdukları kiminin reddettiği, kiminin kabul gösterdiği şeyler olmaktan çıkarırdı. Ki böyle olmadığını, yani hadislerin Allah’ın korumasına alınmadığını Kur’an açıkça bize göstermektedir.

Zaten hadis, peygamberin sözü değil, Onun sözleri denilen sözlerdir. Ki bu yüzden daha peygamberin sağlığından beri hadis diye işitilen sözler hep eleştiri konusu olmuş, duyulan şahıstan işitildiğinde hemen kabul görmemiştir. Muhaddislerin de aynı eleştiriyi yaptıkları kitaplarında yazmaktadır ki bunlar yüz binlerce hadisi attıklarını, kitaplarına almayı uygun görmediklerini söyleyegelmişlerdir.

Müslümanlar, kavramlarını Kur’an ışığında gözden geçirmek ve farklılıklarını gidermek zorundadırlar. Bunu yapmamaları halinde ne bu dünyada Tevhid üzerinde bir vahdet oluşturabilirler, ne de ahirette hesabı kolay verebilirler. Bu açık olarak bilinmelidir.

Kur’an’ın baz aldığı din İslam’dır. Ki Resulullah da Kur’an’ı baz alarak İslam olmuş, risâletini yürütmüş ve Rabbi Allah’ı razı etmiş, edebilmiştir. Zannına ve hevasına uyarak Allah razı edilemez. (İnanmak ve Yaşamak III, Ercümend Özkan) http://www.islamiyazilar.com/kuran_ve_sunnet.htm

posted in *ANAKAYNAK KUR'AN | 0 Comments

17th Aralık 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

İBRAHİM SARIÇAM-Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı

Hz. Muhammed’in Evlilikleri

Hz. Peygamber, hemşerileri arasında iffetli, şerefli ve namuslu bir şahsiyet olarak tanınıyordu. 25 yaşında iken, kendisinden yaşça büyük ve iki defa evlenip dul kalmış olan Hz. Hatice ile evlenmiş; onunla 25 yıl mutlu bir hayat geçirmiştir. Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile beraberliğinde göze çarpan en önemli husus, sıcak bir dostluk ve arkadaşlıktır. Hz. Peygamber Allah’tan aldığı vahyi gelip ilk defa ona anlatmış ve onunla paylaşmıştır. Hz. Hatice de kendisini anlayış ve olgunlukla karşılamıştır. Hz. Hatice’nin vefat ettiği yıl, Resûl-i Ekrem’in en çok üzüldüğü yıl olarak “Hüzün Yılı” tabiriyle anıldığını daha önce görmüştük. Hz. Peygamber onun sağlığında başka bir kadınla evlenmemiştir. Halbuki o dönemin örf ve adetleri çok kadınla evliliğe müsaitti. Hz. Hatice’nin vefatından sonra onun aziz hatırasına saygı duyarak, yaklaşık 2,5 yıl yalnız ve bekar olarak yaşadıktan sonra Sevde bint Zem’a ile evlenmiştir. Hz. Peygamber, cinsel tatmin peşinde olsaydı, geleneğe, gençliğine, Kureyş kabilesine mensup oluşuna ve özellikle bir peygamber olarak, kendisine tabi olanlardan gördüğü itibara bağlı olarak 54 yaşına kadar birkaç evlilik gerçekleştirebilirdi.

Mekke döneminde tek kadınla evli olan Hz. Peygamber çok kadınla Medine döneminde evlenmiştir. İlk defa çok evliliğe 53 veya 54 yaşlarında iken ayak atmıştır. Bu evliliklerin dinî, sosyal, ekonomik ve ahlâkî pekçok sebebi vardır. Buna ek olarak, Kur’an’ın çok evliliği sınırlayan hükümleri, Nisâ Sûresinin 3. ayeti, Medine döneminin sonlarına doğru ve Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık iki yıl önce nâzil olmuştur. Çok evliliği sınırlayan emirlerin gelmesinden önce evlilik konusunda eski örf geçerli idi. Arabistan’da çok kadınla evlilik normal olarak yaşanan bir hayat tarzıydı. Tarihçi İbn Habîb, İslâm’ın doğduğu sırada on hanımla evli olan çok sayıda şahsın isimlerini kaydetmektedir.[639] Aslında Hz. Peygamber de çok evliliği örf üzerine gerçekleştirmiş bulunuyordu. Dolayısıyla onun evlilikleri değerlendirilirken dönemin siyasal, sosyal ve kültürel şartları gözönünde bulundurulmalıdır. Çünkü kendi döneminde dostlarından ve düşmanlarından hiç kimse onu bu uygulamasından dolayı eleştirmemiştir.

Hz. Peygamber on bir hanımını bir arada nikahı altında bulundurmuştur; vefatı esnasında ise nikahı altında dokuz kadın vardı. Hz. Peygamber’in hanımlarının isimleri şöyledir: Hatice bint Huveylid; Sevde bint Zem’a; Aişe bint Ebû Bekir; Hafsa bint Ömer; Zeyneb bint Huzeyme; Ümmü Seleme; Zeyneb bint Cahş; Cüveyriye bint Hâris; Reyhâne bint Zeyd; Safiyye bint Huyey; Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyan; Mâriye; ve Meymûne bint Hâris. Ancak dokuz rakamına birkaç yılda değil, vefatına kadar geçen bir zaman diliminde ulaşılmıştır. Zeyneb bint Cahş ile beşinci, Reyhâne ve Cüveyriye ile altıncı, Safiyye, Ümmü Habîbe ve Meymûne ile yedinci hicrî yılda nikahlanmıştır. Bu hanımların çoğu çocuklu idi. Yani vefat etmiş olan eski kocalarından çocukları kalmıştı. Hz. Peygamber hanımlarına verilmesi gereken mehiri daha evlenirken ihmal etmemiş, hepsine dönemin örfüne göre mehir vermiştir. Ancak Safiyye’ye vermemiş, onu hürriyetine kavuşturmayı mehir olarak saymıştır.[640]

Hz. Peygamber, çok evliliği dört ile sınırlayan ayet nâzil olduktan sonra dörtten fazla kadınla evli bulunan sahâbîlerine dördünü seçip diğerlerini boşamalarını emretmiştir. Kur’an-ı Kerim’de kendisine, evlendiği bütün kadınları nikâhı altında tutma müsaadesi verilmiştir.[641] (BU AYETTEN SONRA YENİDEN EVLENME YOLUNA GİTMEMİŞTİR) Fakat bundan böyle başka kadınlarla evlenmesinin kendisine helâl olmadığı bildirilmiştir.[642] Resûl-i Ekrem’e özel olarak verilen bu müsaadenin hukûkî, siyâsî, sosyal ve eğitimle ilgili çeşitli sebepleri vardır.

Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber’in hanımlarının mü’minlerin anneleri oldukları ve mü’minlerin ondan sonra onun eşleriyle asla evlenemeyecekleri hükme bağlanmıştır.[643] Hz. Peygamber dokuza ulaşan hanımlarından dördünü tercih edip diğerlerini boşasaydı, bu hanımlarla başka birisi evlenemeyeceğine göre, boşamak onlar için zulüm olurdu.

İslâm toplumunun eğitilmesinde Hz. Peygamber’in evliliklerinin önemli yeri vardır. İslâm’ın, özellikle kadınlarla ilgili görüşlerinin çevreye yayılmasında Hz. Peygamber’in hanımlarının büyük katkısı olmuştur. Onlar, sahabelerin hanımlarının eğitimi için ellerinden gelen çabayı esirgememişlerdir. Mü’min kadınların eğitimiyle özellikle meşgul olup, İslâm’ı yayacak öğrenciler yetiştirmişlerdir.

Şüphesiz Hz. Peygamber’in bütün eşlerinin eğitim konusunda aynı seviyede oldukları söylenemez. Onların bir kısmı yaşlı, bir kısmı ise gençti. Fakat bu hususta Hz. Aişe’nin özel bir yeri vardır. Nitekim, Hz. Peygamber’in Hz. Aişe ile evliliğinde göze çarpan en önemli husus, bir hoca-talebe ilişkisidir. Hz. Aişe, o derece mükemmel yetişmiştir ki, Hz. Peygamber’den sonra onun evi, kadın-erkek, büyük-küçük birçok kimsenin huzuruna gelip kendisini dinlediği, soru sorup cevabını aldığı bir ilim ve irfan ocağı olmuştur. Hz. Peygamber zamanından itibaren kadınların eğitim ve öğretimiyle yakından meşgul olmuştur. Hz. Aişe, hem sahabelere ve hem de tâbiîlere, sonraki müçtehit imamlara ışık tutacak bilgiler nakletmiştir. Hz. Peygamber’in sünnetini nakletmek ve açıklamakla kalmamış; aynı zamanda onun doğru anlaşılması hususunda ilmî tenkit zihniyetini de ortaya koymuştur. Sahabeler arasında çok sayıda fetva vermesiyle ünlü olan yedi sahabeden biridir. Hz. Peygamber’den 2210 hadis rivayet etmiştir. Hz. Peygamber’in diğer hanımları da 378 ila 5 arasında değişen sayılarda hadis rivayet etmişlerdir. Hz. Hafsa da okuma yazma bilen, zeki ve bilgili bir kadındı. İslâm’ın eğitim ve öğretiminde onun da hizmetleri olmuştur.

Hz. Peygamber’in evliliklerinden bazıları da fedakâr ve cefakâr Müslüman kadınları himaye, onları takdir etme ve itibarlarını koruma gayesine yönelikti. Mekke döneminde Müslüman olan bazı hanımlar işkenceye maruz kalmışlar, Habeşistan’a ve daha sonra Medine’ye göç etmişler, kocaları vefat etmiş; birkaç çocukları kalmıştı. Üstelik aileleri de Mekke’de henüz müşrik oldukları için onların yanına da dönemiyorlardı. Hz. Peygamber onları himaye ve çocuklarını da bakım altına almak istemiş, sonunda bunları nikâhı altına almıştır. Sevde bint Zem’a, Zeyneb bint Huzeyme, Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe bu hususa örnek teşkil etmektedir.

Hz. Peygamber bazı evliliklerini, o hanımın kabilesini İslâm’a yaklaştırmak, onun kabilesi ile Müslümanlar arasındaki düşmanlığı gidermek, sahip olduğu mevkii korumak ve sahâbîler arasında doğabilecek kıskançlığın, kırgınlığın ve dedikoduların önüne geçmek için gerçekleştirmiştir. Cüveyriye ve Safiyye ile evliliği buna örnek gösterilir. Cüveyriye, Mustalik kabilesinin başkanı Hâris b. Ebû Dırâr’ın kızı idi. Mustalikoğulları Gazvesi’nde kocası ölmüş ve kendisi de Müslümanların eline esir düşmüştü. Fidyesi ödendikten sonra Hz. Peygamber’le evlenmiş; bunu duyan Müslümanlar, Hz. Peygamber’in hısımları kabul ettikleri Mustalik kabilesine mensup diğer esirleri de serbest bırakmışlardır. Bu evliliğin Mustalik kabilesi ile Müslümanlar arasındaki düşmanlığı giderdiği ve bu evlilikteki asıl hedefin adı geçen kabileyi İslâm’a yaklaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Mustalikoğullarının bu evlilikten sonra İslâm’ı kabul etmeleri de bunu göstermektedir. Safiyye de Hayber Gazvesi’nde esir alınanlar arasında bulunuyordu. Kendisi Yahudi başkanlarından Huyey b. Ahtab’ın kızıydı. Hz. Peygamber aradaki kin ve nefreti ortadan kaldırmak maksadıyla bunlarla akrabalık kurmuş ve Safiyye ile evlenmiştir.

