MESCİD-İ AKSA VE Cİ’RANE
Kaynaklar, Mescid-i Aksâ’nın, Süleyman Ma’bedi olduğunu söylüyorlarsa da Peygamber Efendimizin döneminde Süleyman Ma’bedi, bir harabeden ibaret olup adı Mescid-i Aksa değildi. Zaten konu başına yazdığımız İsrâ Sûresi’nin 7. âyeti de Mescid’in düşman tarafından harâbedildiğini belirtmektedir. Gerçi âyette Süleyman Ma’bedi, mescid olarak anılmakta ise de Mescid-i Aksa şeklinde özel bir unvanla anılmamaktadır. Kur’ân’da mescid, ma’bed anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan Süleyman Ma’bedi de elbette mescittir. Fakat bu Ma’bed’in, Hz. Peygamber’in yürütüldüğü Mescid-i Aksa olduğuna dair Kur’ânî bir kanıt yoktur.
Hz. Ömer döneminde Süleyman Ma’bedinin yerine yapılan mescide, Mescid-i Aksa adı verilmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Aksa olmadığına göre İsrâ Sûresi’nin bu ilk âyetinde sözü edilen Mescid-i Aksâ’nın, Süleyman Ma’bedi’nden ayrı bir mescid olması gerekir.
Alfred Guillaume, bir araştırma yazısında Mescid-i Aksâ’nın yeri hakkında iki kaynaktaki rivayete dikkat çekmektedir. Bu kaynaklardan biri (Tarih araştırmacısı) Vâkıdî’nin Mağâzîsi, diğeri de Ebû’l-Velîd Ahmed ibn Muhammed el-Ezrakî’nin (ö. 212, 217 veya 219 (v. 250/864) )nin, Ahbâru Mekke adıyla basılan kolleksiyonudur.
Vâkıdî (130-201/747-823), Hz. Peygamber’in, Zî’1-Ka’de’nin son beş gününde, Perşembe günü Ci’râne’ye gelip orada onüç gece kaldıktan sonra, karşı yakada bulunan Mescid-i Aksâ’ya geçip orada ihrama girdiğini, Resullah’ın namazgahının Ci’râne’deki (Cirane’ye Mekke’ye 29 km uzakta) Mescid-i Aksa olduğunu; Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) adını taşıyan Mescidi ise Kureyşli bir adamın yaptığını; Resulullah’ın, Ci’râne Vâdîsini ihrâmsız geçmediğini yazıyor.
Ezrakî ise bu konuda şöyle diyor: “Mücâhid’le birlikte Ci’râne’de Vâdî’nin arka tarafından ihrama girmiş olan Muhammed ibn Târik, Hz. Peygamber’in de buradan ihrama girdiğini söylemiş ve demiştir ki:’Ben, Ci’râne’de birlikte ihrama girdiğim Mücâhid bana dedi ki: Mescid-i Aksa, Vâdî’nin öte yakasında, Peygamber’in namaz kıldığı yerdir. Bu Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) ise Kureyşli bir adamın bir duvar çevirerek yaptığı namazgahtır. ( Alfred Guillaume, Where vvas al-Masjidd al-Aqsâ, Al-Andalus dergisi, sayı: 18, s. 323-336.)
Bu durumda Mescid-i Aksa, ne Kudüs’teki Süleyman Ma’bedi, ne gökte bir ma’bed’dir. Hz. Peygamber’in, zaman zaman gidip namaz kıldığı, Ci’râne Vadisinde bir namazgahtır. Ci’râne Vâdîsinin Arafat yakınında bulunan kıyısında, bir Kureyşli tarafından yapılan mescide Mescid-i Ednâ, Hz. Peygamber’in namaz kılıp ihrama girdiği namazgahına da Mescid-i Aksa denmiştir.
Ancak âyette bunun, çevresi mübarek kılınan bir mescid olduğu söyleniyor. Bu bereketlilik sıfatı, Mekke’deki Mescid-i Haram için de kullanılmıştır: “Doğrusu insanlara (ma’bed olarak) ilk kurulan ev, Mekke’de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidâyet kaynağı olarak kurulmuştur.” (Âl-i İmrân: 96) Aynı kentte ve Hac Vakfesinin yapıldığı Arafat yöresindeki bir mescid için de bu sıfatın kullanılması gayet doğaldır. Çünkü insanların toplanıp duaya durdukları bu yerde aynı zamanda satıcılar çeşitli ürünler satar, ekonomik bir canlanma, bolluk, bereket olur.
