-
28th Kasım 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

NAMAZLARIN BİRLEŞTİRİLMESİ VE VAKİTLERİ (CEM’ VE TELFİK)

KUR’AN’A GÖRE NAMAZ / ÜÇ VAKİT NAMAZ:

24Nur suresi/58-Siz ey imana erişenler! Meşru şekilde sahip olduğunuz kimseler, içinizden henüz ergenlik çağına varmamış olanlar, günün şu üç vaktinde, sabah namazından önce, gün ortasında soyunup dinlenmeye çekildiğiniz zaman ve yatsı namazından sonra yanınıza girmeden önce sizden izin istesinler; bu üç vakit mahremiyetinizin korunmasız olabileceği vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda sizin için de, onlar için de bir sakınca yoktur. Allah mesajlarını size işte böyle açıklamaktadır: Çünkü Allah doğru hüküm ve hikmetle buyuran mutlak ve sınırsız bilgi Sahibidir!

17İsra suresi/78-Güneşin doruğu aşmasından gecenin çöküşüne kadar(ki süre içinde) namazı(nı) gereği üzere yerine getir; sabah (namazı) okumasını da (tam bir dikkat ve duyarlık içinde gerçekleştir); çünkü sabah okuması(nda insan) gerçekten de (ulvi olan her şeye) açıktır. 79-Ve gecenin bir vaktinde kalkıp, kendi isteğinle yaptığın ilave bir eylem olarak namaz kıl: ki böylece Rabbin seni belki (ahirette) övgüye değer bir konuma yükseltir.

11Hud suresi/114-Ve gündüzün başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde salatta devamlı ol; çünkü muhakkak ki iyi eylemler kötü eylemleri giderir; (Allah’ı) hatırında tutanlar için bir öğüt, bir hatırlatmadır bu.

2Bakara suresi/238-Namazlarınıza ve namazı en uygun şekilde ifa etmeye dikkat edin; ve Allah’ın huzurunda içten bir bağlılıkla durun.

2Bakara suresi/239-Ama eğer tehlikede iseniz, yürürken ve binek (üzerin)de (namazınızı ifa edin); tekrar güvenliğe kavuşunca Allah’ı anın, çünkü daha önce bilmediklerinizi size öğreten O’dur.

 

HADİSLERDE NAMAZLARI BİRLEŞTİRME(Namazı üç vakte indirgeme)

2918-“Resûlullah korku ve sefer hali olmaksızın öğle ve ikindiyi birleştirerek, akşam ve yatsıyı da birleştirerek kıldı.” [Müslim, Müsâfirîn 49, (705); Muvatta, Kasru’s-Salât 4, (1, 144).]

2912-“Resûlullah yol halinde iken öğle ile ikindiyi birleştirirdi, akşam ile yatsıyı da birleştirdi.” [Buhârî, Taksîru’s-Salât 13.]

2910-“Resûlullah, güneş batıya meyletmeden yola çıkınca, öğle namazını ikindi vaktine te’hir eder, ikindi olunca mola verir, ikisini cemederdi (beraber kılardı). Yola çıkmazdan önce güneş batıya meyletti (öğle vakti) girdi ise, hareketten önce her ikisini de (öğle ve ikindi) kılar sonra yola çıkardı.”

2911-“…Acele yürümek gerekirse öğleyi ikindiye te’hir eder, ikisini birleştirirdi, keza ufuktaki aydınlık kaybolunca da akşamla yatsıyı birleştirirdi.” [Buhârî, Taksîru’s-Salât 16; Müslim, Müsâfirîn 46; Ebû Dâvud, Salât 274; Nesâî, Mevâkît 42]

2397-“Resûlullah hava sıcaksa öğleyi serinleyince kılıyordu, hava serinse ta’cil (edip ilk vaktinde) kılıyordu.” [Nesâî, Mevâkît 4]

2335-“Resûlullah’ın bana öğrettikleri arasında: “Beş vakit namaza devam edin!” emri de vardı. Ben: “Bu beş vakit, benim meşguliyetlerimin bulunduğu anlardır. Bana (bunların yerine geçecek) cami (kapsamlı) bir şey emret, öyle ki onu yaptım mı, benden beş vakit namaz borcunun yerine geçsin!” dedim. Bunun üzerine: “Öyleyse Asreyn’e devam et!” buyurdu. Bu kelime bizim dilimizde yoktu. Bu sebeple: “Asreyn nedir?” diye sordum. “Güneş doğmazdan önceki namazla güneş batmazdan önceki namaz” buyurdu.” Ebu Dâvud, Salât 9, (428).d

Orta namazı vakti: 491-Hz. Ali anlatıyor: “Resûlullah Hendek Savaşı sırasında “Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun, bizim orta namazımıza mâni oldular, güneş batıncaya kadar kılamadık” buyurdu. Buharî, Tefsir, Bakara 2; Müslim, Mesâcid 202-206; Ebu Dâvud 5; Tirmizî, Tefsir, Bakara 2; Nesâi, Salât 14; İbnu Mâce, Salat 6,.

496-Zeyd İbnu Sâbit ve Hz. Aişe: “Orta namazı, öğlen namazıdır” derlerdi. Muvatta, Cemâ’a 27, (1, 139); Tirmizî, Salât 133, (182); Ebu Dâvud, Salât 5, (411).

 

NAMAZLARI BİRLEŞTİRME-HAYRETTİN KARAMAN

“İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: “Nebiyyi Ekrem (s.a.v.) öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı (birlikte) yedi (rek’at) ve sekiz (rek’at) olarak kıldırırdı.” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/487, Ank. 1972)

Bu hadîse dayanarak öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir arada kılmaya “iki namazı birleştirmek: cemi’ beyne’s salâteyn” denmektedir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Vedâ haccında Arafat’ta öğle ile ikindiyi, Müzdelife’de akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldırdığında ittifak vardır. Yılın başka zamanlarında ve başka bölgelerde cemi’ yapılması konusunda müctehidler ihtilâf etmişlerdir.

İbn Ömer, Urve b. Zübeyr (r.a) Said b. El-Müseyyeb, Ömer b. Abdülaziz, Ebu Bekr b. Abdurrahman, Zührî, Ebu Seleme, Medine fakihlerinin hepsi, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel gibi zevât, korku, sefer, şiddetli yağmur gibi şer’î özürler bulunduğu takdirde her zaman ve her yerde cemi’ yapmak câizdir, demişlerdir.

Buna mukâbil cem’in var olduğunu savunanlar, ayrıca bu cem’in sadece Hacc mevsimine ve Arat ile Müzdelife’ye mahsus olmadığını, bunun meşakkat halinde her zaman ve her yerde câiz olduğunu söylemekte, bu konuda Rasûlullah’ın (s.a.v.) müteaddit hadîslerini delîl olarak zikretmektedirler. (Geniş bilgi için bkz. Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 11/487-489, Ank. 1972)…

Kendisine farklı iki ictihad nakledilen (meselâ namazları birleştirme konusunda iki farklı ictihad var, birisine göre câiz, diğerine göre değil denilen) mümin, bu bilgiyi alınca, daha önce uyguladığı ictihadı (mezhebi) bırakır da yeni öğrendiği mezhebi uygularsa intikâl ve telfik gerçekleşir. İntikâl: Bir mezhebi toptan veya belli birkaç meselede terkederek diğerine geçmektir. Telfîk ise bir uygulamada, birbirine zıt mezhep hükümlerini bir araya getirmek ve böylece uygulamaktır. Hanefî mezhebinde olan bir mümin, şartları oluştuğunda namazları birleştirerek kılarsa intikâl ve telfik yapmış olur; yani bir namazda vakit bakımından diğer imamlara, meselâ okunacak sûre ve miktar bakımından Hanefîlere uymuş bulunur.

Fıkıh âlimlerinin kahir ekseriyetine göre intikâl ve çoğuna göre telfik câizdir. Şu halde yukarıda geçen hadîse dayanarak ictihad yoluyla veya ilmihal bilgisine dayanarak; taklit ve telfik yoluyla namazları birleştirerek kılmak câizdir. Yolculuk halinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı; ya öncekinin ya sonrakinin vaktinde (hangisi yolcu için daha uygun ve kolay ise o vakitte) kılınır. Meselâ yola çıkmadan öğle namazının vakti girmiş ise önce öğle, hemen ardından ikindinin farzları kılınır ve yola çıkılır. Öğle namazının vakti girmemiş olursa kılmadan yolculuk başlar, öğle namazının vakti yolda geçer, ikindinin vakti girerse, akşam olmadan, bulunan fırsatta önce öğlenin farzı, ardından da ikindinin farzı kılınır… Bu kılış kazâ değildir, edadır, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine dayanmaktadır, binekte (meselâ otobüste), vakti kaçırmayacağım diye birçok rüknü (kıbleye dönmeyi, rükû ve sücudu…) terkederek farz kılmak ise sünnette yoktur. Hadîslerden müctehidlerin çıkardığı hükme göre korku, tehlike, şiddetli yağmur ve kar, yürümeyi zorlaştıran çamur, hastalık, hastaya bakma gibi sebepler ve mazeretler bulunduğunda, yolcu olmayanların da namazları, yukarıda açıklandığı şekilde birleştirerek kılmaları câizdir. Ancak namaz vakitli bir ibâdet olduğu için birleştirmenin, mazeretli olması gerekir. Bugün ameliyata giren doktor, bulunduğu yer ve durumda namaz kılması -yukarıda sıralanan sakıncalar ölçüsünde sakınca doğuran- müminler, fırsat bulduklarında namazlarını birleştirerek kılarlar.” (Hayrettin Karaman-Hayatımızdaki İslam- Namazların Cem’i, Telfîk, Enflasyon ve Nemâ BAŞLIĞI)

 

SÜLEYMAN ATEŞ-KUR’AN ANSİKLOPEDİSİ

“İşlerin çok sıkı, toplumsal ilişkilerin yoğun olduğu bu çağda ileri ki çağlarda bugünkünden çok daha ağır ve yoğun şartların doğacağı muhak­kaktır- müslümanlar, zorunlu hallerde namazları cem’edebilirler. Fabrika­da, özellikle Avrupa’da çalışan işçilerimiz, öğle paydosunda öğle ile ikin­diyi; gece vardiyesinde çalışanlar da akşamla yatsıyı takdim veya te’hîr cem’iyle birlikte kılabilirler. Namazı cemâatle kılmak hedeftir. Böylece müslümanlar üç vakitte toplanıp beş namazı cemâatle kılma feyzine ula­şırlar.

Onun için Kur’ân’da, namaz için, insanın en huzurlu olacağı gündüzün uçları ile gece saatleri seçilmiştir. Gündüz ise çalışmaya ayrılmıştır. Müzzemmil Sûresi’nin 1-7. ayetlerinde Hz. Peygamber’e gece kalkıp ibâdet etmesi emrediliyor; gece ibâdetinin daha etkili olduğu belirtiliyor; çünkü gündüzün yapacağı çok işi olduğu vurgulanıyor:” Çünkü gündüz, senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır.” Bu demektir ki gündüzün çalışıp çabalama, iş güç zamanı olduğundan, insanın zihni birçok işte dağınık olacağından gece saatleri ibâdete daha uygun görülmüştür.

Sabah namazı dışındaki namazlar için kesin vakitler belirtilmemiştir. Öteki namaz vakitleri, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla sabit olmuştur. Kanâatimize göre Hz. Peygamber (s.a.v.), sabah ve akşam namazlarını, ayetlerde belirtilen vakitler içinde kılmış, gece ve gündüzün belli başlı değişim zamanlarında da namaz ve tesbîh ile Rabbini anmıştir. Fakat bu iki vakit dışındaki namazlar için katı çizgiler koymamıştır.

Vakitler arasını birbirinden ayıran kesin çizgiler, sonradan mezhep ihtilâflarından doğmuştur. Hz. Peygamber’in, fakîhlerin, mezheplerine göre kesin çizgilerle belirledikleri vakitlerin dışına hiç çıkmadığı söylenemez. Eğer o, sürekli olarak bu çizgiler içinde namaz kılmış ve bunların dışına çıkmamış olsaydı mezhepler arasında bu kadar görüş ayrılıkları olmazdı. Kimi öğlenin vakti için şöyle, kimi böyle demiş. Kimi ikindinin vakti, eşyanın gölgesi, kendisinin bir katı, kimi iki katı olunca başlar; akşamın vakti şu kadardır veya bu kadardır; yatsının vakti şöyle başlar, böyle başlar demiş; fıkıh kitapları bu ihtilâflarla dolmuştur. Bu ihtilâfların sebebi, Peygamber’in, şu zamanda veya bu zamanda namaz kıldığı hakkındaki çeşitli rivayetlerdir. Eğer bu rivayetler doğru ise şunu gösterir:

Peygamber (s.a.v.), Kur’ân’da belirtilen iki vakit dışındaki gündüz ve gece namazları için kesin vakit belirtmemiş; bazen öğleyi geç, bazen erken kılmış; bazen öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirerek edâ etmiş; bazen de zaruret dolayısıyla dört beş vakti birlikte kılmıştır.

Bu hoşgörü, ümmet için ruhsat ve kolaylıktır. Önemli olan, insanın, Rabbıyla bağlantı içinde olmasıdır. Bunun için Kur’ân’ın belirttiği bu genel vakitlerde namaz kılınır. Esas olan, müslümanların çoğunluğunca ittifak edilen beş vakit içinde ve her namazı vaktinde kılmaktır. Ama görev, yolculuk, hava koşulları gibi zorunlu durumlar içinde bulunanlara da ruhsat, kolaylık vardır. Onlar, zevalden, akşama kadar olan zaman içinde öğle ile ikindiyi; güneşin batmasından itibaren tan yeri ağanncaya kadar olan zaman içinde de akşamla yatsıyı birlikte kılabilirler. Buna cem’ (birleştirme) denilir ki hem takdim cem’i, hem de te’hîr cem’i caizdir. Yani henüz vakti girmemiş olan bir namazı kendinden öncekinin vakti içinde onunla birlikte kılmak (takdîm cem’i), yahut bir namazı erteleyip, sonrakinin vakti içinde onunla birlikte kılmak (te’hîr cem’i) caizdir.

Peygamber(s .a.v.)in bazı zamanlarda, özellikle sefer esnasında iki namazı birlikte kıldığına dair hadîsler çoktur. Ashâb-ı kiramdan Abdullah ibn Ömer (r.a.) diyor ki: “Allah’ın Elçisi sefer esnasında acele yürümek gerektiğinde akşamla yatsıyı beraber kılardı, Hz. Enes de şöyle demiştir: “Peygamber (sa.v.) seferde iki namazı beraber kılmak istediği zaman öğleyi erteler, ikindi vakti girince öğle ile ikindiyi birlikte kılardı.”

Abdullah ibn Abbâs da: “Allah’ın Elçisi (s.a.v.), bir korku ve sefer olmadığı halde Medine’de öğle ile ikindiyi birlikte kıldı” demiş, Hz. Peygamber’in neden böyle yaptığını soran kimseye:’Ümmetine güçlük çıkarmak istemediği için böyle yaptı!” yanıtını vermiştir. Bu konuda Buhârî ve Müslim’den ayrı olarak öteki hadîs mecmu’alarında da birçok hadîs mevcuttur.

Prof. Dr. Fazlu’r-Rahman da Bu Konuda Şöyle Diyor:Namaz vakitlerinin aslında üç olduğu hususu, Hz. Peygamber’in, hiçbir sebep olmaksızın, bu dört vakit namazı iki vakit namaz şeklinde birleştirdiğinin rivayet edilmesinden de anlaşılmaktadır. Namazların sayısının başka hiçbir seçeneğe yer bırakmaksızın değişmez bir şekilde beş olarak saptanması, Hz. Peygamber’den sonraki devirde olmuş ve namaz sayısının aslında üç olduğu hususu, namazların sayısının beş olduğu fikrini desteklemek için ortaya atılan hadîs dalgası altında kaybolmuştur.” [İslam, s.50]

Bu Hadîs, sahîh olmasa bile, Peygamberimizin Hendek Olayında dört-beş vakti birlikte kılması; seferlerinde çoğunlukla, hazarda ise bazen iki vakti birleştirmesi, namazların birleştirilerek kılınabileceğini kanıtlar. Böyle olunca zorunluluk dolayısıyla, gece gündüzün, normal bölgelere göre farklı olduğu yerlerde namaz vakitleri takdir ile ve birleştirilerek kıhnabilir. Yani öğle ile ikindi namazları birlikte, akşamla yatsı namazları da birlikte kıhnabilir. Bu namazlar için belli vakit (saat) takdir edilir.

Kutup bölgeleri için de vaktin tayin edileceği aşikârdır. Zira oralarda gündüzün 24 saatten fazla sürmesi, takdir için kaçınılmaz bir özürdür. Böyle yerlerde oturan veya buralara seyahat eden kimseler, takdir edilen vakte göre ibâdet yaparlar. Ancak, bu vakit neye göre takdir adilacektir? Herhalde bu yerlerin sâkinlerinin, kendilerine en yakın beş vakit bulunan bir bölgeye göre ibâdetlerini yapmaları en uygun durumdur. Ona göre namaz kılınır, ona göre oruç tutulur. Bugün radyo ve televizyon, bu meseleyi gayet kolaylaştırmıştır. Tâ Magri b’de, Kahire’de, Yemen’de okunan ezanı evimizde duyuyoruz.” (Süleyman Ateş- Kur’an Ansiklopedisi, Namaz maddesi)

 

DİYANET İLMİHALİ: İKİ NAMAZI BİR VAKİTTE KILMAK (CEM‘)

Âlimler, hac zamanında Arafat’ta öğle ile ikindinin öğle namazının vaktinde birlikte kılınması (cem‘-i takdîm) ve Müzdelife’de akşam ile yatsının yatsı namazının vaktinde birlikte kılınması (cem‘-i te’hîr) konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bu iki yer dışında iki namazı cemederek birlikte kılmanın câiz olup olmadığında ve cemetmeyi câiz kılan mazeretlerin neler olduğunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.

Hanefî mezhebinde, hac zamanında Arafat ve Müzdelife’deki cem‘in dışında, iki namazın bir vakitte cemedilmesi câiz görülmez. Bununla birlikte Hanefîler’e göre yolculuk, yağmur gibi cem‘i mubah kılan mazeretlerin bulunması durumunda şöyle bir cem‘ uygulaması mümkündür: Bir namaz (öğle veya akşam), diğer namazın (ikindi veya yatsı) vaktinin girmesine yakın bir zamana kadar geciktirilip, bu namazın kılınmasından sonra diğerinin vaktinin girmesi ve bu namazın da kendi vaktinde kılınması mümkündür. Bu uygulamada, bir namaz hemen diğerinin ardından kılındığı için buna “cem‘ü’l-fiil” ve “cem‘ü’l-muvâsala” denildiği gibi, bir namaz son vaktinde diğeri de ilk vaktinde olmak üzere her namaz kendi vakti içinde kılınmış olacağı için buna “mânevî cem‘” ve “şeklî (sûrî) cem‘” de denilir. Bu şekildeki cem‘, yukarıda tanımı verilen gerçek anlamda bir cem‘ değildir. Çünkü bu uygulamada vakit değil, fiil birleştirilmektedir.

Diğer mezheplerde cem‘, belirli sebep ve şartlarla câiz görülmüştür. Şiî-Ca‘ferî mezhebinde ise, hiçbir mazerete gerek olmaksızın iki namazın bir vakitte cemedilmesi câizdir. Cem‘i kabul edenlere göre, iki namazın cemedilmesini câiz kılan sebepler, ayrıntıdaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa şunlardır: 1. Yolculuk (sefer), 2. Yağmur, çamur, kar, dolu, 3. Hastalık, 4. İhtiyaç ve meşguliyet…

1. Yolculuk. Hanefîler dışındaki çoğunluk âlimler, yolculuğu bir mazeret kabul ederek, yolculukta cem‘ yapılmasını câiz görmüşlerdir. Ancak bazı ayrıntılarda aralarında görüş ayrılığı vardır. Buna göre Mâlikîler, cem‘ yapmanın câiz olabilmesi için yolculuğun yorucu bir yolculuk olmasını şart koşarken, Şâfiîler ve Hanbelîler, yorucu olup olmamasına bakılmaksızın yolculuğun her hâlükârda cem‘ için bir mazeret olduğunu söylerler

2. Yağmur, Kar, Dolu. Yağmur, şiddeti konusundaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yolcu olmayan (mukim) kişiler için bir mazeret kabul edilmiş ve böyle günlerde namazın cem‘i belli şartlarla câiz görülmüştür

Şâfiîler, yerlerin çamurlu olmasını cem‘ yapmayı câiz kılan mazeret kabul etmezken, Hanbelîler bunu bir mazeret saymış, Mâlikîler ise cem‘in câiz olabilmesi için çamurla birlikte zifiri karanlık durumunun bulunmasını şart koşmuşlardır.

Mezheplerin cem‘ konusunda görüş ayrılığına düşme sebepleri üç noktada toplanabilir:

1. Namazların vakitlerini tayin eden hadisler yanında, cem‘ konusunda birbiriyle çelişir gözüken haberlerin bulunması…

2. Arafat ve Müzdelife’de cem‘ yapmanın meşrûluğunda ittifak vardır…

3. Namazların müşterek vakitleri olup olmadığı noktasındaki tartışma da, cem‘ konusundaki görüş ayrılığının önemli bir nedeni olmuştur.

Beş vakit namazın ilk ve son vakitleri, ayrıntıdaki ihtilâflar bir yana, bellidir ve herkes tarafından kabul edilmektedir. Ca‘ferî mezhebinin vakit anlayışı, Ehl-i sünnet’ten farklı olup, olağan durumlarda bile cem‘e imkân veren bir şekildedir. Şiîler genelde cem‘ yaparak namaz kıldıkları için, onların namazı üçe indirdiği zannedilir…

Hanefî mezhebinin görüşü, teorik olarak daha tutarlı ve savunulabilir olmakla birlikte, günümüzde cem‘in yapılmasının namaz kılanlara sağlayacağı birtakım kolaylıklar bulunmaktadır. Cem‘ yapmak sonradan ortaya çıkmış, uydurulmuş bir uygulama değildir. Nitekim Arafat ve Müzdelife’de cem‘ yapılacağını bütün mezhepler söylemektedir. Bunun yanında Hz. Peygamber’in çeşitli zamanlarda ve çeşitli durumlarda iki namazı birleştirerek bir vakitte kıldığı yönünde rivayetler bulunmaktadır. Gerek Arafat ve Müzdelife’deki cem‘in, gerekse öteki rivayetlere göre çeşitli zamanlarda yapılan cem‘in gerekçesi ve hikmeti namaz kılanlara kolaylık sağlanmasıdır. Hz. Peygamber’in, korku ve yolculuk durumu olmaksızın da öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikte kıldığına dair rivayetler bulunduğu gibi (Muvatta, I, 144; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 49), bazı sahâbîlerin de cem‘ yaptığı nakledilmektedir…

Şu kadar ki, namaz vakitlerini fiilî olarak uygulayan ve belirten Hz. Peygamber olduğu gibi, cem‘in meşruiyetini söz ve fiili ile belirten de odur. Sünnetin bir kısmı alınıp bir kısmı atılamayacağına göre, bunların arasını uzlaştırmak gerekir.

Cem‘ Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar: Sabah namazı hiçbir şekilde cemedilemez. Cem‘ yalnızca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı arasında olabilir…

Cem‘-i takdîmde, sırayı gözetmek (tertibe riayet etmek) gerekir. Öğle ile ikindi cem‘ ediliyorsa önce öğle, sonra ikindi kılınmalıdır. Cem‘-i te’hîrde ise sıraya riayet edilmezse Hanbelîler’e göre sahih olur; Şâfiîler’e göre de sahih olmakla birlikte ikinci namaz kazâ olarak kılınmış olur. (TÜRKİYE DİYANET VAKFI İlmihali-Namazların Cem’i)

 

 

DİYANET: “NAMAZLARIN CEM’İ (BİRLEŞTİRİLEREK KILINMASI)

Belirli şartlari taşiyan her Müslüman’a günde beş vakit namaz farzdir. Her namaz kendi vakti içinde edâ edilmek üzere farz kilinmiºtir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de : “Namaz, müminler üzerine belli vakitlerde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır” (Nisa Suresi, ayet 103) buyurulmaktadır. Bu itibarla normal şartlar içinde her namazın vaktinde kılınması gerekir.

Hanefi mezhebine göre hac mevsiminde arefe günü Arafat ve Müzdelife’nin dışında hiçbir yerde namazların birleştirilerek kılınması caiz değildir.

Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in sahih hadisleri ve uygulamaları dikkate alındığında, yolculuk, hastalık, doktorun ameliyatta bulunması gibi zorunluluk hallerinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazları duruma göre takdim veya tehir edilerek birlikte kılınabilir. Birleştirilerek kılındığında, iki namaz arasındaki sünnet namazlar terk edilir; her bir farz için ayrı kamet getirilir.” (Diyanet Fetvaları)

 

 

SÜLEYMAN ATEŞ: KUR’AN-I KERİM (NAMAZI) ÜÇ VAKİT BELİRLEMİŞTİR! “Kur’ân-ı Kerîm, namaz için üç vakit belirlemiştir. Bunlar, gündüzün iki ucuyla, gecenin gündüze yakın bir kesimidir. İsrâ 78-79’uncu ayetlerde Hz. Peygamber’e, güneşin sarkmasından, gecenin alacakaranlığına değin ve bir de tan yeri ağarırken namaz kılması emrediliyor.” (Süleyman Ateş -Vatan Gazetesi -13/6/2003)

 

 

(ÜÇ VAKİT NAMAZ- FARZ SÜNNET AYRIMI) PEYGAMBER, NAMAZI ALLAH RIZASI İÇİN KILMIŞTIR

“Kur’ân’da açık olarak anılan namaz vakitleri 3’tür. Gündüzün iki ucu. Birinci ucu, sabah vaktidir, ikinci ucu ise başlangıç ve sonu belirtilmiş olan biraz geniş bir vakittir. O da güneşin batmasından, alacakaranlığa kadar olan zamandır. Bu ikisi ayrı zaman değil, bir vaktin iki sınırıdır. Güneşin batmasından itibaren alacakaranlığa kadar olan zaman, akşam namazının vaktidir. 3’ncü vakit ise gece aralığında olan vakittir. Ancak Peygamberimiz, güneşin batmasından alacakaranlığa kadar olan vakitte iki namaz kıldırmıştır. Bunların birincisine akşam, ikincisine yatsı namazı denmiştir. Gece aralarında kılınan namazın adı da teheccüddür. Bu da farzdır.

Kur’ân’da belirtilen bu 3 vakte Peygamberimiz, 2 vakit daha eklemiştir. Öğle ve ikindi. Peygamberimiz bu namazları cemaatle kıldırdıktan için bu namazlara farz denmiştir. Aslında Hz. Peygamber herhangi bir namaz için farz veya sünnet ayırımı yapmamış, Allah rızası için namaz kılmıştır.

Daha sonra gelişmeye başlayan fıkıh (ibadet ve hukuk) bilimi uzmanları, Hz. Peygamber’in, sürekli olarak cemaatle kıldırdığı namazlara farz, kendi başına kıldığı namazlara nafile veya sünnet demişlerdir. Ama bu bölümleme veya tasnif, Peygamber’e ait değil, uzmanlara aittir. Kur’ân’da namaz vakti olarak 3 vakit anılmıştır ama “Bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl” (Tâhâ: 14) emri geneldir. Bir vakitle sınırlı değildir. Peygamberimiz de ayetle belirlenen vakitler dışında öğle ve ikindide de cemaatini toplayıp namaz kıldırmıştir. Kur’ân’a göre 3 vakit namaz kılan da Allah’ın emrini yerine getirmiş fakat Peygamberimizin ve o zamandan bu zamana İslâm ümmetinin icmaını terk etmiş olur ki bu da bir vebaldir. Fakat yine de o, böyle yapmakla İslâm dışına çıkmış veya günahkâr olmaz. Sadece kendi içtihadına uymuş olur. Bu bir yorumdur, samimi kanaatiyle bu yoruma inanmış ise günahkâr olmaz. Çünkü İslâm tarihinde bu görüşte olan kimseler de vardır. Mesela Haricîler, sadece sabah ve akşam namazlarının farz olduğunu söylemişlerdir.” (Süleyman Ateş -Vatan Gazetesi -5/11/2003)

NAMAZLARIN BİRLEŞTİRİLMESİ-Bayındır

Öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının birlikte kılınabileceğine dair ha­dis-i şerifler vardır. Kur’an-ı Kerim’de de buna engel bir hüküm yoktur. Ayetler öğle ile ikindi vaktini birbirinden, kesin çizgilerle ayırmamaktadır.


فَاصْبِرْ
عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ

“Onlar ne derlerse desinler sen katlan. Güneş doğmadan önce de batmadan önce de her şeyin en güzelini yapan Rabbine ibadet et.” ( Kaf 50/ 39)

Güneş doğmadan önce sabah namazı, batmadan önce de öğle ve ikindi na­mazları kılınır.

فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ. وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُون

“Akşama girdiğiniz vakit ve sabaha erdiğiniz vakit Allah’a ibadet edin.Göklerde ve yerde yaptığı her şeyi en güzel yapmak ona hastır.Günün so­nunda ve öğleye erdiğinizde ona ibadet edin.” (Rum 30/ 17-18)

Ayetlerde akşam ile yatsı vaktini ayıran açık ifadeler de yoktur.

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى

“Onlar ne derlerse desinler sen katlan; gece saatlerinin bir kısmında ve gündüzün uçlarında her şeyi en güzel yapan Rabbine ibadet et, böylece hoşnut olabilirsin.” (Taha 20/130)

“Akşama girerken ve sabaha kavuşurken Allah’a ibadet et.” (Rum 30/17)


أَقِمِ
الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

“Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl; sabah vakti de namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahit olur.” (İsra 17/78)

Şu ayet, günde en az beş vakit namaz kılınması gerektiğini açıkça ifade etmektedir:


وَأَقِمِ
الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِين

“Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenler için bir öğüttür.” (Hud 11/114)

Arap dilinde gündüz, güneşin doğuşu ile batışı arasındaki vakittir. İsra 17/78’de gündüzün birinci ucunun güneşin tepe noktasından batıya kayması, Kaf 50/ 39’da ikinci ucunun güneşin batmasından önceki vakit olduğu açıklanmıştır. Gecenin gündüze yakın zamanları ise en az üç zamandır. Çünkü Arapça’da çoğul kelime en az üçü gösterir. Bu vakitler, güneşin doğmasından önceki vakit ile batmasından sonraki vakittir. Taha 20/130’da, güneşin doğmasından önceki vakit, Rum 30/ 17’de akşama erdiğimiz vakit zikredilmiştir. Peygamberimizin uygulamasında güneşin batmasından sonra kılınan akşam namazı ile batı ufkundaki beyazlığın kaybolmasından sonra kılınan yatsı namazı olmak üzere iki vakit akşam üzeri kılınan namaz olarak açıklanmıştır. Böylece bu son âyet, beş vakit namazı göstermiş olmaktadır.

Şu âyet de namazların en az beş olması gerektiğini gösterir:


حَافِظُواْ
عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ

“Namazlara ve orta namaza özen gösterin; Allah’ın huzurunda saygıyla durun.” (Bakara 2/238)

Namazlar diye tercüme edilen “salavât” “salat”ın çoğuludur. Arapça’da çoğullar en az üç şeyi gösterdiğinden savât, en üç namaz demek olur. Bir de orta namaz emredildiği için üçten sonra ortası olan ilk sayı beştir. Bu sebeple namazların en az beş vakit olması, bu âyetin de gereğidir. İbn Abbas radiyellahu anh’in bildirdiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem namaz vakitleri konusunda şöyle buyurmuştur:

“Cebrail Kâbe’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birin­cisinde öğle namazını, gölgeler bir ayakkabı kayışı kadar iken kıldırdı. Sonra her şeyin kendi gölgesi kadar olduğu za­man ikindiyi kıldırdı. Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği saatte akşam namazını kıldırdı. Şafağın kaybolduğu saatte de yatsıyı kıl­dırdı. Sabah namazını da tan yerinin ağardığı, oruç tutana yeme­nin içmenin ya­sak olduğu saatte kıldırdı.

Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında öğle namazını, dünki ikindi vaktinde, her şeyin gölgesinin kendi boyu kadar olduğu vakitte kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendinin iki katı ol­duğu vakitte kıldırdı. Sonra akşam namazını ilk günkü vaktinde kıldırdı. Son yatsı namazını gecenin üçte biri geçtikten sonra kıl­dırdı. Sabah namazını da ortalık aydınlandığı sırada kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, «Ya Muhammed, bu senden önceki peygamberlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır.[1]”


I- NAMAZLARI BİRLEŞTİRME İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

A- Yolculukta Birleştirme

Enes b. Malik radiyellahu anh, Resulullah sallallahualeyhi ve sellem’in öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı yolculukta birleş­tirdiğini söylemiştir.[2]

Ebu Tufeyl diyor ki; Muaz b. Cebel radiyellahu anh şöyle dedi: “Tebuk sava­şında Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir­likte çıktık. Öğle ile ikindiyi bir, akşam ile yatsıyı da bir kılardı. «Neden böyle yaptı?» dedim. Dedi ki; «Ümmetini sıkıntıya sok­mak istemedi.»[3]“

İbni Abbas (RA) dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yolculuk halinde iken öğle ile ikindiyi birleştirirdi. Akşamla yatsıyı da birleştirirdi”[4].

Abdullah b. Abbas dedi ki; Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yaptığı bir yolculukta, Tebuk savaşında namazı birleştirmiştir. Öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir kılmıştır.

Hadisin ravisi Saîd b. Cübeyr diyor ki, İbni Abbas’a, “Onu buna zorlayan neydi ?” diye sordum. Dedi ki: “Ümmetini sı­kıntıya sokmamak istedi.”[5]

a – Cem-i takdim ve cem-i te’hir
Cem-i takdim, öğle ile ikindinin öğle namazı vaktinde, akşam ile yatsının akşam namazı vaktinde; cem-i tehir de öğle ile ikindinin ikindi namazı vak­tinde, akşam ile yatsının da yatsı namazı vaktinde kılınmasıdır.

Küreyb, İbni Abbas radiyellahumâ’dan şunu rivayet ediyor: «Size Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın seferdeki nama­zından bahsedeyim mi?» dedi, «Elbette» dedik. Şunu anlattı: «Konak yerinde iken güneş batıya kayar (öğlen vakti girer) ise binmeden öğle ile ikindiyi birleştirirdi. Konak yerinde iken güneş batıya kaymamışsa ikindiye kadar yürür, iner, öğle ile ikindiyi bir­leştirirdi. Konak yerinde iken güneş batarsa akşam ile yatsıyı bir­leştirirdi. Güneş batmamışsa biner, yatsı oluncaya kadar yürür ve iner ikisini birleştirirdi.»[6]

Muaz b. Cebel (RA)’dan şu rivayet edilmiştir: Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem, Tebuk savaşında güneşin kay­masından önce hareket ederse öğleyi birleş­tirmek için ikindiye kadar geciktirir, ikisini birlikte kılardı. Güneşin kaymasın­dan sonra hareket ederse öğle ile ikindiyi birlikte kılar, sonra yola devam ederdi. Akşam namazından önce yola çıkarsa akşamı yatsıyla birlikte kılmak için gecikti­rirdi. Akşam namazından sonra yola çıkacak olursa yatsıyı öne alır akşamla bir­likte kılardı.[7]

Aişe (R.Anha); Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolculuk sıra­sında öğleyi geciktirip ikindiyi öne aldığını, akşamı öne alıp yat­sıyı geciktirdiğini söylemiştir.[8]

b- Öğle ile ikindinin birleştirilmesi
Enes b. Malik radiyellahu anh dedi ki: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sel­lem güneşin batıya kaymasından önce yola çıkarsa öğleyi ikindi vaktine erteler, sonra iner ikisini birlikte kılardı. Yola çıkmadan güneş kayarsa öğleyi kılar, sonra binerdi.”[9]

Ebu Kılâbe, İbni Abbas’ın şöyle dediğini rivayet edi­yor: «Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem bir yerde konaklar ve orası hoşuna gi­derse öğleyi gecikti­rerek ikindiyle birleştirirdi. Yürürde konak yeri bulamazsa konak yerine gelin­ceye kadar öğleyi geciktirir öğle ile ikindiyi birleştirirdi.»[10]

c – Akşam ile yatsının birleştirilmesi
Cabir b. Abdullah radiyellahu anhuma dedi ki: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem güneş battığı sırada Mekke’den çıktı. Serif’e gelinceye kadar namaz kılmadı. [11] Orası Mekke’ye 10 mil me­safededir.”[12]

Ondan ikinci bir nakil de şöyledir: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Serif’de iken güneş battı. Mekke’ye gelinceye kadar namaz kılmadı.”[13].

Ömer b. Ali babasından, O da dedesinden şunu rivayet etmiştir: «Ali ra­diyellahu anh güneş batıp ortalık kararıncaya kadar yürürdü; sonra iner akşam namazını kılar, arkasından da yatsıyı kılardı. Sonra da “Ben Resulullah sallal­lahu aleyhi ve sel­lem’in bu şekilde yaptığını gördüm” derdi.»[14]

Nafi’, İbni Ömer radiyellahu anhümânın akşam ile yatsıyı şa­fak kayboldu­ğunda birleştirdiğini ve şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yolculukta acelesi ol­duğu zaman akşamla yatsıyı birleştirirdi.»[15]

İsmail b. Abdurrahman dedi ki: «İbni Ömer’e Hıma­’ya kadar arkadaşlık et­tim. Güneş batınca ona namazı hatırlatmaktan çekindim. Ufuktaki beyazlık ve yatsının alaca karanlığı kaybolunca konak­ladı, akşamı üç rekat kıldırdı Sonra da iki rekat kıldırdı[16]. Sonra dedi ki: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in böyle yaptığını gör­düm.”»[17]

Nafi’den gelen bir rivayet şöyledir: «İbni Ömer radiyallahu anhümâdan Sa­fiyye’nin imdadına yetişmesi istendi. O da hemen o akşam üç günlük yola çıktı. Akşama kadar yürüdü. “Namaz!” dedim, dönüp bakmadı, yürüdü. Karanlık çö­künceye kadar de­vam etti. Salim veya bir başkası “Akşam oldu! Namaz!” dedi. Dedi ki: “ Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yolculukta acele gitmesi ge­rektiğinde bu iki namazı birleştirirdi. Ben de bir­leştirmek istiyorum. Yürüyün!” şafak kayboluncaya kadar yü­rüdü, sonra ikisini birleştirdi.»[18]

Nafi dedi ki: «İbni Ömer iki namazı bir kere birleştir­miştir. Eşi Ebu Ubeyd kızı Safiyye’nin hasta olduğu haberi geldi. İkindiyi kıldıktan sonra ağırlıklarını almadan yola çıktı. Akşam namazı vakti oluncaya kadar süratle yürüdü. Arka­daşlarından birisi “Namaz!” dedi. Ona cevap vermedi. Sonra bir başkası dedi. Ona da cevap vermedi. Üçüncü biri konuşunca “Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüm. Yolculukta acelesi olduğu zaman iki namazı bir­leştirmek için bu namazı geciktirirdi. dedi.” [19].

Ebû Zübeyr dedi ki: «Cabir’e Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem akşam ile yatsıyı birleştirmiş midir diye sordum “Evet” dedi. “Beni Musta­lik[20] savaşı sı­rasında yaptı.»

Amr b. Şuayb babasından dedesinin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Beni Mustalik savaşında iki namazı bir­leştirmiştir.” [21]

Abdullah b. Mes’ud radiyellahu anh şöyle dedi: “Cem’de[22] kıldığı bir yana, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemi görmedim ki, bir namazı vaktinde kıl­masın. Cem’de akşamla yatsıyı, birleştirmişti. Ertesi gü­nün sabah namazını da vaktinden önce kılmıştı.”[23].

d – Ezan ikamet ve arada kılınan nafile namaz
Abdurrahman b. Zeyd diyor ki; «Abdullah b. Mes’ud’la birlikte Mekke’ye çık­tık. Sonra Cem’e geldik. Herbiri için bir ezan ve ikamet ile iki namaz kıldırdı. Akşam yemeği ikisinin arasında yendi. Sabah nama­zını tanyeri ağardığı an kıl­dırdı. Biri tanyeri ağardı, diğeri de ağarmadı diyordu. Sonra şöyle dedi; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki bu iki namaz, akşamla yatsı, burada vakitlerinin dışına çıkarılmıştır. Yatsının son vakti girmeden insanlar Cem’e ulaşmaz. Sa­bah namazı da bu saattedir. Ortalık aydınlanıncaya kadar vakfe yaptı. Sonra dedi ki; Emir’ül-müminîn şimdi yola çıksaydı sünnete uymuş olurdu. ”»[24]

Abdullah b. Malik dedi ki, Cem’de İbn Ömer ile birlikte namaz kıldım. İka­met getirdi, akşam namazını üç rekat kıldı, sonra yatsı namazını bir tek ikemetle iki rekat kıldı[25].

Saîd b. Cübeyr ve Abdullah b. Malik dediler ki, Akşam ve yatsıyı, İbn Ömer ile Müzdelife’de bir tek ikametle kıldık[26].

Said b. Cübeyr dedi ki, İbn-i Ömer ile birlikte aşağı indik. Cem’e varınca bize akşam ve yatsıyı bir ikametle üç ve iki (rekat) kıldırdı. Geriye dönünce dedi ki, «Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu yerde bize böyle namaz kıldırdı.»[27]

İbni Ömer (R.Anhüma): Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Müzdeli­fe’de akşam ile yatsıyı birleştirdiğini, bir tek ikametle akşamı üç rek’at, yatsıyı iki rek’at kıldığını haber verdi[28].

Abdullah b. Ömer radiyellahu anhüma şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Müzdelife’de ak­şam ile yatsıyı her biri için bir ikamet alarak bir­leştirdi. İkisinin arasında da bunlardan biri­nin arkasında başka namaz kılmadı.[29]

Küreyb, Üsame b. Zeyd (R.Anhüma)’dan şunu işitmiştir: Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem Arafât’tan hareket etti, Şi’b’e geldi. İdrarını yaptı, yıkandı ama abdest almadı. Ona “Namaz!” dedim. “Namaz ileride” buyurdu. Müz­delife­’ye gelince güzelce abdest aldı, sonra kamet getiril­di ve akşam namazını kıldırdı. Sonra herkes olduğu yere devesini ya­tırdı. Sonra ikamet alındı ve namaz kıl­dırdı. İkisi arasında namaz kılmadı[30].

B- Yolculuk Dışında Birleştirme
İbni Abbas (R.Anhüma) şöyle dedi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı birleş­tirdi. Ne korku vardı, ne yolculuk.[31]“

İbni Abbas (R.Anhüma) şöyle dedi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de öğle ile ikindiyi birlikte kıldırdı. Ne korku vardı, ne yolculuk.”

Hadisin ravilerinden Ebu’z-Zubeyr dedi ki, Saîd b. Cubeyr’e, ”O bunu niye yaptı?” diye sordum. Dedi ki; İbni Abbas’a senin bana sorduğun gibi sordum, şöye dedi; «İstedi ki, ümmetinden kimseye sıkıntı vermesin.»[32]

İbni Abbas şöyle dedi: «Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de öğle ile ikindiyi akşamla yatsıyı birleş­tirdi. Ne korku vardı, ne yağmur.»

(Hadis ravilerinden Veki’i şu ilavede bulunmuştur) İbni Abbas’a dedim ki; “Bunu niye yaptı?” Şöyle dedi: «Ümmetini sıkıntıya sokmamak için.»

Ebû Muaviye’nin rivayetinde de şu vardır: İbni Abbas’a dendi ki, “Bununla maksadı neydi?“ Şöyle dedi: “İstedi ki, ümmetini sıkıntıya sokmasın.”[33]

Amr, Cabir b. Zeyd’in İbni Abbas’tan şöyle bir rivayette bulunduğunu söyle­miştir : “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte sekiz rek’at bir arada, yedi rek’at bir arada kıl­dım.”

Dedim ki; “Ebu’ş-Şa’sa! herhalde öğleyi geciktirdi ikindiyi öne aldı. Akşamı geciktirdi yatsıyı öne aldı.” O, «Bende öyle zannediyorum.» dedi.[34]

İbni Abbas (R.Anhüma) şöyle dedi.: «Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de yedi ve sekiz kıldırdı. Öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı» [35]

Akşam ile yatsı birleşince yedi, öğle ile ikindi birleşince sekiz rek’at olur.

Abdullah b. Şakîk diyor ki; Abdullah ibni Abbas bir­gün ikindiden sonra bize konuşma yaptı. Güneş battı, yıldızlar or­taya çıkmaya başladı. İnsanlar ona; «Namaz! Namaz!» diye seslendiler. Benû Temîm’den bir adam geldi, ciddi ve dimdik bir şekilde «Namaz! Namaz!» (dedi.) İbni Abbas dedi ki; «Sünneti bana mı öğretiyorsun be anasız.» Sonra şöyle devam etti: Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birleştirdiğini gördüm.»

Abdullah dedi ki; «Bu benim içimi kemirdi. Ebu Hureyre’ye gittim ve sor­dum; onun sözünü tasdik etti.»[36]

Müslim’in ibni Abbas’tan yaptığı bir diğer rivayet şöyledir:

“Biz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki namazı birleşti­rirdik.”[37]

II- MEZHEBLERİN GÖRÜŞLERİ
İlim adamlarının çoğuna göre, sefer sırasında iki namaz bir arada, bunlardan birinin vaktinde kılınabilir. Bunlar arasında Saîd b. Zeyd, Sa’d, Üsame, Muaz b. Cebel, Ebu Musa, İbn Abbas ve İbn Ömer vardır[38]. Tavus, Mücahid, İkrime, Ma­lik, Sevrî, Şafiî, İshak, Ebu Sevr ve İbn ‘ül-Münzir de böyle demişlerdir.

el-Hasen (el-Basrî), ibn Sîrîn ve Hanefîlere göre namazlar yal­nızca Arefe günü Arafat’ta ve Müzdelife gecesi Müzdelife’de birleştirilebilir. İbn’ül-Kasım’ın Malik’ten rivayeti ve tercihi de böyledir. Onlara göre namaz vakitleri tevatürle sabit olduğu için haber-i vahid ile terk edile­mez[39].

Zahirî mezhebi de Arafat ve Müzdelife dı­şında namazları birleştirmeyi ka­bul etmez. Ca­ferî Mezhebi’ne göre namazlar her zaman birleştirilerek kılınabilir. Hanbelî ve Mâlikî mezhebleri bu iki görüşün orta­sında yer alır.

A- YALNIZ ARAFAT VE MÜZDELİFE’DE BİRLEŞTİRME
Bu Hanefî ve Zahirî Mezheplerinin görüşüdür.

a- Hanefî Mezhebi
Hanefî mezhebine göre yolculukta, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı, bunla­rın birinin vaktinde birleştirilerek kılınamaz Ancak yolcu, birinci namazı vakti­nin sonunda ikinciyi de vaktinin başında kılıp namazları fiilî olarak birleştirebi­lir. Çünkü Buhari ve Müslim, İbn Mes’ud radiyel­lahu anh’ın şu sözünü rivayet etmişlerdir: «Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemi görmedim ki, bir namazı vaktinde kılmasın. Sadece Cem’de [40]akşamla yatsıyı birlikte kıldı. Bir de ertesi günün sabah namazını vaktinden önce kıldı.”[41]

Yani Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem o gün (sabah na­mazını), her zaman kıldığı vakitten önce, ufuk henüz yeni aydın­lanırken (ğales), kılmıştı. Araftta birleştirme meşhur olduğu için, İbn Mes’ûd ona değinmemiş olmalıdır.

Ta’rîs gecesi[42] ile ilgili Müslim’de geçen şu hadis de konunun delilidir: “Uykudayken kusur olmaz. Asıl kusur, bir namazı ikincinin vakti girinceye ka­dar kılmayanın kusurudur.”[43]

Enes’in rivayet ettiği şu hadis yukarıdaki iki hadise zıttır. “Resulüllah sallal­lahu aleyhi ve sellem yolculukta acelesi olduğu zaman öğleyi ikindinin ilk vak­tine erteler ikisini bir kılardı. Ak­şam namazını da şafak kaybolunca kılmak için ertelerdi.”

İbn Ömer’den gelen şu hadise de zıttır. “Resulüllah sal­lallahu aleyhi ve sel­lem, yolculukta acelesi oldu mu akşamla yatsıyı şa­fak kaybolduktan sonra birleş­tirirdi.”

Ravî’nin daha fakih olması ve ihtiyata uygun bulunması sebebiyle İbn Mes­’ud’un hadisi tercih edilir ve çelişkili durumda ona ön­celik tanınır.

Çelişkiyi gidermek için İbn-i Ömer’in rivayet ettiği hadiste geçen şafak, kır­mızı şafak kabul edilir. Çünkü şafak kelimesi hem akşam batı ufkunda bir süre devam eden kırmızılık için hem de onu çevreleyen be­yazlık için kullanılır. Bu da bizim dediğimiz gibi birleştirmenin ta kendisi olur. Yani yolcu vaktin so­nunda iner, o vaktin namazını kılar. İkinci namazı da kendi vaktinin başında kı­lar.

Birleştirme ile ilgili hadislerde bir birine ters şeyler vardır. Onlardan birinde İbni Abbas radiyellahu amhumâ’dan şu rivayet edilir: «Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine-i Münev­vere’de öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı bir­leştirdi. Ne korku vardı, ne yağmur.» İbni Abbas’a «Böyle yapmakla neyi kas­detti?» diye soruldu. «Ümmeti sıkıntıya sokulmasın, istedi.» dedi.