Hz. Peygamber’in bazı evlilikleri de yeni İslâmî bir hükmün topluma kazandırılması amacını taşıyordu. Zeyneb bint Cahş ile evliliği buna örnektir. Zeyneb’in ilk kocası Hz. Peygamber’in azatlı kölesi ve evlatlığı Zeyd b. Harise idi. Hz. Peygamber, aynı zamanda halasının kızı olan Zeyneb’i Zeyd ile bizzat kendisi evlendirmişti. Zeyd azatlı bir köle idi. Eski Arap geleneğine göre asîl bir kadın bir köle ile evlenemezdi. Halbuki İslâmiyet bütün insanları yaratılış bakımından eşit sayıyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem, eski gelenek ve anlayışın ortadan kaldırılmasını önce kendi akrabası arasında uygulamaya başladı. Böylece eski an’ane yıkılmış oluyordu. Fakat Zeyd ile Zeyneb mutlu bir aile hayatı yaşayamadılar. Zeyd, Hz. Peygamber’e müracaat ederek karısını boşamak istediğini söyledi. Hz. Peygamber bundan çok müteessir oldu. Kur’an-ı Kerim’de Zeyd ile Zeyneb arasında gerçekleşen bu evliliğin devamını sağlamak için Peygamber’in takındığı olumlu tavır anlatılmaktadır. Nitekim o Zeyd’e “Hanımını tut (boşama) ve Allah’tan kork!”[644] diyordu. Ancak geçimsizlik son haddine vardığı için Zeyd karısı Zeyneb’i boşamak zorunda kaldı. Câhiliye döneminde evlatlık, öz evlat gibi muamele görüyor ve öz evladın bütün haklarına sahip bulunuyordu. Geleneğe göre evlatlığın boşadığı hanımla evlenmek babalığa yasaktı. İslâmiyet bu geleneği kaldırdı ve evlatlığı sadece din kardeşi olarak kabul etti. Evlatlığın boşadığı kadını nikahlamayı manevî babalara helal kıldı. Hz. Peygamber, hem Zeyneb’in ve hem de akrabasının isteği üzerine onu nikahladı. İddia edildiği gibi Hz. Peygamber Zeyneb’in güzelliğine hayran kaldığı için evlenmiş değildir. Zeyneb onun halasının kızıydı. Onu her zaman görüyordu. Şayet isteseydi onunla Zeyd’den önce kendisi evlenebilirdi.

Hz. Peygamber’in bazı evlilikleri, yakın dostları, çevresi ile irtibatının, evlilik yoluyla kurulan akrabalıkla güçlenmesine yönelik idi. Mesela Hz. Ebû Bekir’in kızı Hz. Aişe ve Hz. Ömer’in kızı Hafsa ile evliliği buna örnek gösterilebilir.[645] (İbrahim Sarıçam-Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı)

[639] İbn Habîb, el-Muhabber, s. 50

[640] İbn Mâce, I, 629.

[641] Ahzâb sûresi 50.

[642] Ahzâb Sûresi 50.

[643] Ahzâb Sûresi 6.

[644] Ahzâb Sûresi 37.

[645] İbn Sa’d, VIII, 53-221; Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 715-746; Eş Olarak Hz. Peygamber, Ankara 1997; Ziya Kazıcı, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, İstanbul 1991; İbrahim Canan, “Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber”, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, İstanbul 1989, s. 284-342.

posted in *PEYGAMBER | 0 Comments

17th Aralık 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

Hz. Aişe peygamberimizle evlenirken 9 değil 17-18 yaşında idi

Soru 1: Peygamberimizin Hz. Aişe ile evliliğini diline dolayanlar en çok onun yaşına takılıyorlar. Gerçekten Hz. Aişe annemiz çocuk denecek yaşta mı evlenmişti? Bununla ilgili bizleri bilgilendirirseniz memnun oluruz.

Cevap 1: Hz. Aişe Validemizin doğum tarihiyle ilgili bir takım görüşler ileri sürülmüştür. Bunun sebebi ise o dönemde çocukların doğum tarihine önem verilmez ve tespit edilmezdi. Bilahare çocuk meşhur biri olursa insanlar onun doğum tarihiyle ilgilenir ve tespite çalışırlardı.

İşte Hz. Aişe validemiz (r.a) için de böyle olmuştur. O’nun peygamberliğin dördüncü yılında doğduğunu söyleyenler, Mekke döneminin sonunda da Hz. Muhammed (s.a) ile evlendiğini iddia ederek; bu evliliği dokuz yaşında yapılmış gibi göstermeye çalışmışlardır. Bunun doğru olmadığını Hz. Aişe validemizden yapılan bir rivayet ortaya koymaktadır:

“Hz. Muhammed henüz Mekke’de iken ve bende oynayan bir çocuk iken “onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!” mealindeki (Kamer s. 46) ayet inmişti… (Buhari 1.cilt Telifil Kur’an bahsi)”

Bu sure Mekke devrinin birinci döneminde(4. yıl) inmiştir. Hz.Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre yukarıdaki iddianın doğru olması mümkün değildir.

Olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında(veya daha büyük) olması gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre dördüncü yılda beş-altı yaşında olunca Hz. Peygamberle evlendiği zaman en az ondört – onbeş yaşında olması gerekir.

Bunu doğrulayan bir başka delil ise kız kardeşi Esma’nın durumudur. Kardeşi Esma Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Ebu Bekir (r.a) kızı Esma ve oğlu Abdullah Abdul Uzza’nın kızı Kayleden, Hz. Aişe ile Abdurrahman ise Ümm-i Rümandan doğmuşlardır. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre hicret esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari’de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki ifadeye uygun düşmektedir.

Bu dönemde inen Kur’an sure ve ayetlerini teferruatıyla hatırlayan bir çocuğun en az bu yaşlarda olması gerekir. Buna göre ise peygamberlikten dört yıl önce doğmuş olduğu kesinlik kazanmaktadır. Böyle olmasını gerektiren bir başka sebep ise Hz. Muhammed (a.s) ın eşinin vefatıyla çocuklarının bakıma ihtiyacının olmasıdır. Kızı Fatıma henüz çocuk yaşta ve bu işin üstesinden gelecek durumda değildir. Bu nedenle evini idare edip çocuklarına sahip çıkacak bir eşe ihtiyacı vardır. Dokuz yaşında bir çocuğun bunları yapması mümkün değildir. Ayrıca peygamberimizin kızı Fatıma (r.a) nın peygamberlikten bir yıl önce doğduğu ve hicretin ikinci yılında da Hz. Ali ile evlendirildiği bilinmektedir. Evlendiklerinde Hz. Ali 21 yaşından biraz büyük Fatıma’nın ise 15 yaşından biraz fazla olduğu bilinmektedir. Hz. Fatımayı Hz. Ali ile evlendirmeden önce Ebu Bekir ve Ömer(R.A) onunla evlenmek için peygamberimizden istemişler, ancak peygamberimiz onlara cevap vermemiş ve Hz. Ali ile evlendirmiştir.