Eğer Mescidi Aksa, Ci’râne’de, Hz. Peygamber’in, zaman zaman gidip namaz kıldığı yer ise, İsrâ olayı, Hz. Peygamber’in, bir gece, içine düşen güçlü bir arzu ile kalkıp Ci’râne mescidine bedenen gelmesidir. Bu yürüyüşü, Allah’ın içine düşürdüğü arzu ile olduğundan “Allah, kulunu yürüttü” şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü O’nun şevkiyle olmuştur. Nitekim yine Allah’ın ilhâmıyla Bedir Savaşına çıkması da “Allah’ın, kendisini evinden çıkardığı” şeklinde ifade edilmiş.
Enfâl 5 de “Nitekim hak uğruna (savaşa gitmek için) Rabbin seni, evinden çıkardı…” buyurulmuştur.
“O, kulunu geceleyin Mescid-i Harâm’dan, Mescid-i Âksâ’ya yürüttü.”söylemiyle, “Rabbin seni evinden çıkardı” söylemi arasında bir fark yoktur.
Nasıl ikincisi, Peygamber’in, Allah’ın vahiy veya ilhâmıyla evinden çıkıp Bedir’e gittiğini belirtiyorsa, birincisi de Peygamber’in, gecenin bir kısmında Allah’ın ilhamı ve dürtüsüyle Peygamber’in, geceleyin kalkıp Mescid-i Aksa’ya yürüdüğünü belirtiyor.
İkincisinde nasıl, havada uçurma, kaçırma yoksa, birincisinde de yoktur. Eğer öyle bir şey olsaydı, “Kulunu uçurdu” denilirdi.
Peygamber Efendimiz, Ci’râne’deki Mescid’e vardıktan sonra tıpkı Necm Sûresinin 18. ayetinde “Andolsun, onu bir inişinde daha görmüştü; Sidre-tü’l-Müntehâ(uzak ağaç)ın yanında, ki onun yanında oturulacak bahçe vardır. Sidre’yi kaplayan kaplıyordu. (Muhammed’in) Göz(ü) şaşmadı ve azmadı. Andolsun, Rabbinin büyük âyetlerinden bazılarını gördü.” âyetlerinde anlatıldığı üzere Hirâ Dağı yakınındaki Sidret’l-Müntehâ’da olağanüstü olaylara şâhid olduğu gibi, bir gece Allah’ın yönlendirmesiyle geldiği bu Ci’râne’deki Mescid-i Aksâ’da da olağanüstü olaylara şâhid olmuştur.
Nasıl Hz. Peygamber, Hirâ’ya gidiyor idiyse mu’tâdı üzere bir gece Mescid-i Aksâ’ya da gitmiş, işte orada Rabbinin olağanüstü olaylarına şâhid olmuştur.
Bu durumda Hz. Peygamber’in, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gelmesi, normal bedensel bir yürümedir. Mescid-i Aksâ’da gördüğü olağanüstü olaylar ise ruhsal vizyondur.
Bu Mescid-i Aksa vizyonu, Necm Sûresi’nde belirtilen “Sidretu’l- Müntehâ” vizyonuna çok benzemektedir. Nasıl Hz. Peygamber, Hirâ yöresindeki Sidretu’l-Müntehâ’da “Rabbinin bazı âyetlerini gördü” ise, geceleyin geldiği Mescid-i Aksa’da da “O’nun bazı âyetlerini görmüştür.” Peygamber’in Sidretu’l-Muntehâ’ya ve Mescid-i Aksâ’ya gelişi, bedensel yürümedir, ama oradaki müşahedeleri, ruhsal vizyonlardır. Yani İsrâ ruh ve bedenle yapılan normal yürüme, mi’râc ise ruhsal bir yükselme ve müşahededir. Kur’ân’ın anlattığı bu sade vizyonlar, rivayetlerde efsaneleştirilmiş, aslı olmayan senaryolara temel yapılmıştır.
Şimdi Mi’râc konusunda eski dinlerden bazı örnekler vermek istiyorum:
Paulos’un Vizyonu: Paulos, Kudüs yolunda Jaricho Dağı’nda, çocuk biçiminde görünen ruhsal bir varlık görür. Metinde zaman zaman kutsal rûh olarak da anılan bu melek, Paulos’u alıp göklere çıkarır. Paulos orada îsâ’nın havârîlerini görür. Dördüncü gökte ruhların yargılanmasını, beşinci gökte meleklerin, ruhları mahkemeye götürmelerini görür. Altıncı göğün, yukarıdan gelen bir ışıkla aydınlandığını gören Paulos, yedinci gökte parlayan bir taht üzerinde oturmuş yaşlı birini görür. Ogdoad’da ilerlemesine devam eden Paulos, dokuzuncu ve onuncu gökleri görür. Sonuncu göğe vardığında değişime uğrar ve artık arkadaşları olan havarileri göremez, ruhsal arkadaşlarını (yani ruhları) görür.