Böyle bir durumda birleştirmenin caiz olacağına dair ne bizim ne de öbürle­rinin görüşü vardır. Ya Ta’rîs gecesi hadisi buna açıkça muhalifken durum ne olur?[44]

Hacılar Arafat’ta öğle ile ikindiyi öğle vaktinde kılabilirler. Bunun için bir ezan okunur iki ikamet getirilir. İki farz namaz arasında nafile kılmamak evla­dır. Eğer kılarsa mek­ruh olur ve ikindi için de bir ezan okumak gerekir.

Ebu Hanife’ye göre Arafat’ta namazları birleştirebilmek için her iki namazı da halife veya onun görevlendireceği kişiyle birlikte kılmak ve ih­ramlı olmak gerekir. İmameyn bunu şart koşmaz.

Hacılar akşamla yatsıyı Müzdelife’de, yatsı namazı vaktinde bir ezan ve bir ikametle birleştirirler.[45]

b- Zâhirî Mezhebi
Zahirîlere göre öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının ortak olduğu bir va­kit yoktur. Arafat ve Müzdelife’deki durum o güne, o geceye ve o iki yere hastır.

Öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı, zaruret olsun olmasın her za­man şu şe­kilde birleştirilebilir: Öğle namazına kendi son vak­tinde başlanır, ikindi vakti girdiği sırada selam verilir. Sonra ikindi ezanı okunur, kamet getirilir ve ikindi kılınır. Akşam na­mazına da kendi son vaktinde başlanır, selam verilir, yatsı vakti de girmiş olur. Sonra ezan okunur kamet getirilir ve yatsı kendi vaktinde kılınır. Böyle yapılınca bütün hadislere uygun davranış sergilenmiş olur.

Namazları birleştirme ile ilgili en sahih hadisi Abdullah ibni Abbas ri­vayet etmiştir. «Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir arada kıldırdı. Ne korku vardı ne yolculuk.» İbni Abbas’a bununla maksadı neydi, diye soruldu. Dedi ki: “Ümmetini sıkıntıya sokmak istemedi.”

Bizim anlattığımız şekilde yapılacak birleştirmenin bu hadisle de çeli­şen bir yanı yoktur.[46]

c- Bu mezheplere yapılan eleştiri
Birleştirmeyi caiz görenler yukarıdaki görüşleri şöyle eleştirmektedirler:

1- Bunlar namaz vakitleri ile ilgili haberlerin mütevatir olduğuna bakarak, “Mütevatir haberleri terketmeyiz” diyorlar. Biz de terket­miyoruz, sadece tahsis ediyoruz. Mütevatirin sahih haberle tahsisinin caiz olduğu konusunda icma vardır. Kur’an’ın haber-i vahidle tahsisi­nin caiz olduğunda dahi icma vardır. O zaman sünnet sünnetle rahatlıkla tahsis edilebilir. Bu gayet açıktır.

2- “Hadislerde geçen birleştirmenin anlamı birinci namazın son vaktinde, ikincinin de ilk vaktinde kılınmasıdır.” deniyor. Bu iki yönden yan­lıştır: Evvela Peygamber sallallahu aleyhi ve selle­min iki namazı bunlardan birinin vak­tinde kıldığına dair olan haber açıktır. Enes şöyle demiştir: “O, öğleyi ikindi vak­tine erte­lerdi. Sonra iner, ikisini bir kılardı. Akşam namazını da şafak kaybo­lun­caya kadar geciktirirdi ki, yatsı ile birlikte kılsın.”

O zaman yukarıdaki yorum boşunadır. Sonra birleştirme bir ruhsattır. Onla­rın dedik­leri gibi olsaydı namazları birleştirme, vaktinde kılmaktan daha sıkın­tılı ve daha zor olurdu. Çünkü her bir namazı kendi vaktinde kılmak, birinciden, sa­dece onu kılmaya yetecek bir vakit kalacak şekilde iki vaktin uçlarını, kolla­mak­tan kolaydır. Düşünen herkes bunu anlar.

Birleştirme bu ol­saydı, ikindi ile akşamı, yatsıyla sabahı birleştirmek de caiz olurdu. Ama bunun haram olduğunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur[47].

B-YOLCULUK, YAĞMUR VS. SEBEPLERLE BİRLEŞTİRME
Bu Şafiî, Malikî ve Hanbelî Mezheplerinin görüşüdür.

a- Şafiî Mezhebi
1- Yolculukta birleştirme
Uzun yolculukta dört rek’atlı farzlar iki rekat olarak kılınabildiği gibi, öğle namazı ikindiyle, akşam da yat­sıyla birleştirilebilir. Tercih edilen görüşe göre namazların kısaltılamayacağı kısa yolculuklarda da birleştirme olabilir. Namazlar birincinin vaktinde birleştirilirse cem-i takdîm, ikincinin vaktinde birleştirilirse cem-i tehir adını alır.

Birinci namazın vaktinde seyir halinde ise cem-i tehir yap­mak, istirahat ha­linde ise cem-i takdim yapmak efdaldir. Her iki­sinin vaktinde de seyir halinde veya istirahat halinde olursa cem-i takdim efdal olur. Yalnız Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını cem’-i takdim olarak, Müzdelife’de de akşam ile yatsı namaz­larını cem’-i tehir olarak kılmak daha faziletlidir.

Bir yolcu, birleştirdiği takdirde, namazını daha iyi kılacaksa mesala cemaatla veya avreti örtülü yahut özrü kesilmiş olarak kı­labilecekse birleştirmesi efdal olur.

2- Yağmur sebebiyle birleştirme
Mukim de olsa, yağmur veya dolu yağıyorsa yahut erimiş kar varsa, eve gi­dip tekrar camiye dönmek zor olacağından, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı ce­m’i takdim olarak kılınabilir. Bunun için cem-i takdimin ilk üç şartıyla birlikte üç şart daha gerekir ki toplam altı şart eder.

(1) Yağmur, birincinin selamından ikincinin ilk tekbirine kadar devam et­melidir.

(2) Öne alınacak namaz cemaatla kılınmalıdır.

(3) Mescid ikametgaha uzak olmalı, mescide gidip gelirken alışılmadık bir şekilde yağ­murdan rahatsızlık duyulmalıdır.

Cuma namazı da öğle namazı gibidir. Yani öğle namazı ile ikindi cem’i tak­dim olarak kılınabil­diği gibi cuma namazı ile ikindi namazı da cem’i takdim ola­rak kılınabilir.

3- Hastalıkta birleştirme
Tercih edilen görüşe göre hasta, nasıl kolayına ge­lirse namazlarını öyle bir­leştirebilir.


4- İhtiyaç halinde birleştirme
Abdullah b. Şakîk diyor ki; Abdullah b. Abbas bir­gün ikindiden sonra bize konuşma yaptı. Güneş battı, yıldızlar or­taya çıkmaya başladı. İnsanlar ona; «Namaz! Namaz!» diye seslendiler. Benû Temîm’den bir adam geldi. Ciddi ve dimdik bir şekilde «Namaz! Namaz!» (dedi.) İbni Abbas dedi ki; «Sünneti bana mı öğretiyorsun be anasız.» Sonra devam etti: Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birleştirdiğini gördüm.»

Abdullah dedi ki; «Bu benim içimi kemirdi. Ebu Hureyre’ye gittim ve sor­dum; onun sözünü tasdik etti.»[48]

Şafiî alimlerinden İmam Nevevî bu hadis-i şerifi açıklarken şu bilgileri vermektedir:

“İmamlardan bir topluluk, adet haline getirmeyecek kişinin, ihtiyaç halinde yolcu değilken de namazları birleştirebileceğini kabul etmiştir. Malikîlerden İbn-i Sîrîn ve Eşheb’in, Şafiîler’den Şâşî el-Kebîr’in ve bir grup hadis aliminin bu gö­rüşte olduğu bildirilmektedir. İbn’ül-Münzir bunu tercih etmiştir. İbni Abbas’ın “İstedi ki, ümmetini sıkıntıya sokmasın.”[49] ifadesi de bu görüşü kuvvetlendir­mektedir. İbn-i Abbas burada hastalığı veya başka bir şeyi sebep göstermemiş­tir[50].”

5- Cem-i takdimin şartları
Cem-i takdim, öğle ile ikindiyi öğle namazı vaktinde; akşam ile yatsıyı da akşam namazı vaktinde birleştirmektir. Şafiîlerde bunun dört şartı vardır:

1- Tertibe riayet etmelidir. Yani öğle ile ikindiyi birleştirirken önce öğle na­mazını, sonra ikindiyi kılmalı; akşam ile yatsıyı birleş­tirirken de önce akşamı sonra yatsıyı kılmalıdır. Cem-i takdim olarak namaz kılındıktan sonra birinci namazın fasid olduğu an­laşılırsa, her iki namazı da yeniden kılmak gerekir.

2- Birinci namazın ilk tekbiri ile selamı arasında ikinci namazı birleştirece­ğine niyet etmelidir.

3- Bir özür sebebiyle de olsa iki farzın arası fazla açılmamalı­dır. Bunun fazla­lığı ve azlığı örfle belirlenir. Arada çabuk da olsa iki rek’at namaz kılmak uzun bir fasıla sayılır. İki namaz arasında teyemmüm ve kamet alınabilir.

Farzları kıldıktan sonra, ilk namazdan bir rükün terk ettiğini hatırlarsa, her iki namazı iade etmesi lazımdır. Ama ikinci na­mazdan bir rükün terk ettiğini hatırlarsa, fazla zaman geçmemiş ise hemen bunu telafi eder. Yoksa ikinci namaz fasid olur ve birleştirme imkanı ortadan kalkar.

Bir rüknü terk ettiğini biliyor, ama onun hangi namaza ait olduğunu hatır­lamıyorsa, cem-i takdimi bırakarak her iki namazı zama­nında tekrar kılması la­zımdır.

Cem-i takdim olarak birleştirilen farzlar arasında, bunlara bağlı sünnetler de dahil hiç bir namaz kılınamaz. Arada kı­lınacak sünnetler, her iki namaz bittikten sonraya alınır. Yani öğle namazının son sünneti ile ikindinin ilk sünneti, ikin­dinin farzı kılındıktan sonra kılınır. Akşam namazının son sünneti ile yat­sının ilk sünneti de yatsının farzından sonra kılınır.

4- İkinci namaza başlayıncaya kadar özür devam et­melidir. Yoksa cem yapı­lamaz.


6- Cem-i tehirin şartları
Cem-i tehir, öğle ile ikindiyi ikindi namazının vaktinde, akşamla yatsıyı da yatsı namazının vaktinde birleştirmektir. Şafiîlere göre bunun iki şartı vardır:

1- Birinci namazın vaktinde, onu ikinci namazın vaktine te­hir edeceğine niyet etmelidir, yoksa namaz kazaya kalmış olur.

2- Yolculuk hali her iki namaz bitinceye kadar devam etmeli­dir. Birinci veya ikinci namazı kılarken, gitmek istediği yere varsa mesela gemisi limana yanaşsa birinci namazı kazaya dönüşür fakat gü­nahkar olmaz.

Cem’-i tehirde sırayı gözetmek şart değildir. İkindiyi, öğle namazından; yat­sıyı akşam namazından evvel kılabilir[51].

b- Hanbelî Mezhebi
Bir rivayete göre birleştirme efdaldir. Çünkü kasır gibi çok rahat ve kolaydır. Bir rivayete göre ayrı kılmak efdaldir. Çünkü ihtilafa girilmemiş olur. Zaten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin onu devamlı uyguladığı da nakledil­memiştir. Eğer efdal olsaydı, kasır gibi devamlı uygulardı[52].


Namazlar yedi yerde birleştirilebilir :

1- Yolculukta birleştirme
Yolculukta öğle ile ikindi veya akşam ile yatsı birleştirilebilir. Ancak bu yalnız namazı kısaltmanın mubah olduğu yolculukta olur. İmam Malik’e ve Şa­fiî’nin bir görüşüne göre birleştirme kısa yolculukta da olabilir. Çünkü kısa yolcu­luk olduğu halde Mekkeliler Arafat ve Müzdelife’de namazları birleştirirler.

Bize göre birleştirme, yolculuktaki sıkıntıyı gidermek için konmuş bir ruh­sattır. Bu da kasr ve mestlere üç gün meshetmek gibi uzun yolculukta olur. Bir­leştirme, ibadeti vaktinden geriye bırakma olduğu için tıpkı Ramazan’da oruç tutmamaya benzer.

Bir de birleştirmenin delili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin uy­gulamasıdır. Ondan nasıl görülmüşse öyle yapılması gerekir. Onun namazları, yalnızca uzun yolculukta birleştirdiği nakledilmiştir[53].

2- Hastalıkta birleştirme
Hastalıkta namazlar birleştirilebilir. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem istihâze kanı[54] gören bir kadına iki namazı birleştirmesini emretmiş­tir[55]. İstihâze bir çeşit hastalıktır[56].

Hastalıktan dolayı birleştirme, Atâ ve Malik’in de görü­şüdür. Rey taraftarları ve Şafiî’ye[57] göre bu durumda birleştirme caiz olmaz. Çünkü namaz vakit­leriyle ilgili haberler sağlamdır, bunlar, muhtemel bir şeyle terkedilemez.

Bu konuda İbn Abbas’ın şu sözüne dayanmışlardır : “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem öğle ile iknidiyi, akşam ile yatsıyı birleştirdi; ne korku vardı ne yağmur. ” Bir başka rivayette “ne korku vardı, ne yolculuk.” ifadesi geç­mekte­dir[58]. Özürsüz birleştirmenin ola­mayacağında ittifak olduğuna göre bunun hasta­lık sebebiyle olduğu ortaya çıkar.

Ahmed b. Hanbel’in İbn Abbas hadisi hakkında şöyle dediği rivayet edilmiş­tir : “Bana göre bu, hasta ile emzikli kadın için bir ruhsattır. Çünkü Süheyl’in kızı Sehle ile Cahş’ın kızı Hamene istihaze olunca Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem onlara öğleyi geciktirip ikindiyi öne alarak bir yıkanma ile ikisini bir­leştirmeyi emretmiş, istihazadan dolayı bunu mubah saymıştı.

Birleştirmeyi mubah kılan hastalık, namazları vaktinde kılmayı zorlaştıran hastalıktır. el-Esrem[59] diyor ki, Ahmed b. Hanbel’e “Hasta iki namazı birleştirir mi ? ” diye soruldu, dedi ki, ” Güçsüzleşir de ancak bu şekilde kılabilirse birleşti­receğini umarım.”

Adet dışı kanaması olan (müstehaze) kadın ile idrarını tutamayanlar ve bunlara benzer du­rumda olanlar da birleştirebilirler. Delili yukarıdaki ha­distir.

Hasta da yolcu gibi her iki namazı öne almada veya geriye bırakmada serbest­tir. Bir farkı olmayacaksa geriye bırakmak daha uygun olur[60].

3- Çocuk emzirirken birleştirme
Emzikli kadın namazlarını birleştirebilir. Çünkü çocuk üzerini pisletir ve her namaz için elbisesini temizlemesi zor olur.

4- Su kullanamayan ve teyemmüm edemeyenin birleştirmesi
Her namaz için su kullananamayacak veya teyemmüm edemeyecek du­rumda olanlar namazlarını birleştirebelirler.


5- Vakti bilemeyecek durumda birleştirme
Vakti bilemeyecek durumda olanlar namazlarını birleştirebilirler. Kör olan veya karanlık bir yerde bulunan kimseler böyledir.

6- Cuma veya cemaate gitmemeyi mubah kılan özür
Cuma veya cemaate gitmemelerini mubah kılan bir özrü olanlar namazla­rını birleştirebilirler. Mesela canına, namusuna veya malına zarar geleceğinden korkanlar veya namazı birleştirmediği taktirde geçiminde darlık olacak olanlar birleştirebilir[61].


7- Yağmur çamur vs. sebeplerle birleştirme
Yağmur çamur vs. sebiyle namazlar birleştirilebilir.

Kar, buz, çamur, çok soğuk rüzgar ve elbiseyi ıslatacak kadar yağmur ile bir­likte bir sıkıntı da olursa akşamla yatsı evde dahi birleştirilebilir.

Akşam ile yatsının, yağmur sebebiyle birleştirilebileceği İbn Ömer’den riva­yet edilmiştir. Ebban b. Osman Medine halkı arasında bunu uygulamıştır. Yedi fakih[62] ile Mâlik, el-Evzâî, eş-Şafiî ve İshak’ın görüşü de böyledir. Bu görüş Mer­van’dan ve Ömer b. Abldülaziz’den de rivayet edilmiştir. Rey taraftarları bunu caiz görmezler.

Delili Ebû Seleme b. Abdurrahman’ın şu sözüdür: “Yağmurlu günde akşam ile yatsıyı birleştirmek sünnettendir.” Bu sözü el-Esrem riva­yet etmiştir. Bu, Re­sulüllah’ın sünneti demek olur.

Nafi’in ifadesine göre Abdullah b. Ömer devlet yetkililerini bir araya topla­dığı zaman akşamla yat­sıyı birleştirirdi.

Hişam b. Urve dedi ki, Ebbân b. Osman’ı gördüm, yağ­murlu gecede akşam ile yatsıyı birleştiriyor; Urve b. ez-Zübeyr, Ebu Seleme b. Abdurrahman ve Ebu­bekr b. Abdurrahman da namazı onunla kılıyor ve onu yadırgamıyorlardı. Onla­rın çağında bu konuda farklı görüşe sahip biri bilinmemektedir. Öyleyse bu bir icma olur. Bunu el-Esrem rivayet etmiştir[63].

Yağmurlu havada Öğle ile ikindinin birleştirilmesi caiz değildir. el-Esrem şöyle dedi: Ahmed b. Hanbel’e yağmurda öğle ile ikindinin birleştirilmesi so­ruldu da dedi ki, “Hayır, böyle bir şey işitmedim.” Bu görüş, Ebubekr ve İbn Hâ­mid’in tercihi ve Malik’in görüşüdür.

Ebu’l-Hasen et-Temîmî dedi ki, bu konuda iki görüş vardır. Birincisine göre yağmur sebebiyle öğle ile ikindinin birleştirilmesinde bir sakıncası yoktur. Ebu’l-Hattâb’ın gö­rüşü ve Şafiî’nin mezhebi böyledir. Çünkü Yahya b. Vadıh Musa b. Akabe’den, o Nafi’den, o da ibn Ömer’den “Resulüllah salllallahü aleyhi ve sel­lemin Medine’de yağmurda öğle ile ikindiyi birleştirdiğini.” rivayet etmiştir.

Bize göre birleştirmenin dayanağı Ebu Seleme’nin sözünden naklettiğimiz bölüm ile icma’dır. Bu da sadece akşam ve yatsı namazları ile ilgilidir. Öğle ile ikindiyi yağmurda birleştirmeyi caiz görenlerin dayandıkları hadis sahih değildir. Çünkü sahih kitaplarda ve sünende geçmemektedir.

Birleştirmeyi mubah kılan yağmur, elbiseyi ıslatan ve dışarı çıkmayı zorlaş­tıran yağmurdur. Çisenti ve elbiseyi ıslatmayacak hafif yağmur bunu mubah kılmaz. Bu konuda kar da yağmur gibidir, çünkü aynı an­lamı taşır. Soğuk da öy­ledir.

Çamur ile ilgili olarak el-Kâdî şöyle dedi : Arkadaşlarımıza göre çamur özürdür. Çünkü ayaklara ve elbiseye bulaşır ve yağmur gibi sı­kıntı verir. Malik de böyle demiştir. Çünkü çamur elbiseyi ve ayakkabıyı kirletir. İnsan kayabilir; kendisi ve elbisesi zarar görebilir. Bu, ıslanmaktan kötüdür. Her ikisi de Cuma ve cemaata git­meme hususunda aynı seviyede birer özürdür.

Soğuk ve karanlık gecede esen şiddetli rüzgarla ilgili iki görüş vardır. Birin­cisine göre birleştirme yapılabilir. Amudî, en “doğrusu budur” dedi. Bu Ömer b. Abdülaziz’in görüşüdür. Çünkü böyle bir rüz­gar, Cuma ve cemaat konusunda bir özürdür. Delili Muhammed b. es-Sabbâh’ın rivayet ettiği hadistir. Süfyan Eyyub’­tan, o Nafi’den, o da İbn Ömer’den şunu rivayet etmiştir : “Resulullah sallallahü aleyhi ve sel­lem yağmurlu veya rüzgarlı soğuk gecelerde şu ilanı yaptırırdı : ” Namazınızı evlerinizde kılınız.” (İbn Mace, İkâmet’us-salâh, bab 35, hadis no 937-938)[64].

İkinci görüşe göre soğuk ve karanlık bir gecede esen şiddetli rüzgardan do­layı birleştirme olmaz. Çünkü bunun sıkıntısı yağmurunkinden azdır. Bunu yağmura kıyaslamak doğru olmaz. Bir de bununkisi yağmur sıkıntısı cinsinden değildir. İkisinin ortak bir yönü yoktur, bunu ona bağlamak doğru değildir.

Tek başına kılanın veya Mescid yolunun üstü kapalı olup kendini yağmur­dan koruyanın yahut Mescit içinde ikamet edenin birleştirmesi konusunda da iki görüş vardır. Birincisine göre caizdir. Çünkü özür varsa yolculukta olduğu gibi sıkıntının bulunup bu­lunmaması önemli olmaz. Bir de ihtiyaç genel olunca hü­küm, ihtiyacı olmayan için de geçerli olur. Zaten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yağmurlu günde birleştirdiği rivayet edilmiştir. Halbu ki, odası Mescide bitişikti.

İkinci görüş, caiz olmadığıdır. Birleştirme sıkıntıdan dolayı yapılır. Hüküm de sıkıntıya girenlere özeldir. Bu, Cuma ve cemaattan geri kalma ruhsatı gibi­dir. Camide veya camiye yakın bir yerde olan kimseyi kapsa­maz[65].

Yağmur sebebiyle birleştirme yalnızca birincinin vaktinde yapılır. Çünkü se­lef böyle bir birleştirmeyi birincinin vaktinde yapardı. Bir de birinciyi ikincinin vaktine ertelemek karanlıkta dışarı çıkmayı veya yatsıya kadar mescitte bekle­meyi gerektirdiği için sıkıntıyı uzatır. Ayrıca insanların akşam namazı için mes­citte toplanmaları adettir. İki namazı birleştirmek için onları mescitte bekletmek her namazı vaktinde kılmaktan daha çok sıkıntı verir[66] Bazan da birin­cinin vakti çıkmadan özür ortadan kalkar ve birleştirme batıl ve imkansız olur. Cem-i tehiri tercih etmeleri de mümkündür. Müstahab olan birinciyi ilk vaktin­den biraz geciktirmektir.

el-Esrem Ahmed b. Hanbel’e iki namazı yağmurda birleştirmeyi sormuş o da ” Evet, karanlık bastırıp henüz şafak kaybolmadan birleştirilebilir. İbn Ömer böyle yaptı.” demiştir.

el-Esrem dedi ki, ” Ebû Üsâme ve Ubyedullah Nafi’den bize şunu bildirdi­ler: Yöneticilerimiz yağmurlu gecede akşamı geciktirir, yatsıyı şafağın kaybolma­sından öncesine alırlardı. İbn Ömer de onlarla birlikte namaz kılar, bunda bir sa­kınca görmezdi.

Ubeydullah dedi ki, Kasım ve Salim’in böyle bir ge­cede onlarla birlikte na­maz kıldığını gördüm.

Ahmed b. Hanbel’e, ” Sana göre sünnet olan, yağmurlu gecede iki namazı şa­fağın kaybolmasından önce; yolculukta ise şafağın kaybolmasından sonra birleşti­rilmektir, değil mi ?” diye sorulunca ” Evet” dedi[67].


8- İhtiyaç halinde birleştirme
Anlatılanların dışında namazları birleştirmek caiz değildir.

İbn Şübrüme’ye[68] göre, ihtiyaç olduğunda veya alışılmamış bir durumda namazlar birleştirilebilir. Çünkü ibn Abbas’ın şu hadisi vardır : “Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirdi. Ne bir korku vardı, ne de yağmur.” İbn Abbas’a, ” Niye böyle yaptı? ” diye soru­lunca dedi ki, “Ümetine sıkıntı vermek istemedi.”

Hanbelîler buna karşılık şöyle derler:

“Bizim delilimiz, namaz vakitleriyle ilgili hadislerin genelidir. İbn Abbas’ın rivayet ettiği hadisi hastalık zamanına hamlederiz. Emzikli kadın, güçsüz ihtiyar ve birleştirmediği taktirde sıkıntıya düşecek ben­zeri şahısları da kapsaması caiz olur. Bir de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin birinci namazı vaktinin sonunda ikincisini de vakti­nin başında kılmış olma ihtimali vardır. Amr b. Di­nar bu hadisi Cabir b. Zeyd’den o da İbn Abbas’tan rivayet etmiştir. Amr diyor ki, Cabir’e, “Ebu’ş-Şa’sâ ! Zannediyorum öğleyi geciktirip ikindiyi öne aldı, akşamı geciktirip yatsıyı öne aldı.” dedim. “Ben de öğle zannediyorum. ” dedi.[69]”


9- Cem-i takdimin şartları
Cem-i takdim, öğle ile ikindiyi öğle namazı vaktinde; akşam ile yatsıyı da akşam namazı vaktinde birleştirmektir. Hanbelîlerde bunun üç şartı vardır:

1- Birleştirmeye niyet etmelidir. Ebubekr’e göre niyet şart değildir.