Buradan hareketle şunu söylemek istiyoruz: Bu bölgede ve bu zamanda kız çocukları dokuz yaşında evlenecek çağa geliyor ise niçin peygamberimiz evinde büyüttüğü Ali ile Fatımayı evlendirmek için 15-16 yaşına kadar beklemiştir? Yine dava arkadaşları onunla evlenmek istediklerine göre bu kadar süre (6-7 yıl) niçin beklemiş olsunlar? Hz. Muhammed (a.s) ile kendi kızını dokuz yaşında evlendirmiş olan Hz. Ebu Bekir niçin aynı yaşa gelince bu teklifi Hz. Muhammed (a.s)’e yapmadı da yedi yıl bekledi? Bu noktadan bakıldığında da bu iddianın doğru olması mümkün görünmemektedir.

Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl beraber yaşamıştır. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh ilimlerindeki yerini bütün İslam alimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük alimlerini tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve sünnetin doğru anlaşılması konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek oldukça zordur.

Bu konuyu aydınlatan bir başka rivayette şöyledir: Hz. Aişe validemiz henüz peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile nişanlanmıştı. Mut’im Hz. Aişeyi oğluna almakla evine Müslümanlığa sokacağını düşünerek bu nikahı feshetmişti. Hz. Ebu Bekir (r.a) İslam’ı ilk kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu olayın vukuu, İslam’ın alenen duyurulmasından veya şuyu bulmasından önce olması gerekir. İslam alenen açıklanıp Müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısından sonra topluma deşifre olduktan sonra Ebu Bekir (r.a) ın Müslüman olduğu bilinince kızını almaktan vazgeçmiş olması daha doğru görünmektedir. Bu olayda yine Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik çağına geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir.

Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl evli kalmışlardı. Peygamberimizin vefatı esnasında ise 27 yaşında idi. Peygamberimizden sonra da 48 yıl yaşamış ve hicri 58. yılda ve 74 yaşında vefat etmiştir. Sondan başa doğru gidersek 74 ten 48 i çıkartıp kalandan da evli olduğu yılı çıkartınca evlendiği yaşı bulmuş oluruz. 74 – 48 = 26; 26 – 9 = 17 kalır ki yaklaşık 17 veya 18 yaşında evlendiği gerçeği ortaya çıkar.

Bu olayda birkaç yıllık bir yanılma payının olması aklen mümkün iken dokuz yıllık bir yanılmayı akıl asla kabul etmez. Bir insanın yaşının bu kadar önemli olmasının nedeni malum olduğu üzere bir dinin peygamberine uygun olmayan bir işin isnad edilmesidir. Müslümanlar inanırlar ki peygamberler meşruiyetin örneğidir. Onlar bir hata yaparsa Allah onların hatasını düzeltir. Böylece bir dini ilk yaşayan insanın kusursuz olmasını sağlayarak insanlara doğru bir örneklik sunar. Peygamberimizin gerek ailevi ilişkilerinde, gerekse toplumsal olaylarla ilgili düzeltilmesinin Kur’an da örneklerini de görmekteyiz. (Tahrim 1-5, Abese 1-4 ) gibi.

Ancak bu konuyla ilgili hiçbir uyarı söz konusu değildir. Bu bizim için en temel meşruiyet sebebidir. Eğer böyle bir yanlış yapılmış olsa idi Allah asla ihmal etmez elçisini düzeltirdi. Allah’ın doğru bulduğunu kimse yanlış göremez ve diline dolayamaz. Müslümanlar “işittik ve itaat ettik, işittik ve iman ettik” derler ve teslim olurlar. Biz de bu minval üzere teslim olup inanıyoruz ki Allah’ın Rasulü en doğru olanı yapmıştır. Bu ve benzeri olayları diline dolayanlar hep olmuş, kıyamete kadar da olacaktır. Önemli olan inananların bunlara pirim vermemesidir. Siz bunların yanlışlığını yüz defa ispat etseniz, onlar yüz bir defa itiraz ederler. Çünkü onlar sizin inandıklarınıza sizin inandığınız gibi inanmayan insanlardır. (İktibas Dergisi, Temmuz 2004, Okuyuculara Mektuplar bölümünden)

posted in *PEYGAMBER | 4 Comments

17th Aralık 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

KUR’AN’DA KULLANILAN “NAMAZ (SALAT)” İFADELERİ

98 yerde

2Bakara/3. Onlar ki duyularıyla algılayamadıkları gerçeklere (gayba) de inanırlar, namazı gözetirler, kendilerine verdiğimiz rızktan muhtaçlara verirler.

 

2Bakara/43. Namazı gözetin, zekâtı verin ve ruku edenlerle (eğilenlerle) birlikte ruku edin.

 

2Bakara/45. Güçlüklere karşı direnerek(sabırla) ve namazla yardım isteyiniz. Ancak bu, ilahi mesajdan derinden etkileşenlerin dışındaki kimselere ağır gelir.

 

2Bakara/83. İsrail oğullarından şöyle söz almıştık: ALLAH’tan başkasına tapmayacak, anaya babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlarla dostça konuşacaksınız. Namazı gözetecek, zekâtı vereceksiniz. Fakat bundan sonra pek azınız hariç ilgi göstermeyip döndünüz.

 

2Bakara/110. Namazı gözetin, zekâtı verin. Kendiniz için yapıp gönderdiğiniz her iyiliği elbette ALLAH katında bulacaksınız. ALLAH yaptığınız her şeyi görür.