Ancak anlatım biçimi 19/3 de üçüncü şahıstan birinci şahsa, 19/18’de yine üçüncü şahsa, nihayet 20/5’den itibaren yine birinci şahsa değişir.
Douglas M. Parrot, THE APOCALYPSE OF PAUL (Paulos’un Vahyi) adlı yazısında, (V, 17,19-24,9) Paulos ‘un özetlediğimiz vizyonunu, kendi sözlerinden aktarmaktadır. İzleyelim:
“Ve o ona şöyle dedi:
Hangi yolla Kudüs’e gideceğim? Küçük çocuk şöyle yanıt verdi:
Küçük çocuk onun Paulos olduğunu biliyordu. O, onunla konuşabilmek için bahane bulmak amacıyla bu sözlerle onunla sohbet etti.
Küçük çocuk şöyle dedi:
Senin Paulos olduğunu biliyorum. Sen annesinin rahmine düşmesinden itibaren kutsal olansın. Bu nedenle ben senin Kudüs’e, arkadaşlarının yanına gidebilmen için sana geldim. Ve sen, bu nedenle çağırıldın. Ve ben sana eşlik eden Ruhum. Paulos! Zihnini topla… Zira […] bütün […] krallar ve bu otoriteler ve baş melekler ve güçler ve şeytânların bütün soydaşları, vücutlara bir rûh tohumu indiren biri… Ve konuşmayı bitirdikten sonra o küçük çocuk, bana şöyle dedi:
Paulos, zihnini topla ve üzerinde durduğun bu dağın Jericho Dağı olduğunu bil ki görünen şeylerdeki gizleri anlayabilesin. Şimdi sen oniki havariye gideceksin. Zira onlar seçkin ruhlardır. Onlar seni selâmlayacaklar.
Paulos gözlerini kaldırdı ve kendisini selâmlayan(havâri)leri gördü.
Sonra kendisiyle konuşan Kutsal Rûh, onu yükseğe, üçüncü göğe çıkarttı. Ve oradan öteye, dördüncü göğe geçti. Kutsal Rûh ona şöyle dedi.
Bak ve yeryüzündeki benzerlerini gör.
Paulos aşağı baktı da yeryüzündeki 1 eri gördü. O aşağıya uzun uzun baktı ve yeryüzündeki 1 eri gördü… Sonra dikkatle aşağı baktı ve yaratılışta kendisinin solunda ve sağında yer alan oniki havariyi ve onların önünde giden Rûh’u gördü.
Fakat ben sıralamaya göre dördüncü semada gördüm. Ruhu ölüler ülkesinin dışına çıkaran tanrılara benzer melekler gördüm. Onlar o ruhudördüncü göğün kapısına getirdiler. Ve melekler onu kamçılıyorlardı. Rûh şöyle dedi: Ben dünyâda ne günâh işledim?
Dördüncü gökte yaşayan kapıcı (melek) ona şöyle dedi:
Ölüler ülkesindeki bütün yasa dışı işleri işlemek doğru değildi. Rûh şöyle yanıt verdi:
Tanık getir! Onlar hangi bedende yasa dışı işler yaptığımı sana göstersinler (buna tanıklık etsinler).
Ve üç şahit geldi. Birincisi şöyle dedi:
İkinci saat vücutta değil miydim? Sen öfkeye, intikam hırsına ve düşmanlığa düşünceye kadar sana karşı koydum.
Ve ikinci şahit şöyle dedi:
Dünyada değil miydim? Ve ben beşinci saatte (vücuda) girdim ve seni gördüm ve arzu ettim ve o zaman bak! Ben şimdi seni işlediğin cinayetlerle suçluyorum.
Üçüncü tanık şöyle dedi:
Ben sana günün onikinci saatinde, güneş batmak üzereyken gelmedim mi? Günâhlarını tamamlayana kadar sana karanlık verdim.
Rûh bu şeyleri (sözleri) işittiğinde üzüntüyle aşağıya doğru baktı ve sonra yukarıya doğru baktı. Sonra aşağıya atıldı. Aşağıya atılan rûh, kendisi için hazırlanan bir bedene gitti.
Sonra ben yukarı doğru baktım ve bana şöyle diyen Rûh’u gördüm:
Paulos, gel! Bana doğru ilerle.
Sonra ben giderken kapı açıldı ve ben beşinci semaya gittim. Ve ben Rûh bize eşlik ederken, benimle birlikte giden havari arkadaşlarımı gördüm. Ve beşinci gökte, elinde bir demir tutan yüce bir melek gördüm. Onunla birlikte üç melek daha vardı. Ve ben onların yüzlerine dikkatle baktım. Fakat onlar, ellerindeki kamçılarıyla ruhları hesap vermeğe sürerek birbirleriyle yanşıyorlardı. Fakat ben Rûh’la birlikte gittim ve kapı bana açıldı.