Cem-i takdîmin niyetinde iki görüş vardır. Birincisine göre niyetin yeri, ifti­tah tekbiridir. İkincisine göre namazın başından selama kadar olan zamandır. Çünkü birleştirme, birincinin sonuyla ikincinin başı arasında yapılır. Bu sebeple birinci namaz bitmeden yapılan niyet yeterli olur.

2- İki namazın arası açılmamalıdır.

Cem-i takdimde iki namazın arası fazla açılırsa birleştirme batıl olur. Cünkü birleştirme, peş peşelik veya yakınlık demektir. Peşpeşelik olamıyorsa yakınlık olmalıdır.

Ara ister uyku, ister unutma ile, ister kasıtlı ister başka bir şekilde açılsın far­ketmez. Çünkü meşrut olmayınca şart da olmaz[70]. Ara çok kısa olabilir, çünkü bu kadarından kaçın­mak mümkün olmaz. Azlık ve çokluk konusunda örf ve adete bakılır. Bunun başka bir tanımı olmaz. Bir kısım fakihler, ikamet ve abdest al­maya yetecek kadar bir vakti kısa vakit olarak belirlemiştir ama doğru olan bir sı­nır koymamaktır. Çünkü şeriatın ölçü koymadığı yerde ölçü koymanın bir yolu olmaz. Burada kaynak örftür. Abdest ve te­yemmüm almaya ihtiyaç duyunca arayı uzatmayacaksa alır. Az bir konuşma ile de birleştirme ibtal olmaz.

İki namaz arasında sünnet kılarsa birleştirme batıl olur. Çünkü başka namaz kılmış gibi arayı açmış olur. Ahmed b. Hanbel’den bu durumda birleştirmenin batıl olmayacağı da nakledilmiştir. Çünkü bu, abdest almak gibi kısa olur[71].

3- Özür, birinci namazın başı ile sonunda ve ikincinin başında var olmalı­dır. Bu üçünden birinde özür ortadan kal­karsa birleştirme caiz olmaz.

Cem-i takdimde birinci namazı kılarken yağmur kesilse de namaz bitmeden tekrar başlasa veya ikinci namazın tekbirini aldıktan sonra kesilse birleştirme caiz olur. Çünkü niyet sırasında yani birincinin iftitah tek­birinde ve birleştirme za­manında yani birincinin sonu ile ikincinin başında özür vardır. Bunun dışında olmaması önemli değildir.

Yolcu, birinci namazı kılarken orada kalmaya (ikamete) niyet edecek olsa bir­leştirme biter. Vazgeçip yolculuğa niyet etse bile artık oradan ayrılmadan yolcu­luk ruhsatından yararlanamaz. İkinci namaza başladıktan sonra orada kalmaya niyet etse veya bindiği gemi belde­sinin limanına yanaşsa, yağmurun kesilmesine kıyasla yapacağı birleştirme sahih sayılayabilir.

İkinci namaz sırasında iyileşip özrü ortadan kalkan hasta ile ilgili hü­küm de aynıdır[72].


10- Cem-i te’hîrin şartları
Cem-i tehir, öğle ile ikindiyi ikindi namazının vaktinde, akşamla yatsıyı da yatsı namazının vaktinde birleştirmektir. Hanbelîlere göre bunun iki şartı vardır:

1- Birincinin vaktinde birleştirmeye niyet etmelidir. Niyet, bir rekat kılmaya veya iftitah tekbiri almaya yetecek va­kte kadar yapılabilir. Ama niyeti bu kadar geciktirmek haramdır[73]. Birleştirmeye niyet etmezse namaz kazaya kalmış olur.

2- İkinci namazın vakti girinceye kadar özür devam etmelidir.

Eğer birincinin vaktinde özür ortadan kalkarsa, mesela hasta iyileşir, yolcu döner, yağmur kesilirse artık namazlar birleştirilemez. Ama özür, ikincinin vakti girdikten sonra biterse caiz olur. Çünkü artık iki namaz da kendine borç olmuş­tur[74].

Cem-i tehirde iki namazın arası açılabilir. Çünkü ikinci namaz kendi vakti içindedir. Geriye bırakılması onu eda olmaktan çıkar­maz.

Birleştirmenin sahih olması için imam ile cemaatin aynı olması gerek­mez[75].

Cem-i takdim ve Cem-i tehirden hangisi kolayına gelirse onu yapmalıdır. Bunların her ikisi de aynı ise o zaman cem-i tehir tercih edilir.



c- Malikî Mezhebi
İmam Malik ve bütün arkadaşları vakitleri ortak olan iki namazın yolculuk, hastalık ve yağmur özründen dolayı birleştirileceğinde ittifak etmişlerdir. Konu­nun detayında görüş ayrılıkları vardır. Bunun delili; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öğle ile ikindiyi ak­şam ile yatsıyı Tebük’e giderken birleştirmiş ol­masıdır. Birgün namazı geciktirmiş, sonra çıkıp öğle ile ikindiyi bir arada kılmış, sonra girmiş çıkmış akşam ile yatsıyı bir arada kılmıştır. Gündüz yürümek istedi­ğinde öğle ile ikindiyi; gece yürümek istediğinde de akşam ile yatsıyı birleştirmiş­tir.

Bir delil de İbni Abbas’tan gelmiştir. O demiştir ki: «Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birleş­tirdi. Ne korku vardı ne yolculuk.» Malik diyor ki; «Bana göre yağmur vardı. Bu sözün, “Ne korku vardı ne yağmur” şeklinde de rivayeti de vardır.» İbni Abbas dedi ki: « Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu ümmetini zora sokmamak için yapmış­tır.» Buna benzeyen diğer rivayetler de konunun delillerindendir.


1- Yolculukta birleştirme
Konak yerinden hareket eden yolcu öğle ile ikindiyi öğle vaktinin başında birleştirir. Delili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ve Arafat’ta yapılan birleştirmeye kıyastır. Mezhepte meşhur olan budur. Yolda acelesi olmayanların namazları birleştiremeyeceği görüşü olduğu gibi acelesi olsa bile birleştiremeyeceği görüşü de vardır[76].

İmam Malik’e göre acele etmesi gerekmeyen kişi yolculukta iki namazı bir­leştirmez. Acele gitmesi gerekiyorsa öğleyle ikindiyi birleştirebilir. Şöyle ki; öğleyi vaktinin sonuna tehir eder sonra kılar. İkindiyi de vaktinin başında kılar. Akşam namazını da vaktinin sonuna, şafağın kaybolma vaktinden öncesine bırakır ve o vakitte kılar. Sonra yatsıyı şafağın kaybolmasından sonra ilk vaktinde kılar. Bu şekildeki birleştirme, Hanefî ve Zahirî mezheplerinin de kabul ettiği surî birleş­tirme, yani gerçek değil görünüşte birleştirmedir.

İmam Malik dedi ki: “Hac ve benzeri yolculuklarda acelesi olmayanlar iki namazı birleştiremez. Bir şeyi kaybetmekten korktuğunda da iki namazı birleşti­rebileceği görüşündeyim. Zevalden sonra yola çıkacaksa namazı bu saatte konak yerinden hareketten önce birleştirmekte bir sakınca görmüyorum. Akşamla yat­sıyı da şafak kaybolmadan önce akşam namazının son vaktinde kılabilir. Şafak kaybolunca yatsıyı kılar.” İmam Malik’ten akşamla yatsı hususunda konak ye­rinde öğle ile ikindiyi birleştirmeye benzer bir rivayet gelmemiştir.

Ali b. Hüseyin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gündüz yola çık­mak istediğinde öğle ile ikindiyi birleştirdiğini gece yola çıkmak istediğinde ak­şam ile yatsıyı birleştirdiğini rivayet etmiştir.

Enes b. Malik Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolculukta acelesi olduğu zaman böyle yaptığını rivayet etmiştir. Dediler ki: «Öğleyi ikindinin ilk vaktine erteler, ikisini bir kılardı. Akşamı şafak kayboluncaya kadar ertelerdi ki yatsıyla bir kılsın.»

Ebû Osman en-Nehdî diyor ki: «Sa’d b. Malik ile Mekke’ye gittik. Öğleyi ge­ciktiriyor, ikindiyi öne alıyordu. Akşamı geciktiriyor yatsıyı öne alıyor ve iki na­mazı kılıyordu.»[77].


2- Hastalıkta birleştirme
İmam Malik dedi ki: Namazları birleştirmek hastaya kolaylık sağlayacaksa öğleyle ikindiyi öğlen vaktinin ortasında birleştirir. Eğer baş dönmesinden kor­karsa daha önce, zeval vaktinin arkasından birleştirebilir. Akşamla yatsıyı şafağın kaybolması esnasında birleştirir. Ancak baş dönmesinden korkarsa bundan önce birleştirebilir.

Birleştirme, iç hastalığı veya onun gibi hastalıklarda ya da hastanın her na­mazı vaktinde kılmasının zararlı olacağı şiddetli hastalıklarda olur.

İbni Abbas (RA) Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, yolculuk veya korku hali yokken öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birleştirdiğini bildirmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunları yolculukta zaten birleştirmiştir.

Birleştirme, yol yorgunluğu ve sıkıntısından dolayı acelesi olan yolcuya ve­rilmiş bir ruhsattır. Hasta, yolcudan daha bitkin ve daha sıkıntılı olur. Soğukta abdest alma, karnın şişme endişesi ya da hareket etme zorluğu gibi sebeplerden dolayı hasta, yolcudan daha çok ruhsata layıktır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem insanlara kolaylık olsun diye akşamla yatsıyı yağmurda birleştirmiştir. Bu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebu Bekir, Ömer, Osman ve halife­lerinin adetidir. Bir çok endişe sebebiyle hasta kolaylığa daha layıktır[78].


3- Yağmur çamur vs. sebeplerle birleştirme
İmam-ı Malik dedi ki; “Yoculuk dışında eğer çamur ve karanlık varsa ak­şamla yatsı birleştirilir. Yağmur olduğu zaman da bu iki namaz birleştirilir.”

Yağmur veya çamur ve karanlıkta akşamı biraz geç kılarlar. Henüz şafak kaybolmadan da yatsıyı kılarlar. Ortalık kararmadan herkes evine döner. Bundan maksat insanlara kolaylıktır. Yoksa namazlar birleştirilmezdi.

İbnü’l-Kasım’a, «Öğleyle ikindi de akşamla yatsı gibi yağmurda ve çamurda birleştirilebilir mi?» diye soruldu. Dedi ki: «İmam Malik’e göre yolculuk dışında öğleyle ikindi birleştirilmez. Bu akşam ve yatsı gibi görülemez.

İmam Malik’e göre yağmurlu gecede bir kimse akşam namazını evinde kılıp mescide gelse ve cemaatın yatsıyı kılmış olduğunu görse ve kendisi de kılmak is­tese yatsıyı kılamaz. Çünkü insanlar kendilerine kolaylık olsun diye namazları birleştirmişlerdir. Bu adam ise namazı onlarla birlikte kılmamıştır. O, yatsıyı şa­fağın kaybolmasına kadar geciktirip sonra kılmalıdır[79].

Dedim ki; «Bu şahıs onlara akşamı kıldıktan sonra ama yatsıyı kılmadan önce yetişse, kendisi zaten evde akşamı kıldığına göre onlarla birlikte yatsıyı kıl­mak istese ne olur?» Dedi ki; «Onlarla birlikte kılmasında bir sakınca görmem.»

Akşamla yatsının güneşin bat­ması sırasında birleştirileceği görüşü de vardır. Bu Abdülhakem­’in ve İbnü Vehb’in görüşüdür. Bunlar bu görüşü İmam Malik’­ten rivayet etmişlerdir[80].

İbni Vehb, Amr b. el-Halis’ten Said b. Ebi Hilal’in şu hadisini rivayet etmiş­tir. Kendisine İbnü Kasît demiş ki; Yağmurlu gecede Medine’de akşamla yatsının birleştirilmesi adettir. Her nekadar Ebu Bekir, Ömer ve Osman bunu ara­sıra yapmış olsa bile akşam namazı kılındıktan sonra yatsı akşama yaklaştırılarak kılınır. Medine’de bu şekilde kılarlar.

İbni Vehb, Abdullah b. Ömer, Said İbnü’l-Müseyyeb, el-Kasım, Salim, Urve­tu’ bnu’z-Zübeyr, Ömer b. Abdülaziz, Yahya b. Said, Rabia ve Ebu’l-Esved bu gö­rüştedir[81].

4- Özürsüz birleştirme
İki namazın özürsüz birleştirilmesi konusunda ihtilaf edil­miştir. Meşhur görüşe göre bu caiz değildir. Eşheb[82], İbni Abbas hadisine ve başka hadislere da­yanarak bunun caiz olduğunu söy­lemiştir[83].

* Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR, “Seferilik ve Namazların Birleştirilmesi”, Seferilik ve Hükümleri (İslami Araştırmalar Vakfı Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi) , Ensar Neşriyat, İstanbul, 1997, s: 361-384

5- Namaz vakitleri
Öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı vakitlerinin başlangıç ve bitimi hususunda Malikî mezhebinde farklı görüşler vardır. Zaruret halinde olanlar için öğle ile ikindi güneş batıncaya kadar, akşam ile yatsı da tan yeri ağarıncaya kadar devam eder. Bunlar beş grup insandır. (1)Erginlik çağına eren çocuk, (2)müslüman olan kafir, (3)kendine gelen baygın, (4)temizlenen hayızlı kadın veya temizken hayız gören kadın, (5)mukimken yolcu olan veya yolcu iken evine dönen kişi.

a) Öğle ile ikindi vakitleri

Öğlenin ilk vakti güneşin tepe noktasından batıya kaymasıyla başlar. Nor­mal ve müstehap olan son vakti ise zeval vaktinin gölgesi dışında herşeyin göl­gesinin kendi boyu kadar olduğu va­kittir. Bu, aynı zamanda ikindinin normal ve müstehap olan ilk vaktidir. İkindinin normal ve müstehap olan son vakti ise zeval gölgesini çıktıktan sonra bir şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakittir. Zeval vaktindeki gölge hiçbir zaman hesaba katılmaz. İkindi, öğlenin tercih edilen müstehap vaktinde girer ve o vakitte özürden dolayı öğle ile ortak olur.

Zeval vaktinin başından itibaren veya öğlen namazı kılınacak kadar bir vak­tin geçmesinden sonra bu iki vaktin ortak olacağı da söylenmiştir. Öğlen de ikin­dinin tercih edilen müstehap vaktine girmiş olur. Özürden dolayı gölgeler iki boy miktarına ulaşıncaya kadar ona ortak olur.

b) Akşam ile yatsı vakitleri

Akşam namazı vakti güneşin batmasıyla başlar. Onun iki vakti olduğu gö­rüşünde olanlara göre normal ve müstehap vak­tinin sonu şafağın kaybolması­dır. Bu aynı zamanda yatsının normal ve müstehap olan ilk vaktidir. Yatsının son vakti gecenin üçte biri veya yarısıdır. Normal ve müstehap vakitte yatsı vakti akşam namazı vaktine girer ve özür sebebiyle onunla ortak olur.

güneşin batmasından itibaren akşamla yatsı vaktinin ortak olacağı söylen­diği gibi akşam namazı kılınacak kadar bir vakitten sonra ortak olacağı da söylenmiş­tir.

Öğle ile ikindinin ne zaman birleştirileceği hususunda üç görüş vardır.

1) Gölgelerin bir misline ulaştığı zamanın sonunda,

2) Gölgelerin iki misline ulaşmasının başında.

3) Öğlen namazını gölgenin bir misli oluşunun sonunda, ikindiyi de iki misli oluşunun başında birleştirir.

Birinci ve ikinci görüş bu iki vaktin normal durumda ortak oldukları vakitle ilgili ihtilafa dayanır. Üçüncü görüş de nor­malde bu iki vaktin ortak ol­madığı görüşüne dayanır.

Akşam ve yatsı namazıyla ilgili görüş de bunun gibidir. Konak yerinden ha­reket eden kişi, güneşin batmasından sonra namaz­ları birleştirir. Bu konuda gö­rüş birliği vardır. Akli fonksiyonları­nın azalacağı endişesinde olan hasta konusu ihtilaflıdır.

Güneşin batmasından önce yola çıkan gecenin yarısı geçmeden önce na­mazı birleştirir. Bu konuda görüş birliği vardır. Akşam namazı vakti girdiği zaman hasta olup yatsı vaktinin sonuna yani gecenin üçte biri veya yarısı geçinceye ka­dar hastalığın geçeceğini ümid eden hasta ile ilgili de ihtilaf vardır. Namazları birleştirmek kolayına gelen hasta şafak kaybolacağı sırada birleştirir.

Güneş batmadan önce yola çıkıp yatsı vakti bitimine yani gecenin üçte biri veya yarısı geçinceye kadar yürüyecek olanın acelesi olsa da olmasa da öğle ile ikindiyi gün batımına ka­dar ertelemesi veya gölgelerin iki misline çıkmasından sonraya ertelemesi caiz olmaz. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: «Bu, münafıkların namazıdır. Bu, mü­nafıkların na­mazıdır.» Hiçbir özür böyle bir şeyi caiz kılmaz.

Aynı şekilde hiçbir sebep akşamla yatsıyı tanyerinin ağarmasına veya gece­nin yarısından sonrasına ertelemeyi caiz kılmaz. Bunun tek istisnası hastalığının ağırlığından dolayı üstlenmesi gerekmeyen bir güçlüğe girmeden namaz kılama­yan hastadır. Bu hasta tanyeri ağarma zamanına kadar namazını geciktirebilir. Böyle bir şeye hiçbir şekilde katlanamayacak durumda ise o vaktin çıkmasıyla namazın kendisinden sakıt olması hususunda baygın kişi gibi olur. Bu İbnü’ l-Kasım’ın görüşüdür ve onun Malik’ten rivayetidir[84].

C- NAMAZLARI HER ZAMAN BİRLEŞTİRME

Caferî mezhebi, namazların her zaman birleştirilebileceğini kabul eder. Bu, namaz vakitleri ile ilgili anlayışın sonucudur. Caferîlere göre öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının ortak vakitleri vardır. Bu sebeple o namazlar birlikte kılına­bilir. Ancak öğle ile ikindinin cem-i takdimi dışında özürsüz birleştirme mek­ruhtur.

a- Öğle ve ikindi vaktleri

Her namazın iki vakti vardır. İlk vakit efdal vaktidir. Özrü olmayan kimse ikinci vakti o namazın vakti sayamaz. Namazı ikinci vakte bırakan haram değil, mekruh işlemiş olur.

Öğlenin ilk vakti güneşin zevaliyle, yani tepe noktasından batıya kaymasıyla başlar. Bu konuda icma vardır. “Güneşin batıya kaymasından gecenin kararma­sına kadar namazı güzel kıl.” (İsra 17/78) ayeti bunu göstermektedir.

Öğlenin ilk vakti, bir şeyin gölgesinin kendi boyunu ulaşmasına kadardır. Bundan sonra tercih edilen vakit çıkar. Bu vakte vakt-i ihtiyar ( ) denir.

Öğle namazı, güneş batmadan dört rekatlık ikindi namazını kılacak vakte kadar kılınabilir. Bu öğlenin ikici vaktidir. Buna ıztırarî vakit ( ) denir.

İkindinin ilk vakti öğlenin farzının bitmesiyle başlar. Bu konuda Caferî uleması icma etmiştir. İkindinin ilk vakti yani fazilet vakti bir şeyin gölgesi ken­dinin iki katına çıkıncaya kadardır. İkinci vakti de güneş batıncaya kadardır. Bi­rincisi normal durumlarda ikincisi de özürlü iken ikindinin vaktidir.

Malik, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yolcu değilken bu iki namazı birleştirdiğini rivayet etmiştir. Bu, birleştirmenin caiz olduğunun delili­dir. Bu rivayet, öğleyi vaktinin sonunda, ikindiyi de vaktinin başında kıldığı şek­linde yorumlanamaz. Çünkü böyle birleştirme olmaz. Bu iki namaz seferde de hac da da birleştirilir. Bu vakitler öğle ile ikindinin vakti olmasaydı elbette onları birleştirmek caiz olmazdı. Nitekim ikindi ile akşamı, bunlardan birinin vaktinde birleştirmek caiz değildir.

Ahmed b. Hanbel, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin öğle ile ikin­diyi, korkunun ve yolculuğun olmadığı bir zamanda birleştirdiğini rivayet etmiş­tir. Diğer rivayette “ Ne korku vardı ne yağmur.” ifadesi geçmektedir. Niye böyle yaptı diye sorulunca dedi ki, “Ümmetine sıkıntı vermesin diye.”

b- Akşam ile yatsı vakitleri

Akşamın ilk vakti güneşin batmasıyla başlar. Fazilet vakti şafak kaybolun­caya kadar sürer. Iztırarî vakti ise gece yarısının yatsıyı kılacak bir süre öncesine kadardır. Gecenin dörtte birine kadar süreceği görüşünde olanlar ol­duğu gibi fecir vaktinden önce yatsıyı kılmaya yetecek vakte kadar süreceği görü­şünde olanlar da vardır.

Yatsı vakti, güneşin batışından sonra akşam namazını kılacak kadar bir sü­renin geçmesiyle başlar. Ancak akşam şafağının kaybolmasından sonraya tehir etmek efdaldir. Özrü olmayanların bundan önce yatsıyı kılması mekruhtur. Yat­sının faziletli vakti gecenin üçte birine kadar sürer. Bir görüşe göre gecenin yarı­sına kadar sürer. Yatsının ıztırarî vakti tan yeri ağarıncaya kadar sürer.[85]

Sorulara Cevaplar

Soru – Namazların birleştirilmesi sırasında kasır da gerekir mi?

Cevap – Namazların birleştirilmesini caiz görenlerin çoğunluğu bunun yol­culuk sırasında olabileceği görüşündedir. Kasır, yani dört rekatlı namazların iki rekat olarak kılınması da yolculuk sırasında olduğu için birleştirme kasırla bir­likte yapılır. Ancak, yolculuk dışında yapılan birleştirmelerde kasır yapılamaz. Yağmur, çamur, hastalık vs. sebeplerle namazlarını birleştirenler, yolcu değillerse kasır yapamazlar.

Soru – İkindi ile akşam namazı birleştirilebilir mi?

Cevap – Birleştirme sadece öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları ara­sında olur. Onun dışında birleştirme olmaz. Bu konuda tam bir ittifak vardır. Bu husus hadis-i şeriflerden de açıkca anlaşılmaktadır.

Halil GÜNENÇ’in Katkısı

“Bismillahirrahmanirrahim.

Bildiğiniz gibi İslam dini bir takım emir ve nehiylerin manzumesinden iba­retttir. Bu ilahi manzumeyi beşeriyete sunmaktan maksat, insanın ruhunu ve kalbini temizlemek ve onu ulvi gayelere yönlendirmektir. Bu emir ve nehiy­lerde herhangi bir zorluk ve meşakkat olursa, hafifletici hükümlere geçilir .

Mesela, domuz eti ve leş yasaklanmıştır. Fakat bir zorluk halinde yenebilir. Buluğ çağına ermiş ve akıllı bir müslümanın Ramazan-ı şerifte oruç tutması farzdır. Ama hasta veya yolcu olursa orucu daha sonra tutabilir.

Yolculuk sırasında kılınan namaz da öyledir. Abdülaziz Bey konuyu dört mezhebe göre izah etmiştir. Ben de dört mezhebin dışına çıkmadan bazı şey­lere kısaca temas etmek istiyorum. Çünkü bizim memleketin sakinleri daha fazla bunlardan ibarettir.

Yolculuk hem meşakkatli, hemde yorucudur. Hastalık da öyledir. Bunun için Şafii, Hanbeli, ve Maliki mezhepleri bazı hadislere dayanarak bu meşakkat­ten dolayı namazların cem’-i takdim ve cem-i tehirini kabul etmişlerdir. Hanefi mezhebine göre namazları birleştirme iki yerde, Arafat’ta ve Müzdelife’de olur, başka yerde olmaz.

Cem‘i takdim ve tehir hasta için de çok önemlidir. Hastalık sefer­den daha zor olduğu için caiz olması gerekir. Nitekim üç mezhep de bunu kabul etmiştir.

Yalnız hastalıkta değil, yağmurda da cem olur. Mesela bir cemaaat akşam namazını kılmak üzere camiye gider, fakat hava yağmurlu veya karlı olduğu için yatsıya tekrar gelip namazı cemaatla kılmak zor olur. Camide cemaatle kıl­mak şartıyla bunlar cem-i takdim yapabilirler. Ama böyle birin kendi evinde cem‘i takdim ve tehir yapması mümkün değildir.

İbnu Sîrîn’e, Malikilerden Eşheb’e ve bazı Şafiilere göre ihtiyaç halinde de namazlar birleştirilebilir. Mesela öğle vaktinde imtihana girip ikindiden sonra çıkacak olan talebeler öğle ile ikindi namazını cem‘-i takdimle kılıp imtihana gi­rebilirler. Öğleden evvel imtihana girerler de öğle namazının geçmesinden kor­karlarsa öğleyi ikindiye erteleyip cem-i tehirle kılabilirler.