 

2Bakara/125. Kabe’yi halk için bir odak noktası ve bir güven yeri kıldık. İbrahim’in makamını bir namaz yeri olarak kullanın. “Ziyaretçiler, kendini ibadete verenler ve eğilip secde edenler için ikiniz Tarihi Yapımı (evimi) temiz tutun,” diye İbrahim ve İsmail’i görevlendirmiştik.

 

2Bakara/149. Her nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Saygın Mescide (Mescid-i Haram’a) doğru çevirmelisin. Bu, elbette Rabbinden gelen bir gerçektir. ALLAH yaptığınız hiçbir şeyden habersiz değildir.

 

2Bakara/150. Her nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Saygın Mescide (Mescid-i Haram’a) doğru çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin ki halkın size karşı bir eleştiri malzemesi olmasın. Zalimlere gelince, onlardan çekinmeyin, benden çekinin ki size olan nimetimi tamamlayayım ve siz de doğruya ulaşabilesiniz.

 

2Bakara/153. İnananlar! Güçlüklere karşı sabır ve namaz ile yardım dileyin. ALLAH sabredenlerle beraberdir.

 

2Bakara/157. Rablerinden onlara destekleyici yardımlar (salatlar-namazlar) vardır ve hidayete erenler de bunlardır.

 

2Bakara/177. Yüzlerinizi doğu veya batı yönüne çevirmeniz erdem ve iyilik değildir. Gerçek erdemliler, o kimseler ki ALLAH’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanırlar; akrabalara, yetimlere, muhtaçlara, yolda kalmışlara, dilencilere ve köleleri özgürlüğe kavuşturmaya seve seve yardımda bulunurlar; namazı gözetir, zekâtı verir, sözleştikleri vakit sözlerinde dururlar; zorluğa, sıkıntıya ve zulme karşı direnirler. İşte doğru olanlar onlardır, erdemli olanlar da onlardır.

 

2Bakara/238. Namazlara, özellikle orta namaza dikkat edin. Kendinizi tümüyle ALLAH’a vererek durun(kıyam).

2Bakara/239. Bir kaygı ve endişeniz varsa, yaya veya binmiş olarak (namaz kılın) … Güvene kavuştuğunuz zaman, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi ALLAH’ı anın.

 

2Bakara/277. İnanıp erdemli bir hayat sürerek namazı gözetenlerin ve zekâtı verenlerin ödülleri Rab’leri katındadır. Onlar için korku yoktur ve onlar üzülmezler.

 

3Al-i İmran/39. Tapınakta(mescitte) durmuş namaz kılıyorken melekler ona, “ALLAH seni, ALLAH’ın sözünü doğrulayacak, onurlu, iffetli ve erdemli bir peygamber olan Yahya ile müjdeliyor,” diye seslendiler.

 

4Nisa/43. İnananlar! Sarhoşken, ne okuduğunuzun bilincinde oluncaya kadar, yolcu olanlar hariç cinsel ilişkiden sonra yıkanıncaya kadar namaza durmayın. Hasta veya yolcu iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlarla cinsel ilişkiye girmiş olup da su bulamamışsanız, temiz ve kuru bir toprağa dokunup yüzünüze ve ellerinize sürerek teyemmüm edin. ALLAH Affeder, Bağışlar.

 

4Nisa/77. Kendilerine, “Elinizi savaştan çekin, namazı gözetin, zekâtı verin,” denilenlere dikkat etmedin mi? Kendilerine savaşmaları emredildiğinde, insanlardan ALLAH’tan korkar gibi, belki daha fazla korkmaya başladılar ve “Rabbimiz, neden bize savaşı yükledin, bizi yakın bir zamana kadar erteleyemez miydin!,” dediler. De ki, “Bu dünyanın varlığı azdır, erdemliler için ahiret daha hayırlıdır; en ufak bir haksızlığa uğratılmayacaksınız.”

 

4Nisa/101. Yeryüzünde savaş için yolculuğa çıktığınız zaman tanrıkarşıtlarının size saldırmasından korkuyorsanız namazı kısaltmanızda bir sakınca yoktur. Kuşkusuz tanrı karşıtları sizin açık düşmanınızdır.

4Nisa/102. Sen içlerinde olup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir grup sizi korumak için yanınızda bulunsun(kıyam) ve silahlarını da yanlarına alsın. Namaza duranlar secdeye vardıklarında(secde) arkanızda bulunsunlar. Sonra namaz kılmamış olan grup gelsin ve seninle birlikte dursunlar(kıyam), silahlarını alıp nöbet tutsunlar. Kâfirler, silahlarınız ve eşyanız hakkında dikkatsiz davranmanızı ve böylece sizi ani bir baskınla bozguna uğratmayı umarlar. Yağmur ve hastalık gibi özürlerden ötürü silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yok. Ancak alarmda olun. ALLAH kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladı.

4Nisa/103. Namazı kılıp bitirdiğiniz zaman, ayakta, oturarak ve uzanarak ALLAH’ı anın(zikredin). Güvene kavuştuğunuzda namazı gözetiniz. Namaz, inananlar üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.

 

4Nisa/142. İkiyüzlüler ALLAH’ı aldattıklarını zanneder. Hâlbuki O, onları aldanmış bırakır. Onlar namaza kalktıklarında üşene üşene kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve ALLAH’ı pek az anarlar.

 

4Nisa/162. Ancak aralarındaki derin ilim sahipleri ve inananlar, sana indirilene ve senden önce indirilene inanır. Namazı gözetir, zekâtı verir, ALLAH’a ve ahiret gününe inanırlar; bunlara büyük bir ödül vereceğiz.

 

5Maide/6. İnananlar! Namaza kalktığınız zaman yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı da sıvazlayın (/yıkayın). Cinsel ilişkide bulunmuşsanız yıkanınız. Hasta veya yolcu iseniz yahut tuvaletten gelmiş, yahut kadınlarla cinsel ilişkide bulunmuş ve su bulamamışsanız, temiz bir toprağa yönelip yüzünüzü ve kollarınızı onunla sıvazlayın. ALLAH size güçlük çıkarmak istemez. Ancak sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor. Olur ki şükredersiniz.