Sonra biz altıncı göğe çıktık. Ve ben benimle birlikte giden havari arkadaşlarımı gördüm. Ve Kutsal Rûh onların önünde bana yol gösteriyordu. Ve ben yükseğe baktım ve altıncı göğe doğru parlayan bir ışık gördüm. Altıncı gökteki kapıcı (meleğe) şöyle dedim:
Bana ve önümdeki Kutsal Rûh ‘a kapıyı aç! O bana (kapıyı) açtı.
Sonra biz yedinci göğe çıktık ve ben elbisesi beyaz olan ve ışıklı ..bir yaşlı adam gördüm. Onun yedinci gökteki tahtı güneşten yedi kat daha parlaktı. Yaşlı adam bana şöyle dedi:
Paulos, ey kutsal kişi ve ey annesinin rahminden ayrılmış olan kişi, nereye gidiyorsun?
Fakat ben ruha baktım ve o bana “Onunla konuş” diyerek başıyla işaret ediyordu. Ve ben yaşlı adama şöyle dedim:
Ben, geldiğim yere gidiyorum. Ve yaşlı adam bana karşılık verdi:
Sen neredensin? Şöyle cevap verdim:
Babil’in tutsaklığında tutsak edilen tutsaklığı, tutsak etmek için ölüler dünyasına gidiyorum.
Yaşlı adam bana şöyle karşılık verdi:
Benden nasıl kurtulacaksın? Bak ve emrimdeki prenslikleri ve otoriteleri gör.
Rûh bana şöyle dedi:
Ona sendeki işareti ver. O senin için kapıyı açacak.
Ve o zaman ben ona işareti verdim. Bunun üzerine o yüzünü aşağıya doğru, kendi yaratıklarına ve kendi otoritesine çevirdi.
Ve sonra yedinci sema açıldı ve biz Ogdoad’a çıktık. Ve ben oniki havariyi gördüm. Onlar beni selâmladılar ve biz dokuzuncu göğe yükseldik. Dokuzuncu gökte bulunanları selâmladım ve biz onuncu göğe çıktık ve ben rûh arkadaşlarımı (havarileri) selâmladım.”
Ahd-i Cedîd’in son eki, Yuhanna’nın Vahyi bölümünde de Aziz Yuhanna’nın göklerdeki acâib olayları içeren vizyonu anlatılmaktadır. İçinde Mi’râc’ın ayrıntılı rivayetlerinde bulunanlara benzer tasvirler ve olaylar vardır. (Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, Kuba Yayınları: 13/270-274, İsrâ ve Mi’râc maddesi.)
SORU: MESCİD-İ AKSA NEREDE?
Soru: Bir yazınızda İsra ve Miraç hakkında bilgiler verdikten sonra Mescid-i Aksâ’nın yeri konusunda bir dip notunuz vardı. Mescid-i Aksâ’nın, Cirane’de bulunan küçük bir mescit olduğunu belirtmiştiniz. Ben, bu yer kargaşasından kendimi kurtaramadım. İsra Suresi’nin ilk ayetinde bahsedilen Mescid-i Aksa, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa mı yoksa sizin bahsettiğiniz Arafat’ta Cirane’de bulunan küçük mescit mi? Beni bu konuda aydınlatır mısınız? (Hikmet Coşkun)
Cevap: İsra Suresi’nin başında işaret edilen Mescid-i Aksâ’nın, Cirane’de bulunan bir mescit olduğu kanaatindeyim. Çünkü Kur’ân indiği zaman Kudüs’te Mescid-i Aksa adıyla bir mabet yoktu. Harabe halinde bulunan Süleyman Mabedi, onarılmış olsa da adı Mescid-i Aksa değildi. Hem Yahudiler kendi mabedlerine niçin mescit adını versinler ki? Kur’ân’ın indiği sırada Kudüs’te bu adla bilinen bir mabet bulunmadığına göre İsra Suresi’nin baş tarafında Hz. Peygamber’in yürütüldüğü mescidin, Araplarca bilinen bir mescit olması gerekir. Bu da Kudüs’te değil, Mekke yöresinde bulunan bir mescit olmalıdır. Mescid-i Aksâ’nın Cirane’de, Hz. Peygamber’in ihrama girdiği mescit olduğu rivayetini Vakıdi ve Ezraki kaydetmişlerdir. (Süleyman Ateş-Gazete Vatan-28.01.2006)