İmam Nevevî, Müslim şerhinde bunlardan naklen diyorki : “ Adet haline getirmezse ihtiyaç olduğu zaman cem‘i takdim ve te’hir caizdir.” Bu bizim için güzel bir şeydir. Çünkü her zaman bir mezhebe bağlı olmamız şart değildir.

İbni Abidin, birinci cildin 52 ve 53. sayfalarında diyorki : “ Bir gün Hanefiye, başka gün Malikiye göre, diğer bir gün de Şafiye göre namaz kılınabilir.

Mesela Hanefî mezhebine bağlı bir kimse Ankara’ya giderken Şafiii mezhe­bine göre cem‘i takdim veya te’hir yapabilir. Ama Şafiye göre abdest nasıl alınır, nasıl namaz kılınır, onu bilmesi gerekir. Cem‘-i takdimin ve cem‘-i te’hirin şart­larını da bilmesi gerekir. Bilmeden sadece ben Şafii’ye göre cem‘i takdim – te’hir yapacağım dese caiz olmaz. İbni Hacar’e göre namaz ve namazın mukaddimele­rinde o mezhebi taklit etmeye mecburdur. Yani mesela Şafii’ye göre namazını kılacak ise, abdestte de gusulde de yine bu şartlara riayet etmeye mecburdur. Ama Ebu Ziyad’a göre mecbur değildir.

Sadece bunlarla yetinmek istiyorum.Teşekkür ederim.

——————————————————————————–


[1] Tirmizî, Mevâkît 1, Hadis No 149.
[2] Buharî,Taksîr’us-Salâh 13,14,16; Müslim, Salat’ül-müsafirîn, bab 5, hadis no, 46,47 (704).
[3] Müslim, Salât’ül-Müsafirîn, bab 6, hadis no 52-(705), 53-(706).
[4] Buhârî, Taksîr’us-salâh, 13.
[5] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 51-(705)
[6] Ahmed b. Hanbel c.I, s.367-368.
[7] Ahmed b. Hanbel c. V, s. 241.
[8]- Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, el-Feth’ur-Rabbânî li tertîbi Müsned’il-İmam Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî maa şerhihi Bülûğ’il-emânî,Kahire, c.6, s. 120 Hadis no 1237. Bu hadisi Tahavî ve Hâkim’den nakletmiş ve senedinin ceyyid olduğunu belirtmiştir. .
[9] Buharî,Taksîr’us-Salâh 15,16; Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 5, hadis no 46-(704).
[10] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, a.g.e. Hadis no 1239. Beyhakî’nin es-Sünen’ül-Kübrâ’sından nakletmiş ricalinin sikadan olduğunu ancak ref’inde şek bulunduğunu, mahfuz olanın onun mevkuf olduğunu ifade etmiştir.
[11] Ebu Davud, Salâh 1215; Neseî, Mevâkît, 45; Ahmed b. Hanbel, c.III,s.305, metin Ahmed b. Hanbel’den alınmıştır.
[12] Ebu Davud, Salâh 1216, Neseî, Mevâkît 45,bâb’ul-vakt’illezî yecmau fîhi’l-müsafir.
[13] Ahmed b. Hanbel, c. III, s. 381.
[14] Ahmed b. Hanbel c.I,s. 136.
[15] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 5, hadis no 42-(703); Buhârî bu hadisi Salim tarikiyle rivayet etmiştir. Taksîr’us-salâh, 13.
[16] Yatsının dört rekatlık farzını iki rekat olarak kılmış.
[17] Nesai, mevâkît, 45.
[18] Ahmed b. Hanbel c.II, s.51.
[19] Ahmed b. Hanbel c.II,s.150.
[20]- Beni Mustalik savaşı Hicretin 5. yılında olmuştur.
[21]- Ahmed b. Hanbel. Bu iki hadisi nakleden kitap: Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, a.g.e, c.VI, Hadis no 1243 ve 1244.
[22] Cem, Müzdelife’nin adıdır. Çünkü Hz. Adem ile Hz. Havva cennetten çıkınca orada birleşmişlerdir.
[23] Müslim, Hac, bab 48, Hadis no 292-(1289); Ebû Davud, Menâsik, 65; hadis no l934. Neseî, Hac, 310. Tercüme Ebu Davud’daki metne aittir.
[24] Buharî, Hac, 99.
[25] Ahmed b. Hanbel c.II, s. 152.
[26] Ebu Davud, Menâsik, 65, hadis no l930.
[27] Ebu Davud, Menâsik, 65, hadis no l931. Ebu Davud’un l932 ve 1933 numaralı hadisleri de aynı anlamdadır.
[28] Ahmed b. Hanbel’den naklen, Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, a.g.e. c.V, s.137, Hadis No 1255.
[29] Buhârî, Hac, 96; Ahmed b. Hanbel, c.II, s, 56.
[30] Buhârî, Hac, 95.
[31] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 49-(705)
[32] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 50-(705)
[33] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 54-(705)
[34] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 55-(705)
[35]Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 56-(705).
[36]Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 57-(705).
[37] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 58-(705).
[38] Bunların hepsi sahabîdir.
[39] Muvaffakuddîn ve Şemsüddin ibnâ Kudâme, el-Muğnî, Beyrut l404/1984, c. II, s.113.
[40] Cem Müzdelife’nin diğer adıdır. Çünkü Hz. Adem ile Hz. Havva Cennetten çıktıktan sonra orada birleşmişlerdir.
[41] Müslim, Hac bab 48 hadis no 292-(1289). Buhari’deki rivayette Müzdelife’den bahsedilmiyor. Meali şöyledir. “Abdullah radiyel­lahu anh dedi ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemi görme­dim ki, iki namaz dışında herhangi bir namazı vaktinde kılmamış olsun. Akşam ile yatsıyı cem etti, sabah namazını vaktinden önce kıldı. (Buhari, Hacc 99).
[42] Ta’rîs gecesi bir savaş dönüşü Hz. Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının istirahata çekildikleri yerde uyuya kalıp sabah namazının kazaya kaldığı gecedir.
[43] Müslim, Mesacid bab 55, hadis no 311-(681).
[44] Kemâlüdin b. el-Hümâm (öl.681 h. /1282 m.) Şerhu Feth’il-Kadîr, Bulak 1315, C. I, s. 407, Cuma namazı bahsinin öncesi.
[45] Damat Abdurrahman b. Şeyh M. b. Süleyman, Mecma’ul-enhür, Matbaa-i Amire, 1301, C. I, s. 269-270.
[46] Ali b. Ahmed b. Hazm, el-Muhallâ, Beyrut 1408/1988, C. II, s.204, 206.
[47] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.114.
[48] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 57-(705).
[49] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 54-(705)
[50] Muhyiddin en-Nevevî, Sahîhu Muslim bi şerh’in-Nevevî, Beyrut, c.V,s.219.
[51] Ahmed b. Hacer el-Heytemî, Tuhfet’ül-muhtac, haşiyeleri ile birlikte, C. II, s. 393-404.
[52] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.112.
[53] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.116-117.
[54] İstihâze, bir kadından, adet günleri dışında gelen kandır.
[55] Hamne bint-i Cahş, adet dışı kanamalarının çokluğundan şikayet edince Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona yaptığı uzun nasihatinin sonunda şöyle demişti : Öğleyi geciktirip ikindiyi öne almaya gücün yeterse yıkanırsın; iki namazı, öğle ile ikindiyi birleştirirsin. Akşamı da geciktirir, yatsıyı öne alırsın, sonra yıkanırsın iki namazı birleştirirsin. Bunu yap. ..(Ebu Davud, Tahâret, ll0, hadis no 287; Tirmizî, ebvâb’ut-tahâre, 95 hadis no 128.) Ebu Davud’un Hz. Aişe’den yaptığı diğer bir rivayete göre, Sehle bint-i Süheyl’den istihâze kanı gelmişti. Nebi sallallahu aleyhi ve selleme geldi. O da ona her namaz için yıkanmasını emretti. Bu ağır gelince, “ Bir kere yıkanıp öğle ile ikindiyi, bir kere daha yıkanıp akşamla yatısıyı birleştirmesini ve sabah namazı için de yıkanmasını emretti.” (Ebu Davud, Tahâret, ll0, hadis no 295.)
[56] Ali Abdülhamîd Baltacı, Muhammed Vehbi Süleyman, el-Mu’temed fî fıkh’il-İmam Ahmed (Abdülkâdir b. Ömer eş-Şeybânî’nin Neyl’ül-Meârib bi şerhi delîl’it-tâlib adlı kitabıyla İbrahim b. Muhammed b. Dıvyân’ın Menâr ‘us-sebîl fî şerh’id-delîl adlı eserinin birleştirilmesiyle meydana getirilmiştir.)Mekke, l991-1412, c.I, s. l95-l96.
[57] Yukarıda geçtiği gibi Şafiî mezhebinin tercih edilen görüşüne göre hastalar cem yapabilirler.
[58] Bu hadiszlerin tam metni ve kaynakları yukarıda geçmiştir.
[59]- Anhmed b. Muhammed el-Esrem, Ahmed b. Hanbel’in talebelerindendir. (v.273/886) {Hayrettin KARAMAN, İslam Hukuk Tarihi , s. 105}
[60] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.120-121.
[61] Ali Abdülhamîd Baltacı, Muhammed Vehbi Süleyman, el-Mu’temed c. I, s. l96.
[62]- Yedi fakih, (fukahâ-i seb’a) Medine4nin yedi fakihi diye şöhret bulan şu şahıslardır : Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr (v.97/715), el-Qasım b. Muhammed (v.102/720), Hârice b. Zeyd (v.l00/718), Ebubekr b. Abdurrahmân (v.94/713), Süleyman b. Yesâr (v.l07/725), Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe (v.98/716), {Hayrettin KARAMAN, İslam Hukuk Tarihi , İstanbul l975, s. 55}
[63] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.117.
[64] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.119.
[65] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.120.
[66] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.121.
[67] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.122.
[68] Abdullah b. Şübrüme Tabiînden ve Kufe fakihlerindendir. Şa’bîden, İbn-i Sîrînden ve İmam-ı Azam’dan rivayette bulunmuştur. h. 144 de vefat etmiştir. (Ö.N.BİLMEN, Hukukı İslamiyye Kamusu, İst. l967, c. I, s. 331)
[69] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.122, paragraf 1263.
[70]- Yani cem’in şartı iki namazın bir arada kılınmasıdır. İkisi bir arada kılınamazsa cem olmaz.
[71] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.123. paragraf l265.
[72] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.124.paragraf 1266.
[73] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.122-123, paragraf 1264.
[74] İbnâ Kudâme, el-Muğnî, c. II, s.125.
[75] Ali Abdülhamîd Baltacı, Muhammed Vehbi Süleyman, el-Mu’temed, c.I, s. l95-l98.
[76] Ebu’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Rüşd (öl.520 h.), el-Mukaddimat, el-Matbaat’ül-Hayriyye, 1325, s.114.
[77] İmam Malik, el-Müdevvenet’ül-Kübrâ (Sahnûn’un rivayeti) , Mısır, c.I,s.116-117.
[78] el-Müdevvenet’ül-Kübrâ, c.I,s.116.
[79] el-Müdevvenet’ül-Kübrâ, c.I,s.115.
[80] el-Mukaddimat, s. 111-116.
[81] el-Müdevvenet’ül-Kübrâ, c.I,s.115.
[82] Eşheb b. Abdilaziz’il-Kaysî (145 h.-762 m./204 h.-819 m.), Mâlikî fukahasındandır. İmam Malik’den, Leys’den ve başkala­rından rivayette bulunmuştur.
[83] el-Mukaddimat, s.116.
[84] el-Mukaddimat, s. 111- 116.
[85] el-Mu’teber fî’l-fıkhi’il-İmamiyye, v.87-90, yazarı belli değil, el yazması, Süleymaniye Kütüphanesi İzmirli İsmail Hakkı,757.

http://www.suleymaniyevakfi.org/modules/nsections/index.php?op=viewarticle&artid=81

posted in NAMAZ | 0 Comments

28th Kasım 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

NAMAZIN KILINIŞI

KUR’AN’A GÖRE NAMAZIN KILINIŞI:

4Nisa suresi/101- Yeryüzünde (sefere) çıktığınızda, hakikati inkara şartlanmış olanların aniden üzerinize saldırmasından korkarsanız namazlarınızı kısaltmanız günah olmaz: Çünkü o hakikati inkar edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır.

4Nisa suresi/102- İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun(KIYAM) ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde(SECDE), arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da ‘korunma araçlarını’ ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah kafirler için aşağılatıcı bir azab hazırlamıştır.

2Bakara suresi/238-Namazlarınıza ve namazı en uygun şekilde ifa etmeye dikkat edin; ve Allah’ın huzurunda içten bir bağlılıkla durun.

2Bakara suresi/239-Ama eğer tehlikede iseniz, yürürken ve binek (üzerin)de (namazınızı ifa edin); tekrar güvenliğe kavuşunca Allah’ı anın, çünkü daha önce bilmediklerinizi size öğreten O’dur.

22Hacc suresi/26-Çünkü, İbrahim’e bu İbadet Evi’nin kurulacağı yeri gösterdiğimiz zaman (o’na demiştik ki:) “Bana kimseyi ortak koşma! Ve Benim Mabedimi, onu tavaf edecek olanlar için, onun önünde (Rablerini tazim ve tefekkür ederek) dikilip duranlar(KIYAM) için, saygıyla eğilenler (RUKU) ve yere kapananlar(SECDE) için temiz tut!”

23Müminun suresi/2-Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.

17İsra suresi/110-111-De ki: “Allah, diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. 111-Ve de ki: “Bütün övgüler, döl edinmeyen, egemenliğinde ortağı bulunmayan, güçsüzlükten, düşkünlükten ötürü herhangi bir yardıma, yardımcıya gereksinme duymayan Allah’a yakışır”. İşte, O’nu (hep böyle) yücelterek an.

2Bakara suresi/45-Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.

20Taha suresi/14- “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak (zikretmek) için namaz kıl.”

1Fatiha suresi/1-7- Rahmân ve Rahim Allâh adıyla 2- Her türlü övgü yalnızca Allah’a özgüdür, bütün alemlerin Rabbi, 3- Rahman’dır, Rahîm’dir O. 4- Hesap Günü’nün Hakimi. 5- Yalnız Sana kulluk eder; ve yalnız senden yardım dileriz. 6- Bizi dosdoğru yola ilet, 7- Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil.

HADİSLERE GÖRE NAMAZIN KILINIŞI-: Namaz, son secdeden kalkmakla sona erer: 2672-“Resûlullah buyurdular ki: “Bir kimse son rek’atte oturmuşken daha selam vermeden hades vâki olsa namazı caizdir.” Tirmizî, Salât 300, (408).

Namazda selam almak: 2709-“Resûlullah’a selam verirdik, O da bize mukâbele ederdi. Necâşî’ nin yanından döndüğümüz zaman O’na yine (namazda) selam vermiştik, bize mukabeleten selam vermedi.”Ey Allah’ın Resûlü, dedik, biz sana vaktiyle namazda selam verirdik, sen de selamımızı alırdın (şimdi niye almıyorsun)?” dedik. Bizi şöyle cevapladı:”Namazda meşguliyet var!” [Buhârî, Amel fis’s-Salât 2 Müslim, Mesâcid 34; Ebû Dâvud, 170; Nesâî, Sehv 20]

Namazda, gerektiğinde, hareket çokluğu namazı bozmaz

2726- Ebû Hüreyre anlatıyor: “Resûlullah : “Namazda iki siyahı yani yılan ve akrebi öldürün” buyurdu.” [Ebû Dâvud, Salât 169; Tirmizî, Salât 287; Nesâî, Sehv 12]

Zorunlu durumlarda namaz: 2507-“Bende basur vardı. Namazı nasıl kılacağım diye Resûlullah’a sordum. “Ayakta kıl, muktedir olmazsan oturarak kıl, buna da muktedir olmazsan yan üzeri (yatarak) kıl” buyurdu.”

2608-“Hasta kimse secde etmeye muktedir olamazsa başıyla ima eder, alnına herhangi bir şey kaldırmaz.” Muvatta, Kasru’s-Salât 74, (1, 168).

2701-“Resûllullah bineğinin üzerinde iken yönü hangi istikâmette olursa olsun tesbih ediyor, (nafile namaz kılıyor, rükû ve secde içinde) başıyla imada bulunuyordu. İbnu Ömer de böyle yapıyordu.” [Buhârî, Taksîru’s-Salât 7; Müslim, Müsâfirîn 39; Muvatta, Kasru’s-Salât 22; Ebû Dâvud, Salât 277; Tirmizî, Salât 345; Nesâî, Kıble 23]

Ruku etmek, namaz anlamına gelmekte: 4296-“Sakif hey’eti geldiği zaman, Resûlullah’ın yanına indiler. onları mescidde ağırladı, tâ ki kalplerini daha bir rikkate getirip müessir olsun. Onlar (müslüman olup bey’at yapmak için) öşür alınmamasını, cihada çağrılmamalarını ve namazın kendilerine farz kılınmamasına şart koştular. Resûlullah :”Sizden öşür alınmasın, cihada da çağrılmayın. Ama rükusuz (namazsız) bir dinde hayır yoktur” buyurdu.” [Ebû Dâvud, Harâc 26, (3026).]

Yürüyerek namaz kılmak: 2929-Abdullah İbnu Üneys anlatıyor: “Resûlullah, beni, Hâlid İbnu Süfyân el-Hüzelî’yi öldürmem için bulunduğu yere gönderdi. O, Urane ve Arafat taraflarında idi.”Git onu öldür!” dedi. Ben onu gördüğümde ikindi namazının vakti girmişti. Kendi kendime: “(Bu herifi öldürme işi) onunla benim arama girip namazımı geciktirmesinden korkarım” dedim. (Ara vermeden) ilerledim. Hem yürüyor hem de ima ile namazımı kılıyordum. Herife tam yaklaşmıştım ki:”Sen kimsin?” dedi.”Araplardan biriyim. Duydum ki, şu adam için asker topluyormuşsun, onun için sana katılmaya geldim!” dedim.”Evet ben bu işin içindeyim” dedi. Onunla bir müddet yürüdüm, öldürmeme imkân sağlayacak bir fırsat doğunca kılıçla tepesine bindim ve geberttim.” [Ebû Dâvud, Salât 289, (1249).]

posted in NAMAZ | 0 Comments

28th Kasım 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

NAMAZI TERCÜME İLE KILMAK

KUR’AN’A GÖRE NAMAZDA OKUDUĞUNU ANLAMAK:

4Nisa suresi/43-Siz ey inananlar! Sarhoş iken namaz kılmaya kalkışmayın, ne dediğinizi bilinceye kadar (bekleyin); ve boy abdestini gerektiren bir durumda (iken de) yıkanıncaya kadar seyahatte olmanız (ve yıkanma imkanından yoksun bulunmanız) hali dışında- (namaza kalkışmayın). Ama eğer hasta iseniz veya seyahatteyseniz yahut tuvaletten geldiyseniz veya kadın ile birlikte olmuşsanız ve hiç su bulamıyorsanız, o zaman temiz toprakla teyemmüm edin, (onunla) yüzünüzü ve ellerinizi meshedin. Bilin ki Allah, gerçekten günahları temizleyendir, çok affedicidir.

14İbrahim suresi/4-Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından, Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar.

26Şuara suresi/192-199-Gerçekten o (Kur’an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. 193-Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine 195-apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir. 196-Şüphesiz bu (Kur’an) öncekilerin kitaplarında da vardı. 197-İsrailoğulları arasındaki (birçok) bilginin bu (gerçeği) bilmeleri onlar için yeterli bir belirti sayılmaz mı? 198-Onu Arap olmayan birine indirseydik, 199-ve bu yabancı onu (kendi diliyle) onlara okusaydı, onlar yine inanacak değillerdi.

41Fussilet suresi/44-Eğer bu (ilahi kelamın) Arapça dışında bir dilde (indirilmiş) bir hitabe olmasını dileseydik, onlar, (şimdi onu reddedenler,) bu defa, “Neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında bir dil(de indirilmiş bir mesaj bu) ve (tebliğ eden de) bir Arap (elçi)?” diyeceklerdi. De ki: “Bu (ilahi kelam,) iman edenler için bir rehber ve bir şifa kaynağıdır; ona inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir sağırlık var ve bundan dolayı (Kuran) onlara kapalı, anlaşılmaz gelir. Onlar çok uzaklardan seslenilen (insanlar gibi)ler.”

TERCÜME İLE NAMAZ-SÜLEYMAN ATEŞ: “Arapça’yı bil­meyen bir insan olarak Türkçe mânâsı ile sureleri okuyup namaz kılabilir miyiz?”

Aynı mealde ikinci bir soru: “Arapça bilmiyor, anlamıyorum. Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe okuyorum. Bu durumda hayrı (sevabı) daha mı az olacaktır? Namazı da Türkçe sûrelerle kılmayı düşünüyorum. Ne dersiniz?”

Cevap: Elbette Kur’ân-ı Kerîm’i okumaktan maksat onu anlayıp uygulamaktır. Kur’ân’ı anlayarak okumak, anlamayarak okumaktan daha sevaptır. Okuduğunu anlayacak kadar Arapça bilen, Kur’ân’ı aslından okumalıdır.Ama Arapça hiç bilmeyen kimse,doğru bir meâlinden Kur’ân’ın anlamını okursa sevabının daha az olacağı söylenemez. Tabii bu, okuyanın amacına bağlıdır. Kur’ân’ın asıl metnine Önem vermeyerek tercemeyi tam Kur’ân gibi düşünen hatâ etmiş olur. Fakat Kur’ân’ın asıl metnine saygılı olmak, onu okumayı amaç bilmek kaydıyla sırf anlamak için meal okumanın hayrı daha az değil, aynen Kur’ân okumak gibi, hattâ daha çok istifade edileceği için daha çok olur…

Nitekim Abdullah ibn Mes’ûd, dili dönmeyenin, Kur’ân’ı, aynı anlamı veren başka kelimelerle okumasına cevaz vermiştir. Diğer mezheb imamları çeviri ile namaza geçit vermezken Hanefî mezhebinin üç büyük imamı buna geçit vermişlerdir. Yalnız aralarında küçük bir fark vardır:

İmamı A’zam Ebû Hanîfe (ö. 150/767), şartsız olarak terceme ile namaz kılınabileceğini söylerken, İmam Ebû Yusuf (ö. 182/789) ve İmam Muhammed eş-Şeybânî (ö. 189/805) bunu orijinal Kur’ân metnini okuyamama şartına bağlamışlardır.

İmam Şâfi’î (150/767) ise namazda hiçbir suretle tercemenin yeterli olmadığı, Arapça’yı hiç bilmeyen ümmî birinin, hiç Kur’ân okumadan namaz kılması gerektiği kanısındadır. Yani onun bu görüşü, namazda susmanın, terceme Kur’ân’ı okumaktan iyi olduğu anlamına gelir ki çok garîp bir anlayıştır. Şâfi’î bu görüşüne de: “Allah’ın, Kur’ân’ı Arapça yaptığını, ancak Arapça metnin Kur’ân olduğunu, Farsça’nın ise insan sözü olduğunu, bundan dolayı Farsça (veya herhangi bir dildeki) Kur’ân tercemesini okumanın, Kur’ân olmayacağını” gerekçe göstermiştir.

Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre de “Kur’ân mu’cizliği, lafız ve anlam bütünlüğündedir. Yapabilen için, bunların ikisini de yapmak (Kur’ân’ı Arapça okumak) gereklidir. Ama Arapça metni okuyamayan, yapabildiğini yapar (tercemeyi okur). Nasıl ki rükû’ ve secdeyi yapmaktan âciz olan kimse de, bunları îmâ ile (başını eğerek) yapar.

Ebû Hanîfe, görüşüne, İranlıların, Selmân-ı Fârisî’nin, kendileri için yazdığı Fatiha tercemesini okuyarak namaz kıldığını delîl getirmiştir. Ayrıca ona göre Kur’ân’ın i’câz yönü söz kalıplarında değil, anlamındadır

. Bu anlamdaki kelâma Arapça ibareler delâlet edeceği gibi Farsça ve diğer dillerdeki tercemeler de delâlet eder. Bundan dolayı tercemelere de Kur’ân denilebilir. Zira “Eğer biz onu, yabancı (dilde) bir Kur’ân yapsaydık derlerdi ki:’Âyetleri (anlayacağımız) bir dille açıklan­malı değil miydi? Araba yabancı söz mü (geliyor)’?” ayeti de Kur’ân’ın, yabancı bir dilde indirilse de yine Kur’ân olacağını belirtmektedir.

Abdu’1-Azîz Buharı de şöyle diyor: “Ebû Hanîfe’ye göre Kur’ân’ın lafzı, gerekli değil, talî bir rükündür. Çünkü lafız, asıl amaç değil, anlamı taşıma aracıdır. Özellikle Allah’a yalvarma hali olan namazda asıl amaç lafız değil, anlamdır. Ayrıca yüce Allah: “Kur’ân’dan kolay olanı okuyu­nuz” buyurmuştur (kişiye, Kur’ân’dan kolay olanı okumasını emretmiştir).