 

5Maide/12. ALLAH, İsrail oğullarından söz almıştı ve içlerinden on iki başkan göndermiştik. ALLAH demişti ki: “Namazı gözetirseniz, zekâtı verirseniz, elçilerime inanıp onlara saygılı olursanız ve ALLAH’a güzel bir borç verirseniz sizinle beraberim. Günahlarınızı örter, içlerinden ırmaklar akan bahçelerde ağırlarım. Artık sizden kim bundan sonra inkar ederse doğru yolu sapıtmış olur.”

 

5Maide/55. Gerçek dostlarınız, ALLAH, elçisi ve namazı gözetip alçak gönüllü olarak zekâtı veren müminlerdir.

 

5Maide/58. Namaza çağırdığınızda onunla alay edip eğlendiler. Düşünmeyen bir topluluktur onlar.

 

5Maide/91. Şeytan, sarhoş edicilerle ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi ALLAH’ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyorsunuz değil mi?

 

5Maide/106. İnananlar, birinize ölüm yaklaşınca, vasiyet anında aranızdan iki adil şahit tanık bulunsun. Yolculuk anında size ölüm gelirse, sizden olmayan iki kişi… Kuşkulanıyorsanız, namazdan sonra tanıkları alıkoyup ALLAH adıyla: “Akraba dahi olsa tanıklığımızı hiçbir değerle değiştirmeyeceğiz, ALLAH’ın tanıklığını gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde, günahkârlardan oluruz,” diye yemin ettirin.

 

6En’am/72. Namazı gözetmeli ve O’nu sayıp dinlemelisiniz. Huzurunda toplanacağınız O’dur.”

 

6En’am/92. Bu, kendisinden öncekileri doğrulayan kutlu bir kitap olup anakenti ve etrafındakileri uyarman için indirilmiştir. Ahirete inananlar ona inanırlar ve onlar namazlarına da devam ederler.

 

6En’am/162. De ki: “Namazım, dini tüm eylemlerim, hayatım ve ölümüm evrenlerin Rabbi olan ALLAH içindir.”

 

7A’raf/170. İlahi Kitab’a sarılanlar ve namaz kılanlara gelince, iyiliğe çalışanları ödülsüz bırakmayız.

 

8Enfal/3. Onlar ki namazı gözetirler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan yardım olarak verirler.

 

8Enfal/35. Onların (çoktanrıcıların), Kâbe’nin yanındaki namazları ses çıkarmak ve hareket yapmaktan başka bir şey değildir. İnkârınızdan dolayı azabı tadın.

 

9Tevbe/4. Ancak, kendileriyle sizin (ey inananlar) bir andlaşma yapmış bulunduğunuz Allahtan başkalarına tanrılık yakıştıranlar arasından size karşı yükümlülüklerinde bundan böyle bir kusur işlemeyen ve size karşı kimseye arka çıkmayan kimseler bu söylenenlerin dışındadırlar; öyleyse onlarla olan andlaşmanıza, üzerinde anlaştığınız süre doluncaya kadar riayet edin. (Ve bilin ki) Allah, yalnızca, kendisine karşı sorumluluk bilinci içinde olanları sever.

9Tevbe/5. Antlaşma ayları çıkınca, o putperestleri yakaladığınız yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın ve her hareketlerini izleyin. Tevbe edip namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.

9Tevbe/6. Ve Allahtan başkalarına tanrılık yakıştıranlardan biri senin korumana başvurursa, onu koruma altına al, olur ki (senden) Allahın sözünü işitip anla(yabili)r; ve sonra onu, kendini güvenlik içinde hissedebileceği bir yere ulaştır; bu (davranışın), onların (belki de yalnızca) (hakkı) bilmedikleri için (günah işleyen) kimselerden olmaları ihtimalinden dolayıdır.

 

9Tevbe/10. Onlar (hiç) bir mü’mine karşı ne ‘akrabalık bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır.

9Tevbe/11. Tevbe ederlerse, namaz kılar ve zekât verirlerse din kardeşleriniz olurlar. Bilenlere ayetleri böyle açıklarız.

 

9Tevbe/18. ALLAH’ın mescitlerini, ancak ALLAH’a ve ahiret gününe inananlar, namazı gözetenler, zekâtı verenler ve ALLAH’tan başkasından korkmayanlar sıkça ziyaret ederler. Onlar, doğru yolu bulanlardandır. 9Tevbe/19. (Ey çoktanrıcılar) Hacılara su verme ve Saygın Mescit’i ziyarete hazır bulundurma hizmetini, ALLAH’a ve ahiret gününe inanma ve ALLAH yolunda cihat etme ile bir mi tutuyorsunuz? ALLAH yanında onlar bir değildir. ALLAH zalim toplumu doğruya ulaştırmaz.

 

9Tevbe/54. Yardımlarının kabul edilmesine engel sadece şudur: ALLAH’ı ve elçisini inkar ettiler, namaza ancak üşenerek yaklaşırlar ve yardımları da isteksiz yaparlar.

 

9Tevbe/71. İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin dostudur. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı gözetirler, zekâtı verirler, ALLAH’a ve elçisine uyarlar. İşte onlara ALLAH rahmet edecektir. ALLAH Üstündür, Bilgedir.

 

9Tevbe/84. Onlardan (ikiyüzlülerden) ölen birisi için namaz kılma, mezarı başında da durma. Çünkü onlar ALLAH’a ve elçisine karşı geldiler ve yoldan çıkmışlar olarak öldüler.

 

9Tevbe/99. Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlık ve Peygamberi destekleyici yardımlar (salatlar-namazlar) olarak görür. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 

9Tevbe/103. Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir bağış al ve onlara destekleyici yardım ver/dua et(salat-namaz et). Çünkü senin destekleyici yardımın/duan(salat-namaz) onlar için sükûnettir / yatıştırıcı / iç huzuru vericidir. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 

9Tevbe/108. Böyle bir yerde (ikiyüzlülerin inşa ettiği mescitte) ebediyen durma. İlk günden itibaren erdemlilik üzere kurulan mescit, kıyama durman için çok daha uygundur. Orada temizlenmek isteyen insanlar vardır ve ALLAH temizlenenleri sever.