Lafız, temel rükün olmadığı içindir ki bizim mezhebimize göre namazda imamın okuması, muhalifimize göre de rek’ati kaçırma korkusu halinde imama uyandan Kur’ân okuma düşmektedir. Fakat namazın diğer rükünleri, imamın yapmasıyla cemâatten düşmez. Öyle ise namazda asıl temel rükün ile yetinilebilir ki Kur’ân’ın temel rüknü de mânâdır. Bunun izahı şöyledir:

Kur’ân önce, Arap lehçelerinin en fasihi olan Kureyş lehçesi ile indi. Fakat bu lehçe ile Kur’ân’ı okumak, diğer kabilelere zor gelince, Allah Elçisine bu durumu arz ettiklerinde onlara, Kur’ân’ı, kendi lehçe-leriyle okuma müsâadesi verilmiş, Kur’ân’in, yedi harf üzere indiği, bunlardan herhangi biriyle okunabileceği belirtilmiştir. Bu suretle asıl Kur’ân’ın indiği Kureyş lehçesiyle okuma zorunluluğu kaldırılmıştır. Bir Arap için kendi lehçesini bırakıp başka bir lehçe ile Kur’ân okuması, hattâ kendi diliyle Kur’ân okumaya tam anlamıyla muktedir olan Ku-reyşlinin, meselâ Temîm lehçesiyle okuması caiz olunca, Arapça’yı iyi bilmeyen bir yabancının da, asıl önemli olan mânâ ile yetinerek Kur’ân’ın tercemesini okuması caizdir.” demektedir

Tarihî veriler de ilk dönemlerde Arapça bilmeyenlerin, terceme ile namaz kıldıklarını göstermektedir. İranlıların, Selmân’ın yaptığı Farsça Fatiha tercemesini okuyarak namaz kıldığını anlatmıştık. Narşahî (ö. 348/ 959)’nin Târîhu Buhârâ adlı eserinde belirttiğine göre Türkistan fetih hareketlerinde yer alan Emevî komutanı Kuteybe ibn Müslim (ö. 96/714), Buhârâ halkını, yaptırdığı cami’de topladı. O zaman Arapça bilmeyen Buhârâ halkı, Farsça namaz kıldılar. Rükû’a varma zamanı olunca cemâatin arkasında duran biri “Nekintâ nekînet” diye bağırır, secde için de “Ne-konya nekonî” diye bağırırdı.

Nizâmu’d-dîn el-Ensârî de güvenilir birine dayandırdığı habere göre Hasan-ı Basri 110/728)’nin talebesi, tasavvuf silsilesinin ilk halkaların­dan biri olan Habîb-i Acemî, dili Arapça’ya iyi yatmadığı için namazda Kur’ân’ın Farsça tercemesini okurmuş.

Konumuza ışık tutması bakımından bu konuda çeşitli görüşlere yer verdik. Biz, namazda Kur’ân’ın orijinal metni ile okunmasını gerekli görüyoruz. Bu konuda İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’in görüşünü esas alarak diyoruz ki okuyabilen, Kur’ân’ın Arapça metniyle namaz kılar. Fakat Kur’ân’ı hiç bilmeyen, okuyamayan ise, asıl metni öğreninceye kadar Fâtiha’nın ve bazı ayetlerin tercemesini okuyarak namaz kılabilir.

Dîn, kimsenin tekelinde değildir. Falan veya filanın buna karşı çıkması bizi bağlamaz. Yüce Allah, Kur’ân’ı anlaşılmak için indirdiğini vurgulamıştır. Peygamber (s.a.v.) de Kur’ân’ın tercemesi okunamaz, onun­la namaz kılınamaz diye bir şey söylememiştir. Allah ve Elçisinden başka da hiç kimsenin din hakkında yasaklar koyup kaldırmaya hakkı yoktur. Allah her dili anlar. Onun için kalıp değil, ruh, mânâ önemlidir. Kişi, Hakkın dîvânına durduğu zaman gönlünden ne dediğini bilmeli, bilinçli olarak ibâdet etmelidir.

Arapça, İslâm milletleri arasında müşterek dil olabilir ve olmuştur da. Fakat bu dil, sadece âlimler arasında geçerlidir. Halk tabakasının Arapça’yı öğrenip Kur’ân’ın mânâsını anlayacak hale gelmesi imkânsız denecek kadar güçtür. Halk anlamadan Kur’ân’ın Arapça okunmasında fazla yarar yoktur. Namaz kılabilecek derecede Arapça Kur’ân metni öğrenilir ve onunla ibâdet edilir. Fakat namaz dışında Kur’ân’ın tercemesinin okunması ve her Müslümanın her fırsatta, her gün mutlaka Allah kelâmının mealinden birkaç sayfa okuyup öğrenmeğe çalışması gerekir. Ramazanda cemâatin, camilerde oturup saatlerce Kur’ân dinlemeleri güzel ama, hiç anlamadan dinlemenin yararı nedir? Camilerde bir cüz, iki cüz Arapça Kur’ân okunacağına, yarım cüz Kur’ân ve sonra da onun meali -katma ve çıkarma yapmadan- okunursa çok daha yararlı olur. İnsanlar, Allah’ın ne dediğini anlayarak camilerden çıkarlar. Dediğimiz gibi herkesin namaz kılacak derecede Arapça Kur’ân öğrenmesi uygundur. Arapça bilm­eyen, öğreninceye kadar Türkçe mealden okuyarak namazını kılabilir. İmamı A’zam’a göre Farsça ve diğer dillerle Kur’ân okuyup namaz kılmak caizdir.

Yüce Allah bütün dilleri bilir. Arapça Allah’ın kendi dili değildir ki O’na kendi diliyle yalvaralım da bizim dilimizi anlasın. Biraz önce yazdığımızayet-i kerîme uyarınca Allah, bizim, ibâdet ederken ne dediğim­izi bilmemizi istemiştir.

Bundan dolayı şekilden, kalıptan dinin özüne, ruhuna dönmeli, du’âla-rımızı anladığımız dilde, içimizden geldiği biçimde ve kendimizi Allah’a vererek yapmalıyız. Dinin özü, kelime kalıpları değildir; gönülden kopan sözlerle Allah’a yalvarmaktır. İşte böyle gönülden Allah’a bağlanan bütün tevhîd dinlerinin adı “İslâm”dır.

4. Soru: “İslâm tarihinde terceme ile namaz kılma girişimleri olmuş mudur?”

Cevap: Tarihî veriler ilk dönemlerde Arapça bilmeyenlerin, terceme ile namaz kıldıklarını göstermektedir. İranlıların, Selmân’ın yaptığı Farsça Fatiha tercemesini okuyarak namaz kıldığını anlatmıştık. Narşahî(ö. 348/-959)’nin Târîhu Buhârâ adlı eserinde belirttiğine göre Türkistan fetih hareketlerinde yer alan Emevî komutanı Kuteybe ibn Müslim (ö. 96/714), Buhârâ halkını, yaptırdığı câmi’de topladı. O zaman Arapça bilmeyen Buhârâ halkı, Farsça namaz kıldılar. Rükû’a varma zamanı olunca cemâatin arkasında duran biri Nekintâ nekînet” diye bağırır, secde için de Nekonya nekonî” diye bağırırdı.

Nizâmu’d-dîn el-Ensârî de güvenilir birine dayandırdığı habere göre Hasan-ı Basrî(ö. 110/728)’nin talebesi, tasavvuf silsilesinin ilk halkala­rından biri olan Habîb-i Acemî, dili Arapça’ya iyi yatmadığı için namazda Kur’ân’ın Farsça tercemesini okurmuş.

20. asrın başlarında Türkiye’de Türkçe du’â ve Kur’ân ile ibâdet edilmesi tartışılmıştır. Sorunun ateşli savunucularından biri olan, aslen Afganlı Ubeydullah Efendi, şöyle diyor:

“Geçenlerde siyasi gazetelerden birinde,’Bütün Türkiye’de Arap dilinin öğrenilip yaygınlaştırılmasına önem verilmelidir ki millet hiç ol­mazsa Cuma günleri okunan hutbeleri anlayabilsin’ deniliyordu. Bu söz, kalın kafalılık eseridir. Hutbeyi anlamak için bütün Türklere Arapça’yı öğretmekten ise hutbeyi Türkçe okumak kadar kolay bir şey düşünülebilir mi? Zaten İmamı A’zam mezhebince Kur’ân ve hadîs ve hutbeyi terceme caizdir.

“Peygamber Efendimiz yalnız Araplara gönderilmedi. Şanlı Kur’­ân’in bütün dillere tercemesi farzdır. Kitabımızın asıl kudsiyyeti maânî-i celîle ve cemîlesinde(yüce ve güzel anlamlarındadır. Lafzın kutsallığı ikinci derecede kalır. Her birey, dinin hükümlerini ve emirlerini doğrudan Kitabından okursa inancı yükselir, şer ve fesat azalır, dinsizliğin yaygın­laşması azalır.”

Türkiye’de sosyolojinin kurucularından Ziya Gökalp de o dönemde ibâdetin Türkçeleştirilmesi akımının savunucularındandı. “Vatan” adlı şiirinde şöyle diyor:

“Bir ülke ki cami’inde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar mânâsını okuduğu du’ânın Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’ân okunur Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın, Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın!”

Hattâ Cumhuriyet döneminin başlarında, İstanbul Göztepe Camii İmam Hatibi Cemalettin Efendi, bir gün Cuma hutbesini Türkçe okuduktan sonra “Allah büyüktür” şeklinde Türkçe tekbîr alıp Fatiha ve eklenen sûrelerin Türkçe’sini okuyarak namaz kıldırmış, bu hareketi, kendisinin görevden alınmasına neden olmuştur.

Abdullah ibn Mes’ûd’dan aktarılan olay, bir kıraat ihtilâfı değil, onun, Kur’ân’ı mânâ ile okumaya cevaz verdiğinin kanıtıdır. Çünkü Ab­dullah, kendisiayeti “Ta’âmu’l-esîm” olarak okuyor. Fakat öğrencisi esîm kelimesini söyleyemiyor. O zaman ona, yine esîm gibi günahkâr anlamına gelen fâcir kelimesini söylemesini emrediyor. Adam da taâmu’l-esîm yerine ta’âmu’l-fâcir olarak okuyor. Bu, kıraat farkı değil, kişinin, söylemekten âciz kaldığı bir kelimeyi, aynı mânâyı veren başka bir kelime ile okumasıdır.

İbn Mes’ûd’dan gelen rivayetler, kendisinin ve okuma uzmanı sahâbîlerin, anlamını değiştirmeyecek biçimde sinonim kelimelerle Kur’ân okunmasına cevaz verdiklerini gösterir. Übeyy ibn Ka’b, “meşav fîhi” yerine “merrû fîhi”, “lillezîne âmenû unzurûnâ” yerine “lillezîne âmenû ahhirûnâ”, ya da “lillezîne âmenû urkubûnâ”; Enes’in: “akvemu kîlâ” yerine “asvebu kîlâ” okunabileceğini söylemiştir. Her biri birer otorite olan bu sahâbîler, Kur’ân kelimelerinin, aynı anlamı verecek sinonim kelimelerle okunabileceğine fetva verdiklerine göre elbette bir yabancı da Kur’ân’ı, kendi dilinde aynı anlamı veren kelimelerle, yani tercemesiyle okuyabilir. Dili dönmeyen bir Araba, Kur’ân’ı, kolayca söyleyebileceği başka kelimelerle okuma müsaadesi verilir de, yabancıya bu müsaade verilmez mi? Bir Türkün, Arapça öğrenip de Kur’ân’ı aslından okuması ve anlaması, insanın ömrünü alacak kadar uzun, yorucu bir iştir. “Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez!”

Meal ile okunduğu takdirde Kur’ân’ın, muharref Kitapların durumuna düşeceği sanısına gelince bu, bir vehimden ibarettir. Bir kere Kur’ân’ın milyonca değil, milyarca nüshası dünyânın her tarafına yayılmıştır. Kim bu nüshaların kaldırılıp imha edilmesini, ve sadece bir dildeki tercemenin, orijinal Kur’ân yerine ikame edilmesini istiyor ki?

Ayrıca Kur’ân zaten 10. asırdan yani bin yıldan beri çeşitli diller yanında Türkçe’ye de terceme edilegelmiştir. Özellikle son zamanlarda, hattâ sadece 1970’ten sonra Kur’ân’ın Türkçe’ye 50’den fazla çevirisi yapılmıştır. Birçoğu ticari amaçlı olan bu çeviriler okunmaktadır. Bunların okunmasıyla Kur’ân’ın tahrif edildiğini iddia eden yoktur. Şimdi bunların namazda okunmasıyla namaz dışında okunması arasında ne fark var ki namazda okunmakla Kur’ân tahrif edilmiş olsun?

Hiç kimsenin hatırından Kur’ân’ı tahrif etme düşüncesi geçmez, zaten kimsenin de buna gücü yetmez.

Ayrıca Kur’ân’ın doğruladığı Kitapları, muharref kitaplar diye nite­lendirmek de Kur’ân düşüncesiyle bağdaşmaz. Kur’ân’ın tasdik ettiği, kendisinin de ona uygunluğunu vurguladığı Kitaplara siz nasıl tahrif edilmiş dersiniz? Bu, Kur’ân saygısına da aykırı düşmez mi?

Bir arkadaşımız da “Çeviri ile ibâdet caiz olursa Kur’ân’ın Arapça inmesinin ne anlamı kalır?” diye bir soru yöneltmiş. Bu tür iddialar, vahyi indirmenin hikmetini anlamamadan kaynaklanmaktadır.

Kur’ân Arapça indirilmiştir. Çünkü Peygamber Arap, ilk muhataplar Araptır. Onların anlaması için Kur’ân Arapça indirilmiştir. Kur’ân, bütün insanlık için rehber olduğuna göre diğer insanların da anlamaları için onların dillerine çevrilmesi gerekir. “Allah, her ulusa, kendi diliyle konuşan peygamber gönderir.” Bir cemâate anlamadıkları dil ile mektup yazmanın ne anlamı var? Anlamadıkları bu mektubu nasıl uygulayacaklar? Anlama­ları için onun çevirisini okumaları gerekir. Kur’ân’ın da anlaşılması için çevrisinin okunması gerekir. İşte mes’ele bu kadar basit. Bunu şu tarafa, bu tarafa çekip uzatmanın bir anlamı yoktur. Hattâ bu tür saplantılar bağnazlıktan başka bir şey değildir.

Biz hiç bilmeyenlerin, öğreninceye kadar Kur’ân mealini okuyarak namaz kılabileceklerini söyledik. Devamlı değil, öğreninceye kadar. Hanefî mezhebinin üç imamı (İmam-ı A’zam, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed bu görüştedirler. Bu görüşün kaynaklarını verdik. Daha fazla uzatmaya gerek yok). (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Sualler ve Cevaplar)

ELMALILI HAMDİ YAZIR TEFSİRİ: 4Nisa/43-Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın… AÇIKLAMA: “Sarhoş iken namaza yaklaşmayın.” Burada bazı müfessirler, salattan maksat cami ve namazgahtır. Bununla sarhoşlar camilere girmekten men edilmişlerdir, demişler ise de bu mânâyı anlamak için salatı, esas mânâsından çıkarmaya gerek yoktur. Bu yasak, söylediğini bilmeyen sarhoşun namazının sahih olmadığına ve bundan dolayı sarhoşluğun haram olduğuna delalet ettiği gibi, sarhoşun ve cünübün camiye girmesinin ve ona yaklaşmasının yasak olduğuna da işaret yoluyla delalet edebilir.

SÜLEYMAN ATEŞ: 4Nisa/43-“Ey inananlar, sarhoşken namaza yaklaşmayın ki ne dediğini­zi bilesiniz. Yoldan geçici olmanız dışında çünüp iken de yıkanıncaya kadar, (namaza yaklaşmayın). Eğer hasta, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz tuvaletten gelmişse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (bu du­rumlarda) su bulamadığınız takdirde temiz toprağa teyemmüm edin: (Toprağı) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah, çok affeden, çok bağışlayandır.” AÇIKLAMA: …Kişi ne dediğini bilmek için sarhoş iken namaza yaklaşmaktan menedilmiştir. Kişinin ağzından çıkanı, gönlünden hissetmesi, ne dediğini bilmesi ibadette çok önemlidir. Ne dediğini bilemeyecek kadar gaf­let ve uyku sarhoşluğu içinde bulunan kimsenin de o halde namaza durması doğru değildir. Hz. Peygamber: “Biriniz namaz kılarken esnerse, uy­kusu geçinceye kadar uyusun, zira biriniz esneye esneye namaz kılarsa bil­mez, belki istiğfar ederken kendi kendine söver.” buyurmuştur.( Buhari, Vudu’: 53; Babu’l-vudu’i mine’n-nevm; Müslim, Musafirin: b. 31, h. 22 2. Kurtubi, 5/206)… Fakat nedense müfessirler, ayette hiçbir işaret yok iken “namaz” tabi­rine, namaz kılınan mescidleri de katmış ve ayetteki “yoldan geçici olma”yı da mescidin içinden geçme şeklinde tefsir etmişlerdir: Kimi cünüp iken mes­cide girilemeyeceğini, sadece içinden geçilebileceğini; kimi abdest alarak mes­cide girilip oturulabileceğini, çünkü Peygamber’in sahabilerinin, cünüp iken abdest alıp mescide geldiklerini ve mescidde oturup konuştuklarını; kimi de cünüp iken mescide girmenin bir sakıncası olmadığını söylemiştir. Mescidle ilgili olmadığı için ayetin, bu görüşlerle de bir ilgisi yoktur. Bu görüş sahipleri, adetleri vechile birtakım rivayetlere dayanarak ayeti kendi düşünceleri doğrultusuna çekmişlerdir. Bilindiği üzre Hz. Peygamber’in ve Hz. Ali’nin evleri mescide açıldığı gibi Ebubekir’in ve daha başka birkaç sahabinin evlerinin de mescide açılan pencereleri vardı. Sonradan Hz. Peygamber, Ebubekir’in penceresinden başka mescide açılan pencerelerin kapatılmasını emretmiştir. Ancak kendisinin ve Ali’nin evleri yan yana idi ve kapıları mescide açılıyordu. Kendileri ve Hz.Ali, cünüp oluyor, yıkanıyorlardı. Cünüp iken mescide girmek yasak olsay­dı, önce onlara büyük bir zorluk olurdu. Bazıları da mescidde cünüp dolaş­manın, sadece Az. Ali’ye verilmiş bir ruhsat olduğunu söylemiştir. Ama bunun tutarlı bir yanı yoktur. Zira dini genel emirlerde istisna yoktur. Pey­gamber kimseye böyle bir istisna tanımamıştır. Aynı şartları haiz olan her­kes, aynı hükümlerle yükümlüdür.

HADİSLERLE KUR’AN TEFSİRİ-İBN KESÎR: 4Nisa/43-Ey iman edenler, sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de cünübken –yolcu olmanız müstesna- gusül yapmadıkça namaza yaklaşmayın…. AÇIKLAMA: Müslümanlar, namaz kılarken, namaz kıldıran kişi, namazda Kafirûn sûresini okudu. Okumasında:”…Biz sizin ibadet ettiğinize ibadet ederiz…” diye yanlış okuyunca bu ayet indi. …Dahhak, “Ey iman edenler, sarhoşken namaza yaklaşmayın.” ayeti hakkında şöyle demiştir:

Bununla içki sarhoşluğu değil, uyku sarhoşluğu kastedilmiştir. Bu söz İbn Cerir ve İbn Ebu Hatim tarafından rivayet edilmiştir.

Yine İbn Cerir der ki: Doğrusu; burada içki (içilerek) sarhoş olmanın kastedildiğidir. Yasaklama; söyleneni anlamayan sarhoşa yönelik değildir. Çünkü o, deli hükmündedir. Burada yasaklamaya muhatab olan, teklifi anlayabilen sarhoştur.

Usûlcülerden birçoğu; kendisine söyleneni anlamayan sarhoşun dışında, hitabın sözü anlayabilene yöneltileceğini söylemişlerdir. Zira anlama teklifin şartıdır…

Ne söylediğinizi bilinceye kadar” ayeti sarhoşluğun tarifinde söylenebileceklerin en güzelidir. Buna göre, sarhoş; ne söylediğini bilmeyendir. Sarhoş; okuduğunu karıştıracak, düşünmeyecek ve huşu’ içinde olamayacaktır. İmam Ahmed şöyle diyor: Hz.Peygamber:” Sizden birisi namaz kılarken uyukladığında namazı bıraksın ve dediğini anlayacak hale gelinceye kadar uyusun” buyurmuştur. Bu hadisi, Buhari ve Nesai de nakletmiştir. Hadisin bir rivayetinde:”Olur ki, istiğfar edeceğim derken, kendine söver.” fazlalığı vardır. s.1700-1701

TEFHİMU’L-KUR’AN TEFSİRİ: 4Nisa/43-Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. AÇIKLAMA: Arapça metindeki “sekr” (sarhoşluk) kelimesi, bu emrin sadece içkili iken değil, her türlü sarhoşluk anı için geçerli olduğunu ifade eder. Bunun yanısıra, sarhoşluk veren bir şey aslında haramdır, fakat eğer sarhoş iken namaza yaklaşırsa, o zaman iki kata büyük bir günah işlemiş olur… Bazı kimseler bu ayetten yola çıkarak, Arapça metnin anlamını bilmeyen kişinin namazının hiç kabul olmayacağını iddia etmişlerdir.

HADİSLERDE KUR’AN ‘I ANLAMADAN OKUMAMAK:

918-Ebû Hüreyre anlatıyor: “Resûlullah buyurdular ki: “Sizden biri geceleyin kalkınca Kur’ân diline dolaşıp ne dediğini anlamamaya başlayınca hemen yatsın.” [Müslim, Müsâfirin 223, (787); Ebû Davud, Salât 308, (1311).]

4124-Hz. Ali demiştir ki: “İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve Resulünün tekzib edilmelerini ister misiniz?” [Buhârî, İlm 49.]

4125-İbnu Mes’ud diyor ki: “Sen bir cemaate akıllarının almayacağı bir şey söylersen mutlaka bu, bir kısmına fitne olur.” [Müslim, Mukaddime 5.]

556-Hz. Ali anlatıyor: “İbnu Avf bizim için yemek hazırlayarak bizi davet etti, gittik, yemeği yedik. Arkadan şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet şarabın haram edilmesinden önce idi. Şarab beni sarhoş etmişti. Namaz vakti gelince imam olmamı istediler. Namazda Kâfirûn suresini okudum. Ancak “sizin taptığınıza ben tapmam” diyecek yerde “biz, sizin taptığınıza taparız” şeklinde yanlış okudum. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın…”ayeti nâzil oldu.” Ebu Dâvud, Eşribe 1, (3671); Tirmizi, Tefsir, Nisa (3029). Tirmizî hadisin sahih olduğunu belirtir.

PEYGAMBER KUR’AN ‘I ANLAMAYA ÖNEM VERİRDİ

915-İbnu Mes’ud anlatıyor: “Resûlullah bana:”- Kur’ân’ı bana oku!” dedi. Ben (hayretle):”- Sana indirilmiş bulunan Kur’ân’ı mı sana okuyayım?” diye sordum. Bana:”- Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!” dedi. Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne zaman ki, “Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?” mealindekiayete (41.ayet) geldim.”- Dur!” dedi. Durdum ve dönüp Resûlullah ‘a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu.” [Buharî, Fedâilu’l-Kur’ân 32, 33, 35; Müslim, Musâfirin 247, (700); Tirmizî, Tefsir, Nisa, (3027, 3028); Ebû Davud, İlm 13, (3668).] (Hadislerin kaynağı için bakınız: Hadis Ansiklopedisi(Kutub-i Sitte) Prof.İbrahim Canan Akçağ Yayınları)

NAMAZDA KUR’AN ‘IN YÜZÜNDEN, KUR’AN ‘I ELİNDE TUTARAK OKUMAK

2797-Hz.Âişe ‘nin anlattığına göre: “Kendisine kölesi Zekvân, Mushaf’ın yüzünden okuyarak imamlık yapıyordu.” [Buhârî, Ezan 54.] AÇIKLAMA: …Mushaf’tan okuyarak namaz kılmayı câiz görenler (İbnu Sîrîn, Hasan, Hakem, Atâ) bu hadisle amel ederler… Aynî şu açıklamayı sunar: “Hadisin zâhiri, Mushaf’ın yüzünden namaz sırasında kırâatı yürütmenin câiz olduğuna delâlet eder.” İbnu Sîrîn, Hasan Basrî, el-Hakem ve Atâ böyle hükmetmiştir. Hz.Enes , namaz kılar, arkadaki bir köle onun için Mushaf’ı tutardı. Eğer birayette yanılacak olsa Mushaf’ı onun için açıverirdi. İmam Mâlik ramazandaki (terâvih) namazında bunun caiz olduğuna hükmetti… Aynî, bahsi şöyle bağlar: “Derim ki: Namazda mushafın yüzünden kırâat, Ebû Hanîfe nezdinde namazı bozar, çünkü amel-i kesîrdir. Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre câizdir, çünkü mushafa bakmak da ibadettir, ancak yine de mekruhtur, çünkü bu davranışta Ehl-i Kitab’a benzeme var… İmam Mâlik ve Ahmed’den gelen bir rivâyete göre onlar nazarında, bu sadece nafile namazlarda namazı bozmaz.” (Hadislerin kaynağı için bakınız: Hadis Ansiklopedisi(Kutub-i Sitte) Prof.İbrahim Canan Akçağ Yayınları)

posted in NAMAZ | 0 Comments

28th Kasım 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

NAMAZDA NE OKUMALI?