 

10Yunus/87. Musa’ya ve kardeşine: “Halkınız için Mısır’da evler hazırlayın. Evlerinizi tapınak yapın ve namazı gözetin. İnananları müjdeleyin,” diye vahyettik.

 

11Hud/87. Dediler ki: “Şuayb, atalarımızın tapmış olduklarını veya ticaretimizi dilediğimiz gibi çevirmekten vazgeçmemizi, senin namazın mı gerektiriyor/ emrediyor? Sen aslında yumuşak huylusun, akıllısın.”

 

11Hud/114. Gündüzün iki ucunda, gecenin yakın kısmında namazı gözet. İyilikler kötülükleri silip götürür. Bu, öğüt alacak olanlara bir öğüttür.

11Hud/115. Ve sabret, sonuna kadar dayan: çünkü Allah iyilik yapanların hak ettiği karşılığı hiçbir şekilde zayi etmez!

 

13Ra’d/22. Ve onlar ki sadece Rab’lerinin onayını kazanmak için sabredip direnirler, namazı gözetirler, kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açık yardım için harcarlar ve kötülüğü iyilik ile savarlar. Son durağı onlar hak etmişlerdir.

 

14İbrahim/31. İnanan kullarıma söyle! Alış-verişin ve dostluğun olmadığı gün gelmeden önce namazı gözetsinler, kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açık yardım için versinler.

 

14İbrahim/37. “Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, Kutsal Evinin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, onlar namazı gözetsinler diye… İnsanların gönüllerini onlara karşı sempatiyle doldur ve onları ürünlerle rızıklandır ki şükretsinler.”

 

14İbrahim/40. “Rabbim, beni namazı gözeten biri kıl, çocuklarımı da… Rabbimiz dualarımı kabul et.”

 

17İsra/78. Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı’ya kaymasından) gecenin kararmasına kadar namazı gözet. Sabah Kuran’ını da gözet. Sabahleyin Kuran tanık olunur.

17İsra/79. Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kur’an’la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.

17İsra/80. “Ve (dua ederken) de ki: “Ey Rabbim, (girişeceğim her işe) doğruluk ve içtenlik üzere girmemi; (bırakacağım her işten de) doğruluk ve içtenlik göstererek çıkmamı sağla; ve bana katından destekleyici bir güç, bir tutamak bahşet!

17İsra/81. Ve yine de ki: “Değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan yıkılıp gitti; zaten sahte ve tutarsız olan er geç yıkılıp gitmek zorundadır!”

 

17İsra/107. De ki: “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.”

17İsra/108. “Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin va’di mutlaka gerçekleşecektir” derler.

17İsra/109. Çeneleri üzerine secdeye kapanırlarken, gözyaşları dökerler. Kur’an onları ürpertir, saygılarını artırır.

17İsra/110. De ki: “İster ALLAH diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle dua ederseniz dua edin, tüm güzel isimler O’nundur. ” Namazında ne yüksek sesle oku, ne de kısık sesle; ikisinin arasında bir yol tut!

17İsra/111. “Ve de ki: “Bütün övgüler, çocuk edinmeyen, egemenliğinde ortağı bulunmayan, güçsüzlükten, düşkünlükten ötürü herhangi bir yardıma, yardımcıya gereksinme duymayan Allah’a yakışır”. İşte, O’nu (hep böyle) yücelterek an.”

 

19Meryem/31. “Nerede bulunursam bulunayım beni kutlu kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı ver. ”

 

19Meryem/55. Ailesine namazı gözetmeyi ve zekâtı vermeyi emrederdi. Rabbi tarafından beğenilmişti.

 

19Meryem/59. Onlardan sonra gelenler namazın değerini yitirdiler ve heva heveslerine uydular. Nitekim felakete uğrayacaklar.

 

20Taha/14. “Ben, evet Ben ALLAH’ım; Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk et ve Beni anmak (zikretmek) için namazı gözet.”

 

20Taha/132. Ailene namazı emret ve bu konunun üstünde önemle dur. Biz senden herhangi bir rızık beklemiyoruz. Aksine biz seni besliyoruz. Sonuç, erdemlilerindir.

 

21Enbiya/73. Biz onları, emrimize göre yol gösteren önderler kıldık. Onlara iyi işlerin nasıl yapılacağını, namazın nasıl gözetileceğini ve zekâtın nasıl verileceğini vahyettik. Onlar bize kulluk edenlerdi.

 

22Hacc/35. Onlar öyle kimselerdir ki, ALLAH’tan söz edildiğinde yürekleri ürperir. Başlarına gelene sabrederler, namazı gözetirler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan yardım için harcarlar.

 

22Hacc/41. Onlar ki kendilerini yeryüzüne yöneticiler kıldığımız zaman namazı gözetir, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülükten menederler. Son karar ALLAH’a aittir.

 

22Hacc/78. Ve ALLAH uğrunda gereken çaba ve gayreti gösteriniz. O’dur sizi seçen. O, babanız İbrahim’in yolu olan bu dini, sizin için güç ve ağır kılmadı. Elçinin size tanık olması, sizin de halka tanık olmanız için, sizi, daha önce de şimdi de “Müslümanlar” olarak adlandıran O’dur. Namazı gözetin, zekâtı verin ve ALLAH’a sarılın; Mevla’nız O’dur. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!

 

23Müminun/2. Nitekim onlar namazlarında ilahi mesajdan derin etkileşim içindedirler.

23Müminun/9. Onlar ki namazlarını düzenli olarak gözetirler.

 

24Nur/37. Kişiler vardır. Onları, ALLAH’ı anmaktan, namazı gözetmekten ve zekâtı vermekten ne bir iş ne de bir ticaret alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar.

 

24Nur/41. Göklerde ve yerde var olan bütün yaratıkların, kanatlarını yayarak uçan kuşların, (hepsinin) Allah’ın sınırsız kudret ve yüceliğini dile getirdiklerini görmüyor musun? Gerçek şu ki, her biri kendi niyazını (salat-namazını), O’nun yüceliğini nasıl dile getireceklerini (bunların) hepsi bilmektedirler ve Allah da onların edip eylediği her şeyi tam olarak bilmektedir;

 

24Nur/56. Namazı gözetiniz, zekâtı veriniz ve elçiye uyunuz ki merhamet edilesiniz.

 

24Nur/58. Ey inananlar, emriniz altında çalışanlar ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar üç kez izin almalıdırlar: Sabah namazından önce, öğle vaktinde dinlenmek için elbisenizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra… Bunlar, sizin özel üç vaktinizdir. Bunların dışında, birbirinizin yanına girip çıkmakta bir sakınca yoktur. ALLAH ayetleri size böyle açıklar. ALLAH Bilendir, Bilgedir.

 

27Neml/3. Onlar ki namazı gözetirler, zekâtı verirler ve ahiret konusunda da kuşkuları yoktur.

 

29Ankebut/45. Sana vahyetmiş olduğumuz kitaptan oku ve namazı gözet. Çünkü namaz, iğrenç ve kötü şeylerden vazgeçirir. ALLAH’I anmak en önemlidir. ALLAH ne yaptığınızı bilir.

 

30Rum/31. O’na yönelin; O’nu sayıp dinleyin. Namazı gözetin ve ortak koşanlardan (çoktanrıcılardan) olmayın.

 

31Lokman/4. Onlar ki namazı gözetirler, zekâtı verirler; ahiret hakkında da kuşkuları yoktur.

 

31Lokman/17. “Sevgili oğlum, namazı gözet, iyiliği emret, kötülükten menet ve başına gelene sabret. Bunlar temel davranışlardandır.”

 

33Ahzab/33. Evlerinizde oturun ve eski cahiliye dönemindeki gibi halkla fazla içiçe olmayın. Namazı gözetin, zekâtı verin ve ALLAH ve elçisine uyun. Ey Kâbe’nin çevresinde oturanlar, ALLAH sizden günahları gidermek ve sizi tamamıyla arındırmak istiyor.

 

33Ahzab/43. O(ALLAH) ve melekleri, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destekleyici yardım veriyor(salat-namaz). Allah, mü’minlere çok merhamet edendir.

 

33Ahzab/56. Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e destekleyici yardım veriyor(salat-namaz). Ey iman edenler! Siz de ona destekleyici yardım edin(salat-namaz) ve (onun rehberliğine) tam bağlılıkla bağlılığınızı ortaya koyun.

 

35Fatır/18. Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Günahla yüklenmiş birisi yükünü taşımak üzere akrabalarını bile çağırsa onun yükünden hiç bir şey taşınmaz. Sen yalnızca, kendi başlarına iken Rab’lerini sayan ve namazı gözeten kişileri uyarabilirsin. Kim kendisini arındırırsa kendisi yararına arınmıştır. Dönüş ALLAH’adır.

 

35Fatır/29. ALLAH’ın kitabını okuyanlar, namazı gözetenler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık yardım için verenler, tükenmeyen bir kazanç umarlar.

 

42Şura/38. Onlar, Rab’lerinin çağrısına (davetine) karşılık verirler, namazı gözetirler, işlerini aralarında danışma ile kararlaştırırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan yardım için verirler.

 

58Mücadele/13. Özel görüşmenizden önce bir sadaka vermekten çekindiniz mi ki onu uygulamadınız? ALLAH tövbenizi kabul eder. Namazı gözetin, zekâtı verin, ALLAH’a ve elçisine uyun. ALLAH yaptıklarınızdan haberdardır.

 

62Cumua/9. Ey inananlar, cuma günü namaza çağrıldığınızda ALLAH’ı anmak için acele edin ve alışverişi bırakın. Bilseniz, bu sizin için daha iyidir.

62Cumua/10. Namaz bitince, yeryüzüne yayılarak ALLAH’ın lütfunu arayın ve ALLAH’ı sürekli anmaya devam edin.

 

70Mearic/22. Ancak namaz kılanlar hariç:

70Mearic/23. Onlar ki namazlarını kaçırmazlar;

 

70Mearic/34. Namazlarına özen gösterirler.

 

73Müzzemmil/20. Rabbin, senin ve yoldaşlarından bir grubun, gecenin üçte ikisinden az, yarısında ve üçte birinde kalktığını bilir. Gecenin ve gündüzün miktarını ALLAH belirler. O, sizin bunu yapamayacağınızı bildiği için sizi affetmiştir. Öyleyse Kuran’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Aranızda hastalar, yeryüzünde ALLAH’ın lütfünden rızk arayanlar ve ALLAH yolunda savaşanlar olduğunu bilmektedir. Ondan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Namazı gözetin, zekâtı verin ve güzel davranmak yoluyla ALLAH’a bir borçsunun. Kendiniz için yaptığınız her iyiliği, ALLAH katında daha iyi ve daha büyük bir ödül olarak bulacaksınız. ALLAH’tan bağışlanma dileyin; ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.

 

74Müddessir/43. Diyecekler ki, “Desteklemezdik/namaz kılmazdık”

 

75Kıyamet/31. (Artık son pişmanlık fayda etmez) çünkü (yaşadığı sürece) hakikati kabul etmedi ve (aydınlığa kavuşmak için) namaz kılmadı;

87A’la/15. Rabbinin ismini anıp namaz kılan.

 

96Alak/10. Namaz kılarken bir kulu?

 

98Beyyine/5. Oysa onlardan, dini sadece ALLAH’a ait kılan tektanrıcılar olarak O’na kulluk etmeleri, namazı gözetmeleri ve zekâtı vermeleri istenmişti. İşte dosdoğru din budur.

 

107Maun/4. Yazıklar olsun o namaz kılanlara,

107Maun/5. Onlar ki namazlarından tümüyle bilinçsizdirler/yanılgıdadırlar.

107Maun/6. Onlar ki gösteriş yapmaktadırlar.

 

108Kevser2. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kendini ada/yönel.

 

posted in NAMAZ | 0 Comments