KUR’AN’A GÖRE NAMAZDA NE OKUMALI?:

1Fatiha suresi/1-7- Rahmân ve Rahim Allâh adıyla 2- Her türlü övgü yalnızca Allah’a özgüdür, bütün alemlerin Rabbi, 3- Rahman’dır, Rahîm’dir O. 4- Hesap Günü’nün Hakimi. 5- Yalnız Sana kulluk eder; ve yalnız senden yardım dileriz. 6- Bizi dosdoğru yola ilet, 7- Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil.

2Bakara suresi/45-Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.

20Taha suresi/14- “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak (zikretmek) için namaz kıl.”

17İsra suresi/110-111-De ki: “Allah, diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. 111-Ve de ki: “Bütün övgüler, döl edinmeyen, egemenliğinde ortağı bulunmayan, güçsüzlükten, düşkünlükten ötürü herhangi bir yardıma, yardımcıya gereksinme duymayan Allah’a yakışır”. İşte, O’nu (hep böyle) yücelterek an.

17İsra suresi/79-80-Ve gecenin bir vaktinde kalkıp, kendi isteğinle yaptığın ilave bir eylem olarak namaz kıl: ki böylece Rabbin seni belki (ahirette) övgüye değer bir konuma yükseltir. 80-Ve de ki: “Ey Rabbim, (girişeceğim her işe) doğruluk ve içtenlik üzere girmemi; (bırakacağım her işten de) doğruluk ve içtenlik göstererek çıkmamı sağla; ve bana katından destekleyici bir güç, bir tutamak bahşet!”

2Bakara suresi/201-Ama içlerinde öyleleri de var ki: “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, ahirette de ve bizi ateşin azabından koru!” diye dua ederler.

2Bakara suresi/286-“Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez: Kişinin yaptığı her iyilik kendi lehinedir, her kötülük de kendi aleyhine.” “Ey Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama!” “Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme! Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma!” “Ve günahlarımızı affet, bizi bağışla ve rahmetini yağdır üstümüze! Sen Yüce Mevlamızsın, hakikati inkar eden topluma karşı bize yardım et!”

3Al-i İmran suresi/147-Onların tek söyledikleri şuydu: “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıkları bağışla! Adımlarımızı sağlamlaştır ve hakikati inkar edenlere karşı bize yardım et!”

MEZHEPLER: Subhaneke ve Ettehiyyat gibi duları Malikiler okumazlar.

HADİSLER: 2532-“…Bana Resûlullah: “Haydi git ve Medîne’de ilan et ki: “Sadece Fatiha süresi de olsa, Kur’ân’dan bir parça okumadıka kıldığınız namaz namaz değildir” dedi ve başka bir şey ilave etmedi.” Ebu Davud

2534-“(Namazda) Fatiha süresi ile kolaya gelen bir miktar (Kur’ânayetin)i okumakla emrolunduk.” Ebü Dâvud, Salât 136, (818).

NAMAZDA DUA

KUR’AN’DA NAMAZIN ÖZÜ VE DUA:

2Bakara suresi/45-Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.

20Taha suresi/14- “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak (zikretmek) için namaz kıl.”

1Fatiha suresi/1-7- Rahmân ve Rahim Allâh adıyla 2- Her türlü övgü yalnızca Allah’a özgüdür, bütün alemlerin Rabbi, 3- Rahman’dır, Rahîm’dir O. 4- Hesap Günü’nün Hakimi. 5- Yalnız Sana kulluk eder; ve yalnız senden yardım dileriz. 6- Bizi dosdoğru yola ilet, 7- Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil.

NAMAZDA DUA-HADİSLER: 2663-“Resûlullah buyurdular ki: “Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rek’atte bir teşehhüd vardır. Namazda huşû duyulur(derin saygı), temeskün(tezellül)(yoğun ihtiyaç içinde) izhâr edilir. Ellerini kaldırırsın.” Şöyle de dedi: “Ellerini, içleri kendi yüzüne dönük olarak Rabbine kaldırır; isteklerini (ısrarla tekrarla söyleyerek) istersin: “Ya Rabbi! ya Rabbi! ya Rabbi!..” Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir.” Tirmizî, Salât 283, (385).

2616-“Resûlullah rükü’ya gitti, sonra başını kaldırdı ve “Gıfâr kabilesini Allah mağfiret etsin, Eslem kabilesine Allah selâmet versin, Useyye Allah’a ve Resulüne isyan etmiştir. Allahım, Benî Lihyan’a lanet et. Ri’l ve Zekvân’a da lânet et” deyip secdeye gitti.” Müslim, Mesâcid 308, (679).

2617-İbnu Ömer’in anlattığına göre, Resûlullah’ın sabah namazının son rekatinin rükûsundan başını kaldırınca semi’allâhu limen-hamideh Rabbena ve leke’l-hamd dedikten sonra şöyle söylediğini işitmiştir: “Allahım falancaya falancaya lânet et.” Allah Teâlâ bunun üzerine şu mealdekiayeti indirdi: “(Kullarımın) işinden hiçbir şey sana ait değildir. (Allah) ya onların tevbesini kabul eder, yahud onları, kendileri zâlim (kimse)ler oldukları için, azablandırır” (Al-i İmrân 128). Buharî, Tefsîr, Âl-i İmrân 9; Tirmizî, Tefsîr; Nesâî, İftitah 121.

posted in NAMAZ | 0 Comments

28th Kasım 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

NAMAZDA KUR’AN’A BAKARAK OKUMAK

NAMAZDA KUR’AN’DAN OKUMAK

73Müzzemmil suresi/20- Rabbin, senin ve beraberindekilerin gecenin üçte ikisini, yahut yarısını, yahut üçte birini (namaz için) uyanık geçirdiğini bilir. Gecenin ve gündüzün ölçüsünü koyan Allah, sizin onu küçümsemeyeceğinizi bilir ve bu sebeple O rahmetiyle size yaklaşır. O halde Kur’an’ın kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun. Allah, zaman zaman içinizde hastalar, Allah’ın lütfunu aramak için yola koyulanlar ve Allah yolunda savaşa çıkanlar olacağını bilir. Öyleyse ondan (yalnızca) kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun, namazınızda devamlı ve dikkatli olun ve karşılıksız harcamada bulunun ve (böylece) Allah’a güzel bir borç verin çünkü kendi adınıza güzel ne iş yaparsanız karşılığını aynen Allah katında görürsünüz; evet, daha iyi ve daha zengin bir ödül olarak. Ve (daima) Allah’ın bağışlayıcılığını arayın. Kuşkusuz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

NAMAZDA KUR’AN’DAN OKUMAK- SÜLEYMAN ATEŞ

Ezbere bilmeyen, Mushafa bakarak Kur’ân okuyabilir. Buhârî’nin çıkarımına göre Hz. Âişe, Mushaftan okuyarak namaz kıldıran âzâdlı kölesi Zekvân’ın arkasında namaz kılardı.

Buhârî’ni bu rivayetini, Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif te Eyyûb ibn Ebî Melike yoluyla, İbn Ebî Şeybe de Vekî’-Hişâm ibn Urve-Ebubekr ibn Ebî Melike ve Ebû Melîke- Âişe’den nakletmiştir. Anlamı şöyledir:

“Âişe’nin âzâdettiği bir kölesi vardı. Bu köle Ramazanda Mushaftan okuyarak namaz kıldırırdı.”

Bu rivayet, namazda Mushafa bakarak okumanın caiz olduğuna delîl sayılmıştır. Ancak kimi de ameli kesîr olur gerekçesiyle, Mushaftan oku­manın caiz olmadığını söylemiştir.

Bu konuyu ele alan Hidâye sahibi Burhânu’d-dîn Ebû’l-Hasan Alî e)-Marğînânî(ö. 593 H.) şöyle diyor: “İmâm, Mushaftan okursa Ebu Hanîfe’ye göre namaz bozulur. İmâmeyn(Ebû Yûsuf ve Muhammed)e göre namaz tamdır, çünkü bu durumda ibâdet, ibâdete eklenmiş olur. Ancak bu, Kitap ehlinin eylemine benzediğinden mekruhtur.

Hidâye şârihi Aynî, Hidâye’nin ibarelerini şöyle açıklıyor: “İmâm, Mushaftan okursa, Ebû Hanîfe’ye göre namaz bozulur.” Saîd ibn el-Mü-seyyib, Hasan-ı Basrî, Şa’bî ve Sülemî de bu görüştedirler. Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre Mushafa bakarak okuyanın namazı tamdır. Ancak mek­ruh olur. Çünkü bu, namazlarında Kitaba bakan Kitap ehlinin eylemine benzer. Ebû Hanîfe’ye göre bundan ayrı olarak, bu davranışta amel-i kesîr ve telakkun (öğrenme) vardır.

Ebû Hanîfe, görüşünü iki gerekçeye dayandırıyor: Birincisi eylemin amel-i kesîr olması, ikincisi öğrenme olması. Birinci durumda eğer bakarak okurken Mushafı elde taşıma, yapraklarını çevirme gibi namazda yapılmayacak eylemler varsa, namaz bozulur. Şayet önüne konan Mushafı, elde taşımadan, yapraklarını çevirmeden, ya da mihraba yazılı Kur’ân’a bakarak okursa amel-i kesîr olmadığı için namaz bozulmaz.

Fakat Aynî, Kur’ân’ı taşımanın, yapraklarını çevirmenin namazı bo­zacağı savını, Peygamber’in uygulamasına aykırı bulmaktadır. Çünkü Pey­gamber (s.a.v.), namazda bundan daha çok olan eylemi yapmıştır: Ebû’l-As’ın kızı Umâme, kendisinin omuzunda olduğu halde namaz kılar, secdeye vardığında kızı yere bırakır, kalktığında tekrar alırdı. Mushafa bakmak neden caiz olmasın? Mushafa bakmak, ibâdetin ibâdete eklenmesidir. Mus­hafa bakmak, mihrabdaki nakışlara bakmaktan daha fazla bir şey değildir. Nakışlara bakmak namazı bozmazken, Kur’ân’a bakmak neden bozsun? Yapraklan çevirmek ise amel-i kalîldir.

Ama birinci bakımdan fark vardır. Çünkü yere konulmuş Mushafa bakmak, ameli kesîr değildir. Yazılı bir şeye bakmak da icmâ’ ile namazı bozmaz.

Mushafa bakıp okumayı, öğrenme sayma görüşünü de kabul etmeyen Hidâye sârini Kemâlu’d-dîn “Bu telakkun(öğrenme)dir, sözü, yanlıştır. Yazılı Mushafa bakmak, namazı bozacak ölçüde bir öğrenme değildir” diyor ve Serahsî’nin sözlerini aktarıyor: “İmam namazda Mushaftan okursa Ebû Hanîfe’ye göre namaz bozulur. Şâfi’îye göre kerahetsiz caizdir. Şâfi’î diyor ki: “Eğer Kitap ehli, namazlarında Kitaba bakıyor, diye Mushafa bakarak okumak, mekruh olursa ezbere okumak da mekruh olur. Çünkü Kitap ehli içinde, ezbere okuyanlar da vardır. Ayrıca biz de onlar gibi tasadduk eder, onlar gibi yer, içeriz. Bunlar mekruh değildir. (Mushafa bakmak neden mekruh olsun?)”

Şeyhu’l-İslâm Pezdevî diyor ki: “Mihraba baksa da’Namazında huşu’ et!’ ibaresinin yazılı olduğunu görse; bu ibareyi düşünse ve anlasa şeyhlerimizden bir kısmına göre -meselâ Ebû Yûsuf’a göre- namazı bozul­maz. Ancak İmâmı Muhammed’e göre bozulur.

Ancak şeyhlerimizden kimi de bakmanın namazı bozmayacağı kanı­sındadır. Çünkü kitabı okumak bizzat amaç değildir. Asıl amaç, kitabın (içindekini bilmektir. Öyle ise amaç aranır. Kitaba, anlamak için bakılır.

Fakat namazda okumak buna benzetilemez. Namazda olanın bakma­sında bir sakınca yoktur. Delîli de şudur: Karısının alnında’Sen boşsun’, kölesinin alnında da’Sen hürsün’ diye yazılmış olduğunu gören kimse, bu yazıya bakıp mânâsını anlamakla ne kadın boş, ne köle âzâdedilmiş olur. Bu da gösteriyor ki İmâm Muhammed (Allah rahmet eylesin), anlamayı okumakla, özellikle Kitap okumakla eş tutmuş, ama konuşma ile ilgili diğer hususlarda anlamayı okumaya eş tutmamıştır.

Bu görüşleri Bedâi’ s-sanâyi’de ele elen el-Kâsânî de şöyle diyor:

“Namazda Mushafa bakarak okumayı caiz görenler, Âişe’nîn, Zekvân adlı âzâdlı kölesinin Ramazanda Mushaf’tan okuyarak halka namaz kıldır­masını delîl gösterirler. Ayrıca Mushafa bakmak ibâdettir. Okumak da ibadettir. İbâdetin ibâdete eklenmesi, bozmayı gerektirmez. Ancak Kitap ehlinin eylemine benzediğinden mekruh olur. Fakat Şâfİ’îye göre biz, Kitap ehline benzemekten, her konuda men’edilmiş değiliz. Zira biz de onların yediklerini yiyoruz.”

Bu konuda Ebû Hanîfe görüşünün iki yönü vardır:

1- Eğer Mushafı taşıma, yapraklarını çevirip bakma gibi namazda yapılmayacak eylemler varsa, namaz bozulur. Buna göre önüne konulmuş Mushafa bakarak okumak, amel-i kesîr olmadığı için namazı bozmaz.

2- Bakarak okumanın, başkasından öğrenme olacağı, öğrenmenin ise namazı bozacağı noktasından ise Kur’ân’in elde taşınıp taşınmaması arasında fark yoktur.

Zekvân hadîsine gelince, Hz. Âişe’nin ve onun görüşünde olan sahabilerin, Kur’ân’a bakmanın öğrenim olduğunu bilmedikleri anlaşılıyor. Namazda öğrenim mekruhtur. Onlar bunu bilselerdi, gerek olmadığı halde bütün Ramazan boyu bu mekruh işi sürdürmezlerdi. Ya da râvînin “Ra­mazanda halka imamlık yapardı, Mushaftan okurdu” sözü, iki ayrı durumu anlatmış olabilir. Yani “Ramazanda halka imamlık yapardı” ve “Namaz dışında Mushaftan okurdu.” Bu sözü ile onun, Kur’ân’ı ezber bilmediği anlatılmış olur. Ancak Kur’ân’ın tamamını değil, bazı sureleri okuyarak namaz kıldırırdı, ya da her gün, o gece okunacak Kur’ân’ı ezberliyordu ki Ramazan ibâdetinde (terâvîhte) bütün Kur’ân’ı okumanın farz olmadığı bilinsin…”

Şu açıklamalar, fakîhlerin mutlaka mezheplerinin görüşlerini haklı çıkarmak için nasıl kelime oyunlarına girdiklerini göstermektedir. Hz. Âişe gibi Peygamber’in en yakın zevcesi, yıllarını Peygamber’le aynı odada, hattâ aynı yatakta paylaşmış olan ve Peygamber’in sözlerini, yaşayış tarzını, aile yaşayışını sonraki kuşaklara aktarmada en temel kaynak olan bir mü’minler annesini, namazda neyin mekruh, neyin caiz olduğunu bil­meyecek kadar bir cehaletle suçlamanın mantıklı bir tarafı olamaz. Sonra nakledilen: “Mushaftan okuyarak harika namaz kıldırırdı” sözünün anlamı gayet açık iken bu sözü, fakîhin istediği mânâya getirebilmek için iki cümleye parçalamak ve namazdan önce Kur’ân’ ı okuyup öğrendikten sonra halka namaz kıldırdığı biçime sokmak, tahrîf(çarpıtma)dan başka ne olabilir?

Doğrusu, dinde zorluk yoktur. Kişi Kur’ân’ı ezbere biliyorsa ezbere okur. Bilmiyorsa Mushafa bakarak okuyabilir. Bunun câîz olmadığına dair neayet, ne de hadîs vardır. Hattâ “Unuturum, şaşırırım” korkusuyla kalbini meşgul edecek kişinin, Mushafa bakarak okuması, huzur ve saygı açısından daha iyidir. (Süleyman Ateş- Kur’an Ansiklopedisi, Namaz maddesi)

NAMAZDA KUR’AN ‘IN YÜZÜNDEN, KUR’AN ‘I ELİNDE TUTARAK OKUMAK

2797-Hz.Âişe ‘nin anlattığına göre: “Kendisine kölesi Zekvân, Mushaf’ın yüzünden okuyarak imamlık yapıyordu.” [Buhârî, Ezan 54.] AÇIKLAMA: …Mushaf’tan okuyarak namaz kılmayı câiz görenler (İbnu Sîrîn, Hasan, Hakem, Atâ) bu hadisle amel ederler… Aynî şu açıklamayı sunar: “Hadisin zâhiri, Mushaf’ın yüzünden namaz sırasında kırâatı yürütmenin câiz olduğuna delâlet eder.” İbnu Sîrîn, Hasan Basrî, el-Hakem ve Atâ böyle hükmetmiştir. Hz.Enes , namaz kılar, arkadaki bir köle onun için Mushaf’ı tutardı. Eğer birayette yanılacak olsa Mushaf’ı onun için açıverirdi. İmam Mâlik ramazandaki (terâvih) namazında bunun caiz olduğuna hükmetti… Aynî, bahsi şöyle bağlar: “Derim ki: Namazda mushafın yüzünden kırâat, Ebû Hanîfe nezdinde namazı bozar, çünkü amel-i kesîrdir. Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre câizdir, çünkü mushafa bakmak da ibadettir, ancak yine de mekruhtur, çünkü bu davranışta Ehl-i Kitab’a benzeme var… İmam Mâlik ve Ahmed’den gelen bir rivâyete göre onlar nazarında, bu sadece nafile namazlarda namazı bozmaz.” (Hadislerin kaynağı için bakınız: Hadis Ansiklopedisi(Kutub-i Sitte) Prof.İbrahim Canan Akçağ Yayınları)

posted in NAMAZ | 0 Comments

28th Kasım 2008

SAYGI-BARIŞ=>HAK-ADALET=>AHLAK-ERDEM=>SEVGİ-DOSTLUK=>UMUT-SORUMLULUK=>ÖZGÜRLÜK

ÂDET(REGL) VE İBADET

KUR’AN’DA KADINLARIN ÂDETİNE BAKIŞ:

2Bakara suresi/222-Sana (kadınların) ay halleri hakkında soruyorlar. De ki: “O bir rahatsızlıktır. Bu yüzden, ay hali sırasında kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın; temizlendiklerinde ise Allah’ın emrettiği şekilde onlara yaklaşın.” Doğrusu, Allah pişmanlıkla kendisine yönelenleri ve özlerini temiz tutanları sever.

5Maide suresi/6-Siz ey inananlar! Namaz kılacağınız zaman yüzünüzü, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın. Başınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı meshedin. Eğer boy abdestini gerektiren bir halde iseniz kendinizi temizleyin. Ama eğer hasta iseniz yahut seyahatteyseniz yahut tuvaletten geldiyseniz yahut kadınla birlikte olmuşsanız ve su bulamıyorsanız, o zaman, temiz toprakle teyemmüm edin ve onunla yüzünüzü ve ellerinizi meshedin. Allah sizi zora koşmak istemez; ama sizi tertemiz kılmak ve nimetlerinin tamamını size bahşetmek ister ki şükredenlerden olasınız.

4Nisa suresi/43-Siz ey inananlar! Sarhoş iken namaz kılmaya kalkışmayın, ne dediğinizi bilinceye kadar (bekleyin); ve boy abdestini gerektiren bir durumda (iken de) yıkanıncaya kadar seyahatte olmanız (ve yıkanma imkanından yoksun bulunmanız) hali dışında- (namaza kalkışmayın). Ama eğer hasta iseniz veya seyahatteyseniz yahut tuvaletten geldiyseniz veya kadın ile birlikte olmuşsanız ve hiç su bulamıyorsanız, o zaman temiz toprakla teyemmüm edin, (onunla) yüzünüzü ve ellerinizi meshedin. Bilin ki Allah, gerçekten günahları temizleyendir, çok affedicidir.

***********o**************

ÂDETLİYKEN İBADET-SÜLEYMAN ATEŞ

2/222- Sana hayızdan(âdet görme) soruyor­lar. De ki: “O eziyettir.” Âdet halinde kadınlardan çekinin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara varın. Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever. 223- Kadın­larınız sizin hars(ürün mahall)inizdir. O halde ürün mahallinize nasıl dilerseniz öyle varınız. Kendiniz için ileriye hazırlık yapın ve mutlaka Allah’a kavuşacağınızı bilin. (Ey Muhammed) İnananları müjdele. (Bakara: 92/222-223)ayetinde de inanan erkeklere hitaben, kadınların, kendilerinin harsi olduğu, harelerine diledikleri biçimde varabilecekleri belirtiliyor.

Bu ayetlerde iki konu hakkında hüküm getirilmektedir: Hayd ve cinsel ilişki.

A- Hayız: Dilde akmak, taşmak anlamına gelen hayd belli zamanda kadından gelen kan ve kan gelmesi durumudur. Fakîhlere göre âdet süresi en az üç, en çok on gündür. Bundan az veya çok süre akan kan, hayd değil, hastalık eseri sayılır. Yine fakîhlere göre hayd halinde kadın oruç tutamaz, namaz kılamaz, Kur’ân’a el süremez, cinsel ilişkide bulunamaz. Orucunu sonra kaza eder ama namazı kaza etmez. Fakîhler kişi rivâyetleriyle gelen hadîslere dayanarak bu yargılara varmışlardır.

Hayızlı kadının namaz kılamayacağı hakkındaki rivayet, sadece Hz. Âişe’ye dayandırılmaktadır. O da ilim ifade edecek nitelik ve güçte değildir. Âişe’den gelen bir rivayete göre zamansız âdet gören bir kadın, Allah’ın Elçisine gelip düzensiz âdet gördüğünü, bu durumda namaz kılıp kılamayacağını sormuş, Allah’ın Elçisi ona: “O gerçek âdet değildir, yıkan ve namazını kıl!” demiştir. Bu kadın, her vakitte yıkanıp namazını kılarmış.

Bu rivayeti duyan Abdu’r-Rahmân ibn Hişâm: “Allah, Hind’e rahmet eylesin. Keşke bu fetvayı duysaydı. Vallahi bu özründen dolayı namaz kılamadığı için ağlayacak derecede üzülürdü!” demiştir.

Bir rivayete göre Hz. Âişe, “Hayız günlerindeki namazlarını kaza etmemiz gerekir mi?” diye soran bir kadına: “Sen Harûriyye(Hâricîler)den misin? Allah Elçisi zamanında biz âdet görürdük. Bize (âdetten sonra) namazımızı değil, sadece orucumuzu kaza etmemiz emredilirdi” demiştir.

İşte adetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkın­daki delîl sadece Âişe’ye dayandırılan bu rivayetlerdir. Zan ifade eden bu rivayetlerle Kur’ân’ın kesin emri nasıl askıya alınabilir? Kaldı ki bu rivayette adetli kadının namaz kılamayacağı hakkında bir söylem de yoktur. Sadece adetli kadının, kılmadığı namazı kaza edip etmeyeceğine dair bir sorunun cevabı vardır. Önce Hz. Âişe’nin, namazın kazasından söz etmesi de kuşkuludur. Çünkü Peygamber döneminde öyle günlerce kılınmayan namazların kazasından söz edilmez. O dönemde müslümanlar, namazlarını özürsüz olarak terk etmezlerdi. Özür dolayısıyla bir iki vakit veya bir iki günlük namazlar da kaza olarak değil, tertîb ile cem’edilerek kılınırdı.

İnsanın isteği dışında hasıl olan özür, ibâdete engel değildir. Hz. Peygamber, düzensiz âdet gören kadına, yıkanıp namaz kılmasını emretmiş ve bu kadın, her namazında yıkanarak (veya abdest alarak) namaz kılmıştır. Şimdi düzensiz âdet görme ile, düzenli âdet görme arasında ne fark vardır? İkisinde de kadından gelen kan, aynı kandır. Gelen kan, pis görüldüğü için bu kadına, temizlenip, yani abest alıp namazını kılması emredilmiştir. İnsanın elinde olmayan bir hal, neden onun ibâdetine engel olsun? Düzensiz âdet görme özür sayılıyor da, normal âdet görme neden özür sayılmasın? Aşağıdaki rivayet, Hz. Peygamber’in, normal âdeti özür saydığını kanıtlar:

Hz. Âişe’nin rivayetine göre Âdet halinde bulunan Âişe, Mescidde bulunan Peygamber’in başını yıkayıp tarardı. Peygamber, adetli Âişe’ye: “Mescidden bana humre(seccâde)yi getir! demiş.” Âişe, adetli olduğunu söylemiş. Peygamber: “Âdet, senin isteğinle olan bir şey değildir. Sen Mescide git, bana seccadeyi getir!” demiş.

Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde ne âdetin süresinden, ne de adetli iken Kur’ân okunamayacağından, namaz kılınamayacağından, oruç tutulama­yacağından söz edilir. Hayd tıpkı idrar tutamamak gibi bir özürdür. Özürlü erkek ibâdetten mu’âf tutulmaz, sadece her vakit için abdest alıp ibâdetini yapar.

Kendi içinde olağanüstü çelişkili olan bu kişi rivâyetleriyle ma’alesef din bozulmuş, Kur’ân’ın söylemediği şeyler dine sokulmuştur. Kur’ân, adetli kadının neyi yapamayacağını söylüyor: O da cinsel ilişkidir. Kadına eziyet vereceği için erkeklere, bu durumdaki kadınla ilişkiye girmemeleri emredilmiştir. Maksat kadına eziyet vermemek, bir de o durumda kadına karşı bir soğukluk duygusu oluşma olasılığını uzaklaştırmaktır.

Bunun dışında hayd hali, normal bir özür durumudur. Nasıl cünüp kimse su ile yıkanamadığı takdirde teyemmüm ederek namaz kılıyorsa özürlü özrü devam ede ede ibâdetini yapabiliyorsa adetli kadın da her namaz için abdest alarak namazını kılar, Kur’ânını okur, orucunu tutar, diğer ibâdetlerini yapar.

Kur’ân’ın sınırlamadığı bir şeyi kimse sınırlayamaz. Kur’ân’a ters şeyler hadîs olamaz. O rivayetler, peygamber’e iftiradır. Adetli kadın hakkında Yahudilikten ve çeşitli uluslardan Araplara sızan gelenekler hadîs biçimine getirilerek İslâm literatürüne sokulmuştur. Bunların aslı olsaydı mutlaka Kur’ân’da kadının hayd halinde bu ibâdetleri yapama­yacağına dair bir açıklama olacaktı. Zira Kur’ân ibâdet yapamama gibi önemli bir hali kapalı bırakmaz, bunu belirtirdi. Kur’ân hayd halindeki kadınla cinsel ilişki yapılmamasını söylüyor da hayd halindeki kadının namaz kılamayacağını, oruç tutamayacağını, diğer ibâdetleri yapama­yacağını neden söylemiyor? Yoksa Allah katında cinsel ilişki namazdan, oruçtan, Kur’ân okumaktan daha mı önemlidir? Kur’ân’a ters bu tür düşünce ve uygulamaları bırakıp Kur’ân’a dönmeli ve Kur’ân ne diyorsa onu uygulamalıyız.

Bir özür (hastalık) dolayısıyla oruç tutamayanın, başka zaman onun yerine oruç tutacağı, ama hastalık veya sefer durumunda oruç tutmanın daha sevâb olduğu bildiriliyor. Hiçbir halde namaz düşmüyor veya ertelenmiyor. Hastalık halinde nasıl namaz düşmüyorsa bir hastalık olan özür halinde de namaz düşmez. Ancak oruç başka günde tutulmak üzere ertelenebilir. Fakat oruç tutmak daha efdaldir.

Âyette hayd (âdet) durumunda sadece bir tek yasak getirilmektedir; o da kadının kendisine değil, onunla ilişkide bulunmak isteyen kocasınadır. Kocasına, adetli hanımı ile ilişkide bulunmaması, çünkü bu eylemin, kadına eziyet vereceği buyuruluyor.

“De ki:’O eziyettir’.”: Eza, eziyet veren bir hastalık mânâsına gelebileceği gibi, insanı tiksindiren pislik anlamına da gelir. Yani hayız, kadına eziyet veren, sizi de tiksindiren bir haldir. Bu halde bulunan kadınla münâsebetten uzak durunuz…

Rivayetlerden anlaşılıyor ki toplumda bazı insanlar, adetli kadınla bütün ilişkileri kesmek gerektiğine, ona el sürülmeyeceğine, elini vurduğu her şeyin pis olacağına inanıyorlardı. Erkeklerde, o haldeki kadınlara karşı bir tiksinti duygusu yerleşmişti.

Bu inanç ve töre çeşitli toplumlarda vardı. Meselâ İranlılar, âdet halindeki kadını evden çıkarırlar, kent dışında küçük bir çadıra kapatırlar; ona yemek götüren hizmetçi dahi ona veya onun temas ettiği eşyaya değip pis olmaması için ellerini, burnunu ve kulaklarını bez parçasıyla sarardı. İşte Âişe’den aktarılan bu sözlerde, bu düşüncelerin yersizliğini kanıtlamak için, peygamber’in, adetli kadınla, Kur’ân’ın yasakladığı cinsel ilişki dışında ilişkilerini sürdürdüğü anlatılmaktadır.

Yahudiler, hayızdan çok sakınırlar, hayızlı kadınla yatmadıkları gibi beraber yemek de yemez, aynı odada dahi oturmazlardı. Hıristiyanlar ise hayza hiç önem vermezler, hayızlı kadınlarla ilişkide bulunurlardı. Araplar, özellikle Kitâb ehliyle bir arada oturan Medîneliler, bu hususta Yahudilerin etkisinde kalmışlardı. Onlar da Yahudiler gibi yapıyorlardı. Bazı sahâbîler, Hz. peygamber’den bu konuda İslâmın hükmünü sordular. İşte bu ayet bu soruya yanıt olarak indi.

Kur’ân-ı Kerîm’de hayzın, kadının cünüp olacağına ve hayzı kesilen kadının, cünüplükten yıkanır gibi yıkanması gerektiğine dair bir söylem yoktur. Yalnız kan akması, insanlar tarafından pislik kabul edilir. Özellikle akan kan temizlenmezse o bölgede mikrop üremesine neden olur. Bu bakımdanayette “Temizlendikleri”, yani kan akması durduğu zaman, onlarla cinsel ilişkide bulunulabileceği belirtilmektedir. Elbette akan kan durduktan sonra o bölgenin yıkanması gerekir. Bu, cünüplükten temizlenme değil, kan bulaşıklarından temizlenmedir. Bunu cünüplük hali olarak görmek hatâdır. Çünkü Kur’ân’da böyle bir söylem ve tanım yoktur.

Âdet ve lohusa halindeki kadının kirliliği inancı, Kur’ân’dan değil, Tevrat’tan alınmadır. Bundan söz etmediğine göre demek ki Kur’ân, Tevrat’ın bu hükümlerini muhataplarından kaldırmış iken gelenek, bunları hadîsleştirerek fıkıh kuralları haline getirmiştir.

Tevrat, lohusa kadını murdar (cünüp) saymaktadır (Levililer: 12/2-5). Yine Tevrat’a göre kendisinden kan gelen (adetli) kadın, yedi gün murdar olur, ona dokunanlar da murdar (pis) olurlar, hattâ o kadının oturduğu yatak, ya da döşek üzerine bir şey bulaşırsa o şeye dokunan erkek, akşama kadar murdar (pis) olur. Adetli kadınla yatıp da üstüne bir şey bulaşan erkek de yedi gün murdar (pis) olur (Levililer: 15/19,23-24).

“Ve eğer bir kadının akıntısı olur ve bedeninde akıntısı kan olursa yedi gün murdarlığında kalacak ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır.”

“Bir kadın gebe kalır, çocuk doğurursa âdet murdarlığı günlerinde olduğu gibi murdar olacaktır… Fakat çocuk doğurursa iki hafta murdar olacak ve altmış altı gün kendi tathiri kanında kalacaktır.”

Fakat Kur’ân adetli kadının murdar olacağından söz etmez. Ancak âdet halindeki kadınla yatmanın, kadına eziyet olacağını, bu yüzden adetli kadınla yatmaktan uzak durulmasını emreder (Bakara: 92/222) Tevrat’ın, adetli kadının pis olacağı hükmü de hadîs şekline getirilmiştir.

Âyetin, “Temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara varın.” cümlesi üzerinde müfessir ve fakîhler görüş ayrılığı içine düşmüşlerdir: 1. Ebû Hanîfe’ye göre birinci kendiliğinden temizlenmek, yani haydin kesilmesi demektir. Şeddeli olan kelimesi de anlamındadır. Binâenaleyh, kadının, âdeti kesilince yıkanmadan dahi onunla ilişkide bulunmakta bir sakınca yoktur.

2. Mâlik,Zührî, el-Leys, Rabî’a, Ahmed, İshâk ve Ebû Sevr’e göre kan kesilince cinsel ilişkide bulunabilmek için kadının yıkanması gerekir. Bunlara göre de Ebû Hanîfe görüşünün tersine, birinci şeddeli olan anlamındadır.ayet, “Âdetten kesilen kadınlar, su ile yı­kanmadan onlarla temas etmeyin. Onlar su ile yıkandıktan sonra onlarla temas edebilirsiniz” demektir.

3. Tâvûs ve Mücâhid’e göre de kan kesildikten sonra kadın, ilişkide bulunabilmek için yıkanır ama cünüplükten yıkanır gibi yıkanmasına gerek yoktur. Sadece abdest alması, yani temizlenmesi yeterlidir.

Adetli kadına varmak yasak olmakla beraber nefsine uyup da bunu yapanın tevbe etmesi ve keffâret vermesi gerekir. Bunun keffâreti, İbn Abbâs’a göre yarım dînâr ile bir dînar arasında değişir. Fakat Şâfi’î ve seleften bir cemâate göre bunun keffâreti yoktur, tevbe ve istiğfar yeterlidir

İbn Kesîr özetle şöyle diyor: “Ebû Hanîfe, Şâfı’î ve Ahmed ibn Hanbel’den gelen sözlere göre kadın ancak fercinden kullanılabilir. İmam Mâlik’ten ise kadını arkadan kullanmanın caiz olduğu rivayet edilmiştir. Hâkim, Dârekutnî, Hatîb-i Bağdadî, İmam Mâlik’in, kadını poposundan kullanmanın caiz olduğu kanâatinde bulunduğunu çeşitli yollarla rivayet etmişlerdir. Fakat sened-lerde zayıflık vardır.” Nâfi’, Abdullah ibn Ömer’in: “Âyet kadınlara arkala­rından varılabileceği hakkındadır” dediğini nakletmiş, fakat başkaları, Nâfı’i, bu rivayetinde yalanlamıştır. Şî’adan Seyyid el-Murtazâ da bunun caiz olduğu kanısındadır. Seyyid Murtazâ bu görüşü, İmâm-ı Ca’fer ibn Muhammed es-Sâdık’tan rivayet etmiştir.

Kadına arkadan varmanın haram olduğunu söyleyenler de, şu hadîslere dayanırlar: “Kadınlara arkadan varmayın. Allah haktan utan­maz.” “Erkek veya kadına arkasından varan adama Allah bakmaz.” Tirmizî, birinci hadîsin senedini zayıf bulmuş, ikinci hadîsin de garîb olduğunu söylemiştir. Tirmizî, İbn Mâce, Dârimî ve Ahmed ibn Hanbel’in rivayet ettikleri “Kim hayızlı kadına varır, kadını dübüründen kullanır, yahut kâhine başvurursa kâfir olmuştur” şeklindeki hadîsi de yine, sened bakımından zayıf görmektedir: “Çünkü peygamber (s.a.v.), âdet hâlindeki kadına varanın, bir dinar keffâret vermesini emretmiştir. Eğer adetli kadına varmak küfür olsaydı, bu işe keffâret konmazdı” diyor.

Görülüyor ki: iki tarafın delilleri de zayıftır. Fakat bu işin haram, yahut harama yakın mekruh olması gerekir. (Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Hayd maddesi)

***********o**************

ÂDETLİYKEN İBADET-RAZİ TEFSİRİ

“İstihaze Kanının Abdesti Bozup Bozmaması: İmam Mâlik (r.h), devamlı alışkan olmaması şartıyla (def-i hacetin) iki yolunun dışında, bedenden çıkan şeylerin abdesti bozacağını söylemiş ve buna istihaze kanını misal vermiştir. Rebi’a ise şöyle demiştir: “İstihaze (özür) kanı da abdesti bozar. Bizim delilimiz,ayetin umumî oluşudur.” (Razi Tefsiri, 5/6 açıklaması)

***********o**************

ÂDETLİYKEN İBADET-HAYRETTİN KARAMAN

“İbn Kayyim el-Cevziyye, İ’lâmu’l-muvakkı’în isimli fıkıh usulü kitabının 3. cildinde, hayızlı kadının tavafı meselesini tartışıyor. “Haccın tamamlayıcı parçalarından (rükünlerinden) biri olan tavâfı yapamadan hayız görmeye başlayan bir kadın -eğer yol arkadaşları (kervan, gurup) bekleyemiyorlarsa- ne yapacak?” sorusunu soran İbn Kayyim, “Bekler, gidip sonra bir daha gelir, hayızlı yapar ve ceza öder…” gibi çözümleri birer birer tartışarak reddediyor ve şu sonuca varıyor: Allah kullarını güçlerinin yetmeyeceği, kendilerine çok zor gelen ibadetlerle yükümlü kılmaz. Ayakta namaz kılamayan oturup kılar, su bulamayan teyemmüm eder, elbise bulamayan çıplak kılar, kıbleyi bilemeyen tahmin ederek bir tarafa yönelir… Hayızlı kadın da temizlenmeyi bekleyemiyorsa öylece tavâfını yapar ve kasten bir kural ihlal etmediği ve yasağı çiğnemediği için ceza da gerekmez… (İbn Kayyim, İ’lâm, Msr, 1955, III, 25, 34)

İbn Rüşd, Bidâyetü’l Müctehid Nihâyetü’l Muktesıd isimli eserinde “cünüplük ve hayız halinin hükümleri” başlığı altında “mescide girme, Kur’an’a dokunma ve onu okuma” konularını ele alıyor ve özetle şunları kaydediyor: Fıkıh âlimlerinin, cünüp ve hayızlı olanların mescide girmelerinin cevazı konusunda üç farklı ictihadları vardır: 1. Malik (hanefîler de bu görüştedirler) girmeleri caiz değildir diyor. 2. Şâfi’î “orada oturmak üzere giremezler ama mescide bir kapısından girip diğerinden çıkarak yollarına devam edebilirler” diyor. 3. Dâvûd Zâhirî ve onun yolundan gidenler ise “cünüp ve hayızlının mescide girmeleri, orada oturmaları caizdir” diyorlar.

Bu konuda farklı yorum ve ictihadların bulunmasının sebebi, ilgiliayetin farklı anlaşılması, hadisin de sahih olup olmadığı konusundaki farklı değerlendirmedir. İlgiliayetin meali şöyledir: “Ey iman edenler! Ne söylediğinizi bilir hale gelinceye kadar sarhoş iken namaza yaklaşmayın, guslünüzü edinceye kadar da -yoldan geçmeniz dışında- cünüp iken (namaza yaklaşmayın)” (Nisâ: 4/43). Mealde geçen “namaza yaklaşmayın” cümlesi iki şekilde anlamaya müsaittir: a) Namaz kılmayın. b) Namaz yerine (mescide) yaklaşmayın; yani girmeyin.ayeti birinci şekilde anlayanlar, hayızlı ve cünüp iken namaz kılınmaz ama mescide girilebilir demişleridir.

Hadis de “Cünüp ve hayızlı için mescidi helal kılmıyorum” mealindedir. Bu hadisi sahih bulmayan müctehidler onu delil olarak kullanmamışlardır.

Zâhiriyye mezhebinin güçlü âlimi İbn Hazm de el-Muhallâ isimli fıkıh kitabında, “cünüp ve hayızlı olanların mescide giremeyeceklerini” savunan alimleri tenkit ediyor ve özetle şu delillere dayanıyor: İleri sürdükleriayeti “mescide yaklaşmayın” şeklinde anlamak doğru değildir. Hadis de sahih değildir. Hz. Peygamber zamanında Suffe ashâbı mescidde kalırlardı ve elbette ihtilam olurlardı. Azat edilen bir siyah cariyeyi Peygamberimiz uzun zaman mescidde oturttu; bu esnada onun da âdet görmüş olması tabîîdir… (İbn Hazm, el-Muhallâ, 77, 184; İbn Rüşd, Bidayetü’l-müctehid, Beyrut, 1987, 29 vd.)” (Hayrettin Karaman-Sorular ve Cevaplar-Özel hallerinde kadınların ibadeti başlığı.)

***********o**************

HADİSLERDE ÂDETLİYKEN(REGL) İBADET

(Hayızdan temizlenmek, kanlı bölgenin temizlenmesidir: Hayızlı kadının namaz kılması için yıkanması gerekmez.)

3790-Hz. Aişe anlatıyor: “Ensardan bir kadın, Resûlullah’a hayızdan nasıl yıkanacağını(AYRICA ORİJİNALDE İĞTİSÂL DEĞİL, ĞUSL GEÇMEKTEDİR. ARAPÇA’DA ĞUSL YIKANMAK DEĞİL, YIKAMAK ANLAMINA GELİR.) sordu. Bunun üzerine, Resûlullah da nasıl yıkanacaksa öyle emretti ve dedi ki: “Miske bulanmış bir (bez, pamuk vs.) parçası al. Onunla temizlen!” “Onunla nasıl temizleneceğim?” diye kadın tekrar sordu. Resûlullah: “Onunla temizlen!” buyurdu. Kadın tekrar etti: “Nasıl?” Resûlullah: “Sübhânallah! temizlen!” dedi. (Baktım ki anlamıyor;) kadını kendime çektim ve: “O parçayı, kan bulaşığına tatbik et” dedim..” Buhari, Hayz 13; Müslim, Hayz 60; Ebu Davud, Taharet 122; Nesai, Taharet 159.

3793-…Örtüde benden bulaşan kan vardı. Bu benim ilk hayız kanım idi. Görünce deveye doğru sıçradım ve utandım.. Resûlullah bendeki bu hali farkedip, kanı da görünce: “Neyin var? Belki de hayız oldun?” buyurdular. Ben “Evet!” dedim. Resûlullah: “Öyleyse (hayız görenlerin tedbirlerine başvurarak) kendine çekidüzen ver. Sonra da bir su kabı al, içerisine tuz at. Sonra örtüye değen kanı yıka, sonra bineğine dön!” ferman buyurdular. Resûlullah Hayber’i fethettiği zaman ganimetten bize de bağışta bulundu. (Ümeyye Bintu Ebi’s-Salt) der ki: “(Gıfarlı sahabiyye), suyuna tuz katmadan hayız kanını yıkamazdı. Öldüğü zaman cenazesinin yıkanacağı suya da tuz atılmasını vasiyet etmiştir.” Ebu Dâvud, Tahâret 122, (313)

3522-“(Hz. Âişe) dedi ki: “Bizden biri hayız olur, sonra temizlenince, (bulaşma) kanı, elbisesinden kazır ve elbisenin geri kısmına su serper sonra da içinde namaz kılardı.”[Buhârî, Hayz 9; Ebû Dâvud, Tahâret 107, (269), 132, (357), 142, (388); Nesâî, Tahâret 179, (1, 150, 151).]

3520-Esmâ Bintu Ebî Bekr anlatıyor: “Bir kadın Resûlullah’a gelerek:”(Ey Allah’ın Resûlü!) Birimizin çamaşırına hayız kanı bulaşınca ne yapmalıdır?” diye sordu.:”Önce kazır, sonra parmak ucuyla bulaşan yeri yıkar, sonra da [kan görülmeyen yere] su çiler” buyurdu.” [Buhârî, Hayz 9; Müslim, Tahâret 110; Muvatta, Tahâret 103; Ebû Dâvud, Tahâret 132]

***********o**************

ÂDETLİYKEN İBADET(REGL)-SÜLEYMAN ATEŞ

Bir rivayete göre Hz. Ayşe, “Hayz günlerindeki namazlarını kaza etmemiz gerekir mi?” diye soran bir kadına, “Sen Harûriyye (Haricîler)’den misin? Allah Elçisi zamanında biz âdet görürdük. Bize (âdetten sonra) namazımızı değil, sadece orucumuzu kaza etmemiz emredilirdi” demiştir (Müslim, Hayd: b. 15, h. 67-68).

İşte adetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkındaki delil sadece Ayşe’ye dayandırılan bu rivayetlerdir. Zan ifade eden bu rivayetlerle Kur’ân’ın kesin emri nasıl askıya alınamazsa bu rivayette adetli kadının namaz kılamayacağı hakkında bir söylem de yoktur. Sadece adetli kadının, kılmadığı namazı kaza edip etmeyeceğine dair bir sorunun cevabı vardır.

Kur’ân-ı Kerîm’de ne âdetin süresinden, ne de adetliyken Kur’ân okunamayacağından, namaz kılınamayacağından, oruç tutulamayacağından söz edilir. Hayd, tıpkı idrar tutamamak gibi bir özürdür. Özürlü erkek ibâdetten muaf tutulmaz, sadece her vakit için abdest alıp ibadetini yapar. Kendi içinde olağanüstü çelişkili olan bu kişi rivayetleriyle maalesef din bozulmuş, Kur’ân’ın söylemediği şeyler dine sokulmuştur.” (Süleyman Ateş -Vatan Gazetesi -17/3/2004)

“Yeni İslâm İlmihali” adlı eserimin 1979 basımındaki, söz konusu ilmihalde adetli kadının oruç tutamayacağını, namaz kılamayacağı, âdeti kesildikten sonra tutamadığı oruçlarını kaza edeceği fakat namazlarını kaza etmeyeceği belirtilirken gazetedeki yazımda ise âdetin, biyolojik bir özür durumu olduğu, bu halde bulunan bayanın dilerse oruç tutabileceği, hasta gibi orucunu yiyip sonra kaza edeceği ancak namazın hiç düşmeyeceği, her namaz vakti için abdest alıp namazlarını kılacağı belirtilmektedir.

Büyük bir vebaldir: Okurum özetle diyor ki: “Yazarı aynı olan bu yazılarda bir çelişki yok mu? İkinci yazıda belirtilen bilgiler doğru ise âdet hali bittikten sonra gusletme gerekliliği ortadan kalkmıyor mu?” Şunu belirteyim ki İslâm İlmihali’ni yazdığım zaman dayandığım kaynaklar klasik ilmihal ve fıkıh kitaplarıydı. Bilgilerim bizzat Kur’ân’a değil, bu kitaplara dayanıyordu. Ama ne zaman ki tefsîr için Kur’ân’ın içine girdim ve bilgilerimi doğrudan Kur’ân’dan almaya başladım, klasik ilmihal kitaplarında yazılan birçok konunun yanlış anlatıldığını ve Kur’ân düşüncesinin yorumlarla çarpıtılıp değiştirildiğini gördüm. Elbette farkına vardığım hatada ısrar edemezdim çünkü bu, büyük bir vebaldir. Dediğim gibi “Yeni İslâm İlmihali” adlı eserimin ilk baskılarındaki bilgiler, mevcut ilmihallere, klasik fıkıh kitaplarına dayanmaktaydı.

Düzeltmeleri yaptım: Hatayı fark ettikten sonra o kitapta da gerekli düzeltmeleri yaptım. Kitabın son baskısında, klasik fıkıh kitaplarında yazılan bilgileri aktardıktan sonra bu konudaki görüşümü açıkladım. Kitabın son baskısının 111’inci sayfasında, “Adetli kadınla ilgili önemli bir açıklama”yı okuyabilirsiniz. Değerli okurum, Maide Suresi’nin altıncı ayetinde namaz kılmak isteyenin, abdest alması, cünup olanın ise tam temizlenmesi (yani yıkanması) emredilmektedir. Hayız (âdet hali), cünupluk değildir. (Süleyman Ateş -Vatan Gazetesi -17/9/2003)

”Mezhep öncülerine göre hayız(adetli) halinde kadın oruç tutamaz, namaz kılamaz, Kur’ân’a el süremez, cinsel ilişkide bulunamaz. Orucunu sonra kaza eder ama namazını kaza etmez. Fakîhler(mezhep öncüleri) kişi rivayetleriyle gelen hadislere dayanarak bu yargılara varmışlardır.

Normal bir özür durumu: Oysa Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde ne âdetin süresinden, ne de adetliyken Kur’ân okunamayacağından, namaz kılınamayacağından, oruç tutulamayacağından söz edilir. Hayd(adetli olmak), kadınlar için doğal, biyolojik bir özür durumudur. Özürlü erkek ibadetten muaf tutulmaz, sadece her vakit için abdest alıp ibadetini yapar.

Kur’ân, adetli kadının neyi yapamayacağını söylüyor: O da cinsel ilişkidir. Kadına eziyet vereceği için erkeklere, bu durumdaki kadınla ilişkiye girmemeleri emredilmiştir. Maksat kadına eziyet vermemek, bir de o durumda kadına karşı bir soğukluk duygusu oluşma olasılığını önlemektir.” (Süleyman Ateş -Vatan Gazetesi -26/8/2003)

posted in NAMAZ | 1 Comment